28. Nasıl oluyor da Allah'ı inkâr ediyorsunuz? Halbuki daha önce ölüler idiniz de sizi O, diriltti. Sonra sizi öldürecek, sonra sizi diriltecek ve sonunda da yalnız O'na döndürüleceksiniz.

Hayat ve Ölümün Varlığı Kıyametin Kesin Delilidir:


"Nasıl" anlamına gelen hale dair bir sorudur. Yani, bunlar öyle kim*selerdirler ki, kendilerine karşı susturucu deliller sabit olduğu halde, inkâ*ra saptıkları için, durumlarına hayret edilmesi gereken kimselerdir.
Kitap ehli, Allah'ı inkâr etmemekle birlikte onlara bu şekilde bir hitap na*sıl yerinde olur? diye sorulacak olursa cevap şudur: Onlar Muhammed (s.a)'ın durumunu olduğu gibi kabul etmeyip getirdiklerini tasdik etmedik*lerinden dolayı Allah'a şirk koşmuş oluyorlar. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in Al*lah tarafından gönderildiğini kabul etmiyorlar. Kur'an-ı Kerim'in insan sözü olduğunu iddia eden kimse, Allah'a şirk koşmuş ve ahdini bozmuş olur.
Şöyle de denilmiştir: "Nasıl" anlamına gelen kelimesi, aslında so*ru edatı olmakla birlikte burada böyle değildir. Burada bu kelime gerçeği söy*letmek ve azarlamak için gelmiştir. Yani: O bunlara kadir iken nasıl olur da üzerinizdeki nimetlerini inkâr edebilirsiniz, demektir. el-Vâsıtî der ki: Yüce Allah, bu buyruğu ile onları en ileri derecede azarlamış bulunmaktadır. Çünkü ölüler ve cansızlar hiçbir hususta kendilerini var eden ile tartışmaz*lar. Aksine, bu konuda tartışma canlı iskeletler tarafından yapılmaktadır.
"Halbuki siz daha önce ölüler idiniz" buyruğu yaratılıştan önceki halle*rini ifade etmektedir.
"... de sizi O diriltti, sonra sizi öldürecek." Burada vakıf tam bir vakıf olur. Ebu Hatim böyle demiştir. Daha sonra yüce Allah: "... sonra sizi diriltecek..." diye buyurmaktadır.
Tefsir alimleri, bu iki ayrı ölüm ile iki ayrı hayatın sırası ve insan için kaç defa ölümün ve kaç defa hayatın sözkonusu olduğu hususunda farklı görüş*lere sahiptirler. İbn Abbas ve İbn Mes'ud der ki: Yani sizler yaratılmadan ön*ce, yok ve var olmayanlar anlamında "ölüler" idiniz. Sonra sizi diriltti. Ya*ni yarattı. Daha sonra ecellerinizin sona ermesiyle sizi öldürecek, sonra Kı*yamet gününde sizi tekrar diriltecektir.
İbn Atiyye der ki: Bu âyet-i kerime ile anlatılmak istenen işte budur. Kâfirlerin kaçış yolu bulamayacakları delil de budur. Çünkü ölüm ve hayatı ka*bul etmektedirler. Eğer kâfirler, daha önce varlığı sözkonusu olmayan ölü*ler olduklarına, sonra dünyada hayat bulmaya, sonra yine dünyada ölüme dik*kat edecek olsalar, ondan sonraki son dirilişin gereğine dair kanaatleri pe*kişir ve güç kazanır, buna bağlı olarak ölümden sonraki dirilişi inkâr etme*leri de herhangi bir delil getiremedikleri bir iddiadan ibaret kalır.
Bir başkası da şöyle demiştir: Bu açıklamaya göre, kabirdeki hayat dün*ya hayatı hükmünde demektir. Dünya hayatında öldürüp sonra yine dünya*da iken dirilmesi, kişinin ilk ölümü sayılmadığı gibi, kabir hayatı da sayıl*maz denilmiştir.
Bu buyruğun açıklanmasıyla ilgili şöyle de denilmiştir: Sizler Adem'in sul*bünde ölüler idiniz. Sonra onun sırtından toz zerrecikleri gibi sizi çıkardı. Son*ra sizi, dünyada öldürür sonra sizi tekrar diriltecektir.
Bir başka açıklama şekli de şöyledir: Sizler erkeklerin sulblerinde, kadın*ların rahmlerinde ölüler -yani nutfeler- idiniz. Sonra sizleri rahimlere taşı*dı, orada sizi diriltti. Daha sonra bu hayattan sonra sizi öldürür, sonra soru sormak üzere kabirde sizi diriltir. Sonra kabirde sizi öldürür. Daha sonra mah*şere gitmek üzere kabirlerinizde diriltir. İşte ardında ölümün sözkonusu ol*madığı hayat da budur.
Derim ki: Bu açıklamaya göre üç ölüm ve üç dirilme sözkonusudur. Âdem'in sulblerinde ölüler olmaları, onun sırtından çıkartılıp kendileri hak*kında tanıklıkta bulunmaları, erkeklerin sulbleriyle kadınların rahimlerinde nutfeler halinde bulunmalarından farklı bir durumdur. Buna göre, dört ölüm ve dört hayat sözkonusudur.
Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah onları, Âdem'i yaratmadan önce toz zerrecikleri gibi varetti, sonra da öldürdü. Buna göre, beş ölüm ve beş di*riltme sözkonusu olur. Muhammed (s.a)'in ümmetinden günahkar kimseler için cehenneme girdiklerinde sözkonusu olacak altıncı bir ölüm vardır. Çünkü Ebu Said el-Hudrî tarafından rivayet edilen hadiste şöyle denilmek- i tedir: Rasulullah (s.a) buyurdu ki: "Cehennemlik olan cehennem ehline ge-j /linçe, onlar orada asla ölmeyecek ve dirilmeyeceklerdir. Fakat bir takım in-ı j sanlar vardır ki onlara günahları sebebiyle ateş isabet edecektir. Allah onları bir çeşit ölümle öldürecektir. Nihayet, kömür haline geleceklerinde hak-/ larında şefaate izin verecektir. Ayrı ayrı topluluklar halinde getirilecek ve cennet nehirleri üzerine saçılacaklardır. Sonra şöyle denilecek: Ey cennet hal*kı, bunlara (su) akıtın. Selin sürüklediği şeyler arasında bulunan bakla tohu*mu gibi biteceklerdir." Bunu dinleyenler arasında bulunanlardan birisi şöy*le dedi: Sanki Rasulullah (s.a) çölde çobanlık etmiş gibidir. Bu hadisi Müs-
rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Derim ki: Hadis-i şerifte geçen: "Allah onları bir çeşit ölümle öldürecek*tir" buyruğunda kastedilen hakiki mahiyetiyle ölümdür. Çünkü burada mas-dar ile te'kid edilmiştir. Bu ise onlar için bir ikramdır. Şöyle de denilmiştir: "onları... öldürür" ifadesinin uyumak suretiyle cehennemin acılarını duyma*yacak hale gelmelerin de olabilir. Ve bu hakiki manada bir ölüm değildir. An*cak birinci görüş daha sağlıklıdır. Nahivciler fiili masdar ile tekid ettiğimiz tak*dirde (mef'ûl-u mutlak) mecaz anlamını ifade etmeyeceğini bunun hakikat anlamını dile getireceğini sözbirliği halinde kabul etmişlerdir. Yüce Allah'ın: "Allah Musa ile de konuştu." (en-Nisa, 4/164) buyruğu da bu türdendir. Yü*ce Allah'ın izniyle yeri gelincede bunun da açıklaması yapılacaktır.
Bu buyruğun anlamı ile ilgili olarak şöyle bir açıklama da yapılmıştır: Siz*ler etkisiz ve hareketsiz olduğunuz için ölü gibi idiniz. Bu din ve size gelen Peygamber sayesinde şanınızı, şerefinizi yükselterek sizi diriltti. Sonra sizi öl*dürecek ve sözünüz edilmeyerek öleceksiniz. Sonra da öldükten sonra di*riliş için sizi tekrar diriltecektir.
"Ve sonunda da yalnız O'na döndürüleceksiniz." Küfür ve inkârınız sebebiyle O'nun azabına döneceksiniz. Tekrar hayat bulacak ve sorguya çe*kileceksiniz, anlamında olduğu söylenmiştir. Nitekim yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Daha önce ilk yaratmayı başlattığımız gibi, onu iade ederiz." (el-Enbiya, 21/104) Buna göre onların tekrar iade edilmeleri, di-riltilmeleri ilk yaratılışları gibidir. Bu da bir dönüş demektir.
Çoğunluk bunu: " döndürüleceksiniz" şeklinde okumuştur. An*cak Yahya b. Ya'mer, İbn Ebi İshak, Mücahid, İbn Muhaysin, Sellam b. Ya'kub, bu kelimenin geldiği yerlerde muzaraat harfini üstün, cim harfini de esreli yani"...dönerler" şeklinde okurlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

29. Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe yö-nelip de onları yedi gök halinde düzenledi. O her şeyi bilendir.
"Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur..." buyruğu ile ilgili açık*lamalarımızı on başlık halinde ele alacağız:

1- Yaratma'nın Anlamı:


"Yaratmak", yokluktan sonra icad etmek, meydana getirmek, var etmek demektir. Bazan herhangi bir işi yapması halinde insan hakkında da "yarat*tı" kullanıldığı olur. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi:
"Söylediğini yaratan kimseye karşı
Benim yapabileceğim çok azdır."
Buna dair açıklamalar daha önceden de yapılmıştı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İbn Keysan der ki: "Sizin için yaratan" buyruğu sizden dolayı, size se*bep yaratan demektir. Bunun anlamı şudur: Yeryüzünde her ne varsa sizin için bir nimettir, o bakımdan bunlar sizin içindir. Aynı zamanda bunlar, tev*hide ve ibrete delildir, şeklinde de açıklama yapılmıştır.
Derim ki: İleride de açıklayacağımız üzere doğru olan açıklama şekli bu*dur. Bununla insanların ihtiyaçları olan herşeyi kastetmiş olması da mümkün*dür. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

2- "Eşyada Asıl Mübahlıktır":


Haramlığına dair delil bulunmadıkça, kendileri ile yararlanılan eşyada as-lolan mübahlıktır, diyenler bu ve buna benzer diğer âyetleri delil gösterirler. Yüce Allah'ın şu buyruğu gibi: "Göklerde ve yerde bulunan şeylerin hepsi*ni de kendi nezdinden size müsahhar kılmıştır." (el-Câsiye, 45/13) Bu ka*naati ortaya atanlar, şu sözleriyle de delillerini desteklerler: İnsanın hoşuna giden, canının çektiği güzel yiyeceklerin yaratılmaması mümkün olmakla bir*likte yaratılmıştır. O halde bunlar boşuna yaratılmış olamazlar. Dolayısıyla bunların bir faydasının olması da kaçınılmazdır. Bu faydanın yüce Allah hak*kında sözkonusu olması ise doğru olamaz. Çünkü O, bizatihi müstağnidir. Ya*ni böyle şeye de başka şeye de muhtaç değildir. Dolayısıyla sözü geçen bu fayda bize aittir. Bizim bunlardan fayda sağlamamız; ya bunlardan lezzet al*mak şeklindedir veya bu yolla denenmemiz için onlardan kaçınmamız şek*linde ortaya çıkar yahut bizim bunlardan gereken şekilde ibret almamız ile gerçekleşir. Bütün bu hususların elde edilmesi ancak bu güzel ve lezzetli şey*lerin tadına bakmakla mümkün olur. O bakımdan bunların mubah olması ge*rekmektedir.
Fakat bu iddia, tutarsızdır. Çünkü bizler, bir menfaat için yaratılmadıkla*rı takdirde boşu boşuna yaratılmış olmaları gereğini kabul etmiyoruz. O bun*ları bu şekilde yaratmıştır. Çünkü asıl olarak menfaatlerini yaratmak, O'nun için vacip değildir. Aksine vacip kılan O'dur. Diğer taraftan sözü geçen menfaatin belirttikleri hususlara münhasır olmasını da kabul etmiyoruz ve bu gibi menfaatlerden herhangi birisinin yiyeceklerin tadına bakmadıkça mey*dana gelemeyeceği tezini de reddediyoruz. Aksine bazan, tabiat ve karakter*ler üzerinde araştırma yapanlarca bilindiği gibi, tadları ne şekilde olduğunu başka birtakım hususlarla da anlamak mümkündür. Bu iddiaya karşı bu ta*dına bakılacak şeyin öldürücü zehirler olmasından korkulması ile de görüş*leri reddedilir. Diğer taraftan bunların haram olduklarını kabul eden kimse*lerin ileri sürdükleri birtakım şüpheler de bunların tezlerine karşıdır.
Başkaları bu konuda hüküm vermeyip şöyle demişlerdir: Bizim kendisi*nin, güzel veya çirkin (hasen veya kabili.) olduğunu idrak edebildiğimiz her bir fiilin aynı zamanda bizatihi güzel olması da mümkündür. Bunun ne ol*duğunu şer'î hüküm gelmedikçe tayin edecek bir delilimiz yoktur. O halde bu konuda şer'î hüküm gelmedikçe durmak ve karar vermemek gerekir.
Bu üç görüş de Mu'tezileye aittir.
Şeyh Ebu'l Hasen (el-Eş'arî) ve onun mezhebini kabul edenlerle Malikî mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğu ile es-Sayrafî bu mes'ele ile ilgili olarak hüküm vermemeyi (tevakkufu) mutlak olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre, tevakkufun (karar ve hüküm vermemenin) anlamı şudur: Böy*le bir durumda eşya hakkında hüküm verilemez. Şeriat (şer'î hüküm geldi*ği takdirde) onlarla ilgili dilediği hükmü verebilir. Akıl, vücup ve benzeri bir hükmü (değer yargısını) veremez. Aklın bu konudaki payı; işleri ve eşyayı olduğu gibi tanımaya çalışmaktan ibarettir.
İbn Atiyye der ki: İbn Fûrek, İbnu's-Sâiğ'den şöyle dediğini nakletmek*tedir: Akıl hiçbir şekiftje sem'i (peygamber vasıtasıyla gelen) delilden uzak kalmamıştır. Hakkında sem'i delil bulunmayan hiçbir olay yoktur. Eğer sem'i delil doğrudan doğruya onunla ilgili değilse, dolaylı olarak onunla ilgilidir veya o olayın sem'i delil hükmünü alacak kendisine göre uygun bir hali var*dır. İşte bu konularda bu hususa güvenip dayanmak gerekir. Bu ise, bir şe*yin mahzur (haram) veya mubah olduğunu tetkik etmeye, düşünmeye veya bu konuda hiçbir hüküm belirtmeyip kararsız kalmaya ihtiyaç bırakmaz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

3- Mahlukat İbret İçindir:


"Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur." buyruğunun anlamı hakkında doğru açıklama şekli, bunları ibret için yarattığıdır. Buna delil da*ha önce gelen buyruklar ile daha sonra gelen çeşitli ibretli durumların söz-konusu edilmiş olmasıdır: Hayat vermek, öldürmek, yaratmak, göğe yönel*mek ve orayı düzenlemek gibi. Yani sizleri diriltmeye, yaratmaya, gökleri ve yeri yaratmaya k^dir olanın tekrar sizi diriltmeye kadir olması, aklın kabul edemeyeceği bir iş değildir.
Eğer "sizin için" denilmesinin anlamı yararlanmaktır; yani bütün bunlar*la yararlanmanız için bunları yaratmıştır, denilecek olursa cevabımız şu olur: Yararlanmaktan kasıt, açıkladığımız gerekçeler dolayısıyla ibret al*maktır. Eğer: Akreplerin, yılanların yaratılışında ibret alınacak taraf neresi*dir? denilecek olsa şöyle deriz: İnsan görmüş olduğu eziyet verici bir takım varlıklar sebebiyle Allah'ın cehennemde kâfirler için hazırlamış olduğu bir takım cezaları hatırlayabilir. Bu, iman etmesine ve masiyetleie terketme-sine sebep teşkil edebilir. Bu ise ibretin en büyüğüdür, İbnu'l-Arabi der ki: Yüce Allah'ın bu buyruk ile bu kudretini bizlere ha*ber vermesinde haramlığı, mübahlığı veya bu konuda kararsızlığı gerektiren herhangi bir durum yoktur. Bu âyet-i kerime sadece, Allah'ın vahdaniyeti*ne delil olarak görülsün diye dikkat çekmek ve yol göstermek sadedinde zik*redilmiştir.
Meani (el-Kur'ân'a dair eser yazmış) ilim adamları da yüce Allah'ın: "Yer*de ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur." buyruğu hakkında şu açık*lamayı yapmışlardır: Bunlarla O'na itaat etmek için güç sahibi olasınız diye yaratmıştır, yoksa O'na isyan yollarında sizin için bu yaratılan şeyleri tüke-tesiniz diye değil. Ebu Osman der ki: Herşeyi sana bağışladı, herşeyi sana mü-sahhar kıldı ki, o herşeyi O'nun uçsuz bucaksız cömertliğine delil göresin ve böylelikle âhirette sana vereceğini va'dettiği uçsuz bucaksız şeylere kendi*ni kaptırasın, O'nun yaptığı çokça iyilikleri karşısında azıcık amellerini çok görmeyesin diye. O, sana herhangi bir amelde bulunmadan önce, ilk olarak nimetlerin en büyüğü olan tevhidi vermiş bulunmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

4- İnfak Eden, Cimrilik Eden:


Zeyd b. Eşlem, babasından, o da Ömer b. el-Hattab (r.a)'dan şunu riva*yet etmektedir: Adam'ın birisi Rasulullah (s.a)'a geldi ve kendisine birşeyler vermesini istedi. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Yanımda herhangi birşey i , yok. Fakat git, benim adıma birşeyler satın al. Ödeyecek birşeyler bize ge'ünce o borcumuzu öderiz." Bunun üzerine Hz. Ömer ona şöyle dedi: Hadi j yanında birşeyler varken veriyorsun. Allah seni güç yetiremeyeceğin şeyler*le mükellef tutmamış ki. Rasulullah (s.a) Hz. Ömer'in bu sözünden hoşlanmadı. Ensardan birisi: Ey Allah'ın Rasulü dedi ve: "İnfak et ve yüce Arş sahibinin azaltacağından korkun olmasın" anlamında bir mısra okudu. Rasulullah (s.a) bunun üzerine gülümsedi. Ensardan olan bu kişinin söylediği bu söz dolayısıyla sevindiği yüzünden anlaşıldı. Daha sonra Rasulullah şöyle yurdu: "Ben, böyle davranmakla emrolundum." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Mal azlığı korkusu, Allah'a karşı sui zan beslemektendir. Çünkü yüce Allah için*dekilerle birlikte, arzı Âdemoğulları için yaratmıştır. Ayrıca Kitab-ı keriminde de şöyle buyurmuştur: "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan
O'dur." Bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır. "Göklerde ve yer*de bulunanların hepsini kendi nezdinden size müsahhar kılmıştır." (el-Câ-siye, 45/13) Bu gördüğümüz herşey Ademoğluna müsahhar kılınmıştır. Böy*lelikle onun mazeretine son verilmek istenmiş, ona karşı delil ortaya konul*muştur. Ta ki Allah'a, kendilerini kul olarak yarattığı gibi kul olsunlar diye. Eğer kul, Allah'a karşı hüsnü zan besliyor ise, malının azalacağından kork*maz. Çünkü verdiğinin yerine başkası gelir. Nitekim yüce Allah şöyle buyur*maktadır: "Her ne harcarsanız, O bunun yerine verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe, 34/39) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Şüp*hesiz ki benim Rabbim ganîdir (muhtaç olmayandır), kerimdir (bol bol ve*rendir)" (en-Neml, 27/40)
Rasûlullah (s.a) da şöyle buyurmaktadır: Yüce Allah buyurdu ki: "BeninO c rahmetin gazabımı geçmiştir. Ey Âdemoğlu, infak et ki Ben de sana infak edeyim. Allah'ın sağ eli bol bol verir ve dopdoludur. Gece ve gündüz hiçbir şey onu eksiltmez." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
-Bir başka hadisinde yüce Rasul şöyle buyurmaktadır: "Kulların sabah et-n tiği her bir günde mutlaka iki melek (dünya semasına) iner. Onlardan biri- \" si: Allah'ım infak edene infak ettiğinin yerine geçecek servet ver, der, diğe-_y ri de: Allah'ım cimrilik edenin de servetini telef et," der. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Aynı şekilde bu melekler, güneşin batımı esnasında da böylece seslenirO rler. Bütün bu hadisler sahihtir ve hadis imamları tarafından rivayet edilmiştir. Hamd yalnız Allah'adır.
Her kimin kalbi, aydınlığı bulur ve Rabbinin zenginlik ve keremini bilir ise, infak eder, servetinin azalacağından korkmaz. Dünyaya karşı arzuları ölen ve kendisini hayatta tutacak kadar azıcık bir gıdayı almakla yetinen, kendi adına talepte bulunmayan bir kimse zenginken de fakir iken de verip durur, vermekle servetinin azalacağı korkusunu duymaz. Servetinin azalacağından korku duyan, sadece eşyayı isteyen ona talip olan kimselerdir. Bugün birşey-ler verirken, yarın onunla birtakım şeyleri yapmak istiyor ise (verdiği takdir*de) o şeyi yarın yapamayacağından korkar. O bakımdan azalacağından korktuğu için bugünkü infakında (harcamasında) elini sıkı tutar. r"~ Müslim'in rivayetine göre Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Esma şöyle demiştir: I fRasulullah (s.a) bana şöyle dedi: "Ver, yahut bağışla veya infak et. Fakat vediğini sayma. O vakit Allah da senin bu saymana karşı sayar. Cimrilik edip/ Ve malını kaplarda doldurma. O vakit sana karşı da cimrilik edilir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Nesai'nin rivayetine göre Hz. Aişe de şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'ın yanımda bulunduğu bir sırada yanıma bir dilenci geldi. Ben ona birşeyler ve-H \ rilmesini emrettim. Sonra da ona verilen şeyin yanıma getirilmesini istedim, Ona baktım. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Sen, senin bilgin olmadıkça evine birşeyin girmesini ve çıkmasını istemiyor musun yoksa?" Ben: Evet, de- J yince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Yavaş ol, ey Aişe, sen sayma (sayarak/ /erme). O takdirde yüce Allah da sana karşı sayarak verir (az verir)." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.