Dehşet Tabloları:
"Yahut gökten boşanan yağmur gibi." Taberi der ki: Burada Yahut "ve" anlamındadır. el-Ferrâ da böyle demiş ve delil olarak da şu beyiti gös*termiştir:
"Leyla zannetti ki ben kötü iş yapıyorum Kendimedir nefsimin takvası yahut kötülüğü."
Bir başka şair de şöyle demektedir:
"Hilafete nail oldu yahut onun için bir kaderdi
Nitekim Musa da Rabbinin huzuruna kader gereği çıkmıştı."
Buralarda "yahut" kelimesi: "ve" anlamındadır.
Burada yer alan "yahut" kelimesinin, muhatabı istediğini seçmek husu*sunda serbest bırakmak için kullanıldığı da söylenmiştir.Yani siz münafıkla*rın durumunu ister buna ister buna benzetin. Sadece bu iki halden birisine münhasır değil. Buyruk, yahut onlar yağmura tutulmuş kimsenin haline benzerler, demektir.
kelimesi yağmur anlamını taşır. Bu kelimenin iştikakı ise: şeklindedir ve yağmurun yağması hakkında kullanılır. Alka-me der ki:
"Yağmur yüklü bulutlar, bol bol seni sulayasıca
Beni cahil bir kimse ile eş tutma!"
Kelimenin aslı şeklindedir. Ya ve vav bir araya gelmiş, ya harfi vav'dan önce esreli bulunmuştur. O bakımdan vav ya'ya dönüştürülüp idğam yapılmıştır.
Nitekim kelimelerinde de aynı şey yapılmıştır.
Kimi Kuleliler de şöyle demiştir: Bu kelimenin aslı, vezninde şeklindedir. en-Nehhas da der ki: Eğer durum onların dediği gibi ol*saydı, bu iki harfin birbirine idğam edilmesi caiz olmazdı. Nitekim kelimesinin de idğamı caiz değildir. kelimesinin çoğulu, "Onların misali, bir ateş ya*kan kimsenin misaline benzer. Yahut yağmura tutulmuş kimsenin halini an*dırır..."
"Gökten" Gök anlamına gelen "sema" kelimesi müzekker ve müennes ola*rak gelir ve şekillerinde çoğulları yapılır. el-Accac der ki:
"Onu rüzgarlar ve gökler (yani: yağmurlar) sarar"
Üst tarafta bulunup da seni gölgelendiren her şeye "sema" denilir. O ba*kımdan (Arapçada) evin tavanına "sema" denilmiştir. Aynı şekilde "sema" yağ*mur anlamında da kullanılır; çünkü yağmur semadan (yukardan) gelir. Has*san b. Sabit der ki:
"Hashâs oğullarının bazı toprakları var ki kurudur Oraları topraklar ve sema gizleyip örter." Bir başka şair de şöyle demişir:
"Sema (yağmur) bir kavmin arzına yağdı mı
İsterse onlar kızsınlar biz orada otlatırız."
Çamur ve ota da "sema" adı verilir. Mesela: "Sizin yanınıza gelene kadar semayı çiğneyip durduk" denirken kastettikleri otları ve çamurları çiğneyip durdukları şekildedir. Yine yüksekte kaldığı için atın sırtına da "sema" adı ve*rilir. Şair der ki:
"Atlas gibi kırmızı semasına gelince
Hep ıslaktır. Arzı ise kuru mu kuru.."
Üstte kalan şeye "sema", aşağıda kalan şeye de "arz" denildiği önceden de açıklanmıştır.
"Onun içinde karanlıklar, şimşek ve gök gürültüsü vardır."
Yüce Allah burada çoğul şeklinde "karanlıklar" buyurarak bir taraftan ge*cenin karanlığına, diğer taraftan bulutun karanlığına işaret etmektedir. Bu*lutlar üst üste yığılıp arttığından dolayı çoğul gelmiştir. Bu kelimenin söy*leyiş şekillerine dair açıklamalar önceden (17. âyetin tefsirinde) geçmiştir. Bu*rada tekrarlamaya gerek yoktur. Yüce Allah'ın izniyle daha önce açıklama*sı geçmiş bütün hususlara dair tutumumuz bu olacaktır.
"Gökgürültüsü" hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. yr Tirmizî'deki rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: Yahudiler Peygam*ber (s.a)'e gökgürültüsünün ne olduğu hakkında soru sordular, o da şöyle buyurdu: "Meleklerden bir melek olup bulutlarla görevlidir. Onunla birlik-î ' te yüce Allah'ın dilediği yere kendileri vasıtasıyla bulutları sürdüğü kamçı*lan vardır." Bu sefer: Peki bu işittiğimiz ses ne oluyor? diye sorunca; Hz. Pey*gamber de şöyle buyurdu: "Bu da onun bulutlara bağırdığı zamanki sesidir. Ve bu Allah'ın dilediği yere kadar ulaşır." Yahudiler: Doğru söyledin, diye ce*vap verdiler.. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İlim adamlarının çoğunluğu da bu görüşü benimsemiştir. Buna göre "gökgürültüsü" işitilen sesin adıdır. Hz. Ali de böyle demiştir. Arap dilin*de bilinen de budur. Cahiliyye döneminde Lebid şöyle demiştir:
"Gökgürültüsü ve yıldırım bana o süvariyi kaybetmenin acısını tattırdı
Baş edilemez o savaş gününde."
İbn Abbas'tan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Gökgürültüsü bulutlar ara*sında sıkışıp kalan bir rüzgardır. İşte işittiğiniz o sesin çıkması bundan do*layıdır.
"Şimşek" hakkında da müf'essirler farklı görüşlere sahiptir. Ali, İbn Mes'ud ve İbn Abbas (Allah onlardan razı olsun)dan şimşeğin meleğin elinde ken*disiyle bulutları sürdüğü demir bir kılıç olduğu rivayet edilmiştir.
Derim ki: Tirmizî'nin rivayet ettiği hadisin zahirinden anlaşılan odur. Yi*ne İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre bu, kendisi vasıtasıyla bulutları sü*rüklediği, meleğin elinde nurdan bir kamçıdır. Ondan gelen bir başka riva*yete göre şimşek, görünür gibi olan bir melektir.
Felsefeciler de derler ki: Gökgürültüsü, bulut parçalarının birbirleriyle sür*tüşmesinden çıkan sestir. Şimşek ise, bu sürtüşmeden dolayı parlayan , ça*kan ateştir. Ancak bu görüşün doğruluğunu belirten sahih bir metin yoktur. O bakımdan reddedilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Gökgürültüsü" (anlamına gelen "er-Ra'd") kelimesinin asıl itibariyle hareket manasına geldiği ifade edilmiştir. Nitekim korkak kimseye "er-Ri'did (çokça titreyen)" denilir. Çalkalanıp sallanan birşey hakkında da Titredi kelimesi kullanılır. Hadis-i şerifte yer alan şu ifade de buradan gel*mektedir: İkisi bütün eklemleri titreyerek getiril*diler." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
"el-Berk (şimşek)" : kelimesinin aslı parlaklık ve ışık anlamına gelen kelimelerinden gelmektedir. Burak kelimesi de burdan gel*mektedir. Burak, Rasulullah (s.a)'ın İsra gecesinde bindiği binektir. Ondan önce diğer peygamberler de bu bineğe binmiştir.
"Gök gürledi" Ra'd kökünden; (Gökte) şimşek çaktı" da Berk kökündendir. Yine: tabiri, kadın güzel-leşip süslendi, anlamındadır. Araplar, erkek hakkında de*nildiğinde tehditte bulundu ve korkuttu, denmek istenir. İbn Ahmer der ki:
"Ey ülkemiz kendisinden uzak olan ve ey bizi uzaktan takip edip yetişemeyen Sen bulunduğun yerde şimşek gibi çak ve gök gibi gürle." Belde halkına gök gürültüsü ve şimşekler isabet ettiğinde denilir.
Gökteki gürültü ve şimşek için denilirken, tehditte bulunduğu ve korkuttuğu zaman bir kişinin durumunu anlatmak üzere de: denilir. Ancak el-Esmaî bunu kabul etmez. Esmaî'nin gö*rüşüne karşı el-Kumeyt'in şu beyiti delil gösterilmiştir:
"Ey Yezid, gürle ve tehditte bulun.
Senin tehdidin bana dokunmaz." -- Ancak el-Esmaî: Kumeyt'in sözleri delil değildir, diye cevap verir.
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Medine ile Şam arasında Ömer b. Hattab ile bir yolculukta idim. Beraberimizde Ka'b el-Ahbar da var*dı. Şiddetli bir rüzgar çıktı. Ondan sonra gök gürültüsü ve oldukça şiddetli bir yağmur yağdı. Soğuk da oldu. İnsanlar korkmaya başladı. Ka'b bana şöy*le dedi: Her kim gökgürültüsünü işittiği vakit:
"Gökgürültüsünün hamdiyle, meleklerin de korkusundan dolayı teşbih ettiği zatın şanı ne yücedir!" derse bu bulut soğur ve gök gürültüsünden do*layı meydana gelecek zararlardan esenliğe kavuşturulur. İbn Abbas der ki: Bu sözü ben ve Ka'b birlikte söyledik. Sabah olup da insanlar bir araya gelince Ömer'e şöyle dedim: Ey mü'minlerin emiri. Sanki biz insanların içinde bulun*duğu durumdan farklı bir haldeydik. Bana, bu nasıl oldu? diye sorunca ben ona Ka'b'ın söylediklerini naklettim. Hz. Ömer şöyle dedi: Sübhanallah siz, niye bu*nu bize söylemediniz, biz de söylediğiniz gibi söylerdik. Bir rivayette de Hz.Ömer'in burnuna isabet eden ve burnunda iz bırakan bir dolu tanesi çarp*tı. Bu rivayet inşaallah er-Ra'd sûresinde (13- âyetin tefsirinde) gelecektir.
Her iki rivayeti de Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib, tabiinin as-hab-ı kiramdan naklettiği rivayetler arasında zikretmektedir. (Allah'ın rahme*ti hepsine olsun). İbn Ömer'den rivayete göre Peygamber (s.a) Gökgürül-tüsü ve yıldırımları işitip gördüğünde şöyle derdi:
Allah'ım, gazabınla bizi öldürme, azabınla bizi helak etme, bundan önce bize afiyet ver." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
"Yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkarlar." Parmaklarını kulak*larına tıkamalarının sebebi Kur'ân-ı Kerim'i işitmemek, ona ve Muhammed (s.a)'a iman etmemek içindir. Çünkü bu onlar açısından bir küfürdür. parmaklar" kelimesinin tekili beş şekilde söylenir:
1. şeklinde hemze esre, be üstün
2. şeklinde hemze üstün, be esreli
3- Hemze ve be üstün,
4. Hemze ve be ötreli,
5. Hemze ve be esreli. Kelime müennestir. "Kulak" anlamına gelen "uzun"un küçültme ismi "uzeyne"dir. Bunu bir erkeğe ad verip küçültecek olursak "uzeyn" denilir.
"Kulak" anlamına gelen, "üzün" kelimesinin çoğulu "âzân" gelir. Herke*sin sözüne kulak veren kimse hakkında: denilir. Tekili ile çoğulu ay*nıdır. Kulakları büyük kimseyedenilir. Böyle olan koyuna: koça v. de çocuğun kulağını büktüm, demektir.
"Yıldırımlardan" buyruğu ile yıldırımlar dolayısıyla parmaklarıyla kulak*larını tıkadıklarına işaret edilmektedir. Âyet-i kerimede yer alan "savâik" yıl*dırımlar "saika" kelimesinin çoğuludur. İbn Abbas, Mücahid ve başkaları der ki: Melek olan er-Ra'd (gökgürültüsü)ın hiddeti ileri dereceye vardığı takdir*de ağzından ateş saçar. İşte yıldırımlar bunlardır. el-Halil de böyle söylemiş*tir. Yine el-Halil der ki: Yıldırım: Gökgürültüsü sesinden gelen oldukça şid*detli bir şekilde düşen birşeydir. Kimi zaman onunla beraber değdiği şeyi ya*kan bir ateş parçası da bulunur. Ebu Zeyd de der ki: Yıldırım, şiddetli gök*gürültüsü esnasında semadan düşen bir ateştir. el-Halil de bir grup kimse*den bu kelimenin "sin" harfi ile "es-saika" şeklinde söylediğini nakletmek*tedir. Ebu Bekr en-Nekkaş da der ki: "Saika, sa'ka ve sakia" aynı anlamda*dır. el-Hasen bu kelimeyi (kaf harfini öne alarak): "es-savaki" şeklinde oku*muştur. Ebu'n-Necm'in şu beyitinde de durum böyledir:
"Keskin ve dümdüz kılıçlarla anlatırlar
Şimşeğin gök gürültüsünden yarılmasını."
En-Nahhas der ki: Bu şekildeki söyleyiş Temimliler ile Rabia oğullarının bir kısmının söyleyiş şeklidir. Gökten bir topluluk üzerine yıldırım düştüğü vakit, "üzerlerine gökten yıldırım düştü," denir.
Saika, aynı zamanda azap sayhası (feryadı) anlamındadır. Allah şöyle bu*yurmaktadır: "Kazandıkları sebebiyle , horlayıcı azabın yıldırımı onları yakaladı." (Fussilet, 41/17) Bayılan hakkında: adam bayıldı, baygınlık ifadeleri (bu kökten) kullanılır. Yüce Allah'ın şu buy*ruğu da bu anlamdadır: "Mûsâ da baygın düşüverdi." (el-A'raf, 7/143) İbn Mukbil der ki:
"Mavi at sineklerini göğsünün altında görürsün
Teker teker çifter çifter kişnemeleri o atların, onları baygın (ölü) düşürmüştür."
Yüce Allah'ın: "Göklerde ve yerde olanların hepsi baygın düşer." (ez-Zu-mer, 39/68) buyruğundaki baygınlıktan kasıt ölümdür.
Yüce Allah bu âyet-i kerimede münafıkların durumunu, şiddetli yağmur esnasında bulunan karanlıklara, gökgürültüsü, şimşek ve yıldırımlara benze*mektedir. Karanlıklar onların inandıkları küfrün misali, gökgürültüsü ve şimşek kendisi ile korkutuldukları buyrukların misalidir.
Şöyle de denilmiştir: Allah Kur'ân-ı Kerim'i yağmura benzetmiştir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması onlar için içinden çıkılamaz birşeydir. Körlük ise karanlıklar demektir. Onun içerisinde bulunan tehdit, azar da gökgürül-tüsüdür. Kur'ân-ı Kerim'de bulunan nur ve kimi zaman neredeyse gözlerini kamaştıracak dereceye varan apaçık deliller ise, şimşeği andırmaktadır. "Yıl*dırımlar" ise Kur'ân-ı Kerim'de bulunan dünya hayatında savaşa çağrının ve âhiretteki tehditlerin misalini ifade eder. "Yıldırımların hoşlarına gitmeyen cihat, zekat ve benzeri diğer şer'i mükellefiyetler olduğu da söylenmiştir.
"Ölüm korkusu ile." Burada (korkuyu ifade eden) kelimesi, aynı anlamda olmak üzere şeklinde de okunmuştur.
Sibeveyh der ki: Burada kelimenin nasb halinde gelmesi, mef'ulu leh ol*ması dolayısıyladır. Hakikatte ise bu masdardır. Sibeveyh şu beyiti örnek gös*termiştir:
"Asil bir kimse bana karşı bir cahillikte bulunursa onun bu halini (asaletini)
korumak üzere affederim onu Ve seviyesine düşmeyeyim diye adi ve bayağı kimsenin sövmesinden
yüzçeviririm."
el-Ferrâ da, bu kelimenin temyiz olmak üzere nasb edildiğini söylemiştir. Ölüm (el-mevt) hayatın zıddıdır. şekillerinde ge*lir. Şair der ki:
"Kızcağızım, ey kızların efendisi
Çok yaşa fakat ölmeyeceğinden yana emin olunmaz."
Ölü kimse için şeklinde kullanılır. Bu kelimenin çoğulu ise şeklinde gelir. Cansız varlıklar hakkında "el-mevat" denilir. Yine bu kelime, sahipsiz ve yararlanılmayan arazi anlamına gelir. "Mevetan" hayatta olmanın zıddıdır. "İki ölüyü al, fakat iki yaşayanı al*ma" denilir. Yani arazileri evleri al, fakat köle ve hayvan satın alma. Davar*ların karşıkarşıya kaldıkları bir hastalıktan ölmelerine denilir. Davarlarda ölüm salgını görüldü," demektir. Öldürmek anlamını ifade etmek üzere denilir. Allah onu öldürdü, an*lamındadır. Son kelimenin şeddeli gelmesi mübalağa içindir. Şair der ki:
"Urve çok rahat bir şekilde öldü
İşte şimdi ben her gün öldürülüyorum."
Dişi devenin yavrusu öldüğü takdirde hakkında tabiri kul*lanılır. Ebu Ubeyd der ki: Kadının da durumu böyledir. Bu durumda olanın çoğulu şeklinde gelir. İbnu's-Sikkit der ki: Bir kişinin oğlu ve*ya oğulları öldüğü takdirde denilir. kendisini ölü gi*bi gösteren riyakar zahidin niteliklerindendir. ifadesi ise, demene benzer. (Öldürücü mü öldürücü bir ölüm ve kapkaranlık bir gece demektir). Bu şekilde onun lafzından tekit edici bir ifade kullanı*lır. ise, bir işe kendisini alabildiğine veren demektir. Şa*ir Ru'be der ki:
"Ve deniz köpüğünün hışırtısı var
Gece ise su üstünde ölü gibidir."
Yine kelimesi, savaşta ölümden hiçbir şekilde korkmayan, ölüme aldırış etmeyen, ölürcesine çarpışan kimse anlamına gelir. Hadis-i şe*rifte şu ifade kullanılmaktadır:" Ben bunların ölesiye çarpıştıklarını (çarpışacaklarını) görüyorum." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
kelimesi insanda görülen bir çeşit delilik ve sara nöbeti demek*tir. Kendisine geldiği zaman tekrar aklı tam anlamıyla başına gelir. Uyuyan ve sarhoşun durumunda olduğu gibi.
Mu'te ise, Ebu Talib'in oğlu Ca'ferin (selam ona) öldürüldüğü bir belde*nin adıdır.
"Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır." İfadesi mübteda ve haberdir. Ya*ni onun elinden kurtulamazlar, demektir. Bir kişiyi dört bir yandan kuşatıp yakaladığı takdirde Sultan filanı çepeçevre kuşattı," de*nilir. Şair der ki:
"Onları kuşattık, nihayet gördüklerine onlar da inanınca
Hep birlikte barışa meylettiler."
Yüce Allah'ın: "Onun bütün mahsulü, kuşatıldı (yok edildi)" (el-Kehf, 18/42) buyruğu da bu kökten gelmektedir.
Şanı yüce Allah, bütün mahlukatı muhit (kuşatıcı)dır. Yani bütün yaratık*lar O'nun egemenliği ve buyruğu altındadır, emri altındadır. Nitekim yüce Al*lah şöyle buyurmaktadır: "Arz bütünüyle Kıyamet gününde O'nun kabzasındadır." (ez-Zumer, 39/67) Yani O'nun egemenlik ve tasarrufu altındadır, de*mektir.
"Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır." Onların durumlarını çok iyi bi*lendir, anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunun delili ise yüce Allah'ın şu buy*ruğudur: "Ve muhakkak Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşatmış olduğunu gerçek*ten bilesiniz diye." (et-Talak, 65/12)
Onları helak edip yok edecek ve onları bir araya getirip toplayacaktır, an*lamına geldiği de söylenmiştir. Bunun delili ise yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Etrafınızın kuşatılması hariç..."(Yusuf, 12/66) Hep birlikte helak edilme*niz hali müstesna, demektir. Özellikle kâfirlerin kuşatılmasının sözkonusu edi*liş sebebi ise, âyet-i kerimede daha önce kendilerinden söz edilmiş olması*dır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
20. O şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek. Onları aydın*lattıkça da ışığında yürürler. Başlarına karanlık çökünce diki*lip kalırlar. Allah dileseydi işitmelerini ve görmelerini giderir*di. Şüphesiz ki Allah herşeye gücü yetendir.
Yer imleri