4. Tehlikeden Korkan Kimse Cemaate Gitmemekte Mazur Görülebilir mi?:


Eğer bizler, îsrailoğullarının kendilerine gelebilecek tehlikelerden korkma*ları üzerine evlerinde namaz kılmalannın mubah kılındığı görüşünü kabul ede*cek olursak, bu şuna delil gösterilebilir: Korku ve buna benzer mazeretleri bu*lunan bir kimsenin cemaate katılmayı, Cuma namazlarına gitmeyi terk etme*si caizdir, Bu şekilde katılmayışı kendisine mubah kılan mazereti ise, cema*ate katılmasını engelleyen hastalık, yahut ileri derecedeki korku, ya da aley*hinde mahkeme hükmü gereğince alınması gereken bir hak bulunmaksızın, zalim yöneticinin ondan mal veya bedeni ile kendisine zulmedeceğinden kor*kan kimsenin hali de bu tür mazeretler arasındadır. Çamurla birlikte aşın yağ*mur kesilmeyecek olursa, o da bir özürdür. Ölümü yaklaştığı görülen yakın bir arkadaşının eğer bakacak kimsesi bulunmuyorsa, bu da cemaate katılma*mak için bir özürdür. Nitekim îbn Ömer böyle yapmıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

5. Mü'minleri Müjdele:


Yüce Allah'ın: "Mü'minleri de müjdele" buyruğunda, hitabın Muhammed (sav)'e yönelik olduğu söylendiği gibi, Musa (a.s.)'a yönelik olduğu da söy*lenmiştir, daha kuvvetli olan görüş budur. Yani, ey Musa! İsrailoğullanna, Al*lah'ın kendilerini, düşmanlarına karşı muzaffer kılacağına dair müjde ver!

88. Musa: Hatibimiz dedi, gerçekten sen, Firavun ve ileri gelenle*rine dünya hayatında bir zînet ve mallar verdin. Katibimiz, se*nin yolundan saptırsınlar diye (mi)? Rabbimiz, mallarını yok et, kalplerini mühürle! Çünkü, onlar can yakıcı azabı görmedikçe iman etmeyeceklerdir."
Yüce Allah'ın: "Musa, Rabbimiz dedi, gerçekten sen, Firavun ve İleri ge*lenlerine dünya hayatında bir zînet ve mallar verdin." Yani, dünya malı*nı çokça verdin, Mısır'daki Fustat'tan itibaren Habeşistan'a kadar uzanan bölgede altın, gümüş, zeberced, zümrüt ve yakut madenlerinin bulunduğu pekçok dağlar, onların egemenlik alanları içerisindeydi.
Yüce Allah'ın: "Kabbknİz, senin yolundan saptırsınlar diye (mi)?" buyruğundaki "Sapsınlar diye" kelimesindeki "lâm" harfi ile ilgili ola*rak farklı görüşler vardır: Bu husustaki en sahih görüş -ki, el-Halil ve Sibe-veyh'in görüşüdür- sonuç ve nihayette varılacak nokta (akibet ve sayrüret) "lam"ı olduğu görüşüdür. Rivayette şöyle denilmektedir: Yüce Allah'ın her gün şöyle seslenen bir meleği vardır: "Sonunda öl*mek için doğunuz, sonunda yıktlsın diye bina ediniz." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yani, onların sonunda varacaktan nokta, sapıklık olduğundan ötürü, o mal kendilerine adeta sapıp (başkalarını da saptırsınlar) diye verilmiş gibi olur.
Bunun, "lam-ı ***" olduğu da söylenmiştir. Yani sen, bu malı onlara sap*sınlar, azgınlık etsinler ve büyüklensinler diye verdin. Bir diğer görüşe gö*re bu, "ecl" (sebeplilik) "larrTıdır. Yani sen, onlara bu malları senden yüz çe*virdikleri için verdin. O bakımdan, senin onlardan yüz çevirmenden kork*mamaktadırlar.
Bir kesim de anlamın şöyle olduğunu iddia etmiştir: "Sen, bu malı onlara sapmasınlar diye verdin." Burada yüce Allah'ın şu buyru*ğunda olduğu gibi; olumsuzluk edatı hazfedilmiştir:
"Yanılırsınız diye Allah size açıklıyor" (en-Nisa, 4/176) anlamı ise... yanılmayasınız diye... şeklindedir.
en-Nehhâs der ki: Zahiren bu cevap güzeldir. Fakat Araplar bu olumsuz*luk edatını ancak fiile mastar manasını veren ile birlikte kullanılması ha*linde hazfederler. Bu şekilde cevap veren kimse, yüce Allah'ın bu buyruğu*nu örnek göstermekle yanlışlık etmiştir.
Buradaki "lam" harfinin dua için olduğu da söylenmiştir. Yani, sen onla*rı yolundan sapmaları ile imtihan et, belaya uğrat. Çünkü, bundan sonra: "Hatibimiz, mallarını yok et, kalplerini mühürle" diye buyurulmaktadır.
Bir diğer görüşe göre fiil mastar manasınadır. Yani, onlar saptırmalarını yapssnlar diye... anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Onlardan yüz çevirmeniz için..." (et-Tevbe, 9/95) buyruğunda olduğu gibi.
Kuleliler İse, "ye" harfini ötreli olarak; "Saptırsınlar diye" şek*linde, "Saptırmak" mastarından gelen bir fiil olarak; diğerleri ise, "sapsınlar" anlamına gelecek şekilde üstün ile okumuşlardır.
"Rabbitniz, mallarını yok et" yani, mallarını yok etmek suretiyle küfür*lerinin cezasını onlara ver. ez-Zeccâc der ki: "Bir şeyi yok etmek, onu gerçek şeklinden farklı hale getirmek, gidermek" demektir. İbn Abbasve Muhammed b. Ka'b derler ki: Mallan (altınları) ve dirhemleri (gümüşle*ri) sağlam para imiş gibi gerçek şekillerinde bütün, üçte bir ve yanm birim*ler halinde ve para şeklinde darbedilmiş olarak taşlara dönüştürüldü, Bu şe*kilde Allah'ın yok etmediği, başka sekile dönüştürmediği hiç bir madenleri kalmadı. Ondan sonra da hiç kimse bu madenlerden yararlanamadı.
Katade der ki: Bize ulaştığına göre mallan da, ekinleri de taş kesildi.
Mücahid ve Atiyye der ki: Allah onların mallarını yok etti ve görülmez ol*dular. Mesela, "Yere çekilmiş pınar" denildiği gibi bir yerin izi kalmayıp tamamıyla yok olduğunu ifade etmek için de; denilir, İbn Zeyd de der ki: Dinarları, dirhemleri, ev eşyaları ve sahip oldukları her şey taş kesildi.
Muhammed b. Ka'b der ki: Bir kimse hanımı ile yatağında iken taş olu*verirdi. Yine der ki: Ömer b. Abdulaziz bana bu hususu sordu da ben bunu ona naklettim. Bunun üzerine Mısır'da böyle bir musibete uğramış bir ma*lın getirilmesini emretti. O çuvalın içerisinden meyve, dirhem ve dinarları taş*laşmış olarak çıkardı.
es-Süddî der ki: Bu, Hz. Musa'ya verilmiş dokuz mucizeden birisi idi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. "Kalplerini mühürle!" İbn Abbas der kî: Yani, onların iman etmelerini en*gelle! Bir diğer açıklamaya göre, kalplerini katılaştır ve mühürle ki, iman ede*cek şekilde onlara genişlik gelmesin. Her ikisinin de anlamı birdir.
"Çünkü onlar... iman etmeyeceklerdir." Bu buyruğun, "saptırsınlar
diye" buyruğuna atfedildiği söylenmiştir. Yani sen, onlara bu nimetleri sap*tırsınlar ve iman etmesinler diye mi verdin? Bu açıklamayı ez-Zeccâc ve el-Müberred yapmıştır. Bu görüşe göre burada (bed')dua anlamı yoktur. Buna karşılık "Rabbimiz... yok et... mühürle" duaları mutariza (ara) cümlesidir.
el-Ferrâ, el-Kisaî ve Ebu Ubeyde ise der ki: Bu da bir (bed)dua cümlesi*dir ve onlara göre bu cümle de mahallen meczumdur. Yani, "Allah'ım, iman etmesinler!" demek olur. el-A'şâ'nın şu beyiti de bu kabildendir:
"Birbirine yaklaşan o iki gözünün arası bir türlü açılmasın
(sıkıntıdan kurtulamayasın) Ve benimle ancak burnun yere sürtülmüş olarak karşılaşasın."
Buna karşılık "sapsınlar" anlamındaki ifadenin (bed)dua olduğunu -ya*ni, sen onları sapıklıkla imtihan et anlamında olduğunu- söyleyenler şöyle derler: Buna göre "iman etmeyeceklerdir (etmesinler)" anlamındaki cümle de buna atfedil mistir.
Bir diğer görüşe göre bu cümle emrin cevabı olduğundan dolayı nasb ma-hallindedir. Yani sen onların kalplerini mühürle! Çünkü onlar iman etmeye*ceklerdir. Bu da el-Ahteş ve yine el-Ferrâ'nın görüşüdür. el-Ferrâ şu beyiti de nakleder:
"Ey Devem, geniş adımlarla ve hızlıca yürü Süleyman (b. Abdülmelik)'a doğru ki, (vereceği bağışlarla)rahat edip dinlenelim."
Buna göre "nun" harfinin hazfedilmesi nasb mahallinde oluşundan dola*yıdır.
"Can yakıcı azabı görmedikçe" ile ilgili olarak, îbn Abbas bu azabın su*da boğulmak olduğunu söylemektedir.
Kimileri bu âyet-i kerimenin müşkil olduğunu kabul ederek şöyle der: Uz. Musa nasıl olur da onlara beddua eder? Halbuki peygamberler kavimlerinin iman etmelerini sağlamakla görevliydiler.
Buna şöyle cevap verilmiştir: Yüce Allah'ın İzniyle olmadıkça ve artık ara*larında iman edecek kimsenin olmadığı, sulblerinden de iman edecek kim*senin gelmeyeceği bildirilmedikçe beddua etmesi caiz değildir. Buna delil de yüce Allah'ın: Nûh (a.s)'a söylediği şu buyruklardır: "Nuh'a şöyle vahyolun-du: Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asta iman etme*yecektir." (Hûd, 11/36) Bunun üzerine Hz. Nûh, kavmi hakkında şöyle bed*dua etmişti: "Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan bir kimse bt-rakma." (Nûh, 71/26) Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

89- Buyurdu ki: "ikinizin de duası kabul olundu. O halde dosdoğ*ru yürümeye devam edin, sakın bilmezlerin yoluna uymayın!"
Yüce Allah'ın: "Buyurdu ki: İkinizin de duası kabul olundu" buyruğu ile ilgili olarak Ebu'l-Âliye şöyle demektedir: Musa dua etti, Harun da âmin de*di. Böylelikle Hz. Musa'nın yaptığı duaya amin diyen Hz. Harun'dan da, "dua eden kişi" olarak sözedilmiştir. Yapılan duaya amin demek de bir duadır. Rab-bim, benim duamı kabul buyur, demektir.
Hz. Harun'un da Hz. Musa ile birlikte dua ettiği de söylenmiştir. Meânî (el-Kur'ânVye dair eser yazanlar derler ki: Arapların, tek kişiye iki kişi imiş gi*bi hitap ettikleri de olur. Şair der ki:
"Arkadaşlarıma dedim ki: Onu kökten koparmakta bizi Aceleye getirmeyiniz (bunun yerine) yavşan otu topla."
Bu açıklama ise, "âmin" demenin bir dua olmadığı ve Harun'un da dua etmediği görüşüne göredir.
en-Nehhâs der ki: Ben, Ali b. Süleyman'ı şöyle derken dinledim: Her iki*sinin de dua ettiklerinin delili, Hz. Musa'nın "Rabbüniz" demesi ve sadece "Kabbim" dememesidir.
Ali ve es-Sülemî, "Dualarınız" diye duanın çoğulu ite okumuş*lardır. İbnü'l-Semeyka' ise, yüce Allah'ın zatından haber vermesi şeklinde; "(Uiîyo ): İkinizin de duasını kabul ettim" okumuş ve dolayısıyla "dua" ke*limesini de mansub okumuştur.
Fatiha Sûresi'nin sonlarında "âmin" demekle ilgili yeterli açıklamalar da*ha önceden geçmiş bulunmaktadır. Amin, Peygamberimiz Muhammed (sav) ile, Hz. Harun ve Hz. Musa'ya özel olarak verilmiş özelliklerdendir. Rivaye*te göre Enes b. Malik şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Allah benim ümmetime kendilerinden önce daha başka hiç bir kimseye vermedi*ği üç şey vermiştir. Bunlar; cennetliklerin tahiyyesi (selamlaşma lafzı) olan es-Selam (u aleykûm), melekler gibi saf saf dizilmek ve âmin demektir. Bundantek istisna Musa ile Harun'un yaptıkları duaya amin demiş olmala*rıdır." Bunu, Tirmizî el-Hakîm "Nevâdiru'l-Usul" adlı eserinde zikretmekte*dir. Fatiha Sûresi'nde de (âmin bahsinde) geçmiş bulunmaktadır.
"O halde dosdoğru yürümeye devam edin." el-Ferrâ ve başkları derler ki: Bu, onların şimdiye kadar olduğu gibi, işleri üzere dosdoğru yürümele*rine, Firavun ve kavmini imana davet, etmek şeklindeki çağrılan üzerinde se*bat etmelerine ve bunu dualarının kabul edileceği vakit gerçekleşinceye ka*dar sürdürmelerine dair bir emirdir. Muhammed b. Ali ve İbn Cüreyc de derler ki: Bu duanın kabulünden sonra Firavun ve kavmi kırk yıl kaldılar, son*ra helak edildiler.
Buradaki "dosdoğru yürümeye devam edin" emrinin, bu dua üzere de*vam edin, anlamına geldiği de söylenmiştir. Dua üzere dosdoğru devam et*mek ise, maksadın gerçekleşmesi hususunda aceleciliği terk etmektir. Acele*ciliğin kalpten gitmesi, ancak ve ancak kalpte huzur ve sükûnun dosdoğru bir şekilde yerleşmesiyle mümkün olur. Böyle bir huzur ve sükûn (sekinet) an*cak gaypten hasıl olan her şeye güzel bir şekilde razı olmakla gerçekleşir.
"Sakın bilmezlerin yoluna uymayın" buyruğundaki "sakın uymayın" an*lamına gelen; kelimesinin sonundaki "nun", nehiy olarak cezm ma*hallinde "nun" harfi şeddeli okunur. İkinci "nun" ise, te'kid içindir. İki sakin bir araya geldiğinden dolayı "nun" hareke almıştır, bu harekenin esre olma*sı ise, bu "nun"un tesniye "nun"unu andırmasından dolayıdır.
îbn Zekvân nefîy olarak "nun"u şeddesiz okumuştur. Bunun "dosdoğru yürüyün" emrinden hal olduğu da söylenmiştir. Yani, bilmeyenlerin yoluna uymaksızın dosdoğru yürüyün, demek olur. Buyruk: Sizler, benim vadimin ve tehdidimin gerçek mahiyetini bilmeyen kimselerin yolunu izlemeyin, demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

90. İsraîloğullarını denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerle*riyle beraber haddi aşarak ve zulmederek arkalarına düştü. Ni*hayet boğulacağı anda şöyle dedi: "İsrailoğullannın İman ettik*leri İlândan başka bir ilâh olmadığına İnandım. Ben de müslümanlardanım."
Yüce Allah'ın: "İsrailoğullarını denizden geçirdik" buyruğu ile ilgili açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde "Bir vakit sizin için denizi ya*rıp sizi kurtarmış..." (el-Bakara, 2/50) buyruğunu açıklarken geçmiş bulun*maktadır.
el-Hasen: "Geçirdik" kelimesini şeklinde (cim'den son*ra "elipsiz ve "vav" harfini şeddeli olarak) okumuştur ki, bunlar iki ayrı söy*leyiştir.
"Hemen Firavun askerleriyle beraber... arkalarına düştü." Bir kimse di*ğerine yetişip ona kavuştuğu zaman aynı anlamda olmak üzere; de*nilir. "Te" harfi şeddeli olmak üzere; ise, arkasından yol aldı, onu iz*ledi demektir. El Esmaî der ki: "Ona yetişti" tabiri ona kavuşup var*ması halinde kullanılır. "Te" harfi şeddeli olarak okunursa, arkasından onu izledi, demek olup yetişmesi veya yetişmemesi gözönünde bulundurulmaz. Ebu Zeyd de böyle demiştir.
Katade ise, bu kelimeyi şeklinde "te" harfini şeddeli olarak "on*ları izledi" anlamında okumuştur. şeklinde vasıl elifi ile; "belli bir iş*te ona uydu, anlamında olduğu söylenmiştir. şeklinder " hayır olsun şer olsun kat' "elifi ile; "arkasından (başkasını) gönderdi" anlamına gelir. Ebu Amr'ın görüşü budur. Bu iki kullanımın aynı manaya geldiği de söylenmiştir,
Hz. Musa, İsrail oğulları ile birlikte -ki, sayıları altıyüz yirmibin idi- Mısır'ın dışına çıktılar. Firavun ise, sabah erkenden iki milyon altıyüz bin kişi ile bir*likte Hz. Musa'nın arkasına düştü. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/50. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmakta dır.
"Haddi aşarak" kelimesi, hal olarak nasb edilmiştir. "Ve zulmede*rek" de ona atfedilmiştir. Yani, haddi aşan, zulmeden, haksızlık eder bir hal*de arkalarına düştü, demek olur. fiili tıpkı Gaza*ya gitti, gider fiili gibi, (sonu vav'lı)dır.
el-Hasen ise, "ayn" ve "dal" harfini ötreli, "vav" harfini de şeddeli olarak; diye ve: Yükseldi, yükselir, fiilînin kullanılışı gibi oku*muştur.
Müfessirler derler ki: "Haddi aşarak" kelimesi, sözlerde haksız yere üstünlüğü sağlamak isteyerek; "Zulmederek" ise, davranışı ile bunu yapmak isteyerek... anlamındadır. Bu açıklamaya göre bu kelimeler mef ulun leh olarak nasb edilmişlerdir.
"Nihayet boğulacağı anda" yani, boğulma noktasına vardığında "şöyle de*di; İsrailoğullarının iman ettikleri İlândan başka bir ilâhın olmadığına inandım" bunu tasdik ettim.
Aslında demektir. Cer harfi hazfedildiğinden dolayı "inandım" fiili teaddi ederek "elif -nûn"un hemzesi nasbedilmiştir. Esreli olarak da okunmuştur. Yani, "ben iman ettim" İfadesinden sonra yeni bir cümle baş*lamış olur. (Anlamı da şöyle olur: Şuna inandım ki, israiloğullarının iman et*tikleri İlahtan başka bir ilah yoktur)
Ebu Hatim ise, buradaki "demek"den türeyen fiilin hazfedildiğini iddia ed*er. Yani; "İnandım ve dedim ki: Şüphesiz..." takdirindedir.
Böyle bir durumda imanın faydası olmaz. İlahi azabın görülmesinden ön*ce yapılan tevbe makbuldür. Ancak bundan sonra ve bu hal ile iç içe olduk*tan sonra yapılacak tevbe kabul edilmez. Nitekim Nisa Sûresi'nde (4/17 18. âyetler, 3. başlıkta) açıklaması önceden geçmişti.
Denildiğine göre, Firavun siyah bir at üzerinde idi. Denize girmekten kork*tu. Firavun'un ordusunda kısrak bulunmuyordu. O bakımdan, Hz. Cebrail, Haman suretinde bir kısrak üzerinde geldi ve ona: İleri atıl dedi. Arkasından denize daldı. Firavun'un atı da bu kısrağın arkasından gitti. Mikâİl ise arka*larından onları ileri doğru süriiklüyordu. Kimse onlardan geri kalmadı. Son fertleri de denize dalıp ilk baştakiler karaya çıkmak noktasına geldiklerinde, deniz üzerlerine kapandı. Boğucu sular Firavun'un ağzına kadar geldiğinde, "İsrailoğullannın da kendisine iman ettiğine ben de iman ettim" demektey*ken, Hz. Cebrail onun ağzma denizin çamurlarını doldurdu.
Tirmizî'nin İbn Abbas'tan rivayetine göre Peygamber (sav.) şöyle buyur*muştur: "Allah Firavunu suda boğduğu sırada o: İsrailoğullarının kendisine iman ettiğinden başka bir ilah olmadığtna iman ettim, dedi. Cebrail dedi ki; Ey Muhammed! Ben, rahmetin ona yetişeceği korkusuyla denizin çamurun*dan alıp da onun ağzına nasıl koyduğumu bir görseydin." Ebu İsa et-Tirmizî dedi ki: Bu, hasen bir hadistir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Dilcilerin açıklamasına göre: "Denizin çamuru, denizin dibin*de bulunan siyah çamur" demektir.
Yine İbn Abbas'ın, Peygamber (sav)'den rivayetine göre, Hz. Peygamber şunu zikretmiştir: "Firavun'un lâ ilahe illallah demesi ve Allah'ın ona rahmet etmesi korkusu ile Cebrail Firavun'un ağzına çamur doldurmaya başladı..." (Tirmizî) dedi ki: Bu, basen, garip, sahih bir hadistir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Avn b. Abdullah dedi ki: Bana ulaştığına göre Cebrail, Peygamber (sav)'e şöyle dedi: İblis, benim Firavundan daha çok nefret ettiğim bir kimseyi do*ğurmuş değildir. Çünkü, o boğulmaya yaklaştığında, "inandım" dedi. Ben de, onun bunu söyleyerek merhamete nail olacağından korktum, o bakımdan bir miktar toprak veya çamur alıp ağzına doldurdum.
Şöyle de açıklanmıştır: Ona bu şekilde davranılmasının sebebi, yaptıkla*rının büyüklüğüne ceza olsun diyedir.
Ka'b el-Ahbâr da der ki: Allah Firavun döneminde Mısır'daki Nil nehrinin akmasını durdurdu. Kiptiler ona: Sen bizim rabbimiz isen haydi bizim içinsuyu akıt, dediler. Bunun üzerine Firavun atına bindi. Bütün kumandanlarına da ayrı ayn binmelerini emretti. Kumandanları da derecelerine göre yer*lerini alıp durdular. Kendisi görünmeyecek bir yere kadar gittikten sonra bi*neğinden indi. Başka elbiseler giyindi, secdeye varıp yüce Allah'a yalvarıp yakardı. Allah da Nil nehrini akıttı. Bu sefer Firavun, henüz yalnızken Hz. Ceb*rail, görüş soran bir kişi kılığında yanına vardı ve şöyle dedi: Bir kimsenin nimetinde yetişip büyüyen ve kendisinden başka hiçbir kimsesi bulunmayan bir kölesi varsa ve bu köle efendisinin nimetlerine karşı nankörlük edip hak*kını tanıma, ondan ayrı ve ona karşı efendilik iddiasında bulunursa, böyle birisinin hükmü nedir, emir bu konuda ne der? Bu sefer, Firavun ona şunu yazdı; Ebu'l-Abbas el-Velid b. Mus'ab b. er-Reyyân der ki: Böyle birisinin ce*zası, denizde suda boğulmasıdır. Hz. Cebrail, onun bu yazısını aldı, gitti, Fi*ravun boğulacak noktaya gelince, Cebrail (a.s) ona el yazısıyla yazdığı bu hük*mü uzattı. Bu açıklamalar daha önce el-Bakara Sürçsi'nde (2/50. âyetin tefsirinde) Abdullah b. Amr b. el-Âs ile îbn Abbas'tan senedi ile nakledilmiş idi. Bu olay, yine ei-Bakara Sûresi'nde açıklandığı üzere, Aşure gününde cere*yan etmişti. Burada tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
"Becude müslümanlardanım" yani, emre uymak ve itaat etmek suretiy*le teslimiyet arzeden ve Allah'ı tevhid edenlerdenim. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

91- Şimdi mi? Halbuki bundan önce sen İsyan etmiş ve fesatçılar*dan olmuştun.
Bu buyruğun, yüce Allah'ın sözü olduğu söylendiği gibi, Cebrail'in Firavun'a söylediği sözdür, Mikail'in söylediği sözdür, yahut da onların dışında melekler tarafından söylenen bir sözdür, de denilmiştir. Firavun'un kendi ken*disine söylediği sözü olduğu da söylenmiştir. O bunu, diliyle söylememişti de bu kanaat, kalbinden geçmiş ve bunu kendi kendisine söylemişti. Ancak, o bu sözünü pişmanlığın fayda vermeyeceği bir sırada içinden geçirmişti. Yü*ce Allah'ın: "Biz size ancak Allah'ın rızası için yediriyoruz" (el-İnsan, 76/9) buyruğu buna benzemektedir.
Yüce Allah, onlar sözlü olarak bu sözleri söylediler diye değil, kalplerin*den bunu geçirdiklerinden ötürü onlardan övgüyle söz etmiştir. Esasen ger*çek anlamda söz, kalbin içinden geçirdiği sözdür. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

92. Bugün sadece senin bedenini kurtaracağız. Senden sonrakile*re ibret olasın diye. İnsanların birçoğu, şüphesiz âyetlerimiz*den gafildirler.
"Bugün sadece senin bedenini kurtaracağız." Yani, Biz seni yerin yük*sekçe bir tarafına bırakacağız. Çünkü, İsrailoğullan Firavun'un suda boğul*duğuna inanmayıp, o boğulmayacak kadar büyüktür, diyorlardı. Yüce Allah da onu gözleriyle görecekleri şekilde denizden yüksekçe bîr toprak parça*sı üzerine bıraktı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
el-Yezidî ve İbn es-Semeyka' ise, "Seni... kurtaracağız" anlamın*daki kelimeyi; "Seni bir kenara bırakacağız" anlamında "ha" harfi ile okumuşlardır. Alkame de bu kıraati İbn Mes'ud'dan nakletmektedir. Ya*ni sen, denizin bir kıyısında bırakılacaksın.
İbn Cüreyc der ki: İsrailoğulları onu görecek şekilde Firavun deniz kıyı*sına atıldı. Bir öküzmüş gibi kısa boylu ve kırmızı tenli idi. Alkame ise, Ab*dullah (b. Mes'ud)'dan; "Seni nidan (dua etmen) sebebiyle (kurta*racağız)" anlamında okuduğunu nakletmektedir.
Ebu Bekr el-Enbarî der ki: Böyle bir okuyuş MushaPımızın (noktasız) ya*zılışına muhalif değildir. Çünkü bu kelime "dal" harfinden sonra "ye" ve "kaf ile yazılır. Zira "zulumât" ile "semâvât" kelimelerinden elif düştüğü gibi, Mus-hafın hattının sıralanışında bu kelimeden de "elif* düşer. Bu şekilde "elif hazf edildikten sonra "Senin bedenini" kelimesinin yazılışı ile; "Yalvarışın, duan,.." in yazılışı arasında fark kalmaz. Bununla birlikte böyle bir kıraat şazz olduğundan ve genel olarak müslümanlann kabul ettiği kıra*ate muhalif olduğundan dolayı benimsenmemiştir. Çünkü kıraat, sonrakile*rin öncekilerden alıp bellediği bir yoldur. Ayrıca, İbn Mes'ud'dan rivayet edi*len bu kıraatin anlamının yorumlanmasında bizim kıraate göre eksiklik var*dır. Zira bu kıraatte Firavun'un zırhı ile alakalı açıklamalara yer yoktur. Bu zırh ile ilgili rivayetler ise birbirini pekiştirmektedir. Şöyle ki: İsrailoğulları
Firavun'un boğulması hususunda ayrılığa düşmüş, yüce Allah'tan boğul*muş haliyle onu kendilerine göstermesini istemişlerdi. Bunun üzerine Fira*vun bedeni ile yüksekçe bir yere bırakılmıştı. Savaşlarda giyindiği zırhı da üzerinde idi.
İbn Abbas ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî derler ki: Giyindiği zırh, gü*zel bir şekilde dizilmiş inciden idi. Altından olduğu da söylenmiştir ve- Fi*ravun bu zırhı ile tanınırdı. Demirden olduğu da söylenmiştir. Demirden ol*duğunu Ebu Sahr söylemiştir. "Beden," aynı zamanda kısa zırh aniamına da gelir. Nitekim Ebu Ubeyde, el A'şa'ya ait şöyle bir beyit nakletmektedir:
"Ve su birikintisini andıran güzelce işlenmiş bir zırh ki, Bedenin {zırhın) yakasının, üstünde de demirden bir miğferi var."
Amr b. Ma'dîkerib'e ait şu beyi ti de nakletmektedir:
"Ve kadınları oldukça geniş sağlamca dokunmuş, vücudu tamamıyla örten Zırhlarla da bedenlerle (yarım kısa zırhlarla) da gittiler."
Ka'b b. Malik de şöyle demektedir:
"Sen, orada bedenleri (yarım zırhları) kahramanlar üzerinde vücutlarıörtmüş görürsün Ve oldukça sağlam (derilerden yapılan Yemen) zırhlarını da."
Burada geçen "el-Yeleb", Yemen zırhlan demektir. Bu zırhlar, birbiri üs*tüne dikilen derilerden yapılırdı. Cins ismi olup, tekili "Yelebe"dir. Amr. b. Küisûm da şöyle demektedir:
"Miğferler var üzerimizde ve Yemen'in Yeleb'leri de. Bir de dümdüz kılıçlar ile bükülü kılıçlar."
"Senin bedenini" Mücahid tarafından ruhsuz olarak cesedini... diye açık*lanmıştır.
el-Ahfeş der ki: Bundan kastın, seni zırhınla birlikte kurtaracağız demek olduğuna dair görüşün hiç bir kıymeti yoktur.
Ebu Bekr (el-Enbarî) der ki: İsrailoğulları, yüce Allah'tan Firavunu boğul*muş olarak görmek için yalvardıklannda, Allah onu kendilerine göstermiş, onlar da Firavun'u ruhsuz bir cesed halinde görmüşlerdi. İsrailoğulları onu bu haliyle görünce: Evet ey Musa, bu boğulmuş haliyle Firavun'dur, dediler. Böylelikle şüphe kalplerinden uzaklaştı ve deniz önceden olduğu gibi Fira*vunu tekrar yuttu. Buna göre "bugün sadece senin bedenini kurtaracağız" ifadesinin iki anlama gelme ihtimali olmaktadır. Birincisine göre seni, yük*sekçe bir yere bırakacağız, demektir. İkincisine göre ise, ruhsuz haliyle ce*sedini açığa çıkarıp göstereceğiz demektir.
Şâz kıraat olan "nidan, duan sebebiyle" anlamındaki kıraatin anlamı ise, o da cemaatin kıraatine racidir. Çünkü buradaki "nida" iki şekilde açıklanır. Birincisine göre; Biz seni tevbeni ihtiva eden sözün sebebiyle ve tevbe kapısı kapatıldıktan sonra ve tevbenin kabulü geçtikten sonra söylediğini: "İsrail oğullarının iman ettikleri ilahtan başka bir ilahın olmadığına inan*dım. Ben de müslümanlardanım" (Yûnus, 10/90) sözün sebebiyle seni yüksekçe bir yere bırakacağız anlamındadır. Diğer açıklamaya göre; bugün, Biz seni, "ben sizin en yüce rabbinizim" diye seslendiğin için, denizin görün*mez yerlerinden seni bir kenara çıkartacağız.
Buna göre, o daha önce seslenip de iftirada bulunduğu, kendisinin de ya*lan söylediğini, âciz olduğunu ve böyle bir şeyi hak etmediğini bildiği halde; kudret ve emir iddiasında bulunarak geçmişteki küfrü dolayısıyla, âlemlerin Rabbi Allah tarafından cezalandırılmak üzere bedeniyle kurtarılmış oldu. Ebu Bekr el-Enbarî der ki: Bizim kıraatimiz şaz kıraatin ihtiva ettiği manala*rı ihtiva ettiği gibi; onun ihtiva etmediği manaları da fazladan ihtiva eder.
"Senden sonrakilere bir ibret olasın diye" yani, îsrailoğullanna ve Fira*vun kavminden boğulmayıp kendisine bu haberin henüz ulaşmadığı geriye kalan kimselere bir ibret olasın diye, demektir. "İnsanların bir çoğu şüphe*siz âyetlerimizden gafildirler." Âyetlerimizin üzerinde dikkatle düşünmek*ten, gereği gibi tefekkür etmekten yüz çeviricidirler.
"Senden sonrakilere, arkanda kalanlara" buyruğu, şeklinde "lam" harfi üstün olarak da okunmuştur. Senden sonra, senin yaşa*dığın topraklarda sana halef olacak kimselere... anlamındadır. Ali b, Ebi Talib ise, bunu "kaf" harfi İte; "Seni yaratana" diye okumuştur. Se*ni yaratanın yaratıcılığına bir alâmet olasın, diye demek olur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.