Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 8/10 İlkİlk 12345678910 SonSon
98 sonuçtan 71 ile 80 arası

Konu: KUR'ÂN TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ

  1. #71

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    130. El-İzhâr


    el-İzhâr, sekiz şekilde tefsir edilir:
    1. Zahara kelimesi, bedâ [zuhur etti, ortaya çıktı, gö*ründü] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Zahir olanı [zahara] (yani, yüz ve eller} müstesna, zî-netlerini gösterin esinler. (Nûr/31)
    Berr'de [karada] ve bıahr'da [denizde] fesad zuhur etti [zahara] (yani, kara ve denizde fesat ortaya çıktı!baş gösterdi}. (Rûm/41)
    Ben onun dîninizi tebdil etmesinden/değiştirmesin*den veya yeryüzünde fesad izhâr etmesinden (yani, yeryüzünde ortaya fesad çıkarmasından} korkuyo*rum. (Mü'min/26)
    Bu hayattan bir zahiri (yani, onların nimetlerinden ve işlerinden [yapıp ettiklerinden] görüneni /ortaya çıkanı} bilirler. (Rûm/7)
    2. Azhara [izhâr etmek], ıtlâ' [muttali kılmak, ha*berdar etmek] manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
    Allah da bunu o'na izhâr etti (yani, Allah da o'nujRa-sûlü'nü, o sırra muttali kıldı!haberdar etti}... {Tah-rîm/3)
    Ayette sözkonusu edilen kimse, Nebi'nin eşi Haf-sa'dır; o, Nebi'nin (s.a) cariyesi Mariye ile halvet sırrını ifşa etmiş: Âişe'ye haber vermiş; Allah da Rasûlü'nü bu duruma muttali kılmıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    O gayba âlimdir. Gaybmı hiçbir kimseye izhâr etmez (yani, hiçbir kimseyi gaybına muttali kılmaz}. CCib/26)
    Doğrusu onlar size zahir olurlar {yani, size muttali olurlar/sizden haberdar olurlar) ise... (Kehf/20)
    3. Yazharân; bir şeyin üstüne çıkmak, yükselmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    ...onun üzerine çıkacakları [yazharûn] {yani, evleri*nin üstüne çıkmalarını sağlayacak} merdivenler... (Zuhruf/33)
    Artık onu aşmaya [yazharuhu] {yani, onun üstüne çıkmaya, ona yükselmeye} güçleri yetmedi. (Kehf/97)
    4. et-Tezâhur, te'âvun [yardımlaşma I yardım et*me I destek olma] manasında kullanılır; şu âyetlerde bu anlamdadır:
    Şayet o'na karşı tezahür ederseniz {yani, eğer o'na karşı bir birinizle yardımlaşırsanız}... (Tahrîm/4)
    Benzeri bir ifade de Kasas sûresinde yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bunun ardından melekler de (o'na) zahirdir {yani, Nebi'ye yardımcıdır I destekçidir}. (Tahrîm/4)
    Birbirlerine zahîr {yani, yardımcı I destekçi} olsalar dahi... (İsrâ/88)
    Kâfir, Rabbine karşı (şeytana) zahîr {yani, yardımcı-jdestekçi} oluyor. (Furkân/55)
    O'nun onlardan bir zahîri {yani, yardımcısı I destekçi*si} de yoktur. (Sebe'/22)
    ...indirdi, onlara muzâharet {yani, onlara yardım} edenleri. (Ahzâb/26)
    5. izhâr; kahrda yücelik, yenik düşürmek jkahret*mek ile birlikte üstünlük sağlamak manasında kullanı*lmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O ki, Rasûlü'nü hidâyet ve hak dîn ile gönderdi; onu her dîne izhâr etmek {yani, bütün dinleri yenik düşü-rüpI'kahredip islâm'ı üstün kılmak} için. (Tevbe/33)
    Ey kavmim! Arzda [bu yerde] zahirler [üstünlük sağ*layanlar] olarak bugün mülk sizindir {yani, onları kahretmek suretiyle ehl-i Mısr üzerine üstün olanlar sizsiniz). (Mü'min/29)
    Biz de o îmân edenleri düşmanlarına karşı destekle*dik de böylece zahirler oldular (yani, yenik düşürmek suretiyle onlara karşı üstünlük sağladılar}. (Saft714)
    6. bi-Zâhir, bâtıl manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Yoksa siz zahir (yani, bâtıl -ki bundan kasıt da, Yüce Allah'a şirk sözleridir-} bir söz mü söylüyorsunuz? (Ra'd/33)
    Kadınlarına zıhâr yapıp Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. {(yani, bâtıl bir söz söyle*yip)}... (Mücâdele/3)
    7. İzhâr kelimesi ile, Allah'ın mesel darbetmesi kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O'nu, sırtınızın ardına [verâkum zıhrıyyâ] atılmış-/atılacak bir şey edindiniz (yani, O'na tazim etmeye*rek, O'ndan başkasına tazim ederek Allah'ı adeta sır*tınızın ardına atılacak önemsiz bir şey gibi gördü*nüz}. (Hûd/Ş2)
    Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına [verâe zuhûri-him] attılar {yani, onlar Allah'ın kitabını, adeta sırt*larının arkasına atılmış gibi yaptılar: onunla amel etmeyip sihirle amel ettiler}. (Bakara/101)
    8. Ve hîne tuzhirûn ibaresi, gündüzün ortası/öğle vakti manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    İkindide ve öğle vaktinde [hîne tuzhirûn] {yani, gün*düzün yarılanmasının akabindeki ilk namazda}. (Rûm/18)
    ... ve öğle vaktinde [ve hîne zahîra] {yani, gündüzün ortasında} elbisesiz/elbisenizi çıkarmış olabileceğiniz esnada... (Nûr/58) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    131. Hattâ


    Hattâ, üç şekilde tefsir edilir:
    1. Hattâ ilâ [...e, ...a kadar] manasında kullanılır; şu âyetlerde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. olduğu gibi:
    Hani onlara {yani, Salih'in kavmine}, "Bir vakte kadar [hattâ hîn] {yani, ecellerinizin sona ereceği âna/zama*na, kadar} faydalanın!" denilmişti. (Zâriyât/43)
    Şimdi sen onları bir vakte kadar [hattâ hîn] {yani, ecellerine kadar] gafletleri içinde bırak. (Mü'minûn/54)
    Fecrin doğuşuna kadar [hattâ] {yani, tan yerinin a-ğarmasına kadar [ilâ]. (Kadr/5)
    2. Hattâ, felemmâ [ne zaman ki /nihayet] manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Hattâ {yani, nihâyet/ne zaman ki} o rasûller ümitleri*ni kestiler {yani, kavimlerinin îmân etmelerinden ümitlerini keşlileri... (Yûsuf/110)
    Kendisini helak ettiğimiz bir karyeye haramdır: on*lar rücu edemezler. Hattâ {(yani, nihayet/ne zaman ki)} Ye'cûc ve Me'cûc açılıp... (Enbiyâ/95-96)
    Hattâ ({nihâyet/ne zaman ki)} emrimiz gelip de tan*dır kaynadığında... (Hûd/40)
    3. Hattâ kelimesi, olacak bir şey için belli bir vakit demek olup ikrar Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 1 [nihaî nokta ve kabul] ifade eder; şu âyette olduğu gibi:
    Allah'a ve Son Gün'e îmân etmeyenler... cizye verin*ceye kadar [hattâ] {yani, cizye vermeyi ikrar ve kabul
    edecekleri vakte kadar onlarla kıtal edin I savaşın}! (Tevbe/29)
    O bağî olanla Allah'ın emrine dönünceye kadar [hat*tâ] kıtal edin. (Hucurât/9)
    Fitne kalmayıncaya kadar [hattâ] (yani, şirk yok oluncaya I ortadan kalkıncaya kadar}. (Enfâl/39)
    Bunun bir benzeri de Bakara sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Ve öyle sarsıldılar ki, hattâ ({yani, nihayetine zaman kij) rasûl ve maiyyetindeki îmân edenler, 'Allah'ın yardımı ne vakit?" dediler. (Bakara/214) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  2. #72

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    132. El-Enfus


    el-Enfus, altı şekilde tefsir edilir:
    1. el-Enfus, kalbler manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Başka değil, zanna ve enfusun/nefslerin (yani, kalblerin} nevasına tâbi oluyorlar. (Necm/23)
    Bununla beraber, ben nefsimi {yani, kalbimi} tebrie etmiyorum. Doğrusu nefs, {bedene} daima kötülüğü emreder. (Yûsuf/53)
    Nefsinin {yani, kalbinin} ona ne vesvese verdiğini iyi biliyoruz. (Kaf/16)
    Rabbiniz, nefslerinizdekini {yani, kalblerinizdekini} en iyi bilendir. (İsrâ/25)
    Benzeri buyruklar çoktur.
    2. en-Nefs, insan I insanın kendisi manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Nefse nefs {yani, insana insan/cana can}... (Mâide/45)
    Kim bir nefsi {yani, insanı}, bir başka nefse {yani, in*sana} karşılık olmaksızın öldürürse... (Mâide/32)
    3. Enfusekum [nefsleriniz] kelimesi, dîninize men-sııb olanlar demektir; şu âyette olduğu gibi:
    Nefslerinizi {yani, birbirinizi: dîninize mensub olan*ları} katletmeyin! (Nisâ/29)
    4. Enfusekum; sizden I kendinizden, (kendi cinsiniz*den) manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Andolsun ki size, nefsinizden {yani, sizden I kendiniz*den, kendi cinsinizden} öyle bir Rasûl geldi ki... (Tev-be/128)
    5. el-Enfus, insan ruhu: ruhunun kabzedildiği sıra*daki hayatı manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    O zalimleri, ölüm dalgaları içerisinde boğulurken ve meleklerin de ellerim uzatarak, "Nefslerinizi {yani, ruhlarınızı i canlarınızı} çıkarın!" derken bir görsen. (En'âm/93)
    Burada ruhlarının kabzedileceği vakit, "Ruhlarını*zı/canlarınızı, çıkarın!" denileceği kasdedilmekte-dir.
    Allah ölümleri vaktinde nefsleri vefat ettirir (yani, ruhunu, kabzettiğinde insanın hayatını I canını alır}. (Zümer/42)
    6. Taqtulûne enfusekum [nefslerinizi katlediyorsu*nuz] ibaresi, birbirinizi öldürüyorsunuz demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Sonra, nefslerinizi katlediyorsunuz (yani, birbirinizi öldürüyorsunuz}. (Bakara/85)
    Nefslerinizi katledin {yani, birbirinizi öldürün}! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Bakara/54)
    7. Agtulû enfusekum [nefslerinizi katledin I öldü*rün] ibaresinin, okunduğunda anlaşılan manaya göre (yani, kişinin kendisini öldürmesi şeklinde) tefsir edil*mesidir; şu âyette olduğu gibi:
    Şayet onlara, "Nefslerinizi katledin {yani, kendinizi öldürün} veya yurtlarınızdan çıkın!" diye yazsaydık, pek azı müstesna bunu yapmazlardı. (Nisâ/66) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    133. Âl


    Al, üç şekilde tefsir edilir:
    1. Al, kavm manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Andolsun ki, Âl-i Fir'avn'a {yani, Fir'avn'a ve onun
    kavmi Kıptîlerej uyarıcılar gelmişti. (Kamer/41)
    Âl-i Fir'avn'ı {yani, Fir'avn'ı ve onun milletine [dîni*ne] mensub olan kavmi Kıptîlerij azabın en şiddetlisi*ne sokun! (Mü'min/46)
    Âl-i Fir'avn'dan {yani, Fir'avn'ın kavminden} mü'min bir adam dedi ki: ... (Mü'min/28)
    2. Âl, kişinin ehl-i beyti manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Âl-i Lût {yani, Lût ve o'nun iki kızı} müstesna. Onları seher vaktinde kurtardık. (Kamer/34)
    Ne zaman ki irsal edilenler Âl-i Lût'a {yani, ehl-i Lût'a} geldiler... (Hicr/61)
    Doğrusu biz mücrim bir kavme gönderildik. Ancak Âl-i Lût {yani, Lût ve o'nun ehli} müstesna, Biz onla*rın hepsini mutlaka kurtaracağız. (Hicr/58-59)
    Sonra, ehlinden istisnada bulunularak buyurulu-yor ki:
    Yalnız karısı müstesna {yani, onu kurtarmayacağız}; onun mutlaka geride kalanlardan olmasını takdir et*tik. (Hicr/60)
    3. Âl, kişinin ne kadar aşağı inilirse milsin zürriye-ti manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Gerçekten Allah Âdem'i, Nuh'u, Âl-i İbrahim'i {yani ismail'i, İshâk'ı, Ya'kûb ve esbatı} ve Âl-i Imrân'ı {ya*ni, Mûsâ ve Harun'u risalet için} seçip âlemin üzeri*ne {yani, kendi zamanlarındaki âlem üzerine I insan*lar üzerine} istifa etti; bir zürriyet olarak birbirinden. (Âl-i İmrân/33-34) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  3. #73

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    134. En-Necm


    en-Necm, üç şekilde tefsir edilir:
    1. en-Necm, keukeb /yıldız demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O delici bir necm'dir {yani, (parlak) ışıklı bir yıldızdır!, (Târık/3)
    Ve alâmetler (yarattı). Onlar necm {(yani, yıldızlar)} ile de yollarını bulurlar. (Nahl/16)
    Derken nücûm'a {yani, yıldızlara} bir bakış baktı. (Sâffât/88)
    2. en-Necm; Kur'ân'ın nücûmu/kısım kısım inen bölümleri mamasında kullanılır.
    Çünkü Kur'ân Nebiye (Allah'ın salâtı, selâmı, rah*met ve bereketi üzerine olsun) parça parça: bir âyet, iki âyet, bir sûre, iki sûre şeklinde inmiştir.
    Bu anlamdaki [yani, necm kelimesinin, "Kur'ân'ın parça parça inen kısımları" manasında kullanıldı*ğı] âyetler çoktur. Örnek olarak şu âyetleri zikre*debiliriz:
    indiği dem o necme {yani, Kur'ân'ın nücumlarına: parça parça inen her bir kısmına} andolsun. (Necm/1)
    Maksat, Cebrail'in (a.s) Kur'ân'ı Nebiye (s.a) kısım kısım: bir âyet, iki âyet yahut bir sûre, iki sûre ve daha fazlası ile indirmesidir.
    Hayır (öyle değil); o nücûmun {yani, Cebrail'in Nebi'-ye indirdiği Kur'ân'ın nücumlarının: parça parça inen kısımlarının} mevkilerine kasem ederim ki...
    (Vâkıa/75)
    Ebu'l-'Aliye şöyle demiştir:
    "Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğrenin. Çünkü Ne*bi (s.a) onu Cebrail'den beşer âyet, beşer âyet aldı."
    Vekî de İsmâîl b. Hâlid'ten şöyle dediğini naklet*mektedir:
    "Ebû Abdu'r-Rahmân es-Sülemî bize Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğretiyordu."
    3. en-Necm kelimesi, sapı I gövdesi olmayan bitki manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Necm {yani, sapı I gövdesi olmayan bitkiler} ve şecer {yani, sapı/gövdesi olan bitkiler/ağaçlar} (Allah'a) secde/inkıyad ederler. (Rahmân/6) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    135. En-Nüşûz


    en-Nüşûz, dört şekilde tefsir edilir:
    1. en-Nüşûz, kadının kocasına isyan I itaatsizlik et*mesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Nüşûzlarından korktuğunuz {yani, kocalarına is*yan j itaatsizlik ettiklerini bildiğiniz} kadınlara nasi*hat edin, (isyandan/itaatsizlikten vazgeçmezlerse) onları yataklarında yalnız bırakın, (yine vazgeçmez*lerse) onları dövün. Size itaat ettikleri takdirde artık aleyhlerine bir yol aramayın! Şüphe yok ki Allah çok yücedir, çok büyüktür. (NisâV34)
    2. en-Nüşûz kelimesi, kocanın eşlerinden birini di*ğerine Idiğerlerine tercih etmesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Şayet bir karı, kocasının nüşûzundan yahut yüz çevirmesinden korkarsa {yani, diğer kadınlarını kendi*sine tercih ettiğini bilirse}, sulh yolu (yani, mail ile sulh yaparak aralarını düzeltmelerinde kendileri için
    bir günah yoktur. (Nisâ/128)
    3. en-Nüşûz, ayağa kalkmak için doğrulmak mana*sında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Size, "Ünşuzû" (yani, doğrulun, oturduğunuz yerden kalkın} denildiğinde, fenşuzû {yani, hemen oturduğu*nuz yerden doğrulup kalkın}... (Mücâdele/11)
    4. en-Nüşûz, hayat vermek I canlandırmak manası*na kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Kemiklere bak: onları nasıl nüşûz ediyoruz {yani, on-lara nasıl hayat veriyoruz}. (Bakara/259) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  4. #74

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    136. El-Bâtıl


    el-Bâtıl, dört şekilde tefsir edilir:
    1. el-Bâtıl, kizb/tekzib [yalan, yalanlama] mana*sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    İşte mubtiller/bâtılcılar {yani, öldükten sonra dirilişi yalanlayanlar} burada hüsrana uğradı. (Mü'min/78)
    O zaman mubtiller/bâtılcılar {yani, yalanlayıcılar -ki onlar Allah'ın laneti üzerlerine olasıca Yahudiler-dir-} şüphe ederlerdi. (Ankebût/48)
    Ona, ne önünden, ne arkasından bâtıl yaklaşamaz {yani, Kur'ân, kendinden önceki Kitaplar tarafından yalanlanmadığı gibi; kendinden sonra onu yalanla*yacak bir Kitap da gelmeyecektir}. (Fussilet/42)
    2. el-İbtâl [bâtıl kılmak] kelimesi, ihbât [boşa çıkar*mak] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek ile ibtâl etmeyin {yani, onları boşa çıkarmayın}! (Bakara/264)
    Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin; amellerinizi ibtâl etmeyin (yani, amellerinizi boşa çıkarmayın)7 (Muhammed/33)
    3. el-Bâtıl kelimesi, şirk —ki onun sabit bir esası yoktur- manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu
    gibi:
    De ki: "Hak geldi, bâtıl gitti {yani, şirk: şeytanlara ibâ*det gitti}. Doğrusu bâtıl {yani, şirk} gidicidir." (İsrâ/81)
    Çünkü şirkin ne yeryüzünde bir aslı/kökü, ne de semada da bir feri/dalı vardır. İşte bundan dolayı o yok olmaya mahkûmdur.
    Bâtıla {yani şeytana ibâdet: şirke} îmân edip, Allah'a küfredenler... İşte onlar, haşirlerdir/zarar edenlerdir. (Aııkebût/52)
    Şimdi bâtıla îmân ediyorlar {yani, şeytana ibâdet edi*yorlar: şirki tasdik ediyorlar} da... (Nahl/72)
    4. el-Bâtıl kelimesi, zulm manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Aranızda mallarınızı bâtıl {yani, zulm} ile yemeyin ve onları hakimlere sarkıtmayın! (Bakara/188)
    Bunun bir benzeri de Nisa sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    137. Et-Teveffî


    et-Teveffî, üç şekilde tefsir edilir:
    1. et-Teveffî kelimesi, insan zihni [şuur ve idrak merkezi] -ki o, eşyayı akleden ve kendisi ile rüyanın gö*rüldüğü şeydir- manasında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    O ki, geceleyin sizi vefat ettirir (yani, geceleyin sizi uyutur. Bunun sonucunda, eşyayı akleden zihin ne*fislerden eksilir. Oraya ruhu ve hayatı bırakır. Böyle*likle o, kendisinde bulunan ruh ile sağa-sola döner*ken, kendisinden alınan zihin ile de rüya görür/. (En'âm/60)
    Allah, ölümleri vaktinde {nefisler kabzedildiği sıra*da) nefsleri vefat ettirir... (Zümer/42)
    Şöyle ki, insanın bir hayatı ve bir ruhu vardır. İn*san uyudumu, kendisiyle eşyayı aklettiği nefsi on*dan çıkıp ayrılır. Bu nefsin bedene doğru olan ışığı, tıpkı güneşin yere doğru olan ışığına benzer. O kendisinden çıkmış olan nefsi ile başka bir yerde imiş gibi rüya görür. Hayat ve rûh ise bedeninde kalmaya devam eder. Böylelikle sağa-sola döner ve nefes alır. Nefsin ona geri dönmesi de, göz açıp ka*pamadan daha hızlı olur. Allah, uyurken onun ca*nını almak istemişse, ondan çıkmış olan o nefsi alı-koyar ve ruhunu kabzeder. Böylelikle o kişi uyku*dayken ölür.
    2. et-Teveffî; Allah'ın, semaya kabzetmesi/alması manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    (îsâ dedi ki: "Rabbim!) Ne zaman ki beni vefat ettir*din (yani, beni semaya kabzettin I aldın}, üzerlerine gözetleyici Sen oldun." (Mâide/117)
    (Allah buyurdu ki: "Ey îsâ!) Muhakkak Ben seni vefat ettireceğim {yani, İsrâîloğulları arasından kabzede-ceğim Ialacağım} ve Bana (yani, semaya} yükseltece*ğim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Âl-i İmrân/55)
    Bu husus, Mukâtil'den değil, el-Hasen'den nakle*dilmiştir.
    3. et-Teveffî kelimesi, ruhların I canların kabzedil-mesi: ölüm manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Eğer onlara va'dettiğimizin bazısını sana göstersek
    de veya seni vefat ettirsek {yani, öldürürsek} de, on*lar Bize döndürüleceklerdir. (Mü'min/77)
    De ki: "Ölüm meleği sizi vefat ettirir" {yani, ruhları*nızı kabzeder /alır}. (Secde/11)
    Onlar ki, arınmış olarak melekler {yani, ölüm meleği} onları vefat ettirir {yani, onların ruhlarını kabze-der/ahr}... (NahV32)
    Onlar ki, nefslerine zulmedenler olarak melekler on*ları vefat ettirir {yani, ruhlarını kâfirler olarak kab*zeder/alır}... (Nahl/28) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  5. #75

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    138. El-Lâmu'l-Meksüre


    el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li], üç şekilde tefsir edilir:
    1. el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li], li-keyjiçin manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Senden önce kendilerine nezîr gelmemiş bir kavmi inzâr etmen için [li-tunzire gavmen] (yani, li-*** tun-zire qavmen: bir kavmi uyarman için)... (Secde/3)
    Ataları ihzar edilmemiş bir kavmi inzâr etmen için Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. [li-tunsire qavmen] (yani, li-*** tunzire gavmen: bir kavmi uyarm.an için}. (Yâ-Sîn/6, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Kasas/46)
    ...îmân edenlere (.....) karşılık vermek için [li-yecziye]
    (yani li-*** yecziye}. (Yûnus/4)
    2. el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li]; mastar anlamı veren en [me, ma] ile tefsir edilir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Allah sîzi gayba muttali kılacak değil [li-yutli'akum 'ale'l-ğaybi] (yani, en-yutli'akum 'ale'l-ğaybi: sizi ****ba muttali kılmayacak}. (Al-i İmrân/179)
    Allah onlara azâb edecek değil [ve mâ kâne'llâhu li-yu'azzibehum] (yani, mâ kâne'llâhu en-yu'azzibehum: onlara azâb etmeyecek}; sen içlerinde iken. (Enfâl/33)
    ...isterse onların mekri dağları yerinden oynatacak olsun [ve in-kâne mekruhum li-tezûle minhu'l-cibâli] (yani, en~te-zûle minhu: ondan dolayı yerinden oynasın!. (Ibrâhîm/46)
    3. el-Lâmu'l-meksûre [kesreli lâm: li]; ...masınlar, ...meşinler [yapmasınlar, etmesinler, etmemeleri gere*kir] şeklinde tefsir edilir; şu âyette olduğu gibi:
    ...kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek için [li-yek-furû bi-mâ âteynâhum Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (yani, li-ellâ yekfurû: nankörlük etmesinler, nankörlük etmemeleri gerekir}. (Nahl/55)
    Bunun bir benzeri de Ankebût Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Rûm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûrele*rinde bulunmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    139. El-Hâtıin


    el-Hâtıîn, üç şekilde tefsir edilir:
    1. Hâtûn kelimesiyle, şekk Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. [şüphe] olmak sızın/şekkten gayri zenbIgünah işleyenler ka s de di İmiş-tir; şu âyetlerde olduğu gibi: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Dediler ki: "Tallahi, Allah seni bize üstün kılmıştır/ter*cih etmiştir. Doğrusu biz hatakârlar [hâtûn] ((yani, günahkârlar I zenb işleyenler)} olmuştuk." (Yûsuf/91)
    Dediler ki: "Ey babamız! Günahlarımız için istiğfar et! Biz gerçekten hatakârlar [hâtûn] (yani, şekk olmakzı-sın günahkârlar I zenb işleyenler} olduk." (Yûsuf/97)
    2. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Hâtûn ile, şirk içinde günah işleyenler kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Onu hatakârlar (yani, şirk içinde günah işleyenler} dışında kimse yemez. (Hâkka/37)
    Muhakkak Fir'avn, Hâmân ve o ikisinin orduları ha*takârlar (yani, şirk halinde günah işleyenler) idi. (Ka-sas/8)
    3. Hata ile, kasdı olmayan hata kas de dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Unutur yahut hata edersek (yani, kasıt olmaksızın bir günah işlersek} bizi muahaze etme! (Bakara/286)
    Bir mü'min için olamaz/olacak şey değildir [mâ kâne] (yani, lâ yenbağî=yakışmaz i uygun düşmez}] öldürmek bir mü'mini; hata ile olması müstesna {yani, bir mü'min bir mü'mini kasden Öldüremezj! (Nisâ/92) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  6. #76

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    140. Mesvâ


    Mesvâ, üç şekilde tefsir edilir:
    1. Mesvâ, me'vâ [sığınak, barınak] manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Allah dönüp dolaştığınız yeri ve mesvânızı (yani, me'vânızı: sığındığınız, barındığınız yeri} bilir. (Mu-hammed/19)
    Onların {yani, kâfirlerin} mesvâları (yani, me'uâları: barınakları} ise o ateştir. (Muhammed/12)
    Mütekebbirlerin mesvâ'sı (yani, me'vâsı: barınağı} ne kötüdür! (Zümer/72)
    Artık sabredebilirlerse, ateş onlar için bir mesvâdır (yani, me'vâdır: barınakır}. (Fussilet/24)
    2. Mesvâ, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. menzil [mevki ve konum] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Onun mesvâsını yüksek/şerefli tut {yani, o'nun mev*kiini I konumunu güzel tut}! (Yûsui721)
    Doğrusu o benim efendimdir. Bana güzel bir mesvâ (ya*ni, güzel bir mevki, iyi bir konum} vermiştir. (Yûsuf/23)
    3. es-Sevâ, bir mekânda Iyerde ikâmet etmek mana*sında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Sen (yani, ey Muhammedi ehl-i Medyen içinde sevâ [sâviyen] etmedin {yani, Medyen de ikâmet eden biri*si değildin ki onların hallerini bilesin de Mekkelilere durumlarını bildiresin. (Kasas/45) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    141. El-Kelâm


    el-Kelâm, beş şekilde tefsir edilir:
    1. el-Kelâm; Allah'ın, kullarıyla vahy dışındaki ko*nuşması! söz söylemesi manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Ve Allah'ın Musa ya kelâm etmesi/söz söylemesi (ya*ni, vahy dışındaki konuşması) gibi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. " (Nisâ/164)
    Halbuki onlardan (yani, İsrâîloğulları'ndanj bir fırka lyani, Mftsaran seçtiği yetmiş kişi! vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirler, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sonra, onu anlamalarının ardın*dan bile bile onu tahrif ederlerdi, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Bakara/75)
    2. Kelâmullâh [Allah'ın kelâmı], vahy: Kur'ân ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, ona eman ver; ki kelâmullâhı/Allah'ın kelâmını lyani, ey Muhammed, Allah'ın sana vahyettiği Kur'ân'ıj dinle*sin. (Tevbe/6)
    Kelâmullâhı/Allah'm kelâmım (yani, Allah'ın, Nebi*si'ne söylediği, De ki: "Asla peşimizden gelmeyeceksi*niz" sözünü} tebdil etmeyi irade ederler. (Feth/15)
    3. Kelimâtullâh [Allah'ın kelimeleri] ibaresi, Al*lah'ın ilmi ve acâiblikleri I hayret verici işleri manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    De ki: "Rabbimin kelimeleri {yani, Rabbimin ilmi ve hayret verici işleri} için denizler mürekkep olsaydı, Rabbimin kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işleri} tükenmeden önce denizler tükenirdi." (Kehf/109)
    Eğer yerdeki ağaçlar hep kalem, denizler de mürek-keb olsa, ardından yedi deniz daha ilave edilse, yine de Allah'ın kelimeleri {yani, ilmi ve hayret verici işle*ri} tükenmezdi. (Lokmân/27)
    4. Kelâm ile, ölüm esnasında yaratılmışların söyle*dikleri, fakat Âdemoğulları'nın duymadıkları sözler kasdedümiştir: Mü'minûn süresindeki şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Onların her birine ölüm geldiğinde, "Rabbim beni döndür!" der. Ölüm gelip çatınca kâfir, iyiliklerinin az, kötülüklerinin çok olduğunu görür ve dünya*dan çıkmadan önce ölüm meleğine bakar; geri dön-dürülmeyi ve yalanladığı şeyleri tasdik etmeyi te*menni eder:
    Nihayet onların {yani, kâfirlerini birine ölüm geldiğin*de, "Rabbim! Beni döndür de bıraktiğımda/terketti-ğimde sâlih amel işleyeyim" der. (Mü'minün/99-100)
    Sonra Yüce Allah yeni bir hitabla, onun dediğini reddetmek üzere buyurmaktadır ki:
    Hayır, hayır! Doğrusu o, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. (Mü'minûn/100)
    Ancak onun bu sözlerini Âdemoğullari duymaz. Tıpkı, boğulacağı vakit, Ölüm meleğinin indiğini gördüğünde Fir'avn'm, Ben îmân ettim. Hakikaten Isrâîloğulları'nın îmân ettikleri dışında ilah yok ve ben teslim olanlardanım (Yûnus/90) demesinde ol*duğu gibi. Ölüm meleğinin geldiği boğulma esna*sındaki imanının ona bir faydası olmadı. Şayet bo*ğulmaya başlamadan önce îmân etmiş olsaydı, îmânının kendisine faydası olacaktı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
    Ehl-i Kitap'tan hiç kimse yoktur ki, ölümünden {ya*ni, onlardan hiç biri ölmeden) evvel o'na {yani, isa'ya} îmân etmeyecek olsun. (Nisâ/159)
    Ehl-i Kitap'tan hiç kimse, isa'ya îmân etmedikçe ölmez; fakat ölüm meleğini gördükten ve ölüm on*lara geldikten sonra bu îmânlarının bir faydası ol*maz. Çünkü dünyadakilerin telaffuz ettikleri gibi îmânı telaffuz etmeye güçleri yetmez. İşte şu buy*ruk bunu anlatmaktadır:
    Yoksa, kötülükleri yapıp yapıp (yani, şirk koşup} da nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında (yani, birisi Ölüm haline düşüp iyiliklerini ve kötülüklerini görmeye başladığında}, "Ben -{yaratılmışların onun sözünü işitemeyecekleri bir zamanda}- şimdi tevbe ettim" diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur {yani ölüm sırasında tevbe etmeyecek hiçbir kâfir yok*tur, fakat bu tevbenin ona bir faydası olmaz. Kâfir olarak ölenlerin de günahı bağışlanmaz}. İşte onlar için acıklı bir azâb hazırladık. (Nisâ/18)
    5. Kelâm lafzı ile, dünyada azabı gördükleri sırada kâfirlerin imân ettiklerine dair söyledikleri sözler ve agçmişte azaba uğratılmış ümmetlerin sözleri kasdedil-nıiştir; şu âyette olduğu gibi:
    Be'simizi {yani, dünyada azabımızı} gördüklerinde, "Al*lah'a îmân ettik; O'nun birliğine" dediler. (Mü'min/84)
    Allah ise (onların bu îmânları ile ilgili olarak) şöyle buyurmaktadır:
    Ama (başlarına azabın inmesi esnasındaki} îmânları*nın onlara bir faydası olmadı; (tıpkı, boğulurken îmân etmesinin Fir'avn'a bir faydasının olmadığı gibi}. (Mü'min/85)
    Be'simizi hissettiklerinde hemen oradan kaçışıyor*lardı. (Enbiyâ/12)
    Onlar, "Veyl bize! Biz gerçekten zâlimlerdik" dediler. (Enbiyâ/14)
    Böylelikle kendilerine zulmettiklerini ve rasûllerin getirdiklerine îmân ettiklerim ikrar ettiler, dünya*ya geri döndürülmeyi ve güzel amel işlemek için kendilerine süre tanınmasını istediler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Elim azabı görünceye kadar ona îmân etmezler. Onlara ansızın gelecek ve onlar şuurunda olmayacaklar. "Aca*ba bize mühlet verilir mi?" diyecekler. (Şu'arâ/201-203)
    Vuku bulduğu zaman mı ona îmân edeceksiniz? Şim*di mi {iman ediyorsunuz}? Hani siz onun çabucak gelmesini isteyip duruyordunuz ya! (Yûnus/51) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  7. #77

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    142. İllâ


    İllâ, dört şekilde tefsir edilir:
    7/Zd'nm bir türü istisnadır; diğer bir türü ise istis*naya benzemekle birlikte yeni bir söz başlangıcıdır,
    1. İllâ, istisna manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O gün dostlar birbirlerine düşman olacaktır. (Zuh-ruf/67) ;
    Sonra dostlar'dan istisna yapılarak buyuruluyor ki:
    Muttakiler istisnâ/müstesnâ {yani, muttakiler birbir*lerine düşman olmayacaklar}. (Zuhruf767)
    Onlar ki, Allah ile birlikte diğer bir ilaha çağırmaz*lar; Allah'ın haram kıldığı nefsi —hakk ile olması dı*şında— öldürmezler ve zİnâ etmezler. Kim bunları iş*lerse ceza ile karşılaşır. (Furkân/68)
    Daha sonra istisnada bulunularak şöyle buyurul-maktadır:
    Tevbe eden, îmân eden ve sâlih amel işleyenler istis*nâ/müstesnâ {böyle bir kimse, ne günah [ceza] ile kar*şılaşır, ne de ateşte kalır}. (Furkân/70)
    Benzeri âyetler çoktur.
    2. illâ, istisnaya, benzemekle birlikte istisna olma*yıp yeni bir kelam I ifade başlangıcına işaret eder; şu âyetlerde olduğu gibi:
    De ki {ey Nebij: "Ben kendim için ne bir faydaya mâli*kim, ne de bir zarara" {bunu asla yapamam!. (A'râfi'l88)
    Burada ifade tamam olmakta, sonra yeni bir cüm*leye başlanarak buyuruhnaktadır ki:
    "Allah'ın dilediği müstesna" {muhakkak o [Allah'ın dilediği], gelip beni bulur}. (A'râf/188)
    De ki: "Ben kendim için ne bir zarara mâlikim, ne de bir faydaya" {Bunu asla yapamam}. (Yûnus/49)
    İfade burada tamamlanmakta olup sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmaktadır ki:
    "Allah'ın dilediği müstesna {işte o [Allah'ın dilediği], muhakkak gelip beni bulur}. Her ümmetin {azaba dair} bir eceli vardır." (Yûnus/49)
    {İbrahim dedi ki}: "Ben, O'na şirk koştuklarınızdan korkmam." (En'âm/80)
    Daha sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulu*yor ki:
    "Rabbimin dilediği müstesna" {Rabbimin dilediği ge*lip beni bulur}, (En'âm/80)
    Ona {yani, millet-i şirke} dönmemiz bizim için olacak şey değildir. (A'râf/89)
    Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyuruluyor ki:
    Rabbimiz Allah'ın dilemesi müstesna {o takdirde bizi ona dâhil eder I döndürür}. (A'râf/89)
    Onlar orada {asla} ölümü tatmazlar. (Duhân/56) Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyuruîuyor ki: {Dünyada tattıkları} ilk ölüm müstesna. (Duhân/56) Onun yanında hiçbir kimsenin karşihğı ödenmesi gereken bir nimeti yoktur (yani, Ebû Bekr'in yanın*da/üzerinde, Bilal'e karşılığını vermesi gereken Bilal'in bir nimeti yok ki, Ebû Bekr onu, o nimete karşılık olarak azad etmiş olsun. (Aksine Ebû Bekr, Bilal'i, Allah'ın rı*zasını kazanmak için azad etmiştir)!. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Leyl/19)
    Daha sonra yeni bir cümleye başlanarak Duyurul*maktadır ki:
    Ancak [illâ] Yüce Rabbinin vechini/nzasım aramak için. (Leyl/2,0) Sen sadece hatırlatıcısm. Üzerlerine musallat kılın*mış bir zorba değilsin. (Gâşiye/21-22)
    İfade burada tamamlanmakta olup sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmaktadır ki:
    Ancak [İllâ] kim yüz çevirip küfr ederse, Allah onu en büyük azâb ile azâblandırır. (Ğâşiye/23-24)
    Andolsun biz insanı ahsen-i takvimde halkettik. Son*ra onu aşağıların aşağısına döndürdük. (Tîn/4-5)
    İfade burada tamamlandıktan sonra yeni bir cüm*leye başlanarak buyurulmaktadır ki:
    îmân edip sâlih ameller işleyenler müstesna [illâ]; onlar için sonu gelmeyen bir ecir vardır. (Tîn/6)
    O gaybı {yani, azabın ne zaman geleceğine dair ***-bıj bilendir. Fakat gaybını (yani, azabın vaktini} hiç*bir kimseye izhar etmez. (Cinn/26)
    Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmakta*dır ki:
    Razı olduğu bir rasûl müstesna [illâ]. Elbette ki onun [rasûlün] önünden ve ardından gözetleyiciler dizer. (Cinn/27)
    Sizi yanımıza yaklaştıracak olan mallarınız ve evlat*larınız değildir. (Sebe'/37)
    Sonra yeni bir cümleye başlanarak buyurulmakta-dır ki:
    îmân edip sâlih ameller işleyenler müstesna [illâ], (işte bu, onları Allah'a yakınlaştırırj. İşte onların amellerine karşılık mükâfaatları kat kat olacaktır. (Sebe'/37)
    3. illâ, herhangi bir şeye dair haber vermek anla*mında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Hiçbir şey yoktur ki, (Hicr/21) Sonra, ona dair şu haber verilmektedir:
    Hazineleri yanımızda olmasın; [illâ].
    Biz onları indirmeyiz ki, (Hicr/21) Sonra, ona dair şu haber verilmektedir:
    Belli bir ölçüyle olmasın [illâ]. (Hicr/21)
    Siz (başka) değilsiniz, (İbrâhîm/10)
    Sonra, onların durumuna dair haber vererek bu*yurmaktadır ki:
    Ancak [illâ] bizim gibi bir beşersiniz. (Ibrâhîm/10)
    Rasûlleri onlara dedi ki: "Biz (başka) değiliz," (İbrâ-hîm/11)
    Sonra, durumlarını haber vererek dediler ki:
    "Ancak [illâ] sizin gibi bir beşeriz." (İbrâhîm/11)
    Siz (başka) değilsiniz, (Yâ-Sîn/47) Sonra haber vererek buyurmaktadır ki:
    Ancak [illâ] apaçık bir dalâlet içindesiniz. (Yâ-Sîn/47) Benzeri buyruklar çoktur.
    4. İllâ, gayr / başka manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Eğer o ikisinde Allah'ın gayrı/Allah'tan başka [illâ] ilahlar olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Arşm rabbi Al*lah onların nitelemelerinden münezzehtir. (Enbiyâ/22)
    Eğer hak nevalarına uysaydı, gökler, yer ve içlerin-dekiler fesada uğrardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Mü'minûn/71)
    Lâ ilahe illallah sözü de, bihi ğayrullâh [Allah'tan başka/Allah dışında ilah yoktur] demektir. Aynı şe*kilde Kur'ân'da geçen bütün lâ ilahe illallah ibareleri, lâ ilahe gayrullah [Allah'tan başka/Allah dı*şında ilah yoktur] anlamındadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    143. Vâzire


    Vâzire, üç şekilde tefsir edilir:
    1. Vâzire kelimesi, taşıyıcı jyüklenici anlamına ge*lir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Hiçbir vâzire {yani, taşıyıcı i yüklenici} diğerinin viz-rîni (yani, diğer bir kişinin zenbini jgünahını} yük*lenmez/taşımaz. (Zünıer/7)
    Bunun bir benzeri de Necin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Fâtır Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûrele*rinde yer almaktadır.
    Dikkat edin, vizrleri {yani, yüklendikleri I taşıdıkları yük} ne kötüdür! (En'âm/31)
    Benzeri bir âyet de Nahl sûresinde yer almakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    2. Vâzir, 'avn Iyardım(cı) manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Derken onu kuvvetlendirmiş [fe-âzerehu] {yani, ona yardım etmiş I yardımcı olmuş}. (Feth/29)
    Bana ehlimden bir vezir {yani, yardımcı} yap/tayin et! (Tâ-Hâ/29)
    Onunla sırtımı pekiştir/kuvvetlendir {üşdüd bihî ez-rî; yani, üşdüd bihî 'avnî: o'nun yardımıyla gücümü artır}. (Tâ-Hâ/31)
    3. Vizr, ismi günah manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Kıyamet Günü kendilerinin evzârım/vizrlerini (yani, ismlerini!günahlarını} tamamen yüklendikten baş*ka, bir ilme dayanmaksızın idlâl ettikleri kimselerin evzârının/vizrlerinin {yani, ismterinin fgünahlarınım
    bir kısmını da yükleneceklerdir. (Nahl/25) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  8. #78

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    144. Mu'cizîn


    Mu'cizîn, iki şekilde tefsir edilir:
    1. Mu'cizîn, sâbiqîn [ileri gidenler, öne geçenler, kur*tulanlar] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Siz mu'cizîn [aciz bırakacaklar] değilsiniz (yani, ha*bis amellerinizle Allah'tan kurtularak ceza görmek*ten kaçamazsınız}. (Şûrâ/31)
    Doğrusu onlar âciz bırakamazlar [lâ yu'cizûn] (yani, kaçarak Allah'tan kurtulamazlar}. (Enfâl/59)
    Bilin ki siz asla Allah'ı aciz bırakacak [mu'ciz] değil*siniz (yani, amellerinizle Allah'ın önüne geçemezsiniz (O'ndan kurtulamazsınız)}. (Tevbe/2)
    Yerde ve gökte mu'cizîn [âciz bırakacaklar] değilsiniz (yani, habis amellerinizle Allah'ı geride bırakarak kaçıp O'ndan kurtulamazsınız}. (Ankebût/22)
    2. Mu'cizîn, musbitîn [mani olanlar, geri bırakanlan alıkoyanlar, engelleyenler] manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Ayetlerimiz hakkında mu'accizlik için [mu'âcizîn] ça*balayanlar (yani, Kur'ân âyetleri hakkında insanları îmân etmekten alıkoymak için çalışanlar} var ya, işte onlar azgın alevli ateşin arkadaşlarıdırlar. (Hacc/51)
    Ayetlerimiz hakkında mu'accizlik için çabalayanlar [mu'âcizîn] (yani Kur'ân âyetleri hakkında insanları îmân etmekten alıkoymak için çalışanlar} var ya, işte onlar için ricsten [pislikten] acı bir azâb vardır. (Se-be'/5)
    Bunun bir benzeri yine aynı sûrede yer almaktadm. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    145. Ed-Du'â'


    Du'â', altı şekilde tefsir edilir:
    1. Dua', qavllsöz manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
    Be'simiz (yani, azabımız} onlara geldiğinde, onların du'âlan (yani, sözleri}, "Biz gerçekten zalimler idik" demelerinden başka bir şey olmadı. (A'râf/5)
    Artık bütün du'âlan (yani, sözleri} işte bu oldu. (En*biyâ/15)
    Bununla da, Veyl bize, biz gerçekten zalimler idik (Enbiyâ/14) şeklindeki sözlerine işaret edilmektedir. İşte onlar hep bu şekilde, Veyl bize [yazıklar ol*sun bize], biz gerçekten zalimler idik deyip durdu*lar.
    Nihayet onları biçilmiş bir ekin (yahut alevi sönmüş bir kül) haline getirdik. (Enbiyâ/15)
    Onların {canları yemeli istediğinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. oradaki (yani, cennetteki} du'âları (yani, sözleri/, "Allahım! Seni ten*zih ederiz"dir. (Yûnus/10)
    2. Du'â', ibadet manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    De ki: "Allah'ı bırakıp bize fayda ve zarar veremeye*cek şeylere mi du'â {yani, ibâdet} edelim?" (En'âm/71)
    Allah'ı bırakıp sana faydası ve zararı olmayan şeyle*re du'â {yani, ibâdet} etme! (Yûnus/106)
    O halde Allah ile birlikte diğer bir ilaha â\ı'âj(yani, ibâdet)} etme! (Şu'arâ/213)
    Siz ancak Allah'ı bırakıp evsana [putlara] ibâdet Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ediyorsunuz. (Ankebût/17)
    Allah ile birlikte diğer bir ilaha du'â (yani, O'nunla birlikte başka bir ilaha ibâdet} etme! (Kasas/88)
    Onlar ki, Allah ile birlikte diğer bir ilaha du'â {yani, ibâdet} etmezler. (Furkân/68)
    De ki: "Eğer du'ânız {yani, ibâdetiniz) olmasaydı, Rab-bimin yanında ne kıymetiniz olurdu." (Furkân/77)
    3. Du'â' kelimesi, nida [seslenmek, yüksek sesle ça*ğırmak, davet etmek] manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
    Nihayet o da Rabbine, "Ben gerçekten mağlub ol*dum. Hemen nusretini ver/bana yardım et!" diye du'â etti {yani, nida etti I seslendi}. (Kamer/10)
    Münâdinin bilinmedik bir şeye du'â edeceği {yani, ni*da edeceği I yüksek sesle çağıracağı / davet edeceği} o gün... (Kamer/6)
    Size du'â edeceği {yani, size nida edeceği jseslenip sizi çağıracağı -ki çağıracak olan israfil'dir-l! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. gün, O'nun hamdine icabet edeceksiniz. (İsrâ/52)
    Du'âyı {yani, nidayı} çağrıyı I daveti} sağırlara işitti-remezsin. (Rûm/52)
    Onlara du'â etseniz du'ânızı {yani, onlara nida etse*niz I yüksek sesle seslenseniz jçağırsanız, nidanı*zı /seslenmenizi!çağırmanızı] işitmezler. (Fâtır/14)
    4. ed-Duâ', istiğâse /yardıma çağırmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Allah'tan başka şâhidlerinize du'â edin {yani, şâhid-lerinizi yardıma çağırın}. (Bakara/23)
    Allah'tan başka gücünüzün yettiklerine du'â edin {yani, onları yardıma çağırın}. (Yûnus/38)
    Benzeri bir âyet de Hûd sûresinde bulunmakta*dır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    O da Rabbine du'â etsin (yani, Rabbini yardıma ça*ğırsın). (Mü'min/26)
    5. ed-Du'â', suâl: istifham I sormak manasında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    (Ey Mûsâj! Bizim için Rabbine du'â et de (yani, sor da} onun mahiyetini bize bildirsin. (Bakara/68)
    (Ey Mûsâl! Bizim için Rabbine du'â et de (yani, sor da} onun rengini bize bildirsin. (Bakara/69)
    O gün, "Zu'm ettiğiniz şeriklerime du'â edin (yani, so*run} bakalım" diyecek. Onlar da onlara du'â edecek*ler {yani, ilah olup olmadıklarını soracaklar}. Fakat onlara, (ilah olduklarını söyleyerek} icabet etmeye*ceklerdir. (Kehf/52)
    6. Du'â kelimesi, istemek, istekte italebte bulunmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Ey Mûsâ! Bizim için du'â et {yani, bizim için iste/is*tekte bulun} Rabbine; şayet bu riczi [azabı] bizden kaldırırsan... (A'râf/134)
    "Ey sihirbaz, bizim için Rabbine du'â et" {yani, Rab-binden iste/istekte bulun} dediler. (Zuhruf/49)
    Bana du'â edin (yani, Benden isteyin}, size icabet ede*yim {yani, size vereyim}. (Mü'min/60)
    Ateştekiler, cehennemin bekçilerine "Rabbinize du'â edin (yani, Rabbinizden isteyin} de, bir gün olsun biz*den azabı hafifletsin" (yani, Rabbinizden, bir gün ol*sun azabı üzerimizden hafifletmesini isteyin} diyecek*ler. (Mü'min/49) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  9. #79

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    146. U'budû


    U'budû ve 'ibâdet üç şekilde tefsir edilir:
    1. U'budû [ibâdet edin], tevhid edin / birleyin anla*mına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Allah'a ibâdet edin [a'budû] {(yani, Allah'ı birleyin)};' sizin için O'nun gayrı bir ilah yoktur. (A'râf/59)
    Salih de kavmine aynı şeyleri söylemiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Allah'a ibâdet edin [a'bûdû] (yani, Allah'ı tevhid edin-/birleyin}, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın! (Nisâ/36)
    Allah'a ibâdet edin [a'budû] (yani, O'nu tevhid edin-jbirleyin}, O'na ittika edin! (Nûh/3)
    2. Ya'budûne [ibâdet ederler] ibaresi, itaat ederler manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O gün onların hepsini haşredecek/bir araya getire*cek, sonra da meleklere diyecek ki: "Bunlar size mi ibâdet (yani, şirk hususunda size mi itaat} ediyorlar*dı." Diyecekler ki: "Seni tenzih ederiz, onlara karşı bizim velîmiz Sensin. Aksine onlar cinlere ibâdet (ya*ni, bizlere ibâdet etmekle şeytanlara itaat} ediyorlardı." (Sebe'/40-41)
    Biz Sana teberri ediyoruz. Onlar bize ibâdet (yani, şirk hususunda bize itaati etmiyorlardı. (Kasas/63)
    Size ahd vermedim ini: "Ey Ad em oğulları! Şeytana ibâdet {yani, şirk hususunda itaat! etmeyin!" diye?! (Yâ-Sîn/60)
    3. el-'Ibâd, mülk altındakiler [kullar, köleler] ma*nasına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    (Tarafımdan tebliğ edip) de ki: "Ey nefisleri aleyhine haddi aşan 'ıbâdım" {yani, mülkiyetim, altındakiler [kölelerim I kullarım]}... (Zümer/53)
    O'na 'ıbâdmdan {yani, mülkiyeti altındakilerden [kö*lelerinden I kullarından]} bir cüz yaptılar. (Zuhruf/15)
    'Ibâdınızdan {yani, tnülkiyetiniz altındakilerden [kö*lelerinizden]} de sâlihleri... (Nûr/32) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    147. Es-Sırât


    [ es-Sırât, iki şekilde tefsir edilir:
    1. es-Sırât, tarîq [yol] manasına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Öyle tehdit ederek her sıratın {yani, her tarîqm Iy<M lunj başına oturup da... (A'râf/86)
    Onları cahîmin sıratına {yani, tarîgına /yoluna} hidâ*yet edin! (Sâffât/23)
    2. esSırât ile, dîn kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Bizi dosdoğru sırata {(yani, dîne)} hidâyet et! (Fâti-ha/6)
    Şüphesiz ki bu Benim dosdoğru sırâtımdır {yani, di-nimdirj, (En'âm/153)
    Bu, Rabbinin dosdoğru sıratıdır {yani, dînidir}. (En'-âm/126) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  10. #80

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    149. El-Cihâd


    el-Cihâd, üç şekilde tefsir edilir:
    1. el-Cihâd, söz ile cihâd manasında kullanılır; şu
    âyetlerde olduğu gibi:
    Bununla {yani, Kur'ân'laj onlara karşı cihâd et; bü*yük cihâd! (Furkân/52)
    Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı {söz ile} cin hâd et! (Tevbe/73)
    Bunun bir benzeri de Tahrîm sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    2. el-Cihâd, silah ile savaşmak manasında kullanı*lır; şu âyette olduğu gibi:
    Mü'minlerden mazeret sahibi olmaksızın oturanlar*la, Allah yolunda cihâd edenler {yani, silahla sava*şanlar} bir olmaz. Allah cihâd edenleri {yani, Allah yolunda, silahla savaşanları} oturanlardan pek bü*yük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisâ/95)
    3. Cihâd, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'amel manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Kim cihâd ederse {yani, hayırlı 'amel işlerse}, ancak nefsi için cihâd eder {yani, sadece kendisi için 'amel eder, faydası onadır}. (Ankebût/6)
    Bizim uğrumuzda cihâd edenleri {yani, Bizim için
    'amel işleyenleri}... (Ankebût/69)
    Allah uğrunda hak cihâdıyla cihâd edin {yani, Alla*h'a hak 'ameliyle 'amel edin/! (Hacc/78) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    150. El-Mustaz'afûn


    el-Mustaz'afûn, üç şekilde tefsir edilir
    1. el-Mustaz'afûn [mustaz''aflar], kahredilmişler [zayıf düşürülmüş olanlar] demektir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Biz arzda {yani, Mekke'de} mustaz'aflar {yani, kahre*dilmişler, zayıf düşürülmüşler} idik. (Nisâ/97)
    Size ne oluyor ki Allah yolunda ve mustaz'af {yani, kahredilmiş, zayıf düşürülmüş} erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Nisâ/75)
    Doğrusu Fir'avn arzda [Mısır'da] tagallübe kalkıştı ve onun ehlini fırka fırka edip onlardan bir taifeyi {yani, İsrâîloğulları'nı} mustaz'af yaptı {yani, (kah*retti I zayıf düşürdü) köleleştirdi}. (Kasas/4)
    Biz ise irade ediyorduk ki: o arzda mustaz'aflara {ya*ni, Mekke arzında Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. zayıf düşürülmüş kimselere} iyilikte bulunalım... (Kasas/5)
    2. el-Mustaz'afin [mustaz'aflar] kelimesi, küfürde Önderlere I küfürde önderlik edenlere tâbi olan zayıflar demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Mustaz'aflar {yani, (küfürde önderlik edenlere) tâbi olanlar) müstekbirlere ({yani, küfürde tâbi oldukları önderlere)}, "Şayet siz olmasaydınız biz mü'minler olurduk" derler. Müstekbirler {yani, mustaz'afların kendilerine tâbi oldukları (küfürde) önderler} mus-taz'aflara {yani, kendilerine tâbi olanlara} derler ki: "Size gelmesinin ardından sizi hidâyetten biz mi alı*koyduk?! Hayır siz zaten mücrimler idiniz." Mustaz'afîar {yani, (küfür önderlerine) tâbi olanlar} müs-tekbirlere (yani, (kendilerine tâbi oldukları) önderle-rej derler ki... (SebeV31-33)
    3. el-Mustaz'afîn [mustaz'aflar] ibaresi, kuvveti ol*mayan acizler manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
    Erkeklerden, kadın ve çocuklardan mustaz'aflar (ya*ni, kuvveti olmayan acizler) müstesna... (Nisâ/98)
    Zu'afaya' [zayıflara] (yani, kuvveti olmayan acizlere), hastalara ve sarfedecek/harcayacak bir şey bulama*yanlara (savaştan geri kalmakta) bir sorumluluk yoktur. (Tevbe/91) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Sayfa 8/10 İlkİlk 12345678910 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •