9- Cinlerin Grupları:


Cübeyr b. Nufeyr, Ebû Sa'lebe el-Huşeni -ki adı Cursum'dur-den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Cinler üç bölüktür. Bun*ların üçte birinin kanatlan vardır, havada uçarlar. .Diğer üçte biri yılan ve kö*pektir. Diğer üçte biri ise konar ve göçerler." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ebu'd-Derda'nın (adı Umeymir'dir) rivayetine göre de Rasulullah (s.a) şöy*le buyurmuştur: "Cinler, üç bölük halinde yaratılmıştır. Üçte biri köpek, yı*lan ve yer haşereleridir. Üçte biri hızlı esen rüzgardır, üçte biri de Âdemo-ğulları gibidir. Onlar hakkında sevap sözkonusudur (kusurları için) cezalan*dırılmaları sözkonusudur. Diğer taraftan Allah, insanları da üç bölük halin*de yaratmıştır. Onların üçte birinin kalpleri vardır fakat onlarla birşey anla*mazlar, gözleri vardır fakat onlarla birşey görmezler, kulakları vardır onlar*la birşey işitmezler. Bunlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta yolca onlardan da sapıktırlar. Diğer üçte birinin Âdemoğulları gibi vücutları vardır, fakat kalp*leri şeytan kalbidir. Öbür üçte biri ise, gölgesinden başka hiçbir gölgenin bu*lunmadığı bir günde Allah'ın gölgesi altında olacaklardır." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

10- Doğrudan Öldürülebilen Hayvanlar:


Aslı itibariyle eziyet veren, insanı rahatsız eden hayvanlar bir uyarı söz-konusu olmakszın doğrudan öldürülür. Buna sebep ise eziyet verici oluşla*rıdır. Yılan, akrep, fare, keler ve benzeri hayvanlar böyledir. Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Beş bozguncu (fevasık) vardır ki, bunlar ihramlı iken de ihramsız iken de öldürülürler..." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yılan, İblisi çeneleri arasına alıp cennete sokmak suretiyle Hz. Âdem'e iha*net ettiğinde asıl karakterini ortaya koymuştur. Eğer İblisi içeri sokarken açı*ğa çıkarmış olsaydı, cennetin bekçisi olan Rıdvan, onu sokmasına imkan ver*mezdi. İblis bu sırada yılan: Ben seni himayeme alıyorum demişti. O bakım*dan Rasulullah (s.a) yılanın öldürülmesini emretmiş ve: "Namazda olsanız da*hi onu öldürünüz" diye buyurmuştur. Bununla Hz. Peygamber, yılanı ve ak*rebi kastetmektedir.
Keler ise diğer bütün canlı hayvanlar arasında Hz. İbrahim'in içine atıl*dığı ateşi üflemiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. O bakımdan, ona lanet edilmiştir. Bu konudaki riva*yet de yapılan rivayet kabilindendir. Rasulullah (s.a)'ın şöyle buyurduğu ri*vayet edilmiştir: "Her kim bir keler öldürürse, sanki bir kafir öldürmüş gibi*dir."
Müslim'in Sahih'inde yer alan rivayete göre Ebû Hureyre Peygamber (s.a)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Her kim ilk darbede bir keler öldürürse ona yüz hasene yazılır. İkincisinde öldürürse daha az, üçüncüsün*de öldürürse daha az (hasene) yazılır." Bir rivayette de: "İlk darbede öldü*rürse yetmiş hasene yazılır" diye buyurmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Fare ise, Hz. Nuh'un gemisinin iplerini kemirip kesmek suretiyle gerçek karakterini ortaya koymuştur. Abdurrahman b. Ebi Nu'm'un Ebû Said el-Hud-ri'den rivayetine göre Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "İhramlı kişi yıla*nı, akrebi, çaylağı, saldırgan yırtıcı hayvanı, kuduz köpeği ve fasıkcığı (fa*reyi) öldürür." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Rasulullah (s.a), farenin yanan kandilin ipini sürüklerken evi yakmak üzere olduğunu uyanıp görmüş, bunun üzerine de farenin öldü-' rülmesini emretmiştir.
Karga ise, Allah'ın peygamberi Nuh'un, onu yeryüzünde durumun ne şe*kilde olduğunu görüp haber vermek üzere gemiden salıverdiğinde Hz. Nuh'un verdiği emri yerine getirmeyi bir kenara itmiş ve bir leşe konmak suretiyle karakterinin ne olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bütün bunlar bir ba*kıma yılan gibidirler. İşte bundan dolayı onları burada sözkonusu ettik. Bu hususa dair ve onların öldürülmelerinin mubah kılınması sebebine dair ek açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Maide sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve başka yerlerde ge*lecektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

"Biz de dedik ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin" bölümüne da*ir açıklamalarımızı da yedi başlık halinde vereceğiz:

1- İnenler Kimlerdir, Nerelere İnmiştir?:


Yüce Allah'ın: "Biz de dedik ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin"
buyruğunda hitap, İbn Abbas'ın görüşüne göre Âdem'e, Havva'ya, yılana ve şeytanadır. el-Hasen der ki: Burda hitap Âdem'e, Havva'ya ve vesveseyedir. Mücahid ve yine el-Hasen der ki: Hitap Âdemoğullarına ve İblisin oğulları-nadır.
İnmek (hubût), yukarıdan aşağıya doğru inmektir. Hz. Âdem Hint'te, Se-rendib'deki Büz adındaki bir dağa indirildi. Hz. Âdem üzerinde cennetin ko*kusunu taşıyordu. Bu koku oranın ağaçlarına ve vadilerine de bulaştı, orada bulunan ne varsa hoş koku ile doldu. İşte oradan gelen hoş ve güzel koku*lar Âdem (a.s)'ın kokusundandır. Bulutlar, Hz. Âdem'in başına sürtünüyordu. O bakımdan kafasının üst tarafındaki saçlar döküldü. Onun soyundan gelen*lere de bu kalıtım yoluyla geçti.. Buhârî'de, Ebû Hureyre'den, Peygamber (s.a)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah, Âdem'i altmış zira' boyunda yaratmıştır." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir. İleride gelecektir. Hz. Havva ise Cüdde'ye, İblis Ubulle'ye, yılan Beysan'a indirildi. Sicistan'a indirildiği de söylenmiştir. Sicistan Allah'ın arzında yılanı en bol olan bir yer*dir. Eğer bu yılanları yiyen pek çoğunu yok eden ve (üfürmekle birlikte in*sanlara zarar vermeyen) el-İrbed adındaki tür olmasaydı, yılanlardan dola*yı Sicistan boşaltılırdı. Bunu Ebu'l-Hasen el-Mes'udî zikretmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

2- "Birbirinize Düşman Olarak İniniz":


Yüce Allah'ın: "Kiminiz kiminize düşman olarak" buyruğu (mealde de gösterildiği gibi) hal konumundadır. Yani, bu halde ininiz, demektir.
Düşman (aduv), dostun zıddıdır. Zulmetmek halinde kullanılanden türemiştir. İnsanlara saldırıp hücum eden kurt hakkında da ta*biri kullanılır. Udvan da apaçık zulüm ve haksızlık demektir. Bu kelimenin aynı kökten ve haddi aşmak anlamına geldiği de söylenmiştir. Karşı tarafın hoşuna gitmeyecek işlerde haddi aştığından dolayı düşmana "aduv" adı ve*rilmiştir. Ayakla koşmak için de bu kelimenin kullanılış sebebi, koşarak bir şeyin aşılması dolayısıyladır. Her iki anlam birbirine yakındır. Çünkü haksız*lık yapan, zulmeden bir kimse haddi aşmış demektir.
Kimi ilim adamı, yüce Allah'ın: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin" buyruğunu insanın kendisi hakkındadır, diye yorumlamışlardır. Ancak bu, an*lam itibariyle doğru olmakla birlikte uzak bir ihtimaldir. Buna delil Peygam*ber Efendimizin şu buyruğudur: "Kul sabahı ettiğinde azaları diline şöyle der: Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Çünkü sen doğru olduğun takdirde biz de doğru oluruz. Sen eğrilirsen biz de eğriliriz." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Eğer: Neden "düşmanlar" denilmeyip de "düşman" denilmiştir, diye soru*lacak olursa buna iki şekilde cevap verilebilir:
Birinci cevap: Arapçada "bazı" ve "kül (bütün)" kelimeleri hakkında hem lafız itibariyle hem mana itibariyle tekil kelimeler ile haber verilebilir. Kur'an-ı Kerim'de bu görülen birşeydir. Mesela yüce Allah, şöyle buyurmak*tadır: "Onların hepsi Kıyamet gününde O'na yalnız gelir." (Meryem, 19/95) buyruğunda lafıza uygun olarak "gelir" fiili tekil gelmiştir. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Hepsi de O'na hor ve hakir olarak geleceklerdir" (en-Neml, 27/87) buyruğunda da anlam göz önünde bulundurularak "gelir*ler" kelimesi çoğul gelmiştir.
İkinci cevap: "Düşman (aduv)" kelimesi çoğul kullanılan yerde tekil ge*lebilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar sizin için düşmandır. Zalim*ler için ne çirkin bir değiş-tokuştur bu." (el-Kehf, 18/50) Burada "düşmanlar" anlamındadır. Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Asıl düşman onlardır." (el-Münafıkun, 63/4) İbn Faris der ki: "Aduv" kelimesi aynı zamanda hem bir kişiyi hem iki ki*şiyi hem üç. kişiyi, hem de dişi olanı bir arada ifade eder, bazan çoğul ola*rak da gelebilir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

3- Cennetten Çıkarılmak Hz. Adem İçin Bir Ceza mıydı?:


Yüce Allah'ın Hz. Âdem'i cennetten çıkartması ve onu yeryüzüne indir*mesi bir ceza değildi. Çünkü tevbesini kabul ettikten sonra, yeryüzüne in*dirmiştir. Hz.Âdem'i yeryüzüne indirmesi, ya onu te'dip içindi veya sıkıntı*sını (mihnetini) ağırlaştırmak için idi. Hz. Âdem'in yeryüzüne indirilmesi ve oraya yerleştirilmesi ile ilgili doğru açıklama şekli budur: Bunda yüce Allah'ın ezelî hikmeti açıkça ortaya çıkmıştır. Bu ise, soyundan gelecek olanları şe-riati ile mükellef kılmak, onları sınamak kastı ile, soyunun üremesidir. Bu tek*lif ve sınamaya bağlı olarak, onlar, âhirette ecir veya ceza ile karşı karşıya kalacaklardır. Çünkü cennet ile cehennem teklif yurdu değildirler. O bakım*dan Hz. Âdem'in cennetten indirilişine sebep onun yasak ağaçtan yemesi ol*muştur. Ve Allah, dilediğini yapmak hakkına sahiptir. Diğer taraftan yüce Al*lah: "Muhakkak Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" diye buyurmuştu. İşte bu Hz. Âdem için büyük bir menkıbe (övülecek olay), büyük bir fazi*let ve üstün bir ikramdır. Hz. Âdem'in yeryüzünden yaratıldığına dair işaret de daha önceden geçmişti. Bizim, Hz. Âdem'in yüce Allah tarafından tevbe-sinin kabul edilişinden sonra yeryüzüne indirildiğini söylememizin sebebi ise, ileride de geleceği üzere ikinci olarak "hepiniz oradan inin" (âyet, 38) di*ye buyurulmuş olmasıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

4- Yeryüzünde Yerleşmek:


Yüce Allah'ın: "yeryüzünde sizin için bir süreye kadar duracak bir yer... vardır." Yani sizler, orada belli bir süre kalacaksınız, karar bulacaksı*nız. Bu açıklamayı Ebu'l-Âliye ve İbn Zeyd yapmıştır. es-Süddî de der ki: "Du*racak bir yer"den kasıt kabirlerdir.
Derim ki: Yüce Allah'ın: "Yeri sizin için bir karar (yerleşme mekanı) kıl*mıştır." (el-Mü'min, 40/64) buyruğunda bu kelime her iki manaya da gele*bilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

5- "Faydalanacak Şeyler":


Meta' (faydalanılan şey); kendisi ile faydalanılan yiyecek, giyecek, hayat, söz, ünsiyet ve buna benzer hususlardır. Nikahlandıktan sonra boşanan ka*dına verilen şey ile yararlanıldığı için de "mut'atü'n-nikâh" adı verilir. Süley*man b. Abdülmelik defnedildikten sonra oğlu Eyyûb'un kabri başında dura*rak şu beyitleri söylemişti:
"Kurak bir yerde yabancı bir kabrin başında durdum
Ayrılan bir sevgiliden çok az bir fayda (meta') gördüm." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

6- "Bir Süreye Kadar":


Tefsir âlimleri âyet-i kerimede geçen "bir süreye kadar" anlamını ifade eden buyruğunu değişik şekillerde açıklamışlardır. Bir kesime gö*re bundan kasıt ölüme kadar demektir. Bu: "Duracak bir yer (müstakar)" ke*limesini, dünyada ikamet süresi olarak kabul edenlerin görüşüdür.
"Bir süreye kadar"dan, kasıt Kıyametin kopacağı zamana kadardır da de*nilmiştir. Bu ise: "Duracak bir yer"den kasıt kabirlerdir, diyenlerin görüşü*dür. er-Rabi' der ki: "Bir süreye kadar" demek tayin edilen bir vakte kadar demektir. Bu kelime ise uzun süre anlamına gelir.. Nitekim O vakit," kelimesi "el'ân: şimdi" kelimesinin, uzak zaman için kullanılan şek*lidir. Huveylid der ki:
(Çokça ziyafet verenden kinaye olarak
"Külü bol tencere ve kazanları çok, büyük kimse gibi
Kış süresince tıpkı alt tarafları genişleyen havuzlar gibi."
Bu kelimenin baş harfine "te" getirilerek şeklinde söylendiği de olur. Şair Ebû Vecze (şu beyitinde), böyle kullanmıştır:
"Şefkat gösterecek kimse olmadığında şefkat gösterenler (dir onlar);
Nerde yemek yediren, (denildiği bir) zamanda da yemek yedirenler (dir)."
kelimesi, aynı şekilde süre anlamındadır. Yüce Allah'ın şu buy*ruğunda olduğu gibi: "İnsan üzerinden uzun devirden öyle bir süre geçti ki..." (el-İnsan, 76/1.)
Yine bu kelime, kısa süre (saat) anlamına gelir. Yüce Allah şöyle buyur*maktadır: "Veya azabı göreceği anda... diyecektir." (ez-Zümer, 39/58)
İbn Arefe der ki: "Hîn: Süre" kısa bir an ve daha fazlası türünden bir za*man dilimidir. Şanı yüce Allah'ın: "Şimdi sen onları sapıklıklarında bir sü*reye kadar bırak" (el-Mü'minun, 23/54) buyruğundan kasıt ecelleri gelene kadar onları bırak demektir. "Her süre (hîn)yemişini verir." (İbrahim, 14/25) buyruğundan kasıt ise her senedir. Hayır, her altı ayda bir de denildiği gibi, sabah akşam yemişini verir de denilmiştir.
el-Ezherî der ki: "Hîn" kelimesi "vakit" kelimesi gibidir. Uzun yahut kısa olsun bütün zaman süreleri hakkında kullanılmaya elverişli bir kelimedir. Bu (İbrahim, 14/25) âyet; onun yemişlerinden her vakit faydalanılır ve onun fay*dası hiçbir şekilde kesintiye uğramaz, demektir. Yine el-Ezherî der ki: Bu ke*lime, Kıyamet günü anlamına da gelir, sabah akşam anlamına da kullanılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Akşamı ve sabahı ettiğiniz vakit*lerde Allah'ı teşbih ediniz." (er-Rum, 30/17) Belli bir yerde bir süre ikamet edildiği takdirde: O o yerde bir süre ikamet ettim" denilir. Her*hangi bir şeyin vakti yaklaştığı zaman denilir. Buseyne der ki:
"Gerçek şu ki Cemil'den ayrılıktan sonra bir an dahi teselli bulduğum Bir vakit geçmedi ve onun geçeceği zaman da yaklaşmadı." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

7- Dilcilerin Ayrı Kanaatlerinin Fukahanın Farklı Kanaatlerine Etkisi:


Dilciler "hîn:süre" kelimesinin kapsamı hakkında farklı görüşlere sahip ol*duklarından dolayı bizim mezhep âlimlerimiz ile başkaları arasında bu ko*nuda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. el-Ferra der ki: Hîn iki türlüdür. Birin*cisinin sınırı sözkonusu değildir. Yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her süre yemişini verir."(İbrahim, 14/25) buyruğunda sözkonusu ettiği hîn: süre, al*tı aydır. İbnu'l-Arabî der ki: Süresi bilinmeyen hîn (süre) lafzına herhangi bir hüküm taalluk etmez. Hükümlerin kendisine taalluk ettiği ve mükellefiyet*lerin alakalı olduğu hîn ise süresi belli olandır. Bunun azami süresi ise bir yıldır. İmam Malik, hükümlerde ve yeminlerde isimlerin ve zamanın en kapsamlı olanın esas alınacağı görüşündedir. Şafii ise asgarisinin alınacağı gö*rüşünü kabul eder. Ebû Hanife ise, orta yolu tutarak altı aylık sürenin mu*teber olacağı görüşündedir. Ancak bu görüşün anlamı yoktur. Çünkü ona gö*re miktarları tesbit edilen şeyler kıyas ile sabit olmaz. Şeriat sahibinden (Peygamber'den) ise bu konuda herhangi bir nas yoktur. Bu hususta esas alına*cak olan ise, kelimenin sözlükteki anlamı bilindikten sonraki manadır. Bu*na göre bir kimse bir süre (hîn) namaz kılmayı adayacak olursa, Şafii'ye gö*re bu bir rek'at kabul edilir. Çünkü nafilenin asgari miktarı -vitirdeki tek rek'ate kıyasen- bir rek'attir. İmam Malik ve mezhebine menbsup ilim adam*larına göre ise, nafilenin en az miktarı iki rek'attir. O bakımdan buna dair sü*re böyle bir fiilin (yani iki rek'at namaz kılmanın) süresi esas alınarak tes*bit edilir. İbn Huveyzimendad "Ahkamu’-Kur'ân)" adlı eserinde şunu kay*deder: Filan kimse ile bir süre (hîn) konuşmamaya veya bir süre şu işi yap*mamaya yemin eden kimsenin sözünü ettiği "hîn" bir senedir. Devamla der ki: Fukahâ, ahkam ile ilgili hususlarda şu işi bir süre yapmamak üzere veya filan ile bir süre konuşmamak üzere yemin eden kimsenin bir seneden faz*la bir sürenin yemininin kapsamına girmeyeceği hususu üzerinde ittifak et*mişlerdir.
Derim ki: Sözünü ettiği bu ittifak mezhebimizdeki (Maliki mezhebinde*ki) ittifaktır. Malik der ki: Herhangi bir kimse hîn: zaman yahut dehr boyun*ca birşeyi yapmamak üzere yemin ederse bütün bu şekildeki ifadeleri bir se*ne için geçerli kabul edilir. İbn Vehb'in Malik'den rivayetine göre: O, deh-rin bir sene olup olmayacağı hususunda şüphe etmiştir. İbnu'l-Münzir'in, Ya-kub ile İbnu'l-Hasen'den nakline göre ise "dehr" altı aylık bir süredir. İbn Ab-bas ile rey sahiplerinden, İkrime, Said b. Cübeyr, Âmir eş-Şa'bî ve Abî-de'den ise yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her süre yemişini verir" (İbrahim, 14/25) buyruğunda geçen "hîn" kelimesinin altı ay olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir.
el-Evzaî ve Ebû Ubeyd ise, hîn altı aylık bir süredir, demişlerdir. İmam Şafii'ye göre ise, bu kelime ile ilgili belli bir süre takdiri sözkonusu değildir, bunun nihaî süresi de belli değildir. Ona göre "hîn" kelimesi, dünya kaldığı sürece devam edebilir. İmam Şafii der ki: Böyle bir kimsenin hanis (yeminini bozan) olduğuna ebediyyen hükmedemeyiz. Ancak takvaya uygun hareket bir gün geçmeden önce onun yemininin keffaretini yerine getirmesidir. Ebû Said ve başkaları ise şöyle der: Hîn ve zaman kelimeleri dilin ihtimal ver*diği manalara göre açıklanır. Mesela: Ben sana bir süreden (hîn)den beri gel*dim derken, belki de yarım günlük bir süreden beri gelmemiş de olabilir. Şafii mezhebine mensup el-Kiya et-Taberî der ki: Genel olarak "hîn" kelimesi değişik şekillerde yorumlanabilir.
Ancak Şafii, bu yorum şekillerinden herhangi birisini tayin etmek gerek*tiği görüşünde olmamıştır. Çünkü bu kelime mücmel, bir kelimedir ve dilde muayyen bir manayı kastetmek üzere kullanılmamıştır. Kimi ilim adamı da der ki: Yüce Allah'ın: "Bir süreye kadar" buyruğunda şöyle bir anlam var*dır: Bununla Âdem'e, onun yeryüzünde ebediyyen kalmayacağına dair ve ken*disine döneceği vadolunan cennete geçeceğine dair bir müjde vardır. Âdem'den başka kimseler için ise bu ifade, yalnızca öldükten sonra dirilmek şartına bağlıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

37. Derken Âdem, Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı, O da tevbesi-ni kabul etti. Çünkü O, tevvâb olandır, rahîm olandır.
Bu buyruktaki: "Derken Âdem, Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı..." bölümüne dair açıklamalarımızı sekiz başlık altında yapacağız:

1- Belleyip Almanın Anlamı:


Yüce Allah'ın: "Derken Âdem Rabbinden bazı kelimeler belleyip aldı" buyruğunda geçen "telakki (belleyip alma)"; kavradı, farkına vardı, belledi anlamındadır, denildiği gibi, kabul etti ve aldı anlamındadır, da denilmiştir. Çünkü Hz. Âdem, vahiy telakki eder, yani onu karşılar, alır ve bellerdi. Me*sela, "hacıları telakki etmek üzere çıktık" demek, onları karşılamak üzere çık*tık, demektir. Telakki etmenin, yapılan telkini anlayıp bellemek anlamında olduğu da söylenmiştir. Anlam itibariyle böyle bir açıklama doğrudur. Ancak kelime kökü itibariyle telakki'nin telkin'den gelmesi mümkün değildir. Çün*kü aynı cinsten gelen iki harften birisi değiştirilir ise bu yâ'ya dönüşür. O ba*kımdan telakki kelimesi ile telkin kelimesinin aynı kökten gelmesi sözkonu-su değildir. Mekkî'nin naklettiğine göre Hz. Âdem'e bu kelimeler ilham yo*luyla verilmiş, o da bu kelimelerin faydasını görmüştür. el-Hasen de der ki: O, bu kelimeleri alıp kabul etti, yani onları öğrendi ve gereğince amel etti, demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

2- Hz. Adem'in Bellediği Kelimeler:


Tefsir alimleri, bu "keUmeler'Mn ne olduğu hususunda farklı görüşlere sa*hiptirler. İbn Abbas, el-Hasen, Said b. Cübeyr, Dahhâk ve Mücahid, yüce Al*lah'ın "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize mer*hamet etmezsen şüphesiz zarara uğrayanlardan oluruz" (el-A'raf, 7/23) buyruğundaki sözler olduğunu söylemişlerdir.
Yine Mücahid'den gelen rivayete göre sözkonusu kelimeler:
"Allah'ım Seni tenzih ederiz, Senden başka hiçbir ilah yoktur. Rabbim, ben kendi nefsime zulmettim, günahımı bağışla, şüphesiz Sen gafursun, rahîm-sin" sözleridir.
Bir kesime göre, Hz. Âdem Arşın bacağı üzerinde "Muhammedurrasulul-lah" ifadesini yazılı görmüş, o da bunun hakkı için kendisine şefaat edilme*sini istemiştir. İşte sözü geçen kelimeler bunlardır.
Bir başka kesim şöyle demektedir: "Kelimeler"den kasıt, ağlaması, utan*ması ve dua edip yalvarmasıdır. Pişmanlık, mağfiret dilemek ve keder oldu*ğu da söylenmiştir. İbn Atiyye der ki: Bu, Hz. Âdem'in bilinen mağfiret ta*lebinden başka birşey söylemediğini gerektirmektedir. Seleften birisine gü*nahkâr bir kimsenin neyi söylemesi gerektiğine dair soru sorulunca şöyle de*miştir: Anne ve babasının söylediği sözler olan: "Rabbimiz, biz nefsimize zul*mettik" (el-A'raf, 7/23) âyetinde söylenen sözlerdir diye cevap vermiştir.
Hz. Musa da şöyle dua etmişti: "Rabbim, gerçekten ben nefsime zulmet*tim, bana mağfiret buyur" (Kasas, 28/16). Hz. Yunus da şöyle demişti:
"Senden başka hiçbir ilah yoktur, Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulme*denlerden oldum." (el-Enbiya, 21/87)
İbn Abbas ile Vehb b. Münebbih'ten rivayet edildiğine göre sözü geçen kelimeler şunlardır:
"Seni hamdinle tenzih ederim Allah'ım, senden başka hiçbir ilah yoktur, ben kötülük yaptım, nefsime zulmettim, bana mağfiret buyur, çünkü Sen mağ*firet edenlerin en hayırhsısın. Seni hamdinle teşbih ederim Allah'ım, Senden başka hiçbir ilah yoktur, ben bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen tevbemi kabul buyur. Çünkü Sen tevbeleri çokça kabul edensin, merhame*ti sonsuz olansın."
Muhammed b. Ka'b da sözü geçen bu kelimelerin şunlar olduğunu söy*lemektedir: "Senden başka ilah yoktur, seni hamdinle tenzih ederim, teşbih ederim. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen benim tevbemi kabul buyur. Şüphesiz sen çokça tevbeleri kabul eden, çokça merhametli olansın. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle teşbih ve tenzih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen bana merhamet buyur. Çünkü şüp*hesiz Sen gafursun, rahimsin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdin*le teşbih ve tenzih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, bana mer*hamet buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin merhametlisisin." Sözü geçen bu "kelimeler"in aksırdığı zaman söylediği "elhamdülillah" sözleri olduğu da söy*lenmiştir.
"Kelimât" kelime'nin çoğuludur. Kelime ise, çok söz hakkında da kulla*nılır, az söz hakında da kullanılır. Buna dair açıklamalar daha önceden geç*miş bulunmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

3-Tevbesinin Kabulü:


Yüce Allah'ın Âdem'in tevbesini kabul etmesinin anlamı, tevbe etme ba*şarısını ihsan etmesi yahut onun tevbesini kabul etmesi demektir. Bu ise ile*ride yüce Allah'ın izniyle açıklanacağı gibi, Cuma gününe rastlayan, aşure gü*nünde gerçekleşmiş idi. Kişi, Rabbine itaate döndüğü vakit, "tevbe etti" de*nilir. Tevvâb bir kul: Çokça itaate dönen kul demektir. Tevbe asıl itibariyle dönmek demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

4- Havva'nın Tevbesinin Kabulünden Niye Söz Edilmiyor:


Yüce Allah, burada: "O da tevbesinl kabul etti" diye buyurarak "ikisinin tevbesini kabul etti" dememiştir. Halbuki o günahta Havva'nın da Hz. Âdem ile ortak olduğu icmâ ile kabul edilmiştir. Diğer taraftan yüce Allah: "Bu ağa*ca yaklaşmayınız" (âyet, 35) diye buyurmuştur. Başka yerde de: "Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik" (el-A'raf, 7/23) dedikleri bildirilmektedir denilecek, olursa cevabımız şudur:
Kıssanın baş tarafında: "Sera zevcenle birlikte cennette yerleş" (âyet, 35) di*ye Hz. Âdem'e hitap edildiğinden dolayı, kelimeler belleyip almakta da özellikle ondan söz edilmiştir. Böylelikle bu kıssanın sonu sadece o sözko-nusu edilerek gelmektedir. Diğer taraftan kadının saygınlığı ve setredilme-si esas olduğundan yüce Allah da burada onu setretmek istemiştir. Bundan dolayı: "Âdem Rabbinin emrine karşı geldi de şaşırıp kaldı" (Ta-ha, 20/121) buyruğundada Havva'dan söz edilmemiştir. Diğer taraftan çoğu hususlarda kadın erkeğe tabi olduğundan dolayı ondan ayrıca söz edilmemiştir. Nitekim yüce Allah'ın: "Ben sana.... demedim mi" (el-Kehf, 18/75) buyruğunda Hz. Musa ile birlikte bulunan delikanlıdan söz edilmeyip sadece Hz. Musa'dan söz edilmiştir.
Hz. Âdem'in tevbesinin kabulünün sözkonusu edilmesi, Havva'nın da tev*besinin kabul edildiğini göstermektedir. Çünkü her ikisi aynı durumda idi. Bu açıklama el-Hasen'den rivayet edilmiştir. Bir diğer görüşe göre bu buy*ruk yüce Allah'ın: "Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler." (el-Cum'a, 62/11) buyruğunu andırmaktadır. Burada ka*sıt ticarettir. Çünkü yönelenlerin maksadı odur. O bakımdan burdaki tekil za*mir ticarete aittir. "O ikisine" denilmemiştir. Bununla birlikte mana arasında büyük bir fark yoktur. Şair de şöyle demiştir:
"Beri olduğum(uz) halde bana ve babama iftirada bulundu O bana (anlaşmazlığımıza sebep olan) kör kuyudan dolayı iftira etti." Kur'an-ı Kerim'de de yüce Allah: "Allah ve Rasûlü'nü, onu razı etmele*ri daha uygundur." (et-Tevbe, 9/62) (şeklinde tekil zamir kulanılması) da*ha kısa ve daha veciz ifade kullanmak içindir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.