26. İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha da fazlası vardır. Yüz*lerine ne bir toz bulaşır, ne de horhık kaplar. Onlar cennetlik*lerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
"İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha da fazlası vardır" buyruğu ile ilgili olarak Enes (r.a) yoluyla gelen hadiste şöyle dediği rivayet edilmek*tedir; Rasûlullalı (sav)'a yüce Allah'ın: "Daha da fazlası vardır" buyruğu hak*kında sorulunca şöyle buyurdu: "Dünya hayatında iken güzel amellerde bulunanlara el-Hüsnâ (daha güzel olan) vardır ki, o da cennettir. Bir de onla*ra daha fazlası da vardtr ki, o da kerim olan Allah'ın yüzüne bakmaktır." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu, aynı zamanda Ebu Bekir es-Sıddîk ile, bir rivayette Ali b. Ebİ Talib'in de görüşüdür, Huzeyfe, Ubade b. es-Sâmit, Ka'b b. Ucre, Ebu Musa, Suhayb ve bir rivayette İbn Abbas'ın da görüşüdür. Aynı zamanda tabiinden bir top*luluk da bu görüştedir, bu hususta doğru olan görüş de budur.
Müslim, Sahih'inde Suhayb'dan, Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Cennetlikler cennete girdikten sonra, şanı yüce ve mübarek olan Allah şöyle buyuracak: Size daha fazlasını vermemi istediği*niz bir şey var mıdır? Onlar, yüzlerimizi ağartmadın mı, bizi cennete koyma*dın mı, cehennem ateşinden korumadın mı? diyecekler. Bunun üzerine yü*ce Allah hicabı açar. Onlara aziz ve celil olan Rabblerine bakmaktan daha çok sevdikleri bir şey verilmiş olmayacaktır. -Bir rivayette de şöyle denmek*tedir: Sonra da:- "İhsanda bulunanlara daha güzeli've daha fazlası vardır" âyetini okudu. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu hadisi Nesaî de Suhayb'den şöylece rivayet etmektedir: Suhayb dedi ki: Rasûlullah (sav)'a şöyle denildi: Bu: 'İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha fazlası vardır" âyeti (ne demektir)? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra bir mü-nadi şöyle seslenir: Ey cennet ahalisi, size Allah nezdinde verilmiş bir söz var*dır. O size vermiş olduğu bu sözünü yerine getirmek istiyor. Onlar, şöyle di*yecekler: O, yüzlerimizi ağartmadı mı, mizanlarımızı (iyiliklerimizi) ağırlaş-tırmadı mı, bizi cehennem ateşinden korumadı mı? (.Hz. Peygamber devam*la) buyurdu ki: Bunun üzerine yüce Allah hicabı açar, onlar da O'na bakar*lar. Allah'a yemin ederim, Allah onlara kendisine bakmaktan daha çok sev*dikleri ve daha çok gözlerini aydınlatıcı hiçbir şey vermiş değildir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu hadisi İbnü'l-Mübârek de "Dekâik" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. adlı eserinde Ebu Musa ei-Eş'arî'den mevkut olarak rivayet etmiştir. Biz bu hadisi "et-Tezkire" adlı ese*rimizde zikrettik. Orada "hicabın açılmasının" ne anlama geldiğini de anlat*tık. Yüce Allah'a lıamd olsun.
Tirmizî el-Hakîm Ebu Abdullah -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- da şöy*le rivayet etmektedir: Bize Ali b. Hucr anlattı. Bize, el-Velid b. Müslim, Züheyr'den anlattı. Züheyr, Ebul-Âliye'den, o, Ubeyy b. Kâ'b'dan dedi ki:
Ben, Rasûlullah (sav)'a, Allah'ın Kitabındaki "ziyade; daha fazla" hakkında soru sordum. Birisi, yüce Allah'ın: "İhsanda bulunanlara daha güzeli ve da*ha Cüdası vardır" buyruğudur. O: "Maksat Rahman'ın yüzüne bakmaktır" di*ye buyurdu. Bir de yüce Allah'ın: "Biz onu yüzbin veya daha fazlasına gönderdik" (es-Sâffat, 37/147) buyruğu hakkında sordum, O: "Yirmi bin ki*şi daha fazla idiler" diye buyurdu.
Buradaki "daha Iazlası"ndan kastın, bir hasenenin on katına ve bundan daha fazla katlara yükseltilmesi olduğu da söylenmiştir. Bu görüş İbn Ab-bas'tan rivayet edilmiştin Ali b. Ebi Talib (r.a)'dan da şöyle dediği rivayet edil*mektedir: Daha fazlasından kasıt, dörtbin kapısı bulunan tek bir inciden bir köşktür. Mücahid de "güzellikken kastt iyiliğe karşı aynı iyiliğin verilmesi*dir. Fazlasından kasıt ise Allah'tan bir mağfiret ve bir rızadır, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem dedi ki: Daha güzel (el-hüsnâ)dan kasıt cennettir. Daha faz-lası'ndan kasıt ise yüce Allah'ın dünyada iken'lütfundan verdikleri ve kıya*met gününde de kendileri sebebi İle hesaba çekmeyeceği nimetlerdir.
Abdurrahman b. Sâbât da der ki: Güzellikten kasıt müjde, daha fazlasından kasıt ise kerim otan Allah'ın yüzüne bakmaktır. Nitekim yüce Allah söyle bu*yurmaktadır: "O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rabblerine bakıcıdırlar." (el-Kıyame, 75/22-23.)
Yezid b. Şecere de der ki: Fazlalıktan kasıt, bir bulutun cennet ehlinin üze*rinden geçip onlara daha önce hiç görmedikleri, oldukça nadir şeyler yağdır*ması ve arkasından da: Ey cennetlikler size neyi yağdırmamı istersiniz diye sormasıdır. Her ne isterlerse ö bulut mutlaka onlara o istediklerini yağdırır.
Bir diğer açıklamaya göre fazlalıktan kasıt, üzerlerinden dünya günlerin*den bir günlük bir süre geçti mi, mutlaka onların evlerini yetmişbin melek tavaf eder. Her bir melek ile birlikte diğerinde bulunmayan ve Allah nezdin den gönderilmiş hediyeler vardır. O hediyelerin benzerini hiç bir şekilde gör*memişlerdir. Lütfü oldukça geniş, her şeyi bilen, gani, her türlü hamde layık, yüce, büyük, aziz, kadir, berr, rahim, müdebbir, hakîm, latîf, kerîm olan ve kudretinin yettiği şeylerin sonu gelmeyen yüce Allah'ın şanı ne yücedir! Her türlü eksiklikten münezzehtir,
"İhsanda bulunanlar"dan kastın insanlarla giriştikleri ilişkilerde iyi dav*rananlar olduğu; "daha güzel" den kastın ise, onların yapacakları şefaat ol*duğu, "daha fazlasının ise, şanı yüce Allah'ın şefaatleri için onlara izin ve*rip bu şefaatlerini kabul etmesi olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah'ın: "Yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de" cehennemliklere eriş*tiği gibi "horhık kaplar" buyruğunda geçen "Kaplar" anlamındaki nın ulaşmak, bulaşmak anlamına geldiği söylenmiştir. Genç bir çocuk erginlik çağına gelip, erkekler satma yaklaştığında ona da "mürailik" denilmesi de bura*dan gelmektedir. Bunun, üstüne çıkmak, örtmek anlamına geldiği de söylen*miştir ki, bu anlamlar birbirlerine yakındır.
Buyruk şu demektir: Onlar, Allah'ın huzuruna hasredilip toplandıkların*da onları her hangi bir toz kaplamaz ve hiç bir zillet, horluk onları bürümez. Ebu Ubeyde, Ferezdak'a ait şöyle bir beyit okumuştur:
"O, hükümdarlık elbisesine (heybetine) bürünerek taçlanmıştır.Ve onun arkasından
Bir dalga(yı andıran ordu) gelmektedir. Onun da üstünde sancaklarıve tozlan görürsün."
el-Hasen; şeklinde "te" harfini (üstün yerine) sakin okumuştur, hepsi aynı anlamda olup "toz" demektir. Bunu da en-Neh-hâs ifade etmiştir. in tekili ise, kelimesidir. "Bunları da siyak bir toz kaplayacaktır" (Abese, 80/41) buyruğu da buradan gelmektedir ki, üzer*lerinde öyle bir toz bulunacaktır, demektir. Bu kelimenin keder, üzüntü, gam ve saklanmak, gizlenmek anlamına geldiği de söylenmiştir. İbn Abbas ise bu*nun yüzlerin siyahlığı demek olduğunu söylemiştir. İbn Bahr ise, bu, ateşin du*manıdır demektedir. Nitekim; Tencerenin çıkardığı duman (buhar) ifadesi de buradan gelmektedir. İbn Ebi Leylâ der ki: Bu, (onlara toz bulaşma*ması) aziz ve celil olan Rabblerine bakmaktan uzak kalmaları demektir.
Derim ki: Ancak bu açıklama su götürür. Çünkü aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan İyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan (cehennemden) uzaklaştırıl*mışlardır... En büyük korku onları üzmez..." (ei-Enbiya, 21/101-103) Birden çok âyet-İ kerimede de: "Onlar için korku yoktur, onlar üzülecek de değil*lerdir." (Mesela, el-Bakara, 2/62) diye buyurmaktadır. Yine bir başka âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak; Rabbimiz Allah'tır deyip son*ra dosdoğru olanların üzerine melekler: “Korkmayın, üzülmeyin ve size va'doluhan cennetle sevinin” diye inerler." (Fussilet, 41/30) İşte bu umumî bir hükümdür. Şanı yüce Allah'ın lütfü ile hiçbir yerde değişikliğe uğrama*yacaktır. Ne Allah'ın görülmesinden önce, ne de daha sonra iyilik yapan kim*senin yüzü üzüntü ve kederden ötürü karararak değişikliğe uğramayacaktır, cehennem dumanından olsun, başka bir şeyden olsun her hangi bir şey onu bürümeyecektir. "Yüzleri ağaranlara gelince; onlar Allah'ın rahmetindedirler. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar." (Âli İmran, 3/107). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
27. Günahlar kazanmış olanlara gelince; bir günahın cezası benze-riyledir. Onları bir horiuk kaplayacaktır. Onları Allah'tan kur*taracak bir kimse de yoktur. Yüzleri karanlık gecenin parçala*rıyla bürünmüş gibidir. İşte bunlar da ateşliktirler. Onlar ora*da ebedî kalıcıdırlar.
"Günahlar kazanmış" türlü masiyetleri işlemiş, şirk koşmuş -diye de açıklanmıştır- "olanlara gelince; bir günahın cezası benzeriyledir." Bura*daki "ceza" kelimesi mübteda olarak merf'udur. Haberi İse "benzeriyledir"
anlamındaki; kelimesidir.
İbn Keysân der ki: Buradaki "be" harfi zaiddir. Bir günahın cezası onun gibidir, anlamındadır. Bir diğer görüşe göre buradaki "be" mabadı (sonrası) ile birlikte haberi teşkil etmektedir. Ve bu harf-i cer, yerine geçtiği hazfedilmiş bir kelimeye müteallaktır ki, bu da "Bir günahın ce*zası onun benzen olan bir günahtır," şeklindedir. Bununla birlikte bu harf-i cenin "ceza" kelimesine tealluk etmesi de mümkündür. Buna göre ifade*nin takdiri; "Bir günahın misliyle cezalandırılması ola*caktır" şeklinde olup mübtedanın haberi sonradan lıazfedilmiştir. Yine "ce*za" kelimesinin; "Onlara bir kötülüğün cezası... verilecektir," takdirinde merfu olması da mümkündür. O takdirde bu, yüce Allah'ın: "(Onlar) sayısınca başka günlerden..." (el-Bakara, 2/184) buyruğuna benzer. Yani, üzerinde... sayısınca vardır, demek olur. Buna benzer diğer buyruklar da böyledir. Buna göre "be" harfi hazfedilmiş bir ke*limeye tealluk eder. Şöyle buyurulmuş gibidir: "Onlar için bir kötülüğe karşı onun misli İle sabit bir ceza vardır." Yahut da burada "be" tekid için de gelmiş olabilir, zâid de olabilir.
Bu şekildeki "benzerlik ve misliyefin anlamına gelince; onlara verilecek olan ceza, günahlarının benzeri, günahlarının misli kabilinden olacaktır. Yani, onlara zulmedilmeyecektir. Şanı yüce, kadir ve mübarek olan Rabbin fiili hiç bir illete bağlı görülemez.
"Onları bir horluk kaplayacaktır" yani, onları bir aşağılık ve bir rüsvay-lık kaplayacaktır, "onları Allah'tan" O'nun azabından "kurtaracak bir kim*se" bu azaplarını engelleyecek veya bertaraf edecek "bir kimse de yoktur. Yüzleri karanlık gecenin parçalarıyla bürünmüş* bu parçalar yüzlerine giy*dirilmiş "gibidir."
"Parçalar" anlamındaki kelimesi, ın çoğuludur. Buna göre "karanlık" anlamındaki kelime de "gece" anlamındaki kelimeden haldir. Ya*ni, onların yüzleri karanlık haldeki gecenin parçalarıyla bürünmüş gibidir.
el-Kisaî, bu kelimeyi "ti" harfini sakin olarak; şeklinde okumuştur. Bu okuyuşa göre "Karanlık" kelimesi sıfattır. Bununla birlikte "ge*ce" anlamındaki kelimeden hal olması da mümkündür. "Parça" ise, bir şey*den koparılıp düşen bölüm demektir. İbnü's-Sikkît der ki: Parça fkıt'a) ge*cenin bir bölümü anlamındadır. Yüce Allah'ın izniyle bu kelimeye dair açık*lamalar Hûd Sûresi'nde (.11/81. âyetin tefsirinde) gelecektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
28.0 günde hepsini hasredecek, sonra da şirk koşanlara: "Siz de Al*lah'a eş koştuklarınız da durun yerinizde" diyeceğiz. Sonra aralarını ayıracağız. O zaman eş koştukları da; "Siz, bize tapmı*yordunuz" derler.
"O günde hepsini hasredecek" hepsini toplayacak -haşr toplamak demek*tir- "sonra da şirk koşanlara-...." yani, Allah İle birlikte ortak edinenlere: "Siz de Allah'a eş koştuklarınız da durun yerinizde" yani, yerinizden ayrılmayın, olduğunuz yerde durun, başka bir yere gitmeyin "diyeceğiz." Bu bir teh*dittir.
"Sonra aralarını ayıracağız." Yani, dünyada iken aralarında bulunan bağ*lantı ve ilişkileri koparacak, uzaklaştıracağız. "Onu ayırdım, o da ayrıldı," denilir. "Fa'ale" veznindedir. Çünkü bunun mastarı; şeklinde gelir. Eğer bunun vezni "fey'ale" olsaydı, mastarının; diye gelmesi ge*rekirdi. ise, ayrılmak demektir, "Allah ondan ayrıl*dı," anlamına gelir. Tezâyül de karşılıklı olarak ayrılmak anlamını ifade eder.
el-Ferrâ der ki: Kimisi bunu; diye okumuştur. Mesela;
"Ondan ayrılmam," denilir. Ancak, ayrı bir manaya ge*lir ki bu, ben o işi görmem, yerine getirmem, demek olur.
"O zaman eş koştukları... derler." Burada "eş koşulanlar" ile melekler kast edilmektedir. Şeytanların kastedildiği söylendiği gibi, putların kastedildiği de söylenmiştir. Yüce Allah putları konuşturacak ve böylelikle aralarında bu ko*nuşma geçecektir. Çünkü onlar kendilerine itaat ettikleri şeytanlar ile tapın*dıkları putların, kendilerine ibadet etmelerini emrettiklerini iddia edecekler ve; siz bize emretmedıkçe biz size ibadet etmedik, diyeceklerdir.
Mücahid der ki: yüce Allah, putları konuşturacak ve putlar da: Sizin bi*ze ibadet ettiğinizi biz farketmiyorduk, ayrıca size, bize ibadet etmenizi de emretmedik, diyeceklerdir.
Eğer ortak koşulanların şeytanlar olduğu kabul edilirse, şeytanlar bu sözleri dehşetle söyleyeceklerdir. Yahut da yalan ve kurtulmak için hile ve çare aramak kastıyla söyleyeceklerdir, anlamına gelir. Yann (kıyamet günün*de) bu gibi şeyler cereyan edecektir. Arada tanışmalar olsa bile. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
29. "Bizimle sizin aranızda şâfaid olarak Allah yeter. Şüphesiz biz, sizin tapınmanızdan habersizdik bile."
"Bizimle sizin aranızda şattid olarak Allah yeter" buyruğunda; "Şâhid olarak" kelimesi mefuldür. Yani, Allah'ın şahidlik etmesi ye*terlidir, demektir. Temyiz de olabilir.
Anlamı şöyle olur: Eğer biz size böyle bir şeyi emretmiş, yahut da sizin böyle bir iş yapmanıza razı olmuş isek, bizimle sizin aranızda onun şahid*lik etmesi ile yetiniriz.
"Şüphesiz biz, sizin tapınmanızdan habersizdik bile." Bizler, sizin ta*pınmanızdan haberdar değildik. Bundan haberimiz yoktu. Ne işitir, ne gö*rür, rîe de aklımız ererdi. Çünkü biz cansız, ruhsuz varlıklardık. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
30. Orada herkes önceden ne gönderdiyse onun imtihanını vere*cek. Hepsi, gerçek mevtaları olan Allah'a döndürülmüş olacak, uydurmakta oldukları da önlerinden kaybolup gidecektir.
Yüce Allah'ın: "Orada" zarf olarak nasb malıallindedir. O zaman*da anlamındadır.
"Herkes önceden ne gönderdiyse onun imtihanını verecek" buyru-ğundaki; kelimesi "tadar" demektir. (Mealde "İmtihanı verecek") el-Kelbî bilir, Mücahid ise ondan sınanır, imtihan verir anlamına gelir, demiştir. Ya*ni, her bir kimse İşlemiş olduklarının, önceden yaptıklarının karşılığını gö*recektir, demek olur. Kabul eder, teslim eder anlamına geldiği de söylenmiş*tir. Yani, iradeleri dışında hepsi de rab edindiklerinin kendilerine karşı hak*lı olduklarını teslim ve İtiraf ederler, demektir.
Hamza ve el-Kisaî bu kelimeyi; diye okumuşlardır ki, her bir nefis kendi aleyhine yazılmış olan kibatı okuyacaktır, manasına gelir. Bunun, ona tabi olur, arkasından gider anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani, her bir nefis dünyada iken önceden yaptıklarının ardından gidecektir, manasın-dadır. Bu açıklamayı da es-Süddî yapmıştır. Şairin şu beyiti de bu türdendir:
"Şüphesiz ki, şüpheli şüphelinin arkasından giderTıpkı kurdu başka kurdun arkasından gider gördüğün gibi."
Yüce Allah'ın: "Hepsi gerçek mevtaları olan Allah'a döndürülmüş ola*cak..." buyruğurvdaki "gerçek" anlamındaki "el-Hakk" kelimesi, "mevlâ" ke*limesinden bedel veya sıfat olarak esreli gelmiştir.
Üç bakımdan bu kelimenin nasb ile okunması da mümkündür. Birincisi: "Hepsi gerçekten döndürülmüş olacaklar," takdirinde olur, diğer ta*raftan bu ifade; "Hak olan mevlalandır, Ondan baş*ka taptıkları değildir," takdirinde olur, üçüncü takdire göre ise; "On*lar" mevtalarını; hakk olan mevtalarını kastediyorum; takdirinde olur.
Bununla birlikte "el-Hakk" kelimesi merfu' olmakla birlikte, burada geçen mana -önceki kelimeden kat' ile mübteda ve haber olmak üzere- "Mevlaları hak olandır. Ondan başka ortak koştukları değil;" şeklinde olur.
Şanı yüce Allah, kendi zatını "gerçek, hak" ile vasfetmiştir. Çünkü, hak O'ndan gelir. Nitekim adalet de O'ndan geldiği için kendi zatını adaletle devasfetmiştir. Her bir adalet ve her bir gerçek O'nun tarafından gelir, demektir. İbn Abbas da der ki: Bu, mevlâian hak ile onların amellerinin karşılığı*nı verir, anlamındadır.
"Uydurmakta oldukları da önlerinden kaybolup gidecektir" yani, yok olacaktır, batıl olduğu ortaya çıkacaktır.
"Uydurmakta oldukları" ref mahallinde ve mastar anlamındadır. Yani, onların uydurmaları, uydurdukları şeyler demektir.
Şayet "gerçek mevlâian olan Allah'a" nasıl döndürülmüş olacaklar? Hal*buki, yüce Allah başka yerde kâfirlerin mevlâlarının olmadığım haber ver*mektedir diye sorulursa, şöyle cevap verilir: Allah'ın, onların mevlâian olma*sı, yardım ve destek konusunda yanlarında olması anlamına değildir. Bura*daki anlamıyla "onların mevlâları" olması onlara rızık ve nimetler ihsan et*mesi yönüyledir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
31. De ki: "Size gökten ve yerden nzık veren kimdir? Yahut o göz*lere ve kulaklara mâlik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yerli yerince kim yöneti*yor?" Hemen: "Allah" diyeceklerdir. De ki "O halde korkmaz mı*sınız?"
Bu anlatımdan kasıt, müşriklerin kanaatlerini reddetmek, onlara karşı de*lili ortaya koymaktır. Bunu onlardan kim itiraf ederse, artık onlara karşı de*lil açıkça ortaya konmuş olur. İtiraf etmeyenlere ise, bu göklerin ve yerin bir yaratıcısının bulunmasının kaçınılmaz olduğu tesbit edilmiş olur. Zaten bu konuda aklı bulunan hiçbir kimse tartışmaz, tereddüt etmez. Çünkü bunun böyle olduğu neredeyse kesin bîr bilgi (zorunluluk) seviyesindedir.
"Size gökten" yağmur ile "ve yerden" bitkiler ile "nzık veren kimdir? Ya*hut o gözlere ve kulaklara malik olan kimdir?" Yani, onları var eden ve si*zin için onları yaratan kimdir?
"Ölüden diriyi" yani, yerden bitkiyi, nutfeden insanı, taneden başağı, yumurtadan kuşu, kâfirden mü'mini "çıkaran ve... kimdir. İşleri yerli yerin*ce kim yönetiyor?" İşleri kim takdir eder, kim hükme bağlar.
"Hemen: Allah diyeceklerdir." Çünkü onlar Allah'ın yaratsa olduğuna İna*nırlardı. Yahut da: Eğer düşünür ve insan elden bırakmazlarsa, bunları ya*pan Allah'tır diyeceklerdir.
O halde sen de ey Muhammed, onlara "de ki: O halde korkmaz mısınız?"
Yani, Allah'ın cezasından dünyada ve âhirette sizden intikam alacağından korkmaz mısınız. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
32. İşte gerçek Kabbiniz olan Allah budur. Artık haktan sonra sapık*lıktan başka ne var? O halde nasıl olur da döndürülüyorsu*nuz?
Yüce Allah'ın: "İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Artık haktan son*ra sapıldıktan başka ne var?" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı sekiz baş*lık halinde sunacağız: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
1. Allah'a İman ve İnkâr:
"İşte gerçek Rabbİnİz olan Allah budur." Yani, bütün bu işleri yapan ger*çek Rabbiniz olan Allah'tır. Yoksa O'nunla birlikte koştuğunuz ortaklar değil*dir.
"Artık haktan sonra" buyruğundaki; sıladır. Hak ilâ*ha ibadetin terk edilmesinden sonra geriye sapıklıktan başka bir şey kalmaz, demektir. Mütekaddim âlimlerden birisi şöyle demiştir: Bu âyetin zahiri Al*lah'tan başkasına ibadetin sapıklık olduğunu göstermektedir. Çünkü âyetin başı: "İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur" şeklinde, sonu ise: "Artık hak*tan sonra sapıldıktan başka ne var" şeklindedir. Bu ise, iman ve küfürde böyledir. Amellerde böyle değildir.
Kimisi de şöyle demiştir: Küfür, hakkın üzerinin örtülmesi demektir. Hakkın dışında olan her şey de bu kabildendir. Buna göre haram bir sapık*lık, mubah hidayettir. Çünkü helal kıtan da haram kılan da Allah'tır.
Birinci açıklama (bu âyetin nazmı gereğince) daha uygundur. Çünkü, ön*ce: "De ki: Size gökten veyerden rızık veren kimdir?" (Yûnus, 10/31) diye so*rulduktan sonra: 'İşte gerçek Rabbiniz olanan Allah budur" diye buyurulmuştur. Yani, sizi rızıktandıran ve bütün bunları yapan sizin "gerçek Rabbinizdir." Bu da ulühiyet O'nun hakkıdır ve O'na ibadet etmek gerekir, demek*tir. Durum böyle olduğuna göre, ulûhiyyet ve ibadette başkalarını O'na or*tak koşmak sapıklıktır ve hak olmayan bir iştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
2. İman Meselelerinde Yalnızca Hak ve Batıl Vardır:
İlim adamlarımız derler ki: Bu âyet- kerime, yüce Allah'ı tevhidin kendi*si olan bu meselede hak ile batıl arasında üçüncü bir durum olmadığını hük*me bağlamaktadır. Benzeri bütün meselelerde de durum böyledir. Bunlar ise, hakkın yalnızca bir tarafta bulunduğu usûl (inanç esasları) meseleleridir. Zi*ra bu gibi meselelerde söylenecek sözler, bir zatın varlığının nasıt olduğu*nun anlatılması ile ilgilidir.
Yüce Allah'ın haklarında: "Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol ta*yin ettik" (el-Maide, 5/48) diye buyurduğu fer'î meselelerden farklıdır. Yine Hz. Peygamber'in: "Helal apaçıktır, haram da apaçıktır. Bunların ikisi arasın*da benzeşen (hangisinden olduğu kesiniikle ilk anda tayin edilemeyen) hususlar da vardır" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. buyruğunda sözünü ettiği fer'î meselelerden de fark*lıdır, Fer'î meselelere dair açıklamalar, kabul edilen ve hakkında ihtilaf olunmayan bîr zatın varlığı ile ilgili olmaktan çok, sonradan meydana gel*miş bir takım hükümler hakkındadır ki, görüş ayrılığı bunlarla ilgili hü*kümler çerçevesinde ortaya çıkar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
3. Hak Olan Allah:
Âişe (r.anha )'dan sabit olduğuna göre Peygamber (sav) geceleyin namaz İçin kalktığında: "Allah'ım, hamd yalnız Sanadır" derdi. Yine bu hadiste şöyle dua ettiği de nakledilmektedir:
"Hak olan Sensin, vaadin de haktır, sözün de haktır, Sana kavuşmak da hak*tır,' cennet de haktır, cehennem de haktır, kıyamet de haktır, peygamberler de haktır, Muhammed de haktır..." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Hz. Peygamberin: "Hak olan Sensin" ifadesi, Vâcibu'l-Vücud olan sensin, demektir. Çünkü, bunun astı bir şeyin hak olmasından yani, sabit olmasın*dan, vacib olmasından gelmektedir.
Yüce Allah'ın bu şekilde hak olmakla vasfedilmesine gelince; O, kendi za*tı dolayısıyla vardır. O'ndan önce yokluk olmaması ve hiç bir şekilde de yok olmayacağından dolayıdır. O'nun dışında kendisi hakkında bu ismin kulla*nıldığı bütün varlıkların öncesinde ise yokluk vardır. (Yani, olmadıkları bir zaman vardır). Ve bilahare yok olmaları da mümkündür. Ayrıca bunların va*roluşları da kendiliklerinden değil, onları vareden dolayısıyladır. îşte bundan dolayı bu anlamı dile getiren sözler, şairlerin söylediği en doğru söz olmuş*tur ve bu da Lebîd'in şu sözüyle ifade edilmiştir:
"Şunu bil ki, Allah'ın dışındaki her şey bâtıldır (yok olacaktır)."
Yüce Allah'ın; "O'nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm yal*nız O'nundur ve yalnız O'na döndürüleceksiniz." (el-Kasas, 28/88). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
4. Hak İle Sapıklık Arasındaki Zıtlık:
Hakkın zıddının sapıklık (dalâlet) olması, hem sözlük itibariyle hem de şer'an bilinen bir husustur. Bu âyet-i kerimede olduğu gibi. Aynı şekilde hak*kın zıddının "bâtıl" oluşu da hem sözlükten lıem de şeriatten bilinen bir hu*sustur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Çünkü Allah hakkın tâ ken*disidir. O'ndan başka taptıkları ise bizatihi bâtıldır." (el-Hac, 22/62)
Sapıklığın (dalâletin) gerçek mahiyeti haktan uzaklaşmak, ayrılıp git*mektir. Bu kelime "yolun kaybedilmesi" anlamına gelen; den alın*mıştır. Bu da yolun bulunduğu yerden sapmak, oradan uzaklaşmak anlamınadır. îbn Arefe der ki; Araplara göre dalâlet, maksada uygun olmayan yo*lu izlemek demektir. İşte bu manada; Yoldan saptı" denilir.
Bir şeyi kaybeden kişi hakkında da; "O şeyi kaybetti" denilir.
Şeriatte ise dalâlet, amellerde değilde yalnızca itikadda doğruluktan sap*maktan ibarettir. Karşılığında gaflet bulunmakla birlikte, hidayetin yokluğu ile beraber bilgisizlik ya da şüphe bulunmuyor ise, şanı yüce Hakk'ın bilin*memesi anlamında kullanılması da "dalâlet" kelimesinin kullanılısındaki en*der rastlanılan hususlardandır. Nitekim, ilim adamları: "Seni şaşkın bul*muşken doğru yola iletmedi mi?" (ed-Duhâ, 93/7). Buradaki "dâll (sapmış, sapkın)" kelimesi, âyet ile ilgili yorumlardan birisine göre gafil ve şaşkın demektîr. Nitekim yüce Allah'ın şu buyruğu da bunu tahkik etmektedir: "Kita*bında imanın da ne olduğunu bilmezdin." (eş-Şûrâ, 42/52). Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
5. Satranç ve Benzeri Oyunlar île İlgili îmam Malik'in Görüşü:
Abdulhah b. Abdilhakem ile Eşheb, Malik'ten, yüce Allah'ın: "Artık hak*tan sonra sapıklıktan başka ne var" buyruğu ile ilgili olarak şöyle dediği*ni nakletmektedirler: Satranç ve zar oyunları da sapıklıktandır.
Yunus da İbn Vehb'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Malik'e, hanı*mı ile ondörtlü oynayanın durumu hakkında sorulmuş, Malik de: Bu hoşuma gitmez, Mü'minlerin işinden de değildir. Çünkü yüce Allah: "Artık haktan son*ra sapıldıktan başka ne var" diye buyurmaktadır, diye cevap vermiştir.
Yine Yunus, Eşheb'den şöyle dediğini rivayet eder: Malik'e, satranç oy*namaya dair soru sorulmuş, o da: Onda bir hayır yoktur, o bir şey değildir, o batıldandır, esasen bütün oyunlar batıldandır, o bakımdan aklı başında bu*lunan bir kimsenin sahip olduğu sakalın ve ağaran saçlarının kendisini ba*tıldan uzak tutması, alıkoyması gerekir, demiştir.
ez-Zührî'ye de satranca dair soru sorulunca: O batıldandır, ben onu sev*miyorum, diye cevap vermiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
6. Satranç Vebenzeri Oyunların -Kumar Olmaması Şartıyla- Hükümleri:
Kumar yoluyla olmaması şartıyla satranç ve benzeri oyunların caizliği hu*susunda ilim adamiarının farklı görüşleri vardır. Satranç ile ilgili olarak Ma*lik'in ve fukahânin cumhurunun görüşlerinden çıkartılan sonuç şudur: Bun*larla kumar oynamayan ve kendi evinde ayda yılda bir defa, gizlice çoluk ço*cuğuyla birlikte oynayan, kimse tarafından görülmeyen ve bilinmeyen bir kim*senin bu oyunu affa mazhar olur, onun için haram da değildir, mekruh da değildir. Ancak, gece gündüz bu oyunları adet edinir ve bu oyunları oyna*makla şöhret kazanırsa, bu kimsenin mertliği kalmaz, adaleti kalmaz ve şa-hidliği reddedilir,
Şafiî mezhebindeki görüşe gelince; Şafiî mezhebi âlimlerine göre zar ve satranç oynayan bir kimsenin şahidliği eğer bütün arkadaşları arasında adaletli bir kimse ise, onun herhangi bir beyinsizliği (sefihliği) ortaya çıkma*yıp, ondan şüphelenmeyi gerektiren bir durum ve büyük bir günah işleme*diği sürece- kabul edilir. Bu oyunlarla kumar oynaması hali müstesnadır. Eğer bu oyunlan oynarken kumara düşerse ve onun bu durumu da bilinirse, ar*tık adaleti ortadan kalkar ve malı batıl bir yolla yediği için de kendisini se*fihler arasına katmış olur.
Ebu Hanife de der ki: Satranç, zar, ondörtlü İle oynamak ve her türlü oyun mekruhtur. Eğer bu oyunlarla oynayanın büyük günahı açıkça görülmemiş, iyi tarafları ise kötü taraflarından daha fazla ise, -Hanefilere göre- şehâdeti kabul olunur. İbnül-Arabî dedi ki: Şafiîler derler ki: Satranç zardan farklıdır. Çünkü satrançta insanın kavrayışı açılır, zihni çalıştınltr ve aklî melekeleri kul*lanılır. Zar ise aldatıcı bir kumardır. Bu, tıpkı fal oklanyla kısmet aramakta olduğu gibidir; atılan zarla kişinin karşısına ne çıkacağı bilinmez. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yer imleri