1- Hz. Âdem ve Yaratılışı:
"Âdem'e bütün isimleri öğretti." buyruğunda "öğretti" kelimesi tarif et*ti, kelimesiyle eş anlamlıdır. Burada ona öğretmek kesin bir şekilde o bil*giyi ona ilham etmek anlamındadır. Bunun bir melek aracılığıyla olma ihti*mali de vardır. Sözkonusu bu melek ise ileride de açıklanacağı üzere Ceb*rail (a.s)'dır.
Bu ayet-i kerimede yer alan Öğretti" kelimesi, "öğretildi" anlamın*da şeklinde de okunmuştur. Ancak birinci okuyuş şekli ileride de gö*rüleceği üzere daha uygundur ve izah edilebilir bir okuyuştur. Sûfi ilim adamları der ki: Hz. Âdem bu isimleri Hakk'ın ona öğretmesi vasıtasıyla öğ*renmiştir. Bu isimleri bellemesini istemiş, ancak Hz. Âdem kendisine verilen emri unutmuştur. Çünkü bu konuda onu kendi nefsiyle başbaşa bırakmıştır. Yüce Allah buna işaret etmek üzere şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki bundan önce biz Adem'e vahyettik (emir verdik) o ise unuttu. Biz onda bir azim (günaha kasıt) bulmadık." (Ta-ha, 20/115)
İbn Ata der ki: Eğer Âdem'e bu isimlerin bilgisi açıklanmamış olsaydı, eş*yanın isimlerini haber vermek hususunda Âdem, meleklerden daha aciz olurdu. Bunun böyle olduğu gayet açıktır.
Hz. Âdem'in künyesi Ebu'l-Beşer (yani insanlann atası)dır. Künyesinin "Ebu Muhammed" olduğu da söylenmiştir. Böylelikle o, son peygamber Muham-med (s.a)'ın adı ile künyelenmiş olmaktadır. Bunu es-Süheylî söylemiştir. Hz. Âdem'in cennetteki künyesinin Ebu Muhammed, yeryüzündeki künyesinin de Ebu'l-Beşer olduğu da söylenmiştir.
"Âdem" kelimesinin aslı başta iki hemzelidir. Ancak ikinci hemzeyi yu-muşatfarak uzaOmışlardır. O bakımdan ikinci hemzeyi harekelemek ihtiya*cı duyulduğu takdirde ikinci hemze vav'a dönüştürülür ve bu kelime çoğul yapılmak istendiği takdirde "evâdim" denilir. -Bu açıklamaları el-Ahfeş yap*mıştır. -
Bu kelimenin türeyişi hakkında farklı görüşler vardır. Bunun yeryüzü an*lamına gelen dan türediği söylenmiştir. Böylelikle Hz. Âdem'e yaratıldığı asıldan gelen bir isim verilmiş olmaktadır. Bu kelimenin "esmerlik" anlamına gelen "el-udme"den türediği de söylenmiştir. Ancak "el-udrae" kelimesinin anlamı hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır, ed-Dahhak'ın iddiasına göre bunun anlamı esmerlik; en-Nadr'ın açıklamasına gö*re ise beyazlıktır. Âdem (a.s) da beyaz idi. Buna göre bu kelime Arapların beyaz deve hakkında kullandıkları tabirinden alınmış olur. Eğer bu kelime bu kökten gelir ise o takdirde bunun çoğulu "üdm(un)" ve "evâ-dim(un)" şeklinde gelir. Bu kelimenin "edeme"den türemiş olduğu kabul edi*lirse o takdirde "Âdem" kelimesinin çoğulu "Âdemûne" şeklinde gelir.
Derim ki: Doğrusu bu kelimenin "yeryüzü" anlamına gelen Edîmu'l-ard'den türediğidir. Said b. Cübeyr der ki: Âdem'e bu adın veriliş se*bebi onun yeryüzünden yaratılmış olmasıdır. Ona "insan" denilmesinin se*bebi ise unutkanlığıdır. Bunu İbn Sa'd Tabakat'ında zikretmiştir. es-Sud-di'nin Ebu Malik ve Ebu Salih'ten, onların İbn Abbas'tan ve Murre el-Hem-dani'den, onun İbn Mes'ud'dan Hz. Âdem'in yaratılış kıssası ile ilgili yaptık*ları nakile göre Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Yüce Allah Cebrail (a.s)'ı oradan bir çamur getirmek üzere yere gönderdi. Yer dedi ki: Benden birşey eksiltmenden yahut bana çirkin bir iş yapmandan Allah'a sığınıyorum. Bu*nun üzerine Hz. Cebrail birşey almaksızın geri döndü ve şöyle dedi: Rabbim, o benden Sana sığındı ben de onun sığınmasını kabul ederek ona ilişmedim. Bu sefer yüce Allah, Mikail'i gönderdi. Aynı şekilde ondan da Allah'a sığın*dı, o da onun bu sığınmasını kabul etti, geri döndü ve Hz. Cebrail'in söyle*dikleri gibi söyledi. Bu sefer yüce Allah ölüm meleğini gönderdi. Bundan da Allah'a sığınınca ölüm meleği de: Ben de emrini yerine getirmeksizin geri dönmekten Allah'a sığınırım, dedi ve yeryüzünden bir miktar aldı ve karıştırdı. Alacağını tek bir yerden almadı. Kırmızı, beyaz ve siyah topraklardan ayrı ay*rı aldı. İşte bunun için Âdemoğulları değişik değişik ortaya çıktı. Ve işte o (ma*yası) yeryüzünden alındığından dolayı ona "Âdem" adı verildi. (Ölüm me*leği alacağını aldı) ve onları yüce divana çıkardı. Şanı yüce Allah, ona: "Sa*na yalvarıp yakardığında yere şefkat etmedin mi?" diye sorunca şu cevabı ver*di: Ben, Senin emrini yerine getirmeyi onun sözlerinden daha gerekli gör*düm. Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu: "Âdem'in çocuklarının can*larını almana sen'uygun bir kimsesin." Daha sonra (yüce Allah) toprağı ya*pışkan bir çamur haline (tînun lâzib) getirinceye kadar ıslattı. Lâzib ise bir*birine yapışan çamur demektir. Daha sonra kokuncaya kadar bırakıldı. İşte yüce Allah bu aşama hakkında şöyle buyurmaktadır: "Kokuşmuş çamurdan..." (el-Hicr, 15/26-28, 33) Daha sonra yüce Allah meleklere şöyle buyurdu: "Mu*hakkak Ben çamurdan bir beşer yaratacağım, onu tamamlayıp içine ruhum*dan üflediğimde onun için secdeye kapanın."(Sâd, 38/71-72) İblis ona kar*şı büyüklenmesin diye yüce Allah Âdem'i bizzat kendi eliyle yarattı. Yüce Al*lah şöyle buyurmuş gibi oldu: Ben ona karşı büyüklenmediğim halde elle*rimle yarattığıma karşı sen nasıl büyüklenirsin? Yüce Allah Hz. Âdem'i bir in*san şeklinde yarattı. Önce o Cum'a gününün bir bölümünde ve kırk yıl sü*re kadar çamurdan bir ceset halinde idi. Melekler onun yanından geçip de onu gördüklerinde korkuya kapıldılar. Aralarında Hz. Âdem'den en çok korkan İblis idi. Onun yanından geçer, ona vurur ve bu ceset tıpkı testinin ses çıkardığı gibi bir ses çıkartırdı. İşte şanı yüce Allah'ın şu buyruğu buna işaret etmektedir: "O, insanı testi gibi ses veren kupkuru çamurdan yarat*tı." (er-Rahmân, 55/14) İblis bu sesi işitince de: Sen ne için yaratıldın? diye söyledi. Bu arada ağzından girdi, arkasından çıktı. Bunun üzerine İblis me*leklere şöyle dedi: Bundan korkmayınız, çünkü o ecveftir (içi boştur) ve eğer ben ona musallat edilirsem şüphesiz onu helak ederim.
Denildiğine göre İblis meleklerle birlikte Âdem'in çamurdan suretinin ya*nından geçerken şöyle dermiş: Şu mahlukat arasında benzerini görmediği*niz bu yaratık size üstün kılınıp da ona itaat etmeniz emrolunursa ne yapar*sınız? Melekler: Rabbimizin emrine itaat ederiz, diye cevap verirlerdi. İblis ken*di içinde gizlice şu karan verdi: Andolsun o bana üstün kılınacak olursa ona itaat etmeyeceğim ve eğer ben ona üstün kılınırsam onu helak edeceğim. Hz. Âdem'e ruhun üflenmesinin murad edildiği vakit gelince, yüce Allah melek*lere şöyle dedi: Ben ona kendi ruhumdan üflediğimde onun için secdeye ka*panınız. Âdem'e ruh üflenince ruh Hz. Âdem'in başından girdi. Aksırmaya başladı, melekler ona: Elhamdülillah de, dediler. O da elhamdülillah deyin*ce yüce Allah ona: Rabbin sana merhamet buyurdu, dedi. Ruh, Hz. Âdem'in gözlerine girince cennetin meyvelerine baktı. Karnına girince canı yemek çekti. Ruh daha ayaklarına ulaşmadan acele ederek cennetin meyvelerine doğ*ru kalkmak istedi. İşte yüce Allah'ın şu buyrukları buna işarettir: "İnsan ace*leden yaratıldı." (el-Enbiya, 21/37); "Bunun üzerine meleklerin hepsi ona top*luca secde ettiler, ancak İblis dayattı, secde edenlerle beraber olmak isteme*di." (el-Hicr, 15/30-31) ve devamla Abdullah b. Mes'ud Hz. Âdem'in yaratı*lış kıssasını zikretti.
Tirmizi'nin rivayetine göre Ebu Musa el-Eş'arî şöyle demiştir: Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Aziz ve celil olan Allah Âdem'i yerin tü*münden aldığı bir avuç (toprak)dan yarattı. İşte bundan dolayı Âdemoğul-ları yer gibi (değişik renkte) olmuşlardır. Onlardan kimisi kırmızı, kimisi be*yaz, kimisi siyah, kimisi de bunlar arasındadır. Kimisi yumuşak, kimisi sert tabiatlıdır. Kimisi kötü ve kimisi de iyidir." Ebu İsa (et-Tirmizi) der ki: Bu ha-sen -sahih bir hadistir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Edîm kelimesi edem'in çoğuludur. Şair der ki:
"İnsanlar şekil ve huy itibariyle farklı farklıdır. Karakterleri de değişiktir.
Onların hepsini yeryüzü bir araya getirecektir."
Buna göre "Âdem"' kelimesi "edme"den değil de "edîm" ve "edem"den tü*remiş olur. Hepsinden türemiş olma ihtimali de vardır. Bu hususa dair daha fazla bilgiler -Yüce Allah'ın izniyle- En'am süresiyle Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. başka buyruklarda Hz. Âdem'in yaratılışına dair buyruklar açıklanınca gelecektir. "Âdem" kelimesi munsarıf değildir. Ebu Cafer en-Nehhas der ki: Âdem, nahivcilerin icmai ile özel isim olduğu takdirde munsarıf olmaz (yani esre ve tenvin kabul etmez)... Çünkü bu hem "ef'alu" vezninde hem de özel isimdir. Başarılı nahivcilere gö*re bir ismin gayr-i munsarif olması için iki sebeb gereklidir. Şayet bu isim nek*re gelir ve sıfat da değilse el-Halil ve Sibeveyh'e göre yine gayr-i munsarıf olur; el-Alıfeş Said'e göre ise munsarıf olur. Çünkü bu durumda o hem sıfat olur, hem de fiil vezninde olur. Eğer sıfat olmazsa yine munsarıf kabul ed*er. Ebû İshah ez-Zeccâc: Doğru görüş Sibeveyh'in görüşüdür, der ve sıfat ile başka şey olması arasında fark gözetmez. Çünkü her durumda, kelime aynı kelimedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
2- İsimler:
"Bütün isimleri öğretti" buyruğun "isimler" ifade ve ibareler anlamın*dadır. Çünkü mutlak olarak kullanılmakla birlikte "isim" ile musemma kas-tedilebilir. Mesela, Zeyd ayaktadır, aslan atılgandır demek gibi. Kimi zaman da onunla bizatihi adlandırmanın kendisi kastedilebilir. "Aslan" kelimesi şu kadar harftir, elemek gibi. Birincisiyle ilgili olarak şöyle denilir: İsim, musem-manın kendisidir. Yani onunla müsemma kastedilir. İkincisi île ilgili olarak da isim ile müsemma anlatılmak istenmemektedir, denilir. Dilde "isim"in biz*zat ibareler gibi değerlendirildiği de olur. Çoğunlukla kullanılan da bu şekil*dedir. İşte yüce Allah'ın: "Âdem'e bütün isimleri öğretti" buyruğu konu ile ilgili açıklama şekillerinin en meşhuruna göre böyledir. Peygamber (s.a)'in: "Muhakkak Allah'ın 99 tane ismi vardır" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. hadisi de böyledir. İsim "kişinin kendisi" (zat) yerinde de kullanılır. Mesela, aynı anlamda olmak üzere: Zat, Nefs, Ayn ve İsim kelimeleri kullanılır. İlim adamlarının büyük çoğunluğu yü*ce Allah'ın: "O, en yüce Rabbinin ismini teşbih et" (el-A'la, 87/1); "Rabbinin adı ne mübarektir!" (er-Rahmân, 55/78); "Bunlar ancak sizin ve atalarını*zın adlandırdığınız isimlerdir." (en-Necm, 53/23) buyruklarını bu şekilde açıklamışlardır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
3- Yüce Allah'ın Hz. Âdem'e Öğrettiği İsimler:
Tefsir alimleri, yüce Allah'ın Hz. Âdem'e isimleri öğretmiş olmasının ne anlama geldiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbas, İkrime, Ka-tade, Mücahid ve İbn Cübeyr şöyle demişlerdir: Yüce Allah, Hz. Âdem'e önemli önemsiz bütün eşyanın isimlerini öğretmiştir. Asım b. Küleyb, el-Ha-sen b. Ali'nin azadlı kölesi Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: İbn Ab-bas'ın yanında oturuyordum. Mecliste oturanlar kap kaçağın ve kamçının isim*lerini sözkonusu ettiler, bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Âdem'e bü*tün isimleri öğretti."
Derim ki: Bu anlamda bazı ifadeler ileride de geleceği üzere, merfu' (ha*dis olarak) da rivayet edilmiştir. İşte "bütün" kelimesinin gerektirdiği anlam da budur. Çünkü bu kelime kuşatıcılık ve genellik ifade etmek için kullanı*lır. Buhari'de Enes (r.a)'den gelen rivayete göre Peygamber (s.a) de şöyle bu*yurmuştur: "Kıyamet gününde mü'minler bir araya gelip şöyle derler: Rab-bımızın huzurunda bize şefaat edecek birisini bulsak. Bunun üzerine Âdem'e giderler ve ona şöyle derler: Sen insanların atasısın, Allah seni kendi eliyle yarattı, melekleri sana secde ettirdi ve sana herşeyin ismini öğretti..." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İbn Huveyzimendad der ki: Bu âyet-i kerimede dilin tevkifî olarak öğre*nildiğinin delili vardır. Yani Allah tarafından vahiy yoluyla öğretildiği göste*rilmektedir. Ve aynı şekilde yüce Allah'ın bu dili Âdem aleyhisselam'a gene*liyle özeliyle bütün teferruatıyla öğrettiğini göstermektedir. İbn Abbas da böy*le söylemiştir. O der ki: Yüce Allah, ona tencereye, süt sağılan kaba varıncaya kadar herşeyin ismini öğretmiştir. Seyhan'ın Katade'den rivayetine gö*re o şöyle demiştir: Allah Âdem'e, meleklerin bilmediği, yaratıklarının birta*kım isimlerini öğretmiştir. Her bir şeyi kendi adı ile söylemiş ve her bir şe*yin menfaatini kendi türüne nisbet etmiştir. en-Nehhas der ki: Bu açıklama bu hususta gelen rivayetlerin en güzelidir. Anlamı şudur: Şanı yüce Allah tür*lerin isimlerini ona öğretmiş ve neye yaradıklarını -bu böyledir ve şunun için yarar şeklinde - bildirmiştir. Taberi de şöyle demiştir: Yüce Allah, Hz.Âdem'e meleklerin ve soyundan gelecek olanların isimlerini öğretmiştir. Taberi bu*nu benimseyip tercih etmiştir. Bunu yaparken de yüce Allah'ın: "Sonra on*ları meleklere gösterdi ( arzetti).." buyruğuna dayanmaktadır.
İbn Zeyd de der ki: Allah, Hz. Âdem'e bütün soyundan gelecek olanla*rın isimlerini öğretmiştir. er-Rabî' b. Huseym de der ki: Yalnızca meleklerin isimlerini ona öğretmiştir. el-Kutebi de şöyle demektedir: Yeryüzünde yarat*tığı eşyanın isimlerini ona öğretmiştir. Ona cins ve türlerin isimlerini öğret*miştir, de denilmiştir.
Derim ki: Az önce açıkladığımız ve yüce Allah'ın izniyle ileride de açık*layacağımız gerekçeler dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
4- Meleklere Neleri Gösterdi?
Yine tefsir alimleri, meleklere kişilerin isimlerini mi yoksa kişilerden ay*rı olarak sadece isimleri mi gösterdiği hususunda farklı kanaatlere sahiptir*ler. İbn Mes'ud ve başkaları der ki: Hz. Âdem, onlara kişileri gösterdi, çün*kü yüce Allah: Onları gösterdi" diye buyurmaktadır. Diğer taraf*tan yüce Allah şöyle buyurmaktadır Bunların isimleri*ni Bana bildiriniz". Araplar birşeyi ortaya çıkarmayı ifade etmek üzere derler. (Yani: Birşeyi gösterdim, o da göründü) Birşe*yi satışa arzetmek (göstermek) de buradan gelmektedir. Hadis-i şerifte şöy*le buyurulmuştur: Allah onları toz zerrecikleri gibi arzetti (gösterdi)." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İbn Abbas ve başkaları ise, O'nun azrettiği isimlerdir, demişlerdir.
İbn Mes'ud'un okuyuşuna göre şeklindedir. (Onları arzetti an*lamında olup ancak buradaki zamir dişilere ait bir zamirdir.) Böylelikle bu zamir şahıslara değil de sadece isimlere ait olur. Çünkü arapçada bu tür za*mir daha özellikli olarak dişiler hakkında kullanılır. Ubey b. Ka'b'ın kıraatin*de ise şeklindedir. (Onları arzetti anlamında olup buradaki zamir müfred dişi zamirdir ve ağırlıklı olarak cansız çoğul için kullanılır.)
Mücahid der ki: Burada gösterilen (arzedilen)ler, isimlerin sahipleridir.
İsimler ile ilgili olarak: Onlar adlandırmalardır, diyenin açıklaması, Ubeyy b. Kab'ın kıraatine uygundur. Bu kelimeyi Onları gösterdi" şeklindeki okuyuş ile ilgili olarak şöyle denilir: İsimler kelimesi, şahıslara dela*let etmektedir. Bundan dolayı isimler hakkında onları gösterdi" demek uygun düşmüştür. Diğer taraftan : bunlar" denilerek işaret ile anlatılmak istenen isimleri taşıyan şahıslardır. Fakat bunlar her ne kadar gaib iseler de herhangi bir sebep dolayısıyla onların bir kısmı hazır olmuş*tur. İşte onlar bu hazır olanların isimleridir. (Yani bu hazır olanların isimle*ri Âdem'e öğretilmiştir.)
İbn Atiyye der ki: Açıkça görülen şu ki: Şanı yüce Allah, Hz. Âdem'e isim*leri öğretmiş ve bu cinslerle birlikte şahısları ile beraber bunları ona göster*miştir. Daha sonra bunları meleklere göstermiş ve meleklerin bilmesi müm*kün olan isimlerini onlara sormuş, sonra da Hz. Âdem onlara şu cevabı ver*miştir: Bunun adı şudur, bunun adı da budur, diye
el-Maverdi de der ki: En doğrusu gösterme işinin adlandırılan şeylere yö*nelik olmasıdır. Diğer taraftan bu göstermenin zamanı ile ilgili olarak iki gö*rüş vardır. Bunlardan birisine göre bu eşyayı yarattıktan sonra göstermişti. İkinci görüşe göre ise, Allah Teala bu eşyayı meleklerin tasavvurlarında canlandırmış, sonra da bunları arzetmiş (göstermiş)tir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
5- İlk Olarak Arapça Konuşan:
İlk olarak kimin arapça konuştuğu hakkında farklı görüşler vardır. Ka'b el-Ahbar'dan rivayet edildiğine göre Arapça, Süryanice yazıyı ve bütün ya*zıları ilk ortaya atan ve bütün dillerle ilk konuşan kimse Âdem (a.s)'dır. Ka'b el-Ahbar'dan başkaları da böyle demiştir.
Denilse ki: Yine Ka'b el-Ahbar'dan hasen bir rivayet ile şöyle dediği kaydedilmektedir: Arapça ilk konuşan kişi Cebrail (a.s)'dır. Hz. Nuh'a Arap-çayı o öğretmiştir. Hz. Nuh da bunu oğlu Şam'a öğretmiştir. Bunu Sevr b. Zeyd, Halid b. Ma'dan'dan, o da Ka'b yoluyla rivayet etmiştir. Peygamber (s.a)'dan ise şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Açık seçik Arapçayı ilk ko*nuşma imkanı verilen kişi İsmail'dir. O vakit o on yaşında idi." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yine Arap*ça ilk konuşan kişinin Kahtan oğlu Ya'rub olduğu da rivayet edilmiştir. Baş*ka rivayetler de vardır.
Buna karşılık biz de deriz ki: Doğrusu, insanlar arasında bütün dilleri ilk konuşan kişinin Âdem (a.s) olduğudur. Kur'an-ı Kerim de buna tanıklık et*mektedir. Nitekim yüce Allah: "Âdem'e bütün isimleri öğretti" diye buyur*maktadır. Bütün diller ise isimlerden ibarettir. Dolayısıyla bu diller, "isimler" tabirinin kapsamına girmektedir. Sünnetteki rivayetler de bunu ifade et*mektedir. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Tencere ve küçük kaba va*rıncaya kadar (Allah) Hz. Âdem'e bütün isimleri öğretmiştir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Başkalarının kaydettikleri diğer rivayetlerden İbrahim (a.s) soyundan ilk Arapça konuşa*nın Hz. İsmail olduğu kastedilmiş olabilir. Aynı şekilde eğer bunun dışında*ki diğer rivayetler sahih ise, bu da sözü geçen o kimsenin kabilesi arasında ilk Arapça konuşan kişi olduğu şeklinde yorumlanır. Buna delil ise belirtti*ğimiz bu gerekçelerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Melekler arasında da aynı şekilde Hz. Cebrail Arapça konuşan ilk melek*tir. O Arapçayı yüce Allah, Hz. Âdem'e veya Hz. Cebrail'e -az önceki açık*lamalara göre- öğrettikten sonra Hz. Nuh'a öğretmiştir. Doğrusunu en iyi bi*len Allah'tır.
Yüce Allah'ın: Bunlar" buyruğu esreli olarak mebnidir. Temim-liler, Kays'lıların bir kısmı ile Esed'liler bunu kasr ile okurlar. el-A'şa; der ki:
"Bunlara da diğerlerine de: Hepsine verdin; Kesilip biçilmiş aynı evsafta ayakkabılar."
Araplardan elif ile hemzeyi hazfederek şeklinde telaffuz eden*ler de vardır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


Teşekkur:
Beğeni: 



Yer imleri