7. Önceki İslâm Önderlerinin Satranç ve Zar ile İlgili Görüşleri:


İlim adamlarımız derler ki: Zar, şimşir ağacından ve fil kemiğinden içi dol*durulmuş parçalardır. Satranç taşlan da böyledir. Çünkü satranç da onun sü*tü ile beslenmiş kardeşi gibidir. Batıl ve Kiâb diye bilinen şey de zardır, yi*ne cahiliye döneminde Erun ve Nerdeşir diye bilinir. Müslim'in Sahi la'inde, Süleyman b. Büreyde'den, o, babasından, o da Peygamber (sav)'den şöyle dediği kaydedilmektedir: "Her kim zar ile oynarsa, elini domuz etine ve ka*nına bandırmış gibidir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İlim adamlarımız derler ki: Bu, şu demektir: Zar oynayan kişi yemek mak*sadıyla hazırlasın diye elini domuzun etine daldıran kişiye benzer. Domuz etinde böyle bir uygulama İse haramdır, caiz değildir. Bunu Uz. Peygambe*rin: "Zar oynayan kişi Allah'a ve Rasûlüne isyan etmiş olur" hadisi de açık*lamaktadır. Bu hadisi de Malik ve başkaları, Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet etmiş olup sahih bir hadistir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Hadis bütünüyle zar oyununu haram kılmaktadır. Satranç da böyledir. Bun*da her hangi bir zaman veya herhangi bir halin istisnası sözkonusu değildir. Hz. Peygamber, bu işi yapan kimsenin Allah'a ve Rasûlüne isyan ettiğini ha*ber vermektedir. Şu kadar var ki, yasak kılınan zar oyununun kumar şeklin*deki oyun olma ihtimali vardır. Zira, tabiinden, kumar olmaksızın satranç oy*namanın caiz olduğuna dair rivayetler vardır. O bakımdan bu rivayetin ister kumar şeklinde olsun, İster olmasın genel olarak bütün oyunlar hakkında ka*bul edilmesi yüce Allah'ın izniyle daha uygun ve daha ihtiyatlıdır.
Ebu Abdullah el-Halimî, "Minhacü'd-Din" adlı eserinde şöyle demekte*dir: Satra'nç ile ilgili gelen rivayetlerden birisi de tıpkı zar hakkında gelen ri*vayet gibi bir hadis-i şerittir. Buna göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Satranç ile oynayan Allah'a ve Rasûlüne asi olur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ali (r.a.)'den de rivayete göre o, satranç oynamakta olan Temimoğulların-dan bir grubun bulunduğu meclisin yanından geçer. Başlarında durarak onlara şöyle der: "Allah'a yemin ederim, siz bundan başka bir şey için yara*tıldınız. Allah'a yemin ederim, eğer bunun uygulanacak bir sünnet olacağın*dan korkmasaydım, bunları tutup yüzlerinize vururdum."
Yine Hz. Ali'den gelen rivayete göre o, satranç oynamakta olan bir top*luluğun yanından geçmiş ve: Şu kendileri Önünde eğildiğiniz heykeller de ne oluyor? Sizden herhangi bir kimsenin sönünceye kadar bir kor ateşi avuçlaması bu satrançlara ellerini değdirmesinden daha hayırlıdır, demiştir.
İbn Ömer'e de satranç hakkında sorulmuş ve şöyle demiş: Satranç zardan da kötüdür.
Ebu Musa el-Eş'arî der ki: Günahkârdan başkası satranç oynamaz.
Ebu Cafer'e satranç hakkında soru sorulunca o: Bu Mecusi oyunundan bi*ze bahsetmeyiniz, demiştir.
Peygamber (say)'den gelen uzunca bir hadiste de şöyle denilmektedir: "... şüphesiz zar, satranç, ceviz, aşık kemikleri ile oynayana Allah gazap eder. Oy*nayanları seyretmek için zar ve satranç oynayanların yanma oturan kimse*nin bütün hasenatı silinir, Allah'ın kendisine gazap ettiği kimselerden olur." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İşte bütün bu rivayetler kumarsız dahi olsa bunlarla oynamanın haram kı*lındığına delil teşkil etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ayrıca el-Maide Sûresi'nde (5/90-92. âyetler, 12. başlık) bunların içki ile birlikte söz konusu edildiklerinden dolayı haramlıkta içki gibi olduklarına da*ir açıklamalar daha önceden geçmiş idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbnü'l-Arabî, "el-Kabes" adlı eserinde şunları söylemektedir: Bu (satran*cı) Şafiî caiz kabul etmektedir. Kimi Şafiî alimleri şunları söyleyecek noktaya kadar gelmiştir: Satranç oynamak menduptıır. O kadar ki, bunu okullar*da öğretmeye dahi koyuldular. Eğer öğrenci okumaktan yorulacak olursa mes-cidde satranç oynayıverir. Aslıab ve tabiinden de satranç oynadıkları isnadın*da bulundular. Oysa hiçbir zaman böyle bir şey olmamıştır. Allah'a yemin ede*rim ki, takva sahibi bir kimsenin eli satranca değmiş değildir. Yine onlar, sat*ranç zihni çalıştırır, derler. Oysa görülenler onların bu iddialarının doğru ol*madığını ortaya koymaktadır. Zihni çalışan hiç bir kimsenin satrançta olduk*ça ileri dereceye vardığı görülmemiştir. Ben, İmam Ebu'1-Fadl Ata el-Makdi-st'yi münazara esnasında Mescid-i Aksa'da şöyle derken dinledim: O (satranç)savaşı öğretir. Ancak, et-Tartuşî ona şöyle dedi: Aksine savaşı idareyi bozar. Çünkü savaştan maksat hü kûmdan eîe geçirmek, onu öldürmektir. Satranç oynayan bir kimse ise: Şah kendini koru denir. Bu da, hükümdarı önümden çek, anlamına gelir. Onun böyle demesi üzerine hazır bulunanlar kahkaha*yı bastılar. Malik, kimi zaman bu konuda işi oldukça sıkı tutmuş ve satran*cın haram olduğunu söyleyerek, satranç hakkında: "Artık haktan sonra sa*pıklıktan başka ne var" ifadelerini kullanmış, kimi zaman da az miktarda sat*ranç oynamayı, kısa süreyle onunla vakit geçirmeyi önemseme mistir. Ancak birinci görüş daha sahihtir, doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Birisi dese ki: Ömer b. et-Hattab (r.a)'dan rivayete göre, O'na satranç hak*kında soru sorulmuş, o da: Satranç nedir diye sorunca, kendisine şöyle de*nilmiş: Bir kadının bir oğlu varmış, bu hükümdarmış. Savaşta arkadaşları kur*tulduğu halde kendisi isabet almış. Bunun üzerine kadın şöyle demiş: Böy*le bir şey nasıl olur? Bana gözlerimle görecek şekilde gösteriniz. Bunun üze*rine ona satranç taşları yapılmış. Kadın bunları görünce, bunlarla teselli olur*muş. Daha sonra da Ömer (r.a.)'e satrancın nasıl bir oyun olduğunu anlatmış*lar, o da şöyle demiş: Savaş aletleri türünden olan şeylerde bir mahzur yok*tur. İşte böyle diyene şu şekilde cevap verilir: Bunda delil olacak bir taraf yok*tur. Çünkü Hz. Ömer: Satranç oynamakta bir mahzur yoktur, dememiş. O, sa*dece: Savaş aleti olan şeylerle oynamakta bir beis yoktur demiştir. Onun bu sözleri sarfetmesintn sebebi ise sadece satranç ile oynamanın savaş sebep*lerini, yollarını bilmeye yardımcı olan şeylerden olduğu şüphesi uyandırıl-masından dolayıdır. Ona bu sözler söylenip, o da satrancı gereği gibi bilme*diğinden dolayı: Savaş aletleri tülünden olan şeylerle oynamakta bir beis yok*tur; eğer sizin dediğiniz gibi ise, onda bir mahzur yoktur, demiştir. Yine as-hab-ı kiramdan satrancı yasaklamadıklarına dair gelen rivayetler de böyle*dir. Bu gibi rivayetler o kimselerin satrancı oyalayıcı ve boşuna vakti lıarca-yıcı bir şey olmadığını sanmalarına yorumlanır. Satrançtan kastın savaş bil*gisi ve savaştaki çarpışma maksadı güdüldüğünü kabul etmelerine, yahut da bu konuda senedi ile birlikte rivayet edilen haberlerin onlara ulaşmadığına hükmedilir. el-Halimî der ki: Şayet haber sahih olarak varid olmuşsa, artık bu*na rağmen kimsenin ileri sürebileceği bir delili olmaz. Çünkü, nastaki delil herkese karşıdır, herkesi bağlayıcıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

8. Kumara Giden Kapıların Kapatılması:


İbn Vehb, senedini de kaydederek Abdullah b. Ömer, Kücce denilen bir oyun oynamakta olan çocukların yanından geçerken, -Kücce, çocukların ken*dileriyle oynadıkları çakıl taşları bulunan bir çukurdur- bu çukuru kapatır ve bu şekilde oynamalarını yasaklar.
el-Herevî de "kefile cim" babında İbn Abbas'tan nakledilen: Çocukların Kücce oyunları dahil, her şeyde kumar vardır, sözünü açıklarken şunları söy*lemektedir: İbnü'l-A'râbî dedi ki: Kücce, küçük çocuğun bir bez parçası ala*rak onu adeta bir küre gibi yuvarlamasıdır. Sonra bununla kumar oynarlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
"O halde nasıl olur da döndürülüyorsunuz?" Yani, sizler hiçbir şekilde nzık vermeyen, diriltmeyen ve öldürmeyen şeylere ibadete nasıl olur da akıl-lannız» yönlendirebiliyorsunuz. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

33. İşte Rabbinin şu sözü o fâsıklar için şöylece sabit olmuştun "Ger*çekten onlar İman etmezler."
Yüce Allah'ın: "İşte Rabbinin şu sözü" yani hükmü, kazası ve ezelî ilmi "o fâsıklar için" yani itaatin dışına çıkıp kâfir olan ve yalanlayanlar için "şöy*lece sabit olmuştur: Gerçekten onlar iman etmezler." Yani, tasdik edilme*si gereken şeyleri tasdik etmezler.
Bu buyrukta Kaderiye'ye karşı en yeterli ve kesin delil vardır.
Nâfi' ve İbn Âmir, burada ve sûrenin sonunda "İşte Rabbinin şu sözü" buyruğundaki "söz" anlamındaki "kelime'yi "sözler" anlamına gelecek şekilde; diye okumuşlardır. Ayrıca el-Mü'min Sûresi'nde (40/6. âyette) de ya*ni bu üç yerde de çoğul olarak okumuşlardır. Diğerleri ise tekil olarak oku*muşlardır.
"Gerçekten" nasb mahallindedir. Yani; "Çünkü gerçek*ten onlar... demek olur." ez-Zeccac der ki: "Siz'den bedel olmak üzere ref mahallinde olması da mümkündür. el-Ferra der ki: Yeni bir cümle (isti'naf) olmak üzere; "Şüphesiz onlar..." şeklinde olması da mümkündür. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

34. De ki: "Ortak koştuklarınızdan ilkin yaratıp da sonra onu iade edecek kimse var mıdır?" De ki: "İlkin yaratan sonra onu iade eden Allah'tır. O halde nasıl döndürülüyorsunuz?"
"De ki: Ortak koştuklarınızdan" yani, i lalı ve mabud edindiklerinizden "İlkin yaratıp da sonra onu İade edecek kimse var mıdır?" Yani, ey Muham*medi Azarlamak ve söyletmek (takrir) yoluyla onlara böyle de. Sana doğru cevap verirlerse mesele yok. Aksi takdirde "de ki: İlkin yaratıp sonra onu iade eden Allah'tır." Bunu O'ndan başka yapabilecek kimse yoktur.
"O halde nasıl döndürülüyorsunuz?" Nasıl haktan batıla döndürülüyor ve yönetiyorsunuz? Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

35- De ki: "Ortak koştuklarınızdan hakkı gösterecek bîr kimse var mıdır?" De ki: "Hakkı gösterecek Allah'tır. Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Ne oluyor size, nasıl hük*mediyorsunuz?"
"De ki: Ortak koştuklarınızdan hakkı gösterecek bir kimse var mıdır?"
buyruğunda geçen: "gösterecek" anlamındaki lafızla ayni kökten: "Onu yola iletti, ona yolu gösterdi" denilir. Hideyet'e (yol göstermeye) dair açıklamalar daha önceden (el-Fatiha, 6. âyetin tefsi*ri ile el-Bakara, 2/2. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yani, sizin koş*tuğunuz ortaklar arasından İslâm dinine doğru iletecek bir kimse var mı? On*lar: Hayır diyecek olurlarsa, -ki, böyle demeleri kaçınılmazdır- sen de on*lara "de ki: Hakkı gösterecek Allah'tır." Sonra onlara, azarlayan ve gerçe*ği söyleten bir üslûpla de ki: "Acaba hakka ileten mi," hakkı gösteren mi -ki O da şanı yüce ve eksikliklerden münezzeh olan Allah'tır- "uyulmaya daha layıktır, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bu*lamayan mı?"
Bununla hiçbir kimseyi doğru yola iletemeyen, kendileri taşınmadıkça ken*diliklerinden yürüyemeyen, başka yere konulmadıkça yönlerini değiştireme*yen putları kastetmektedir. Şair de der ki:
"Gencin kendisiyle yaşadığı bir aklı vardır Ayağı, bacaklarını nereye götürürse oraya (gider)."
Burada kendileri doğruya iletilmedikçe kendi kendilerini dahi doğruya ile*temeyen başkan ve saptırıcıların kastedildiği de söylenmiştir. "Ken*di kendine doğru yolu buldu" lafzında altı ayrı kıraat vardır:
1- Verş dışında Medineliler bu kelimeyi "ye" lıarfini üstün, "he" harfini sa*kin, "dal" harfini de şeddeli olarak; şeklinde okumuşlar ve böylelikle yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi kıraatlerinde sakin iki harfi bir ara*ya getirmişlerdir: "Aşırı gitmeyin" (en-Nisa, 4/154) ile Çekişirler..."(Yasin, 36/49)
en-Nehhâs der ki: İki sakin harfi bir arada hiçbir kimse telaffuz edemez. Muhammed b. Yezİd de der ki: Bu şekilde okumaya çalışan bir kimsenin es*reye doğru hafif bir hareke vermesi kaçınılmazdır. Sibeveyh ise harekeyi bu şekilde çıkartmayı "İlıtilâsu'l-Hareke" diye adlandırır,
2- Ebû Arar ile bir rivayete göre Kâlûn ili fa ve ihtilastaki' Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. mezhebine uy*gun olarak fetha ile sükûn arasında okumuşlardır.
3- İbn Âmir, İbn Kesir, Verş ve İbn Muhaysın, "ye" harfini üstün, "he" har*fini üstün, "dal" harfini de şeddeli olarak, diye okumuşlardır. en-Neh*hâs der ki: Böyle bir kıraat Arapçada açık ve belirgin bir kıraattir. Bu kıra*atte asıl; şeklinde olup, "te" harfi "dal" harfine idğam edilmiş ve ha*rekesi "he"ye kaibedilmiştir.
4- Hafs, Yakub ve Ebu Bekr'den rivayetle el-A'meş, İbn Kesir gibi okumuş*lardır. Ancak bunlar, "he" harfini esreli okurlar ve şöyle derler: Çünkü cezim-li olan bir harfi harekelemek zorunluluğu ortaya çıkarsa, esre ile harekelenir. Ebu Hatim der kî: Bu, aşağı Mudarlıların şivesidir,
5- Ebû Bekir, Âsım'dan, "ye" ve "he" harfini esreli, "dal" harfini de şed*deli olarak; diye okumuştur. Bunun böyle olması ise, daha önce el-Bakara Sûresi'nde "Kaptp ahverir" (el-Bakara, 2/20) buyruğunda geç*tiği gibi esreyi esreye tabi kılmaktan ötürüdür. Bunun; "Yardım di*leriz" (el-Fâtiha, 1/5) ile; "Bize ateş asla dokunmaz" (el Bakara, 2/80) ve benzeri şekilde okuyanların şivesi olduğu da söylenmiştir. An*cak Sibeveyh, şeklinde "ye" ile okuyuşta esreyi caiz kabul etmemek*le birlikte; ile ve şeklindeki okuyuşları caiz kabul eder ve şöyle der: Çünkü "ye" harfinde esre ağır gelir.
6- Hamza, el-Kisaî, Halef, Yahya b, Vessâb ve el-A'meş ise "ye" harfini üs*tün, "he" harfini sakin, "dal" harfini de şeddesiz olarak; şekîtnde; "iletti, iletirMen gelen bir kelime olarak okumuşlardır,
en-Nehhâs der ki: Her ne kadar bu okuyuşun doğruluğu uzak bir ihtimal ise de bunun Arapça'da iki türlü açıklaması vardır. Bu iki açıklamadan biri*si şudur; ei-Kisaîve el-Ferrâ; "İletir" kelimesi; "Hidayet bu*lur" ile aynı anlama gelir. Ancak Ebu'l-Abbas dedi ki: Bu ikisinin aynı anla*ma geldiği bilinen bir şey değildir. Bunun yerine ifade: "Yok*sa başkasına hidayet veremeyen mi?" takdirinde olup burada sona ermekte*dir. Daha sonra yeni bir cümle ile: "Kendisine hidayet verilme*dikçe" diye istisna yapılmaktadır, Yani, ama kendisinin hidayete iletilmeye ihtiyacı vardır, demektir.
O halde bu mankatı' bir istisna olup; "Filan ki"şi başkasına işittiremez. Ancak, kendisine işittirilmesî hali müstesna." Yani, kendisinin işitdrilmeye ihtiyacı vardır, anlamındadır,
Ebu İslıak da der ki: "Ne oluyor size" ifadesi tam bir İfadedir. Ya*ni: Siz ne diye putlara ibadet ediyorsunuz, bundan ne bekliyorsunuz demek*tir. Sonra da onlara: "Nasıl hükmediyorsunuz" diye sorulmaktadır. Kendiniz hakkında nasıl böyle bir hüküm verebiliyorsunuz, apaçık batıl olan böyle bir şey hakkında nasıl bu hükmü verebiliyorsunuz? Kendilerine birşeyler yapıl*madıkça bizzat kendilerine hiçbir fayda sağlayamayan putlara tapıyorsunuz. Ve dilediğini yapan Allah'a İbadeti terk ediyorsunuz? Buna göre: "na*sıl" buyruğu; "Hükmediyorsıınuz" fiili ile nasb mahallindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

36. Onların çoğu zandan başkasına uymazlar. Zan İse, hiç şüphesiz hak olan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki Allah yaptık*larını çok iyi bilendir.
"Onların çoğu zandan başkasına uymazlar." Bununla, aralarından baş*kanlık konumunda olanları kastetmektedir. Yani onlar, putların ilahi ığı ve şe*faat edecekleri konusunda ancak temelsiz sezgilerine ve tahminlerine uymaktadırlar. Bu konuda ellerinde herhangi bir delil yoktur. Onlara uyanlar ise ken*dilerini taklid ederek uymaktadırlar.
"Zan ise, hiç şüphesiz hak olan hiç bir şeyin yerini tutmaz." Yani, Al*lah'ın azabına karşı hiç bir fayda sağlamaz.
Buna göre buradaki "hak" Allah'tır. Burada "hak"in yakîn anlamına gel*diği de söylenmiştir. Yani zan hiç bir zaman yakîn (kesin bilgi ve kanaat) gi*bi olamaz. Bu âyet- kerimede itikadi konularda zan ile yetinilemeyeceğine delil vardır. "Şüphesiz ki Allah" küfür ve yalanlama kabilinden "yaptıkları*nı çok iyi bilendir.” Bu ifade de tehdit anlamını taşımaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

37. Bu Kur'ân'm Allah'tan başkası tarafından uydurulması olacak bir şey değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri doğrulamakta ve kitabı açıklamaktadır. Onda şüphe yoktur. O âlemlerin Rab-bindendir.
"Bu Kur'ân'ın Allah'tan başkası tarafından uydurulması olacak bir şey değildir" buyruğundaki; edatı fiiliyle birlikte (uydurulma anlamında) mastardır. Yani: Bu Kur'ân bir uydurma (iftira) değildir. Bu şe*kilde mastar kullanımı; "Filan kişi binmeyi sever," deme*ye benzer. Bu açıklamayı el-Kisaî yapmıştır. el-Ferrâ ise der ki: Buyruğun an*lamı şudur: Bu Kur'ân'ın uydurulmasına gerek yoktur, ona böyle bir şey yakışmaz. Yüce Allah'ın şu buyruklarını ve benzerlerini andırmaktadır! "Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değildir" (Âli İmran, 3/161) ile: "Mü'minlerin topluca (savaşa) çık*maları gerekmez." (et-Tevbe, 9/122)
Buradaki ın "lâra" anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre ifa*de; "Bu Kur'ân'ın uydurulmasına gerek yoktur," takdi*rindedir. Bunun anlamında; yani "bu Kur'ân uydurul(a)maz" anlamında olduğu da söylenmiştir.
Bir başka görüşe göre anlam şöyledir. Her hangi bir kimsenin, Allah nezdinden olmayarak böyle bir Kur'ân getirip sonra da bunu yüce Allah'a nisbet etmesi yapılabilecek bir şey değildir. Çünkü Kur'ân'ın nitelikleri, manası ve söz dizisi dolayısıyla i'câz niteliği vardır.
"Fakat o kendisinden öncekileri doğrulamakta" buyruğu hakkında el-Kisaî, el-Ferrâ ve Muhammed b, Sa'dân derler ki: İfadenin takdiri; "Ama o... doğrulamaktadır" şeklindedir.
Onlara göre; "Ama o, doğrulama... dır" anlamında ref ma*hallinde olması da caizdir. "Kendisinden öncekinden kasıt ise Tevrat, İncil ve diğer semavi kitaplardır. Çünkü bütün bu kitaplar onun geleceğini müjdelemiştir. O da bu müjdeleme hususunda, tevhide, ve kıyamete imana davet hususlarında onları tasdik ederek gelmiştir.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Ancak, bu Kur'ân, Kur'ân'm önün*deki peygamberi yani, Muhammed (sav)'i doğrulamaktadır. Çünkü onlar, Hz. Peygamberden Kur'ân'ı dinlemeden önce onu görmüş, tanımışlardı.
"Açıklamaktadır" ifadesi "doğrulamak" ile sözü geçen iki açıklamaya göre nasb ile ve ref ile okunur.
Tafsil (açıklama) tebiiğ yani, beyân etmek demektir. Bu da; Allah'ın ön*ceden gönderdiği kitaplarında bulunanları açıklıyor, beyan ediyor anlamına gelir. "Kitap" ise, bir cins ismidir. Şöyle de açıklanmıştır. Kitabın açıklanmasından kasıt, Kur'ân-ı Kerîm'de beyan edilen ahkâmdır.
"Onda şüphe yoktur" buyruğundaki o zamiri, Kur'ân'a aittir. Yani, bu Kur'ân'ın yüce Allah tarafından indirildiği hususunda hiç bir şüphe yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

38. Yoksa onlar; "Onu kendiliğinden uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Öyleyse siz de onun benzeri bir sûre getirin. Hana Allah'tan baş*ka kimi çağırabilecekseniz çağırın. Eğer doğru söyleyenler ise*niz."
"Yoksa onlar onu kendiliğinden uydurdu mu diyorlar" buyruğundaki; “Yoksa?" istifham (soru) hemzesi mahallindedir. Çünkü bu, kendisinden önceki buyruklar ile muttasıl (bağlantılı) dır. Bunun; "O Hayır" ile soru hem*zesi takdirinde olan munkatf olduğu da söylenmiştir. Bu da yüce Allah'ın: "Elif, Lâm, Mîm. Kitabın indirilmesi -ki onda şüphe yoktur- âlemlerin Rabbindendir. Yoksa onlar: Onu kendiliğinden uydurdu mu derler" (es-Secde, 32/13) buyruğundaki; "Yoksa" İle başlayan ifade, hayır onlar onu ken*diliğinden uydurdu mu derler- anlamındadır,
Ebu Ubeyde ise, burada; "Yoksa" adetanın "vav" anlamına geldiği*ni söylemiştir. Buna göre, "ve onlar onu kendiliğinden uydurdu diyorlar" an*lamına gelir. Burada "mim" harfinin sıla (zaid bir ulama harfi) olduğu ve takdirinin: "Onu kendiliğinden uydurdu mu diyorlar?" şeklinde ol*duğu da söylenmiştir. Yani, Muhammed Kur'ân'ı kendiliğinden mi uydurdu demek İstiyorlar. Bu takdire göre de buradaki soru, onları azarlamak anlamına gelmektedir.
"De ki: Öyle ise siz de onun benzeri bir sûre getirin." Bu ifadenin an*lamı onlara karşı delil getirmektir. Bundan önceki âyet-i kerime, Kur'ân-ı Ke-rîm'in Allah nezdinden geldiğine delil teşkil etmektedir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm kendisinden önceki kitapları doğrulamakta ve Muhammed (sav) her*hangi bir kimseden Öğrenim görmemiş olmakla birlikte; önceki kitapîara uy*gun düşmektedir. Bu âyet-i kerime de, eğer Kur'ân uydurulmuş bir kitap ise ona benzer bir sûre getirmelerini istemektedir.
Bu Kitabın mukaddimesinde (Kur'ân'ın i'caz'ı ile ilgili bölümde) Kur'ân'in i'cazına ve onun bir mucize oluşuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Cenab-ı Allah'a hamd olsun. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

39. Hayır, onlar İlmini kavrayamadıkları ve te'vili kendilerine he*nüz gelmedik bir şeyi yalanladılar. Onlardan önce gelenler de böyle yalanladılar. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bakt
"Hayır, onlar İlmini kavrayamadıkları... bir şeyi yalanladılar." Yani, on*lar Kur'ân'ın anlamlarını ve yorumunu açıklamalarını bilmedikleri ha ide Kur'ân'ı yalanladılar. Halbuki, onlar bunları soru sorarak öğrenmekle yükümlü idiler. İşte bu, Kur'an'ın te'vili üzerinde tetkiklerde bulunmanın gerekti*ğine delildir.
Yüce Allah'ın: "Ve te'vili kendilerine henüz gelmedik bir şeyi yalanla*dılar" buyruğuna gelince; yani onlara, azabın indirilmesi şeklindeki yalan*lamalarının akıbetinin hakikati henüz gelmemiştir. Yahut, onlar, Kur'ân-ı Kerîmde sözü edilen öldükten sonra diriliş, cennet ve cehennem gibi hususla*rı yalanladılar. Bunun ise te'vili yani, Kitab-ı Kerîmde kendilerine vadolunan şeylerin hakikati henüz gelmemiş bulunuyor. Bu açıklamayı ed Dahhâk yapmıştır.
el-Hüseyn b. el-Fadl'a: Kur'ân-ı Kerîm'de: Kişi bilmediğinin düşmanıdır sö*zünün anlamını veren bir buyruk biliyor musun denilince O, evet. Bunu İki yerde tesbit edebiliyoruz diye cevap vermiş:
"Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları... bir şeyi yalanladılar" buyru*ğu ile: "Onunla hidayet bulmadıkları için de: Bu eski bir uydurmadır, di*yeceklerdir" (el-Ahkâf, 46/11) buyruklarında. "Onlardan önce gelenler de böyle yalanladılar." Bununla gelip geçmiş ümmetleri kastetmektedir. Yani, o geçmiş ümmetlerin izledikleri yol da bu idi. Buna göre-, "Böyle" de*ki "kel"" benzetme edatı nasb mahallindedir.
"Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak" onların helak ile, azab ile yakalanışlanmn nasıl olduğuna bir bak, demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

40. Aralarından ona inanan kimseler de vardır, ona iman etmeyen*ler de vardır. Rabbln fesatçıları en iyi bilendir.
"Aralarından ona inanan kimseler de vardır" buyruğu ite denildiğine gö*re maksat Mekkelilerdir. Yani, onlar arasında yalanlamaları uzun bir süre de*vam edecek olsa dahi, gelecekte bu Kur'ân-ı Kerîm'e iman edecekler çıka*caktır. Çünkü yüce Allah ezelî ilminde onların mutlu kimselerden olacağını bilmektedir.
"Kimse" kelimesi, mübtedâ olarak merfu'dur. Haberi ise mecrur za*mirde ("ona" kelimesinde)dir. Aynı şekilde "Ona iman etmeyenler de var*dır" buyruğunda da böyledir. Yani, onlardan kimisi de ölünceye kadar küfıü üzere ısrar edecektir, devam edecektir. Ebu Talib, Ebu Lelıeb ve benzer*leri gibi.
Bundan maksadın kitab ehli olduğu söylendiği gibi, bütün kâfirler hak*kında umumî olduğu da söylenmiştir ki, doğru olan da budur.
"Ona" daki zamirin Muhammed (sav)'e olduğu da söylenmiştir. Şanı yü*ce Allah böylelikle aralarından iman edecek kimseler bulunduğundan dola*yı cezalandırılmalarını ertelemiş olduğunu bildirmektedir.
"Rabbİn fesatçıları" yani küfrü üzere kimlerin ısrar edeceğini "en iyi bi*lendir." Bu buyruk onlara bir tehdittir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

41.Onlar seni yalanlarlarsa de ki: "Benim yaptığım bana aittir, si*zin yaptığınız ise size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksı*nız, sizin yaptıklarınızdan da ben uzağım."
Yüce Allah'ın: "Onlar seni yalanlarsa de ki: Benim yaptığım bana ait*tir" anlamındaki buyruk mübtedâ olarak merfu'dur. Yani, tebliğ, inzâr ve yü*ce Allah'a itaat şeklindeki amellerimin sevabı bana aittir. 'Sizin yaptığınız size aittir." İşlediğiniz şirkin cezasını siz çekeceksiniz. "Benim yaptıklarım*dan siz uzaksınız, sizin yaptıklarınızdan da ben uzağım." Bu buyruk da ona benzemektedir. Yanı, kimse diğerinin günahından dolayı sorumlu tutulma*yacaktır.
Bu âyet-i kerime Mücahid, el-Kelbî, Mukalil ve İbn Zeyd'in görüşlerine gö*re (cihadı emreden) kılıç âyeti ile nesh olmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

42. Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara -üste*lik akıl da erdiremiyorlarsa- sen mi duyuracaksın?
43. Aralarından sana bakanlar da vardır. Fakat basiretleri olmasa dahi körlere doğru yolu sen gösterebilir misin?
Yüce Allah: "Onlardan sana kulak verenler de vardır" yani, zahiren sa*na kulak veriyor görünenler vardır. Halbuki onların kalpleri yüce Peygam*berin söylediği haktan ve okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'den hiçbir şey anlamamak*tadır. Bundan dolayı; "Fakat sağırlara -üstelik akıl da erdiremiyorlarsa- sen
mi duyuracaksın" diye buyurmaktadır. Yani böylelerine sen duyaramazsın.
Bu buyruk, zahiri itibariyle soru ise de nefiy anlamı vardır. Böylelikle kalp*leri mühürlendiği ve kalplerine mühür basıldığı için onları sağırlar gibi de*ğerlendirmiştir. Yani sen, yüce Allah'ın, hidayeti dinlemekten yana sağır bı*raktığı kimseleri doğru yola iletemezsin. Aynı şekilde: "Aralarından sana ba*kanlar da vardır. Fakat basiretleri olmasa dahi körlere doğru yolu sen gös*terebilir misin?" buyruğunun anlamı da bunun gibidir.
Şani yüce Allah, kendi tevfiki ve hidayeti olmaksızın hiç bir kimsenin ima*na muvaffak olamayacağını haber vermektedir. İşte bu buyruk ve bunun ben-zeri olan diğer buyruklar, -bundan önce birden çok yerde geçtiği gibi- Ka-deriye'nin görüşlerini reddetmektedir.
"Kulak verenler” anlamındaki buyruğu; “Kimse, kimseler" edatının anlamı gözönünde bulundurularak çoğul gelmiştir. Buna karşılık "bakan" an*lamındaki; fiilinin tekil gelmesi ise, bu edatın lafzına uygun olarak te*kil gelmiştir.
Âyet- kerimeden maksat Peygamber Csav)'in teselli edilmesidir. Yani, sen nasıl ki sağır bir kimseye işittiremiyor ve nasıl kî kör olan bir kimseye yo*lunu görmesini sağlayacak gözler yaratamıyor isen, aynı şekilde Allah'ın hak*larında iman etmeyeceklerine dair hüküm vermiş olduğu bu gibi kimseleri de imana muvaffak kılamazsın.
"Sana bakanlar* ise, sana uzun uzun bakıp duranlar demektir. Yüce Al*lah'ın şu buyruğuna benzemektedir: "Ölümden üstüne baygınlık çökmüş kim*se gibi gözleri dönmü§ halde sana bakıp durduklarını görürsün." (el Ahzâb, 33/19)
Bu âyet-i kerimenin alay eden kimseler hakkında indiği de söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

44. Şüphesiz Allah İnsanlara en ufak şey kadar dahi zulmetmez. Fa*kat tasanlar kendi kendilerine zulmederler.
Yüce Allah, bedbaht olanları sözkonusu ettikten sonra onlara zulmetme*yeceğini belirtmektedir. Onlar hakkında bedbahtlığın takdir edilmiş olması kalplerinin hakkı işitip basiretlerinin körelmesinin, O'nun kendilerine bir zulmü olmadığını açıklamaktadır. Çünkü bu, O'nun kendi mülkünde dilediği gi*bi tasarrufudur. O, bütün fiillerinde âdildir.
'Fakat insanlar" küfür, masiyet ve kendilerini yaratanın emirlerine mu*halefet etmek suretiyle "kendi kendilerine zulmederler." Hamza ve el-Kisaî, " Fakat" kelimesini "nun" harfi şeddesiz ve sa*kin olarak okumuş, "İnsanlar" kelimesini İse merfu' olarak okumuş*tur.
en-Nehhâs der ki: Ferrâ'nın da aralarında bulunduğu nalıivcilerden bir top*luluk, Arapların, eğer "vav" ile birlikte kullanacak olurlarsa, "nûn"u şeddeli okumayı tercih ettiklerini, "vav"sız kullanacak olurlarsa şeddesiz okurları tercih ettiklerini söylemektedirler. Buna şu sözleriyle de gerekçe gös*terirler: Çünkü bu edat "vav" sız olarak gelecek olursa; Hayır, bilakis'e benzer. O bakımdan bu edattan sonra gelenler de; den sonra gelenle*re benzesin diye "nûn"u şeddesiz okumuşlardır. "Vav" ile kullanacak olurlar*sa bu sefer den farklı olduğundan, "nün" harfini şeddeli okurlar ve bu*nu ismi nasbeden bir edat kabul ederler. Zira aslında bu, başına "lam" ve "kef" harfi ilave edilmiş ve tek bir harf haline getirilmiş den ibarettir. el-Ferrâ ayrıca şu mısraı da nakletmektedir:
"Fakat ben onun sevgisinden dolayı yıkıldım, tükendim."
Görüldüğü gibi şair burada (haberin başına) "lâm" getirmiş bulunmakta*dır, çünkü buradaki "lâkin" astındadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.