Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 4/4 İlkİlk 1234
36 sonuçtan 31 ile 36 arası

Konu: İslamda Sorular Ve Cevaplar

  1. #31

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart ADİL SİYASETİN VE ZALİM POLİTİKANIN KEYFİYETİ

    ADİL SİYASETİN VE ZALİM POLİTİKANIN KEYFİYETİ

    SORU: "Senelerce büyüklerimin tavsiyesine uydum ve ehven-i şer olduğu gerekçesiyle, sağcı partilere rey verdim. Fakat sağcı olduklarını söyleyen politikacıların, değişik vesilelerle, dini istismar ettiklerini görüyorum. (...) Siyasetin keyfiyeti nedir? Büyüklerimizin tavsiyelerine uyarak yaptığımız tercihlerden mesul olur muyuz? (...) İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a)'nin zalim sultanların iktidarlarını meşru kabul etmediği doğru mudur? Siyasetin harama ve yalana dayandığı dönemlerde ne yapılması gerekir? Bir iktidarın meşru olabilmesinin şartları nelerdir?"

    CEVAP: Bazı İslam alimleri "İnsanları dünyevi ve uhrevi saadete ulaştırmak, onları fesaddan kurtarabilmek için takip edilmesi gereken en güzel yola siyaset denilir"(1) tarifi esas almışlardır. İbn-i Abidin, "Siyaset ağır bir şeriat olup, iki nevidir. Siyaset-i zalime: Halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır. Siyaset-i adile: Halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulum ve fenalıkları defeden, fitne ve fesad ehlini men eden siyasettir ki, şeriattan sayılır"(2) diyerek, siyaseti tasnif etmiştir. Adil siyasetin gerçekleşmesi için gayret sarfeden kimselerin; velayet hukukuna riayet etmeleri ve fütüvvet ahlakına sahip olmaları zaruridir. Türkiye'de politikacıların değişik vesilelerle, dini istismar ettikleri sabittir. Bunu şu veya bu parti ile sınırlandırmak doğru degildir. Şahısperestlik hastalığı ve zalim politika, bütün ahlaki değerleri tahrip etmektedir. İktidar sahiplerinin, insanların hidayetine vesile olmaları mümkün olduğu gibi, kitleleri dalalete sürüklemeleri de mümkündür. Bu siyasi bir tez değil, Allahu Teala (cc)'nın kitabında yer alan bir hakikattir. Kur'an-ı Kerim'de, kıyamet gününde ortaya çıkacak manzara şöyle tasvir edilmiştir: "(Tuğyan eden siyasi liderler) O gün yüzleri ateşte evrilip-çevrilirken, 'Eyvah bize!.. Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir. (Onlara tabi olanlar da) 'Ey Rabbimiz!.. Hakikat biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar' diyeceklerdir. Ey Rabbimiz!.. Onlara (liderlerimize ) azaptan iki katını ver. Onları büyük bir lanetle rahmetinden kov!.."(El Ahzab Suresi, 66-68) Hesap gününde; tuğyan eden ve insanları hidayetten uzaklaştıran siyasi liderler ile onlara tabi olan kimselerin, birbirlerinin düşmanı haline gelecekleri haber verilmiştir. Müslümanların fesadın, yalanın ve zulmün ön plana çıktığı dönemlerde, nasıl hareket edecekleri, önemli bir meseledir. Resul-i Ekrem (sav)'in, "Benden sonra birtakım emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir, ben de onlardan değilim. O kimse benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez ve zulümlerinde kendilerine yardımcı olmazsa, bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır"(3) buyurduğu ve mü'minleri uyardığı malumdur. Buradaki "Benden değildir, ben de onlardan değilim" ifadesi; yalan söyleyen ve zulmeden politikacıları desteklemenin, nelere sebep olacağını haber vermektedir.
    İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.a)'nin zalim iktidarları meşru saymamasını; bu hadis-i şerif'le izah eden alimler bulunduğu gibi, "Allahu Teala (cc)'ya isyan hususunda mahluka itaat yoktur"(4) hadis-i şerif'i ile izah eden alimler de vardır. Yeryüzünde küfür ahkamı ile hükmetme hakkı, hiç kimseye tanınmamıştır. Bu konuyla ilgili olarak Molla Hüsrev, "Bir kimse başkasına küfür ahkamı ile hükmetmek için azm eylese, sırf bu azmi sebebiyle kafir olur. Şayet bu kimse kelime-i küfrü konuşsa ve bir cemaatte o konuşulan sözü kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur"(5) diyerek, önemli bir inceliğe işaret etmiştir. Bazı Müslümanların "Hangi iktidar meşrudur ve hangi vasıfları haiz liderlere itaat edilebilir?" sualine, kalplerini mutmain edecek bir cevap bulamadıkları görülmektedir. Şimdi bu konu üzerinde kısaca duralım... Bir iktidarın meşru olabilmesi için; adalete riayet etmesi ve insanların rızasına dayanması şarttır. Ayrıca iktidar sahibi olan kimsenin; Allahu Teala (cc)'nın kitabında ve Resul-i Ekrem (sav)'in sünnetinde yer alan bütün hükümlerin hakikat olduğuna inanması ve "İşittim, itaat ettim" diyerek, mucibince amel etmesi gerekir. İslam fıkhına göre meşru iktidarın, değişmeyen iki rüknü budur. Kitap ve Sünnet'te hüküm bulunmayan konularda; mü'minlerin emiri (Ulu'lemr) diğer şer'i delilleri ve maslahatı dikkate alarak, bir düzenlemede bulunabilir. Allahu Teala (cc), Müslümanlara; kendilerinden olan emir sahiplerine, meşru olan hususlarda itaati farz kılmıştır.(6) Bu mahiyetteki bir itaat; şahsa değil, İslam ahkamına ittiba ile ilgilidir. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

    (1) İbn-i Kayyım El Cezviyye- Et Turuku'l Hükmiyye Fi Siyaseti'ş Şer'iyye- Kahire: ty (Thk. Muhammed C. Gazi) Sh: 16.
    (2) İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst.: 1983 C: 8, Sh: 186.
    (3) Mansur Ali Nasıf- Tac Tercemesi- İst.: 1973 C: 3, S: 100 Mad. No: 168.
    (4) İbn-i Kesir- Tefsirul Kuran'il Aziym- Beyrut: 1969 C: 1, Sh: 420.
    (5) Molla Hüsrev- Düreru'l Hükkam- İst.: 1307 C: 1, Sh: 324.
    (6) İmam-ı Şafii- Er Risale- Kahire: 1979 (2. Bsm.) Sh: 80-81 Madde: 266 vd. Ayrıca İbn-i Kesir- Age: C: 1, Sh: 517-519

  2. #32

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart AİLE İÇERİSİNDEKİ İHTİLAFLARIN ÇÖZÜMÜ VE TALAK

    AİLE İÇERİSİNDEKİ İHTİLAFLARIN ÇÖZÜMÜ VE TALAK

    SORU: "-Yürürlükteki medeni hukuku savunan profesörler; İslam aile hukukunda, kadına fazla değer verilmediği iddia etmektedirler. Son yıllarda bazı islamcı yazarlar da aynı iddiayı seslendirmeye başlamışlardır. Bir islamcı yazar, "erkeksi fıkıh" tabirini kullanmaktadır. (..) İslam fıkhında, kadına fazla değer verilmemiş midir?(..)İslam dini erkeğe, karısını keyfine göre boşama hakkı vermiş midir? Aile içerisindeki ihtilaf nasıl çözülür? İhtilafı bilen müslümanların, kadını kocasına karşı kışkırtmaları caiz midir? Meşru boşama sebebleri nelerdir?"

    CEVAP: İslam fıkhında kadına değer verilmediği iddiası batıldır. Bir batılı herkesin tekrar etmesi, onun keyfiyetini değiştiremez. Alauddin El Haskafi, "Dürri'l Muhtar" isimli eserinin cihad bahsinde:"-Kur'an-ı Kerim, hadis kitapları, fıkıh kitapları ve kadın gibi kendilerine ta'zim etmek vacip, hafif ve hakir görmek haram olan şeylerle cihada çıkmak yasaklanmıştır "(1) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Dikkat edilirse kadınlar "kendilerine ta'zim etmek vacip, hafif ve hakir görmek haram" olan varlıklar arasında zikredilmişlerdir. Resul-i Ekrem (sav)'in "Kadınlar hususunda Allahu Teala (cc)'dan sakınınız. Zira siz onları Allahu Teala (cc)'dan emanet olarak almışsınızdır." (2) buyurduğu malumdur.
    Hadis-i Şerif'te kadın "Allahu Teala (cc)'nın emaneti" olarak tavsif edilmiştir. Bu tesbitten sonra meseleye geçebiliriz. İslam dini, erkeğe keyfine göre boşama hakkı vermemiştir. İhtilaf halinde, aile reisinin nasıl davranması gerektiği kat'i nasslarla belirtilmiştir. Bunları maddeler halinde izaha gayret edelim.
    Birincisi: Nasihat edilmesi zaruridir. Aile içerisinde ortaya çıkan ihtilafta, kocasının uyması gereken adab-ı muaşeret hükümleri, nass ile beyan edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de; "Serkeşliklerinden yıldığınız (bıktığınız) kadınlara gelince: Onlara önce nasihat ediniz. (Vazgeçmezlerse) Kendilerini yataklarında yalnız bırakınız. (Yine vazgeçmezlerse) dövünüz. Ancak size (ma'rufta) itaat ederlerse, aleyhlerine bir yol aramayınız" (En Nisa Suresi: 34) hükmü beyan buyurulmuştur. Buradaki "Nüşuz" terimi; kadının kocasına; "buğz ve nefretle davranması, isyan etmesi" ifade etmektedir. Bu gibi durumlarda aile reisine, önce nasihat etmesi emredilmiştir. Eğer nasihat fayda vermezse; konuşmaması ve yatağında yalnız bırakması gerekir. Bu sayede kadın, durumun vehametini ve boşanmaya doğru gidildiğini kavrayabilir. Sohbetin ve cinsi münasebetin kesilmesi bir ikazdır.
    İkincisi: Hakem tayin edilmelidir: Bütün tedbirlere rağmen; aile hayatının devamı tehlikeye düşerse, yakın akrabaların vazifelerini yerine getirmeleri gerekir. Kur'an-ı Kerim'de; "Eğer (karı-kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz; o zaman kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah aralarında (onları) sulhe muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah; hakkı ile bilicidir. (Her şeyin künhünden) haberdardır" (En Nisa Suresi: 35) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler; "Karı-koca ihtilafı büyütüp; birbirlerine eziyet etmeye başladıkları zaman, mü'minlerin tamamına bu ihtilafı giderme görevi terettüp etmektedir. Ayeti kerime'de özellikle yakın akrabaların zikredilmiş olması; ihtilafın sebeblerini ve tarafların huylarını daha yakından bilecekleri içindir. Hakemlerin mutlaka adil, tecrübeli ve fakih olmaları gerekir. Eğer akrabalar arasında bu vasıflara haiz kimseler yoksa, akrabaların dışında adil ve alim iki kişi (hakem olarak) gönderilebilir."(3) hükmünü zikretmişlerdir. İmam-ı Şafii (rha) ayette geçen "gönderin" emrini esas alarak; "İhtilaf halinde hakem göndermek farzdır" demiştir. Çünkü karı-koca arasındaki geçimsizliği gidermek için hakem göndermek, zulmü bertaraf etmek demektir. Bu da müslümanların üzerine düşen umumi farzlardan birisidir.(4) İhtilafa muttali olan müslümanların, kadını kocasına karşı kışkırtmaları caiz değildir. Resul-i Ekrem (sav)'in; "Bir kadını kocasına karşı ifsad eden ve onu isyana sevkeden bizden değildir" (5) buyurduğu ve mü'minleri uyardığı malumdur. Neticenin alınamaması halinde, tarafların zarara uğramıyacağı bir çözümün bulunması zaruridir. Aile hayatının devamı; taraflar için hem dünyevi, hem uhrevi musibetlere sebeb oluyorsa, mübahların en sevimsizi olan talak (boşama) gündeme girer. Talak'ın (boşanmanın) mübah kılınmasının sebebi, musibetten kurtulmaya ihtiyaç olduğu içindir.(6) Fukaha meşru boşanma sebeblerini şu şekilde izah etmişlerdir: "Eşlerin birbirlerinden nefret etmesi, cinsi acz sebebiyle vazifelerini yerine getirememek, şiddetli geçimsizlik ve Allahü Teala (cc)'nın kesin emirlerini, bütün ikazlara rağmen terk etmekte ısrar etmek"(7) Bu sebeblerin bulunması dahi, boşamayı zaruri kılmaz. Aile hayatının devamına vesile olacak her tedbire başvurmak şarttır. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

    (1) İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst: 1984 C: 8 h: 384.
    (2) Sünen-i Ebu Davud İst:1401 C: 2 Sh: 455 vd. Had. No: 1905.
    (3) İmam-ı Kurtubi a.g.e. C: 5 Sh: 175, Ayrıca Mecmuatu't Tefasir C: 2, Sh: 64
    (4) Muhammed Ali Sabuni- Ahkam Tefsiri İst:1984 C: 1 Sh: 404.
    (5) İmam Ahmed b.Hanbel El Müsned İst: 1401 C: 2 Sh: 397.
    (6) İmam-ı Merginani- El Hidaye - Kahire: 1965 C: 1 Sh: 227
    (7) Geniş bilgi için/ İbn-i Hümam -Fethu'l Kadir- Beyrut: 1316 C:3 Sh: 21 vd

  3. #33

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart ALINYAZISI, KAZA VE KADER KAVRAMLARI

    ALINYAZISI, KAZA VE KADER KAVRAMLARI

    SORU: "Bİr televizyon proğramında (..) isimli profesör, "Hz. Abdullah ibn-i Mesûd'dan rivayet edilen ve tartışılan bir hadis, Müslümanlar arasında kaderciliğin yayılmasına sebeb olmuştur. Bu hadise göre "insanın daha ana rahminde iken rızkının ve ecelinin yazıldığını, şaki mi, said mi olacağının takdir edildiğini" iddia edilmektedir. Bu hadis, insanın tercih hürriyetini ortadan kaldırmaktadır. Bazı insanların alınyazısı dediği şeyler, kendi işlediği cürümlerdir. Kadere inanmak ve fatalizmi savunmak, imanın bir rüknü değildir" iddiasını ortaya attı. (..) Kaza ve kaderin mahiyeti nedir? Kadere inanmak, imanın bir rüknü müdür?"

    CEVAP: Allahû Teâla (cc)'nın ilmi, dilemesi ve yaratması sözkonusu olmadan, kâinatta herhangi bir hadisenin meydana gelmesi mümkün değildir. Kader vücûda gelecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman, nerede, ne gibi evsaf ve hususiyetlerde meydana geleceğini Allahû Teâla (cc)'nın tahdid ve takdir etmesidir.(1) Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer yaratmasına da kaza denilir. Dolayısıyle kader Allahû Teâla (cc)'nın "ilim ve irade", kaza ise "tekvin" sıfatına dayanır. Hz. Ali'den (ra) rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "Kişi şu dört şeye inanmadığı müddetçe mü'min olamaz. Allahü Teâla'dan (cc) başka ilâh olmadığına, Benim O'nun kulu ve resûlü olduğuma, bütün insanlara hakla gönderilmiş bulunduğuma şehadet etmek, ölüme ve ölümden sonra tekrar diriltileceğine inanmak, kadere iman etmek" (2) Aliyyü'l Kari; hadis-i şerifin başında yer alan nefyin (Lâ yûminû-Mü'min olmaz) kemâlata değil, asla raci olduğunu belirtmiştir. Yani bu sayılan dört hakikate iman etmeyen kimse mü'min olamaz.(3) Kaza ve kaderi inkar eden kimse, aynı zamanda Allahû Teâla (cc)'nın ilim, irade ve tekvin sıfatlarını reddetmiş olur. Resûl-i Ekrem (sav) kaza ve kaderi inkâr ederlere lânet etmiştir. (4) İmam-ı Matûridi (rh.a) "Kitabû't Tevhid" isimli eserinde; Kur'an-ı Kerim'de kaza kelimesinin "hikmetle yaratmak, her şeyin mahiyetini belirlemek, lâyık olduğu yere koymak, hüküm vermek, tamamlayıp bitirmek ve haber vermek" manasında kullanıldığını, âyetlerle izah etmiştir.(5) Dolayısıyle kaza; hakim-i mutlak olan Allahû Teâla (cc)'nın ilmi ve iradesi ile takdir ettiği herşeye verilen ortak bir isimdir. Kazaya rıza göstermek ise; kat'i nasslarla sabit olan her şeyi, aynen tasdik etmektir. Mesele bu açıdan değerlendirildiği zaman; kaza ve kaderi tasdik etmenin, iman ile olan ilgisi kolaylıkla kavranabilir. Halk arasında yaygın olan ve "alınyazısı" olarak ifade edilen mahiyet; bütün kâinatta var olan ilâhi nizamı tasdik ile ilgilidir. Fakat zamanla, mahiyet kayması gündeme girmiştir. Hz. Adem (as) ile birlikte başlayan insanlık tarihini; Allahû Teâla (cc)'nın takdir ettiği kazaya ve kadere razı olan mü'minlerle, hevâlarını ilâh edinen kimselerin mücadelesi (el milel ve'n nihal) olarak ifade etmek mümkündür. Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerinin muhatabı, ehliyet sahibi olan ve tercih etme kudreti bulunan insandır. (6) Allahû Teâla (cc); Hz. Adem (as) ile Hz. Havva'yı yeryüzüne indirdiği zaman, şöyle buyurmuştur: "Oradan (cennetten yeryüzüne) beraberce inin. Sonra size benden bir hüda gelir de, kim benim hüda'ma tabi olursa, artık onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun olacak da değildirler"( El Bakara Sûresi: 38) İnsanların yeryüzünde iki yoldan birini tercih etme imkânları vardır. Birincisi: Kaza ve kadere razı olup, "hüda'ya" (şeriata) tabi olabilirler. Bunlara "hidayet ehli" denilir. İkincisi: Hevâlarını ilâh edinip, nefs-i emmarelerine uygun bir hayat yaşayabilirler. Hakimiyeti kayıtsız ve şartsız insana tahsis ettikleri için de bunlara "dâlâlet ehli" denilmiştir. İnsanların hür iradeleriyle, hidayeti veya hevâlarını ilâh edinerek dâlâleti tercih etmeleri mümkündür. Seyyid Şerif Cürcani, hevâya muhalefeti ibadetin zaruri bir unsuru olarak zikretmiştir: "Hevâsına muhalefet edip, Allahû Teâla (cc)'ya teslim olan kimsenin fiillerine ibadet denilir"(7) Bu tarifte incelik, kaza ve kadere rızayı gündeme getirir. Bahsettiğiniz profesörün reddettiği (Hz. Abdullah ibn-i Mesûd'dan rivayet edilen) hadis-i şerif, başta Sahihi-i Buhari olmak üzere, birçok sünen ve müsnedde yer almıştır. Mutezile mezhebine mensup olan bazı kimseler; teorilerine uygun olmadığı için, bu hadis-i şerifin muhtevasına itiraz etmişlerdir. Kaderin umumi mahiyeti bir kenara bırakan ve insanın fiillerinin önceden yaratılıp yaratılmadığı meselesi ön plâna çıkaran kimseler, meseleyi fatalizmle izah edebilirler. Bahsettiğiniz profesör; Müslüman olmadığı için, keyfi yorumlarda bulunmaktadır. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

    (1) Geniş bilgi için/ Ahmed Davudoğlu- Sahihi Müslim Tercemesi ve Şerhi- İst: 1973 C: 1 Sh: 108 vd.
    (2) Sünen-i Tİrmizi- İst: 1401 K. Kader:10 (2146)
    (3) Aliyyü'l Kari- Şerhû'ş Şİfa- İst: 1308 C: 2 Sh: 526
    (4) Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi- Mevkıfû'l Beşer- Kahire: 1352 Sh: 26
    (5) İmam-ı Maturidi- Kitabu't Tevhid- Beyrut: 1973 Sh: 305 vd.
    (6) İmam-ı Serahsi- Temhidû'l Füsûl fi İlmû'l Usûl- Beyrut: 1393 C: 2 Sh: 332
    (7) Seyyid Şerif Cürcani- Et Tarifat- İst: ty Sh: 146

  4. #34

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart ANA-BABAYA NAFAKA

    ANA-BABAYA NAFAKA

    SORU: "Elimden geldiğince İslami hükümlere göre yaşamaya çalışan bir kardeşinizim. Vicdanen rahatsız olduğum bir ailevi meseleyi size sormak istiyorum. Babam geleneksel bir Müslümandır. Kendi kanaatine göre din anlayışı vardır. Namazını kılmasına rağmen, İslami meseleleri hafife alabilmektedir. (...) Babam ile ilişkilerim nasıl olmalıdır? Nafakası benim üzerime vacip midir, değil midir?"

    CEVAP: Hanefi fukahası: "Bir mükellef üzerine; fakir oldukları müddetçe; gayrimüslim bile olsalar, anne ve babasına nafaka vermesi vaciptir. Bu Allahu Teala (cc)'nın "Onlarla dünyada ma'ruf bir şekilde geçin" emrine dayanır. Bu ayet-i kerime; kafir olan anne ve baba hakkında nazil olmuştur. Kaldı ki; kendisi Allahu Teala (cc)'nın verdiği nimetler içerisinde rahatça yaşarken, anne ve babasını açlığa terketmesi ma'ruftan değildir"(1) hükmünde ittifak etmiştir. Anne ve babanızın hukukunu muhafaza hususunda hassasiyet göstermeniz zaruret vardır. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

    (1) İmam-ı Merginani-El Hidaye Şerhu Bidayetü'l Mübtedi-Kahire: 1965 C: 2, Sh: 46, Ayrıca Molla Hüsrev-Düreri'l Hükkam-İst.: 1307 C: 1, Sh: 418

  5. #35

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart ANNE VE BABAYA İTAATİN SINIRI NEDİR?

    ANNE VE BABAYA İTAATİN SINIRI NEDİR?

    SORU: "Müslüman olduklarını söyleyen, fakat İslam'ı bilmeyen bir ailenin tek çocuğuyum. Annemin ve babamın herhangi bir gelirleri yoktur. İki ay öncesine kadar birlikte oturuyorduk. (...) Gerek babam ve gerekse annem, diğer akrabalarımızın gıybetini yapıyorlar. Bir gün sinirlerime hakim olamayıp 'Gıybet etmeye devam ederseniz, yemin olsun sizinle aynı evde oturmam' dedim. Her ikisi de çok üzüldüler. Annem odasına çekildi ve ağladı. (...) Bir gün ben işte iken, gizlice köye gitmişler. (...) Şimdi ne yapacağıma karar veremiyorum. Hanım ve çocuklar, onları savunuyorlar. Benim hata ettiğimi söylüyorlar. (...) Anne ve babaya itaatin sınırı nedir? Bir Müslüman genç, haram işleyen annesine veya babasına nasihat edemez mi?"

    CEVAP: Önce bir hususa işaret edelim, Allahu Teala (cc)'nın kanunlarında herhangi bir değişiklik olmaz. İslam uleması buna "Sünnetullah" adını vermiştir. İnsan anne rahminden hiçbir şey bilmediği halde dünyaya gelir. İlk yıllarda tam bir zaaf içerisindedir. Annesi onu sevgi ve merhametle bağrına basar, korur ve büyütür. Çocuk büluğa erdikten sonra güçlenir ve belli bir meslek sahibi olur. Nihayet bir süre sonra evlenir. Artık o da bir anne veya babadır. Bu "Sünnetullah", Hz. Adem (as)'den günümüze kadar hep böyle deveran etmiştir. Kıyamete kadar da aynı kanunlar geçerli olacaktır. Kur'an-ı Kerim'de, "Allah sizi bir zaaftan yaratan, sonra diğer bir zaafın ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin arkasından da yine zaafa ve ihtiyarlığa getirendir. Allah ne dilerse yaratır" (Er Rum Suresi: 54 ) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu ayet-i kerimede insanın devrelerine dikkatin çekildiğini belirtmişlerdir.(1) Resul-i Ekrem (sav)'in, "Anne ve babaya iyilik etmeyi sürekli tavsiye ettiği" malumdur. Cihada katılma hususunda şiddetli arzu duyan bir sahabesine, "Git!.. (Cihada katılma) Yaşlı olan anne ve babana hizmet et!.."(2) emrini vermiştir. Buradaki inceliğin iyi kavranılması gerekir. Bu tesbitten sonra, anne ve babanın hukuku üzerinde kısaca duralım.
    Kur'an-ı Kerim'de; "Biz insana anne ve babasını tavsiye ettik. Onun annesi, kendisini zaaf üstüne zaaf ile (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). 'Bana, anne ve babana şükret. Dönüşün ancak banadır' (dedik) Bununla beraber onlar, bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman (müşrik olman) için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ama onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin (Müslümanların) yoluna uy. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O vakit (Hesap gününde) ben size ne yapıyordunuz haber veririm" (Lokman Suresi: 14-15 ) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtubi, "Anne ve babaya, maruf olan hususlarda itaat etmek vaciptir. Günah işlemek, şirk koşmak veya farzlardan birisini terk etmek hususunda herhangi bir emir verirlerse, itaat edilmez"(3) diyerek, önemli bir inceliğe işaret etmiştir. Hanefi fukahasının, "Bir mükellef üzerine; fakir oldukları müddetçe, gayri müslim bile olsalar, anne ve babasına nafaka vermesi vaciptir. Bu, Allahu Teala (cc)'nın, 'Onlarla dünyada ma'ruf bir şekilde geçin' emrine dayanır. Bu ayet-i kerime, müşrik olan anne ve baba hakkında nazil olmuştur. Kaldı ki; kendisi Allahu Teala (cc)'nın verdiği nimetler içerisinde rahatça yaşarken, anne ve babasını açlığa terketmesi ma'ruftan değildir"(4) hükmünde ittifak ettiği malumdur. İslam fıkhında itaat, ma'ruf ile sınırlıdır. Resul-i Ekrem (sav)'in, "Allahu Teala (cc)'ya isyan hususunda mahlukata itaat yoktur. İtaat ancak ma'ruftadır"(5) buyurduğu ve umumi olan hükmü beyan ettiği sabittir.
    Bu genel izahtan sonra, mektubunuzdaki meseleye geçebiliriz. Önce iki nokta üzerinde duralım. Birincisi: Nafakalarını temin ettiğinizi dikkate alarak, kendinizi babanızın ve annenizin amiri zannetmişsiniz. Halbuki Allahu Teala (cc) onlara, 'üf' bile demeden hizmet etmenizi farz kılmıştır. İkincisi: Babanızın ve annenizin gıybet etmeleri haram bir cürümdür. Fakat size, aynı haramı işlemenizi emretmemişlerdir. Anne ve babaya nasihatin bir usulü vardır. İbn-i Abidin, "Bir kimse; anne ve babasının şer'an günah olan, örfte ayıp ve ar (utanma sebebi) olan bir fiili işlediklerini gördüğünde, onlara bir defa 'bu fena fiili bırakmalarını' emreder, kabul ederlerse ne ala!.. Hoş görmezlerse sükut edip, bir daha emretmez, fakat onlar için dua ve istiğfar eder"(6) diyerek, nasihat usulünü beyan etmiştir. Size tavsiyem şudur; önce derhal yemininizi bozunuz ve keffaret veriniz. Daha sonra babanızın ve annenizin gönlünü alınız ve onlara hizmet ediniz. Eğer anne ve baban; senden razı olur ve sana dua ederlerse, bu büyük bir nimettir. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

    (1) Mecmuatu't Tefasir- İst: 1979, Çağrı Yay., C: 5, Sh: 53 vd.
    (2) Sahih-i Buhari- İst: 1401, C: 7, Sh: 69, K. Edeb: 3.
    (3) İmam-ı Kurtubi- El Camii Li Ahkami'l Kur'an- Kahire: 1967, C: 14, Sh: 64.
    (4) İmam-ı Merginani- El Hidaye Şerhu Bidayetü'l Mübtedi- Kahire: 1965, C: 2, Sh: 46; ayrıca Molla Hüsrev- Düreri'l Hükkam- İst: 1307, C: 1, Sh: 418.
    (5) İbn-i Kesir-Tefsiru'l Kur'an'il Aziym- Beyrut: 1969, C: 1, Sh: 518.
    (6) İbn-i Abidin- Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst: 1983, C: 8, Sh: 311

  6. #36

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart ANNENİN HUKUKUNU KORUMAK FARZDIR

    ANNENİN HUKUKUNU KORUMAK FARZDIR

    SORU: "Çözümünü bulamadığım bir meseleyi size sormak istiyorum. Daha çocukken babamız, bir kaza sonucu vefat etti. Annem bizi yetim olarak büyüttü. Kendisi İslam'ı bilmeyen, fakat çocuklarına düşkün olan bir insandır. Şimdi epeyce yaşlandı. (...) Annem ibadetlerini zamanında eda etmiyor ve torunlarına kötü örnek oluyor. Defalarca kendisini ikaz ettim. Dedikodu ve gıybet hastalığı ise ayrı bir derttir. (...) Kurban bayramından bir gün önce, halam ile ilgili bazı iddialarda bulundu. Kendisine "Dediklerin doğru olsaydı, yaptığına gıybet denilirdi. Doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu huyundan vazgeç!.. Eğer vazgeçmessen vallahi seninle konuşmam" dedim. Sinirlendi ve "Seni doğurduğum güne lanet olsun" dedi.(...) Bayramdan sonra, bana bir şey söylemeden kardeşimin evine gitti. Kardeşime "Eğer ağabeyin gibi davranacaksan hemen söyle!.. Güçsüzler yurduna kaydımı yaptırayım" demiş,(...) Anneye itaatın sınırı nedir? Yeminimi bozmam ve annemin gönlünü almam gerekir mi ?"

    CEVAP: Önce bir hususa işaret etmekte fayda vardır. Allahu Teala (cc)'nın kanunlarında herhangi bir değişiklik olmaz. İslam uleması buna "Sünnetullah" veya "Adetullah" adını vermiştir. İnsan anne rahminden; hiçbir şey bilmediği halde dünyaya gelir. İlk yıllarda tam bir zaaf içerisindedir. Annesi onu sevgi ve merhametle bağrına basar, korur ve büyütür. Çocuk büluğa erdikten sonra; güçlenir ve belli bir meslek sahibi olur. Nihayet bir süre sonra evlenir. Artık o da bir anne veya babadır. Bu "Sünnetullah"; Hz. Adem (as)'dan günümüze kadar hep böyle deveran etmiştir. Kıyamete kadar değişmeyecektir. Kur'an-ı Kerim'de "Allah sizi bir zaaftan yaratan, sonra diğer bir zaafın ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin arkasından da yine zaafa ve ihtiyarlığa getirendir. Allah ne dilerse yaratır." (Er Rum Suresi: 54) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu ayet-i kerimede insanın ömür devrelerine dikkatin çekildiğini belirtmişlerdir.(1) Resul-i Ekrem (SAV)'in "Anne ve babaya iyilik etmeyi sürekli tavsiye ettiği" malumdur. Cihada katılma hususunda şiddetli arzu duyan bir sahabesine "Git!.. (Cihada katılma) Yaşlı olan anne ve babana hizmet et!.."(2) emrini vermiştir. Bu tesbitten sonra, "Anneye itaatin sınırı nedir?" sualine cevap arayalım.
    Kur'an-ı Kerim'de: "Biz insana anne ve babasını tavsiye ettik. Onun annesi, kendisini zaaf üstüne zaaf ile (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). 'Bana, Anne ve Babana şükret. Dönüşün ancak banadır' (dedik) Bununla beraber onlar, bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman (müşrik olman) için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ama onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin (Müslümanların) yoluna uy. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O vakit (Hesap gününde) ben size ne yapıyordunuz haber veririm" (Lokman Suresi: 14-15) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtubi: "Anne ve babaya, maruf olan hususlarda itaat etmek gerekir. Günah işlemek, şirk koşmak veya farzlardan birisini terk etmek hususunda; herhangi bir emir verirlerse, itaat edilmez."(3) diyerek, önemli bir mahiyete işaret etmiştir. Resul-i Ekrem (SAV)'in: "Allahu Teala (cc)'ya isyan hususunda mahlukata itaat yoktur. İtaat ancak ma'ruftadır."(4) hadisi, umumi bir hükümdür. Hanefi fukahası: "Bir mükellef üzerine; fakir oldukları müddetçe; gayrimüslim bile olsalar, anne ve babasına nafaka vermesi vaciptir. Bu Allahu Teala (cc)'nın "Onlarla dünyada ma'ruf bir şekilde geçin" emrine dayanır. Bu ayet-i kerime; kafir olan anne ve baba hakkında nazil olmuştur. Kaldı ki; kendisi Allahu Teala (cc)'nın verdiği nimetler içerisinde rahatça yaşarken, anne ve babasını açlığa terketmesi ma'ruftan değildir"(5) hükmünde ittifak ettiği malumdur.
    Diğer meseleye gelince: Annenizin gıybet veya iftira gibi haram olan fiilleri işlemesi, ağır bir cürümdür. Fakat size, aynı cürümü işlemeniz hususunda herhangi bir emir vermemiştir. Annenize "vallahi seninle konuşmam" demeniz, mün'akid bir yemindir. Annenizin gıybet gibi haramlardan kaçınmasını arzu etmeniz, güzel bir duygudur. Buna rağmen, yemininizi bozmanız ve keffaret vermeniz gerekir. İbn-i Abidin: "Bir kimse; anne ve babasının şer'an günah olan, örfte ayıp ve ar (utanma sebebi) olan bir fiili işlediklerini gördüğünde, onlara bir defa "bu fena fiili bırakmalarını" emreder, kabul ederlerse ne ala!.. Hoş görmezlerse sükut edip, bir daha emretmez, fakat onlar için dua ve istiğfar eder"(6) diyerek, güzel bir ikazda bulunmuştur. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

    (1) Mecmuatu't Tefasir-İst.: 1979 Çağrı Yay. C: 5, Sh: 53 vd.
    (2) Sahih-i Buhari-İst.: 1401 C: 7, Sh: 69 K. Edeb: 3
    (3) İmam-ı Kurtubi-El Camii Li Ahkami'l Kur'an-Kahire: 1967 C: 14, Sh: 64
    (4) İbn-i Kesir-Tefsiru'l Kur'an'il Aziym-Beyrut: 1969 C: 1, Sh: 518
    (5) İmam-ı Merginani-El Hidaye Şerhu Bidayetü'l Mübtedi-Kahire: 1965 C: 2, Sh: 46, Ayrıca Molla Hüsrev-Düreri'l Hükkam-İst: 1307 C: 1, Sh: 418, İbn-i Hümam-Fethu'l Kadir-Beyrut: 1316 C: 3, Sh: 347
    (6) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst.: 1983 C: 8 Sh: 31

Sayfa 4/4 İlkİlk 1234

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •