Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon
21 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Fatiha Suresi Hakkında Herşey

  1. #11

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    6- İmam'ın "Amin" Demesi:


    İmam âmin'i söyler mi ve açıktan söyler mi konusunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. Şafiî ve Medinelilerin rivayetine göre, Mâli£ bu görüştedir. Kufeliler ve kimi Medineliler de: İmam âmin'i açıktan söylemez, demişlerdir. Taberî'nin görüşü de budur. Bizim ilim adamlarımızdan İbn Habib'in de görüşü budur. İbn Bukeyr de: İmam muhayyerdir, demiştir. İb-nu'1-Kasım'ım İmam Mâlik'ten rivayetine göre: İmam âmin demez. Onun ar*kasındakiler yani ona uyanlar âmin, der demektedir. Bu İbnu'l-Kasım'ın ve İmam Mâlik'in mezhebine mensup Mısırlıların görüşüdür. Bunların delilleri ise Ebu Musa el-Eş'ari'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: Rasûlullah (s.a) bize hut*be irad etti. Bize sünnetlerimizi açıkladı, nasıl namaz kılacağımızı öğretti ve şöyle dedi: "Namaz kıldığınız vakit saflarınızı doğru tutunuz. Daha sonra siz*den herhangi bir kimse imam olsun. İmam: Allahu ekber dediği vakit siz de tekbir getiriniz. "Gazaba uğramış olanların ve sapıtanlarınkine değil" dediğin*de siz de "âmin" deyiniz. Allah sizin duanızı kabul buyurur." dedikten son*ra hadisin geri kalan kısmını da zikretti. Bunu Müslim rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Sumeyy'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis de bunun gibidir. Bunu da İmam Mâlik rivayet etmiştir.
    Sahih olan ise birincisidir, (yani imam "âmîn"i açıktan söyler) Vail b. Hu-cr'un rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: Çünkü Rasûlullah (s.a) "ve leddâllîn"i okuduğunda: Âmin der ve sesini yükseltirdi. Bunu Ebu Davud Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Darakutni rivayet etmiştir. Darakutni şunu da eklemiştir: Ebu Bekr der ki: Bu, Küfe halkının yalnız başlarına rivayet ettikleri bir sünnettir. Bu hadis ve bundan sonraki hadis sahihtir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. "Buharı de: İmamın âmin lafzını açıktan söy*lemesi" diye bir başlık açmıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Ata der ki: "Âmin" bir duadır. İbn ez-Zübeyr ve onun arkasından namaz kılanlar öyle bir âmin dediler ki mescidde bir ses kalabalığı işitildi. Tirmizî der ki: Peygamber (s.a)'ın ashabından ve onlardan sonrakilerden ilim ehlin*den birçok kişi bu görüştedir. Bunlar kişinin âmini yüksek sesle söyleyeceğini ve gizlemeyeceğini kabul ederler. Şafiî, Ahmed ve İshak da bu görüştedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Muvatta'da ve Buharı ile Müslim'de İbn Şihab'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (s.a) "âmin" derdi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    İbn Mâce'nin Sünen'inde Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmek*tedir: İnsanlar "âmin" demeyi terketti. Rasûlullah (s.a) ise "Gazaba uğramış olanların ve sapıtanlarınkine değil" dediğinde "âmin" derdi. Onun âmin deyişini birinci saftakiler işitir ve bu ses ile mescid dolardı." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Az önce kaydettiğimiz Ebu Musa ile Sumeyy yoluyla gelen iki hadis ise "âmin" lafzının söyleneceği yeri göstermektedir. Bu da imamın "veleddâllîn" demesi sırasında olur. Böylelikle imam ile cemaatin âmin deyişleri birlikte olur ve cemaat ondan önce âmin demiş olmaz. Buna sebep ise az önce belirt*tiğimiz hususlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Diğer taraftan Pey*gamber efendimiz de: "İmam âmin dediği takdirde siz de akabinde âmin deyiniz" diye buyurmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    İbn Nafi' de "Kitabu İbn el-Haris"de şöyle demektedir: İmama uyan bir kimse imamın "veleddâllîn" dediğini işitmedikçe bu sözü (âmin'i) söylemez. Eğer uzak olup da onun âmin dediğini işitmiyor ise demez. İbn Abdus der ki: O takdirde okuma miktarını kendisine göre tesbit etmeye çalışır ve bitir*diğine kanaat getirdiği yerde "âmin" der. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    7- "Âmin"i İçten Söylemek:


    Ebu Hanifenin mezhebine mensup olanlar derler ki: Âmin'i içten söy*lemek açıktan söylemekten daha iyidir. Çünkü âmin bir duadır. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin." (el-A'raf, 7/55) Buna delil ise, yüce Allah'ın: "İkinizin de duası kabul olundu" (Yunus, 10/89) buyruğunun tevili ile ilgili olarak gelen rivayettir. Burada denildiğine göre Hz. Musa dua ediyor, Hz. Harun da âmin diyordu. O bakımdan yüce Al*lah her ikisine de: Dua edenler adını vermiştir.
    Buna cevap: Duanın gizlenmesinin daha faziletli oluşu riyakarlığın söz-konusu olması dolayısıyladır. Cemaat namazı ile ilgili hususlara gelince bu cemaate katılmak zaten İslâm'ın açık bir şiarını açıktan yerine getirmektir. Ve kulların açıktan yapması mendup olan bir hakkı izhar etmeleridir. İmamın du*ayı ve sonunda âmin demeyi kapsayan Fâtiha'yı açıktan okuması teşvik edilmiştir. Buna göre duanın açıktan yapılması sünnettir. Sünnet olan dualar*dan ise bu duaya âmin demek de ona tabidir ve onun gibidir. Bu da açıkça bilinen bir husustur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    8- Bizden Öncekiler ve "Âmin":


    "Âmin" kelimesi bizden önce yalnızca Musa ve Harun (ikisine de selam ol*san )'a verilmiş ve öğretilmiştir. Tirmizî el-Hakim "Nevadiru'l-Usul" adlı eserin*de şunu zikretmektedir: Bize Abdu'l-Varis b. Abdüssamed anlattı, dedi ki: Bize babam anlattı. Dedi ki: Bize Hişam b. Hassan'ın mescidinin müezzini olan Rezin anlattı, dedi ki: Bize Enes b. Mâlik anlattı dedi ki: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Şanı yüce Allah benim ümmetime kendilerinden önce kimseye verilmemiş üç şeyi verdi. Selam. Bu cennet ehlinin kendi aralarındaki selam*laşmalarıdır. Meleklerin saf saf dizilmesi (gibi namazda dizilmek) ve âmin de*mek. Musa ile Harun'un söyledikleri dışında("âmin" öncekilerden kimseye veril*memiştir.) Ebu Abdullah der ki: Bunun anlamı şudur. Musa Fir'avn'a beddua etmiş Harun da âmin demiş idi. Şanı yüce Rabbimiz de Kitab-ı Kerim'inde Hz. Musa'nın duasını bize zikrettiğinde: "Sizin duanız kabul olundu" (Yunus, 10/89) dediğini bize bildirmekte ve Harun'un söylediğini zikretmemektedir. Hz. Musa: Rabbimiz, diye dua etti. Harun (as) da "âmin" diyordu. Bu şekilde ona da dua eden kişi adını vermiştir. Çünkü onun âmin demesini de onun dua et*mesi olarak değerlendirmiştir.
    Şöyle de denilmiş bulunuyor: Âmin bu ümmete hastır. Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Yahudilerin selam ve âmin demekten dolayı sizi kıs*kandıkları kadar hiçbir şeyden dolayı kıskanmamışlardır." Bunu İbn Mâce Hammad b. Seleme'den, o Süheyl b. Ebu Salih'ten, o babasından, o Aişe (r.an-ha)dan rivayetle Peygamber (s.a) buyurdu ki., senediyle rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yine İbn Mâce İbn Abbas'tan Peygamber (s.a)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Yahudiler sizleri âmin dediğiniz için kıskandığı kadar hiçbir şey*den dolayı kıskanmamıştır. O bakımdan çokça âmin deyiniz." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bizim ilim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki: Ki*tap ehlinin bizleri kıskanma sebepleri şudur: Çünkü bunun (Fatiha Sûresi'nin) başı Allah'a hamdetmek, O'na senada bulunmaktır. Daha sonra O'na itaat et*mek, O'na yönelmektir. Arkasından bizi dosdoğru yola iletmesi için bir du*adır. Sonra da âmin demekle birlikte onlara beddua ediyoruz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  2. #12

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    IV. Bölüm:



    FATİHA SÛRESİ'NİN ANLAMLARI, KIRAATLER, İ'RAB VE HAMDEDENLERİN FAZİLETİ


    1. Rahman ve Rahim Allah'ın adı ile
    2, 3, 4. Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm ve Din Günü'nün maliki olan Allah'adır.
    5. Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz.
    6. Hidayet eyle bizi dosdoğru yola,
    7. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba uğrayan*ların ve yolunu sapıtanlarınkine değil. (Âmîn)
    Bu bölüme dair açıklamalarımızı otuzaltı başlık halinde sunacağız:

    1- Hamdetmek:


    "Hamd Allah'ındır" buyruğu; Ebu Muhammed Abdu'1-Gani b. Said el-Hafız, Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hudri yoluyla Peygamber (s.a)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Kul 'hamd Allah'ındır' dediği vakit, Al*lah da: Kulum doğru söyledi. Hamd yalnız benimdir diye buyurur." Müslim'in de rivayetine göre Enes b. Mâlik dedi ki: Rasulullah (s.a) şöy-j İle buyurdu: "Allah, birşey yediği zaman Allah'a hamdetmesi yahut birşey içtiği^zaman Allah'a hamdetmesi dolayısıyla kulundan razı olur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    el-Hasen der ki: Ne kadar nimet varsa, şüphesiz el-hamdülillah (hamd Al*lah'a mahsustur) demek ondan daha faziletlidir.
    İbn Mace, Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini rivayet etmektedir. Rasulullah(s.a) buyurdu ki: "Allah bir kula bir nimet verip de o kul el-hamdülillah di S yecek olursa, mutlaka Allah'ın ona verdiği şey ondan aldığından daha Uetli olur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Nevadiru'l-Usul'de Enes b. Mâlik'ten rivayete göre Rasulullah (s.a) le buyurmuştur: "İçindeki herşeyiyle birlikte dünya, benim ümmetimden bir ^kişinin elinde bulunsa daha sonra da bu kişi el-hamdülillah diyecek olsa, buy I el-hamdülillah hiç şüphesiz bütün bu nimetlerden daha faziletli olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Abdullah der ki: Bize göre bunun anlamı şudur: Bir kişiye dünya verilmiş ve daha sonra da ona bu kelime ihsan edilip onu söylemesi lütfunda bulunul*muş ise, söylediği bu kelime bütün dünyadan daha faziletlidir. Çünkü dün*ya fanidir, söylediği bu kelime ise bakidir. İşte bu kelime de "geriye kalan kalıcı salih ameller" arasındadır. Zaten yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Geriye kalacak olan salih amellerdir ki, Rabbinin nezdinde bunlar sevap*ça da hayırlıdır amelce de hayırlıdır." (el-Kehf, 18/46) Bazı rivayetlerde de şöyle denilmiştir. Onun verdiği aldığından daha hayırlı olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu ifadeye göre söylediği söz kulun verdiği olur, dünya ile de Allah'tan alınan şeyi kas*tetmiş olur. Bu tedbir (işleri çekip çevirmek) hakkındadır. Yine bu kelime kul tarafından söylenir, dünya da Allah tarafından verilir şeklinde de açıklandı*ğı olur. Fakat aslı itibariyle her ikisi de Allah'tandır. Dünya da Allah'tandır, bu sözü söylemek de O'nun lütfundandır. Allah kişiye dünyayı vermiş ve onu ihtiyaçtan kurtarmış olur, bu kelimeyi de söylemeyi lütfetmiş, bu sebepten dolayı da ona âhirette şeref ihsan etmiş olur.
    /ibn Mace'de İbn Ömer yoluyla gelen şu rivayet yer almaktadır: Rasulul-
    f lalı şunu anlattı: "Allah'ın kullarından birisi, Rabbim, zatının celâline, saltanatının azametine yakışacak şekilde sana ham ederim" dedi. Yazıcı melekler için bunu yazmak zor geldi. Bunu nasıl yazacaklarını bilemediler. Semaya çıktılar ve şöyle dediler: Rabbimiz, senin kulun öyle bir söz söyledi ki onu nasıl yazacağımızı bilemi-
    / yoruz. Aziz ve celil olan Allah kulunun ne söylediğini daha iyi bildiği halde der ki: Kulum ne dedi? Melekler: Rabbim, o şöyle dedi: Rabbim, zatının celâline, saltanatının azametine yakışır şekilde sana hamdederim, dedi. Yüce Allah o iki meleğe şöyle dedi: Bu sözü kulumun söylediği şekilde yazınız. Nihayet o bana kavuşacağında o sözün karşılığını ben ona vereceğim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Müslim'de rivayet edildiğine göre Ebû Mâlik el-Eş'arî dedi ki: Rasulul-lah(s.a) şöyle buyurdu: "Abdest almak imanın yarısıdır, el-hamdülillah demek mizanı doldurur. Sübhanellahi vel-hamdülillahi demek de sema ile arz ara*sını doldurur -yahut doldururlar.-" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    2- "el-Hamdu lillah" Demenin Fazileti:


    İlim adamları, kulun: "el-hamdülillahi rabbi'l âlemîn" demesinin mi yok*sa "la ilahe illallah" demesinin mi daha faziletli olacağı hususunda farklı gö*rüşlere sahiptir. Bir kesim: "el-hamdülillahi rabbi'l-âlemin" demesinin daha faziletli olacağını söylemişlerdir. Çünkü bu hamdin kapsamı içerisinde "la ila*he illallah" diye ifade edilen tevhid de bulunmaktadır. Buna göre kulun "el*hamdülillah.." demesinde hem tevhid hem de hamd vardır. Fakat "la ilahe il*lallah" demesinde sadece tevhid sözkonusudur.
    Bir başka kesim de; "la ilahe illallah" demenin daha faziletli olacağını söy*lemiştir. Çünkü bu tevhid kelimesiyle, küfür ve şirk ortadan kaldırılmakta*dır. Bunun söylenmesi için insanlarla savaşılır. Çünkü Rasulullalı (s.a): "Ben insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum" diye bu*yurmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu görüşü İbn Atiyye tercih ederek şöyle der: Bunun daha fa*ziletli olduğuna hüküm veren Peygamber (s.a)'ın şu buyruğudur: "Ben ve benden önceki bütün peygamberlerin söylediği en faziletli söz; la ilahe illal*lah vahdehu la şerike leh (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tek*tir, O'nun ortağı yoktur) sözüdür." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    3. Alemlerin Rabbi:


    Müslümanlar, yüce Allah'ın diğer bütün nimetlerine karşılık Mahmud (övülmeye, hamdedilmeye değer) olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Al*lah'ın lütfettiği nimetlerden birisi de imandır. Bu da imanın Allah'ın fiili ve yaratması ile olduğunun delilidir. Buna delil de yüce Rabbimizin:
    Âlemlerin rabbi" buyruğudur. Âlemler ise, bütün yaratık*ları ifade eder. Bunlardan birisi de imandır. Yoksa durum ileride de açıkla*nacağı üzere Kaderiye'nin söylediği imanı insanlar yaratmamaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  3. #13

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    4- Hamd'in Anlamı:


    "Hamd"in arap dilindeki anlamı eksiksiz övgü, "sena"dır. Bunun başına gelen elif ve lam C-ı tarif) bütün hamd türlerini kapsaması içindir. Şanı yü*ce Allah bütün hamdleri hak edendir. Çünkü en güzel isimler ve en yüce sıfatlar onundur, "el-hamd" lafzı şairin şu sözlerinde cem'i kıllet (azlık bildi*ren çoğul) lafzı ile çoğul yapılmıştır:
    "En açık şekilde hamdedilip övülene tahsis ettim
    Sözlerimin en faziletlisini ve hamdlerimin en üstününü."
    Hamd'ın zıddı zem (yermek)dir. Övülen kimseye "hamîd" ve "mahmud" denilir. "Tahmid" ifadesi "hamd" den daha beliğdir. Ayrıca "hamd" şükürden daha kapsamlı ve geniştir. "Muhammed" ise övülmeye değer özellikleri çok*ça olan kimse demektir. Şair der ki:
    "Şanlı, şerefli, kavminin efendisi,
    son derece cömert ve çokça övülmeye değer özellikleri olana...."
    Rasûlullah (s.a)'a da bu isim verilmiştir. Şair der ki:
    "Onu tebcil etmek için kendi isminden ona bir isim türetti. Arşın sahibi olan (Allah) Mahmud'dur. İşte bu da Muhammed'dir." Mahmede (övülmeye değer husus), yerilmeye değer hususun anlamını ifa*de eden "mezemme"nin zıddıdır. Kişi hamdettiği takdirde onun hakkında: Adam hamdetti, denilir. Hamdedildiği görülen kimse için de kişi der. Mesela: "Filan yere vardım ve oranın övülecek bir yer ol*duğunu gördüm" demek gibi. Yani orayı övülmeye değer ve uygun bir yer olarak gördüm demektir. Bu ifadeleri; orada kalıp yaşamayı veya orada hayvanlar için bulunan otlakları beğendiğimiz takdirde kullanınz. Eşyayı çok*ça öven ve özelliklerinden daha fazla şeylere sahip olduklarını ileri süren kimse için de"Humede" denilir. Ateşin alevinin çıkardığı ses için de "hame-detu'n-nar" tabiri kullanılır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    5- "Hamd" ile "Şükür":


    Ebu Cafer et-Taberi ile Ebu'l-Abbas el-Müberred, hamd ile şükürün aynı anlamda olduğunu söylemişlerse de bu görüş pek kabule değer bir görüş de*ğildir. Ayrıca Ebu Abdurrahmân es-Sülemi de "el-Hakaik" adlı eserinde bu*nu Cafer es-Sadık ve İbn Ata'nın görüşü olarak da nakletmektedir. İbn Ata der ki: Hamd'in anlamı Allah'a şükretmektir. Çünkü onun bize zatına ham-detmeyi öğretmesi dolayısıyla O, bize bu alandaki lütfunu hatırlatmaktadır. Taberi de bu iki kelimenin aynı anlama geldiğini delil göstermek için kişi*nin: şükür olmak üzere Allah'a hamdolsun" demesinin doğ*ru olacağını delil göstermiştir. İbn Atiyye de der ki: Gerçekte bu onun kabul ettiğinin zıddına delildir. Çünkü kişi ayrıca şükür olmak üzere" demekle "hamd'i" tahsis etmiş olur. Bu nimetlerden herhangi bir nimete bir hamd ifade eder.
    Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: Şükür hamdden daha geneldir. Çün*kü şükür hem dil ile hem organlarla hem de kalp ile olur. Hamd ise sadece dil ile olur.
    Hamd'in daha genel kapsamlı olduğu da söylenmiştir. Çünkü hamd, hem şükür manasını hem övmek anlamını kapsamaktadır. Bu ise şükürden daha geneldir. Hamd, şükür yerine kullanılabildiği halde şükür hamd yerine kul*lanılamamaktadır. İbn Abbas'ın da şöyle dediği kaydedilmektedir: el-ham-dülillah şükreden herkesin kullandığı bir sözdür. Adem (as) da aksırdığı va*kit "el-hamdülillah" demiştir. Yüce Allah da Hz. Nuh'a şöyle demesini em*retmiştir: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun, de." (el-Mu'minun, 23/28) İbrahim (a.s) da şöyle demiştir: "Bana ihtiyarlığıma rağmen İsmail'i ve îshak'ı bağışlayan Allah'a hamdolsun." (İbrahim, 14/39) Hz. Davud ile Hz. Süleyman kıssasında da yüce Allah bize şunu bildirmek*tedir: "İkisi dedi ki: Bizi pek çok mümin kullarına üstün kılan Allah'a hamdolsun." (en-Neml, 27/15) Yüce Allah Peygamberi Muhammed (s.a)'e de şöyle emretmektedir: "Evlat edinmeyen o Allah'a hamdolsun, de." (el-İsra, 17-111) Cennet ehli de şöyle diyeceklerdir: "Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun." (Fatır, 35/34); "Ve dualarının sonu da el-hamdülillahi rabbi âlemin (Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun, veya: Bütün hamdler âlemle*rin Rabbi Allah'a mahsustur) demeleridir." (Yunus, 10/10). Buna göre "el-hamdilillah" şükreden herkesin söylediği sözdür.
    Derim ki: Doğrusu şudur: Hamd, önceden bir ihsan sözkonusu olmaksı*zın nitelikleriyle övülmeye değer olana yapılan bir senadır, övgüdür. Şükür ise, bağışladığı ihsana (iyiliğe, güzelliğe) karşılık şükredilen kimseye yapı*lan bir senadır. İşte bu noktadan hareketle ilim adamlarımız şöyle demiştir: Buna göre hamd şükürden daha kapsamlıdır. Çünkü hamd hem sena, hem tahmid (yani hamdetmek) hem de şükür bakında kullanılır. Karşılık olarak yapılan (şükür), özel bir hali ifade eder. Ve sana iyilik yapana karşı bir mü*kafattır. O bakımdan âyet-i kerimede kullanılan hamd, daha genel bir mana ifade ediyor. Çünkü şükürden geniş bir anlamı kapsamaktadır.
    Hamd'in rıza anlamına geldiğinden de sözedilmektedir. Mesela: yani; ben onu sınadım ve beğendim, denilir. Yüce Allah'ın: "Ma-kam-ı Mahmud" (el-İsra, 17/79) buyruğunda da geçen "mahmud" kelimesi ise (övülmeye değer anlamına değil de) beğenilen ve hoşnud olunan makam demektir. Hz. Peygamber de buyruğu: "Sidiğin çı*kış yerini yıkamanızı sizin için uygun ve yerinde görürüm" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. anlamındadır.
    Yüce Allah'ın: "el-hamdülillah" buyruğu ile ilgili olarak Cafer es-Sachk'ın şöyle dediği de zikredilmektedir: Şanı yüce Allah'ı kendi zatını nitelendirdi*ği şekilde sıfatlarıyla öven kimse Allah'a lıamdetmiş olur. Çünkü "hamd" ke*limesi, "h, m, d" harflerinden meydana gelmiştir. Ha, vahdaniyyetten, mim, mülkten, dal ise deymumiyyetten (devamlılıktan, bekadan) gelmektedir. Yüce Allah'ı vahdaniyeti, deymumiyeti ve mülküyle tanıyıp bilen bir kimse gereği gibi tanımış olur. İşte "el-hamdülillah"ın hakikati de budur.
    Şakik b. İbrahim de "el-hamdülillah"in tefsirinde şunları söylemektedir: Al*lah'a hamdetmek üç şekilde olur: Birincisi, Allah sana birşey verdiği takdir*de o şeyi sana kimin verdiğini bilip tanımandır. İkincisi, sana verdiği şeye ra*zı olmandır. Üçüncüsü ise onun ihsan ettiği güç senin vücudunda kalmaya devam ettiği sürece herhangi bir şekilde O'na isyan etmemektir. İşte bunlar hamdetmenin şartlarıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    6- Hamd ve Övgüler Allah'ındır:


    Şanı yüce Allah "hamd" ile kendi zatını övüp sena etmiş ve Kitab-ı Keri*mi zatına hamd ile başlatmıştır. Bu hususta kendisinden başkasına izin ver*memiştir. Aksine Kitab-ı Kerim'inde ve yüce Peygamberinin dili üzere ken*dilerini bu şekilde övmelerini yasaklamak üzere şöyle buyurmaktadır: "O hal*de kendinizi övmeyin (temize çıkarmayın). O, takva sahibi olanları, en iyi bilendir." (en-Necm, 53/32) Hz. Peygamber de: "Övücülerin yüzlerine top*rak saçınız." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurmaktadır. Bunu el-Mikdad rivayet etmiştir. İleride yüce Allah'ın izniyle en-Nisa sûresinde (49- âyetin tefsiri yapılırken) insan*ların kendilerini övmeye dair açıklamalar gelecektir.
    Buna göre "el-hamdülillahi rabbi'l-âlemin (hamd âlemlerin Rabbi Al*lah'adır)" buyruğunun anlamı şudur: Âlemlerden hiçbir kimse bana hamdet-meden önce ben kendi zatımı hamd etmiş (övmüş) bulunuyorum. Ezelden be*ri benim kendime hamdedişim herhangi bir sebebe bağlı değildir. Fakat insan*ların, yaratıkların bana hamdetmelerinin birtakım sebeplerle yapılma şaibesi vardır. İlim adamlarımız der ki: O bakımdan kendisine kemal ihsan edilmemiş yaratıklardan herhangi bir kimsenin menfaatleri çekmek ve nefsine gelecek za*rarları bertaraf etmek için kendisine hamdetmesi (övmesi) çirkin görülmüştür.
    Şöyle de denilmiştir: Şanı yüce Allah kullarının kendisini hamdetmekten aciz olduklarını bildiğinden dolayı ezelde kendi zatını kendi zatı ile ve ken*di zatı için hamdetmiştir. O bakımdan onun kulları bu konuda bütün güçle*rini ortaya koyacak olsalar dahi O'na hamdetmekten aciz kalırlar. Peygam*ber efendimizin: "Ben sana yapılması gereken bütün övgüleri sayıp dökemem" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. buyruğu ile bu konudaki aczini nasıl ortaya koyduğuna dikkat ede*lim. Şair de şöyle demiştir:
    "Bir iyilik sebebiyle biz sana senada bulunsak dahi Sen bizim övdüğümüz gibi ve hatta övdüğümüzün de çok üstündesin." Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah kullarına nimetlerinin çokluğunu onla*rın ise gereği gibi kendisine hamdedebilmekten acizliklerini bildiğinden dolayı - lütuf ve minnetin ağırlığını üzerlerinden kaldırdığı için sahip olduk*ları nimetlerden daha rahat ve huzurlu bir şekilde faydalanabilsinler diye -onlar yerine kendi zatını ezelde hamdetmiş, övmüştür. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    7- "el-Hamdu…"de Kıraat:


    Yedi kıraat imamı ve insanların cumhuru el-hamdülillah" buyruğundaki "dal" harfinin ref edilmesi (du şeklinde ötreli okunması) üze*rinde icma etmişlerdir. Süfyan b. Uyeyne ve Ru'be b. el-Accac'dan "dal" har*finin üstünlü okunması ile "el-hamdelillahi" şeklinde okudukları da rivayet edilmiştir. Bu ise, bir fiilin takdir edilmesi anlamına gelir, "el-hamdülillah" ifa*desinde "dal" harfinin ötreli okunması, mübteda ve haberdir de denilmiştir. Haber olması ise, bir mana ifade etmesini gerektirir. Bunun ifade ettiği ma*na nedir? Bunun cevabı şudur: Sibeveyh der ki: Kişi (dal harfini) ötreli oku*yarak "el-hamdülillah" dediği takdirde Allah'a hamd ettim, ifadesinin ihtiva ettiği manaya benzer bir söz söylemiş olur. Şu kadar var ki "el-hamdü" diyerek "dal" harfini ötreli okuyan kimse hem kendisinin hem de bütün yaratıkların yüce Allah'a hamdettiğini haber vermektedir, "el-hamde" şeklinde "dal" harfini üstünlü okuyan bir kimse ise, yalnız kendisinin ham-dinin Allah'a olduğunu haber vermektedir.
    Sibeveyh'ten başkaları ise şöyle demiştir: Bu şekilde yüce Allah'ın affına ve mağfiretine sığınmak, O'nu tazim etmek, şanını şerefini yüceltmek için söy*lenir. Böyle bir ifade ise haber kipinin anlamından farklıdır. Ondan çok di*lekte bulunmak anlamı vardır. Nitekim hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuş-tur: "Her kim beni anmakla uğraşırken bana talepte bulunmak fırsatını bul*mayacak olursa ona dilekte bulunanlara verdiklerimden daha üstün olanla*rını veririm." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Şöyle de denilmiştir: Şanı yüce Allah'ın kendi zatını övüp senada bulun*ması, bunu kullarına öğretmek içindir. Buna göre "el-hamdülillah"ın mana*sı: "el-hamdülillah deyiniz" şeklinde olur. Taberî der ki: "el-hamdülillah" şa*nı yüce Allah'ın kendisine yaptığı bir sena ve övgüdür. Ayrıca bunun kap*samı içerisinde kullarına kendisine övgüde bulunmalarını emretmektedir. Ade*ta: el-hamdülillah deyiniz, demiş gibi olur. İşte (bundan sonra gelecek olan): "Yalnız sana.... deyiniz" buyruğu da bu şekilde açıklanır. Bu sözün zahirinin açıkça ifade ettiği şeyleri Arap dilinde hazfetmek (zikretmemek) tü*ründen bir söyleyiştir. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi:
    "Ben biliyorum ki, toprak olacağım
    Develer hızlı yürüdüğünde yürüyemez (olacağım)
    Soranlar kime (kabir) kazıdınız? diye soracaklar
    Cevap verenler onlara: Vezirî diyecekler."
    Yani: Kendisi için kabir kazdığımız kişi (şair) Veziridir, diyeceklerdir. Burada bu ifadelerin söylenmeyişi kullanılan sözlerden bunun açıkça anla*şılması dolayısıyladır. Bunun benzerleri pek çoktur.
    İbn Ebi Able'den ikinci harfi birincisine tabi kılmak ve lafızlar arasında tecanüs (uygunluk) olsun diye dal ve lam harflerinin ötreli okunuşu ile: "el-hamdülullahi" şeklinde bir söyleyişle rivayet edilmiştir. Arapların dilinde böy*le bir tecanüs çokça kullanılan birşeydir. Mesela, sana geliyorum" kelimesi ile ve o dağdan inmekte iken," söyleyişleri de bu türdendir. Şair der ki:
    "Oynat bacaklarını annen seni kaybedesice"
    Burada "nun" harfi kendisinden sonra gelen hemzenin ötreli okunuşu se*bebiyle ötreli okunmuştur. Mekkeliler de ardarda" (el-Enfal, 8/97 buyruğunda yer alan ra harfini mime uydurarak ötreli olarak okumuşlardır. kelimesinde yer alan "kaf" harfinin ötreli okunuşu da böyledir. Yi*ne araplar kelimesinde hemzeyi lam'a uydurarak esreli okumuşlar*dır. en-Numan b. Beşir'e ait olduğu belirtilen (ve avlamak kasdıyla bir kur*dun peşine takılmış bir kartalın durumunu anlatan) şu beyitte de durum böy*ledir:
    "Havada takip ederek giden bu (kartalın) vay anasına
    Şu yerde olup da takip edilen kişi gibi de olmasın"
    Burada asıl şeklindeki söyleyiştir. Ancak birinci Lam hazfe*dilmiş ve esreden sonra hemzenin ötreli okunuşu ağır bulunduğundan do*layı bunu (yani esreyi) Lam'a aktarmış, sonra da gelen Mim'i de Lam gibi (ya*ni esreli) okumuştur.
    el-Hasen b. Ebi'l-Hasen ile Zeyd b. Ali'den birincisini ikincisine uydurmak suretiyle "el-hamdilillahi" şeklinde okudukları rivayet edilmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  4. #14

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    8- "Âlemlerin Rabbi":


    Yüce Allah'ın: Âlemlerin Rabbi" onların mâliki, sahibi de*mektir. Herhangi bir şeye mâlik olan herkes o şeyin rabbidir. Çünkü "er-Rab", el-mâlik demektir. es-Sihah adlı sözlükde şöyle denilmektedir: Rab, yüce Al*lah'ın isimlerindendir. Başkası hakkında ancak izafet ile kullanılabilir. Arap*lar cahiliyye döneminde bu kelimeyi hükümdar hakkında kullanmışlardır. Ha*ris b. Hillize der ki:
    "O rabdır ve tanık olandır
    Hiyareyn gününe ve sınama dediğin de odur."
    Rab, efendi anlamına da gelir. Yüce Allah'ın: "Beni rabbinin nezdinde an" (Yusuf, 12/42) buyruğundaki rab bu anlamdadır. Hadis-i şerifte de: "Cariye*nin rabbesini doğurması" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ifadesinin anlamı hanımefendisini doğurması-dır. Biz bunu "et-Tezkire" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz.
    Rab, aynı zamanda ıslah edip düzelten, işleri çekip çeviren, düzelten ve yöneten anlamına da gelir. el-Herevi ve başkaları der ki: Birşeyi düzeltip ta*mamlayan kişi için: tabirleri kullanılır.
    O şeyi ıslah edip tamamlayan kimse için de O, onun
    rabbidir denilir.
    "Rabbaniler"e bu adın veriliş sebebi onların kitapların gereğini yerine ge*tirmeleridir. Hadis-i şerifte de denilmektedir. Yani, "senin onun üzerinde yerine getireceğin ve gereği gibi ıslah edeceğin bir ni*metin var mıdır?" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Rab, aynı zamamda mabud anlamındadır. Şairin şu sözü böyledir:
    "Tepesine erkek tilkinin işediği rab mı olur?
    Üzerine tilkilerin işediği kimse andolsun, zelil olur."
    Birşeyi çoğaltıp büyütmek hakkında da bu kökten onu
    büyüttü" tabiri kullanılır. Bunu da en-Nehhas kaydetmiştir. es-Sıhah'ta. da şöy*le denilmiştir filan kişi çocuğunu terbiye etti, büyüttü, denilir. "el-Merbub" da rabbi tarafından beslenip büyütülen kimse demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    9- Yüce Allah'ın Rab İsm-i Şerifi;


    Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Bu yüce Allah'ın en büyük adıdır. Çünkü dua edenler bu ismi kullanarak çokça dua ederler. Kur'ân-ı Kerim'de bunu da dikkatle tesbit edebiliriz. Mesela Al-i İmran sûresinin sonlarında, İbrahim sûresinde ve diğer sûrelerdeki dualar böyledir. Bütün bunlar, rabb ile mer-bub (rableri tarafından yaratılan yaratıklar) arasındaki bu tür bir niteliği be*lirten bir ilişkiyi göstermektedir. Ayrıca bu kelime, her durumda şefkat, merhamet ve rabbe olan ihtiyacı da ifade etmektedir.
    Bu ismin (rab adının) türediği kökün ne olduğu hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunun "terbiye"den türediği söylenmiştir. Şanı yüce Allah bütün yaratıklarının işlerini çekip çeviren ve onları terbiye edendir. Yüce Al*lah'ın: Himayenizde bulunan üvey kızlarınız" (en-Nisa, 4/23) buyruğundaki "rebaib" kelimesi de buradan gelmektedir. Bu şekilde hanımın kızı olan üvey kızlara "rabibe" (rebaib'in tekili) denilmesi ko*canın bu üvey kızını terbiye etmesinden dolayıdır.
    Şanı yüce Allah da yaratıklarının işlerini çekip çevirdiğinden ve onları ter*biye ettiğinden dolayı bu kelime yüce Allah'ın fiil sıfatı olur. Mâlik ve efen*di anlamına ise "rab", zat sıfatı olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    10- "er-Rab":


    "Rab" kelimesinin başına elif ve lam getirilerek "er-Rab" denildiği takdir*de sadece yüce Allah kastedilmiş olur. Çünkü buradaki "elif, lam" ahd için*dir. Eğer "elif, lam" kaldırılacak olursa yüce Allah için de kulları için de or*tak olarak kullanılır. Mesela "Allah, kulların rabbidir" denildiği gibi "Zeyd evin rabbi (sahibi)dir" denilir. Şanı yüce olan Allah bu durumda rabler rabbidir. Mâlike de memlûke de (mülk sahibine de sahibi olduğu mülke de) mâlik*tir. Onu da yaratan ve ona da rızık veren O'dur. O'nun dışında kalan bütün "rabler" ise yaratıcı ve rızık verici değildir. Her mülk edinilen daha önce öy*le olmadığı halde o da başkasının mülkiyeti altına verilir ve bu mülk onun elinden alınır. Diğer taraftan mâlik kişi birtakım şeylere mâlik olduğu halde başka birçok şeye de mâlik olamaz. Şanı yüce Allah'ın sıfatı ise bütün bu hu*suslardan farklıdır. İşte yaratanın niteliği ile mahlukatın niteliği arasındaki fark buradadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    11- "Âlemler":


    Yüce Allah'ın: "el-âlemîn" buyruğu ile ilgili olarak te'vil ehli (tefsirciler) pek çok farklı görüşler ortaya atmışlardır. Katade der ki: "el-âlemûn" kelime*si "âlem" kelimesinin çoğuludur. Yüce Allah'ın dışında bulunan her varlığı ifade eder. Bu kelimenin kendi lafzından tekili yoktur. (Belli bir kalabalığı ifade eden): Raht ve kavm kelimeleri gibi. Her çağın insanları bir âlemdir, de denilmiştir. Bu görüş el-Huseyn b. el-Fadl'a aittir. Çünkü yüce Allah şöy*le buyurmaktadır: "Âlemler arasından erkeklere gidersiniz ha!" (eş-Şuara, 26/165) Burada yer alan "âlemler"den kasıt insanlardır. el-Accâc da der ki:
    "Hindif (kabilesi) bu âlemin tepesidir." Cerir b. el-Hatafî de der ki:
    "Bütün insanlık O'nun iyilikte bulunmasını istiyor ve O yücedir.
    Ve bütün âlemler onun bakımı altında olurlar."
    İbn Abbas der ki: "Âlemler" cinler ve insanlar demektir. Delili ise yüce Al*lah'ın: "Bütün âlemlere uyarıcı olsun diye..." (el-Furkan, 25/1) buyruğudur. Hz. Peygamber ise, hayvanlara uyarıcı olmamıştır.
    el-Ferra ve Ebu Ubeyde der ki: Âlem aklı eren kimseleri ifade eder. Bun*lar da dört ayrı ümmet (topluluk)tirler: İnsanlar, cinler, melekler ve şeytan*lar. O bakımdan aklı ermeyen hayvanlara âlem, denilmez. Çünkü bu şekilde çoğul (el-âlemûn ve el-âlemîn) sadece aklı eren varlıklar için kullanılır.
    el-A'şâ der ki:
    "Ben âlemler arasında onlar gibisini işitmedim."
    Zeyd b. Eşlem de der ki: Âlemler kendilerine rızık verilen kimselerdir. Amr b. el-A'la'nın: Bunlar ruhanî (yani ruh sahibi) varlıklardır sözü de buna ya*kındır. Yine İbn Abbas'ın şu sözünün anlamı da budur: (Âlem) ruh sahibi ve yeryüzünde hareket eden her varlıktır.
    Vehb b. Münebbih de der ki: Aziz ve celil olan Allah'ın onsekizbin tane âlemi vardır ve dünya da bu âlemlerden bir tanesidir. Ebu Said el-Hudri de der ki: Yüce Allah'ın kırkbin âlemi vardır. Doğusundan batısına kadar dün*ya tek bir âlemdir.
    Mukatil der ki: Âlemler seksen bin tanedir. Kırkbin tanesi karada kırkbin tanesi de denizdedir.
    er-Rabî b. Enes de Ebu'l-Âliye'den şöyle dediğini rivayet etmektedir. Cin*ler bir âlemdir, insanlar bir âlemdir. Bunların dışında yeryüzünün dört bu*cağı vardır. Bu bucaklardan her birisinde bin beşyüz âlem vardır. Ve Allah bunları ibadeti için yaratmıştır.
    Derim ki: Bu konudaki birinci görüş bütün bu görüşlerin en sahih olanı*dır. Çünkü her türlü yaratığı ve varlığı kapsar. Buna delil ise yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Fir'avn dedi ki: Âlemlerin Rabbi nedir? (Musa) dedi ki: Gök*lerin, yerin ve onların arasında olanların Rabbidir." (eş-Şuara, 26/23-24) Di*ğer taraftan bu kelime "âlem ve alâmef'den türemiştir. Çünkü âlem ve alâ*met kendisini varedenin delilidir. ez-Zeccac da böyle demiştir: Âlem yüce Al*lah'ın dünya ve âhirette yarattığı herşeydir. el-Halil der ki: Âlem, alamet vema'lem: Birşeye delalet eden demektir. Âlem de kendisini yaratanın ve işle*rini düzenleyenin varlığına delalet etmektedir. Bu ise açıkça anlaşılan bir du*rumdur.
    Nakledildiğine göre adamın birisi Cüneyd'in önünde "el-hamdülillah" demiş ona: Yüce Allah'ın buyurduğu gibi sen de onu tamamlayarak bir de "rabbi'l-âlemin" de, diye cevap vermiş. Adam: Peki âlemîn dediğin kimdir ki hak ile birlikte bunlar da zikredilsin? Cüneyd ona şu cevabı verdi: Sen öyle söyle kardeşim. Çünkü sonradan yaratılan birşey artık kadim ile birlikte zik*redilecek olursa bunun herhangi bir izi kalmaz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  5. #15

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    12- "Rabb" Kelimesinin Okunuşu:


    "Rab" kelimesinin (esreli okuyuştan ayrı olarak) ref edilmesi (yani "rab-bu" şeklinde okunması) da caizdir, nasb edilmesi (rabbe şeklinde okuması) da caizdir. Nasb halinde okunursa, övgü ifade eder, ref halinde okunursa, önceki ifadelerle ilişkisi olmaksızın: "O âlemlerin Rabbidir" anlamına gelir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    13- Allah ve Rahmeti:


    Rahman, Rahim": Yüce Allah "âlemlerin rabbi" olmakla kendi zatını'nitelendirdikten sonra "Rahman, Rahîm" olmakla da kendisini nitelendirmektedir. "Âlemlerin rabbi" olmakla nitelendirilmesinde korkutma anlamı bulunduğundan dolayı hemen akabinde "rahman rahîm" ile nitelen*dirmiştir. Çünkü bu da (korkutmanın aksi olan) teşvik ihtiva etmektedir. Böy*lelikle yüce Allah hem kendisinden korkmayı hem de nimetlerine ümit bes*lemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu O'na itaatte da*ha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gel*miştir. Tıpkı yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Kullarıma haber ver ki: Ben gerçekten mağfireti bol ve rahîm olanım. Benim azabım da el*bette en acıklı azaptır." (el-Hicr, 15/49-50); "(O yüce Allah) günahları bağış*layan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan ve nimeti geniş olandır." (el-Mü'min, 40/3)
    Müslim'in Sahih'inde yer alan Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Eğer mü'min Allah katında bulunan cezanın ne olduğunu bilse hiçbir kimse onun cennetini ummaz. Eğer kafir de Allah katındaki rahmeti bilse hiç kimse onun cennetinden ümit kesmez." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu iki ismin ne tür anlamlar ihtiva ettiği ile ilgili açıklamalar daha önceden geçti*ğinden dolayı burada tekrarlamaya gerek yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    14- Kıyamette Mutlak Egemen:


    "Din gününün mâliki" Muhammed b. es-Semeyka bu*rada yer alan ( Jüu) kelimesini (mâlike) şeklinde nasblı olarak okumuştur. Bu kelimenin dört söyleyiş şekli vardır. ile (Melik'in hafifle-tilmişi olarak ) şeklinde ve şeklinde. Şair şöyle demiştir:
    "Ve bizim ünlü nice uzun günlerimiz vardır
    O günlerde hükümdara itaat etmeyip karşı geldik."
    Bir diğeri de şöyle demiştir:
    "Melikin pay ettiğine kani ol. Çünkü o İnsan tabiatlarını en iyi bilen, onları aramızda pay etmiştir." Nafi'den kelimesinin sonundaki esreyi açık bir şekilde ( şeklinde harekeleri pekiştirenlerin söyleyişine uygun olarak okumuştur. Bu, el-Mehdevi'nin ve başkalarının sözkonusu ettiği ve arapların kullandıkları bir şivedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    15- Allah'ın Mâlikiyeti (Egemenlik ve Tasarrufu):


    İlim adamları "melik" okuyuşunun mu yoksa "mâlik" okuyuşunun mu da*ha beliğ olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Her iki okuyuş şek*li de Peygamber (s.a)'den ve Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'den rivayet edil*miştir. Bu iki okuyuşu da Tirmizî zikretmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. "Melik" söyleyişinin "mâ*lik" söyleyişinden daha kapsamlı ve beliğ olduğu söylenmiştir. Çünkü her me*lik, mâliktir fakat her mâlik, melik değildir. Diğer taraftan melik (hükümdar, mutlak yöneticO'in emri sahip olduğu mülkiyetindeki şeyler hususunda ve mâlik hakkında geçerlidir. O kadar ki mâlik (mülke sahip olan kişi) melikin yönetim emri dışında tasarrufta bulunamaz. Bu, Ebu Ubeyde ve el-Müberred'in görüşüdür.
    "Mâlik" kelimesinin daha beliğ olduğu da söylenmiştir. Çünkü mâlik (mülk edinen, mülk sahibi) insanlara da başkalarına da sahip olur. O bakım*dan mâlikin tasarrufu daha ileri derecede ve daha büyüktür. Çünkü şeriatın kanunlarını yürütmek onun işidir. Ayrıca mülk edinmek gibi ek bir özelliğe de sahiptir.
    Ebu Ali der ki: Ebu Bekr es-Serrac'in "melik" okuyuşunu tercih eden bi*risinden naklettiğine göre şanı yüce Allah "âlemlerin Rabbi" buyruğu ile zaten herşeyin mutlak mâliki olmakla kendisini nitelendirmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla "mâlik" şeklindeki okuyuşun bir faydası yoktur, çünkü bu bir tek*rar olur. Ebu Ali de der ki: Ancak böyle bir açıklamanın delil olma özelliği yoktur. Çünkü yüce Allah'ın Kitab-ı Keriminde bu şekilde birtakım buyruk*lar yer almıştır. Önce genel olan bir husus zikredilir, daha sonra özel bir hu*sustan söz edilir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "O öyle Al*lah'tır ki yaratandır, yoktan var edendir ve her bir yaratığa suret ve şekil verendir." (el-Haşr, 59/24).
    Yaratan bütün bunları kapsar. Suret veren olduğundan ayrıca söz edilme*si sanata ve hikmetin varlığına dikkat çekmek özelliği dolayısıyladır. Nitekim yüce Allah Bakara sûresinin baş tarafında: "Onlar gayba inanırlar" (el-Ba-kara, 2/3) diye buyurduktan sonra "âhirete de kesinlikle inanırlar" (el-Ba-kara, 2/4) diye buyurmaktadır. Halbuki gayb hem âhireti hem onun dışında*ki diğer gaybları da kapsamaktadır. Özellikle sözkonusu edilmesi ise azame*ti ve ona inanmanın farz olduğuna dikkat çekmek, diğer taraftan da onu in*kar eden kafirlerin kanaatlerini reddetmek içindir. Ayrıca yüce Allah: "er-Rah-mân, er-Rahîm" diye buyurmuştur. Burada yüce Allah önce genel anlam ifa*de eden "er-Rahmân"ı zikretmiş ondan sonra ise "er-Rahîm"i zikretmiştir. Çün*kü yüce Allah'ın şu buyruğunda bu, sadece mü'minlere tahsis edilmiştir: "Ve o mü'minlere karşı rahimdir." (el-Ahzab, 33/43)
    Ebu Hatim der ki: "Mâlik" yaratanı övmek hususunda "melik"den daha be*liğdir. Yaratıkları övmek hususunda ise melik kelimesi "mâlik"den daha be*liğdir. Aralarındaki fark da şudur: Yaratıklardan "mâlik" olan kişi "melik (hü*kümdar)" olmayabilir. Şanı yüce Allah ise "mâlik" olduğuna göre aynı zamamda "melik"tir de.
    Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabi bu görüşü tercih etmiş ve bunu üç şekilde açık*lamıştır:
    1- Bu kelime özele de genele de izafe edebilir ve: Evin, yerin, elbisenin mâliki, dediğin gibi, mâlikler mâliki de denilebilir.
    2- Az olsun çok olsun, mâlik hakkında kullanılır. -Bu iki görüşü dikkat*le incelediğiniz takdirde tek bir görüşü temsil ettiklerini görürsünüz.
    3- Mâlikü'1-Mülk (mülkün sahibi) denildiği halde melikü'1-mülk denilmez. İbnu'l-Hassar der ki: Bunun böyle olmasının sebebi "mâlik" ile anlatılmak
    istenenin mâlik oluşa, mülkiyete delalet etmektir. Bu ise, "mülk"ü ihtiva et*mez. "Melik" ise, her ikisini bir arada ihtiva ettiğinden dolayı bunun müba*lağalı bir mana ifade etmesi daha uygundur. Aynı zamanda bu, kemal an*lamını da ifade eder. Bu bakımdan melikin, kendisinden daha aşağıdakiler üzerinde haklan vardır. Nitekim yüce Allah, İsrailoğullarına talepleri üzeri*ne melik olarak gönderilen Talut hakkında şöyle buyurmaktadır: "Muhak*kak Allah onu sizin üzerinize seçmiştir. İlimce de vücutça da ona bir üstün*lük vermiştir." (el-Bakara, 2/242) İşte bundan dolayı Hz. Peygamber de:
    "İmamlık Kureyş'tedir (yani imamlar Kureyş'ten olur)" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurmuştur. Kureyş ise, arap kabilelerinin en faziletlisidir, araplar da acemlerden daha fa*ziletli ve şereflidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Diğer taraftan bu kelime (melik) iktidar ve ihtiyar (se*çim ve tercihte bulunabilme) anlamlarını da ihtiva etmektedir. Bunlar ise me*lik hakkında zorunlu şeylerdir. Eğer melik, iktidar sahibi, istediğini seçip ter*cih edebilen, hüküm ve emri geçerli ve yürürlüğe girmeyen birisi olursa düş*manı onu baskısı altına alır, başkası ona galip gelir, yönetimi altındakiler de onu küçük ve hakir görür. Yine bu kelime, egemenlik altında tutmak, em*retmek, yasaklamak, vadetmek ve tehdid etmek anlamlarını da kapsamak*tadır. Hz. Süleyman'ın şu sözlerine dikkat edelim: "Ben neden hüdhüdü gö*remiyorum? Yoksa o gaiplerden mi oldu? Ben onu elbette ya şiddetli bir azap ile azaplandırırımyahut muhakkak onu kestiririm...." (en-Neml, 27/20-21) Ve daha bunun gibi "mâlik" kelimesinin ihtiva etmediği oldukça hayret ve*rici hususlar ve şerefli manalar "melik" kelimesinde vardır.
    Derim ki: Kimisi de "mâlik" kelimesinin daha beliğ olduğuna dair fazla*dan bir harf ihtiva etmesini delil göstermiştir. Bu kelimeyi bu şekilde oku*yan bir kimse, "melik" diye okuyandan on hasene fazla alır. Derim ki: Bu, kelimenin şekline baktığımız takdirde böyledir. Manasına baktığımız vakit bu*nu ifade etmez. Diğer taraftan "melik" şeklindeki okuyuş da sabit olmuştur ve bu kelimede "mâlik" kelimesinde bulunmayan -açıkladığımız şekilde- ge*niş bir anlam vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  6. #16

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    16- "Melik (Hakim ve Egemen)" Adı Yaratıklara Verilemez:


    Herhangi bir kimsenin böyle bir isim ile kendisini adlandırması ve Allah'tan başka kimseye böyle denilmesi caiz değildir. Buharı ve Müslim, Ebu Hurey-re'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Allah Kıyamet gününde yeryüzünü avucuna alır. Semayı da sağında dürüp katlar. Sonra da: Ben melikim, yeryüzünün hükümdarları nerede? der." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yi*ne Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a) şöyle buyurmuş*tur: "Allah katında isimlerin en hakir olanı kendisine "hükümdarlar hüküm*darı (melikü'l-emlâk)" adını veren kişidir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Müslim, şunu da eklemekte*dir: "Aziz ve celil olan Allah'tan başka mâlik yoktur." Süfyan, (hadisin sene*dinde yer alan ravilerden birisi) der ki: "Mesela, şehinşah demek böyledir." Ahmed b. Hanbel de der ki: "Ben Amr eş-Şeybani'ye hadis-i şerifte yer alan en hakir" kelimesinin anlamını sordum, o bana: "En aşağılık, en ze*lil demektir dedi." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Yine Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Kıyamet gününde Allah'ın en çok gazap edeceği, en adi ve ha*kir göreceği kişi (dünyada iken) "melikler meliki" diye adlandırılan kimse*dir. Halbuki yüce Allah'tan başka melik yoktur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    İbnu'l-Hassar der ki: İşte "meliki yevmid-din" ile "mâliku'1-mulk" de böy*ledir. Bu isimlerin bütün yaratıklar hakkında kulanılmasının haram kılındı*ğı hususunda görüş ayrılığı olmamalıdır. Tıpkı melikü'l-emlak demenin ha*ram kılınması gibi. "Mâlik" ile "melik" olmakla nitelendirilmeye gelince; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    17- Yaratıklara "Mâlik" ve "Melik" Demek:


    Bunların ifade ettiği anlama nitelik olarak sahip olanların (bunlarla) ni*telendirilmesi caizdir. Şanı yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah sizin için Talut'u hükümdar (melik) olarak göndermiştir." (el-Bakara, 2/247) Peygamber (s.a) da şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden birtakım kimselerin bana Allah yolunda bu denizde tahtları üzerinde melikler olarak veya taht*lar üzerindeki melikler gibi yolculuk yapıp gaza edecekleri gösterildi." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    18- Allah'ın "Din Günü'nün Mâliki" Olması Nasıl Anlaşılmalıdır?


    Din günü henüz var edilmediği halde nasıl olur da yüce Allah "din günü*nün mâliki" diye buyurarak henüz varetmediği bir şeye mâlik olmakla ken*di zatını nitelendirmiştir? diye sorulsa şu cevap verilir:
    Birinci açıklama şekli: Şunu bil ki "mâlik", dan ism-i fail*dir. Arap dilinde ism-i fail ise, bazan kendisinden sonrakine izafe edilir. Bu durumda gelecek ifade eden fiil anlamındadır. Böyle bir ifade doğru, yanlış-sız, aklen anlaşılabilir bir ifadedir. Mesela, bir kimse: Bu yarın Zeyd'i vurucudur" dediği takdirde, Zeyd'i vuracaktır demek olur. Yi*ne: Bu gelecek sene Beytullahı hac eden*dir" dediğimiz takdirde bunun anlamı: Gelecek sene hac edecektir; demek*tir. Nitekim fiilin, henüz o işi işlemediği halde kendisine izafe edildiği de gö*rülen bir husustur. Bununla gelecekte o fiili yapacağı anlatılmak istenmiştir. İşte yüce Allah'ın da "din gününün mâliki" buyruğu da bu şekilde, gelecek hakkında te'vil edilip açıklanır. Yani o din gününe mâlik olacaktır. Yahut mey*dana geldiği takdirde din gününe mâlik olacaktır, anlamındadır.
    İkinci bir açıklama şekli: Mâlik kelimesi, kudrete raci kabul edilerek açık*lanır. Yani o din gününde kadir olacaktır. Veya din gününü varetmeye, meydana getirmeye kadirdir. Çünkü birşeyin mâliki demek, o şeyde tasarruf eden ve ona güç yetiren demektir. Aziz ve celil Allah da her şeyin mâlikidir ve kendi iradesine göre o şeyleri evirip çevirir. Mülkiyeti altında bulunan hiçbir şey O'nun iradesine, tasarrufuna karşı çıkamaz.
    Ancak birinci açıklama şekli arap diline daha uygundur ve daha yerinde*dir. Bunu Ebu'l-Kasım ez-Zeccacî söylemiştir.
    Üçüncü bir açıklama şekli: Eğer: O hem din gününün hem de başka şey*lerin mâliki olduğu halde ne diye özellikle din gününü zikretmiştir? denile*cek olursa şu cevap verilir: Çünkü dünyada onlar mülkiyet hususunda (yü*ce Allah ile) anlaşmazlık içerisinde idiler. Firavun, Nemrut ve başkaları gi*bi. O gün mülkünde hiç kimse onunla çekişemeyecek, karşı çıkamayacak*tır. Hepsi O'na boyun eğmiş olacaktır. Nitekim yüce Allah: "Bugün mülk ki*mindir?" (el-Mu'min, 40/16) diye buyuracak, bütün yaratıklar O'na: "Gücü herşeye yeten (kahhar) bir ve tek Allah'ındır" (el-Mu'min, 40/17) diye cevap vereceklerdir. Bundan dolayı da burada yüce Allah: "din gününün mâliki" diye buyurmuştur. Yani o günde O'ndan başka hüküm verecek yargıç, O'ndan başka amellerin karşılığını verecek kimse olmayacaktır. O her türlü eksiklikten münezzehtir ve O'ndan başka ilah yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    19- Sıfat Olmak Bakımından "Mâlik" ile "Melik" Arasındaki Fark:


    Şanı yüce Allah "melik" olmakla nitelendirildiği takdirde bu, O'nun zatî
    sıfatlarından birisi olur. Şayet "mâlik" olmakla nitelendirilir ise, bu da onun
    fiilî sıfatlarından olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  7. #17

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    20- Gün:


    Gün kelimesi tan yerinin ağarmasından itibaren güneşin batışına kadar olan vakittir. Bu kelime Kıyametin başlangıcı ile cennet ve cehennemliklerin her birisinin yerlerine varacakları vakte kadarki zaman için istiare yoluyla kullanılmıştır. "Gün" kelimesi onun kısa bir anı hakkında da kullanılabilir. Ni*tekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Bugün sizin için dininizi tamamla*dım" (el-Maide, 5/3) Gün anlamına gelen "yevm" kelimesinin çoğulu "eyyam" şeklinde gelir. Bunun aslı şeklindedir daha sonra "ya" ile "vav" id-ğam edilerek "eyyam" şeklinde olmuştur.
    Bazan sıkıntılı vakitler hakkında da "yevm" tabirini kullandıkları da olur. sıkıntılı bir gün, denildiği gibi, sıkıntılı, kapkaranlık bir gece" de denilir. Nitekim recez vezninde şair şöyle demiştir:
    "O, yaman günde savaş arkadaşım olarak o ne iyidir!"
    Burada geçen kelimesi, kelimesinden kalb edilmiştir. Vav'ı sona alınıp mim'i öne getirilmiş, daha sonra vav harfi ya harfine dönüştürül*müştür. Nitekim kova, kelimesinin çoğulunu yaparken der*ler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    21- "ed-Din":


    Amellere verilen karşılık ve ameller dolayısıyla hesaba çekmek demektir. İbn Abbas, İbn Mesud, İbn Cureyc, Katade ve başkaları böyle söylemiştir. Bu Peygamber (s.a)'den de rivayet edilmiş bir açıklama şeklidir. Bu açıklama*nın doğruluğuna yüce Allah'ın şu buyrukları da delildir: "O günde Allah on*lara eksiksiz olarak hesaplarını (dinehum) kendilerine vererecektir." (en-Nur, 24/25); "Bugün her bir nefse kazandığının karşılığı verilecektir." (el-Mu'min, 40/17); "Bugünde işleyegeldiğiniz amellerinizle size karşılık verilecektir." (el-Casiye, 45/28); "Gerçekten biz mi cezalandırılacağız (medînûn)?" (es-Sâffât, 37/53) Yani hesaba çekilip amellerimizin karşılığı mı verilecektir; anlamın*dadır.
    Lebid de der ki:
    "Ektiğini bir gün biçeceksin ve muhakkak
    Bir gün kişi ne işlediyse onunla hesaba çekilecektir."
    Bir başka şair de şöyle demektedir:
    "Bize yardım ettiklerinde biz de onlara yardım ederiz
    Onlar bize karşılığı verilecek birşey nasıl verdilerse biz de onlara itaat ederiz."
    Bir başka şair de şöyle demektedir:
    "Ve kesin olarak şunu bil ki mülkün yok olacaktır Şunu da bil ki sen ne yaparsan ona göre karşılık göreceksin." Dilciler der ki: Ona karşılık verdim anlamında: " Onun yaptığına uygun olarak ona karşılık verdim" denilir.
    Şanı yüce Allah'ın bir sıfatı olarak "ed-Deyyan" karşılık veren anlamın*dadır. Hadis-i şerifte de:Akıllı olan kişi kendi nefsine hükmederek itaat ettirendir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurulmaktadır.
    "Din"in yargı ve hüküm anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu aynı zaman*da İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Tarafe'nin şu beyitinde yer alan "din" kelimesi bu anlamdadır:
    "Ömrüne andolsun (kardeşim) Ma'bedin yük develeri Etrafında otlanacak bol ot bulunan kuyular üzerinde
    Mudar'dan senin dinine (hükmüne) karşı savaş açmış değildir." "Din" kelimesinin bu üç anlamı da birbirine yakındır. Din aynı zamanda itaat anlamına da gelir. Amr b. Külsûm'ün şu beyiti de bu anlamdadır:
    "Ve bizim ünlü nice uzun günlerimiz vardır O günlerde hükümdara itaat etmeyip karşı geldik."
    Buna göre "din" kelimesi müşterek (değişik manalar hakkında kullanı*lan) ortak bir lafızdır. Bunu da aşağıdaki paragrafta ele alacağız. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    22- "Din" in Diğer Anlamları:


    Sa'leb dedi ki: Kişi itaat ettiği takdirde ( Ob ) kullanıldığı gibi, isyan et*mesi halinde de bu kelime kullanılır, güçlü ve üstün olduğu vakit de zelil ol*duğu vakit de başkasını kahrettiği zaman da bu kelime kullanılır. Buna gö*re bu kelime zıt anlamlılardandır.
    "Din" adet ve durum hakkında da kullanılır. Şairin şu mısraında olduğu
    gibi:
    "Ve ondan önce Ümmü'l-Huveyris'ten gelen dinin (adetin ve durumun) gibi." el-Musakkib de devesinden sözederken şöyle demektedir:
    "Onun için yükünü bağlamak üzere örtümü yere serince der ki: Ebediyyen onun dini (âdeti) ve benim dinim (âdetim) böyle mi olacak?" Din, hükümdarın yaşayışı ve gidişi anlamına da gelir. Züheyr der ki:
    "Eğer Esedoğullarma ait Cevv (denilen) bir yerde konaklarsan Amr'ın dininde ve ikimizin arasında Fedek bulunursa. . ." Burada kastettiği, Amr'ın itaati altında demektir.
    el-Lihiyani'den nakledildiğine göre din hastalık anlamına da gelir. Buna delil olmak üzere de şu mısrayı gösterir:
    "Selmadan dolayı ey kalbinin hastalığı;
    (kalbin, istemeye istemeye) itaat altına alınmıştır." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    23-"Yalnız sana ibadet ederiz.:


    Burada üslubu çeşitlendirmek için gaibe hitaptan muhataba geçiş yapıl*mıştır. Çünkü sûrenin başından itibaren buraya kadar şanı yüce Allah'a dair haber verilmekte ve O'na sena edilmektedir. Nitekim yüce Allah'ın şu buy*ruğunda da durum böyledir: "Ve Rableri onlara tertemiz bir şarap içirmiş-tir." (el-İnsan, 76/21) diye buyurduktan sonra: "İşte bu hiç şüphesiz sizin için bir mükafattır." (el-İnsan, 76/22) diye buyurmaktadır. Şu buyrukta da bu şek*lin aksini görüyoruz: "Nihayet siz gemilerde bulunduğunuz zaman gemiler de onları güzel bir rüzgar ile götürdüklerinde..." (Yunus, 10/22) Bu şekil*deki anlatıma dair açıklamalar da bu âyetlerin tefsirinde yeri gelince yapıla*caktır.
    "İbadet ederiz"in anlamı "itaat ederiz"dir. İbadet itaat ve zilletle boyun eğ*mek demektir. Gidip gelenler için rahat bir şekilde yapılmış olan yol hakkın*da da denilir. Bunu el-Herevi söylemiştir.
    İbadetle mükellef olan kimsenin bu sözleri söylemesi Allah'ın rububiyye-tini ikrar ve yüce Allah'a ibadeti de tahkiktir. Çünkü başka insanlar O'nun dı*şında kalan birtakım putlara ve başka şeylere ibadet etmektedirler.
    "Ve yalnız senden yardım dileriz", yani yardımı, desteği ve başarıyı senden istiyoruz.
    Sülemi, "Hakaik" adlı eserinde: Muhammed b. Abdullah b. Şâzân'ı şöyle derken dinledim: Ebu Hafs el-Ferğânî'yi şöyle derken dinledim: Her kim: "Yal*nız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz"in anlamını ikrar eder ve kabul ederse o Cebriyyecilikten de Kaderiyecilikten de uzak kalmış olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  8. #18

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    24- İbâdet Yalnız Allah'adır:


    Şayet mef'ul "İyyâke: Yalnız sana" lafızları) niçin fiilin (Na'budu ve nes-tein: İbadet ederiz, yardım dileriz) lafızlarından önce gelmiştir? denilecek olur*sa, şu cevap verilir: Önemi dolayısıyla böyle olmuştur. Araplar önemli ola*nı öne alırlar. Anlatıldığına göre bedevi bir arap diğerine sövmüş, kendisi*ne sövülen ona iltifat etmemiş, bu sefer söven kişi iltifat etmeyene seni kastediyorum" demiş, öteki de (aynı şekilde mef'ulu öne alarak): Ben de senden yüzçeviriyorum" diye cevap vererek her iki*si de daha çok önem verdikleri kelimeyi öne almışlardır. Diğer taraftan iba*det eden ile ibadet lafızları, kendisine ibadet edilen ma'buddan önce zikre*dilmesin diye böyle olmuştur. O bakımdan fiilin mef ulden önce getirilerek: (ı'h.v.-jj i1jl«i) şeklindeki kullanım caiz olmadığı gibi şeklindeki bir kullanım da caiz değildir. Bunun yerine Kur'an'ın lafzı ne şe*kilde ise ona uymak gerekir. el-Accac der ki:
    "Yalnız sana dua ederim, kabul et, yalvarıp yakarmamı Günahlarımı bağışla ve gümüşümü (malımı) çoğalt." Şairin:
    "Sana doğru (yürüdü bu dişi deve) senin yanına varıncaya kadar." Şeklindeki ifadesi ise şaz olup ona kıyas edilerek söz söylenemez. "Iyyâke (yalnız sana)" lafzının tekrarlanış sebebi ise "yalnız Sana ibadet
    ederiz", "başkasından yardım dileriz" gibi bir mananın vehmedilmemesi
    içindir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    25- "îyyâke" Kıraati:


    Kıraat imamları ile ilim adamlarının cumhuru her iki yerdeki "iyyake" laf*zının "ya" harfini şeddeli olarak okumuşlardır. Amr b. Fâid ise, hemzeyi es-reli "yâ" harfini de şeddesiz olarak "iyâke" şeklinde okumuştur. Çünkü o, ya'nın şeddeli okunuşu ağır olduğundan ve ondan önce de esre bulunduğun*dan dolayı ya'yı şeddeli okumayı hoş görmemiştir. Şu kadar var ki bu, ka*bul görmemiş bir okuyuş şeklidir. Çünkü o takdirde anlam: "Senin güneşi*ne veya ışığına ibadet ederiz" gibi bir hal alır. Çünkü ifadesi "güneşin ışığı" anlamına gelir. Bazen baştaki hemze üstün olarak da (eyâtu) şeklinde de okunabilir. Şair der ki:
    "Diş etleri müstesna güneş güzelleştirdi, beyazlattı onu(n dişlerini) Ve üstüne saçıldı, ayrıca ağzına sürme alıp ısırmadı (dişleri karannadı)." Ayın etrafındaki hale ne ise "iyâf'ın da güneş için o olduğu da söylenmiş*tir.
    el-Fadl er-Rukaşi (hemzeyi üstünlü okuyarak) "eyyâke" şeklinde okumuş*tur. Bu yaygın bir söyleyiştir. Ebu Sevvar el-Ğanevi de her iki yerde de "hiy-yâke" şeklinde okumuştur. Bu da bir şivedir. Şair der ki:
    "Sakın o işten, çünkü gidişleri geniş olursa, Fakat dönüşleri senin için dar olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    26- Yardım Yalnız Allah'tan İstenir:


    Ve yalnız Senden yardım dileriz" buyruğu cümlenin cümleye atfedilmesidir. Yahya b. Vessab ile el-A'meş, ilk "nun" harfini esre-li okuyarak "nistein" şeklinde okumuşlardır. Temim, Esed, Kays ve Rabia'nın şivesi böyledir. Bu kelimenin (yardım diledi) anlamınadan geldiğini göstermek için vasıl eliflerinin esreli okunuşu gibi "nun" har*fi de esreli okunmuştur, kelimesinin aslı şeklindedir. "Vav" harfinin harekesi ayn'a kalb edilerek "ya" halini almıştır. (Nesteinu olmuştur)
    Mastarı şeklindedir. Aslı ise dır. Vav'ın harekesi ayn'a intikal edince bu sefer vav, elife dönüştü. İki sakin bir araya gelmeyeceğin*den dolayı ve fazla olduğu için ikinci elif hazfedildi. Birinci elifin hazfedil-diği de söylenmiştir. Çünkü birincisi mana içindir. Bunun yerine geçmek üze*re de ha (yuvarlak t) gelmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    27- Dosdoğru Yol:


    Bizi dosdoğru yola ilet."
    Bu buyruk, rabbe kulluk edenin rabbine yaptığı bir duası ve bir niyazı*dır. Anlamı şudur: Bize dosdoğru yolu göster ve ona yönelt. Sana yakın ol*maya ulaştıran hidâyetinin yolunu göster. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Yü*ce Allah, duanın belkemiğini ve özünü bu sûreye koymuştur. Bu duanın ya*rısında en kapsamlı şekliyle hamd -ü sena vardır. Diğer yarısında ise ihtiyaç*ların temeli yer almaktadır. O bakımdan bu sûrede bulunan duayı dua ede*nin yapacağı en faziletli dua kılmıştır. Çünkü bu sözleri âlemlerin Rabbi Al*lah söylemiştir. Sen O'na bizzat kendisinin söylemiş olduğu kelamı ile dua ediyorsun. Hadis-i şerifte de: "Allah katında duadan daha şerefli hiçbir şey yoktur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurulmuştur.
    Bu duanın anlamının şu olduğu da söylenmiştir: Sünnetlere uymak sure*tiyle farzlarını eda etmeye bizleri ilet.
    Hidâyetin asıl anlamının meylettirmek olduğu da söylenmiştir. Yüce Al*lah'ın: Şüphesiz biz, sana yöneldik" (el-A'raf, 7/156) buyru*ğu da bu anlamdadır. Peygamber (s.a) de hastalığı esnasında iki kişi arasın*da sağa sola meyi ede ede çıkmış idi." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. "Hediyye" keli*mesi de burdan gelmektedir. Çünkü hediye birisinin mülkiyetinden ötekinin mülkiyetine meyletmektedir. Harem-i şerife götürülen hayvana ad olan "hedy" de buradan gelmektedir. Buna göre bu duanın anlamı şöyle olur: Sen bizim kalplerimizi hakka döndür.
    Fudayl b. Iyad dedi ki: "Dosdoğru yol (sırat-ı müstakim) hac yoludur. Bu ise özel bir anlamdır. Anlamın genel olması daha uygundur.
    Muhammed b. el-Hanefiyye, yüce Allah'ın: "Bizi dosdoğru yola ilet" buy*ruğu hakkında der ki: Bu şanı yüce Allah'ın kullardan başkasını asla kabul etmediği Allah'ın dinidir.
    Asım b. el-Ahvel de Ebu'l-Aliye'den şunları nakletmektedir: "Dosdoğru yol" Rasûlullah (s.a) ile ondan sonra gelen iki arkadaşı (Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer)dir. Asım dedi ki: Ben el-Hasen'e: Ebu'l-Aliye: "Dosdoğru yol" Rasû*lullah (s.a) ve iki arkadaşıdır diyor, sen ne dersin, diye sordum.. O da: Doğru söyledi ve gerçekten samimi bir şekilde bunu dile getirdi, dedi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  9. #19

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    28- Yol:


    Sırat kelimesinin arapçada asıl anlamı yol demektir. Âmir b. et-Tufeyl şöy*le der: "Onların topraklarını atlılarla doldurduk, o kadar ki Onları yoldan da daha zelil halde bıraktık." Bir başka şair şöyle demektedir:
    "Mü'minlerin emiri bir yol üzeredir ki Dosdoğrudur o, gelen yollar eğilip büküldüğünde." Bir diğer şair de şöyle demektedir:
    "Ve o açık seçik yoldan alıkoydu."
    en-Nekkaş'ın naklettiğine göre sırat Rumcada yol demekmiş. Ancak İbn Atiyye, bu oldukça zayıftır demiştir. Bu kelime yutmak anlamına gelen ve dan türeyen (sad harfi yerine) sin harfi ile şeklinde de okunmuştur. Yani sanki yol kendisini takip edeni yutuyormuş gibi bir anlam ifade eder. Aynı şekilde "sırat" sad ile "z" arasında bir sesle de okunduğu gi*bi safi bir "z" ile de okunmuştur. Ancak aslolan sin'dir.
    Seleme, el-Ferra'dan şöyle dediğini nakletmektedir: "ez-Zirat" kelimesi, Uz-re, Kelb ve Benu Kaynlıların bir şivesidir. Bunlar mesela, "asdak" diyecek yer*de "ezdak" derler. Yine bunlar "esd" diyecek yerde "ezd" derler. Yine bun*lar "lesaka bihi" ifadesinde (sad yerine sin harfini kullanarak) leseka bihi der*ler.
    kelimesinin son harfinin fethalı (nasb ile) okunması ikinci me-ful olduğundan dolayıdır. Çünkü hidâyetten türeyen fiil harfi cer ile birlik*te ikinci mefule de geçişli olur. Nitekim yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: Onları cehennemin yoluna götürün." (es-Saffat, 37/23) (Tefsiri yapılan) bu âyette olduğu gibi harf-i cersiz olarak da iki me*fule geçiş yapabilir.
    Âyetteki "dosdoğru" kelimesi, yol'un sıfatıdır. Bu ise eğriliği ve sapması olmayan demektir. Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir: "Ve şüphesiz ki bu Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyunuz." (el-En'am, 6/153) Bunun aslı şeklindedir. Vav harfinin harekesi kafa alındı, kaf harfi de ken*disinden önceki harfin esreli olması sebebiyle ya'ya dönüştü. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    29- Nimete Mazhar Olanlar:


    "Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna":
    Buradaki sırat (yol), birinci "sırat"dan, birşeyin birşeyden bedel olması şek*linde bir bedeldir. Senin: Bana Zeyd -yani baban- geldi demen gibi. Anlamı ise: Bizim hidâyetimizi sürekli kıl, demektir. Çünkü insan, bazen doğru yo*la iletilir, sonra da bu doğruluk yolu üzere olması sona erdirilebilir.
    Bu âyet-i kerimede sözü geçen sırat'ın (yolun) bir başkası olduğu da söy*lenmiştir. Bunun anlamı ise, yüce Allah'ı gereği gibi bilip tanımak, onun buy*ruklarını anlamaktır. Bu açıklamayı Cafer b. Muhammed yapmıştır.
    Kur'ân-ı Kerim'in kullanışında Kimseler" kelimesi her üç du*rumda da (ref, nasb ve cer hallerinde de) değişmez. Huzeylliler, ref halinde derler. Kimi arap kabileleri de derken, kimisi de demektedir. Buna dair açıklama ileride gelecektir.
    Kendilerine" kelimesi, on şekilde söylenebilir. Bunların çoğu ile de okunmuştur. (Bu okuma şekillerinin ilk altısı kıraat imamlarından nakle*dilmiş olmakla birlikte sonraki dört okuyuş araplardan nakledilmiş olup kı*raat imamlarından rivayet edilmemiştir. ) He harfini ötreli, mim harfini cezim-li okuyarak şeklinde; he harfini esreli mim harfini sakin şeklinde; he harfi esreli, mim harfi esreli ve esreden sonra da ya harfini ge*tirmek suretiyle (şeklinde, he harfi esreli, mim ötreli ve ötreden son*ra da bir vav eklemek suretiyle şeklinde; he harfi ve mim harfi öt*reli, ayrıca mimden sonra da vav getirmek suretiyle şeklinde. Di*ğer taraftan vav eklemeksizin he ve mim harflerini ötreli okuyarak şeklinde. Bu altı okuyuş kıraat imamlarından nakledilmiştir. Bundan sonra*ki dört okuyuş şekli ise araplardan nakledilmekle birlikte kıraat imamların*dan nakledilmiş değildir: He harfi ötreli, mim esreli ve mimden sonra ya har*fi getirmek suretiyle şeklinde. Bunu Hasan-ı Basri araplardan nak-letmiştir. Ha harfi ötreli ya harfi eklemeksizin mim harfi esreli olarak şeklinde; he harfi esreli vav eklemeksizin mim harfi ötreli şeklin*de; ha ve mim harfleri esreli ve mimden sonra ya getirmeksizin şeklinde. Bütün bu okuyuş şekilleri doğrudur. Bu açıklamaları İbnu'1-Enbâ-rî yapmıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    30- Nimet Verilenler Kimlerdir:


    Ömer b. el-Hattab ve İbn ez-Zübeyr (r.ahnuma) âyetin bu kısmını (sırat kelimesinden sonra "men" ekleyerek): şeklinde oku*muşlardır.
    "Kendilerine nimet verilenlerin kimler oldukları hususunda farklı görüş*ler ileri sürülmüştür. Ancak müfessirlerin büyük çoğunluğu der ki: Burada peygamberlerin sıddîklann, şehidlerin ve salihlerin yolu kastedilmiştir. Bu gö*rüşlerini de yüce Allah'ın şu buyruğundan çıkartmışlardır: "Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği pey*gamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle, salihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi, ne güzel arkadaşdırlar." (en-Nisa, 4/69) Âyet-i kerime bunların dosdoğru yol üzere olduklarını göstermektedir. Fatiha süresindeki âyette de kastedilen iş*te budur. Bu hususta ileri sürülen bütün görüşler dönüp dolaşıp buraya ge*lir. O bakımdan konu ile ilgili ileri sürülmüş görüşleri tek tek sıralamanın an*lamı yoktur. Yardımı Allah'tan talep ederiz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  10. #20

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    31- Bu Âyet ve İnsanın Fiilleri:


    Bu âyet-i kerime Kaderiye, Mu'tezile ve İmamiye'nin görüşlerini reddetmek*tedir. Çünkü bunlar insanın - ister itaat olsun ister masiyet olsun - fiillerinin kendisinden sadır olması için iradesinin yeterli olduğuna inanmaktadırlar. Çün*kü onlara göre insan kendi fiillerini yaratır. Fiillerin kendisinden sadır olabil*mesi için Rabbine ayrıca ihtiyacı yoktur. Yüce Allah ise bu âyet-i kerimede on*ları yalanlamaktadır. Çünkü insanlar Allah'tan dosdoğru yola iletilmelerim is*temişlerdir. Eğer iş onlara kalmış ve seçim, Rablerine ihtiyaçları olmaksazın kendi ellerinde bulunan birşey olsaydı, doğru yola iletilmelerini rablerinden istemezler, her namazda bu dileklerini tekrarlamazlardı. Yine hoşlarına gitme*yen şeylerin bertaraf edilmesi için yalvarıp yakarmalan da böyledir. Hoşa git*meyen şey ise şu sözlerinde dile getirdikleri ve doğru yola iletilmeye aykırı olan hususlardır: "Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba uğ*rayanların ve yolunu sapıtanlarınkine değil." Ondan kendilerini nimet ver*diği kimselerin yoluna iletmesini istedikleri gibi, kendilerini saptırmamasını da istemişlerdir. Nitekim rablerine şöyle dua ederler: "Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma..." (Âl-i İmran, 3/8) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    32- Gazaba Uğrayanlar ve Sapanlar:


    "...Gazaba uğrayanların ve yolunu sapı*tanlarınkine değil."
    "Gazaba uğrayanlar" ile "sapıtanlar"ın kimler oldukları hususunda farklı görüşler vardır. Cumhur, gazaba uğrayanların yahudiler, sapıtanalann da hı-ristiyanlar olduğu kanaatindedir. Nitekim Peygamber (s.a)'dan Adiyy b. Ha-tim'in İslam'a girişini anlatan hadis-i şerifte bu şekilde açıklanmaktadır. Bu*nu Ebu Davud et-Tayalisi Müsned'inde, Tirmizî de eZ-Camt'inde zikretmiş*tir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu tefsirin doğruluğuna yüce Allah'ın yahudiler hakkındaki: "... ve Al*lah'tan gelen bir gazaba uğratıldılar" (el-Bakara, 2/61); "Ve Allah onlara karşı gazap lanmış..." (el-Feth, 48/6) diye buyurmuş olması ile hıristiyanlar hakkında da: "Bundan önce onlar sapıklığa düşmüş, birçok kimseyi saptır*mış ve sonra da dümdüz yoldan sapagelmişlerdir." (el-Maide, 5/7) buyruk*ları da bu tefsire delil teşkil etmektedir.
    Gazaba uğrayanların müşrikler, sapıtanlann da münafıklar; "gazaba uğra*yanların bu sûreyi namazda okumayı farz kabul etmeyenler, "sapıtanlar"ın da bunu okumanın bereketinden mahrum kalanlar oldukları da söylenmiş*tir. Bunu es-Sülemi "Hakaik"inde el-Maverdi de Tefsir'inde zikretmiş ise de bunun doğrulukla ilgisi yoktur. el-Maverdi der ki: Bu reddedilen bir açıkla*ma şeklidir. Çünkü kendisi hakkında haberlerin çatıştığı rivayetlerin karşı kar*şıya geldiği ve görüş ayrılıklarının yaygın olduğu herhangi bir husus hakkın*da böyle bir hükmün verilmesi caiz değildir.
    "Gazaba uğrayanlar" ile bid'atlere uyanların, "sapıtanlar" ile hidâyet yo*lundan uzak kalanların kastedildiği de söylenmiştir.
    Derim ki: Bu güzel bir açıklamadır. Peygamber (s.a)'nın açıklaması ise da*ha önceliklidir, daha yücedir, daha güzeldir.
    kendilerine" buyruğu ref mahallindedir. Çünkü bunun anlamı "kendilerine gazab edilmiş" şeklindedir.
    Gazab; şiddet, katılık demektir. Sert tabiatlı kişi için denilir. Yi*ne bu kelime katılığı sebebiyle oldukça zarar verici, gaddar yılan hakkında kullanılır. kelimesi ise, üstüste katlanan deve derisinden bir par*ça demektir. Sertliği sebebiyle bu ad verilmiştir.
    Yüce Allah'ın sıfatı olarak "gazab"m anlamı cezalandırma iradesidir. Bu zati bir sıfattır. Çünkü yüce Allah'ın iradesi zatının sıfatlarındandır. Veya biz*zat cezanın kendisi anlamına da gelir. Nitekim: "Şüphesiz sadaka Rabbin ga*zabını söndürür" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. buyruğunda "gazap" bu anlamadır. Burada ise fiilî sıfat*lardandır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    33- Sapıtmak (Dalâlet):


    "Sapıtanlarınkine değil" buyruğunda geçen "dalal" Arapçada doğru yoldan, hak yoldan uzaklaşmak gitmek demektir. Su süte karışıp kayboldu*ğunda denilir. Yüce Allah'ın: Biz yer*de kaybolduğumuz vakit.." (es-Secde, 32-10) buyruğunda bu anlamı ifade et*mektedir. Yani biz ölüp de kaybolur ve toprak olsak da mı (diriltileceğiz)? demektir. Şair der ki:
    "Niye sormazsın, bu diyar sana haber versin Kaybedilen o kabilenin nereye gittiğini?
    kelimesi suyun vadide evirip çevirdiği dümdüz taş demek*tir. Aynı şekilde dağda bulunup da rengi dağın renginden farklı kaya parça*sı hakkında da denilir. Şair şöyle demektedir:
    "Yahut bir dağdaki farklı renkten bir kaya parçası, fakat her ikisi de himaye edemedi." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    34- Şâzz Kaide Dışı Bir Okuyuş:


    Ömer b. el-Hattab ile Ubey b. Ka'b, şeklinde (aleyhim'den sonra ve ğayridd-âllîn diyerek) okumuşlardır. Yine her ikisinden "gayr" kelimelerini esreli ve üstünlü olarak okudukları da rivayet edilmiştir.
    Esreli okunursa den veya deki he ve mim'den bedel olur. Yahut m sıfatı olur. Bu kelime ise marifedir. Marife olan kelimeler ise, nekre (belirtisiz)lerle, nekreler de marifelerle nitelendirilmezler. Ancak da maksat farklı olduğundan dolayı umumidir. Buna göre kullandı*ğımız bu ifade: Ben senin gibi birisinin yanından ge*çecek ve ona ikramda bulunacağım" demeye benzer. Yahut da kelime*si artık aralarında ortada birşeyin bulunmadığı iki şey arasında olduğundan dolayı marife olur. Senin: Hayatta olan ölüden başka birşeydir, duran hare*ket edenden başka birşeydir, ayakta bulunan oturandan başka bir şeydir, de*mene benzer. Görüldüğü gibi bu konuda birincisi el-Farisi'nin ikincisi ez-Ze-mahşeri'nin olmak üzere iki görüş vardır.
    kelimesinin ra harfinin fethah okunması da iki şekildedir. Ya den haldir veya kelimesindeki ha ile mim'den haldir. Bu durumda şöyle demiş gibi oluruz: Kendilerine nimet verdiğin fakat üzerlerine gazap edilmemiş olanlannkine. Ya da istisna olduğu için nasbedilmiştir. Şöyle de*nilmiş gibi olur: Ancak kendilerine gazap edilmiş olanlannkine değil, Demek istiyorum ki fiili ile üstün okunması da caizdir. Bu şekilde bir açık*lama el-Halil'den nakledlmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •