8. Allah, her dişinin neye hamile kalacağını, rahimlerin neyi ek*silteceğini, neyi artıracağını bilir. O'nun katında herşey bir öl*çü İledir.
9. O görünmeyeni de, görüneni de bilendir. O, çok büyüktür, yü*celer yücesidir.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

1- Rahimlerin Eksiltip Artırmaları:


Yüce Allah'ın: "Allah her dişinin neye hamile kalacağını... bilir" buy*ruğu, erkek olsun, dişi olsun, güzel olsun, çirkin olsun, salih olsun, olma*sın neye hamile kaldılarsa onları bilir, demektir.
En'âm Sûresi'nde (6/59. âyet, 1. başlık ve devamında) Gaybın bilgisinin yalnızca Allah'a ait olduğuna ve bu konuda Allah'ın ortağının bulunmadığı*na dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Yine orada Buhârî'de yer alan İbn Ömer'den gelen şu hadisi de zikretmiştik: Rasûlutlah (sav) buyurdu ki: "Gaybın anahtarları beş tanedir..." ve bunlar arasında: "Rahimlerin neyi ek*silttiğini de Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez" ifadesi de yer almaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yüce Allah'ın; "Rahimlerin neyi eksilteceğini, neyi artıracağını bilir" buyruğunun te'vili hususunda ilim adamlarının farkh görüşleri vardır. Katâ-de der ki: Anlamı şudur: Dokuz aydan önce neyi düşürdüğünü ve dokuz ay*dan sonra neyi artıracağım bilir, demektir. İbn Abbas da böyle demiştir.
Mücahid der ki: Kadın hamile iken ay hali olduğu takdirde bu, çocuğun*da bir noksanlık demektir, eğer dokuz aydan fazla hamileliği devam ederse bu da eksilenin tamamlanması demektir. Yine Mücahid'den şöyle dediği nakledilmektedir: Eksiltmekten kasıt rahimlerin eksilttikleri kan demektir, ar*tırmaktan kasıt ise onlardaki kan artışı demektir.
Bir diğer açıklamaya göre eksiltmek ve artırmak çocuğa raci'dir. Çocuğun bir parmağının veya başka bir uzvunun eksik gelmesi ve bir parmağının ya*hut başka bir uzvunun fazla gelmesi gibi.
Bir diğer açıklamaya göre eksiltmek, ay hali kanının kesilmesi demektir. "Artırmak" ise doğumdan sonra gelen lolıusalık kanına işarettir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

2- Hamile Kadının Ay Hali Olup Olmaması ile İlgili Görüşler:


Bu âyet-i kerîmede hamile kadının ay hali olacağına delil vardır. Malik'in ve iki görüşünden birisi de Şafiî'nin kabul etliği görüş budur. Atâ, eş-Şa'bî ve başkaları ise hamile kadın ay hali olmaz, demişlerdir. Ebu Hanife de bu gö*rüştedir, delili de (yine) bu âyet-i kerîmedir.
İbn Abbas ise bu âyet-i kerîmenin te'vili ile ilgili olarak şöyle demekte*dir: Hamile kadınlar da ay hali olur. İkrime ve Mücahid'den de böyle riva*yet edilmiştir. Aynı zamanda bu Hz. Âişe'nin de görüşüdür. Hz. Âişe hami*le kadınlara gebeliklerinde ay hali olmaları halinde namazı bırakmaları doğ*rultusunda fetva verirdi. O sırada Ashab-ı Kiram da mevcuttu ve ashabdan hiçbir kimse onun bu görüşüne karşı çıkmamıştı. O bakımdan bu İcma gi*bidir. Bu açıklamayı İbnu'l-Kassar yapmıştır.
Yine İbnu'l-Kassar'ın naklettiğine göre; iki kişi bir çocuğun kendilerine ait olduğu hususunda anlaşmazlık gösterdiler. Ömer (r.a)m huzurunda davalaş-tılar, Hz. Ömer de çocuğu (benzerliklerden hareket ederek, neseb tesbit eden) kıyafet uzmanlarına arzetti. Kıyafet uzmanları çocuğun her ikisine de ait ol*duklarını söylediler. Bu sefer Hz. Ömer elindeki kamçı ile ona vurmak iste*di. Kureyşli bazı kadınlara durumu sorup: Bu çocuğun durumunun ne oldu*ğuna bir bakınız, dedi. Onlar şu cevabı verdiler: Birinci koca bu kadın ile hal*vete girdi, sonra da onu bıraktı. Bu kadın hamile olduğu halde ay hali oldu, sonra da iddetinin bittiğini zannetti, İkinci koca da bu kadın ile gerdeğe gi*rince, çocuk ikincisinin suyu ile gelişti. Bunun üzerine Hz. Ömer: Allahu Ek-ber! diyerek (hayretini izhar etti) ve çocuğun birinci adama ait olduğunu söy*ledi. Hamile kadının ay hali olmayacağını söylemediği gibi, Ashab-ı Ki-ram'dan herhangi bir kimse de böyle bir görüş belirtmemiştir. Bu da bu hu*susta icma olduğunun delilidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Muhalif kanaati benimseyenler de şöylece görüşlerine delil gösterirler; Ha*mile eğer ay hali olsaydı ve kadının gördüğü kan ay hali olarak kabul edil*seydi, cariyenin istibrâsının bir defa ay hali olması şeklindeki hükmün sahih olmaması gerekirdi. Oysa bu hükümde icmâ' vardır.
İmam Malik'ten de "Muhammed'in Kitabı"nda hamileyken görülen kanın ay hali olmamasını gerektiren bir görüş de rivayet edilmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

3- Hamilelik Süresi:


Bu âyet-i kerîmede hamilenin bazen yükünü dokuz aydan daha erken, ba*zen de daha fazla bir süre sonra bırakacağına delil vardır. İlim adamları da hamileliğin asgari süresinin altı ay olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Yi*ne onların görüşlerine göre Abdu'l-Melik b. Mervan altı aylıkken doğmuştur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

4- Hamilelik Süresindeki Ay Hesabı:


Sözü geçen altı ay, şeriatçe muteber diğer aylarda olduğu gibi, hilal ile sa*bit olan aylardır. Bundan dolayı mezheb(imiz) de Malik'in bazı arkadaşların*dan -zannederim İbn Haris'in kitabında- şu rivayet kaydedilmektedir: Şayet altı aydan üç gün eksik olduğu anlaşılırsa, çocuğun kaldığı bu eksik süre, ay*ların eksik ve fazla çekmelerinin bir sonucu kabul edilir. Bunu İbn Atiyye nak*letmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

5- Azami Hamilelik Süresi:


İlim adamları azami hamilelik süresi hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbn Cüreyc, Hz. Sa'd'ın kızı Cemile'den, o Âişe'den şöyle dediğini rivayet et*mektedir: Hamilelik süresi yün eğirmekte kullanılan kirmenin gölgesinin yer değiştireceği kadar bir süre dahi iki yıldan fazla olamaz. Bunu Darakutnî nak*letmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Ubeyd b. Sa'd'ın kızkardeşi, Sa'd kızı Cemile dedi ki: Hamileliğin azami süresi üç yıldır. e!-Leys b. Sa'd'dan da böyle nakledilmiştir. Şafiî'den ise dört yıl diye nakledilmiştir. Malik'ten bu hususta gelen İki rivayetten birisi de böy*ledir. Ancak ondan meşhur olan rivayet beş yıl olduğudur. Yine ondan on yılı aşacak olsa dahi, azami bir sınırının olmadığı rivayeti vardır. Bu da on*dan gelen üçüncü bir rivayettir.
ez-Zührî'den altı ve yedi (yıl) rivayeti gelmiştir. Ebu Ömer (b. Abdi'1-Berr) der ki: Ashab-ı Kiram'dan hamileliği yedi yıla kadar uzatanlar vardır. Şafiî ise bunun azami süresi dört yıldır, demektedir. Kuleliler ise sadece iki yıldır, der*ler ve daha fazla bir süre kabul etmezler. Muhammed b. Abdu'l-Hakem der ki: Hamilelik bir senedir, daha fazlası olmaz. Davud (ez-Zahirî.) der ki: Sü*resi dokuz aydır. Ona göre bu süreden daha fazla bir süre hamile kalınmaz.
Ebu Ömer (b. Abdi'I-Berr) der ki: Bu meselenin içtihaddan başka ve ka*dınların hamilelik ile ilgiti bilinen durumlarına havale edilmesinden başka bir dayanağı yoktur. Başarı Allah'tandır.
Dârakutnî, el-Veiid b. Müslim'den şöyle dediğini rivayet eder: Ben Malik b. Enes'e dedim ki: Bana Âişe'den nakledildiğine göre o şöyle demiştir: Ka*dının hamile kalma süresi İki yıldan fazla bir kirmenin gölgesKnin değişme*si) bir süre kadar dahi artmaz. Bunun üzerine: Subhanallah dedi, böyle bir şeyi kim söyler? İşte bizim komşumuz Muhammed b. Aclân'ın kansı dört yıl*da hamile kalır ve doğumunu yapar. O doğru sözlü bîr kadındır, kocası da doğru sözlü birisidir. Oniki yıl zarfında üç batm gebe kalmıştır. Herbir ba*tında gebeliği dört yıldır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Aynca hunu el-Mübârek'den İbn Mücalıid de naklederek der ki: Bizde meş*hurdur, Muhammed b. Aclân'ın hanımı dört yıllık bir sürede gebe kalır ve do*ğumunu yapardı. O bakımdan ona "fil'e hamile kalan kadın" adı verilirdi.
Yine şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bir gün Malik b. Dinar oturmak*ta iken bir adam ona gelerek şöyle dedi: Ey Ebu Yahya! Dört yıldan beri ha*mile bulunan ve artık çok büyük bir sıkıntı içerisinde olan bir kadına dua et. Bunun üzerine Malik kızdı, mushafi kapattı ve şöyle dedi: Bunlar bizim pey*gamber olduğumuzu mu zannediyorlar? Sonra da Kur'ân okumaya devam et*ti, arkasından dua ettikten sonra şöyle dedi: Allah'ım şayet bu kadının kar*nında bir afet var ise onu derhal karnından çıkart. Eğer karnındaki dişi ise sen onun yerine ona oğlan ver. Sen dilediğini siler, dilediğini tesbit edersin. Kitabın anası da senin yanındadır. Malik te dua ederken ellerini kaldırdı, et*rafındakiler de ellerini kaldırıp dua etti. Daha sonra haberci bu istekte bu*lunan adama gelerek: Koş hanımına yetiş, dedi. Adam gitti, Malik ellerini in*di rmemişti ki adam mescidin kapısında boynu üzerinde dört yaşında siyah saçlı bir oğlanla çıka geldi. Dişleri çıkmış ve göbek bağı kesilmemişti,
Yine rivayete göre bir adam Ömer b. el-Hattab'a gelerek şöyle demiş: Ey Mü'minierin Emiri! İki yıl süreyle evimde değildim. Geldiğimde hanımımın ha*mile olduğunu gördüm. Hz. Ömer bu kadını recm etmek hususunda çevre-sindekilerle istişare etti. Muaz b. Cebel şöyle dedi: Ey Müzminlerin Emiri! Eğer senin bû kadının aleyhine bir yolun varsa da karnındaki yavruya karşı senin lehine bir yol yoktur. O bakımdan bu kadına doğum yapıncaya kadar ilişme. Hz. Ömer o kadına ilişmedi. Nihayet dişleri çıkmış bir oğlan doğurdu. Adam çocuğun kendisine benzediğini görünce; Kabe'nin Rabbine yemin ederim, be*nim oğlumdur, dedi. Bu sefer Hz. Ömer şöyle dedi: Kadınlar Muaz gibisini do*ğurmaktan acizdir. Muaz olmasaydı, Ömer helak olup gitmişti.
Yine ed-Dahlıâk der ki: Annem beni iki yıl hamilelikten sonra doğurdu. Beni doğurduğunda dişim çıkmıştı.
Yine Malik'ten nakledildiğine göre o, annesinin karnında iki yıl kalmış*tır. Üç yıl kaldığı da söylenmiştir. Yİne denildiğine göre Muhammed b. Ac-lân annesinin karnında üç yıl kalmış ve annesi ona hamileyken vefat etmiş, annesinin karnında oldukça şiddetli hareket etçiği görülünce karnı yarılarak çıkartıldığında dişlerinin çıkmış olduğu görülmüş.
Hammad b. Seleme der ki: Herim b. Hayyan'a, "Herim (çok yaşiı)" denil*mesinin sebebi annesinin karnında dört yıl kalmış olmasıdır.
el-Ğaznevî'nin de naklettiğine göre, ed-Dahhâk annesinin karnında iki yıl süreyle kaldıktan sonra doğmuş ve doğduğunda dişleri çıkmış olduğundan ona Dahhâk (çok gülen) adı verilmiştir.
Abbâd b. el-Avvâm der ki: Bizim komşumuz olan bir kadın dört yıl hami*lelikten sonra saçları omuzlarına kadar uzamış bir oğlan doğurdu. Yanından uçan bir kuşa da "kış" diye söylemişti. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

6- Ay Hali, Lohusalık Ve Hamilelik Süreleri:


İbn Huveyzimendâd der kî: Ay halinin, lohusalığın en az ve azami süre*leri ile hamileliğin asgari ve azami süreleri hep içtihad yoluyla tesbit edilmiş*tir. Çünkü bu gibi şeylerin bilgisini yüce Allah insanlara bildirmemiştir. O ba*kımdan bunlar hakkında herhangi bir hüküm verilirken ancak bizim için za*hir olan kadarıyla ve kadınlarda nadir veya mutad olarak görünen kadarıy*la hüküm verilir. Biz bir kadının dört veya beş yıl süreyle hamile kaldığını tesbit edersek, buna dayanarak hüküm veririz. Lohusalık ve ay hali ile ilgi*li olarak, istikrar bulmuş bir durum ile karşı karşıya bulunmadığımızdan, ka*dınlarda nadiren görülen hususları nazar-ı itibara aldık. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

7- Tabiatçıların Bu Husustaki Kanaatleri:


İbnu'l-Arabî der ki: Malikilerden mütesâhil (ilmî delillere itibar etmekte gereken titizliği göstermeyen, gevşek davranan) bazı kimseler, hamileliğin azami süresinin dokuz ay olduğunu nakletmektedir. Ancak böyle bir şeyi (Ma*liki değil de) ancak Halikı (helake mensub olan) kişi söyler. Bunlar rahim*de hamileliği yönetenlerin yedi gezegen olduğu İddiasında bulunan tabiat-çılardır. Bunlara göre bu gezegenlerin herbirisi anne karnında çocuğu birer ay alır, dördüncü ay da güneşe aittir. İşte çocuk bundan dolayı hareket eder ve kıpırdanmaya başlar. Yedi gezegen arasında yedi ay dolaşması tamam*landıktan sonra sekizinci ayda Zuhal (Satürn) gezegenine avdet eder. Zuhal gezegeni de soğukluğuyla onun yetişmesini sağlar. Keşke bunlarla tartışabilsem yahut onlara karşı çarpışabilsem. Ne diye devre tamamlandıktan sonra yine Zühal'e geri dönüyor da başkasına dönmüyor? Bu konuda bilgiyi Allah mı size bildirdi? Yoksa Allah'a İftira mı ediyorsunuz? Eğer iki gezegenden bi*risine dönmesi mümkün ise, niçin bu hamileliği düzenleme işi üç veya dört gezegene avdet etmiyor yahut oniarın hepsine İkişer ya da üçer defa dön*müyor? Bu gizli hususlar hakkında batıl zanlara dayanarak tahakküm niye? Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

8- Herşeyin Miktarını Tesbit Ve Tayin Eden, Herşeyi Bilen Yüce Allah'tır:


"O'nun katında herşey bir ölçü iledir." Yani eksiklik olsun, fazlalık ol*sun herşeyin ölçüsünü tesbit etmiştir.
"Bir ölçü iledir" buyruğu şöyle de açıklanmaktadır: Çocuğun annesinin karnından çıkışının ölçüsü ve annesinin karnında çıkacağı vakte kadar ge*çireceği sürenin miktarı hep bellidir.
Katâde ise, nztk ve ecel ile ilgilidir, der. "Miktar (ölçü)" ise miktar anla*mındadır. Âyetin genel ifadesi ise bütün bu hususları kapsamaktadır. Şanı yü*ce Allah en iyi bilendir.
Derim ki: Bu âyet-i kerîme ile şanı yüce Allah; "O görülmeyeni de, gö*rüneni de bilendir" buyruğu ile kendi zatını övmektedir. Yani O, insanla*rın ve mahlukatın görmediklerini de, gördüklerini de bilendir.
"Gayb" gaib (görünmeyen) anlamında mastardır. Şehâdet (görünen) ise, şahit (görünen) anlamında bir mastardır. Şanı yüce Allah, bununla gayb bil*gisinin yalnız kendisine ait olduğunu, insanlara gizli bulunan bâtını kendi*sinin ihata ettiğini belirterek, bu hususa dikkat çekmektedir. Bu konuda her*hangi bir kimsenin kendisine ortak olmasının söz konusu olmadığını belirt*mektedir.
Bir takım emare ve alâmetleri delil kabul eden tıp bilginleri ise görmedik*leri hususlara dair kat'î kanaat belirtecek olurlarsa, bu bir küfürdür. Şayet bu bir deneydir diyecek olurlarsa, o zaman yaptıklarıyla başbaşa bırakılır ve on*ların bu durumu (görünmeyeni bilmekle) övülene olumsuz bir gölge düşür-mez. Çünkü adetin bozulması mümkündür, ilmin değişikliğe uğraması ise mümkün değildir.
"O çok büyüktür" ki herşey O'ndan aşağıdadır. "Yüceler yücesidir.” Müşriklerin söylediklerinden çok yücedir. Kudret ve kahrı ile her şeyin üs*tündedir. Bu iki isme dair açıklamaları "Şerhu'l-Esmâi'l-Hüsnâ"da yeterince yapmış bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

10. İçinizden birisi İster sözünü gizlesin, ister onu açıklasın; gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin, hepsi birdir.
"İçinizden birisi İster sözünü gizlesin, ister onu açıklasın" buyruğun-daki "sözün gizlenmesi" kişinin kendi kendisine söylediği, içinden geçirdi*ği sözler demektir. Açığa vurulması ise kişinin başkasına söylediği sözler de*mektir.
Bu buyrukla kastedilen de şudur: Şanı yüce Allah, İnsanın hayır ve şer tü*ründen gizlediği herbir şeyi, tıpkı haytr ve şer türünden açığa vurduğu her-bir şeyi bildiği gibi bildiğidir.
" İçinizden birisi" ifadesi ya: "Birdir" kelimesinin sıfatıdır. İfadenin takdirî anlamı şöyle olur: İçinizden sözünü gizleyenin gizlemesi de, açığa vuranın açıklaması da birdir.
Bununla birlikte şu anlamda olmak üzere "birdir" anlamındaki kelimeye taalluku da mümkündür: İçinizden bu şekilde davranan ile öbür türlü dav*ranan arasında fark yoktur, bîrdir.
Yine ifadenin takdirinin şu anlamda olması da mümkündür: İçinizden sö*zünü gizleyenin gizlemesi de, aranızdan sözünü açıklayanın açıklaması da aynı şeydir. Şöyle de olabilir: Aranızdan sözünü gizli söyleyen de, onu açı*ğa vuran da eşittir. Bu da "ikisi de adalet sahibidir" anlamında; Zeyd'de adil*dir, Amr da demeye benzer. "Birdir" kelimesinin birbirine eşittir an*lamında olduğundan ayrıca hazfedilmiş bir muzaf takdirine ihtiyacı yoktur, da denilmiştir.
"Gece gizlensin ve(ya) gündüzün yoluna gitsin." Yani yüce Allah'ın bilgisinde gizli de, açık ta, yollarda açıkça görünen de, karanlıklarda sakla*nan da birdir. el-Ahfeş ve Kutrub derler ki: "Geceleyin gizlenen" açıkça gö*rünen anlamındadır.
Nitekim onu açığa çıkardım, anlamındaki: ifadesi de buradan gelmektedir. ise o şeyi çıkardım, anlamına gelir. Ni*tekim kefen soyucusuna "el-muhtefi" denilmesi de buradan gelmektedir. Şa*ir İmruu'l-Kays da şöyle demiştir:
"Onlana (saklandıkları) tünellerinden ortaya çıkmaları
Sanki akşam vakti gürültülü yağan yağmurdan çıkışları gibidir."
Gizlenen, gizlenip saklanan yani bir dehlize giren" demektir.
Nitekim yırtıcı hayvanın inine girdiğini anlatmak üzere kullanılan, ifadesi de buradan gelmektedir.
İbn Abbas der ki: "Gizlenen” bir şeylerin arkasına saklanan ve görünmez hale gelen, "yoluna giden" ise açıkta olup görünen demektir. Mücahid der kî: İşlediği masiyetleri "gizleyen" demektir; "Yoluna giden" ise bu masiyet-leri açıkça işleyen demektir. ın, giden anlamında olduğu da söylen*miştir.
et-Kisaîder ki: " Gitti, gider, gitmek" demektir. Şa*ir de şöyle demektedir:
"Bütün herkes erkek develerinin fazla ileri gitmelerini engellerken, Biz ise erkek devemizin bağını çözdük, işte o serbestçe gitmektedir."
Ebu Recâ der ki: "Giden" yeryüzünde geçip giden anlamındadır. Şair de şöyle demektedir:
"Şüphesiz ki ben gittim, sen ise gitmiyordun."
el-Kutebî der ki: "Gündüzün yoluna giden" ifadesi ihtiyaçlarını görmek için hızlıca giden demek olup, Arapların; "Su akıp gitti" ifade*lerinden alınmıştır. el-Esmaî der kî: " Yolunu serbest bırak, gitsin" anlamındadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

11. Onun önünden de, arkasından da kendisini Allah'ın emriyle ko*ruyan izleyicileri vardır. Gerçek şu ki; bir toplum kendi özün*de olanı değiştirmedikçe Allah da hallerini değiştirip bozmaz. Allah, bir toplumun da kötülüğünü diledi mi, artık onun geri çevrilmesine imkân yoktur. Onların, O'ndan başka bir vekille*ri de olmaz.
Yüce Allah'ın: "Onun... izleyicileri vardır." Yani yüce Allah'ın gece ve gündüz bir diğerinin yerine geçen melekleri vardır. Gece melekleri yukan çık*tı mı, onların akabinde gündüz melekleri gelir.
"el-Melâike" kelimesi müzekker olduğu halde; "İzleyiciler" ke*limesinin müennes gelmesi, bu kelimenin çoğulu olmasından dola*yıdır. O bakımdan tekil olarak geldiğinde; "İzleyici melek" çoğul olarak geldiğinde de; " İzleyici melekler" denilir. Bundan sonra ise; île cemul-cem' (çokluk çoğulu) yapılır.
Kimisi de bu buyruğu; "Onun önünden de, arkasından da... izleyicileri vardır" diye okumuşlardır ki burada; ke*limesi, ın çoğuludur. "Melâike"ye; denilmesi ise; laf*zına uygun olması içindir.
Meleklerin bu türlerinin çok olmaları dolayısıyla müennes geldiği de söylenmiştir. "İleri derecede neseb bilgini, çok alim ve çok rivayet bilen" gibi. Bu açıklamayı da el-Cevherî ve başkaları yapmıştır.
"Teafckub (ardından gelmek, izlemek)" ise başlangıçtan sonra bir daha ge*ri dönmek demektir. Nitekim Allah en-Neml Sûresi'nde şöyle buyurmaktadır: "Arkasına bakmaksızın dönüp, gitti." (en-Neml, 27/10) Ar*kasına dönmeksizin... demektir. Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır: " Biri diğerinin ardınca tekrarlanan öyle sözler vardır ki, bunları söyleyen -yahut yapan- asla zarar görmez” Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. dedikten sonra teşbih, tahmid ve tekbiri zikretmektedir. Ebu'l-Heysem der ki: Bunlara "muakkibât" denilmesinin sebebi, gittikten sonra bir daha ardı arka*sına geri dönmeleridir. Bu da önce bir iş yapıp sonra tekrar aynı işi yapan kimsenin bu fiilini anlatmak için kullanılan; den gelmektedir. el-Mu-akkibât kelimesi develer hakkında kullanılacak olursa, sudan içmek için bir*birine karışan ve İtişen develerin arka taraflarında duran develer demektir. Biri su için gittiğinde onun yerine bir diğeri girer.
Yüce Allah'ın: "Önünden" İfadesi geceleyin gizlenip saklananı ve gündü*zün yoluna gideni "Allah'ın emriyle koruyan izleyicileri vardır" buyruğun-daki koruyup gözetleme (hıfz)ın mahiyeti hakkında farkh görüşler vardır. Bu*nun, onları yırtıcı hayvanlardan, lıaşerattan ve zararlı şeylerden korumaları için Allah'tan bir lütuf olarak görevlendirilen melekler olma ihtimali vardır, denil*miştir. Ancak kader geldi mi bu sefer o insanı bu zararlı varlıklarla başbaşa bırakırlar. Bu açıklamayı İbn Abbas ve Ali b. Ebi Talib (r.a) yapmışlardır.
Ebu Miclez der ki: Murad kabilesinden bir adam Ali (r.a)ın yanına gele*rek şöyle dedi: Kendini iyice koru, çünkü Muradhlardan bazıları seni öldür*mek istemektedir. Hz. Ali şu cevabı verdi: Her kişi ile birlikte onu takdir olun*ması hali müstesna, zararlara karşı koruyan (hıfzeden) melekler vardır. Ka*der geldi mi bu sefer kişiyi Allah'ın kaderiyle başbaşa bırakırlar. Şüphesiz ecel son derece sağlam bir kaledir.
Buna göre; “Allah'ın emriyle onu koruyacak..." buyru*ğu, Allah'ın emri ve izniyle koruyacak... demek olup harfi (edatı) "be" anlamındadır. Bu şekilde sıfat harfler biri diğerinin yerini tutabilir. Burada*ki ın, anlamında olduğu da söylenmiştir ki; Allah'ın emrine bi*naen onu korurlar, anlamına gelir. Bu da anlam itibariyle birincisine yakın*dır. Yani onların korumaları Allah'tan gelen bir emre binaendir, kendilikle*rinden değildir. Bu da et-Hasen'in görüşüdür.
-Benzer bir kullanım olarak-: "Elbisesi olmadığın*dan dolayı ona elbise giydirdim"; denilir. Şanı yüce Allah'ın; "Kendilerini açlıktan doyuran..." (Kureyş, 106/4) buyruğu da bu kabilden*dir ve bu da; ile aynı anlamı ifade eder.
Bir diğer açıklamaya göre bu melekler o kimseyi azap meleklerinden ko*rurlar ki ona herhangi bir ceza gelip çatmasın. Çünkü yüce Allah herhangi bir kavim kendi nefislerindekini küfür üzere ısrar etmek suretiyle değiştir*medikçe üzerlerindeki nimet ve afiyeti de değiştirmez. Eğer küfür üzere ıs*rar edecek olurlarsa, o vakit onlar için tayin edilen sürenin vakti gelir ve in*tikam üzerlerine iner. Böylelikle biri diğerini izleyen koruyucular da onların yanından uzaklaşır.
Bir diğer açıklamaya göre; melekler onları cinlere karşı korurlar. Ka'b der ki: Eğer yüce Allah üzerinize yemenizde, içmenizde ve avretlerinizde sizle*ri himaye edip koruyan melekleri görevlendirmemiş olsaydı, hiç şüphesiz cin*ler sizi kapıp giderlerdi.
Azab melekleri de Allah'ın emrindendirler. Özellikle onları "Allah'ın emri ile" diye anmaktadır. Çünkü melekler gözle görülmezler. Nitekim yü*ce Allah: "De ki: ruh Rabbimin emrindendir" (el-tsra, 17/85) diye buyurmak*tadır ki; sizin görebildiğiniz şeylerden değildir, demektir.
el-Ferrâ ise şöyle demektedir: Bu ifadede takdim ve te'hir vardır ve ifa*denin takdiri şöyledir: Onun önünden de arkasından da Allah'ın emriyle iz*leyicileri vardır ve bunlar onu korurlar. Bu ifade Mücahid, İbn Cüreyc ve en-Nehaî'den de rivayet edilmiştir. Azap meleklerinin de, cinlerin de Allah'ın em*rinden oldukları şeklindeki açıklamaya göre ise buyrukta ne takdim vardır, ne de te'hir.
İbn Cüreyc der ki: Buyruğun anlamı onun amelini, onun için korur ve tes-bit ederler, şeklindedir ve burada muzâf hazfedil mistir.
Katâde de; bu melekler, onun sözlerini ve fiillerini yazarlar, diye açıkla*mıştır. Eğer İzleyiciler melekler İse buyruktaki; "Onun" lafzındaki za*mirin yüce Allah'a -önceden zikrettiğimiz gibi- ait olması mümkün olduğu gi*bi, geceleyin gizlenene ait olması da mümkündür. Bu, bu husustaki görüş*lerden birisidir.
Bir diğer görüşe göre: "Onun önünden de, arkasından da İzleyicile*ri vardır" buyruğu ile Peygamber (sav) kastedilmektedir. Yani melekler, Hz. Peygamber'i düşmanlarına karşı korurlar. Zaten Hz. Peygamber'den de yü*ce Allah'ın: 'Ona Rabbinden bir âyet İndirilmeli değil miydi? derler. Sen ancak bir uyarıcısın" buyruğunda söz edilmişti. Yani sizden sözlerini giz*lice söyleyenler ile bunu açıkça söyleyenler arasında -Peygamber (sav)e za*rar verememesi bakımından- fark yoktur. Aksine onun birbirini izleyen me*lekleri vardır ve bu melekler onu korurlar. Aynı mananın bütün peygamber*ler için söz konusu olması da mümkündür. Çünkü daha önce yüce Allah: "Esasen herbir topluluğun bir yol göstericisi olmuştur" (er-Râ'd, 11/7) di*ye buyurmuştur. Yani bu melekler, bu yol göstericiyi (hidayete ileteni) önünden de, arkasından da korurlar, muhafaza ederler.
Dördüncü bir görüşe göre âyet-i kerîme ile kastedilen önlerinde de, ar*kalarında da koruyucular topluluğu bulunan sultanlar ve emirlerdir. Al*lah'ın emri geldiği takdirde, bu koruyucuların kendilerine hiçbir faydası ol*maz. Bu açıklamayı İbn Abbas ve İkrime yapmıştır. ed-Dahhâk da böyle de*mektedir: Burada kastedilen Allah'ın emrine karşı kendisini korumaya çalışan ve şirk koşan sultanlardır.
Şöyle de açıklanmıştır: Bu te'vile göre ifadede hazfedilmiş bir nefy var*dır ki; takdiri şöyledir: Bunlar o kimseyi Allah'ın emrine karşı koruyamazlar. Bu açıklamayı el-Maverdî zikretmiştir.
el-Mehdevî der ki: Buradaki "izleyiciler"! koruyucular diye kabul eden*lerin görüşüne göre anlam şöyle olur: Bu koruyucuların Allah'ın emrine kar*şı kendisini koruduklarını zan ve vehmeder.
Şöyle de açıklanmıştır: Sözünü gizli söyleyen ile açıkça söyleyen arasın*da fark yoktur. Onun birbirini izleyen koruyucuları ve yardımcıları vardır ve bunlar onu masiyet işlemeye iterler, ona verilen herhangi bir öğütten etki*lenmesine karşı onu korurlar.
el-Kuşeyrî der ki: Bu, Rabbin azabın hak olacağı vakte kadar mühlet ver*mesine mani değildir. Şöyle ki: Bu isyankâr kişi uzun süre günah üzerinde ısrar etmek suretiyle nefsinde olanı değiştirecek olursa, bu değiştirme ceza görmesine sebeb olur. Böylelikle kendi kendisini cezaya çarptıran kendisiy-miş gibi olur. Buna göre yüce Allah'ın: "Allah'ın emrine karşı onu korur*lar" buyruğu Allah'ın emrine uymaktan onu akkorlar, anlamına gelir.
Abdu'r-Rahman b. Zeyd de der ki: İzleyiciler (el-muakkibât) yüce Allah'ın kullan hakkında birbirini izleyen ilahi kaza ve takdirleridir.
el-Maverdî der ki: Bu görüşü kabul eden kimselerin kanaatine göre yü*ce Allah'ın: "Kendisini Allah'ın emriyle koruyan" buyruğu iki şekilde açıklanır: Birincisine göre onlar bunu ecel gelmediği sürece ölümden korur*lar, demek olup bunu ed-Dahhâk söylemiştir. İkinci açıklamaya göre İse onu bu hususta bir kaderinin vakti gelmediği sürece eziyet verici cinlerden ve haşerattan korurlar, demektir. Bu açıklamayı Ebu Umame ve Ka'b el-Ahbar yap*mıştır. Takdir olunan şeyin vakti geldi mi bu sefer onu korumaktan vazge*çerler.
Sahih olan ise burada sözü geçen "izleyiciler"in melekler olduğudur, el-Hasen, Mücahid, Katâde ve İbn Cüreyc de böyle demişlerdir. îbn Abbas'tan da bu görüş rivayet edilmiş olup en-Nehhâs da bunu tercih etmiştir. Peygam*ber (say)in de şu hadisini buna delil göstermiştir: "Gecenin melekleri ile gün*düzün melekleri sizin aranızda biri diğerini izler dururlar." Bu hadisi, hadis imamları rivayet etmişlerdir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Yine hadis imamlarının Amr'dan rivayetleri*ne göre İbn Abbas; " Onun önünden İzleyicileri, arkasından da gözetleyîcileri vardır ki, kendisini Al*lah'ın emri ile korurlar" diye okumuştur.
Kinâne el-Adevî der ki: Osman (r.a), Peygamber (sav)ın huzuruna gire*rek şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü! Bana kul ile birlikte kaç meleğin bulun*duğunu haber verir misin? şöyle buyurdu: "Sağında bir melek var, hasena*tı yazar. Solunda bir diğer melek var, bu da seyyiâtı yazar. Sağdaki melek, soldaki meleğin emiridir. Sen bir iyilik işledin mi on olarak yazılır, bir kö*tülük işledin mi sol taraftaki, sağ taraftakine: Yazayım mı? diye sorar. Öbü*rü: Hayır, olur ki Allah'tan mağfiret diler yahut O'na tevbe eder, der. Aynı soruyu üç defa tekrarladı mı: Evet yaz, der. Ondan yana yüce Allah bize ra*hat versin. Bu kişi ne kadar kötü bir arkadaştır. Yüce Allah'ın kendisini gö*zetlediğini ne kadar az hatırlıyor ve bizden ne kadar az utanıyor? Yüce Al*lah ise: "O bir söz söylemeye dursun, mutlak onun yanında görüp gözetle*meye hazır biri vardır." (Kaf, 50/18) İki melek de önünde ve arkanda var. Yüce Allah da: "Onun önünden de, arkasından da kendisini Allah'ın emriyle koruyan izleyicileri vardır" diye buyurmaktadır. Bir melek ise se*nin alnını yakalamıştır, Altah için alçak gönüllülük gösterecek olursan, se*ni yükseltir, Allah'a karşı büyüklenecek olursan, belini kırar. Dudaklarının üzerinde de iki melek vardır, bunlar senin ancak Muhammed'e ve aile hal*kına getirdiğin salat-u selâmı tesbit ederler. Bir melek de ağzın üzerinde di*kilidir. O yılanın ağzına girmesine ftrsat vermez. Gözlerinin üzerinde de iki melek vardır. İşte herbir insan üzerinde on melek bunlardır. Gece melek*leri ile gündüz melekleri yer değiştirir, dururlar. Çünkü geceleyin duran me*lekler, gündüzün duran meleklerle aynı değildir. İşte herbir insan üzerinde bu şekilde yirmi melek vardır. İblis de gündüzün Ademoğlu ile birliktedir, onun çocukları ise geceieyin (onunla birlikte bulunurlar)." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bunu es-Sa'lebî zikretmektedir.
el-Hasen der ki: Sözü geçen "izleyiciler (el-muakkibât)" her sabah nama*zında bir araya gelen dört melektir. Taberî'nin tercihine göre "el-muakkibât" emirlerin ön ve arkalarında yürüyen ordu ve kafilelerdir. Buradaki; "O'nun" lafzında ki zamir de önceden geçtiği gibi bunlara aittir.
İlim adamları -Allah onlardan razı olsun- derler ki: Şanı yüce Allah, emirlerini iki kısma ayırmıştır. Bunlardan bir kısmının, ilgili kimsenin başı*na gelmesi ve vaki olmasını hükme bağlamıştır. Bunu hiçbir kimse önleye*mez ve değiştiremez. Diğer bir kısmı ise geleceğini hükme bağlamakla birlikte, onun gerçekleşeceğini ve vuku bulacağını hükme bağlamamış, bunun yerine tevbe, dua, sadaka ve korumakla (hıfz) ile önleneceğini hük*me bağlamıştır.
"Gerçek şu ki; bir toplum kendi özünde olanı değiştirmedikçe Allah da hallerini değiştirip bozmaz." Yüce Ailah bu âyet-İ kerîmede bir toplum da -ya bizzat kendileri, ya kendileri için gözetlemek durumunda olanlar, neza*ret edenler, yahut herhangi bir sebep dolayısıyla kendilerinden sayılan bir kimse tarafından- bir değişiklik meydana getirilmedikçe o toplumun duru*munu değiştirmeyeceğini haber vermektedir. Meselâ, Uhud günü okçuların kendi nefislerindekini değiştirmeleri sebebiyle yüce Allah bozguna uğrayan*ların (önceki) hallerini değiştirmişti. Buna benzer şeriatte görülebilen başka misaller de vardır. Buna göre âyet-i kerîme; herhangi bir kimse önce bir gü*nah işlemedikçe ona hiçbir şekilde ceza gelmez anlamında değildir. Aksine başkalarının günahları dolayısıyla musibetler de gelebilir. Nitekim Peygam*ber (sav): Salih kimseler aramızda varken helak edilir miyiz? diye sorulun*ca, "Eğer f'ısk ve fücur artacak olursa evet" diye cevabını vermiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Allah bir toplumun da kötülüğünü" helak ve azabım "diledi mi artık onun geri çevrilmesine imkân yoktur." Denildiğine göre yüce Allah, bir top*lumun hastalık ve türlü rahatsızlıklar gibi bir takım bela ve musibetlere uğ*ramalarını diliyecek olursa, onun belasını hiçbir kimse geri çeviremez.
Bir diğer açıklamaya göre yüce Allah, bir kavim hakkında kötülüğü di*leyecek olursa, onların basiretlerini köreltir ve onlar da belâ ihtiva eden şe*yi tercih eder ve onu işlerler. Böylelikle kendi ayaklarıyla helâklarına doğ*ru yürürler. O kadar ki; onlardan birisi kendi eliyle, kendisini öldürmenin yollarını araştırır, kendi ayaklan ile kendi kanını akıtmaya doğru yol alır ha*le gelir.
"Onların O'ndan başka bir vekilleri" bir sığınakları "da olmaz." es-Süddî'nin yaptığı açıklamanın anlamı budur. Bir diğer açıklamaya göre; Al*lah'ın azabına karşı onları koruyacak bir yardımcıları olmaz. Şair de der ki:
"Semada Rahman'm dışında hiçbir yardımcı yoktur."
Dost ve yardımcı -vezin itibariyle- Kadir ve kadîr'e benzer. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

12. Size korku ve ümit salarak şimşeği gösteren, yüklü bulutları or*taya çıkaran O'dur.
13. Gök gürültüsü O'na hamd ile melekler de korkusundan teşbih ederler. O yıldırımları gönderip onlarla Allah hakkında müca*dele edip dururlarken dilediğini çarpar. O, kudret ve azabı çe*tin olandır.
Yüce Allah'ın: "Size korku ve ümit salarak şimşeği gösteren" yağmur ile "yüklü bulutları ortaya çıkaran O'dur" buyruğundaki; "Bulutlar" kelimesi çoğul olup bunun tekili; şeklinde gelir. de çoğul olarak kufknılır.
"Gök gürültüsü O'na hamd ile melekler de korkusundan teşbih eder*ler. O yıldırımları gönderip..." Daha önce Bakara Sûresi'nde (.2/14. âyetin tefsirinde) gök gürültüsü, şimşek ve yıldırıma dair açıklamalar geçmiş bulun*duğundan onları burada tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
Âyet-i kerîmeden maksat, yüce Allah'ın kudretinin kemalini açıklamak ve cezayı ertelemesinin acizlikten olmadığını anlatmaktır. Yani O, gökte şimşe*ği yolculukta bulunana korku olmak üzere gösterir. Çünkü yolcu karşı kar*şıya kalacağı yağmur, dehşet ve yıldırımlar sebebiyle şimşeğin vereceği ra*hatsızlıktan korkar. Nitekim yüce Allah da: "Yağmurdan dolayı bir rahatsız*lık" (enrNisa, A/102) diye buyurmaktadır. Yolcu olmayıp ikamel halinde bulunan kimse de şimşeğin akabinde yağmur ve bolluk geleceğini ümit eder. Bu anlamdaki açıklamaları Katâde, Mücahid ve başkaları yapmıştır.
el-Hasen der ki: Şimşeğin yıldırımlarından korkarak ve kıtlığı ortadan kal*dıracak yağmuru ümit ederek... demektir.
"Yüklü bulutları ortaya çıkaran O'dur." Mücahid der kî: Bulutlar su (yağmur) yüklüdür.
"Gök gürültüsü O'na hamd ile... teşbih ederler." Gök gürültüsünün bulutlann sesi olduğunu söyleyen kimselerin görüşüne göre, gök gürültüsünün teşbih etmesi onda hayatın yaratılmış olması delil gösterilerek kabul edile*bilir. Bu görüşün sıhhatinin delili de yüce Allah'ın: "Melekler de korkusun*dan teşbih ederler" demesidir. Eğer gök gürültüsü bir melek ise, o da me*leklerin kapsamı içerisine girmesi gerekirdi. Gök gürültüsünün de bîr melek olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre de "melekler de korkusundan" buyruğu Allah'ın korkusundan... diye açıklamışlardır. Bu açıklamayı et-Ta-beri ve başkaları yapmıştır.
İbn Ab bas der ki: Melekler yüce Allah'tan korkarlar ama onların korku*ları Âdemoğlunun korkusu gibi değildir. Onlardan bir kimse sağında kim var, solunda kim var bilmez. Allah'a ibadeti bırakıp yemek veya içmekle uğraş*mazlar. Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Gök gürültüsü (Ra'd) bulutlan süren bir melektir. Su buharı onun baş parmağının bir çuku*ru içerisindedir. Bu melek bulutlarla görevli olup onları emrolunduğu yer*lere sürer ve Allah'ı da teşbih eder. İşte bu gök gürültüsü teşbih etti mi, gök*te teşbih getirip sesini yükseltmedik hiçbir melek kalmaz. İşte o vakit yağ*mur yağar. Yine ondan nakledildiğine göre İbn Abbas gök gürültüsü sesini işitti mi: " Kendisini teşbih İle andığın zatı ben de teşbih ve tenzih ederim" derdi.
Mâlik, Âmir b. Abdullah'tan, o babasından rivayet ettiğine göre Abdullah gök gürültüsünün sesini işitti mi "Gök gürültüsünün lıamd ile meleklerin de korkusundan kendisini teşbih et*tiği şanı yüce Allah'ı ben de teşbih ederim" der; daha sonra da şunları söy*lerdi: Şüphesiz ki bu, yeryüzündekiler için çok ağır bir tehdittir.
Denildiğine göre gök gürültüsü gökle arz arasında bir taht üzerinde otu*ran bir melektir. Sağında yetmişbin melek, solunda da bir o kadar melek var*dır. Sağına dönüp teşbih etti mi hepsi Allah'ın korkusuyla teşbih ederler. So*luna yönelip teşbih etti mi hepsi Allah korkusundan dolayı teşbih ederler.
"O yıldırımları gönderip onlarla... dilediğini çarpar." el-Maverdînin İbn Abbas, Ali b. Ebi Talib ve Mücahid'den naklettiğine göre bu âyet-i kerîme bir yahudi hakkında inmiştir. Bu yahudi Peygamber (sav)e şöyle demişti: Sen ba*na Rabbinin neden olduğunu bildir, İnciden midir? Yakuttan mıdır? Bunun üzerine bir yıldırım onu çarptı ve yaktı.
Yine denildiğine göre bu âyet-i kerîme Arap kâfirlerinden birisi hakkın*da inmiştir. el-Hasen der ki: Bu kişi Arap tâğûtlarından bir adamdı. Peygam*ber (sav) bir kaç kişiyi onu Allah'a, Rasûlüne ve İslâm'a davet etmek üzere gönderdi. Bu azgın kişi onlara şöyle dedi: Bana Muhammed'in Rabbinin ma*hiyetini, neden olduğunu, gümüşten mi, demirden mi, bakırdan mı olduğu*nu haber verin. Yanına gidenler onun söylediği bu sözden dehşete kapıldılar. Bunun üzerine bu azgın kişi: Ben Muhammed'in tanımadığı bir Rabbe mi icabet edip çağrısını kabul edeyim, dedi. Peygamber (sav) defalarca ona el*çi gönderdiği halde, o yine ona benzeri sözler söylüyordu. Ona gidenlerin, onunla tartıştığı ve İslâm'a çağırdıkları bir sırada aniden bir bulut yükseldi ve bu bulut tepelerinin üzerinde durdu. Gök gürledi, şimşek çaktı ve bir yıl*dırım düştü. Onlar oturuyorken kâfiri de yaktı. Peygamber (sav)e geri dön*düklerinde Rasûlullah (sav)ın ashabından bazıları onlarla karşılaştılar ve karşılaştıklan sahabiler: Sizin adamınız yandı, dediler. Yanından gelenler: Ner-den bildiniz, diye sorduklarında, onlar yüce Allah Peygamber (sav)e: "O yıl*dırımları gönderip, onlarla... dilediğini çarpar" âyetini vahyetti, dedi*ler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bunu da es-Sa'lebî, el-Hasen'den, el-Kuşeyrî de bu manada Hz. Enes'ten rivayet etmiştir. İleride gelecektir.
Yine denildiğine göre âyet-i kerîme Lebid b. Rabia'nın kardeşi Erbed b. Rabia ile Âmir b. et-Tufeyl hakkında inmiştir. İbn Abbas dedi ki: Âmiroğul-lanndan olan Âmir b, et-Tufeyl ile Erbed b. Rabia Peygamber (sav)in yanı*na gitmek üzere geldiler. O sırada da Hz. Peygamber mescitte bir grup as*habı ile birlikte oturmakta idi. Mescide girdiler. Âmir'in güzelliği orada bu*lunanların dikkatlerini çekti ve ona baktılar. Bir gözü kördü ama insanların arasında en yakışıklılardan birisi idî. Peygamber (sav)in ashabından bir adam: Ey Allah'ın Rasûlü dedi. Âmir b. et-Tufeyl yanına doğru geliyor. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Onu bırak, şayet Allah hakkında hayır diliyor İse hidayete iletecektir."
Âmir yaklaştı ve Hz. Peygamber'İn yanında ayakta durup: Ey Muhammed dedi. İslam'a girersem bana ne var? Hz. Peygamber: "Müslümanların lehine ne varsa, senin de lehine olur. Müslümanlar aleyhine ne varsa, senin de aley*hine (görevin) olur." Âmir: Peki senden sonra bu işi (başkanlığı.) bana vere*cek misin? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bu benim işim değildir. Bu Allah'a aittir ve O bunu dilediğine verir." Bu sefer: Peki çöldekilerin yönetimini ba*na verip şehirleri sen alır mısın? deyince, Hz. Peygamber: "Hayır" diye bu*yurdu. Âmir: Peki bana ne vereceksin? deyince, Hz. Peygamber şu cevabı ver*di: "Ben sana atların dizginlerini veririm, sen de onlar üzerinde Allah yolun*da gazaya çıkarsın." Bu sefer Âmir: Bu gün de atların dizginleri benim de*ğil mi? diye sordu. Kalk benimle de, konuşayım, dedi.
Rasûlullah (sav) da kalkıp yanında durdu. Amir İse daha önceden Erbed'e: Benim onunla konuştuğumu görürsen, sen de arkasından dolaş ve kılıcınla boynunu vur, diye İşaret etmişti. Peygamber (sav) ile tartışmaya, ona karşı*lık vermeye koyuldu. Erbed kılıcını kınından bir kanş kadar çıkarttıktan sonra Allah onu engelledi ve kınından sıyıramadı. Kılıcı üzerinde eli kurudu, kal*dı. Yüce Allah da bir yaz gününde ortalıkta bulut olmayan bir günde üzeri*ne bir yıldırım gönderdi ve yaktı. Âmir de kaçarak: Ey Muhammed dedi, sen Erbed aleyhine Rabbine dua ettin ve sonunda onu öldürdün. Allah'a yemin ederim, Medine'yi senin başına eğersiz atlarla ve tüyleri bitmemiş genç delikanlılarla dolduracağım. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah ve Kayleoğul-ları senin bu maksadını gerçekleştirmene engel olacaklardır."
Hz. Peygamber, "Kayleoğulları" ile Evs ve Hazreçlileri kastetmişti.
Sonra Âmir, Selüloğullanndan bir kadının evinde konakladı. Sabah oldu*ğunda şöyle diyordu: Allah'a yemin ederim, eğer Muhammed ve onun arka*daşı -bununla ölüm meleğini kastediyor- sahraya benim yanıma gelecek olur*larsa, mızraklarımla onları delik deşik ederim. Yüce Allah bir melek gönder*di ve bu melek kanadıyla ona indirdiği bir darbe ile kaldırıp toprağa yıktı. Anında diz kapağı üzerinde büyükçe bir gudde meydana geldi. Selüloğulla-rından olan kadının evine şunları söyleyerek geri döndü: Bu develerin gud*desine benzer bir guddedir. Selullu bir kadının evinde de ölümüm gelecek*tir. Daha sonra atına bindi ve atının sırtındayken öldü. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.