23- "O Adn cennetleridir." Yani onlar için Adn cennetleri vardır. Buna gö*re "Adn cennetleri" anlamındaki buyruk "âkıbefden bedeldir. Bununla bir*likte "yurdun akıbeti" ifadesinin tefsiri de olabilir. Yani Adn cennetlerine gir*mek ile onlara mükâfat verilecektir. Çünkü "yurdun akıbeti" terkibi meyda*na gelecek bir olayı anlatmaktadır. "Adn cennetleri" ise ayn (nesne)dir. Hades (olay) yine onun gibi bir hades ile açıklanır. O halde hazfedilmiş mas*tar mef'ule izafe edilmiştir. Bununla birlikte "Adn cennetleri"rün hazfedil*miş bir mü btedanın haberi olması da mümkündür. "Adn cennetleri" cenne*tin ortası, onun en yüksek yeridir. Buranın tavanı da Rahmân'ın Arşıdır. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî Ebu Nasr Abdu'l-Melik yapmıştır.
Buhârî'nin, Sahilı'inde de şöyle denilmektedir: "Allah'tan dilekte bulun*duğunuz vakit O'ndan Firdevs'i isteyiniz. Çünkü Firdevs cennetin en orta ye*ri ve en yüksek yeridir. Onun üstünde de Rahmân'ın Arş'ı vardır, cennetin bütün nehirleri de oradan kaynar." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Eğer bu (el-Kuşeyrînin açıklaması) sa*hih ise, bu şekilde birçok cennetlerin olma ihtimali de vardır.
Abdullah b. Amr der ki: Cennette "Adn" diye anılan bir köşk vardır. Et*rafında burçlar ve yeşil bahçeler vardır. Bu sarayın bin kapısı vardır. Herbir kapının üzerinde beşbin tane çizgili Yemen örtüsü vardır. Buna ancak pey*gamber, sıddîk veya şehid olanlar girebilecektir.
"Adn" kelimesi, bir yerde ikamet etti anlamındaki; dan alın*madır. Nitekim ileride yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar Kehf Sûresi'nde (18/31. âyetin tefsirinde) gelecektir.
"Onlar oraya ana ve babalarından, eşlerinden, zürriyetlerindea salih olanlarla birlikte gireceklerdir." Bu buyruğun daha önce geçen; " Bunlar"a atfedilmesi de mümkündür, anlam şöyle olur: İşte bunlarla birlik*te ana ve babalarından, eşlerinden, zürri yeti erin den salih olanlara da, yur*dun akıbeti bunlaradır.
Bununla birlikte bu buyruğun; Onlar oraya... gireceklerdir"deki merfu zamire (onlar zamirine) atfedilmesi de mümkündür. (Meal*de böyle yapılmıştır.) Böyle bir atıf, aralarında nasbedilmiş bir zamirin gir*mesinden dolayı uygundur. Anlam şöyle de olabilir: Onlar da oraya girecek*lerdir. Ana ve babalarından salih olanlar da oraya gireceklerdir. Yani oraya nesebleri dolayısıyla girmeyecekler, girenler salih oldukları için oraya gire*ceklerdir.
"Olanlartda ki... anlarVın şu takdirde nasb mahallinde olması da müjnkündür: Onlar oraya ana-babalarından salih olanlarla birlikte girecek*lerdir, Bunlar kendileri gibi amel işlememiş olsalar dahi, yüce Allah, onlara bir ikram ve lütuf olmak üzere yakınlarını da kendilerine katacaktır.
İbn Abbas der ki: Buradaki salih oluş, Allah'a ve Rasûlüne imandır. Eğer onların (salih amelde bulunanların yakınlarının) iman İle birlikte başka İta*atleri de varsa cennete kendi itaatleri sebebiyle girmiş olurlar, yoksa yakın*larına tabi olmak suretiyle değil.
el-Kuşeyrî der ki: Ancak bu tartışılabilir bir görüştür. Çünkü zaten iman olmadan olmaz ve mutlaka (cennete girmek İçin gerekli) bir şeydir. O hal*de salih amelin şart olduğu hususunda söz söylemek, imanın da şart oldu*ğunu söylemek gibidir. Zahir olan (kuvvetli olan) odur ki, buradaki salih oluş, genel olarak bütün ameller hakkındadır. Yani yüce Allah onlan cennette ak*rabaları ile birlikte bir araya getirmek suretiyle yann (kıyamet gününde) bun*lar üzerindeki nimet tamamlanmış olacaktır. Her ne kadar cennete herkes ken*di ameliyle girecek olsa dahi, yine de yüce Allah'ın rahmetiyle cennete gi*rilecektir.
"Melekler de her kapıdan onların yanına girip" yani onlara ikramda bu*lunmak üzere Allah tarafından getirdikleri hediyeler ve armağanlarla onla*rın yanlarına girip; Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

24- "Sabrettiğiniz şeylere karşılık selâm sizlere" diyeceklerdir. Burada "diyeceklerdir" sözü zikredilmemiştir. Selâm sizlere ise siz her türlü afet ve mihnetten yana esenliktesiniz artık, demektir.
Bunun -her ne kadar esenlikte bulunuyor iseler dahi- esenliklerinin de*vamı için onlara yapılacak bir dua olduğu da söylenmiştir. Yani Allah, size selâmet ve esenlik versin, demektir. Bu da kip olarak haber olmakla birlik*te dua anlamındadır ve ubudiyyeti itiraf anlamını da ihtiva etmektedir.
"Sabrettiğiniz şeylere karşılık" sabretmeniz sebebiyle, sab*retmeniz karşılığında demektir. Çünkü fiil ile birlikte mastar anlamını verir. başındaki "be" harfi de "selâm sizlere" buyruğunun anlamına ta*alluk etmektedir. Hazfedilmiş bir kelimeye taalluku da mümkündür, "Bu üstün ikram sabrınız sebebiyledir" demektir. Allah'ın emir ve yasaklarına sabretmeniz sebebiyledir, anlamındadır. Bu açıklamayı da Said b. Cübeyr yapmıştır.
Dünyada fakirliğe sabretmeniz... diye de açıklanmıştır ki bu Ebu İmran el-Cevnî'ye aittir.
Allah yolunda cihada sabretmeniz sebebiyle diye de açıklanmıştır. Nite*kim Abdullah b. Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Allah'ın yarattıkları arasından cennete kimlerin gireceğini bili*yor musunuz?" Onlar: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Kendileri vasıtasıyla serhadlerin korunduğu, onlar sebebiy*le hoş olmayan şeylerden korunulan ve onlardan birisi öldüğünde ihtiyacı*nı içinde gizlemiş ve onu gerçekleştirememiş olarak ölen mücalıidlerdir. Me*lekler bunlara gelir, her kapıdan onların yanına girip: Sabrettiğiniz şeylere kar*şılık selâm sizlere, yurdun ne güzel sonucudur bu!" (derler.) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Muhammed b. İbrahim de der ki: Peygamber (sav) her sene şehitlerin ka*birlerine gider ve şöyle derdi: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizle*re, yurdun ne güzel sonucudur bu." Ebu Bekr, Ömer ve Osman (r.anhum) da böyle yaparlardı. Bunu el-Beylıakî de Ebu Hureyre'den zikrederek şöy*le der: Peygamber (sav) şehitlere giderdi. Dağlar arasından açılan yolun ağ*zına geldiğinde (Uhud şehidlerine) şöyle derdi: "Sabrettiğiniz şeylere kar*şılık selam sizlere. Yurdun ne güzel sonucudur bu." Daha sonra Hz. Ebu Bekir de Peygamber (sav)den sonra bunu yapardı. Hz. Ebubekir'den sonra Hz. Ömer de aynı şeyi yaptı, Hz. Ömer'den sonra Hz. Osman da aynı şeyi yaptı.
Hasan-ı Basrî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Dünyada (ihtiyaç) fazlası olan şeylere karşı sabrettiğiniz için selam sizlere... demektir. Bir di*ğer açıklamaya göre itaatlere devam, masiyetlerden uzak kalmak suretiyle "sabretmenize karşılık..." demektir. Bu anlamdaki açıklamayı el-Fudayl b. İyad yapmıştır.
İbn Zeyd de der ki: Sevdiğinizi kaybetmenize rağmen "sabretmeniz se*bebiyle..."
Yedinci bir anlama gelme ihtimali de vardır: Şehvetlerin, isteklerin arka*sına takılmaya karşı sabrettiğiniz için...
Abdullah b. Selam ile Ali b. el-Huseyn (r.anhum) dediler ki: Kıyamet gü*nü geldiğinde bir münadi: Sabreden kimseler ayağa kalksın, diye seslenir. İn*sanlar arasından bir grup insan kalkar. Onlara, haydi cennete doğru gidin, denilir. Melekler onları karşılar ve: Nereye derler, onlar da: Cennete derler. Melekler, hesabınız görülmeden önce mi? diye sorarlar. Onlar evet, diyecek*ler. Melekler: Siz kimlersiniz? diye soracaklar, onlar da: Biz sabreden kimse*leriz diyecekler. Yine melekler: Sizin sabrınızın mahiyeti neydi? diye soracak*lar. Onlar: Biz nefislerimizi Allah'a İtaat üzere sabrettirdiğimiz gibi Allah'a ma-siyetlere karşı da sabrettirdik. Dünyada bela ve mihnetlere karşı da sabret*tirdik. Ah b. el-Huseyn der ki: Bu sefer melekler onlara: Haydi cennete girin. Salih amellerde bulunanların mükâfatı ne güzeldir, diyeceklerdir. İbn Se*lâm ise şöyle der: Melekler onlara: Sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizle*re! diyeceklerdir.
"Yurdun ne güzel sonucudur bu!" Yani sizin önceden içinde bulundu*ğunuz yurdun ne güzel sonucudur bu! Siz o yurtta iken, neticede sizi için*de bulunduğunuz bu hale ulaştıracak amellerde bulundunuz. Buna göre "so*nuç (anlamındaki el-ukbâ)" bir isimdir "yurftan kasıt ise dünyadır.
Ebu İmran el-Cevnî der kir "Yurdun ne güzel sonucudur buJ" buyruğu cehennem yerine cennet ne güzeldir, demektir. Yine ondan nakledildiğine göre dünyadan sonra cennet ne güzeldir, diye açıklamıştır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

25. Allah'a verdikleri sözü andlanyla sağlamlaştırdıktan sonra bo*zanlar, Allah'ın bitiştirilmesin! emrettiği şeyi koparanlar, yer*yüzünde fesad çıkaranlar (var ya)! İşte lanet de onlaradır, yur*dun kötüsü de onlaradır.
26. Allah rızkı dilediğine genişletir, daraltır. Onlar ise dünya haya*tı dolayısı ile sunardılar. Halbuki dünya hayatı âhirete nisbet-le sadece bir geçimliktir.
Yüce Allah ahdini yerine getirenleri, emrini bitiştirip ifa edenleri söz ko*nusu edip onların mükâfatlarını da zikrettikten sonra "Allah'a verdikleri sö*zü andlanyla sstğlamlasurdıktan sonra bozanlar..." buyruğu ile de onların aksini söz konusu etmektedir.
"Ahdin bozulması (misak'ın nakzedilmesi)" Allah'ın emrinin terk edilmesi demektir. Akıllarını ihmal etmeleri anlamında olduğu da söylenmiştir. Bunlar yüce Allah'ı tanımak üzere akıllarını kullanıp düşünmeyen kimselerdir.
"Allah'ın bitiştirilmesin i emrettiği şeyi" akrabalık bağlarını ve bütün peygamberlere iman etmeyi "koparanlar, yeryüzünde" küfür ve masiyetleri iş*lemek suretiyle "fesad çıkaranlar (yar ya)! İşte lanet" yani ilâhî rahmetten kovulmak ve uzaklaştırılmak "de onlaradır, yurdun kötüsü" yani dönülecek kötü yurt -ki o da cehennemdir- "de onlaradır."
Sa'd b. Ebi Vakkas dedi ki: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a ye*min ederim ki burada sözü geçenler Harurî'lerdir (Haricîlerdir.)
Yüce Allah'ın: "Allah rızkı dilediğine genişletir" buyruğuna gelince; yüce Allah, mü'minin akıbeti ile müşrikin akıbetini söz konusu ettikten sonra, dünya hayatında rızkı genişletip yayanın bizzat kendisi olduğunu be*yan etmektedir. Çünkü dünya bir imtihan yurdudur. Kâfire geniş bir nzık ve*rilmesi, onun üstün ve değerli olduğuna delil değildir. Bazı mü'minlere az rı-zik verilmesi de onların hakir olduk la nna, küçüklüklerine delil değildir.
" Daraltır" demektir. Yüce Allah'ın: Rızkı ken*disine daraltılan kimse..." (et-Talâk, 65/7) demektir. "Daraltır")n yeteri kadar verir anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Onlar ise dünya hayatı dolayısıyla sunardılar." Bununla Mekke müş*riklerini kastetmektedir. Onlar dünya hayatı dolayısıyla sunardılar ve ondan başkasını tanımayıp Allah'ın nezdindekileri bilemediler. Bu buyruk "yeryü*zünde fesad çıkaranlar" buyruğuna atfedilmiştir. Âyet-i kerîmede takdim ve tehir vardır ki, ifadenin takdiri şöyledir: Sağlamiaştınlmasından sonra Allah'ın ahdini bozanlar, Allah'ın bitiştirilmesin! emrettiği şeyi kesenler, yeryüzünde fesad çıkartanlar ve dünya hayatı dolayısı ile şımaranlar (var ya; işte lanet onlaradır,..)
"Halbuki dünya hayatı âhîrete nisbetle" âhiretin yanında "sadece bir ge*çimliktir." Yani eşyalardan bir eşya gibidir. Tencere ve küçük bir tepsi gi*bi bir şeydir. Mücahid de; geçip giden azıcık bir şey demek olup günün yük*seldiğini anlatmak için kullanılan; Gün yükseldi" tabirinden alınmıştır. Böyle bir günün ise mutlaka zeval bulması kaçınılmazdır, der. tbn Abbas der ki: Dünyanın geçimliği, çobanın azığı gibi bir azıktır, demektir.
Bir diğer açıklamaya göre, dünya hayatının geçimliği dünyada iken ken*disinden yararlanılan şeyler demektir.
Geçimliğin, âhiret için dünyadan edinilen azık anlamında olduğu da söylenmiştir. Takva ve salih amel gibi.
Yüce Allah ''yurdun kötüsü de onlaradır" diye durumlarını belirttikten sonra "Allah rızkı dilediğine genişletir, daraltır" buyurarak rızkı dilediği*ne genişletip yayacağını, dilediğinin rızkını da daraltacağını bildirmekte ve daha sonra da şöyle buyurmaktadır: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

27. Kâfir olanlar:’Kendisine Rabbinden bîr âyet indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: "Şüphesiz Allah dilediğini saptırır ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir."
28. Bunlar İman edenlerdir, gönülleri Allah'ın zikri ile huzura ka*vuşanlardır. Haberiniz olsun ki; kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.
Yüce Allah: "Kâfir olanlar: Kendisine Rabbİnden bir âyet indirilmeli de*ğil miydi? derler" buyruğunda olduğu gibi, Peygamberlerin doğruluğuna de*lâlet eden tek bir âyet (mucize) gördükten sonra onlara mucizeler gösterme teklifinde bulunmanın bir cahillik olduğunu bir kaç yerde açıklamaktadır.
Bu sözleri söyleyen kişi Abdullah b. Ubeyy ile onun arkadaşlarıdır. Pey*gamber (sav)den bir takım mucizeler "âyetler" göstermesini istediklerinde bu sözleri söylemişlerdi.
"De ki: Şüphesiz Allah" azze ve celle "dilediğini saptırır." Yani bir ta*kım âyetleri indirdikten ve sizleri bunları delil olarak kullanmaktan mahrum ettikten sonra sapıklıkta bıraktığı gibi, başkalarının inmesi esnasında da sizleri saptırır "ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir."Kendisine" buyruğundaki zamir hakka yahut İslâm'a veya yüce Al*lah'a racîdir. Yani: O, kalbiyle kendisine dönen kimseleri dinine ve kendisi*ne itaate hidayet eder. Zamirin Peygamber (sav)e ait olduğu da söylenmiştir.
"Bunlar iman edenlerdir" buyruğundaki: "Bunlar" nasb mahal-lindedir. Çünkü mef'uldür; Allah iman eden bu kimseleri hidayete iletir de*mektir. Bunun "kendisine yönelenler" buyruğundan bedel olduğu da söy*lenmiştir, o da yine nasb mahallinde olur.
"Gönülleri Allah'ın zikriyle huzura kavuşanlardır." Yani yüce Allah'ı tevhid ile kalpleri sükûna erer. Teselli bulur ve böylelikle huzura kavuşur. Ya*ni bunların kalpleri dilleriyle birlikte Allah'ı zikretmeye devam etmek sure*tiyle huzur bulur. Bu açıklamayı Katâde yapmıştır.
Mücahid, Katâde ve başkaları da derler ki: Allah'ın zikrinden kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir. Süfyan b. Uyeyne ise, Allah'ın emridir diye açıklamıştır. Mukatİl Allah'ın va'di diye açıklamıştır.
İbn Abbas, Allah'ın adıyla yemin ederek... diye açıklamıştır. Yahut onların kalpleri Allah'ın lütuf ve nimetlerini hatırlayarak huzur bulur, tıpkı O'nun adalet, intikam ve kazasını hatırlamakla titrediği gibi.
"Allah'ın zikri ile" buyruğunun, onlar Allah'ı anarlar, O'nun âyetleri üzerinde dikkatle düşünürler ve böylelikle basiretli bir şekilde kudretinin ne kadar mükemmel olduğunu bilip, tanırlar, anlamına geldiği de söylenmiştir.
"Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur."
Buradaki "kalpler"den kasıt mü'minlerin kalpleridir, İbn Abbas der ki: Bu, ye*min etmek hakkındadır. Bir kimsenin hasmı Allah adı ile yemin ettiği takdir*de, kendisine yemin olunanın kalbi huzura kavuşur.
"Allah'ı anmakla" Allah'a itaat etmekle diye açıklandığı gibi; Allah'ın mü-kâfatıyla, Allah'ın va'diyle diye de açıklanmıştır. Mücahid der ki: Bunlar Peygamber (sav)in ashabıdır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

29. İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Güzel dönüş ye*ri de onlarındır.
Yüce Allah'ın: "İman edip salih amel İşleyenlere ne mutlu" buyruğu mübtedâ ve haberdir. Anlamının: "Onlara ne mutlu" şeklinde ol*duğu söylenmiştir. Buna göre; " Ne mutlu" kelimesi mübtedâ olarak merfudur. Bununla birlikte şu takdirde nasb mahallinde olma imkânı da var*dır: Allah onlara Tuba'yı takdir etmiştir. Buna; "Güzel dönüş ye*ri de onlarındır" buyruğu da sözü geçen iki şekilde de atfedilebilir ve merfu veya mansub olabilir.
Abdu'r’Rezzak naklederek der ki: Bize Ma'mer, Yahya b. Ebi Kesir'den ha*ber verdi. O, Amr b. Ebi Yezid el-Bikâlî'den, o Utbe b. Abd es-Sülemî'den de*di ki: Bedevî bir Arap Peygamber (sav)in yanına gelerek cennete ve Havza dair ona soru sordu ve: Orada meyve var mıdır? dedi. Hz. Peygamber: "Evet, bir de Tûbâ diye adlandırılan bir ağaç da vardır." Bedevi: Ey Allah'ın Rasûlü bizim yerleri mi zdeki ağaçlardan hangisine benzer? Hz. Peygamber:
"Senin bulunduğun yerdeki ağaçlardan hiçbirisine benzemez. Şam’a hiç gittin mi? Orada ceviz diye bilinen bir ağaç vardır. O ağaç bir gövde üzerinde yükselir ve üst tarafı da yayılır. " Bedevi:
"Ey Allah’ın Rasulü, peki bunun kökünün büyüklüğü ne kadardır?" diye sorunca Hz. Peygamber:
"Şayet yakınlarına ait dört yaşını bitirmiş bir dişi deveye binecek olsan, aşırı yaşlılıktan dolayı göğsünün kemiği kırılıncaya kadar sen bunun gövdesinin etrafnı dolaşamazsın" dedi. (ve ravi) hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Biz bu hadisin tamamını "et-Tezkire" adlı kitabımızın cennet ile ilgili bahislerinde zikrettik. Yüce Allah’a hamdolsun.
İbnü’l-Mubarek de şöyle demektedir: Bize Ma’mer el-Eş’as’tan, o Abdullah’tan, o Şehr b. Havşeb’ten, o Ebu Hureyre’den naklen dedi ki: Cennette Tuba denilen bir ağaç vardır. Yüce Allah ona: "Kulum için istediği her şeyi yarılarak içinden çıkar", diye buyurur. Bu ağaç da yarılarak ona içinden eğeri, dizginleri ve dilediği bir şekilde bir at çıkartır. Yine içinden dilediği şekilde üzerinde eğer takımları ve dizginleri, yuları bulunan deve çıkartır. İstediği gibi en güzel develeri ve elbiseleri de çıkartır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İbn Vehb de Şehr b. Havşeb yoluyla, o Ebu Umame el-Bahili’den şöyle dediğini nakletmektedir: "Tuba cennetteki bir ağaçtır. Bu ağaçtan bir dalın bulunmadığı tek bir ev yoktur. Ne kadar güzel kuş varsa mutlaka o ağaçtadır, ne kadar güzel meyve varsa mutlaka o ağaçtandır.
Şöyle de denilmiştir: Bu ağacın gövdesi Peygamber (s.a.v.)’in cennetteki köşkündedir. Sonra dalları cennet ehlinin köşklerine yayılır. Tıpkı ilim ve imanın ondan bütün dünyaya yayıldığı gibi.
İbn Abbas der ki: "Onlara Tubâ vardır." Yani onlara sevinç ve göz aydınlığı vardır. Yine ondan nakledildiğine göre "Tubâ" Habeşçe’de cennetin adıdır. Said b. Cübeyr de böyle demiştir. Er-Rabi b. Enes der ki: Tuba, Hint dilinde bahçe demektir. el-Kuşeyri der ki: Eğer bu doğru ise her iki dil arasında bu kelimede bir uyum var, demektir.
Yine Katade der ki: "Onlara Tubâ vardır." Onlara güzellik vardır, demektir. İkrime, onlara bol nimetler vardır, İbrahim en-Nehai onlara hayır vardır diye açıklamıştır
Yine İbrahim en-Nehai’den Allah’tan onlara bir lütuf vardır, diye açıkladığı nakledilmiştir. ed-Dahhak ise onlara imrenilecek şeyler vardır, demiştir.
En-Nehhas der ki: Bütün bu açıklamalar birbirine yakındır. Çünkü “Tubâ” kelimesi “et-Tayyib” kelimesinden “Fu’lâ” vezninde bir kelimedir. Yani hoş ve güzel geçim onlaradır. Bütün bunlar da "tayyib" (hoş ve güzel) olan şeye racidir. ez-Zeccâc der kî: Tûbâ kelimesi "et-tayyib"den "fu'lâ" vezninde bir ke*limedir ki, bu da onların hoşlanacakları bir durum demektir. Kelimenin as*lı ise; şeklinde olup "ya" harfi sakin ondan önceki harf ötreli olduğun*dan dolayı "vav"a dönüşmüştür. Tıpkı; Zengin, yakîn sahibi de*dikleri gibi.
Derim ki: Sahih olan "Tûbâ"nın bir ağaç olduğudur, çünkü sözünü etti*ğimiz merfu hadis bunu gerektirmektedir ve es-Süheylî'nin belirttiğine gö*re de bu sahili bir hadistir. Ayrıca Ebu Ömer bu hadisi et-Temhîd'de de nak-letmektedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Biz de hadisi oradan naklettik. Yine bu hadisi es-Sa'lebî de Tef-sir'inde zikretmektedir. el-Mehdevî ile el-Kuşeyrî de Muaviye b. Kurre'den, onun da babasından naklettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: Tûbâ cennetteki bir ağaçtır, Allah onu kendi eliyle dikmiştir. Ona ruhundan üflemiş olup bu ağaç süs eşyalarını ve güzel elbiseleri bitirir. Bu ağacın dal*ları cennetin Sur'unun arkasından dahi görülür." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu tür haberleri daha faz*la görmek isteyen es-Sa'lebnin tefsirin )i mütalaa etsin.
İbn Abbas der ki; "Tûbâ" cennettteki bir ağaç olup, onun kökü Hz. Ali'nin köşkündedir. Her mü'minin evinde de bunun bir dalı bulunur.
Ebu Ca'fer Muhammed b. Ali de der ki: Peygamber (sav)e yüce Allah'ın: "Onlara tûbâ vardır. Güzel dönüş yeri de onlarındır" buyruğu hakkında so*ruldu da şöyle buyurdu: "O kökü benim köşkümde bulunan dallan da cen*nette uzanan bir ağaçtır." Sonra o ağaç hakkında bir defa daha ona soruldu şöyle buyurdu: "O kökü Ali'nin köşkünde, dallan ise cennete eğilmiş bir ağaç*tır" dedi. Bu sefer ona: Ey Allah'ın Rasûlü, onun hakkında sana sorulmuştu, sen: "O kökü benim köşkümde, dallan cennette" diye cevap vermiştin. Sonra bir daha onun hakkında sana soruldu, bu sefer; "O kökü Ali'nin köş*künde, dalları da cennettedir" diye cevap verdin. Bu sefer Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki benim de köşküm, Ali'nin de köşkü yarın cen*nette birdir ve aynı yerdedir." Yine Hz. Peygamber'den şöyle dediği nakle*dilmektedir: "O kökü benim köşkümde bulunan bir ağaçtır. Sizin herbirini-zin köşkünde de mutlaka ondan sarkan bir dal vardır,"
"Güzel dönüş yeri de onlaradır" buyruğundakî: "Dönüş yeri" ile aynı kökten olmak üzere; Döndü, demektir.
İfadenin takdirinin şöyle olduğu da söylenmiştir: İman edip gönülleri Al*lah'ın zikri ile itminana kavuşanlara ve salih amel işleyenlere Tûbâ vardır. (On*lara ne mutlu)! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

30. Seni de öylece, kendilerinden evvel nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete, sana vahyettiğimizi kendilerine okuman için gönderdik. Halbuki onlar Rahmanı inkâr ediyorlar. De ki: "O, benim Rabbimdlr. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız O'na güvenip dayandım. Dönüşüm de yalnız O'nadır."
"Seni de öylece, kendilerinden evvel nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete, sana vahyettiğimizi" yani Kur'ân-ı Kerîm'i "kendilerine oku*man İçin gönderdik." Senden önce pek çok peygamber gönderdiğimiz gi*bi, seni de peygamber olarak gönderdik, demektir. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır.
Şöyle de açıklanmıştır: Kendilerine Muhammed (sav)in peygamber olarak gönderildiği kimselere ihsan olunan ni'met, ondan önceki peygamberlerin kendilerine gönderilmiş olduğu kimselere İhsan olunmuş nimetlere benze*tilmiştir.
"Halbuki onlar Rahman! İnkâr ediyorlar." Mukatil ve İbn Cüreyc der ki: Bu buyruk, Hudeybiye barışı esnasında barış şartlarını yazmak istedikleri sı*rada inmiştir. Bu sırada Peygamber (sav), Ali (r.a)'a: "Bismillahirrahmanirra-hîm, yaz" dîye emretmişti. Süheyl b. Amr ile müşrikler ise: Biz Rahman ola*rak ancak Yemame'nİn sahibini biliyoruz. Bunlarla Müseylime el-Kezzâb'ı kas*tetmişlerdi. O bakımdan "Bismikellalıumme (senin adınla ey Allah'ım)" di*ye yaz, dediler. İşte cahîliye dönemi insanları böyle yazıyorlardı.
Peygamber (sav) de bunun üzerine Hz. Ali'ye: "Yaz, bu Allah'ın Rasûlü Mu*hammed (sav)in üzerinde barış yaptığı şartlardır" dedi. Ancak Kureyş müş*rikleri: Sen gerçekten Allah'ın Rasûlü olduğun halde buna rağmen biz senin*le savaşsak ve seni engellemiş olsak, elbette sana zulmetmiş oluruz. Ama bu*nun yerine sen: "Bu Abdullah'ın oğlu Muhammed'İn üzerinde barış yaptığı şartlardır" diye yaz, dediler.
Peygamber (sav)in ashabı: Bize izin ver de bunlarla çarpışalım, dediler*se de Hz. Peygamber: "Hayır, bunun yerine istedikleri gibi yaz" dedî ve bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.
İbn Abbas da der kî: Bu buyruk, Kureyş kâfirleri hakkında Peygamber (sav) kendilerine: "Rahman'a secde edin" dediği esnada onlar: Rahman da kimmiş? demeleri üzerine inmiştir.
Ey Muhammed onlara "de ki O" Sizin inkâr ettiğiniz "benim Rabbimdir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur" O'ndan başka ma'bud yoktur. O zatıyla bir ve tektir, isim ve sıfatlan farklı farklı olsa dahi.
"Ben yalnız O'na tevekkül ettim" güvenip, dayandım "dönüşüm de yal*nız O'nadır." Yarın O'nun huzuruna döneceğim. Bugün de aynı şekilde ben O'na, kazasına nza göstererek, emrine teslim olarak güvenip dayandım.
Denildiğine göre Ebu Cehil, Rasûlullah (sav)ı (Ka'be'nin) Hicr'inde: "Ey Al*lah, ey Rahman..." diye dua ettiğini işitince, şöyle demiş: Muhammed bize ilah*lara ibadet etmeyi yasaklıyordu. Şimdi kendisi iki ilaha dua etmektedir. Bu*nun üzerine bu âyet-i kerîme ve yüce Allah'ın: "De ki: İster Allah diye çağı*rın, ister Rahman diye çağırın..." (el-İsra, 17/110) buyruğu nazil oldu. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

31. Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü veya onunla yerin parça parça edildiği, kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur'ân olsaydı... (bu olurdu). Fakat bütün emirler yalnız Allah'ındır. İman edenler hâlâ şu gerçeği bilmediler mi ki; Allah dikseydi, elbette İnsanların tümünü hidayete erdirirdi. Allah'ın va'di ge*linceye kadar da o kâfirlerin başına İşledikleri yüzünden ya an-sızın büyük bir musibet gelip çatacak yahut yurtlarının yakına konup duracakta-. Şüphesiz Allah va'dinden dönmez.
Yüce Allah'ın: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü... bir Kur'ân ol*saydı" şeklindeki bu buyruk, daha önce geçen: "Kendisine Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi?" (er-Râ'd, 13/27) buyruğu ile ilgilidir. Şöyle ki: Mahzumoğullanna mensup olan Ebu Cehil ve Abdullah b. Ümeyye'nin de bu*lunduğu Mekke müşriklerinden bir topluluk Kâ'be'nin arka tarafında oturdu*lar. Sonra Rasûlullah (sav)a haber gönderdiler. O da yanlarına geldi. Abdul*lah kendisine; Eğer bizim sana tabi olmamız seni sevindirecek (memnun ede*cek) ise haydi Kur'ân ile Mekke'nin dağlarını gözümüzün önünde yürüt ve bu dağlan bizden uzaklaştır ki ortalık biraz genişlesin. Çünkü burası dar bir arazidir. Bu şehirde bizim için pınarlar ve nehirler akıt, ta ki ağaç dikelim, ekin ekelim. Sen, senin iddia ettiğin gibi Rabbin nezdinde Davud'dan daha önemsiz değilsin, Davud'a ise Rabbi dağlan müsahlıar kılmıştı ve dağlar onun*la birlikte yürüyordu. Rüzgarları da bize müsahlıar kıl, biz bu rüzgarlara bi*nip Şam'a kadar gidelim. Yiyeceklerimizi ve ihtiyaçlarımızı rüzgarın üzerin*de oraya giderek görelim. Sonra da aynı günümüzde geri dönelim. Çünkü se*nin iddia ettiğine göre Süleyman'a da rüzgâr musahhar kılınmıştı. Şüphesiz ki sen Rabbin nezdinde Davud'un oğlu Süleyman'dan daha önemsiz değil*sin. Yîne bize senin büyük atan Kusay'ı veya senin istediğin ölülerimizden herhangi bir kimseyi dirilt te ona soralım: Gerçekten senin bu söylediğin bir hak mıdır? Yoksa batıl mıdır? Çünkü İsa ölüleri diriltirdi ve hiç şüphesiz sen Allah nezdinde ondan daha ehemmiyetsiz değilsin. Bunun üzerine yüce Al*lah da: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü... bîr Kur'ân olsaydı" âye*tini indirdi. Bu anlamdaki açıklamayı ez-Zübeyir b. el-Avvâm, Mücahid, Katâde ve ed-Dahhâk yapmışlardır.
Buyrukta cevap hazfedilmiş otup, takdiri şöyledir: ... (böyle) bir Kur'ân olsaydı, elbetteki bu Kur'ân olurdu. Ancak takdiri cevap îcâz (özlü) olsun di*ye hazmedilmiştir. Çünkü kelâmın zahirinde zaten buna delâlet vardır. Şair İm-ruu'l-Kays'in şu beyitinde olduğu gibi:
"Eğer o bir defada ölen bir nefis olsaydı...
Fakat o (hastalığım sebebiyle) parça parça dökülen canlar durumundadır."
Burada canım bir defada çıkmış olsaydı, bana kolay olurdu, demek iste*mektedir.
Katâde'nin görüşünün anlamı budur. O der ki: Eğer size indirilen bu Kur'ân'dan önce herhangi bir Kur'ân (okunan kitap) böyle bir şeyi yapmış olsaydı, sizin Kur'ân'ımz da bunu yapardı.
Cevabın önceden geçtiği ve İfadede takdim ve te'hir olduğu da söylenmiş*tir. Yani: Onlar yine Rahman'ı inkâr ederler. İstersek Biz, Kur'ân'ı indirip on*ların teklif ettikleri şeyleri yapsak dahi. el-Ferrâ der ki: Cevabın şu şekilde olmass da mümkündür: Eğer onların bu dedikleri yapılacak olsa hiç şüphe*siz ontar yine de Rahman'ı inkâr ederler.
ez-Zeccâc der ki: Yüce Allah'ın: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü... bir Kur'ân olsaydı" yine iman etmezlerdi. Burada gizli bulunan cevap yü*ce Allah'ın: "Eğer Biz onlara gerçekten melekleri indirseydik... yine de Al*lah dilemedikçe iman etmezlerdi"(el-En'âm, 6/111) buyruğunda açıkça ifa*de edilmiştir.
"Fakat bütün emirler yalnız Allah'ındır." Yani bütün emirlerin mutlak mâliki, onlardan dilediğini yapan O'dur. Yoksa sizin bu istedikleriniz Kur'ân İle olacak şeyler değildir, bunlar ancak Allah'ın emri ile olur.
"İman edenler hâlâ şu gerçeği bitmediler mi ki" buyruğundaki; Nehaiiların şivesinde "bildi" anlamındadır. el-Kuşeyrî de bunu İbn Abbas'tan nakletmiştir. Dİlmcdiler mi ki, demektir. el-Cevherî de "es Sıhâh" adlı ese*rinde bunu böyle açıklamıştır.
Hu kelimenin bu anlamda kullanslmasının Hevazinlilerin şivesi olduğu da söylenmiştir. Bilmedi(ler) mi ki demek olduğu, İbn Abbas, Mücahid ve el-Hasen'den nakledilmiştir. Ebu Ubeyde der ki: Onlar bilmediler ve açıkça anla*madılar mı ki, anlamındadır. Ebu Ubeyde bu hususta Malik b. Avf en-Nasrî'ye ait Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. şu beyiti de nakletmektedir:
"Benim kimin payına düşeceğimi tesbit etmek için oklarla kur'a çektiklerinde,
yol ağzında onlara diyordum ki:
Siz benim Zehdem atlısının oğlu olduğumu bilmez misiniz?"
el-Bakant Sûresi'nde (2/219. âyetin tefsirinde) de bu beyit geçmiş bulun*maktadır. Bu beyitteki; " Benim kimin payına düşeceğimi tesbit et*mek için kur'a çektiklerinde" anlamındaki ifade; "Beni esir aldık*larında" şeklinde de rivayet edilmiştir.
Rebâhb. Adîdeder ki:
"Bunlar benim onun oğlu olduğumu bilmiyorlar mı ki?
Her ne kadar aşiretimin topraklarından uzakta bulunuyor isem dahi."
lcKitabu'r-Redd''â.e de; " Benim onun oğlu olduğumu..." şek*linde rivayet edilmiştir. el-Ğaznevî de bunun bu şekilde "bilmedi...îer mi" an*lamında olduğunu nakletmiştir.
Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: İman edenler bitmediler mi ki eğer Allah dilese hiç şüphesiz mucizeleri (âyetleri) görmeksizin dahi bütün insan*ları hidayete erdirirdi.
Bu kelimenin bilinen anlamı İle "ye's"den geldiği de söylenmiştir. Yani iman edenler hâlâ bu kâfirlerin iman edeceklerinden yana ümit kesmediler mi? Çünkü iman edenler şunu bilirler ki; şüphesiz Allah eğer onların hida*yete gelmelerini dilemiş olsaydı, elbette onları hidayete erdirirdi. Çünkü mü'minler kâfirlerin iman etmelerini arzu ederek mucizelerin indirilmesini temenni etmişlerdi.
Ali ve İbn Abbas ise; "İman edenler açıkça bilmediIer mi ki..." diye okumuşlardır.
el-Kuşeyrî der ki; İbn Abbas'a yazılı olan şekliyle "bilmediler mi ki" an*lamındadır, demeleri üzerine, o şu cevabı vermiş: Kâtibin bunu uykulu iken yazdığını zannediyorum. Yani bununla bazı harfleri ziyade ederek "bildi" an*lamındaki kelime ortaya çıktı.
Ancak Ebu Bekir el-Enbarî şöyle demektedir: İkrime'den, o îbn Ebi Ne-cih'den; "İman edenler açıkça bilmediler mi ki..." şeklin*de okuduğu rivayet edilmiştir. Tilavette bunun doğru olduğunu iddia eden*ler de bunu delil gösterirler. Ancak böyle bir rivayetin İbn Abbas'tan geldi*ği batıldır. Çünkü Mücahid ve Saİd b. Cübeyr, İbn Abbas'tan bu kelimeleri Mushaf taki şekliyle, Ebu Amr'ın kıraati ve onun Mücahid'den ve Said b. Cü-beyr'den ikisinin de İbn Abbas'tan rivayet ettiği şekliyle okumuşlardır. Dîğer taraftan eğer onlann bu kıraatinin "açıkça bilmediler mi ki" anlamındaki kı*raat ile eğer Allah'ın, kendilerinin icma'a muhalif olarak okudukları o lafzın anlamını murad ettiğini kabui ediyorlarsa, bizim kıraatimiz zaten o manayı veriyor ve o kıraatin anlamı İle aynı neticeye varıyor. Eğer yüce Allah "bilmek" anlamında olmayan "ümit kesmek" şeklindeki diğer anlamı murad etmiş ise; bu muhalif kıraati tercih edenlerin maksatları ortadan kalkmış olur.
Böyle bir maksadın düşmesi ise Kur'ân-ı Kerîm'i iptal eder ve bu görüşün sa*hiplerinin iftiracı olmalarını gerektirir.
"Allah dleseydi" buyruğun da ki; şeddeli "nun"dan tah*fif edilmiştir ki; "şüphesiz Allah dikseydi" anlamındadır. " ... elbette insan*ların tümünü hidâyete erdirirdi." Bu da Kaderiye'nin vb. kanaatlerini red*detmektedir.
"Allah'ın va'di gelinceye kadar da o kâfirlerin başına işledikleri yüzün*den ya ansızın büyük bir musibet gelip çatacak" yani küfür ve inatları se*bebiyle ummadıkları bir zamanda bîr musibet gelip onları bulacak.
" Musibet" kelimesi ile aynı kökten olmak üzere; "Bir iş başına geldi, bir musibetle karşılaştı" denilir. Çoğulu da; şeklindedir. Bunun mastar olarak asıl anlamı vurmak, çalmaktır. Şair der ki:
"Eskiden beri sahip olduğum, miras aldığım malları da sonradan topladığım bağ, bahçe ve akarları da tüketti. Şarap kâselerini sürahilerin ağızlarına yapıştırmam."
Buyruğun anlamı şudur: Müşriklerin elebaşıları olup alay edenlerin ba*şına geldiği gibi, Erbed'e isabet ettiği şekilde bir yıldınm) yahut öldürülen ya da esir edilenlerin başına geldiği gibi, öldürme, kıtlık ve bunun dışında çeşitli azab ve bela türlerinden helak edici bir musibet onlara gelip çatacak*tır.
İkrime, İbn Abbas'tan (âyet-i kerîmede geçen ve musibet anlamındaki) el-kâria hakkında musibet demektir, dediğini nakletmektedir. Yine İbn Abbas ve ikrime derler ki: Kâria, Rasûluliah (sav)ın onlar üzerine göndermiş oldu*ğu gözcü birlikler ve küçük askeri birliklerdir.
"Yahut" -Katide ve el-Hasen'in dediğine göre- bu musibet "yurtlarının yakınına konup, duracaktır." İbn Abbas da der ki: Yahut sen onların yurt*larına yakın bir yerde konacaksın, anlamındadır.
Denildiğine göre; âyet-i kerîme Medine'de inmiştir. O zaman anlam şöy*le olur: Musibetler onlara isabet edip duracak, onların yurtlarına yahut Me*dine ve Mekke'nin yakınındaki kasabalar gibi onlara yakın yerlere de inme*ye devam edecektir.
"Allah'ın" Katâde ve Mücahidin dediklerine göre Mekke'nin fethine da*ir "va'di gelinceye kadar."
Bu âyet-i kerimenin Mekke'de İndiği söylenmiştir. Yani musibetler onla*ra isabet edip duracak ve sen ey Muhammed, onların yanlarından çıkıp Me*dine'ye gideceksin. Onların yurtlarına yakın bir yerde yahut onları muhasa*ra etmek üzere onların yakınına konacaksın. Sözü geçen bu muhasara Taiflilere ve Hayber kalelerine yapılmıştı. İşte o vakit onlarla savaşmak ve on*ları kahretmek hususunda sana izin vermek suretiyle Allah'ın va'di de gele*cektir. el-Hasen der ki: Allah'ın va'dinden kasıt kıyamet günüdür. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

32. Andolsun senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti. Ben de o kâfirlere mühlet verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış?
33. Her nefisin bütün kazandığını gözetleyen (Allah ile putları bir) mi? Halbuki onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Bunların adla rmi söyleyin. Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yoksa siz üstün körü söz mü söylüyorsunuz?" Ha*yır, bilakis o kâfirlere tuzakları süslü gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkondular. Allah kimi şaşırtırsa, artık ona hidayet ve*recek hiçbir kimse yoktur.
34. Onlar İçin dünya hayatında bir azap vardır. Âhlret azabı ise el*bette daha zorludur. Onları Allah'a karşı koruyacak hiçbir kim seleri de yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

32- "Andokun senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti. Ben de o kafirlere mühlet verdim, sonra da onları yakalayıverdim." "Alay et-
me"nin anlamına dair açıklamalar bundan önce el-Bakara Sûresi'nde (2/14. âyetin tefsirinde) "mühlet verme"ye dair açıklamalar da Âl-İmran Sûresi'nde (3/178. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Yani o peygamberlerle alay edildi, onlar küçümsendiler. Ben de kâfirle*re ilmimde aralarından iman edecek olan kimseler iman etsin diye bir süre mühlet verdim. Hükmümün gelmesi hak olunca, gönderdiğim ceza ile on*ları yakaladım.
"Benim cezalandırmam nasdmış?" Yani Benim onlara yapağımı nasıl bul*dun? İşte senin kavminin müşriklerine de böyle yaparım. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

33- "Her nefsin kazandığını gözetleyen mi?" buyruğundaki; "Gözetleyen" kelimesindeki "kıyam" oturmanın zıttı olan bir kıyam değildir. Buradaki bu kıyam mahlukatm işlerini görüp gözetmek, çekip çevirmek an*lamındaki kıyamdır. Nitekim; "Filan kişi bu iş için ayağa kalktı (bu işi gördü)" denilmesi de bu kabildendir.
Buyruğun anlamı şöyledir: Herbir nefsin kazandıklarını görüp, gözeten ya*ni herbir nefse kazanma gücünü veren, onu yaratan, onu rızıklandıran, onu koruyan ve yaptıklarının karşılığını ona verecek olan O'dur. Bu da O herbir şeyi gözetleyen, koruyandır, asla gafil değildir, demektir.
Şartın cevabı hazmedilmiştir, yani koruyup gözetleyen ve hiçbir şekilde ga*fil olmayan, gafil olan gibi midir? Anlamın: "Her nefsin bütün kazandığını gö*zetleyen" yani bilen... demek olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı da el-A'meş yapmıştır. Şair de der ki:
"Eğer Kureyş'ten izzet sahibi bir takım adamlar olmasaydı... Allah bildiği halde, siz Beyt'in örtülerini çaldınız."
Buna göre buyruk, Allah herbir nefsin kazandığını bilendir, demektir. Bu*nunla kastedilenin Ademoğulları üzerinde görevli melekler oldukları da söylenmiştir ki, bu görüş ed-Dahhâk'dan nakledilmiştir.
"Halbuki onlar Allah'a ortaklar koştular." Buradaki "halbuki onlar... koş*tular" anlamındaki buyruk haldir. Onlar ortak da mı koşuyorlar? dernek olur. "Alay edilmişti" buyruğuna ati edilmiş de olabilir, yani onlarla alay edil*mişti ve Allah'a da ortak koştular demek olur.
"Allah'a" bir takım putları İlah kabul ederek "ortaklar koştular. De ki: Bunların adlarını söyleyin." Yani ey Muhammed, sen onlara: "bunların ad*larını söyleyin" yani isimlerini acımayın, de. Bit da onları tehdit etmek an*lamındadır, Yahut: Onlar ancak bu putlara Lat, Uzza, Menat ve Hübel adla*rını verebilirler.
"Siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" buyruğundaki istifham (soru), onları azarlamak içindir. Siz O'na böyle bir şeyi mi haber vermeye kalkışıyorsunuz demekıir. Bu buyruk mana itibariyle da*ha Önceden geçmiş bir soruya atfedilmiştir. Çünkü yüce Allah'ın: "Bunların adlarını söyleyin" buyruğunun anlamı, bunlar yaratanların isimlerini mi ta*şımaktadırlar "yoksa siz yeryüzünde O'na bilmediği bir şeyi mi haber ve*riyorsunuz?" şeklindedir.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Onlara de ki: Siz Allah'a O'nun bil*mediği gizli bir şeyi mi haber veriyorsunuz "yoksa siz" O'nun bildiği "zahir bir şeyi mi haber veriyorsunuz" demektir. Eğer onlar; Onun bilmediği giz*li bir şeyi haber veriyoruz diyecek olurlarsa, imkansız bir şey söylemiş olur*lar. Şayet O'nun bildiği zahir ve açıkta olan bir şeyi söylüyoruz derlerse, on*lara; O halde bunların adlarını söyleyin? de. Eğer Lat ve Uzza isimlerim sa*yacak olurlarsa, onlara: "Allah kendisinin herhangi bir ortağı olduğunu bil*miyor, de."
Yüce Allah'ın: "Yoksa siz... O'na... mi haber veriyorsunuz?" buyruğunun yüce Allah'ın: "Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen mi?" buyruğuna atfedildiği de söylenmiştir. Yani herbir nefsi gözetleyen olan Allah'a mı siz bilmediği bir şeyi haber veriyorsunuz? Yani siz Aüah'ın ortağı olduğunu id*dia etmektesiniz. Allah ise kendisinin ortağı olduğunu bilmemektedir. Ken*disinin bilmediği ve yeryüzünde O'nun ortağı olan bir kimsenin varlığım mı O'na haber vereceksiniz? Yerin dışında ortağı bulunmamakla birlikte- özel*likle yeryüzünde ortağı olmasını reddetmesi onların yerde Allah'ın ortakla*rı olduğunu iddia etmeleri dolayısıyladır.
"Yoksa siz zahir bir söz mü söylüyorsunuz?" Yani Allah'ın peygamberlerine indirmiş olduğu açık bir sözü mü söylemektesiniz? Katâde: Batıl bir söz mü söylüyorsunuz? diye açıklamıştır. Şairin şu bey iti de bu kabildendir:
"Sen onların sütleri ve etleri dolayısıyla mı bizi ayıplıyorsun,
Ey Rayta'nm oğlu, bunun utanılacak bir şey olduğu zahirdir (yani batıldır)."
ed-Dahhâk ise yalan bir sözü mü ona haber vermektesiniz, diye açıkla*mıştır.
Beşinci bir manaya gelme İhtimali de vardır: Zahir olan söz, onların söy*leyecekleri sözlerle açığa çıkacak olan bir delil olabilir. O takdirde buyruğun anlamı şöyle olur: Siz bu hususa tanıklık edenler olarak mı bunu ona haber veriyorsunuz, yoksa delil getirerek mi söylemektesiniz?
"Hayır, bilakis o kâfirlere tuzakları süslü gösterildi." Yani bu işi bir ke*nara bırak, aksine kâfirlere onların yaptıkları hile ve tuzaklar süslü gösteril*miştir. Bunun, bu şekilde bir istidrâk (yani sonradan getirilen bir açıklama) olduğu da söylenmiştir. Yani Allah'ın hiçbir ortağı yoktur, ama kâfirlere yaptıkları hile ve tuzaklar süslü gösterilmiştir.
İbn Abbas ve Mücalıid bu anlamdaki buyruğu; "Hayır, o kâfirlere tuzakları (bunu) süslü gösterdi" şeklinde malum fiil ile oku*muşlardır. Çoğunluğun kıraatine göre ise kâfirlere hile ve tuzaklarını süslü gösteren yüce Allah'tır, bu işi yapanın şeytan olduğu da söylenmiştir. Diğer taraftan küfrün hile ve tuzak (mekr) diye adlandırılması da mümkündür. Çün*kü onların Allah Rasûlüne hile ve tuzak hazırlamaları bir küfür idi,
*Ve onlar doğru yoldan alıkondular." Allah onları doğru yoldan alıkoy*du demektir. Hamza ve el-Kİsaî'nin kıraati bu şekildedir, diğerleri ise; "Alıkondular" fiilindeki "sâd"i üstün ile okumuşlardır, başkalarını alıkoydular, demektir.
Ebu Hatim de yüce Allah'ın: "Allah yolundan alıkoydular." (el-Enial, 8/47) buyruğu ile; "Onlar, kâfir olanlar sizleri Mescid-i Haram'dan... alıkoyan*lardır." (el-Fetlı, 48/25) buyruklarını nazar-ı itibara alarak üstün ile okumuş*tur.
"Süslü gösterildi" buyruğu ile "alıkondular" buyruklarında ötrelı okuyuş da aynı şekilde güzeldir. Çünkü ehl-i sünnetin görüşüne göre bunu yapanın yüce Allah olduğu bilinmektedir. Bu okuyuşun anlamında kaderin kabulü de vardır, Ebu Ubeyd'İn tercih ettiği kıraat de budur.
Yahya b. Vessâb ile Alkame; "Alıkondular" buyruğunu "sâd" har*fini esreli olarak okuduğu gibi aynı şekilde; "İşte bu be*dellerimiz de bize iade edilmiş'' (Yusuf, 12/65) şeklinde "ra" harfi esreli ola*rak, meçhul fiil şeklinde okumuştur. "Alıkondular" anlamındaki fiilin ash; şeklinde; "iade edilmiş" anlamındaki fiilin aslı da; şeklinde*dir. Birinci "dal" ikincisine idgam edilince onun harekesi makabline (önce*ki harfe) nakledilerek esreli olmuştur.
"Allah kimi" yardımsız bırakması suretiyle "şaşırtırsa, artık ona hidayet verecek" hidayette muvaffak kılacak "hiçbir kimse yoktur." İşte bu buyruk,
Kûfeliler ile onlara uyanların kıraatinin doğruluğunu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü yüce Allah: "Allah kimi şaşırtırsa" diye buyurmaktadır. "Alıkondu-lar" buyruğu da bu şekildedir.
Kıraat âlimlerinin çoğunluğu "ya"sız olarak "dal" harfi üzerinde vakıf ya*parlar. (33. âyet-i kerîmenin son kelimesine işaret edilmektedir). Aynı şekil*de; "Vekil, yardımcı" (er-Ra'd, 13/11. âyetin son kelimesi) ile; " Koruyucu" (34. âyetin son kelimesi) üzerinde de bu şekilde vakıf yapılır.
Çünkü; "Bu kadıdır, vekil ve yardımcıdır ve doğruya ile*ticidir" denildiğinde sakin olduğundan ve tenvin ile karşılaştığından dolayı "ya" harfi hazfedilir. Bununla birlikte; "Ona hidayet verecek hiç*bir kimse yoktur" şeklinde ve; "Dost ve yardımcı" " Koruyucu" şeklinde "ya" ile de okunmuştur. Bu da " Bu davetçidir, bu vekil ve yardımcıdır, bu koruyucudur" diye "ya" harfini telaffuz edenlerin söy*leyişine uygundur.
Çünkü "ya" harfinin hazfedilmesi, tenvin ile karşılaşması dolayisı ile va*sıl halinde söz konusudur. Biz vakıf yaparak, bundan yana kendimizi güven*liğe almış bulunuyoruz. O bakımdan "ya" harfi tekrar geri getirilerek bu ke*limeler "Hidayete ileten, dost ve yardımcı ve koruyucu" şek*linde olur. el-Halil de "kadı"ya nida edildiğinde; "Ey kadı" diye "ya" harfinin tesbit ile kullanıldığını kabul etmiştir. Zira nida ile birlikte tenvin söz konusu değildir. " Davet edici, üstün, yüce" kelimelerinde de tenvin olmayacağı gibi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

34- "Onlar için" yani Allah'ın yolunu engelleyen müşrikler için öldürül*mek, esir alınmak, çoluk-çocukla/ının esir düşmesi ve bunun dışında çeşit*li hastalık ve musibetler ile "dünya hayatında bir azab vardır. Âhiret aza*bı ise elbette daha zorludur" daha çetindir.
"Daha zorludur" kelimesi; "Şu şey bana zor, ağır geldi, gelir" tabirinden gelmektedir.
"Onları Allah'a karşı koruyacak hiçbir kimseleri de yoktur." Onlara ge*lecek Allah'ın azabına hiçbir kimse engel olamaz ve hiçbir kimse o azabı ön*leyemez. Bu buyruktaki; ise fazladan gelmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.