Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/5 12345 SonSon
41 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Bakara Suresi Hakkında Herşey

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Bakara Suresi Hakkında Herşey

    BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ


    Önce sûrenin nüzulü, fazileti ve ona dair varid olmuş haberler ile ilgili açık*lamalarla başlayacağız. Bu konuda rivayet tesbit etmek şartıyla ondan son*ra bütün sûrelerde de aynı usulü takip edeceğiz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    Sûre'nin Nüzul Zamanı:


    Bakara sûresi Medine'de ve değişik sürelerde inmiş bir sûredir. Medine'de nazil olmuş ilk sûre olduğu da söylenmiştir. Ancak yüce Allah'ın: "Kendisin*de Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz." (el-Bakara, 2/281) buy*ruğu semadan son nazil olan âyet-i kerimedir. Bu âyet-i kerime Mina'da, Ve*da Haccında Kurban bayramının birinci gününde nazil olmuştur. Yine faizin yasağını belirten âyet-i kerimeler de (el-Bakara, 2/275, 280) Kur'ân-ı Ke-rim'den son nazil olmuş âyetler arasındadır.
    Bu sûrenin fazileti çok, sevabı muazzamdır. Buna Fustatu'l-Kur'ân (Kur'an'ın Otağı) adı verilir. Bu adın verildiğini Halid b. Ma'dan söylemiş*tir. Bu adın veriliş sebebi ise, azameti, gözkamaşürıcı özelliği, çekiciliği, hü*küm ve öğütlerinin çokluğudur. Hz. Ömer bu sûreyi, -daha önceden de be*lirtildiği gibi- ihtiva ettiği fıkhı ve diğer hükümleriyle on iki yılda oğlu Ab*dullah da sekiz yılda öğrenmiştir.
    İbnu'l-Arabi der ki: Hocalarımdan birisini şöyle derken dinledim: Bu sûre*de bin tane emir, bin tane nehiy, bin tane hüküm, bin tane haber vardır. /^ Rasûlullah (s.a) belli sayıda askerî birliği belli bir tarafa göndermiş, I ların başına en genç olanını Bakara sûresini ezberlediğinden dolayı komu*ttan tayin etmiş ve ona: "Git, sen onların emirisin" demiştir. Bu hadisi Tirmi-/ zî, Ebu Hureyre'den rivayet etmiş olup sahih olduğunu belirtmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Müslim, Ebu Umame el-Balıili'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Bakara sûresini okuyunuz. Onu öğrenmek bereket, onu terketmek bir hasrettir. Batılcılar da onun altından ( kalkamazlar." (Hadisin ravilerinden bir tanesi olan) Muaviye der ki: Bana ulaş*tığına göre burada sözü geçen "batılcılar"dan kasıt sihirbazlardır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yine Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayetine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizi kabirler haline getirmeyiniz. Çünkü şeytan, içerisinde) Bakara sûresinin okunduğu evden kaçar." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Darimi, Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bakara sûresi bir ev*de okundu mu mutlaka şeytan oradan seslice osurarak kaçıp gider. Ayrıca şöy*le demiştir: Herşeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zirvesi de Bakara süresidir. Her-şeyin katıksız bir özü vardır. Kur'ân-ı Kerim'in özü de mufassal sûrelerdir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    el-Busti'nin Sahih'mde Sehl b. Sa'd'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Şüphesiz herşeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zir*vesi de Bakara süresidir. Kim geceleyin evinde okursa, üç gece süre ile şey*tan onun evine girmez. Kim gündüzün onu okursa, şeytan üç gün süre ile evi*ne girmez." Ebu Hatim el-Busti der ki: Peygamber (s.a)'ın: "Şeytan üç gün sü*re ile evine girmez" buyruğu ile kastettiği şeytanların azgın olanlarıdır.
    Darimi Müsned'inde eş-Şabi'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Abdul*lah dedi ki: Her kim bir gecede Bakara sûresinden on âyet-i kerime okur ise sabah olana kadar o gece o eve hiçbir şeytan giremez. Bunlar baştaki ilk dört âyet, Âyetul-Kürsi, ondan sonraki iki âyet ve: "Göklerde ve yerde ne varsa hep*si Allah'ındır" (el-Bakara, 2/284) den itibaren sonundaki üç âyet-i kerimedir. Yine eş-Şabi'nin rivayetine göre Abdullah şöyle demiştir: O gün ona da aile halkına da şeytan yaklaşmaz, hoşuna gitmeyecek birşey de ilişmez. Bunlar bir deliye okundu mu mutlaka kendisine gelir. -Abdullah'ın arkadaşlarından bi*risi olan el-Muğire b. Subey' dedi ki: Kur'ân'ı asla unutmaz. İshak b. İsa der ki: Ezberlemiş olduklarını unutmaz. Ebu Muhammed ed-Darimi der ki: (ravi-lerden) kimisi de el-Muğire b. (Subey' değil de Sumey'dir demiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    İbn Abdi'l-Berr'in "el-lstiab" adlı eserinde şöyle denilmektedir: Lebid b. Rabia b. Amir b. Malik b. Cafer b. Kilab b. Rabia b. Âmir b. Sa'saa cahiliyye dönemi şairlerinden birisi idi. İslam'ı da idrak etmiş güzel bir şekilde İslâm'a bağlanmış, müslüman olduktan sonra şiir söylemeye son vermişti. Halifeli*ği döneminde Hz. Ömer ona şiiri hakkında soru sormuş. Şiir okumasını is*temişti. O da Bakara sûresini okumuştu. Hz. Ömer ona: Ben sana kendi şi*irinden okumanı istemiştim. Lebid de: Yüce Allah bana Bakara ve Al-i İm-ran sûrelerini öğrenmeyi nasip ettikten sonra bir beyit olsun şiir söylemedim. Onun bu sözleri Hz. Ömer'in hoşuna gittiğinden dolayı ikibin olan maaşına beşyüz daha ilave etmişti. Haber rivayet edenlerin çoğu şöyle demiştir: Le*bid İslâm'a girdikten sonra şiir söylemedi. Bazıları da: O İslâm'a girdikten son*ra sadece şu beyiti söylemiştir, demektedirler:
    "Allah'a hamdolsun çünkü ecelim gelmedi İslâm'dan bir elbiseye bürününceye kadar."
    İbn Abdi'1-Berr der ki: Bu beyitin Selul'lu Karade b. Nüfase'ye ait oldu*ğu da söylenmiştir. Bence daha sahih olan görüş budur. Başkası da şöyle der: Hayır, İslâm'a girdikten sonra Lebid'in söylediği beyit şudur:
    "Soylu insanı kendi nefsi gibi sigaya çeken olmaz
    Kişinin salih arkadaşı kişiyi İslah eder."
    Âyetu'l-Kürsi ile Bakara sûresinin sonlarının faziletine dair varid olmuş ha*berler, bunların tefsiri yapılırken gelecektir. Yine Âl-i İmran sûresinin baş ta*raflarında bu sûrenin faziletine dair daha başka açıklamalar da -yüce Allah'ın izniyle- gelecektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    "Rahman ve Rahim Allah'ın adı ile"

    1. Elif, Lâm, Mîm.
    2. İşte bu kitap; Onda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için hidâ*yettir.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Makatta Harfler ve Müteşabih:


    Tefsir alimleri sûrelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca ken*disine sakladığı müteşabih buyruklar arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir-şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz.
    Bu görüş ayrıca Ebu Bekir es-Sıddîk ile Ali b. Ebi Talib (Allah ikisinden de razı olsun )den de rivayet edilmiştir.
    Ebu'1-Leys es-Semerkandî, Ömer, Osman ve İbn Mes'ud (r.anhum)dan şöy*le dediklerini kaydetmektedir: Mukatta Harfler ilimleri gizlenmiş buyruklar*dandır. Onlar tefsir edilmezler.
    Ebu Hatim de der ki: Biz Mukatta Harfleri Kur'ân-ı Kerim'de yalnızca sûre*lerin baş taraflarında görebiliyoruz. Bunlarla yüce Allah'ın neyi anlatmak is*tediklerini de bilemiyoruz.
    Derim ki: Ebu Bekr el-Enbârî'nin zikrettiği şu rivayetler de bu kabilden*dir: Bize el-Hasen b. Hubab anlattı. Bize Ebu Bekr b. Ebi Talib anlattı. Bize Ebu'l-Münzir el-Vasıti, Malik b. Miğvel'den anlattı. Malik, Said b. Mesruk'tan, o er-Rabi b. Huseyn'den rivayetle dedi ki: Yüce Allah bu Kur'ân-ı Kerim'i in*dirdi ve ondan istediği şeylerin bilgisini yalnızca kendisine sakladı. Sizi de dilediğine muttali kıldı, dilediğinin sırrını bildirdi. Kendisi için sakladığı bilgilere herhangi bir şekilde nail olamazsınız. O bakımdan onlara dair soru sormayınız. Sizi muttali kıldığı şeylere gelince, işte hakkında soru soraca*ğınız ve kendisine dair size haber verilecek olan bilgi budur. Bununla bir*likte siz Kur'ân'ın tümünü öğrenemezsiniz ve bütün öğrendiklerinizle de amel edemezsiniz. Ebu Bekr der ki: İşte bu, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan birtakım harflerin anlamlarını yüce Allah'tan bir deneme ve bir imtihan olmak üzere bütün alemden gizli tutulduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bunlara iman eden bir kimseye ecir verilir, mutlu olur. Bunları inkar eden ve şüphe ile kar*şılayan da günah kazanır ve haktan uzaklaşır.
    Bize Kadı Ebu Yusuf b. Yakub anlattı. Bize Muhammed b. Ebu Bekr an*lattı, bize Abdurahmân b. Mehdi Süfyan'dan rivayetle anlattı. Süfyan, el-A'meş'ten, o Umare'den o Hureys b. Zuhayr'dan o da Abdullah (b. Mes'ûd)'dan rivayetle dedi ki: Hiçbir mümin ğayba imandan daha faziletli bir imana sahip olmaz. Bundan sonra da: "Onlar ğayba inanırlar" (el-Ba-kara, 2/3) buyruğunu okudu.
    Derim ki: Bu müteşabih ve müteşabihin hükmü ile ilgili açıklamalardır. İle*ride yüce Allah'ın izniyle Al-i İmran sûresinde de açıklanacağı üzere doğru olan görüş budur. İlim adamlarından büyükçe bir topluluk da şöyle demiş*tir: Hayır, bizim bunlara dair söz söylememiz ve bunların altında saklı olan faydalı hususları araştırmamız, bunlardan çıkartılabilecek anlamlar üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu görüşü savunanlar konu ile ilgili pek çok ka*naat ileri sürmüşlerdir.
    İbn Abbas'tan ve yine Hz. Ali'den şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: Kur'ân-ı Kerim'de yer alan Mukatta Harfler Allah'ın ism-i a'zamıdır. Şu kadar var ki bizler bu harflerden bu ismin ne şekilde olduğunu çıkartandayız.
    Kutrub, el-Ferra ve başkaları der ki: Bunlar heca harflerine işarettir. Al*lah bunlarla bu Kur'ân-ı Kerim'in benzerini meydana getirmek için meydan okuduğunda Kur'ân-ı Kerim'in bu harflerden meydana geldiğini bildirmek*tedir ki onların konuşmalarının temelini bu harfler oluşturmaktadır. Böyle*likle onların Kur'ân-ı Kerim'in benzerini meydana getirmekten yana acze düş*meleri ile onlara karşı getirilen delil daha bir beliğ (açık) olur ve kesinlik ka*zanır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim onların dilleri olan Arapçanın dışında değildir. Kutrub der ki: Onlar Kur'ân-ı Kerim'i işittiklerinde kaçıp gidiyorlardı fakat "Elif, Lam, Mim" ve "Elif, Lam, Mim, Sad" buyruklarını işitince böyle bir sö*zü (önce) tepki ile karşıladılar. Ancak Hz. Peygamber'e kulak vermeye baş*ladıklarında onu işitme duyularına ve kulaklarına sağlamca yerleştirmek kas*tı ile onlara telif edici (ısındırıcı) Kur'ân-ı Kerim'i okudu ve onlara karşı de*lilini ortaya koydu.
    Başka bir grup da şöyle demektedir: Müşrikler, Mekke'de iken Kur'ân-ı Kerim'i dinlemekten yüzçevirip: "Bu Kur'ân'ı dinlemeyin ve o okunurken an*lamsız sözler söyleyin" (Fussilet, 41/26) demeleri üzerine onlar tarafından ga-rib karşılansın ve kulak kabartsınlar, ondan sonra da Kur'ân'ı dinlesinler, böy*lelikle de onlara karşı kesin bir şekilde delil ortaya konulsun diye bu harf*ler nazil olmuştur.
    Bir grup da şöyle demektedir: Bu harfler bir kısmı bırakılmış geri kalan*ları belirtilmemiş bazı isimlere delalet etmektedirler. Nitekim İbn Abbas ve başkalarının şu açıklamaları buna benzer: Elif Allah'tan, Lam Cebrail'den, Mim ise Muhammed (s.a)'den (kısaltma)dır. Şöyle de denilmiştir: Elif Allah adının baş harfi, Lam Latif adını baş harfi, Mim Mecid adının baş harfidir.
    Ebu'd-Duha, yüce Allah'ın ( I_ll ) "elif, lam, mim" buyruğu hakkında İbn Abbas'ın şu açıklamayı yaptığını rivayet etmektedir: "Ben Allah'ım bili*rim." Diğer taraftan "elif, lam, ra"nın: Ben Allah'ım görürüm; "elif, lam, mim, sad" buyruğunun: "Ben Allah'ım hakkı batıldan ayıran hükmü veririm" an*lamına geldiğini de söylemişlerdir. Buna göre elif (ben anlamına gelen) "ene" kelimesinin "lam" harfi "Allah" adının, "mim" harfi (bilirim anlamına gelen) "a'lemu"nun yerini tutmaktadır. ez-Zeccac bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir: Ben bu harflerden her birisinin bir mana ifade ettiği kanaatin*deyim. Araplar harflerin bir kısmını teşkil ettiği kelimelerin yerini tutmak üze*re hem şiirde hem de o manayı kastetmek üzere (tek başlarına) harfleri kul*lanmış bulunmaktadırlar. Şairin şu sözünde olduğu gibi:
    "Ben ona 'dur1 dedim o da 'kâf dedi."
    Burada şair: İşte durdum, dediğini kastetmektedir. Zuheyr de şöyle demiş*tir:
    "Hayra karşılık hayırlar, fakat şer olursa fâ
    Bununla birlikte ben şer istemem ancak tâ."
    Şair burada "fâ" ile; "eğer sen kötülük yaparsan ben de kötü karşılık ve*ririm" demek istemiştir. "Fâ" ile de; "sen kötülük istersen ben de kötülük ya*parım," demek istemiştir.
    Bir diğer şair de şöyle demiştir:
    "Onlara seslendiler yularları takın diye hiç tâ...mısınız? Hep birlikte haydi fâ.. dediler."
    "Tâ" ile binmez misiniz, demek istemiş, "fâ" ile de bininiz, demek iste*miştir.
    Hadis-i şerifte de Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir müslümanın öldürülmesine yarım kelime ile dahi yardımcı olursa..." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Şa-kik der ki: Yarım kelime ile yardımcı olması demek Çöldür anlamına gelen) "uktul" kelimesi yerine iki harflik "uk" demektir. Nitekim Peygamber (s.a) de: "Şa.... olarak kılıç kafidir" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurmuştur. Bunun anlamı ise, "şâfiyen" kelimesinin ilk iki harfi olup "şifa veren" demektir.
    Zeyd b. Eşlem der ki: Bunlar sûrelerin isimleridir. el-Kelbi de der ki: Bun*lar şerefleri ve faziletleri dolayısıyla yüce Allah'ın kendileriyle kasem ettiği yeminlerdir. Ve bunlar O'nun isimlerindendir. Bu da İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Kimi ilim adamı bu görüşü kabul etmeyerek şöyle demiştir: Bu*nun kasem olması uygun olmaz. Çünkü kasem: gibi edatlar ile birlikte yapılır. Burada ise bu edatlardan herhangi birisi yoktur. Dolayı*sıyla bunun bir yemin olması caiz değildir. Buna şöyle cevap verilebilir: Bu*rada yemin edilen şey yüce Allah'ın: "O'nda hiçbir şüphe yoktur" buyruğu*dur. Bir kimse, yemin ederken: Allah'a yemin ederim bu kitapta hiçbir şüphe yoktur" diyecek olsa onun bu ifadesi doğru olur ve burada yer alan yoktur, yeminin cevabı olur. Böylelikle el-Kelbi'nin bu sözü ile İbn Abbas'tan bu şekilde yapılan rivayetin doğru ve sağlıklı bir açıklama olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.
    Eğer: Yüce Allah'ın yemin etmesinde hikmet nedir? Zaten insanlar o dö*nemde ya tasdik eden ya da yalanlayan olmak üzere iki sınıftı. Doğrulayan yeminsiz de doğrulamaktadır. Yalanlayan ise yemin ile birlikte de tasdik et*memektedir, denilecek olursa şu şekilde cevap verilebilir: Kur'ân-ı Kerim Arapça nazil olmuştur. Araplardan herhangi bir kimse sözünü pekiştirmek is*tediği takdirde sözünün doğruluğuna yemin eder. Şanı yüce Allah da onla*ra karşı konulan delile kuvvet kazandırmak istediğinden dolayı Kur'ân-ı Kerim'in kendi katından gönderilmiş olduğuna yemin etmektedir.
    Kimisi de der ki: "Elif Lam Mim" yani: Ben bu Kitabı senin üzerine Levh-i Mahfuzdan indirdim demektir. Katade de yüce Allah'ın Elif, Lam, Mim buyruğu hakkında şöyle der: Bu Kur'ân-ı Kerim'in isimlerinden bir tanesidir.
    Muhammed b. Ali et-Tirmizî'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yüce Allah bu sûrede bulunan bütün hüküm ve kıssaları sûrenin baş taraflarında sözkonusu ettiği harflere koymuştur. Bunu ise ancak bir peygamber ya da bir Allah dostu bilebilir. Daha sonra bunu insanları bilgilendirmek üzere bü*tün sûrede açıklamaktadır. Konu ile ilgili başka görüşler de ileri sürülmüş*tür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    Mukatta Harflerin Okunuşları:


    Bu harfler sükûnlü okunarak üzerinde vakıf yapılır. Çünkü bunlar nakıs*tır. Ancak bunlar hakkında haber getirir yahut bunları atfeder isek, o takdir*de bunları i'rablı (harekeli) olarak okuyabiliriz. Bu harflerin i'rabda mahal*lerinin olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır. Bunların irabı yoktur çünkü bunlar, cümle içinde yerleri belli olan isimler değildir, muzari fiil de değildir. Bunlar sadece heca (alfabe harfleri) konumundadır ve bunlar olduk*ları gibi hikaye edilirler (seslendirilirler) denilmiştir. Halil ve Sibeveyh'in gö*rüşü budur. Bu harflerin sûrenin isimleri olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre ise açıklanmayan bir mübtedanın haberi olarak kabul edildiklerinden dolayı i'rabda mahalleri reftir. Yani: Bu "ElifLam Mim"dir, anlamındadır, der*ler. Nitekim: Bu Bakara süresidir derken de böyledir. Veya bu harfler müb-teda kabul edilir, haberi de daha sonra gelen: "Bu..." buyruğudur. "Zeyd iş*te o adamdır" demek gibi. İbn Keysan en-Nahvi der ki: "Elif Lam Mim" nasb mahallindedir. "Elif Lam Mim"i okuyorum demek veya: "Elif Lam Mim"i oku*maya bak, demek gibi. Yemin olarak cer mahallinde oldukları da söylenmiş*tir. Çünkü İbn Abbas: Bunlar yüce Allah'ın kendileriyle yemin ettiği kasem*lerdir, demiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Kitab:


    Yüce Allah'ın: "İşte bu (şu.) kitab" anlamının "bu kitap" ol*duğu söylenmiştir.
    Şu" kelimesi aslında gaib olana işaret için olmakla birlikte hazırda bulunana işaret için de kullanılır. Nitekim şanı yüce Allah kendi zatı hakkın*da haber verirken (aynı edatla) şöyle buyurmaktadır: "İşte bu, gizliyi de açı*ğı da bilen aziz ve rahim olandır." (es-Secde, 32/6) Hufaf b. Nudbe'nin şu beyitindeki işaret de böyledir:
    "Mızrak(ım) belini bükerken ona dedim ki:
    Hufafa iyi bak. îşte o kişi benim!"
    Yani; ben buyum demektir.
    Burada yer alan şu" ile Kur'ân-ı Kerim'e işaret edilmekte ve (bu anlamına gelen) yerine kullanılmaktadır. Bunun ifade ettiği kısa an*lam şudur: "Elif Lam Mim, İşte bu kitap, onda hiçbir şüphe yoktur." Aynı za*manda bu, Ebu Ubeyde, İkrime ve başkalarının görüşüdür. Yüce Allah'ın şu buyruklarında da kullanılan (bu türden işaret zamirleri) aynı anlamdadır: "İş*te bu bizim İbrahim'e kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir" (el-En'am, 6/83); "Bunlar Allah'ın âyetleridir. Sana onları hak ile okuyoruz." (el-Ba-kara, 2/252) Burada geçen (ve uzaktaki veya gaib olan birisini işaret etmek için kullanılan kelimesi, yakın için kullanılan kelimesi anla*mındadır. Fakat artık bunlar zaman itibariyle geçip gittiklerinden dolayı adeta uzaklaşıp gitmiş gibi oldular ve bu bakımdan -uzak için işaret zamiri olan kelimesi kullanıldı. Buharı'de şöyle denilmektedir: Ma'mer de*di ki: İşte bu kitap bu Kur'ân-ı Kerim'dir.
    "Takva sahipleri için bir hidâyettir" Bir açıklama ve bir yol göstermedir. Yüce Allah'ın: "Bunlar Allah'ın hükümleridir. Aranızda o hükmeder."(el-Mümtehine, 60/10) buyruğunda olduğu gibidir. Mana bu Al*lah'ın hükmüdür, şeklindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Derim ki: şu" anlamında da kullanılır. Umm Ha-ram'dan rivayet edilen hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Onlar bu denizin ortasında yolculuk yapacaklardır" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. buyruğundan kasıt, o (görmediğimiz) denizde yolculuk yapacaklardır, demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ayrıca gaib olana işaret edilerek: "O onun kapısında duruyor" da denilmiştir.
    bu, şu" zamirinin gaib hakkında kullanılışı ile ilgili olarak on ay*rı görüş vardır:
    1) "İşte bu kitap" yani benim insanlar için takdir ettiğim mutluluk, bed*bahtlık, ecel ve rızık hakkında bir şüphe yoktur, yani onu değiştirecek yok*tur, anlamındadır.
    2) "Bu kitap" ile ezelde kendim için takdir ettiğim: "Rahmetim gazabımı geçmiştir" buyruğu kastedilmiştir. Çünkü Müslim'in Sahih'inde Ebu Hurey-re'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Allah ya*ratmayı hükmettiği zaman kitabında kendisi hakkında kendisinin yanında alı*konulmuş o kitabında: Benim rahmetim gazabıma galib gelir" diye buyurmuş*tur. Bir diğer rivayette de" ....geçer" şeklindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    3) Yüce Allah peygamberine suyun silip götüremeyeceği bir kitap indi*receği vadinde bulunmuştur. İşte bununla sözü geçen o vade işaret edilmiş*tir. Nitekim Müslim'in Sahih'inde Mücaşi'li Iyad b. Himar'dan gelen bir riva*yete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah yeryüzü halkına baktı, araplarıyla arap olmayanıyla hepsine gazab etti. Bundan tek istisna kitap eh*linden geriye kalan bir azınlık oldu. Ve buyurdu ki: Seni, seni ve seninle baş*kalarını sınayayım diye peygamber olarak gönderdim. Senin üzerine suyun yıkayamayacağı, uyurken ve uyanıkken okuyacağın bir kitap indirdim...." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    4) Burada işaret Kur'ân-ı Kerim'in Mekke'de nazil olan bölümlerinedir, de denilmiştir.
    5) Şanı yüce Allah Peygamberi Muhammed (s.a)'e: "Muhakkak Biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız." (el-Müzemmil, 73/5) buyruğunu Mek*ke'de iken inzal buyurunca Rasûlullah (s.a) yüce rabbinden kendisine veri*len bu vadin gerçekleştirilmesini gözetleyip duruyordu. Medine'de onun üze*rine: "Elif, Lam, Mim. İşte bu kitap onda hiçbir şüphe yoktur" buyruğunu in*zal buyurunca onun anlamı şunu ifade ediyordu: Medine'de senin üzerine in*dirdiğim Kur'ân-ı Kerim'in bu bölümleri işte Mekke'de iken sana vahyede-ceğimi vadetmiş olduğum o kitaptır.
    6) Buradaki "işte bu" ile Tevrat ve İncil'de bulunanlara işaret edilmekte*dir. "Elif, Lam, Mim" ise Kur'ân-ı Kerim'in adıdır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Bu Kur'ân-ı Kerim Tevrat ve İncil'de açıklaması yapılan kitaptır. Ya*ni Tevrat ile İncil bu kitabın doğruluğuna tanıklık etmekte ve Kur'ân-ı Kerim her ikisinde bulunan manaları kuşattığı gibi onlarda bulunmayan şeyleri de fazladan ihtiva etmektedir.
    7) Burada yer alan "işte bu kitap" buyruğu ile Tevrat'a da İncil'e de işaret edilmektedir de denilmiştir. Anlamı şöyle olur: "Elif, Lâm, Mîm. Bu kitap iş*te o iki kitap veya o iki kitap gibidir." Yani Kur'ân-ı Kerim o iki kitapta bu*lunanları kendisinde toplamıştır. Böylelikle "bu" ifadesi Kur'ân-ı Kerim'de yer alan bir delil ile her ikisini ifade etmektedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyur*muştur: "O (inek) ne çok yaşlı ne de çok gençtir. Bunun ikisi arasında dinç bir inektir." (el-Bakara, 2/68) Burada "bunun" buyruğu ile kastedilen yaşlı ile genç arasında demektir. İleride açıklaması gelecektir.
    8) Bir diğer görüşe göre burada yer alan "bu" ile Levh-i Mahfuza işaret edil*mektedir. el-Kisai der ki: "Bu" Kur'ân'ın henüz nazil olmamış, semada bulu*nan diğer bölümlerine işarettir.
    9) Diğer bir görüşe göre şanı yüce Allah, kitap ehline Muhammed (s.a)ın üzerine bir kitap indireceğini vadetmişti. İşte buradaki işaret, sözü geçen o vâdedir. el-Müberred der ki: Anlam şudur: Bu Kur'ân-ı Kerim sizin bundan önce kâfirlere karşı gelişi sayesinde muzaffer olacağınızı ileri sürdüğünüz o kitaptır.
    10) Bu buyruk ile "Elif Lam Mim" harfleri, Benim kendilerinden oluştur*duğum bu söz düzeni ile size karşı meydan okuduğum harflerdir, görüşünü kabul edenlere göre, alfabedeki harflere işaret edilmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kitap Ne Demektir?


    "Kitap" bir araya derlenip toparlanmayı ifade eden dan mas-dardır. Biraraya gelip toplandığından dolayı askerî birliğe "ketîbe" denilir. Bö*lük bölük olduğu takdirde atlar hakkında da aynı kökten denilir.
    Katırın fercinin iki tarafı bir halka veya ince uzun bir deri parçası ile bir ara*ya getirildiği vakit, bu durumu ifade etmek üzere denilir. Şair der ki:
    "Yanında konakladığın Fezareli hiçbir kimseye sakın güvenme Develerine karşı ve onları (n ferclerini) bir halka ile bağla." Kâf harfi ötreli okunarak kelimesi, içinden ip geçirmek üzere açı*lan ve ipiyle birlikte olan delikise, böyle bir yerden ip geçirme işleminin adıdır. Şair Zu'r-Rimme der ki:
    "Tabaklanmış, delikleri genişçe derinin
    Delikleri aralıksız damlayan su ile delikler kaybolmuş."
    Kitap: Yazan kimsenin alfabe harflerini birarada veya ayrı ayrı yazmasıdır. Yazılan şey olmakla birlikte buna "kitap" adı verilmiştir. Nitekim şair şöy*le demektedir:
    "Benden bir dönüş umar halbuki onda
    Tutkalın yapıştırdığına benzer bir kitap (yazı) vardır."
    Kitap: Aynı zamanda farz, hüküm, kader anlamına da gelir. el-Ca'di der ki:
    "Amcamın kızı, Allah'ın Kitabı çıkardı beni Aranızdan, ben Allah'ın yaptığını önleyebilir miyim?
    Rayb: Şüphenin Anlamı:
    Yüce Allah'ın "Hiçbir şüphe" buyruğu genel bir nefydir. İşte bundan do*layı burada kelimesi nasbedilmiştir. "er-Rayb" kelimesinin üç anlamı vardır:
    1- Şüphe demektir. Abdullah b. ez-Ziba'rî der ki:
    "Ey Umeyme, hakta şüphe diye birşey olmaz. Asıl şüphe bilgisizin söylediğinde olur. "
    2- Töhmet demektir. Cemil der ki:
    "Buseyne dedi ki, ey Cemil beni töhmet altında bıraktın Ben de dedim ki, ikimiz de ey Buseyne töhmetçi kimseleriz."
    3- İhtiyaç demektir. Şair (Ka'b b. Malik) der ki:
    "Tihame'den her türlü ihtiyacımızı karşıladık
    Ve Hayber"den; sonra da kılıçları topladık."
    Allah'ın Kitabında şüphe de yoktur tereddüt de olmaz. Bunun anlamı şu*dur: Bu kitap zatı itibariyle haktır ve o, Allah tarafından indirilmiştir. O'nun sıfatlarından bir sıfattır. Yaratılmamıştır, sonradan da var edilmemiştir. İster*se bu konuda kâfirlerin herhangi bir şüphesi bulunsun.
    Anlamın şu olduğu da söylenmiştir: İfade haber olmakla birlikte manası yasaklamaktır. Bu konuda şüphe etmeyiniz, demektir. Burada ifade tamam olmaktadır. Sanki: İşte bu kitap, hak bir kitaptır, denilmiş gibidir.
    Herhangi bir hususta şüphe veya korkuya kapılmak sözkonusu olduğun*da kişi: Bu iş beni kuşkulandırdı, der. Rayb sahibi olduğu takdirde ( vjIjÎ ) kelimesi kullanılır. Kuşkulanan kimseye denilir. ise, zamanın musibetleri ve başgösteren sıkıntılı olaylar de*mektir.
    Yüce Allah'ın: "Onda şüphe yoktur, takva sahipleri için bir hidâyettir" buyruğu ile ilgili açıklamalar altı başlık altında ele alınacaktır: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    1- Kitapdaki Hidayet:


    Onda" buyruğunda yer alan "ha" harfi, "fi" sebebiyle cer mahallin-dedir. (Bunun beş türlü okunuşu vardır. En güzeli okuyuşudur.
    Bundan sonra "he" harfinden sonra "vav" ilave etmeksizin oku*yuşu gelir. Bu, ez-Zühri ve Sellâm Ebu'l-Münzir'in kıraatidir. Bundan sonra he harfinden sonra uzatan harf olarak yâ ilavesiyle okuyuşudur. Bu İbn Kesir'in kıraatidir. Ayrıca hadan sonra vav ekleyerek kıraati de caizdir. Ha harfini sakin okuyup ondan sonraki ha harfi ile idğam edip şeklindeki okuyuş da caizdir. hidâyet" kelimesi, müb-teda olduğu için ref mahallindedir. Haberi ise, (s4 ) kelimesidir. O taktirde "... onda hidâyet vardır" demek olur.
    "Hûda" kelimesinin arapçadaki anlamı doğruluk ve açık seçiklik demek*tir. Yani bu kitapta marifet ehline bir açıklama vardır. Doğru yol gösterilmek*tedir ve onda fazlasıyla açıklama ve hidâyet vardır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    2- Hidayetin Türleri:


    Hûda iki türlüdür: Birisi delalet (yol göstericilik) şeklindeki hidâyettir. Bu peygamberlerin ve onlara tabi olanların yapabilecekleri bir şekildir. Yüce Al*lah şöyle buyurmaktadır: "Her bir kavim için de hidâyete ileten bir (yol gösterici) kişi vardır." (er-Rad, 13/7) Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyur*maktadır: "Ve muhakkak ki sen dosdoğru yola hidâyet edersin." (eş-Şura, 42/52) Burada yüce Allah, peygamberlere hidâyete iletme imkanını verdiğin*den sözetmektedir. Burada sözü geçen "huda"nın anlamı ise göstermek, da*vet etmek, dikkat çekip uyarmaktır.
    Diğer bir hidâyet şekli ise; te'yid ve başarı (desteklemek ve tevfik) anla*mına gelen ve yalnız yüce Allah'a has olan hidâyettir. Yüce Allah, Peygam*berine hitaben şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki sen sevdiğin kimseyi hi*dâyete erdiremezsin." (el-Kasas, 28/56) Buna göre hidâyet kalpte imanı ya*ratmak anlamına gelir. Yüce Allah'ın şu buyrukları da böyledir: "İşte bunlar Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler." (el-Bakara, 2/5); "Ve o dilediğine hidâyet verir." (Yunus, 10/25)
    Hûda aynı zamanda hidâyet bulmak anlamına da gelir. Bunun anlamı ise, ne sekide tasarrufta bulunursan bulun irşad anlamına gelir. Ebu'l-Meâli der ki: Bazan hidâyet müminleri cennete ulaştıran yollara ve cennete götüren yol*lara iletmek anlamında da kullanılır. Mücahidlerin nitelikleri ile ilgili olarak yüce Allah'ın şu buyruğu bu türdendir: "Onların amellerini asla boşa çıkart*maz, onları hidâyete erdirecektir." (Muhammed, 47/4-5) Yüce Allah'ın şu buy*ruğunda da (belli bir yere ulaştıran yollara iletmek) anlamında kullanılmış*tır: "Onları cehennemin yoluna götürün." (es-Saffat, 37/23) Yani onların o yollardan yürümesini sağlayın, demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    3- Lafız Olarak "Hidâyet":


    Hidâyet müennes bir lafızdır. el-Ferra der ki: Esedoğullarının bazıları "el-Hüda" kelimesini müennes kabul ederek: Bu güzel bir hidâyettir" derler. el-Lihani de bu müzekker bir lafızdır demektedir.
    Bu kelimenin i'rabı kabul etmeyiş sebebi, sonunda maksur elifin bulun*masıdır. Elif ise hareke almaz. Harfli olarak da harf(-i cer)siz olarak da mef ul alır (geçişli olur). Buna dair açıklamalar Fatiha sûresinde yapılmıştı. Yola iletmek, evi tarif etmek için bu kelime kullanılır. Birincisi (yani harfli ge*çiş yapması) Hicazlıların şivesi, ikincisini de el-Ahfeş nakletmiştir.
    Kur'ân-ı Kerim'de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bizi dosdoğru yola ilet (lıidâyet eyle)!" (el-Fatiha, 1/6) Bir başka yerde de yüce Allah şöyle bu*yurmaktadır: "Bizi buna ileten (hidâyet eyleyen) Allah'a hamdolsun." (el-A'raf, 7/43)
    "Hüda"nın gündüzün isimlerinden birisi olduğu da söylenmiştir. Çünkü in*sanlar bu zaman süresi içerisinde geçimlerini sağlamak ve bütün maksatla*rını gerçekleştirmek için (aydınlığında) yol bulurlar. İbn Mukbil'in şu beyi-ti de bu anlamdadır:
    "Nihayet gün aydınlandı, sahralar ansızın (üstüme) geliyorken;
    Aile halklarına bir musibet geleceğinden korkuyor, ya da dua ediyorlar." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    4- Hidayet Kimlere Verilir?


    Yüce Allah: "Takva sahipleri için" buyruğunda hidâyetini takva sahiple*rine tahsis ettiğini ifade etmektedir. Her ne kadar bu kitap bütün insanlık için bir hidâyet ise de bununla takva sahiplerinin şerefi arttırılmaktadır. Çünkü takva sahipleri, onun içinde bulunan hakikatlere iman etmiş ve tasdik etmiş, doğrulamışlardır. Ebu Ravk'ın: "Takva sahipleri için bir hidâyettir", yani on*lar için bir şereftir dediğine dair bir rivayet gelmiştir. Yani: Yüce Allah on*ları tebcil etmek, şanlarını yüceltmek, üstünlüklerini açıklamak üzere böy*le buyurmuştur.
    kelimesinin aslı, şeddesiz iki ya ile olmak üzere şek*lindedir. Birinci ya'dan esre, ağırlığı dolayısıyla hazfedildikten sonra iki sa*kin bir araya geldiğinden dolayı ya'nın birisi hazfedilmiş, vav harfinin yeri*ne de vav ile te'nin bir araya gelmesi halinde vav'ın te harfine dönüştürül*mesi şeklindeki Arapların asıl kaidelerine uygun olarak vav, te harfine dö*nüştürülmüş ve ondan sonra arka arkaya gelen iki te birbirine idgam edile*rek olmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    5- Takvâ'nın Anlamı:


    Takvanın dilde asıl olarak, az söz söylemek demek olduğu söylenmiştir. Bunu nakleden İbn Faris'tir.
    Derim ki: Takva sahibi gemlenmiş-tir (fazla konuşmaz) muttaki de mü'min ve itaatkarın üstündedir" hadisinde-ki "muttaki" kelimesi de bu anlamdadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Salih ameli ve ihlaslı duasıyla yü*ce Allah'ın azabından kendisini koruyan kimseye "muttaki" denir. Bu keli*me, kendin ile hoşlanmadığın şey arasında engel olarak kullandığın hakkın*da hoşlanılmayan şeyden sakınmak" tabirinden alınmıştır. Nitekim en-Nabiğa şöyle demiştir:
    "Düştü üzerindeki örtü, fakat düşürmek istemezdi onu Onu yerden aldı ve eliyle bize karşı kendisini korudu." Bir başka şair de şöyle demektedir:
    "Bir örtü attı ki onun ötesinde güneş var ve korudu kendisini
    En güzel iki eklem olan: El ve bilek ile."
    Hafız Ebu Muhammed Abdülgani, Ebu Ubeyde Said b. Zerbi yoluyla Asım b. Behdele'den, o Zir b. Hubeyş'ten o İbn Mesud'dan şöyle dediğini ri*vayet etmektedir: İbn Mes'ud birgün yeğenine şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, insanların ne kadar çok olduğunu görüyorsun değil mi? Yeğeni: Evet deyin*ce şöyle dedi: Tevbe eden yahut takva sahibi kimse dışında onlarda hayır yok*tur. Kardeşimin oğlu insanların ne kadar çok olduğuğunu görüyorsun değil mi? Ben yine: Evet görüyorum, dedim. Şöyle dedi: Alim veya ilim öğrenen v\^dışında onlarda hayır yoktur.
    Ebu Yezid el-Bjstami der ki: Takva sahibi konuştuğu zaman Allah için ko*nuşan, amel ettiği zaman Allah için yapandır.
    Ebu Süleyman ed-Darani der ki: Takva sahipleri Allah'ın kalplerinden şeh*vet ve arzuların sevgisini çekip sıyırdığı kimselerdir.
    Takva sahibinin şirkten sakınan ve nifaktan uzak kalan kimse olduğu da söylenmiştir. Ancak İbn Atiyye der ki: Bu yersiz bir açıklamadır. Çünkü ki-X şi fasık olduğu halde bu şekilde olabilir.
    Ömer b. el-Hattab (r.a), Ubey b. Kab'a takvanın mahiyeti hakkında soru sorunca Ubey ona: Dikenli bir yolda hiç yürüdün mü? diye sormuş. Hz. Ömer: Evet demiş. Bu sefer: Peki böyle bir yolda yürürken ne yaptın? diye sorunca Hz. Ömer: Elbiselerimi topladım ve mümkün olduğu kadar korundum deyince Ubeyy: İşte takva budur, cevabını vermiş. Şair İbnu'l-Mu'tez bu anlamdan hareket ederek şu beyitleri söylemiştir:
    "Bırak günahları küçüğüyle
    Büyüğüyle. işte takva budur
    Dikenli bir yolda, gördüğünden sakınarak Yürüyen kimse gibi davran Küçük günahı önemsiz görme Çünkü dağlar çakıl taşlarından olur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    6- Takvâ'nın Fazileti:


    Takva bütün hayırları toplamıştır. Allah'ın öncekilere de sonrakilere de va*siyeti odur. İnsanın elde edeceği en hayırlı, en büyük fayda takvadır. Nite*kim Ebud-Derda'ya: Senin arkadaşların şiir söylediği halde senden herhan*gi bir şiir bellenmedi denince onlara şöyle der:
    "Kişi ister ki dilekleri verilsin kendisine
    Allah ise ancak muradını yerine getirir
    Kişi der ki: Benim faydam, benim malım
    Halbuki Allah korkusu (takva) elde edeceği en üstün faydadır."
    İbn Mace'nin Sünen'de Ebu Umame'den rivayetine göre Peygamber (s.a) şöyle dermiş: "Allah korkusundan (takvasından) sonra mü'minin elde ettiği en hayırlı şey, salih zevcedir. Ona bir emir verirse kendisine itaat eder, ona bakarsa kendisini sevindirir. Ona and verdiği takdirde yeminini yerine geti*rir, yanında bulunmayacak olursa hem kendi nefsinde hem de malında ona karşı hainlik etmez, doğru davranır. " Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Takvanın aslı veznindedır. Onu korudum, önledim anla*mına gelendan vav harfi te'ye dönüştürülmüştür, kor*kan adam demektir. Aslı ise şeklindedir. Aynı şekilde kelime*sinin de aslıdır. Nitekim araplar derler. Halbuki bunun aslı şeklindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    3. Onlar ğayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar kendilerine rı-zık olarak verdiğimizden de infak ederler.
    Bu buyruğa dair açıklamalar yirmi altı başlık halinde sunulacaktır:

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    1- Takva Sahiplerinin Nitelikleri:


    "Onlar" anlamına gelen kelimesi "takva sahipleri" kelimesinin sı*fatı olarak (mahallen) mecrurdur. Önceki kelime ile ilişkisi olmamak üzere merfu olması da caizdir. Yani: Onlar öyle kimselerdir ki... Övmek kasdıyla nasbedilmesi de caizdir. (Özellikle: Ğayb'a inanan... lan kasdediyorum, an*lamında).
    "İnanırlar" tasdik ederler anlamındadır. İman sözlükte tasdik demektir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Sera bize iman edici değilsin" (Yu*suf, 12/17); yani bizi doğrulayıcı değilsin. Bu kelime be ve lam harfleri ile
    mePul alır (geçişli olur). Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Sizin dininize uyanlardan başkasına inanmayın." (Âl-i İmran, 3/73); "Musa'ya... inanmadı" (Yunus, 10/83)
    Haccac b. Haccac el-Ahvel (Zikku'1-Asel lakaplı) rivayetle dedi ki: Katade'yi şöyle derken dinledim: Ey ademoğlu, eğer sen hayrı ancak isteyerek severek yapmak istiyor isen şunu bil ki senin nefsin usanmaya, yorulmaya ve J tahammülsüzlüğe meyyaldir. Fakat asıl mü'min zor gelse dahi katlanandır. Asıl L mü'min, buna karşı kendisini güçlendirendir. Asıl mü'min işi sıkı tutandır. Şüp*hesiz ki mü'minler gece ve gündüz telbiye getirerek (Lebbeyk diyerek ve dua ederek) Allah'a yönelenlerdir. Allah'a yemin ederim mü'min gizli ve açık Rabbimiz, Rabbimiz deyip durur ve nihayet Allah da gizli açık dualarını kabul buyurur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    2- Gayb'ın Sözlük Anlamı:


    "Ğayb" Arapçada göremediğin herşey hakkında kullanılır. Kelimenin as*lı ya'lıdır. O bakımdan: Güneş battı, batıyor, denilir. Gaybet (gaib olma hali) anlamı bilinen bir kelimedir. Kadının kocası kaybol*duğunda denilir. Bu şekilde kocası kaybolan kadına da ( denilir. Yerin çukurca bir bölgesine düşüldüğü takdirde: Çukurca bir yere düştük, denilir. İçinde saklanılıp kaybolunan ağaçların toplu olarak bulunduğu yere de (koruluk, ormanlık anlamına) adı verilir. Yerin alçakça olan kısımlarına da "ğayb" denilir. Çünkü gözün gör*mediği bir yerdir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    3- Kur'ânî Anlamıyle Gayb:


    Müfessirler burada yer alan "ğayb"ın ne anlama geldiği hususunda fark*lı görüşlere sahiptir. Kimisi, bu âyet-i kerimede kastedilen ğayb, yüce Allah'tır demektedir. İbn el-Arabi bunu zayıf görmektedir. Kimisi kaza ve kaderdir. Kimisi Kur'ân-ı Kerim ve onda bulunan ğayblerdir demişlerdir. Kimisi de ğayb: Rasûlullah (s.a)'ın haber verdiği ve akıl ile bilinemeyen lıerşeydir: Kıyame*tin alametleri, kabir azabı, haşir, neşir, sırat, mizan, cennet ve cehennem gi*bi. İbn Atiyye der ki: Bu görüşler arasında çelişki yoktur. Aksine ğayb bun*ların hepsi hakkında kullanılabilir.
    Derim ki: Bu, Cibril hadisinde (a.s), Peygamber (s.a)'e: Bana imandan haA ber ver, diye sorduğunda Hz. Peygamber'in kendisine işaret ettiği şer'î ima-j j nı ifade eder. Hz. Peygamber bu soruya cevaben şöyle buyurdu: "(İman) Al-I lah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe iman etmen ve hayrı ile şerriyle de kadere iman etmendir." Hz. Cebrail: de: Doğru söyyledin, diye cevap verdi... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Abdullah b. Mes'ud der ki: Hiçbir mü'min ğayba imandan daha üstün bir şeye iman etmiş değildir. Bundan sonra da yüce Allah'ın: "Onlar ğayba iman ederler..." buyruğunu okudu.
    Derim ki: Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Bizgaib olanlar de*ğiliz," (el-A'raf, 7/7) Bir başka yerde de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar ğaybde Rablerinden korkarlar." (el-Enbiya, 21/49) Yüce Rabbimiz, dünya yur*dunda gözle görülmeyen, gaiptir. Ancak dikkatle düşünmek ve istidlal ha*linde gaib olmadığı görülür. O bakımdan mü'minler amellere karşılık veren kadir bir Rablerinin olduğuna iman ederler. İnsanlardan uzaklarda, görülme-yip yalnız kaldıklarında ve gizliliklerde O'ndan korkarlar. Çünkü Allah'ın ken*dilerini görmekte olduğunu bilirler. Böylece âyetlerin açıklaması uygun bir şekilde yapılmış ve aralarında zıtlık kalmamış olur. Bundan dolayı Allah'a hamdederiz.
    "Ğayba" buyruğu ile kastın, onlar münafıkların zıddına, vicdanlarında, kalplerinde Allah'tan korkarlar anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da güzel bir açıklamadır. Şair der ki:
    "Ğayba iman ettik, halbuki bizim kavmimiz Muhammed'den önce putlara ibadet ederlerdi. " Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    4- Takva Sahipleri ve Namaz:


    "Namazı dosdoğru kılarlar" buyruğu bir cümlenin cümleye atfedilmesi-ni ifade eder. "Namazın dosdoğru kılınması (ikame edilmesi)" rükünleriy-le, sünnetleriyle, vakitlerinde uygun şekilleriyle -ileride açıklanacağı üzere-eda edilmesi demektir. Bu buyruk, devam etti ve sabit oldu anlamına gelen Ot^J' fi» ) dan gelmektedir. Ayak üzerinde durmaktan değildir. Mesela: Hak kaim oldu, denildiğinde açıkça ortaya çıktı ve sabit oldu kastedilir. Şair der ki:
    "Ve savaş bizimle - bacağı üzere - ayağa kalktı." Bir diğer şair de şöyle demektedir:
    "Onlara: Düşman tarafından basıldınız, denildi mi hiç vakit kaybetmezler
    Hemen atlılar mızrak pazarıni kurarlar."
    "Dosdoğru kılarlar" buyruğunun devam ettirirler anlamına geldiği de söylenmiştir. Hz. Ömer şu sözleriyle buna işaret etmektedir: "Namazı koruyan T ' ve ona gereken dikkati gösteren dinini korumuş olur. Namazı yitirip kaybe*den kişi ondan başkasını daha çok kaybeder." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    5- Namaz İçin Kamet Getirmek:


    Namaz için ikamet (kamet) getirmek bilinen bir husustur. Cumhura görre kamet, sünnettir. Kameti terkedenin (namazı) iade etmesi gerekmez. Evzai, Ata, Mücahid ve İbn Ebi Leyla'ya göre vaciptir. Onu terkedenin namazı ,' iade etmesi gerekir. Zahiriler de böyle demiştir. Bu görüş İmam Malik'ten de i rivayet edilmiştir. İbn el-Arabi de bunu tercih ederek şöyle demektedir: Çünkü Bedevi arabın namaz kılması ile ilgili hadiste: "Ve kamet getir" diye buyurarak Hz. Peygamber, tekbir getirmesini, kıbleye yönelmesini ve abdest almasını emrettiği gibi kamet getirmesini de emretmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. :
    Daha sonra şöyle der: Şimdi sizler artık bu hadisi de bildiğinize göre, bu konuda İmam Malik'e ait iki rivayetten hadise uygun olanını kabul etmeniz gerekir ki, bu da kamet getirmenin farz olduğu şeklindedir. İbn Abdi'1-Berr, Peygamber (s.a)'ın: "Namazın tahrimesi, tekbirdir" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. buyruğu tahrime getirmeyen kimsenin namaza girmiş olmayacağının delili*dir. Dolayısıyla bu tahrimeden (iftitah tekbirinden) önce yapılan işlerin hük*mü, terkedilmeleri dolayısıyla namazın iade edilmemesidir. Fukahânın icmâ ile kabul ettikleri şeyler müstesna. Bu konuda icma bulunduğundan dola*yı (namazda) selam verir ve bunları yerine getirir. Taharet, kıbleye yönel*mek, vakit ve benzerleri.
    Mezhebimize (Mâliki) mensup kimi ilim adamları şöyle demiştir: Kamet getirmeyi kasten terkeden kimse namazı tekrar iade eder. Ancak bu, kame*tin farz olduğundan dolayı değildir. Çünkü farz olmuş olsaydı kasten veya yanılarak terkedilmesi arasında fark olmazdı. Bu hükmün sebebi sünnetle--^rin hafife alınması(nın önüne geçmek)dir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    6- Namaz Kılarken Kameti Duyan:


    "Kamet getirildiğini duyan kimse acele eder mi etmez mi?" hususunda il*im adamları arasında farklı görüşler vardır. Çoğunluk isterse bir rek'ati ka*çıracağından korksun acele etmeyeceği görüşündedir. Çünkü Peygamber (s.a)) {'şöyle buyurmuştur: "Namaz için kamet getirildiğinde koşarak namaza gitmeyiniz. Yürüyerek namaza gidiniz ve sükûnetinizi bozmayınız. Yetiştiğinizi kilınız, yetişemediğinizi de tamamlayınız." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bunu Ebu Hureyre rivayet etmiş Müslim de Kitabına almıştır.
    Yine Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle bu*yurmuştur: "Namaz için kamet getirildiğinde sizden hiçbir kimse namaza koşarak gitmesin. Yürüyerek gitsin ve sükûnetini bozmaksızın ağırbaşlılığını ko-\ rusun. Yetiştiğini (imamla) kıl, yetişemediğini sonradan sen kaza et." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    İşte bu hadisler bu konuda birer nastır. Mana yönünden ise, kişi, koşarak yorulur ve nefes nefese yetişirse, namaza girmesi, okuması ve huşuunu bir*birine karıştırır, şaşırır. Aralarında İbn Ömer'in de -bu konuda farklı rivayet gelmekle birlikte -İbn Mes'ud'un da bulunduğu seleften bir grup namazı ge*çireceğinden korktuğu taktirde çabucak gidebileceği görüşündedir. İshak der ki: Rek'ati kaçırmaktan korkarsa acele eder. İmam Malik'ten de buna benzer bir görüş rivayet edilmiştir. İmam Malik der ki: At sırtında olan kimsenin atı*nı dürtüp koşturmasında mahzur yoktur. Bazıları onun bu görüşünü yayan yürüyen ile bineği üzerinde giden arasında fark vardır, şeklinde açıklamış*lardır. Çünkü at sırtında olan bir kimse yürüyen kimse gibi yorulup nefes ne*fese kalmaz.
    Derim ki: Her durumda Rasûlullalı (s.a)'ın sünnetine uymak daha uygun*dur. O bakımdan hadis-i şerifte belirtildiği gibi sükûnetini ve ağırbaşlılığını bozmaksızın, yürümesine eskisi gibi devam eder. Çünkü namaza giden de namazdadır. Peygamber (s.a)'in haber verdiği bir hususun haber verdiğinden başka türlü olmasına imkan yoktur. Namaza girmiş, (başlamış) bir kimsenin nasıl sükûnet ve ağırbaşlılığını koruması gerekiyorsa yürüyenin durumu da böyledir. Taki o da bu şekilde namaz kılana benzesin ve onun elde ettiği se*vabı elde edebilsin. Bizim bu görüşümüzün sağlıklı oluşuna delil, belirttiği-rrhiz hadis-i şeriflerdir. Ayrıca Darimi'nin Müsned'inde kaydettiği şu rivayet de buna delildir: Bize Muhammed b. Yusuf anlattı dedi ki: Bize Süfyan, Mu-~"\ hammed b. Aclan'dan anlattı , o el-Makburi'den o Ka'b b. Ucre'den rivayet- I le dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Abdest alıp mescide doğru yola koyuldun mu parmaklarını biribirine geçirme. Çünkü sen namazdasın." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Sa-hih olan bu hadis-i şerifte Peygamber (s.a) acele etmekten daha az olan bir davranışı men etmiş ve mescide gitmekte olan birisini namaz kılan birisi gi*bi değerlendirmiştir. İşte Sünnet-i Seniyye'den bu rivayetler yüce Allah'ın: "Al*lah'ın zikrine koşunuz" (el-Cum'a, 62/9) buyruğunu beyan etmekte ve bu*nunla namaza gitmek için çabukça koşmanın söz konusu olmadığı, aksine bir fiil ve amelin kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim İmam Mâlik de bunu böylece açıklamıştır. Bu konuda doğru olan görüş budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    7- îmama Yetişemeyip Sonradan Kılınan Rekatlar Edâ mıdır, Kaza mıdır?


    İlim adamları Peygamber Efendimizin: "Yetişemediğinizi tamamlayınız"
    buyruğu ile: "Yetişemediğini kaza et" buyruklarının aynı anlama gelip gel*mediği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bu iki tabirin aynı anlama gel*diği ve "kaza etmek" tabirinin mutlak olarak kullanılıp tamamlamak kaste*dildiği söylenmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namaz ka*za edildiğinde (kılındığında)" (el-Cuma, 62/10) Bir başka yerde de: "Hacc iba*detlerinizi kaza ettiğinizde (tamamladığınızda)..." (el-Bakara, 2/200)
    Bunların farklı anlamlarda olduğu da söylenmiştir. Doğrusu da budur. Bu farklı görüşler, sonucunda namaza sonradan katılan bir kimsenin imamla kıl*dıkları namazının ilk rek'atleri midir, sonraki rek'atleri midir konusunda da görüş ayrılığına sebep teşkil etmiştir. Birinci görüşü aralarında İbnü'l-Kasım'ın da bulunduğu İmam Mâlik mezhebine mensup bir grup kabul etmiştir. Fa*kat böyle bir kimse kılamadıklarını Fatiha ve zammı sûre okuyarak kaza e-der. Böylelikle bu kişi fiilleriyle önce kılınmış bir namaza bina etmiş fakat söz*leriyle kaza etmiş olur.
    İbn Abdi'1-Berr der ki: Mâliki mezhebinde meşhur olan görüş budur. İbn Huveyzimendad der ki: Bizim mezhep alimlerimizin kabul ettiği görüş bu*dur. Aynı zamanda bu, Evzai'nin, Şafii'nin, Muhammed b. el-Hasan'ın, Ah-med b. Hanbel'in, Taberi'nin ve Davud b. Ali'nin de görüşüdür. İbn Abdi'l-Hakem'in Malik'ten zikrettiği görüş olan Eşheb'in rivâyetiyle İsa'nın İbnu'l-Kasım yoluyla Malik'ten naklettiği rivayete göre, sonradan yetişenin yetişti*ği rek'atler namazının son kısmıdır. Bu durumda o hem fiil hem söz itibariy*le kalanı kaza eder. Kufeli âlimlerin görüşü de budur.
    Kadı Ebu Muhammed Abdülvehhab der ki: Maliki mezhebinin meşhur olan görüşü de budur. İbn Abdi'1-Berr der ki: Sonradan yetişenin yetiştiği bö*lümleri, namazının yetiştiği ilki kabul edenler zannederim ihrama (iftitaha) riâyet etmiş, onu gözönünde bulundurmuşlardır. Çünkü iftitah ancak nama*zın başında sözkonusudur. Teşehhüd ve selam ise ancak namazın sonunda sözkonusu olur. İşte burdan hareketle şöyle demişlerdir: Sonradan yetişenin yetiştiği, namazının başıdır. Bununla birlikte hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a): "Tamamlayınız" diye buyruğu da varid olmuştur. Tamamlamak ise sonradan olan bir iştir.
    Karşı görüşü savunanlar ise, Hz. Peygamber'in "Kaza ediniz" buyruğunu delil gösterirler. Kaza edilen ise kaçırılan, kılınamayandır. Ancak "tamam*layınız" şeklinde gelen rivayet daha çoktur. İmam ile yetiştiğin, namazının başıdır, diyenlerin görüşlerine ancak Abdülaziz b. Ebu Seleme el-Macişun ile el-Müzeni, İshak ve Davud'un şu söyledikleri uygun bir açıklama olur: Son*radan imama yetişen kişi imam ile birlikte Fatiha'yı ve yetiştiği takdirde bir sûre okur. Kaza etmek için kalktığı takdirde ise yalnızca Fatiha'yı okur. Bunların bu açıklamaları, kabul ettikleri asıl ilkeye ve uygulamalarına uygun düşmektedir. -Allah onlardan razı olsun. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    8- Kamet Getirildiği Takdirde Nafile Kılınmaz:


    Kamet getirilmesi nafile namaza başlamayı engeller. Çünkü Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Namaz için kamet getirildiğinde farz namazdan başka namaz olmaz." Bunu Müslim ve başkaları rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Eğer nafileye baş*lamış bulunuyor ise bu sefer onu kesmez. Çünkü yüce Allah: "Amellerinizi iptal etmeyiniz" (Muhammed, 47/33) diye buyurmaktadır. Özellikle de o na*fileden bir rek'at kılmış ise. Konu ile ilgili hadisin genelliği dolayısıyla baş*ladığı nafileyi keser de denilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    9- Sabah Sünnetini Kılmadan Kameti Duyan:


    Henüz sabah namazının iki rek'atini kılmadan mescide gelen ve akabin*de de farz için kamet getirildiğini gören kişinin durumu hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İmam Malik der ki: İmama uyar ve iki rek'ati (sünneti) kılmaz. Eğer henüz mescide girmemiş ise şayet bir rek'atin geçeceğinden korkmuyor ise mescidin dışında iki rek'at sünneti kılıverir. An*cak Cum'a namazının eda edildiği mescide bitişik mescid avlularından her*hangi bir yerde bu iki rek'ati kılmaz. Şayet ilk rek'ati kaçıracağından kor-karsa imama uysun ve onunla birlikte namaz kılsın. Daha sonra arzu ettiği takdirde güneş doğduktan sonra bu iki rek'at sünneti kılar. Hatta güneş doğ*duktan sonra bu iki rek'at sünneti kılması onları büsbütün terketmesinden daha iyi ve faziletli bir davranıştır.
    Ebu Hanife ve arkadaşları da der ki: Şayet (farz) iki rek'ati kaçırmaktan ve imamın ikinci rükûdan başını kaldırmasından önce yetişemeyeceğinden korkarsa o takdirde imama uyar. Eğer imam ile birlikte bir rek'ata yetişebi*leceğine kanaat getirir ise, mescidin dışında sabah namazının iki rekat sünnetini kılar, sonra da imama uyar. el-Evzai de böyle demiştir. Ancak o, son rek'ati kaçırmaktan korkmadığı sürece bu iki rek'at sünneti mescidde de kıl*mayı caiz görmektedir. es-Sevri de der ki: Bir rek'ati kaçırmaktan korkarsa cemaat ile birlikte namaza durur ve bu iki rek'at sünneti kılmaz. Aksi taktir*de iki rek'ati kılar, isterse mescide girmiş bulunsun.
    el-Hasen b. Hay (b. Hayyan da denilmektedir) der ki: Kamet getiren ki*şi, kamete başladığı takdirde sabahın iki rek'at sünneti dışında farz olmayan hiçbir namaz kılınmaz.
    Şafii de der ki: Mescide girdiğinde namaz için kamet getirildiğini gören bir kimse, imam ile birlikte namaza durur ve (sabahın) iki rek'at sünnetini mes*cidin dışında da içinde de kılmaz. et-Taberi de böyle demiştir. Ahmed b. Han-bel de bu görüştedir. Bu görüş İmam Malik'ten de nakledilmiştir. Bu konu*da sahih olan görüş de budur. Çünkü Peygamber (s.a): "Namaz için kamet getirildiği takdirde farz dışında namaz olmaz." diye buyurmaktadır. Sabah na*mazının iki rek'ati ya sünnettir, ya fazilettir veya rağibe (kılınması teşvik edil*miş) bir namazdır. Anlaşmazlık halinde delil ise sünnetten getirilen delildir. İmam Malik'in meşhur olan görüşü ile Ebu Hanife'nin görüşünün delil*lerinden bir tanesi de İbn Ömer'den gelen şu rivayettir: İbn Ömer mescide geldiğinde imamın sabah namazını kıldığını görür. İbn Ömer bu iki rek'ati Hz. Hafsa'nın odasında kıldıktan sonra imama uyarak onunla birlikte nama*zını kılar.
    es-Sevri ve el-Evzai'nin delillerinden birisi de Abdullah b. Mes'ud'dan ge*len şu rivayettir. O mescide girdiğinde namaz için kamet getirildiğini görür. Mesciddeki direklerden birisinin arkasına çekilerek sabahın iki rek'at sünne*tini kılar ve sonra da namaza durur. Ve bunu ashab-ı kiramdan olan Huzey-fe ile Ebu Musa (r. anhum)'ın da hazır olduğu bir sırada yapar. Ayrıca bun*lar (Sevri ve Evzai ile onların görüşünde olanlar) şöyle derler: Kişinin mes-cid dışında farza durmayıp nafile ile uğraşması caiz olduğuna göre mescid-de de bunu yapması caizdir.
    Müslim, Abdullah b. Malik b. Buhayne'den şöyle dediğini rivayet etmekr> Jtedir: Sabah namazı için kamet getirildi. Rasûlullah (s.a) da müezzinin kameti f getirdiği sırada namaz kılan birisini gördü ve ona: "Sen sabahı dört rek'at olarak mı kılıyorsun?"dedi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu, Hz. Peygember'in imam namaz kılarken, mesj cid içerisinde sabahın iki rek'at sünnetini kılan bir kimseye tepki göstererek bu davranışını reddettiğini ifade etmektedir. Aynı şekilde bu hadis-i şerifi sa*bahın iki rek'at sünnetinin böyle bir durumda kılınması halinde sahih oldu*ğuna delil gösterilmesi de mümkündür. Çünkü Peygamber (s. a) böyle bir şe*yi yapmak imkanına sahip olmakla birlikte onun namazını kestirmemiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    10- Salat'ın Anlamı:


    "es-Salat" (namaz): Sözlükte dua demektir. Duayı ifade eden (Peygamber'in şu hadis-i şerifi de böyledir: "Sizden herhangi bir kimse bir yemeğe çağrıldığı takdirde bu daveti kabul etsin. Eğer oruç-; suz ise, yemekten yesin. Oruçlu ise, salat getirsin." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yani dua etsin. Kimi ilim adamları der ki: Burda kastedilen bildiğimiz namazdır. Oruçlu olan bu '^kişi bu durumda iki rek'at namaz kılar ve ayrılır gider. Ancak birinci görüş/
    daha yaygındır ve daha çok ilim adamı bu görüşü benimsemiştir. ~ Hz. Esma, Abdullah b. ez-Zübeyr'i doğurduğu sırada onu Peygamber (s.a)'e
    gönderdi. Esma der ki: Daha sonra Hz. Peygamber eliyle onu sıvazladı ve ona/
    salat getirdi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yani ona duada bulundu.
    Yüce Allah da: "Ve onlara salat getir" (et-Tevbe, 9/103), diye buyurmuş*tur. Onlara dua et, demektir. el-A'şâ der ki:
    "Gitmemin yaklaştığı sırada kızım der ki:
    Rabbim her türlü yorgunluktan, ağrıdan babamı uzak tut
    Sen bu duanın benzerini yapmaya devam et, uyku için yum gözlerini
    Çünkü kişinin yanı uyumak ihtiyacını duyar."
    Yine el-A'şâ der ki:
    "Küpü içerisinde rüzgar onunla karşılaştı.
    Küpüne dua etti, tekbir getirdi ve duada bulundu. "
    Burada geçen kelimesinin tekbir getirip dua etmek anlamında olduğu es-Sihhah'ta belirtilmiştir.
    Kimisi de "salat" lafzı kelimesinden türetilmiştir. Bu ise sırt böl*gesinin ortalarında bir damarın adıdır. Kuyruk sokumunda bu damar bölü*nür ve onun etrafını çevirir. At yarışında kelimesi de burdan gel*mektedir. Çünkü yarışta bu kişinin atının başı kendisinden önceki yarışçının atının kıçının yakınında olur. "es-Salat" kelimesi de buradan türetilmiştir. Ya imandan sonra ikinci önemli farz olduğundan dolayı bu ismi almıştır ve böy*lelikle namaz at yarışında bu şekilde ikinci gelen "el-musalli"ye benzetilmiş*tir, ya da rükûa eğilen bir kimsenin iki kaba etini büktüğünden dolayı bu adı almıştır. Çünkü "es-Salâ" atın kuyruk sokumu anlamındadır. Bunun ikili de şeklinde gelir. "el-Musalli" ise öne geçenin hemen arkasından ge*len demektir. Çünkü ikincisinin başı birincisinin kıçına yakındır. Hz. Ali de şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) öne geçti ve arkasından Ebu Bekir vardı (sal*la) üçüncü olarak da Ömer vardı.
    "Salat" lafzının devamlılık ve ayrılmamaktan alınmış olduğu da söylen*miştir. Kişi ateşe düştüğü, ateşlik olduğu zaman "Ateşi boyla*dı" denilir. Yüce Allah'ın: "Kızgın bir ateşe girecektir" (el-Ğaşiye, 88/4) buyruğunda da (girecektir anlamına gelen) bu kelime de bu manadadır, el-Haris b. Ubad da der ki:
    "Ben o cinayete katılanlardan değilim. Allah biliyor ki
    Bugün onun ateşinin hararetine yanıyorum."
    Yani onun ateşine düşmüş bulunuyorum. Bu anlamı ile, sanki ibadete yü*ce Allah'ın emrettiği şekli ile devam etmek ve bunu sürdürmek manası kas*tedilmiş gibidir.
    Namaz kelimesinin ateşte kavurup düzeltip yumuşatıldığı takdirde kulla*nılan: değneği ateş üzerinde ısıttım" kökünden alındığı da söylenmiştir. Sanki namaz kılan "el-musalli" namaz kılmak suretiyle ken*disini doğrultur, yumuşatır ve huşua gelir gibi olduğundan bu isim verilmiş gibidir. el-Hârzencî der ki:
    "İşinde acele etme, onu sürdür
    Çünkü devamlı sürdüren kimse gibi asanı (bir rivayete göre asasını)
    doğrultan bulunmaz."
    Salat, dua ve rahmet anlamlarına gelir. "Allahumme salli ala Muhammed", yani "Allah'ım, Muhammed'e rahmet buyur" ifadesi de buradan gelmekte*dir. Salat ibadet anlamına da gelir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda geçen "sa*lat" lafzı böyledir: "Onların Beyti Haram'ın yanındaki ibadetleri ıslık çal*maktan .... başka değildi." (el-Enfal, 8/35) Yine "es-salat" nafile anlamına da gelir. "Ehline namazı emret." (Taha, 20/İ32) buyruğunda olduğu gibi. Sa*lat, teşbih anlamına da gelir. Yüce Allah'ın: "Eğer o gerçekten teşbih eden*lerden olmasaydı" (es-Saffat, 37/143) Yani, musallilerden olmasaydı, anlamı-nadır. Nitekim kuşluk namazını ifade etmek üzere "sübhatü'd-duha" tabiri de buradan gelmektedir. "Seni hamdinle teşbih ederiz." (el-Bakara, 2/30) buy*ruğu ile ilgili olarak "namaz kılarız, salat ederiz" şeklinde de açıklanmıştır.
    Salat, okumak anlamına da gelir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda bu anla*madır: "Dua yaparken, sesini pek yükseltme ve pek kısma da." (el-İsra, 17/110) Buna göre "salat" lafzı müşterek bir lafızdır. Yine salat içinde namaz kılınan ev anlamına da gelir. Bunu İbn Faris söylemiştir. ..""" Salat'm bu bildiğimiz ibadet için öngörülmüş özel bir isim olduğu da söy-7 lenmiştir. Çünkü şanı yüce Allah şeriatsız hiçbir zaman bırakmadığı, namaz-r Vsız hiçbir şeriat de yoktur. Bu görüşü Ebu Nasr el-Kuşeyri nakletmiştir.
    Derim ki: Bu görüşe göre "salaf'ın iştikakı (türetilmişi) yoktur. Cumhurun görüşüne gelince bu da bir sonraki başlıkta açıklanacaktır: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    11- Kelime ve Terim Olarak Salat (Namaz):


    Bu konuda usulcülerin farklı iki görüşü vardır. Birisine göre bu kelime ilk olarak konulmuş olduğu lügavi esası üzere kalmıştır. İman, zekat, siyam (oruç), hac kelimeleri gibi. Şeriat ise bu konuda yalnızca gerekli şart ve hü*kümleri açıklamıştır. İkinci görüşe göre şeriatın getirdiği bu fazlalıklar, bu kelimeleri yeniden konulmuş kelime haline getirir. Ve tıpkı şeriat tarafından ilk defa konulmuş, kullanılmış gibi olurlar. Usulcülerin ihtilafı işte bu nok*tadadır. Birincisi daha doğrudur. Çünkü şeriat arap diliyle sabit olmuştur. Kur'ân-ı Kerim de şeriati apaçık bir arapça ile bildirmiştir. Diğer taraftan arapların isimleri kullanmakta belli bir tasarruf şekilleri vardır. Mesela "ed-dâb-be" kelimesi debelenen hareket eden her bir varlık için kullanıldığı halde daha sonra örf bu kelimeyi sadece "el-behaim (yırtıcı hayvanlar dışında ka*lan dört ayaklı bütün kara ve deniz hayvanların)"a tahsis etmiş ve örfte sa*dece bunlar anlaşılır olmuştur. İşte şeriatın örfünün de isimler üzerinde böy*le bir tasarrufu sözkonusudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    12- Bu Buyruktaki "Namaz"dan Kasıt:


    Burada sözü geçen "namaz" ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüş*ler vardır. Kasıt farz namazlardır denildiği gibi, hem farz hem nafile namaz*lardır da denilmiştir. Doğru olan görüş de budur. Çünkü lafız genel bir lafız*dır ve takva sahibi ise hem farzları hem de nafileleri işler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    13- Namazın Fazileti:


    Namaz nzık için bir sebeptir. Nitekim yüce Allah -Allah'ın izniyle- Taha sûresinde de açıklaması geleceği gibi: "Aile halkına namazı emret." (Taha, 20/132) diye buyurmaktadır. Yine namaz karın ağrısı ve diğer ağrılara kar*şı bir şifadır. İbn Mace'nin rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle demiş: Peygam*ber (s.a) erkenden namaz kıldı. Ben de erkenden namaz kıldım ve oturdum. Peygamber (s.a) bana dönüp şöyle dedi: Onun (açlığın) derdinden mi kar*nın ağınyor? Ben: Evet ey Allah'ın peygamberi dedim. O da bana: "Kalk na*maz kıl, çünkü namazda şifa vardır" diye buyurdu. Bir rivayette de "açlık der*dinden mi karnın ağınyor?" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ifadesini Farsça olarak şeklinde söylediği kaydedilmektedir. Farsça: Karnının rahatsızlığından mı şikayet ) ediyorsun? anlamındadır.
    Ayrıca Peygamber (s.a) herhangi bir işten dolayı sıkılır ise, hemen nama*za koşardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    14- Namazın Şart ve Farzları:


    Namaz ancak birtakım şart ve farzlar yerine getirildiği takdirde sahih olur. Taharet, namazın şartları arasındadır. Buna dair hükümler, Nisa Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Maide Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûrelerinde gelecektir. Bir diğer şart avretin örtülmesidir. Buna dair açıkla*malar da yüce Allah'ın izniyle A'raf sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. gelecektir.
    Namazın farzlarına gelince: Kıbleye yönelmek, niyet etmek, tahrim tekbi*ri (iftitah tekbiri) getirmek ve bunun için ayakta olmak, Fatiha-sûresini okumak ve bunun için ayakta bulunmak, rükû ve rükûda itmi'nan, başın rükûdan kaldırılması ve doğrulmak, sücud ve sücudda itmi'nan, başın secdeden kaldı*rılması, iki secde arasında oturmak ve bu oturuşta itmi'nan, ikinci defa secde*ye varmak ve bunda da itmi'nan. Bütün bu hükümlerde asıl delil ise, Ebu Hu-reyre tarafından rivayet edilen ve Peygamber (s.a)'ın namazını doğru dürüst kılamayan kimseye namaz kılmayı öğretmesine dair hadis-i şeriftir. Sözü ge*çen bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber bu kişiye şöyle demiştir: araaz kılmak üzere kalktığın vakit, abdest azalarını iyice yıka, sonra kıbleye yönel, sonra tekbir getir, sonra Kur'ân-ı Kerim'den ezberlediğin bölümilerinden kolayına geleni oku. Sonra itmi'nan buluncaya kadar rükû et. Sonra doğruluncaya kadar başını kaldır, sonra secdende itmi'nan buluncaya kadar secde yap. Sonra iyice itmi'nan bulacak şekilde oturuncaya kadar başını (secdeden) kaldır ve sonra da bunu namazının bütününde aynen yap." Bu j hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Rifâa b. Râfi'in rivayet ettiği hadis de böyledir. Bunu da Darakutni ve baş*kaları rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Mezhep (Maliki Mezhebi) alimlerimiz der ki: Peygamber (s.a)'ın bu buy*ruğu namazın rükünlerini açıklamakta, bu konuda kamet getirmekten, elle*ri kaldırmaktan, kıraat miktarından ve intikal tekbirlerinden söz etmemek*tedir. Yine rükû ve sücudda teşbih getirmekten, (birinci kadede) arada otur*maktan, teşehhüdden, son oturuştan ve selam vermekten de söz etmemek*tedir.
    Kamet getirmek ve muayyen olarak Fatiha'nın okunması ile ilgili açıkla*malar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Ellerin (intikal tekbirlerde) kal*dırılması ise, ilim adamlarının büyük çoğunluğu ve fukahanın geneline göre vacip değildir. Çünkü Ebu Hureyre'nin ve Rifâa b. Râfi'in rivayet ettiklerine işaret edilen hadisleri bunu ifade etmektedir. Davud (ez-Zahiri) ve mezhebi*ne mensup bazı kimseler, iftitah tekbiri esnasında bunun vücubunu (farz ol*duğunu) kabul etmişlerdir. Kimisi de şöyle demiştir: İftitah esnasında, rükû esnasında, rükûdan kalkma halinde ellerin kaldırılması vaciptir. Kim ellerini kaldırmazsa namazı batıldır. Bu, el-Humeydi'nin de görüşüdür, el-Evzai'den gelen bir rivayet de böyledir. Delil olarak Peygamber Efendimizin: "Benim na*sıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öylece kılınız" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. hadisini gösterirler. Sözkonusu bu hadisi de Buharı rivayet etmiştir. Bunu delil gösterenler der*ler ki: Buna göre biz onun nasıl yaptığını gördüysek o şekilde yapmak bizim için vaciptir. Çünkü yüce Allah'tan muradını tebliğ eden odur.
    İftitah tekbiri dışında kalan tekbirler ise, sözü geçen hadis dolayısıyla cum*hura göre sünnettir. İmam Malik'in arkadaşı İbnu'l-Kasım şöyle derdi: Namaz*da üç ve daha fazla tekbiri getirmeyen kimse selam vermeden önce sehiv sec*desi yapar. Eğer sehiv secdesi yapmazsa namazı batıl olur. Bir veya iki tek*biri unutacak olur ise, yine sehiv secdesi yapar. Yapmayacak olursa, birşey gerekmez.
    Yine ondan gelen rivayete göre sadece, bir tekbiri yanılarak yerine getir*meyen bir kimse için sehiv secdesi yoktur. İşte bu, onun tekbirin çoğunlu*ğunun ve genelinin yerine getirilmesini farz kabul ettiğini az bir kısmının ya*pılmayışının ise affedilip bağışlanacağı görüşünde olduğunu göstermektedir.
    Esbağ b. el-Ferac ile Abdullah b. Abdulhakem derler ki: Namazın başın*dan sonuna kadar tekbir getirmeyen bir kimsenin -iftitah tekbirini getirmiş ise- herhangi birşey yapması gerekmez. Eğer bu tekbirleri yanılarak yapma-mışsa, sehiv secdesi yapar. Sehiv secdesi yapmazsa ona birşey gerekmez. Bu*nunla birlikte bir kimsenin tekbiri kasten terketmemesi gerekir. Çünkü bu tek*birler (intikal tekbirleri, ara tekbirleri) namazın sünnetlerinden bir sünnet*tir. Kasten bu tekbirleri terkedecek olursa güzel bir iş yapmamış olur. Bunun*la birlikte herhangi bir şey yapması gerekmez ve namazı da geçerlidir.^
    Derim ki: Doğrusu budur. Şafiilerden, Kufelilerden hadis ehli ile -İbnu'l-Kasım'ın görüşünü kabul edenler dışında- Malikilerden oluşan değişik böl*ge fakihlerinin görüşü budur. Buharî, (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) bir ba*bına şu başlığı vermektedir: "Rükû' ve sücudda tekbiri tamamlamak ba*bı. " Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Daha sonra Buharî Mutarrif b. Abdullah'ın rivayet ettiği hadisi şöyle*ce kaydetmektedir. Ben ve İmran b. Husayn, Ali b. Ebi Talib'in arkasında na-'ı /rîazTkıldık. Secdeye gittiğinde tekbir getirir, başını kaldırdığında tekbir getirir, ikinci rek'atten (teşehhüdden) kalktığında da tekbir getirirdi. Namazını bitirince İmran b. Husayn elimden tutup şöyle dedi: Bu bana Muhammed (s.a)'ın kıldığı namazı hatırlattı. Veya şöyle dedi: Andolsun, bu bizlere Muhammed (s.a) gibi namaz kıldırdı. ^
    Buharî daha sonra İkrime'nin rivayet ettiği hadisi şöylece kaydetmekte*dir: Makam-ı İbrahim'in yanında her eğilip kalktığında, oturuştan kalkıp ba*şını secdeye koyduğunda tekbir getiren birisini gördüm. İbn Abbas'a haber verince şöyle dedi: "Anasız kalasıca. Peygamber (s.a)'ın kıldığı namaz da böy*le değil miydi?" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Buharî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) bu başlık ile ara tekbirleri getir*menin onlarca yapılan bir uygulama olmadığını bize göstermektedir.
    Ebu İshak es-Sebîî'nin Yezid b. Ebi Meryem'den onun da Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayetine göre Ebu Musa şöyle demiştir: Cemel günü Ali bizlere ' öyle bir namaz kıldırdı ki, bununla bize Rasûlullah (s.a)'ın namazını hatır*lattı. Her eğilip doğrulduğunda, kalkıp oturduğunda tekbir getirdi. Ebu Mu-sa der ki: Biz bu tekbirleri ya unutmuştuk veya kasten terketmiş idik. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Derim ki: Ne dersiniz? Onlar hiç namazlarını iade ettiler mi? Buna göre: Ara tekbirleri terkeden kimsenin namazı batıl olur, nasıl denilebilir? Durum böyle olsaydı sünnet ile farz arasında fark olmazdı. Birşeyin birimleri farz de*ğil ise hepsi de farz değil demektir. Başarı Allah'tandır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    15- Rükû ve Sucûd'da Teşbih:


    Rükû ve sücudda teşbihte bulunmak, cumhura göre -sözü geçen hadis se*bebiyle- farz değildir. İshak b. Raheveyh bunu farz görmüştür. Ona göre teş*bihi bu yerlerde terkeden namazını iade eder. Çünkü Peygamber (s.a) şöy*le buyurmuştur: "Rükûa gelince orada Rabbinizi ta'zim ediniz, sucuda gelin*ce orada çokça dua etmeye çalışınız. Çünkü duanızın kabul edilmesi, çok*ça umulur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    16- Birinci Oturuş ve Teşehhüd:


    Cülus (birinci oturuş) ve teşehhüde gelince, bu konuda ilim adamları fark*lı görüşlere sahiptir. Malik ve mezhebine mensup olan ilim adamları birin*ci oturuş ve bu oturuşta teşehhüd getirmek sünnettir, der. Bir grup ilim ada*mı da birinci oturuşu vacip kabul eder ve şöyle derler: Bu oturuşun diğer farz*lardan ayrı bir özelliği sehiv secdesinin onun yerini tutmasıdır. Müzabene Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. satışından araya Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. icare akidlerinden de kırâd akdinin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. bedel olarak ka*bul edilmesi ve imamı rükû halinde bulan kimsenin iftitah tekbiri aldıktan son*ra rükûa durması gibidir. Ayrıca bu konuda şunu da delil gösterirler: Eğer bu (oturuş ve teşehhüd) sünnet olsaydı, kasden bunu terkeden kimsenin nama*zın diğer sünnetlerini terketmek halinde olduğu gibi namazının batıl olma*ması gerekirdi. Diğer taraftan bunu vacip (farz) görmeyenler şunu delil gösterirler: Eğer bu, namazın farzlarından birisi olsaydı, unutarak bunu ter*keden kimsenin bunu yerine getirmesi için -bir secde veya bir rükû terke*den gibi- geri dönmesi gerekir ve rükû' ve sücudda gözetilmesi gereken sı*ra ve tertibe de riâyet etmesi, ondan sonra da bir rükû veya bir secde yapmayı terkedip daha sora bunları sırasına göre yerine getiren kimsenin yap*tığı gibi sehiv secdesinde bulunması gerekirdi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Abdullah b. Buhayne'nin rivayetine göre, Rasûlullah (s.a) iki rek'at kıldıktan sonra ayağa kalktı ve te- ı_ şehhüdde bulunmayı unuttu. Arkasında bulunan cemaat oturması için teşbih getirdi (subhanallah dedi) ise de o ayakta kalmaya devam etti; bunun üze- , rine arkasındaki cemaat da ayağa kalktı. Namazını bitirince selam vermeden önce sehiv secdesini yaptı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Şayet birinci oturuş farz olsaydı unutmak ve yanılmak dolayısıyla sakıt ol*mazdı. Çünkü namazlardaki farzların terkedilmesinin - imama uyan kişi müstesna - unutmak veya kasten olması arasında fark yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    17- Son Oturuş:


    Namazda son oturuşun hükmü ve bundan maksadın ne olduğu ile ilgili ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bu konu ile ilgili beş ayrı görüş ile*ri sürülmüştür:
    a- İkinci oturuş da teşehhüd de selam da farzdır. Bu görüş sahiplerinden birisi de Şafii'dir. Ahmed b. Hanbel'den gelen rivayetlerin birisi de bu doğ*rultudadır. Bunu Ebu Mus'ab, Muhtasar'ında Malik'ten ve Medine halkından bir görüş olarak da rivayet etmiştir. Davud ez-Zahirî de bu görüştedir. Şafiî der ki: Birinci teşehhüdü, Peygamber (s.a)'e salat ve selam getirmeyi terke-den bir kimsenin bunları iade etmesi gerekmez, fakat bunları terkettiği için sehiv secdesi yapması gerekir. Unutarak yahut kasten son teşehhüdü terke-den kimse namazını iade eder. Bu görüş sahipleri Peygamber (s.a)'ın nama*za ait beyanlarının farz olduğunu delil gösterirler. Çünkü namazın asıl deli*li mücmeldir. (Kısa ve veciz ifade edilmiştir). Herhangi bir delil ile istisna edi*lenler dışında beyana ihtiyacı vardır. Peygamber (s.a) da: "Benim nasıl na*maz kıldığımı gördüyseniz siz de öylece namaz kılınız" diye buyurmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    b- İkinci görsün sahiplerine göre ikinci oturuş, teşehhüd ve selam vacip değildir. Bu, Basra alimlerinden birinin görüşüdür. İbrahim b. Uleyye de bu kanaattedir. Ayrıca son oturuşu birinci oturuşa açıktan açığa kıyas etmiş ve böylelikle cumhura da muhalefet etmiş, şaz bir görüş ortaya atmıştır. Şu ka*dar var ki o, bütün bunlardan herhangi birisini terkedenin namazını iade ede*ceği görüşündedir. Bunların delilleri arasında Abdullah b. Amr b. el-As'ın ri*vayet ettiği Peygamber (s.a)ın şu buyruğudur: "İmam namazında başını son secdeden kaldırdığı sonra da abdesti bozulduğu takdirde namazı tamam de*mektir." Ancak bu Ebu Ömer'in (İbn Abdi'l-Berr'in) açıklamasına göre sahih bir hadis değildir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Buna dair açıklamalarımızı "el-Muktebes" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. de beyan etmiş bulunuyoruz. Ancak hadisin bu lafzı olsa olsa selam verme gereğini kal*dırır, oturmayı değil.
    c- Üçüncü görüş: Teşehhüd miktarı oturmak farzdır. Yoksa bizzat teşeh-hüd de selam da farz değildir. Bunu Ebu Hanife ve arkadaşları ile bir grup Küfe alimi ileri sürmüştür. Bunlar İbnu'l-Mübarek'in el-İfrikî Abdurrahmân b. Ziyad'dan -ki zayıf bir ravidir-rivâyet ettiği hadisi delil gösterirler. Bu ha*diste belirtildiğine göre Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhan*gi bir kimse namazının sonlarında oturduğu ve selam vermeden önce ab-destini (herhangi bir şekilde) bozduğu takdirde onun namazı tamam olur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    İbnu'l-Arabî der ki: Hocamız Fahrü'l- İslâm ders esnasında bize şu beyi-ti okurdu:
    "Bir osurukla namazdan çıkılacağı görüşündedir
    Söyleyin bana osuruk ile «es-selâmu aleykum» arasında fark ne kadar büyüktür?"
    İbnu'l-Arabî der ki: Mezhebimize mensup kimi ilim adamı bu mes'eleden oldukça zayıf iki fer'î hüküm çıkarmışlardır. Bunlardan birincisi Abdülmelik'in Abdülmelik'ten rivayetine göre şaka ve oyun olsun diye ikinci rek'atin so*nunda selam veren bir kimse ile ilgili açıklama şöyledir: Eğer dört rek'at kı*lıyorsa (iki rekat için) yeterli olur. Bu görüş Iraklıların görüşünün aynısıdır. İkinci mesele: Kabul görmeyen kitablarda belirtildiğine göre imam teşehhüd-den sonra ve selâmdan önce kasten abdestini bozarsa bu ona uyanlar için de yeterli gelir. (Yani onların da namazı tamam olur). Ancak bunlar fetvada iltifat edilmemesi gereken hususlardandır. Meclislerde hatırlamak kastıyla bun*lar sözkonusu edilebilse de.
    d- Dördüncü görüş: Ka'de de farzdır, selam da farzdır, fakat teşehhüd va*cip değildir. Bu görüşü savunanlar arasında Malik b. Enes, mezhebine men*sup arkadaşları ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel'dir. Bunlar şu sözleriyle de*lil gösterirler: İftitah tekbiri ile Fatiha'yı okumanın dışında hiçbir zikir vacip (farz) değildir.
    e- Beşinci görüş: Teşehhüd ve oturuş birer vaciptir, fakat selam vacip de*ğildir. Aralarında İshak b. Raheveyh'in de bulunduğu bir grup ilim adamı bu görüştedir. İshak bunun için Rasûlullah (s.a)'ın Abdullah b. Mes'ud'a teşeh*hüdün nasıl yapılacağını öğrettiği ve şunları söylediği hadisi delil göstermiştir: "Sen bunu bitirdin mi namazın da tamam olur ve üzerindeki mükellefi*yeti eksiksiz yerine getirmiş olursun." Darakutnî der ki: Hz. Peygamber'in: "Onu bitirdiğin takdirde namazın tamam olmuş olur" sözünü bazı raviler Zü-heyr'den naklederek hadise dercetmiş ve Peygamber (s.a)'ın sözüne bitişik gibi göstermiştir. Ancak Şebâbe bunu Züheyr'den yaptığı rivayetinde ayırdet-miş ve İbn Mes'ud'un sözü olarak belirtmiştir. Onun bu ifadesi Peygamber (s.a)'ın hadisine bu sözü dercedenlerden doğruya daha yakındır. Şebâbe ise güvenilir bir ravidir. Ğassan b. er-Rabi' de aynı şekilde ona uygun rivayette bulunmuştur. O da hadisin son kısmını İbn Mes'ud'un söylediği bir söz ola*rak ifade etmiş ve Peygamber (s.a)'e ref-etmemiştir (ulaştırmamıştır.) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    18- Selâm'ın Hükmü:


    İlim adamları namazın sonunda selam vermenin hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptir. Vacip (farz) olduğu söylendiği gibi vacip olmadığı da söylenmiştir. Doğrusu vacip olduğudur. Çünkü Hz. Aişe'den ve Hz. Ali'den ri- vâyet edilen sahih hadis bunun vacip olduğunu göstermektedir. Bu hadisi şerifi Ebu Davud ve Tirmizî rivayet ettiği gibi Süfyan es-Sevrî, Abdullah b. j Muhammed b. Akîl'den, o Muhammed b. el-Hanefiyye'den, o Hz. Ali'den rivâyet etmektedir. Hz. Ali dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Namazın anahtarı abdest, onun tahrimi tekbir, tahlili ise teslimdir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu hadis-i şe*rif, iftitah tekbirini almak ile selam vermenin vacip olduğunu gösteren asıl ' bir delildir. Ayrıca başka bir şeyin onların yerini tutmayacağını da göstermek- / tedir. Nitekim başka birşeyin taharetin (abdestin) yerini tutmayacağı da itti-/ fakla kabul edilmiştir.
    Abdurrahmân b. Mehdî der ki: Bir kişi namazına aziz ve celil olan Allah'ın isimlerinden yetmiş isim ile başlayıp da tahrim tekbirini getirmeyecek (Al*lah Ekber demeyecek) olsa yeterli olmaz. Selam vermeden önce abdesti bo*zulursa bu da yeterli olmaz. Bu aynı zamanda Abdurrahmân b. Mehdî'nin Hz. Ali'nin hadisini sahih kabul ettiğini göstermektedir. Abdurrahmân b. Mehdî hadis ilminde hadisin sahih olanını olmayanından ayırdedebilmekte imam*dır. Onun bu kanaati de yeterlidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    19- İftitah Tekbiri'nin Hükmü:


    İlim adamları iftitah esnasında tekbirin vücûbu hususunda farklı görüşle*re sahiptir: İbn Şihab ez-Zühri, Said b. el-Müseyyeb, el-Evzaî, Abdurrahmân ve bir grup ilim adamı: İhram tekbiri (iftitah tekbiri) vacip değildir, demişlerdir. İmam Malik'ten imama uyan kimse hakkında bu görüşe delalet eden ifadeler rivayet edilmiştir. Ancak onun mezhebinde sahih kabul edilen gö*rüş ihram tekbirinin vacip olması ve bunun farz olup namazın rükünlerinden bir rükün olmasıdır. Doğrusu budur, cumhurun kabul etiği görüş de budur. Bundan farklı görüş belirtenlerin görüşlerini ise sünnet reddetmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    20- İftitah Tekbiri'nin Sözleri:


    Namaza girmek için söylenmesi gereken lafız hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik, onun mezhebine mensup arkadaşları ve ilim adamlarının çoğunluğu tekbirden başkası yeterli değildir derler. Bunlara gö*re tehlil (la ilahe illellah), teşbih (sübhanallah), ta'zim (Allahu a'zam), tahmîd (elhamdülillah) demek yeterli değildir. Hicaz alimlerinin ve Irak alimlerinin çoğunluğunun görüşü budur. İmam Malik'e göre ise ancak "Allahu Ekber" de*mek yeterli olur, başkası yeterli değildir. İmam Şafii de böyle demiş ve ayrı*ca: "Allalıu'l Ekber" ile "Allahu'l- Kebir" demenin yeterli olacağını da ekle-(^mektedir. İmam Malik'in lehine delil, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeA
    riftir: Rasûlullah (s.a) namaza tekbir ile başlar kıraate de "elhamdülillahi rab-L? "5 bil alemin" diyerek başlardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Ayrıca Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadiste yer alan: "Onun tahrimi tekbirdir" hadisi ile (daha önce işaret edilen) Bedevî Arabın nay \ maz kılmasını öğrettiği hadiste: "Tekbir getir" demesidir.
    İbn Mace'nin Sünen'inde de şu rivayet yer almaktadır: Bize Ebu Bekr b."\ /Ebi Şeybe ile Ali b. Muhammed et-Tanafisî anlatarak dediler ki: Bize Ebu Üsa-Jme anlattı, dedi ki: Bana Abdülhamid b. Ca'fer anlattı dedi ki: Bize Muham-/ med b. Amr b. Ata anlattı dedi ki: Ben Ebu Humeyd es-Saidî'yi şöyle derken / i dinledim: Rasûlullah (s.a.) namaza kalktığında kıbleye yönelir, ellerini kaldı-/ \rır ve: "Allahu ekber" derdi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu, tekbir lafzının söylenmesi gereken muayyen lafız olduğu hususunda açık bir nas ve sahih bir hadistir. Şair der ki:
    "Gördüm ki Allah herşeyden en güçlü, en büyüktür
    Ve herşeyden orduları da daha azimdir."
    Diğer taraftan "Allahu ekber" lafzı kadîm oluşu da ihtiva etmektedir. An*cak "kebir" ya da "azim" lafızları bu manayı ihtiva etmemektedir. Dolayısıy*la "Allahu ekber" mana itibariyle daha beliğdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
    Ebu Hanife de der ki: Eğer kîşT^îa'ilahe illellah" diyerek namaza başla*yacak olsa bu da yeterlidir. Şayet "allahumeğfirli (Allah'ım, bana mağfiret bu*yur)" diyecek olsa bu yeterli olmaz. Muhimmed b. el-Hasen de bu görüştedir. Ebu Yusuf ise der ki: Eğer güzel bir şekilde tekbir alabiliyor ise böyle söy*lemek yeterli olmaz. el-Hakem b. Uteybe şöyle dermiş: Kişi tekbir yerine Al*lah'ı zikredecek olur ise bu da onun için yeterlidir. Ancak İbnu'l-Münzir şöy*le demektedir: Ben güzel bir şekilde Kur'ân okumasını bilen bir kimsenin, bunun yerine tehlil ve tekbir getirip Kur'ân okumayacak olur ise namazının fasid olacağı hususunda (ilim adamlarının) görüş ayrılığı içerisinde oldukla*rını bilmiyorum. Bu görüşü kabul eden bir kimsenin, tekbir yerine başka bir-şeyin söylenmesinin yeterli olmasını da kabul etmemesi ve bu görüşü ileri sürmemesi gerekirdi. Tıpkı kıraatin yerini başka bir şeyin tutmaması gibi. Ebu Hanife der ki: Arapça olarak bu lafzı güzelce söyleyebilse dahi Farsça tek*bir getirmesi yeterlidir. Ancak İbnu'l-Münzir de şöyle demektedir: Hayır, ye*terli olmaz. Çünkü bu müslüman cemaatlerin kabul ettiği görüşün hilafına-dır. Peygamber (s.a)'ın ümmetine öğrettiğine muhaliftir. Onun kabul ettiği bu görüşüne uygun kanaat belirten kimsenin olduğunu da bilmiyoruz. Doğru*sunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    21- Namazda Niyyet:


    Ümmet iftitah tekbiri esnasında niyetin vücubu üzerinde ittifak etmiştir. Bundan tek basit istisna bizim mezhebe mensup bazı kimselerden gelen ri*vayettir. Buna dair açıklamalar da taharet ile ilgili âyet-i kerimenin tefsirin*de gelecektir.
    Niyetin özü, emri verene emrettiğini kendisinden istenen şekilde yapmak suretiyle yakınlaşmak kastıdır. İbnu'l-Arabî der ki; Her niyette aslolan niyet*te belirtilen fiile başlamakla birlikte bu niyeti yapmaktır. Veya niyeti hatırdan çıkarmamak şartıyla fiile başlamadan önce bu kasdı içinde barındırmaktır. Şa*yet önceden niyet yapılır ve gaflet gelir, dolayısıyla bu halde iken ibadete baş*lanırsa önceki o niyet muteber değildir. Tıpkı fiile başladıktan sonra yapılan niyetin muteber olmayışı gibi. Ancak oruçta niyetin daha önce yapılmasına ruhsat vardır. Çünkü oruca başlamanın ilk vaktinde niyetin de bulunması ol*dukça büyük bir zorluktur.
    İbnu'l-Arabî der ki: Bize Ebu'l-Hasen el-Kurevî Askalan serhaddinde de*di ki: İmamu'l-Harameyn'i şöyle derken dinledim: Kişi namaza başlayacağı es*nada niyetini de hatırında, tutar. Sadece yaratıcıyı, alemin sonradan yaratılmış olduğunu ve nübüvveti düşünürN^ihâyet onuri'bu düşüncesi namaza niyete gelir karar bulur. Der ki: Bunun içıh de uzun bir zamana gerek yoktur. Bu, son derece kısa bir an içerisinde gerçekleşebilir. Çünkü cümlelerin öğretilme*si için uzun bir zamana gerek var, ancak bunların hatırlanması kısacık bir an*da olur. Niyetin tamamlayıcı unsurlarından birisi de namazın tümünde niye*tin bulunmasıdır. Ancak bu zor bir iş olduğundan dolayı şeriat namaz esna*sında niyetin hatırdan gitmesini hoşgörü ile karşılamıştır. Hocamız Ebu Bekr el-Fihrî'yi Mescid-i Aksa'da şöyle derken dinledim: Muhammed b. Sahnûn de*di ki: Babam Sahnûn'u kimi zaman namazı bitirdiği halde kalkıp iade ettiği*ni gördüm. Ona: Neden böyle yaptın? dediğimde şu cevabı verirdi: Namaz es*nasında niyet hatırımdan çıktı, işte bunun için namazı iade ettim.
    Derim ki: İşte bunlar namaza ait birtakım hükümlerdir. Diğer hükümle*rine dair açıklamalar ise yüce Allah'ın güç ve yardımı ile bu kitabın ilgili yer*lerinde gelecektir. Rükûdan, cemaatle namaz kılmaktan, kıbleden, namazla*rı vakti içerisinde kılmaktan söz edileceği gibi yine bu sûrede korku nama*zından da kısmen söz edilecektir. Ayrıca namazın kısaltılması, korku nama*zı ile ilgili tamamlayıcı açıklamalar Nisa Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûresinde, vakitlere ait açıklama*lar Hud Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. , İsra Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Rum Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûrelerinde, gece namazı ile ilgili açıklamalar el-Müzemmil Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûresinde, tilavet secdesiyle ilgili açıklamalar A'raf(6) sûre*sinde, şükür secdesiyle ilgili açıklamalar Sâ'd Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûresinde hepsi yeri gelin*ce -yüce Allah'ın izniyle- açıklanacaktır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    22- Rızık:


    "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler" buyruğuna gelince; rızık, Ehl-i Sünnet'e göre helal veya haram olsun kendisiyle yarar*lanmanın mümkün olabildiği şeydir. Bu görüş "haram rızık değildir, çünkü onun mülk edinilmesi sahih değildir, Allah da haramı rızık olarak vermez, he*lali rızık olarak verir ve rızık ancak mülkiyet manasını taşıması halinde söz-konusu olur" diyen Mu'zetilenin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. görüşüne muhaliftir.
    Derler ki: Küçük bir çocuk hırsızlarla birlikte yetişse ve baliğ olup güç ka*zanıp o da hırsız oluncaya kadar hırsızların yedirdiklerinden başka hiçbir şey yemese, yine hırsızlık yapmaya devam edip ölünceye kadar çaldıklarını yeme*yi sürdürse o şeye malik olmadığından dolayı Allah ona hiçbir rızık vermiş ol*maz ve o Allah'ın rızkından herhangi birşey yememiş olarak ölür gider.
    Ancak bu tutarsız bir görüştür. Buna karşı delil ise şudur: Eğer rızık mülk olarak vermek anlamını Vaşısaydı çocuğun rızıklanan bir kimse olma*ması gerekirdi. Yine çöllerde otlayan davarların aynı şekilde kuzu ve oğlak*ların da rızıklandırılanlardan olmamaları gerekirdi. Çünkü bu hayvan yavru*larının analarının sütleri yavruların değil, analarına sahip olanların mülkiye*tindedir.
    Ümmet, küçük çocuğun oğlak ve kuzu gibi hayvan yavrularının ve diğer davarların nzıklananlardan oldukları, yüce Allah'ın mülk edinenler olmamak*la birlikte onlara nzık verdiği üzerinde icma ettiğine göre; rızkın gıda demek olduğu anlaşılmış olur. Çünkü ümmet, köle ve cariyelerin rızıklanan kimse*ler oldukları üzerinde ve aynı şekilde mülk edinemeyen kimseler olmakla bir*likte yüce Allah'ın onları nzıklandırdığı üzerinde icma etmişlerdir. Böylelik*le rızkın bizim dediğimiz gibi olduğu, onların ileri sürdükleri gibi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Allah'tan başka rızık veren olmadığının delili ise şu buyruklardır:
    "Size gökten ve yerden rızık veren Allah'tan başka herhangi bir yaratı*cı var mıdır?" (Fatır, 35/3); "Bol bol rızık veren şüphe yok ki, o pek çetin ve güç sahibi olan Allah'tır." (ez-Zariyat, 51/58); "Yeryüzünde yürüyen ne ka*dar canlı varsa hepsinin rızkını veren de mutlaka Allah'tır." (Hud, 11/6) Bu husus kesindir. Hakiki anlamda rızık veren Allah'tır, Ademoğlunun rızık verici olması ise kelimenin anlamını zorlamak halinde (mecazen) sözkonu-su olabilir. Çünkü Ademoğlu Fatiha sûresinde de açıkladığımız gibi sonra*dan elinden alınacak bir şekilde malik olur. O da hiçbir şeklide mülk sahi*bi olmayan hayvanlar gibi gerçek anlamda merzûktur (yani Allah'tan rızık alandır). Ancak herhangi bir şeyi alıp kullanmasına izin verilmiş ise onun hük*mü helaldir, alıp kullanmasna izin verilmemiş ise hükmü haramdır ve her iki*si de rızıktır.
    Üstün akla sahip kimselerden birisi yüce Allah'ın: "Rabbinizin rızkından yeyin, O'na şükredin. Hoş bir belde ve mağfireti bol bir Rabb.." (Sebe', 34/15) buyruğundan hareketle şunlalrı söylemektedir: Burada mağfiretin söz-konusu edilmesi rızkın kimi zaman paramı olabileceğine işaret etmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    23- Kelime Anlamı ile "Rızık":


    Yüce Allah'ın: "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden" buyruğunda yer alan "rızk" kelimesi dan masdardır. Razk şeklinde masdar rızk şeklinde isimdir. Çoğulu "erzak" şeklinde gelir. Rızk, ata (dev*let tarafından verilen muayyen maaş) anlamına da gelir. "Er-Razıkiyye" be*yaz keten bir kumaştır. askerler azıklarını (maaşlarını) aldı anlamındadır. bir defalık rızık demektir. Dilciler böyle açıklamış*tır. Diğer taraftan İbnu's-Sikkît şöyle demiştir: Rızk Ezdişenue kabilesinin leh*çesinde şükür anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız?" (el-Vakıa, 56/82) buyruğunun anlamı, şükrünüzü ya*lanlamaktan ibaret mi kılacaksınız? demektir. Bu manada: Beni rızıklandır-dı, demek bana şükretti, demek olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Sayfa 1/5 12345 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •