18. Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda vermeyecek olan şeylere taparlar. Bir de: "Bunlar Allah katın*da bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki "Siz, Allah'a, gökler*de ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Hâ*şa O, ortak tutmakta oldukları her şeyden münezzeh ve yücedir.
"Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine ne bîr zarar, ne de bir fayda verme*yecek olan şeylere taparlar" buyruğu ile putlar kastedilmektedir. "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, derler." Bu oniann bilgisizliklerininnihai derecesini ortaya koymaktadır. Çünkü onlar, âhiretteki dönüşlerinde ha*lihazırda hiçbir fayda ve zararı sözkonusu olmayan bir takım varlıklardan şe*faat ummaktadırlar.
"Bizim şefoatçllerimizdir" buyruğunun, onlar, dünya hayatındaki geçi*mimizin düzeltilmesi hususunda Allah nezdinde bize şefaat etmektedirler, an*lamında olduğu da söylenmiştir.
"De ki: Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber ve*riyorsunuz?" buyruğunda "haber veriyorsunuz" anlamındaki; ke*limesini genel olarak kıraat alimleri "be" harfini şeddeli olarak okumuşlar*dır. Ancak, Ebu's-Semmâl el-Adevî bunu, "Haber verdi, verir"den gelen bir fiil olarak şeddesiz okumuştur. Genel olarak diğer kıraat âlimleri*nin okuyuşu ise; den gelmektedir ki, her ikisi de aynı manayı ver*mektedir. Şam yüce Allah'ın şu buyruğunda ise bu iki kip de bir arada kul*lanılmıştır: " Bunu saha kim haber verdi, dedi, o. her şeyi en iyi bilen, her şeyden haberdar olan bana haber verdi, dedi." (et-Tahrîm, 66/3).
Burada buyruğun anlamı şu demektir: Yani siz, yüce Allah'a, mülkünde bir ortağı, yahut da O'nun izni olmaksızın nezdinde bîr şefaatçi bulunduğu*nu mu haber vermektesiniz? Oysa O, göklerde olsun, yerde olsun kendisi*nin bir ortağı olduğunu bilmemektedir. Zira ortağı yoktur. O'nun için böy*le bir şeyi bilmemektedir. Bunun bir benzen de yüce Allah'ın şu buyruğu*dur: "Siz yer yüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" (er-Ra'd, 13/33).
Daha sonra yüce Allah zalim ortağı bulunmaktan (şirkten) tenzih ve tak*dis ederek şöyle buyurmaktadır: "Hâşâ, O, ortak tutmakta oldukları her şey*den münezzeh ve yücedir." Yani O, ortağı bulunmaktan büyüktür, münezzehtir.
Şöyle de açıklanmıştır: Yani onlar, işitmeyen, görmeyen ve hiçbir şeyi di*ğerinden ayırd edemeyen varlıklara tapınmaktadırlar ve: "Bunlar Allah ka*tında bizim şefaatçilerimizdir" demektedirler. Peki, sizler şanı yüce Allah'a bilmediği bir şeyi haber verebilecek durumda mısınız? Hâşa O, onların or*tak koşmalarından yücedir, münezzehtir.
"Ortak tutmakta oldukları" anlamındaki kelimeyi, Hamza ile el-Kisaî, "te" ile okumuştur. (Yani, ortak tutmakta olduklarınız, anlamına ge*lir). Ebu Ubeyd'İn tercih ettiği kıraat da budur, diğerleri ise bunu "ye" ile okurlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

19. İnsanlar ancak tek bir ümmetti. Sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Kabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, anlaşmazlığa düştük*leri şeylere dair aralarında hüküm verilmiş olurdu.
Bu buyruğa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/213. âye*tin tefsirinde) geçtiğinden ötürü burada o açıklamaları tekrarlamanın bir an*lamı yoktur.
ez-Zeccâc der ki: Burada "insanlar'dan kasıt Araplardır, Onlar şirk üze*re idiler. Burada kastedilenlerin îslâm fıtratı üzere doğan her çocuk olduğu da söylenmiştir, buluğa erdikten sonra bunlar ayrılığa düşerler.
"Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı anlaşmazlığa düştükleri şey*lere dair aralarında hüküm verilmiş olurdu." Bu buyrukta kaza ve kade*re işaret edilmektedir. Yani, şayet yüce Allah önceden kıyamet gününden ön*ce mükâfat ve cezayı vermek suretiyle hakkında anlaşmazlığa düştükleri ko*nularda aralarında hüküm vermeyeceğine dair hükmetmemiş olsaydı, elbet*te dünya hayatında aralarında hüküm verirdi. Ve amelleri sebebiyle mü'miri*leri cennete girdirir, küfürleri sebebiyle de kâfirleri cehenneme atardı. Fakat, şanı yüce Allah bütün insanların neler yapacağını bilmekle birlikte önceden beri belli bir eceli tayin etmiş ve bunun için vade olarak kıyamet gününü tes-bit etmiştir. Bu açıklamayı eî-Hasen yapmıştır. Ebu Ravk der ki: "Araların*da hüküm verilmiş olurdu" kıyameti kopartırdı, anlamındadır. Onları helak eder ve işlerini bitirir, diye de açıklanmıştır.
el-Kelbî der ki: Buradaki "söz; kelime"den kasıt şudur: Şanı yüce Allah bu ümmeti son ümmet olarak sonraya bırakmıştır. O bakımdan, kıyamet günü*ne kadar dünyada bir azap ile onları helak etmeyecektir. Eğer bu erteleme olmasaydı, ya azabın inmesiyle, yahut da kıyametin kopaıtılmasıyla araların*da hüküm verilecekti. Âyet-i kerime, Peygamber (sav)'e kendisini inkâr edenlerin azabının ertelenmesi hususunda bir tesellidir.
Burada "geçmişteki söz" buyruğu, ona karşı bir delil getirmedikçe hiç*bir kimseyi sorumlu tutmayacağı anlamına gelir ki, bu da peygamberlerin gön*derilmesidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz, bir rasûl gön*dermedikçe de azab ediciler değiliz." (el-İsra, 17/15.)
Âyet-i kerimede sözü edilen "söz"in, lıadis-i şerifteki: "Rahmetim gazabı mı geçmiştir" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. buyruğuna işaret olduğu da söylenmiştir. İşte bu olmasay*dı hiçbir şekilde isyankârları tevbe etsinler diye ertelemezdim. İsa, "Hüküm verilmiş olurdu" anlamındaki buyruğu, "kaf harfi üstün olarak oku*muştur (...hüküm vermiş olurdu, anlamına gelir). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

20. "Ona Rabblnden bir âyet indirilmeli değil miydi" derler. De ki: "Gayb ancak Allah'ındır. O halde bekleyedurun. Ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim."
Bu buyrukta söz konusu edilenler Mekkelilerdir. Yani, ona şu âyetten ya*ni mucizeden başka bir mucize indirilmeli değil miydi? Başka bir mucize ve*rilsin de dağlan bizim için altına dönüştürsün, onun da altından bir evi bu*lunsun, atalarımızdan ölmüş olanları karşımıza diriltsin. ed-Dahhâk der ki: Onun da Musa'nın asası gibi bir asası bulunsun (demek istemişlerdi).
"De ki: Gayb ancak Allah'ındır." Yani, ey Muhammed! De ki, âyetin (.mu*cizenin) inişi gaybdır. *O halde bekleyedurun" gözetleyin, "ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim." Böyle bir mucizenin inişini gözetleyenlerdenim.
Şöyle de açıklanmıştır: Haklı olanı haksız olana karşı muzaffer kılması su*retiyle Allah'ın aramızdaki hükmünü bekleyin. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

21. İnsanlara, kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rah*met tattırmamızın ardından bakarsın ki onların, âyetlerimiz hakkında bir tuzakları olur. De ki: "Allah'ın karşılık vermesi da*ha çabuktur Elçilerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazıyorlar."
Bu buyrukta "İnsanlar" ile kastedilenler Mekke kâfirleridir. "Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra bir rahmet tattırmamızın ardından..." sıkın*tıdan sonra rahatlık, kıtlık ve kuraklıktan sonra bolluk, diye açıklanmıştır.
"Tattırmamızın ardından bakarsınkî onların âyetlerimiz hakkında bir tuzakları olur." Alay ederler ve yalanlarlar. Yüce Allah'ın: "Tattırmamı*zın ardından" anlamındaki buyruğun cevabı, el-Halil ve Sibeveyh'in görü*şüne göre, "bakarsın ki onların..." buyruğudur.
"De ki: Allah'ın karşılık vermesi daha çabuktur" buyruğundaki: "De ki; Allah'ın... daha çabuktur" anlamındaki ifadeler mübteda ve haberdir. "Karşılık vermesi" ise beyan (temyiz) olarak nasbedilmiştir. Yani, Al*lah'ın tuzaklarına karşılık onları cezalandırması daha bir çabuktur. Bu da şu demektir: Onlara gelecek olan azap, kurdukları tuzaklardan daha hızlı ve ça*buk bir şekilde onları helak edecektir. "Elçilerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazıyorlar." Yani, bizim Hafaza Meleklerimiz sizin peygamber*lere karşı kurduğunuz tuzakları yazmaktadırlar. Kıraat alimleri genel olarak "te" harfi ile muhatap kipi şeklinde "Kurduğunuz tuzaklar" diye okumuşlardır. Ancak Ruveys'in rivayetine göre Yakub ile Harun el-Atekî'nin rivayetine göre Ebu Amr bunu, "ye" ile (kurdukları tuzakları anlamında) di*ye okumuşlardır. Buna sebep (delil) İse, yüce Allah'ın: "Onların âyetlerimiz hakkında bir tuzakları olur" anlamındaki buyruktur.
Denildiğine göre, Ebu Süfyan, senin bedduan sebebiyle bize yağmur yağmaz oldu. Eğer bize yağmur yağdırılmasını (ister ve) sağlarsan, biz de se*ni tasdik ederiz, demişti. Hz. Peygamber'in duası üzerine yağmur yağdığı hal*de iman etmediler. İşte onların "tuzaklarından kasıt budur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

22. Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz, gemilerde bu hmduğunuz zaman, onlar da İçindekileri güzel bir rüzgâr ile gö*türüp kendileri de bununla sevindikleri sırada o gemilere şid*detli bir fırtına gelip çatar. Her taraftan da şiddetli dalgalar onlara hücum etmeye başlayıp kendilerinin çepeçevre kuşatıl*dıklarını sandıkları bir sırada dinlerini yalnızca Allah'a hâlis kı*lanlar olarak Ona şöyle dua ederlen "Andolsun ki, eğer bizi bun*dan kurtarırsan muhakkak şükredicilerden oluruz."
23. Fakat onları kurtarınca hemen arkasından yeryüzünde haksız yere taşkınlıklarda bulunurlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinlzedir. Yapabileceğiniz dünya hayatından faydalanmaktan ibarettir. Nihayet dönüşünüz ancak Bizedir. Yaptıklarınızı size bildireceğiz.
"Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz, gemilerde bulundu*ğunuz zaman, onlar da İçindekileri güzel bir rüzgâr İle götürüp..." Yani, karada canlı binekler üzerinde, denizde de gemiler üzerinde sizi taşıyan O'dur, el-Kelbî der ki: Yolculuğunuz esnasında sizi koruyan O'dur. Âyet-i kerime in*sanların canlı hayvanlara binerek ve denizde yolculuk yaparak mevcut hal*lerindeki nimetlerini saymayı ihtiva etmektedir. Denizde yolculuk yapmaya dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/164. âyet, 3 ve 4. başlık*larda! geçmiş bulunmaktadır.
Genel olarak kıraat alimleri "Sizi... gezdiren" diye okumuşlar*dır. İbn Âmir İse, "sizi etrafa dağıtan ve yayan" anlamında olmak üzere "nûn" ve "şîn" harfi ile şeklinde okumuştur.
"Gemi" anlamındaki kelimesi ise hem tekil olarak, hem de çoğul olarak böylece kullanılır, müzekkeri ve müennesi de böyledir. Yine buna da*ir açıklamalar daha önce (el-Bakara, 2/164. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Onlar da içindekileri... götürüp" buyruğu ise, hi*taptan gaibe geçiştir. Bu şekildeki bir anlatım, lıem Kur'ân-ı Kerîmde, hem de Arap şiirlerinde pek çoktur. Şair Nâbiğa der ki:
"Ey el-Alyâ ve es-Sened'de (yahut da vadinin dağa doğru yüksekçebölümündeki) Meyye diyarı!
Artık bomboş kalmıştır ve onun üzerinden (bu haliyle) çok uzunbir zaman geçmiştir."
İbnü'l-Enbarî der ki: Dilde gaibe hitaptan, yüz yüze hitaba geçiş de caiz*dir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve Rabbleri onlara son dere*ce temiz bir şarap içirmiştir. İşte bu, gerçekten sizin için bir mükâfattır, yap*tıklarınızın karşılığını da fazlasıyla görmüşsünüzdür." (el-İnsan, 76/21-22) Görüldüğü gibi burada önce gaibten söz edilmiş, ondan sonra da karşılıklı olarak hitap zikredilmiştir.
"Güzel bir rüzgâr ile götürüp, kendileri de bununla sevindikleri sıra*da..." Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/164. âyet 9. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
"O gemilere şiddetli bir fırtına gelip çatar" buyruğundaki; "On*lara gelip çatar"daki zamir gemilere aittir.
"Güzel rüzgâr"a ait olduğu da söylenmiştir, şiddetli rüzgâr de*mektir.
" Rüzgâr esti" denilir, ism-i failleri ise; şeklinde gelir. Şair de der ki:
"Nihayet beraberinde yağmur da getiren, toprak üzerindeki her şeyi
yerinden oynatan Şiddetli bir rüzgâr esip de yüksek sesli gök gürültüsü de (işitilince)."
Yüce Allah'ın: "Şiddetli" diye müzekker olarak buyurması, "rüz*gâr" anlamındaki "rîh" kelimesinin de müzekker olmasından dolayıdır. Şiddet*li fırtına ve rüzgâra aynı zamanda; da denilir, ikisi de aynı şeydir. "Gü*zel rüzgâr" ise, ne şiddetli ve hızlı ne de ağır esene denir. (Mutedil rüzgâr).
"Her taraftan da şiddetli dalgalar onlara hücum etmeye başlayıp" buy*ruğunda geçen "dalga" yükselen su demektir.
"Kendilerinin çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları" yani, belânın et*raflarını tümüyle kuşattığına inandıkları.., Çünkü Arapçada bir bela ve mu*sibete düşen kimse hakkında; "Etrafı kuşatıldı, sarıldı" denilir. Âdeta bü bela onu çepeçevre kuşatmış gibi kabul edilir. Bu ifadenin de as*lı surdan gelmektedir: Düşman bir yerin etrafını çevreleyip kuşatacak olur*sa, orada bulunan ahaliyi yok eder... İşte böyle bir sırada "dinleriniyalnız*ca Allah'a halis kılanlar olarak O'na şöyle dua ederler..." Yalnızca O'na dua eder ve daha önce taptıklarını bir kenara bırakırlar, terkederler.
İşte bu buyrukta insanların sıkıntılı zamanlarında Allah'a dönmek fıtratı üzere yaratıldıklarının, sıkıntı içerisinde bulunan kimsenin -kâfir dahi olsa duasının kabul olunduğunun delilidir. Çünkü, bütün sebepler ortadan kal*mış ve kişi rabler Rabbi bir ve tek olana dönmüş olur. Nitekim yüce Allah'ın izniyle ileride buna dair açıklamalar en Neml Sûresi'nde (27/62-64. âyetle*rin tefsirinde) gelecektir.
Kimi müfessir de şöyle demiştir: Onlar, bu dualarında Arap olmayanların dilinde: Ey Hay, ey Kayyum anlamına gelen "Âhiyâ Şerahiyâ" isimleri ile dua etmişlerdir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Denizde Yolculuk:


Bu âyet-i kerime mutlak olarak denizde yolculuk yapılabileceğine delil teş*kil etmektedir. Sünnet-i seniyyede de Ebû Hureyre yoluyla gelen bir hadis vardır ki, o hadiste şu ifadeler yer alır: Biz denize biniyor ve beraberimizde az su taşıyoruz... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Enes yoluyla gelen Um Haram ile ilgili hadiste de savaş esnasında denizde yolculuk yapmanın caiz olucuna delil vardır. Bu anlam*daki yeterli açıklamalar önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/164. âyet, 4 ve 5. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.
el-A'raf Sûresİ'nin sonlarında da denizin coşup dalgalanması esnasında de*nize binenin hükmüne dair açıklamalar geçmiş idi. Böyle bir kimsenin du*rumu sağlıklı bir kimsenin durumu gibi midir, yoksa hacr altında bulunan kimsenin durumu gibi midir; açıklamıştık. Buna dair açıklamaları oradan takip edebilirsiniz. (Bk. el-A'raf, 7/189 190. âyet, 7. başlık).
"Andolsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan" bizi bu şiddetli hallerden ve dehşetlerden kurtarırsan... el-Keibî ise, bu fırtınadan kurtarırsan diye açıklamıştır. "Muhakkak şükredicilerden oluruz." Kurtarma nimetine kar*şılık sana itaat ile amel ederiz. Takat onları" bu fırtınalardan, tehlikelerden "kurtarınca, hemen arkasından yeryüzünde haksız yere taşkınlıklarda bu*lunurlar." Yani, yeryüzünde fesat çıkartırlar, masiyet işlerler.
"Taşkınlık: bağy" fesat ve şirk demektir. Bu kelime de kötüye giden ya*ranın etrafa yayılmasından alınmıştır. Asıl anlamı İse, talepte bulunma demek*tir. Yani, fesat çıkartmak suretiyle üstünlük kurmaya, yükselmeye çalışırlar anlamına gelir. "Haksız yere" ise, yalanlamak suretiyle anlamındadır. Nite*kim ,bir kadın kocasından başkalarıyla oturup kalktığı vakit kullanılan; "Kadın fahişe oldu" tabiri de buradan gelmektedir.
"Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir." Bunun vebali size aittir. İfade burada tamam olmaktadır. Daha sonra yüce Allah ye*ni bir cümle (ibtidâ) olarak şöyle buyurmaktadır: "Yapabileceğitıiz dünya hayatından faydalanmaktan ibarettir." Yani, hepsi bu dün*ya hayatının taydaşıdır. Bunun ise kalıcılığı yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
en-Nelıhâs der ki: "Sizin taşkınlığınız" buyruğu, mübtedâ olarak merfu'dur. Haberi ise, "dünya hayatından fayadalanmaktan ibarettir" an*lamındaki buyruktur. "Kendi aleyhinizedir" anlamındaki buyruk ise, "taşkın*lığınız" fiilinin ihtiva ettiği mananın mefulüdür. Bununla birlikte haberinin "kendi aleyhinizedir" anlamındaki ifadenin olması da mümkündür, o takdir*de mübtedâ mahzuf demektir. Yani, bu dünya hayatından faydalanmaktır.
Bu iki anlam arasında ince bir fark vardır. Şöyle ki: "Faydalanma" anla*mındaki "meta" kelimesi, şayet "sisin taşkınlığınız" buyruğunun haberi kabul edilirse, anlam şöyle olur: Sizin birbirinize karşı yaptığınız taşkınlık (kendi aleyhinizedir). Bu da yüce Allah'ın: "Kendi kendinize (yani birbirini*ze) selam, veriniz" (en-Nûr, 24/61) buyruğuna benzer. Aynı şekilde: "Andol-sun ki, size kendi nefislerinizden (içinizden, aranızdan) bir peygamber gel*miştir ki..." (et-Tevbe, 9/128) buyruğu da böyledir.
Eğer haber, "ancak kendi aleyhinizedir" buyruğu kabul edilirse, o tak*dirde mana şöyle olur: Sizin bozgunculuğunuzun zararı size döner. Yüce Al*lah'ın: "Ve eğer kötülük yaparsanız, kendinize yaparsınız" (el İsra, 17/7) buy*ruğu gibi.
Süfyan b. Uyeyne'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: yüce Allah bu buy*ruğu ile azgınlığın dünya hayatının bir metaı olduğunu kastetmektedir. Ya*ni, azgınlığın cezası, dünya hayatında o azgınlığı yapana acilen verilir. Nitekim: "Azgınhk yok oluştur" ifadesi de bu anlamdadır.
İbn Ebi İshak; "faydalanmak" anlamındaki "meta" buyruğunu mastar olmak üzere; diye okumuştur ki, bu da; "Niha*yet bütün yapabileceğiniz dünya hayatının metaı ile faydalanmaktan ibaret*tir," demek olur. Yahut da; anlamında cer harfinin kaldırılması dola*yısıyla nasb edilmiştir. (Dünya hayatının metaı gelip geçici olduğundan do*layı azgınlığınız kendi aleyhinizedir, demektir). Yahut da lıal olarak mef'ul anlamında olmak üzere mastardır. Yani, siz ancak dünya hayatından fayda*lananlar olarak (birbirinize karşı azgınlık edersiniz).
Ya da zarf olarak nasb edilmiştir. Yani, siz ancak dünya hayatında fayda*lanırsınız, anlamında olur. Zarfın car ve mecrurun ve halin taalluk ettiği yer ise, "taşkınlık" daki fiil manasıdır. "Ancak kendi aleyhinizedir" anlamında*ki buyruk da bu mananın mePûlü olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

24. Duaya hayatı gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Sonra ona yeryüzünde insanların ve hayvanların yediği bitkiler karışmış*tır. Nihayet yeryüzü çeşit çeşit zînetinl takınıp süslendiği, sahip*leri de bunları elde etmeye güç yetireceklerini sandıkları bir sı*rada, geceleyin veya gündüzün emrimiz ona geliverir de, ora*yı sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılıp biçilmiş bir hale getiriverüiz. İşte Biz, düşünen bir topluluğa âyetleri böy*lece açıklarız.
"Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su gibidir..." âyetinin ifade etti*ği mana, benzetme ve temsildir. Yani, fena bulması sonunun gelmesi, öne*minin azlığı ve ondan alınan zevkin kısa süreli oluşu itibariyle dünya haya*tı bir suya benzer. Buna göre; "Bir su gibidir" ifadesi takdi*rindedir. O bakımdan, "kef" ref malıallindedir. Bu benzetme ile ilgili daha ge*niş açıklamalar, yüce Allah'ın izniyle el-Kehf Sûresi'nde (18/45. âyetin tefsi*rinde) gelecektir. "Gökten indirdiğimiz" anlamındaki buyruk da "bir su"nun sıfatıdır.
"... karışmıştır." Nafi'den, onun "karışmıştır" anlamındaki; ke*limesi üzerinde vakıf yaptığı rivayet edilmiştir. Yani, yere karışmış bir su gi*bidir, demek olur. Daha sonra da; "Ona... yer yüzündeki bit*kiler (karışmıştır)" takdirindeki, buyruğu ile başlayarak okur Yani, o suya yer*yüzünün bitkileri karışıp yer-yüzü de çeşitli bitkiler bitirmiştir. Buna göre "bit*kiler" anlamındaki "nebat" kelimesi mübtedâ olur. "Karışmıştır" anlamın*daki kelime üzerinde vakıf yapmayanların görüşüne göre ise, "nebat" keli*mesi "karışmıştır" anlamındaki fiil dolayısıyla (fail olarak) merfu'dur. Bu da bitkinin yağmura karıştığı anlamına gelir. Yani, o bitki yağmuru emmiş,böylelikle nemlenerek güzelleşmiş ve yeşermiş olur. "İhtilât: Karışmak" ise, bir şeyin içice girmesi demektir.
"İnsanların" tane, meyve ve bakliyat türünden "ve hayvanların" ot, sa*man ve arpa türünden "yediği bitkiler karışmıştır. Nihayet yeryüzü çeşit çeşit zilletini takınıp süslendiği..." yani, güzelliğine bürünüp -ki, "Zuhruf (zinet)" güzelliğin mükemmelliği demektir. O bakımdan altına da "zuhruf' denilmiştir- tanelerle, meyvelerle ve çiçeklerle de süslendiği zaman...
"Süslendi" kelimesinin aslı dir. Burada "te" harfi "ze" har*fine idğam edildikten sonra vasıl için de "eliF getirilmiştir. Çünkü idğam yapı*lan harf birincileri sakin olan İki harf durumunda olur. Sakin harf ile de başlamaya imkân yoktur. İbn Mes'ud İle Ubey b. Kâ'b ise bunu aslına uygun olarak; diye okumuşlardır. el-Hasen, el A'rec ve Ebu'l-AIiye ise; diye okumuşlardır ki, zinetlerini üzerine aldı, takındı anlamına gelir. Bu da çeşitli mahsul ve ekinleri bitirdi anlamındadır. Bu kıraatleıiyle fiili aslı üzere oku*muş olurlar. Eğer i'lâl yapacak olsalardı diye okumulan gerekirdi. Avf b. Ebi Cemile el-A'râbî der ki: Hocalarımız; diye okumuşlardır ki, bu da veznindedir. el-Mukaddemî!nin rivayetinde ise, şeklindedir ki, bunun da aslı şeklidir. Buna uygun vezindeki kelimeise olup idğam bundan sonra yapılmıştır. eş-Şa'bî ve Katade ise,diye, gibi okumuşlardır. Ebu Osman en Nehdî ise şeklinde, gibi okumuştur. Yine Ebu Osman'dan nakledildiğine göre o, bu kelimeyi şeklinde gibi okumuştur. Ondan bu kelime*yi şeklinde hemzeli olarak okuduğu da rivayet edilmiştir ki, böyle*likle ondan üç ayrı kıraat rivayet edilmiş olmaktadır.
"Sahipleri de bunları elde etmeye" yani bu ekinleri biçmeye, bunlardan yararlanmaya "güç yetireceklerini sandıkları" inandıkları "bir sırada..." yü*ce Allah bu buyruğunda yerden haber vermekle birlikte asıl maksat, onun bitirdiği bitkilerdir. Bu şekilde yerden haber vermesi ise, zaten bunun böy*le olduğunun anlaşılmasıdır ve esasen bitkinin de yerden çıkmasıdır.
Şöyle de açıklanmıştır: Buradaki "(Onun) sahipleri" ifadesindeki zamir, elde edilen mahsullere aittir denildiği gibi, "süse" aittir de denilmiştir. "Ge*celeyin veya gündüzün" ifadeleri iki zarftır, "emrimiz" azabımız, yahut da onların helak ve telef edilmesine dair emrimiz, demektir.
"Ona geliverir de orayı sanki dün yerinde yokmuş gibi" sanki dün hiç mamur değil misçe s ine "kökünden koparılıp biçilmiş" üzerinde hiçbir şey bulunmayan bitkileri koparılmış ekinleri biçilmiş "bir hale getiriveririz."
"Orayı... biçilmiş bir hale getiriveririz" anlamındaki; ifadesinde "orayı" ile "biçilmiş bir hale getiriveririz" anlamındaki kelimeler iki meFuldür. Ayrıca: "Biçilmiş" kelimesinin raüennes değil de mü-zekker gelmesi, "mef’ul" anlamında "fail" vezninde oluşundan dolayıdır. Ebu Ubeyd der ki: Bu, kökünden koparılmış ekine denilir. "Yokmuş" ya*ni, önceden güzel bir mahsul olarak yokmuş... demektir ki, bu da bir yerde ika*met etmek, orayı imar etmek demek olan den gelmektedir, ise, sözlükte insanların mamur ettiği, konakladığı yerler demektir. Katade, bu buyruğu sanki bu nimetler olmamış gibi; diye açıklamıştır. Şair Lebîd de (bu kökten gelen kelimeyi kullanarak) şöyle demektedir:
"Dâhis (adındaki atın) koşmasından önce ben bir süre orada kaldım(orayı imar ettim); Tartışmayı çok seven o nefain ebediliği olsaydı keşke."
Genel olarak bu kelime "arz: yer, yeryüzü" kelimesinin müennesliği dolayısı ile şeklinde "te” ile okunmuştur. Katade ise bunu; şeklin*de "ye" ile okumuştur ki, bu "zuhruf; zinefe ait olur. Yani nasil ki bu zinet yani ekin yok olup gidiyorsa, bu dünya da böylece yok olup gider.
"İşte biz" Allah'ın âyetleri üzerinde "düşünen bir topluluğa âyetleri böylece açıklarız" beyan ederiz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

25. Allah İse Dâru's-Selâm'a çağırır ve O, dilediğini dosdoğru yola iletir.
Yüce Allah bu yurdun, yani dünya yurdunun niteliklerini sözkonusu et*tikten sonra "Allah İse Dâru's-Selâm'a çağırtın" buyruğu ile âhiretin nitelik*lerini belirterek şöyle buyurmaktadır: Allah sizi dünyalık toplamaya çağırmıyor. Aksine O, selâm yurduna, yani cennete ulaşmanız için sizleri İtaat etme*ye çağırıyor.
Katade ve el-Hasen derler ki: es-Selâm, yüce Allah'ın adıdır. "es-Selâm yur*du" ise cennet demektir. Cennete "selâm yurdu" adının verilmesi, oraya gi*renin her türlü afet ve musibetten selamete ermesinden ötürüdür. "es Selâm"Şanı yüce Allah'ın isimlerindendir. Biz bunu "el-Kitabü'l-Esnâ fi Şerhi Es-maillaki'l-Hüsnâ" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz. İleride yüce Al*lah'ın izniyle el-Haşr Sûresi'nde (59/23- âyetin tefsirinde) gelecektir.
Şöyle de açıklanmıştır: Yani, yüce Allah selâmet (esenlik) yurduna çağı*rır. "Selâm" ile "selâmet* kelimeleri tıpkı "radâ ve radâat: süt emmek" keli*melerinde olduğu gibi aynı anlama gelirler. Bu açıklamaları ez-Zeccâc yap*mıştır. Şair de şöyle demektedir:
"Bekr”in anası selâmet ile selâm verir.
Peki, senin için kavminden sonra selâm (yani esenlik) sözkonusu olur mu?"
Şöyle de açıklanmıştır: Bununla; yüce Allah tahiyyet (selamlaşma) yurdu*na çağırır, demek istemiştir. Çünkü, bu şekilde kendilerine selam verilenler yüce Allah'tan tahiyyet ve selama nail olurlar. Aynı şekilde onlara melekler tarafından da selam verilir.
el-Hasen der kî: Selam, hiçbir şekilde cennet ehlinden kesilmez, o onla-nn tahiyyeleridir. Nitekim yüce Allah: "Oradaki tahiyyeleri (selamlaşmala*rı) ise selamdır" (Yûnus, 10/10) diye buyurmaktadır.
Yalıya b, Muaz da şöyle demektedir: Ey Ademoğlu, Allah seni Dâru's-se-lâm'a çağırmaktadır. O bakımdan sen O'nun bu çağrısına nereden cevap ve*receğine dikkat et. Eğer yaşadığın dünyadan ona cevap verir çağrısına uyarsan, o selam yurduna girersin. Şayet kabrinden o çağrıya cevap verecek olur*san, oraya girmekten alıkonulursun. İbn Abbas da der ki: Cennetler yedi ta*nedir: Daru'l-Celal, Daru's-Selam, Adn Cenneti, Me'vâ Cenneti, Huld Cenne*ti, Firdevs Cenneti ve Naim Cenneti.
"Ve O, dilediğini dosdoğru yola İletir." yüce Allah, delilini açıkça orta*ya koymak için davetini herkese (umumi) yapmış, insanlara muhtaç olma*dığından dolayı da hidayetini özel olarak ihsan etmiştir.
"Dosdoğru yol (es-Sıratu'l-Müstekîm)"ın, Allah'ın Kitabı olduğu söylen*miştir. Bunu Ali b. Ebi Talib Hz. Peygamber'den rivayetle şöyle demektedir: Ben, Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sırat-ı Müstakim yüce Al*lah'ın Kitabıdır." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İslâm olduğu da söylenmiştir. Bunu da en-Nevvâs b. Sem'ân, Rasûlullah (sav)'dan rivayet etmiştir. Sırat-ı Mustakîm'in hak olduğu da söylenmiştir ki,bu da Katade ve Mücalıid'in görüşüdür. Rasûlullalı (sav')'ın ve ondan sonra gelen iki arkadaşı Ebu Bekir ve Ömer'in olduğu da söylenmiştir.
Câbir b. Abdullah şöyle demektedir: Rasûlullalı (sav) bir gün çıkıp şöy*le dedi: "Rüyamda Cebrail başımın yanında, Mikâil de ayaklarımın yanında gibi gördüm. Onlardan biri diğerine; şuna dair bir misal ver, dedi. O da ona dedi ki: İşit, kulakları iyi işitesice, aklet, kalbi iyi beüeyesice. Senin ve üm*metinin misali, bir ev bina etmek üzere bir arsanın etrafını çeviren, sonra da orada bir ev inşa eden bir hükümdara benzer. Daha sonra bu hükümdar bu evde bir ziyafet verir. Arkasından insanları bu ziyafeti yemeye davet etmek üzere bir elçi gönderir. İnsanlardan kimisi bu elçinin çağrısını kabul eder, ki*misi de onu terk eder. İşte bu misalde "hükümdar"dan kasıt Allah'tır. Etrafı çevrilen yerden kasıt İslâm'dır. İçindeki evden kasıt cennettir. Ve sen ey Mu-hammed, sözü edilen elçisin. Senin çağrını kabul eden İslâm'a girer. İslâm'a giren de cennete girer. Cennete giren kişi ise oradaki yiyeceklerden yer," Da*ha sonra Rasûlullalı (sav): -Ve O, dilediğini dosdoğru yola Uetir" buyruğu*nu okudu." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Daha sonra Katade ve Mücahid de "Allah ise Dâru's-Selâma ça*ğırır..." diye başlayan âyeti okudular.
İşte bu âyet-i kerime Kaderiye'nin görüşlerini red hususunda apaçık bir delildir. Çünkü onlar, Allah bütün insanları Sıran Müstakime iletmiştir, der*ler. Halbuki yüce Allah: "Ve O, dilediğini dosdoğru yola (Sırat-ı Müstakime) İletir" diye buyurmaktadır. Kaderiye böylelikle, Kur'ân naslarını, Allah'a karşı gelerek, reddetmiş olmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.