35. Takva sahiplerine va'dolunan cennetin durumu şudur: Altından ırmaklar akar, oranın yiyecekleri de devamlıdır, gölgeleri de. Takva sahiplerinin akıbeti işte budur. Kâfirlerin akıbeti ise ateştir.
Yüce Allah'ın: "Takva sahiplerine vaadolunan cennetin durumu şudur"
buyruğundaki; " Durumu" kelimesinin merfu gelmesi ile ilgili olarak nahivcilerin farklı görüşleri vardır.
Sibeveyh der ki: Bu kelime mübtedâ olarak ref olunmuştur, haberi ise haz-fedilmiştir. İfadenin takdiri de şöyledir; "Size okunan buyruklar arasında cennetin misali şudur..."
el-Halil de der ki: Bu kelime mübtedâ olarak ref edilmiş olup bunun da haberi "altından ırmaklar akar" buyruğudur. Yani takva sahiplerine vaadolu*nan cennetin niteliği, altından ırmaklar akar... anlamındadır. Bu da bir kim*senin: "Benim dediğim Zeyd ayağa kalkar" demesine benzer. Buna göre "benim dediğim" anlamındaki ifade mübtedâ "Zeyd ayağa kalkar" anlamındaki ifade de onun haberidir.
" Durumu" kelimesi; burada "sıfatı" anlamındadır. Nitekim yüce Al*lah da şöyle buyurmaktadır: "Su onların Tevrat'taki meseli (sıfatıjdır. İncil'de*ki meselleri (sıfatları)na gelince..." (el-Feth, 48/29) Bir başka yerde de: "En yüce mesel Allah'ındır." (en-Nahl, 16/60) diye buyuruimaktadır ki, en yü*ce sıfat anlamındadır.
Ancak Ebu Ati (el-Farisî) bunu kabul etmeyerek der ki: Mesel kelimesi*nin sıfat anlamına geldiği Araplardan İşitilmiş değildir. Bunun anlamı ancak "şebeh (benzerlik)"dır. Nitekim bu kelimelerden birinin diğerinin yerine kullanıldığı da görülmektedir. Mesela; "Senin mislin birisi*ne uğradım" denildiği gibi, " Senin benzerin birisine uğra*dım" da denilir. Ebu Ali der ki: Diğer taraftan bu anlam bakımından da uy*gun değildir. Çünkü "mesel" kelimesi eğer "sıfat" anlamında kullanılırsa, ifa*denin takdiri; "İçinde nehirlerin bulunduğu cennetin sıfatı..." şeklinde olur ki bu uygun bir anlam olmaz. Zira cennetteki nehir*ler bizatihi cennetin içindedir, yoksa cennetin niteliği değildir.
ez-Zeccâc der ki: Yüce Allah bizim için gayb olan hususları gördüğümüz şeylerle bize misallendirmiş, örneklendirmiştir. Yani: Cennetin misali altın*dan ırmaklar akan bir cennettir.
Ancak Ebu Ali bunu da kabul etmeyerek şöyle der: Onun bu açıklama*sına göre "mesel" kelimesi yine ya "sıfat" veya "şebehfbenzerlik)" anlamla*rından birisini İhtiva eder. Her İki şekilde de onun bu dediği uygun düşmemektedir. Çünkü "sıfat" anlamında olursa mana sahili olmaz. Zira sen: Cen*netin sıfatı... bir cennettir diyecek olup da "cennet"i haber yapacak olursan, bu da uygun değildir. Çünkü "cennet" sıfat olamaz, aynı şekilde cennetin bir benzeri... bir cennettir demek de uygun değildir. Çünkü "benzerlik (şe-beli)" iki benzer şey arasındaki benzerlik (mümâselet)dir. Bu ise bir olay hak*kında kullanılır, cennet ise bir olay değildir. Dolayısıyla birincisiyle İkincisi aynı şeyler olamazlar.
el-Ferrâ da der ki: (Bu buyruktaki) "mesel" kelimesi te'kid için Fazladan getirilmiş olup, anlam şöyledir: " Takva sahiplerine vaadolunan cennetin altından ırmaklar akar." Araplar bu şekilde*ki kullanımı "mesef" kelimesinde çokça kullanırlar. Şanı yüce Allah'ın: O'nun misli hiçbir şey yoktur." (eş-Şûrâ, 42/11) buyruğuna benzerdir ki; bu da; "O'na benzer hiçbir şey yoktur" demek*tir.
İfadenin takdirinin şöyJe oiduğu da söylenmiştir: Takva sahiplerine va'do-lunan cennetin niteliği "altından ırmaklar akan" bir cennettir.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Güzellik, nimet ve ebedilikte tak*va sahiplerine va'dolunan cennet; azab, şiddet ve ebedilikte cehenneme ben*zer. Bu açıklamayı da Mukatil yapmıştır.
"Oranın yiyecekleri de devamlıdır" kesintisizdir, ardı arkası kesilmez. Ha*berde: "Sen bir meyve aldın mı bir diğeri onun yerini tutar" denilmektedir. Biz bu hususları "et-Tezkire" adlı eserimizde açıkladık.”
Gölgeleri de" gölgesi de aynı şekildedir demek olup, "aynı şekildedir" an*lamındaki ifade hazfedilmiştir. Yani cennetin meyveleri de kesintisizdir, onun gölgesi de zeval bulmaz, İşte bu, Cehmiye'nin cennetin nimetleri zail olur ve yok olur, şeklindeki iddialarını reddetmektedir.
"Takva sahiplerinin akıbeti işte budur. Kâfirlerin akıbeti İse ateştir." Ya*ni yalanlayanların sonunda varacakları yer ve onların son duraklan, içine gi*recekleri cehennem ateşi olacaktır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

36. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinir*ler. Fakat güruhlar arasında onun bir kısmını inkâr eden kim*seler de vardır. De ki: "Ben ancak Allah'a ibadet edip O'na or*tak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim, dö*nüşüm de yalnız O'nadır.”
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinirler." Ya*ni kendilerine kitap verilenler arasından bazıları Kur'ân-ı Kerîm'e sevinirler. İbn Selam, Selman, Habeşistan'dan gelen kimseler gibi. Lafız umumî olmak*la birlikte maksat Özel kimseleredir. Katâde der ki: Bunlar Muhammed (sav)ın arkadaşlarıdır, bunlar Kur'ân'ın nuru ile sevinirler. Mücahid ve İbn Zeyd de böyle demiştir.
Yine Mücahid'den nakledildiğine göre bunlar kitap ehlinden iman eden kimselerdir. Bunların yahudi ve hristiyanlardan meydana gelen kitap ehlin*den bir topluluk olduğu da söylenmiştir. Bunlar kendi kitaplarını tasdik et*mesi dolayısıyla Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulünden sevinen kimselerdi.
îitm adamlarının çoğu da şöyle demektedir: Kur'ân-ı Kerîm'in ilk İnen buy*rukları arasında "er-Rahman" adından az söz ediliyordu. Fakat Abdullah b. Se*lam ve arkadaşları İslâm'a girince Tevrat'ta çokça anılmasına rağmen Kur'ân-ı Kerîm'de "er-Rahman" adının az zikredilmesi onları üzdü. Peygamber (sav)e bunun sebebini sormaları üzerine yüce Allah da şu âyet-i kerîmeyi indirdi: "De ki: İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırır*sanız, çağırın, esasen en güzel isimler O'nundur." (el-İsra, 17/110) Bunun üze*rine de Kureyşliler şöyle dediler: Muhammed'e ne oluyor ki önceleri bir tek ilâha davet ederken bugün Allah ve Rahman olmak üzere İki ilâha davet et*meye başladı. Allah'a yemin ederiz ki biz Rahman diye ancak Yemame'nin rah*manını biliriz. Bu sözleriyle Müseylimetu'l-Ke22ab'ı kastediyorlardı. Bunun üze*rine de yüce Allah'ın: "Halbuki onlar Rahmân'ın zikrini inkâr edenlerdir," (et-Enbiyâ, 21/36); "Halbuki onlar Rahmân'ı inkâr ediyorlar" (er-Ra'd, 13/30) buyrukları indi. Kitap ehlinin iman edenleri de "Rahman" adının anıl*masından dolayı sevindiler. Yüce Allah da: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana İndirilene sevinirler" buyruğunu indirdi.
"Fakat güruhlar arasında..." buyruğu ile kastedilenler Mekke müşrikle*ri ile yahudi, hristiyan ve mecusilerden iman etmeyen kimselerdir. Bunların Peygamber (sav) aleyhine bir araya gelen çeşitli gruplar (hizipler) oldukla*rı da söylenmiştir.
Bir diğer açıklamaya göre: Müslümanların düşmanları arasından Kur'ân-ı Kerîm'deki buyrukların bir bölümünü inkâr eden kimseler de vardır. Çünkü onlar arasında peygamberlerin kimisini itiraf edip kabul edenler vardı. Ki*misi Allah'ın gökleri ve yeri yarattığını da itiraf ediyordu.
"De ki: Ben ancak Allah'a ibadet edip O'na ortak koşmamakla emro-lundum" buyruğundaki; "(İlgili): Ortak koşmam..." anlamındaki buyruk; "İbadet etmek" buyruğuna atf edilerek.nasb ile okunmuştur. Ebu Halid ise yeni bir cümle (istinaf) olmak üzere ref ile okumuştur. Yani O'na hiç*bir ortak koşmaksızın yalnızca O'na ibadet ederim ve müşriklerden uzak ol*duğumu, Mesih Allah'ın oğludur, Üzeyr Allah'ın oğludur diyenlerden, yahu-diler gibi teşbihe itikad edenlerden uzak olduğumu da belirtirim.
"Ben ancak Ona davet ederim." Yani insanları yalnızca O'na ibadete ça*ğırırım. "Dönüşüm de yalnız O'nadir." Bütün işlerimde yalnız O'na döne*rim. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

37. İşte Biz, onu böylece Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun ki sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ ve heves*lerine uyarsan, senin Allah'a karşı ne bir yardımcın olur, ne de bir koruyucun.
"İşte Biz, onu böylece Arapça bir hüküm olarak indirdik." Yani Kur'ân-ı Kerîm'i sana indirip güruhlardan bazıları onu inkâr ettikleri gibi, Biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik.
Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerîm'i bu şekilde nitelendirmesinin sebebi, Muhammed (sav)in üzerine onu Arapça bir Kur'ân olarak indirmekle birlikte Ahzab (güruhlar)ın da bu hükmü yalanlamalarından dolayıdır. Âyetin nazmının şöyle olduğu da söylenmiştir: Senden önceki peygamberlere kitapları ken*di dilleriyle İndirdiğimiz gibi, aynı şekilde sana da Kur'ân-ı Kerîm'i Arapça bir hüküm olarak indirdik. Yanı Arapların dili ile bir hüküm olmak üzere in*dirdik.
"Hüküm" ile içindeki ahkâmı kastetmektedir. "Arapça bir hüküm" ile Kur'ân'ın tümünün kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm hak ile bâtılı birbirinden ayırd eder ve hüküm de koyar.
"Andolsun ki sana gelen bunca ilimden sonra onların" yani Allah'tan başkasına ibadet ve Ka'be'den başka bir tarafa dönmek hususunda müşrik*lerin "neva ve heveslerine uyarsan, senin Allah'a karşı ne bir yardımcın"
sana yardımcı olacak bir kimsen"olur ne de" O'nun azabından seni koruya*cak "bir koruyucun." Burada hitab Peygamber (sav)e olmakla birlikte ka*sıt onun ümmetidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

38. Andolsun Biz senden önce peygamberler göndermiş, onlara da eşler ve evlâtlar vermişizdir. Allah'ın izni olmaksızın herhan*gi bir âyeti getirmek hiçbir peygamberin yapabileceği bir iş de*ğildir. Herbir va'denin yazılmış bir hükmü vardır.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

1 - Âyetin Nüzul Sebebi:


Denildiğine göre yahudiler Peygamber (sav)i hanımları dolayısıyla ayıp*ladılar ve bundan dolayı ona dil uzatıp şöyle dediler: Bu adamın kadınlar*dan ve nikâhlanmaktan başka bir şey düşündüğünü görmüyoruz. Eğer peygamber olsaydı, peygamberlik onu kadınlarla uğraşmaktan alıkordu. Bu*nun üzerine yüce Allah bu âyeti kerîmeyi indirdi ve onlara Hz. Davud ile Hz. Süleyman'ın durumunu hatırlatarak: "Andolsun kt Biz senden önce pey*gamberler göndermiş, onlara da eşler ve evlatlar vermişizdir" diye bu*yurmuştur. Yani Biz onları Allah'ın helal kılmış olduğu dünya arzularını, is*teklerini gerçekleştiren insanlar kıldık. Peygamberin özelliği ise vahiy almak*tan İbarettir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

2- Evliliğin Teşvik Edilmesi:


Bu âyet-i kerîme nikâhlanmanın ve evliliğin teşvik edildiğine ve kadınlar*dan uzak kalmanın yani nikâhlanmamanın da yasak olduğuna delil vardır. Çünkü bu âyet-i kerîmenin de açıkça belirttiği gibi, nikahlanmak peygamber*lerin sünnetidir, Sünnet-i seniyye'de de bu anlamda buyruklar vârid olmuş*tur. Hz. Peygamberi "Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurmuştur ki, bu hadis-i şerif daha önce*den Al-i İmran Sûresi'nde (3/37. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yi*ne Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Evlenen kişi dinin yarısını tamamla*mış olur. Öbür yarısında da Allah'tan korksun." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu, nikâhın kişiyi zinadan alıkoyduğu anlamındadır. Zinadan uzak dur*mak ve iffetini korumak ise Rasûlullah (sav)ın, yerine getirilmeleri halinde cenneti taahlıüd ettiği iki hususiyetten birisidir. Şöyle buyurmuştur: "Allah ki*mi iki şeyin kötülüğünden korursa, o kimse cennete girer. İki çenesi arasın*daki ile iki bacağı arasındaki." Bunu Muvatta' ve başkaları rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Buhârînin, Sahihinde de Enes (r.a)dan şöyle dediği nakledilmektedir: Üç kişi Peygamber ('sav)in hanımlarının evlerine gelerek Peygamber (sav)in ibadeti hakkında soru sordular. Onlara durum haber verilince, onun ibadet*lerini azımsar gibi oldular ve şöyle dediler: Biz nerede, Peygamber (sav) ne*rede? Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış bulunuyor. On*lardan birileri söyle dedi: Ben geceleyin devamlı namaz kılacağım. Diğeri: Ben de hiç oruç açmamak üzere yıl boyunca oruç tutacağım. Bir diğeri ise: Ben de evlenmemek üzere kadınlardan uzak duracağım dedi. Rasûlullah (sav) on*ların yanına gelerek şöyle dedi: "Şöyle, şöyle diyenler sizler misiniz? Bana ge*lince Allah'a yemin ederim, aranızda Allah'tan en çok korkan kişi benim. O'ndan en çok sakınan kişi benim. Fakat ben hem oruç tutarım, hem yerim. Hem namaz kılarım, hem uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sün*netimden yüz çevirirse benden değildir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu hadisi Müslim de bu mana*da rivayet etmiştir. Bu daha açıktır.
Müslim'İn, Sahih'inde de Sa'd b. Ebi Vakkas'tan şöyle dediği nakledilmek*tedir: Osman (b. Maz'un) kadınlardan uzak kalmak istedi, Peygamber (sav) ona bunu yasakladı. Şayet ona bunu caiz kılmış olsaydı, hiç şüphesiz biz de hayalarımızı burardık. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Yine Al-i İmran Sûresi'nde (3/37. âyetin tefsirinde) çocuk istemenin teş*vik edildiğine ve bunu cahillik edip kabul etmeyenlerin kanaatlerinin red*dedildiğine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Ömer b. el-Hattab (r.a.)ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben böyle bir şeye ihtiyacım olmadığı halde bir kadınla evlenirim. Arzu etmediğim halde iki ravi bulunduğu kaydıyla: el- Heysemî, kadınla ilişki kurarım. Ona: Peki ey mü'mirilerin emiri, seni bu şekilde dav*ranmaya iten nedir? diye sorulunca, şu cevabı vermiştir: Yüce Allah'ın, kıya*met gününde Peygamber (sav)in diğer peygamberlere karşı ümmetinin çok*luğu ile öğüneceği bir kimseyi de benim zürriy e timden çıkarma arzusudur. Çünkü ben onu şöyle derken dinledim: "Bakire kızlarla evlenmeye bakınız. Çünkü onların ağızlan daha tatlı, huylan daha güzel, rahimleri daha doğur*gandır. Kıyamet gününde ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı öğüneceğim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Hz. Peygamber'in: "Rahimleri daha doğurgan" buyruğu, çocuk doğurma imkânları daha çok anlamındadır. Çokça çocuk doğuran kadına da aynı kök*ten gelmek üzere; denilir. Çünkü böyle bir kadın adeta çocukları atarcasına doğurur.
Ebû Dâvûd da Ma'kit b. Yesar'dan şöyle dediğini rivayet eder: Bir adam Rasûlullalı (savla gelerek şöyle buyurdu: Ben makam ve mevkisi yerinde ve güzellik sahibi bir kadın buldum. Ancak çocuk doğurmuyor, onunla evlene*yim mi? Hz. Peygamber: "Hayır" diye buyurdu. İkinci bir defa daha ona gel*di, Hz. Peygamber yine yapmamasını söyledi- Üçüncü bir defa daha geldi*ğinde, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Candan seven ve çok doğurgan ka*dınlarla evleniniz, çünkü ben diğer ümmetlere karşı (kıyamet gününde) si*zin çokluğunuzla öğüneceğim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Ebu Muhammed Abdu'l-Hakt Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. bunun sahih olduğunu belirtmiştir ki, onun bu kanaati yeter.
"Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti getirmek hiçbir peygam*berin yapabileceği bir iş değildir." Bu sûrede Önceden sözü edilen göste*rilmesini tektif ettikleri âyetler mucizelerle bir daha dönmektedir. Yüce Al*lah bu buyruğu onlar hakkında indirmiştir. İfadenin zahiri yasaklamaktır ve fakat manası nefydir. Çünkü esasen bir kimsenin güç yetiremediği bir şeyi yasaklamak söz konusu olmaz.
"Herbir vadenin yazılmış bir hükmü vardır." Yani Allah'ın hükme bağladığı herbir işin Allah nezdinde yazılmış, yazı ile tesbit edilmiş bir hali vardır. Bunu el-Hasen ifade etmiştir.
Buyrukta takdim ve te'hir olduğu da söylenmiştir. Mana; "Herbir yazının bir va'desi vardır" şeklindedir. Bu açıklamayı el-Ferrâ ve ed-Dahhâk yapmıştır ki yüce Allah'ın yazmış olduğu herbir işin bilinen bir vakti, belli bir süresi vardır, demektir. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın: "Herbir haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır" (el-En'âm, 6/67) buy*ruğudur.
Bununla yüce Allah, azabın indirilmesinin ümmetlerin bu konudaki tek*liflerine göre olmayıp aksine herbir va'denin yazılmış bir süresi olduğunu açık*lamaktadır.
Anlamın herbir sürenin meleklerin kendisine vakıf olamadığı yazılmış bir vadesi ve takdir edilmiş bir durumu vardır, şeklinde olduğu da söylenmiştir ki bunu et-Tirmizî el-Hakîm, "Nevâdiru'l- Usul" adlı eserinde Şehr b. Hav-şeb'den, o da Ebu Hureyre yoluyla rivayet etmiştir. Ebu Hureyre dedi ki: Mu*sa -Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun- Tur-u Sina'ya yükselince Cebbar (olan Allah) onun elinde bir yüzük bulunduğunu gördü ve -O, daha iyi bil*diği halde-: Bu nedir, Ey Musa diye sordu. Hz. Musa da şöyle dedi: Bu er*keklerin bir süs eşyasıdır. Yüce Allah şöyle buyurdu: Peki onun üzerinde Be*nim isimlerimden yahut kelamımdan yazılı herhangi bir şey var mıdır? diye sorunca, hayır dedi. Bu sefer yüce Allah ona: Sen onun üzerine: "Herbir va*denin yazılmış bir hükmü vardır" yaz, diye buyurdu. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

39. Allah dilediğini siler ve bırakır. Ana kltab ise O'nun nezdindedir.
"Allah dilediğini siler ve bırakır." Yani yüce Allah, o yazılı olandan il*gililerinin başına getirmek ve gerçekleştirmek İstediği şeyi o Kitaptan siler (yani gerçekleştirir.) "Ve" dilediğini "bırakır." Bu da onu vakti gelinceye ka*dar erteler demektir. Çünkü;" Kitabı (yazıyı) sildim" İfade*si onun izini giderdim manasınadır. Âyet-i kerimedeki "ve bırakır" buyruğu "onu bırakır" anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Allah'ı çokça anan erkekler ve ka*dınlar" (el-Ahzab, 33/35) buyruğu gibidir ki, Allah'ı çokça anan kadınlar, de*mektir.
İbn Kesir, Ebu Amr ve Âsim; "Bırakır" buyruğunu şeddesiz okur*larken diğerleri şeddeli okumuşlardır. Bu da İbn Abbas'ın kıraati olup Ebu Hatim ve Ebu Ubeyd'in tercih ettiği de budur. Çünkü bu şekilde okuyanlar hem sayıca çoktur, hem de bir başka yerde: "Allah iman edenlere dünya hayatında da... sebat verir." (İbrahim, 14/25) buyruğunda şed*deli kullanılmıştır.
İbn Ömer der ki: Ben Peygamber (sav)i şöyle buyururken dinledim: "Allah dilediğini siler, dilediğini de bırakır. Bahtiyarlık, bedbahtlık ve ölüm müs*tesna." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
İbn Abbas da şöyle demektedir: Allah bazı şeyler müstesna dilediğini si*ler ve bırakır. (Bu müstesna şeyler) yaratmak, ahlâk, ecel, rmk, bahtiyarlık ve bedbahtlıktır. Yine ondan nakledildiğine göre bunlar, Ümmül-Kitab'ın dı*şında iki kitabtır. Allah bunlardan dilediğini siler, dilediğini de bırakır.
"Ana kîtab ise O'mın nezdindedir," Kendisinden hiçbir şeyin değişikli*ğe uğramadığı kitap demektir. el-Kuşeyrî der ki: Denildiğine göre bahtiyar*lık, bedbahtlık, yaratmak, ahlâk ve nzık değişikliğe uğramazlar. O halde âyet bunun dışındaki şeylere dairdir. Ancak böyle bir görüşte bir çeşit tehakküm vardır.
Derim ki: Bu gibi şeyler rey ve içtiiıad ile kavranamaz. Bunlar ancak tev-kîfî olarak (sağlam rivayetlerden) öğrenilebilir. Eğer bu konuda rivayet sa*hih olursa, onu kabul etmek gerekir ve bu rivayetin yanında durmak icab eder. Aksi takdirde âyet-i kerîme herşey hakkında umumî olur, daha zahir olan da budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu anlamda Ömer b. el-Hattab (r.a)dan da İbn Mes'ud, Ebu Vail, Ka'b el-Ahbar ve diğerlerinden de rivayet gelmektedir. el-Kelbî'nin kabul ettiği görüş de budur.
Ebu Osman en-Nehdî'den nakledildiğine göre Ömer b. el-Hattab (r.a) ağ*layarak Beyti tavaf ediyor ve şöyle diyordu: Allah'ım, eğer Sen beni bahti*yar kimseler arasında yazdı isen onlar arasında beni bırak. Şayet beni bed*baht ve günahkâr kimseler arasında.yazdı isen, onlar arasından beni sil ve beni bahtiyar ve mağfirete nail olan kimseler arasında yaz. Çünkü Sen dile*diğini siler, dilediğini bırakırsın ve Ana kitab da Senin nezdindedir.
İbn Mes'ud da der ki: Allah'ım, eğer Sen beni bahtiyar kimseler arasında yazdı isen, beni aralarında bırak. Şayet benî bedbaht kimseler arasında yaz*dı isen, beni bedbahtlar arasından sil ve bahtiyar kimseler arasında yaz. Çün*kü Sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Ana kitap da Senin nezdindedir.
Ebû Vail de çokça şöylece dua ederdi: Allah'ım, eğer bizleri bedbaht kim*seler olarak yazdı isen sil ve bizleri bahtiyar kimseler olarak yaz. Eğer bizi bahtiyar kimseler olarak yazdı isen onlar arasında bırak. Çünkü Sen diledi*ğini silersin, dilediğini bırakırsın. Ana kitap da Senin nezdindedir.
Ka'b da Ömer b. el-Hattab'a şöyle demiş: Eğer Allah'ın kitabındaki bir âyet olmasaydı, kıyamet gününe kadar neler olacağını sana bildirebilirdim. Bu: "Al*lah dilediğini siler ve bırakır. Ana kitab ise O'nun nezdindedir." buyruğu*dur.
Malik b. Dinar da kendisine dua ettiği bir kadın hakkında şöyle demiştir: Allah'ım, eğer onun karnındaki yavru kız İse Sen onu erkek olarak değiştir, çünkü Sen dilediğini silersin, dilediğini bırakırsın. Ana kitap da senin nez-dindedir.
Buhârî ile Müslim'de Ebu Hureyre'den şöyle dediğine dair nakledilen ri*vayet önceden geçmiş bulunmaktadır: Ben Peygamber (sav)i şöyle buyurur*ken dinledim: "Her kim rızkının genişletilmesini, ecelinin geciktirilmesini is*tiyor ve bundan memnun oluyorsa o halde akrabalık bağını gözetsin. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bu*nun bir benzeri Enes b, Malik'ten de rivayet edilmiştir. Buna göre Rasûlullah (say) şöyle buyurmuştur: "Kim... severse" diyerek aynı lafız ile bu hadi*si rivayet etmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu hadis iki türlü yorumlanmıştır: Birisine göre bu geciktirme manevidir, bu da ondan sonra dünyada kendisi hakkında baki kalan güzel övgü, güzel bir anıhş, tekrarlanıp duran ecir ve mükâfattır. Bu durumdaki bir kimse öl*memiş gibidir.
Diğer bir açıklamaya göre yüce Allah, Levh-i Mahfuz'da yazılı oian ece*lini erteler. Allah'ın ilminde olan ise sabittir, onun herhangi bir değişikliğe uğraması söz konusu değildir. Nitekim yüce Allah: "Allah dilediğini siler ve bırakır. Ana kitab İse O'nun nezdindedir" diye buyurmaktadır.
İbn Abbas, Rasûlullah (sav)dan: "Allah'ın Ömrünü ve ecelini uzatmasını, rızkını genişletmesini seven bir kimse Allah'tan korksun ve akrabalık bağı*nı gözetsin" şeklindeki sahih hadisi rivayet eniğinde İbn Abbas'a: Ömür ve ecelde nasıl artış yapılır? diye sorulunca, o da şu cevabı vermiştir: Yüce Al*lah şöyle buyurmaktadır: "O sizi çamurdan yaratandır, sonra bir ecel tak*dir edendir. O'nun katında belirli bir ecel daha vardır." (el-En'âm, 6/2) Bi*rinci ecel, kulun annesinin kendisini doğurduğu andan öleceği vakte kadar*dır. İkinci ecel -yani Allah'ın nezdindeki belirti ecel- ise kişinin vefatından itibaren Berzah'ta yüce Allah'ın huzuruna çıkacağı güne kadarki eceldir ve bunu Allah'tan başka kimse bilmez. İşte kul Rabbinden korkar ve akrabalık bağını gözetirse, yüce Allah Berzah'taki ecelinden birinci (dünyadaki) öm*rünün eceline dilediği kadarını İlave eder. Bu kişi şayet isyan eder ve akra*balık bağını koparacak olursa, Allah da dünyadaki ömründen bunu diledi*ği kadarıyla eksiltir ve Berzah'taki eceline bunu ilave eder. Eğer yüce Allah'ın ezelî ilmindeki ecel kesinleşirse artık onda bir artış veya eksilme söz konu*su değildir. Çünkü yüce Allah: "Her ümmetin bir eceli vardır. O ecelleri ge*lince ne bir an geri bırakabilirler, ne de ileri alabilirler" (el-A'raf, 7/34) diye buyurmuştur. Böylelikle rivayet ile âyet arasında bir uygunluk olduğu or*taya çıkmaktadır. Görüldüğü gibi bu ümmetin en büyük aliminin tercih et*tiği görüşe göre bu artış, bizzat ömrün kendisinde ve ecelde -lafzın zahiri*ne göredır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Mücahid de der ki: Yüce Ailah bir senenin işlerini Ramazan ayında mulı-kemleştirir. Dilediğini siler, dilediğini de bırakır. Bundan tek istisna hayat, ölüm, bedbahtlık ve mutluluktur. Buna dair açıklamalar daha önceden geç*miş bulunmaktadır.
ed-Dahhâk da der ki: Şanı yüce Allah hakkında sevap ve ikabın söz ko*nusu olmadığı, Hafazaların sicillerinde bulunanlardan dilediğini siler, hak*kında sevap ve cezanın söz konusu olduğu şeyleri de bırakır. Bu anlamda*ki bir açıklamayı da Ebu Salih, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.
el-Kelbî ise der ki: Allah nzık türünden dilediğini siler ve dilediğini art*tırır. Ecel türünden de dilediğini siler ve onda dilediği şeyleri arttınr. Yine bu*nu Peygamber (sav)dan de rivayet etmiştir. Daha sonra el-Kelbî'ye bu âyet-i kerîme hakkında sorulduğunda o şu cevabı vermiş: Yüce Allah bütün söz*leri yazar. Nihayet perşembe günü geldi mi hakkında sevab ve İkabın bulun*madığı herbir şeyi bir kenara bırakır. Yedim, içtim, girdim, çıktım vb. şeyle*ri doğru olarak söylemesi gibi. Sevab ve cezanın hakkında söz konusu oldu*ğu şeyleri de bırakır.
Katâde, İbn Zeyd ve Said b. Cübeyr ise der ki: Allah farz, ve nafilelerden dilediğini siler, nesli eder ve değiştirir. Dilediğini de olduğu gibi bırakır ve nesh etmez. Bütün nâsih de, mensûh da O'nun nezdinde Ümmü'l-Kitab'ta-dır. Buna benzer bir açıklamayı en-Nehhâs ve el-Melhdevî, İbn Abbas'tan nak-letmişlerdir, en-Nehhâs der ki: Bize Bekr b. Sehl anlattı dedi ki: Bize Ebu Sa*lih anlattı, o Muaviye b. Salih'ten, o Ali b. Ebi Talha'dan, o İbn Abbas'tan de*di ki: "Allah dilediğini siler." Yüce Allah buyuruyor ki; Allah Kur'ân-ı Ke-rîm'den dilediğini değiştirir, nesli eder; “ve bırakır”dilediğini de değiştirmek-sizin bırakır. "Ana kitab ise O'nun nezdindedir." Yani bütün bunlar O'nun nezdinde Ümmü'l-Kitab'tadır. Nâsih'i ile de, mensûh'u ile de.
Said b. Cübeyr de der ki: O kullarının günahlarından dilediğini mağfiret eder, dilediğini de bırakır, mağfiret etmez.
İkrime der ki: Yüce Allah -tevbe ile- bütün günahları siler. Günahlar ye*rine de hasenatı bırakır (yazar.) Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "An*cak tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler müstesna."(el-Furkan, 25/70) Yine el-Hasen der ki; "Allah" eceli gelen kimselerden "dilediğini si*ler ve" eceli gelmemiş oları kîmseleri"bırakır." Yine el-Hasen der ki: Allah babalan siler, oğulları bırakır. Yine ondan nakledildiğine göre; O Haraza meIeklerine dilediği günahları unutturur. Kendisine ise asla unutturuimaz.
es-Süddî der ki: "Allah dilediğini" yani ayı "siler ve” güneşi "bırakır." Bu*nun açıklaması da yüce Allah'ın şu buyruğundadır: "Gece âyetini sildik. Gündüz âyetini de gösterici kıldık." (el-İsrâ, 17/12)
er-Rabîl b. Enes te der ki: Bu husus uyku halinde ruhlar hakkındadır Uy*ku esnasında Allah ruhları kabzeder, sonra o kimsenin ani bir ölümünü mu-rad ederse ruhunu tutar, bırakmaz. Hayatta kalmasını dilediği kimseye ise ru*hunu geri iade eder. Bunun da açıklaması yüce Allah'ın şu buyruğunda yer almaktadır: "Allah ölümleri vaktinde ruhları alır..." (ez-Zümer, 59 42)
Ali b, Ebi Talib de der ki; Yüce Allah nesillerden dilediklerini siler. Yi-ce Allah'ın: "Kendilerinden önce nice nesiller kelâk ettiğimizi... görmezler mi?"(Yasin, 36/31) buyruğunda olduğu gibi. Yine bu nesillerden diledikle*rini de bırakır, Yüce Allah'ın: "Bunlardan sonra başka bir nesil var ettik' (el-Mu'minun, 23/33 ) buyruğunda olduğu gibi. Yüce Allah böylelikle bir nes*li silerken, bir başka nesli bırakmaktadır.
Şöyle de açıklanmıştır: Burada yüce Allah'ın silmesinden kasıt, uzun bir zaman Allah'a İtaat gereğince amel eden, sonra da Allah'a masiyet ile amel edip sapıklığı üzere vefat eden kimsedir. İşte yüce Allah'ın sildiği kişi budur. Bıraktığı (sebat verdiği) kişi ise uzun bir süre Allah'a isyan ile amel ettikten sonra tevbe eden kimsedir. Allah da böyle bir kimseyi kötülükler işleyenle*rin arasından siler, iyilik işleyen kimselerin arasına yazar. Bunu da es-Sa'le-bî ve el-Maverdî, İbn Abbas'tan nakletmişlerdir.
Bir diğer görüşe göre; yüce Allah dilediğini -yani dünyayı- siler ve âhire-ti de bırakır.
Kays b. Ubade de Receb ayının onuncu günü hakkında şöyle demekte*dir: Bu, Allah'ın kendisinde dilediğini sildiği ve dilediği şeyi de bıraktığı bîr gündür. Mücahid'den ise bunun Ramazanda gerçekleştiğine dair rivayet ön*ceden geçmiş bulunmaktadır.
Yine İbn Abbas der ki: Yüce Allah'ın beşyüz yıllık mesafe devam eden, kırmızı yakuttan iki kapağı bulunan, beyaz inciden bir Levh-i Mahfuz'u var*dır. Hergün yüce Allah buna üçyüzaltmış defa nazar eder ve dilediğini bıra*kır, dilediğini siler.
Ebu'd-Derdâ da, Peygamber (sav)den şöyle dediğini rivayet eder: "Şüp*he yok ki şanı yüce Allah, gecenin geri kalan üç saatinde zikri açar. Kendi*sinden başka hiçbir kimsenin nazar etmediği kitaba bakar. Dilediğini bıra*kır, dilediğini siler. " Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Akide'de kabul edilen husus ise, Allah'ın kaza (ve kader)inin değişikliğe uğramadığı şeklindedir. Bu silmek ve bırakmak da, hakkında kazanın ezel*den beri takdir edildiği şeyler arasındadır. Kazanın mutlaka meydana gele*cek ye gerçekleşecek şeyler olduğuna daiF açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır. İşte olduğu gibi kalan (sabit) budur. Kimi şeylerin de bazı se*beplere bağlı olarak da bertaraf edilmesi takdir edilmiştir. İşte silinen de bun*lardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
el-Gaznevî der ki: Benim kanaatime göre Levh'de bulunan şey bazı me*leklerin onu görebileceğinden dolayı gaybm kapsamından çıkmış olur. Bu*nun değişikliğe uğrama ihtimali vardır, çünkü yaratıkların yüce Allah'ın bü*tün ilmini kuşatmalarına imkân yoktur. O'nun özel bilgisinde bulunan eşya*nın takdirine ait hususlar asla değişikliğe uğramaz.
"Ana kitap ise O'nun nezdindedir." Yani ecel vb. yazılan şeylerin aslı O'nun nezdindedir.
Ümmü'l-Kitab (ana kitabın) hiçbir şekilde değişmeyen, değişikliğe uğra*mayan Levh-i Mahfuz olduğu söylendiği gibi; onda bir takım değişikliklerin cereyan ettiği de söylenmiştir. Değişikliğin diğer salıifelerde meydana geldi*ği de söylenmiştir.
İbn Abbas'a Ummü'I-Kitab hakkında sorulmuş ve şu cevabı vermiştir: Ummü'1-Kitab; Allah'ın yaratacağı şeyleri ile yarattıklarının yaptıklarını bilmesi-dir. O ilmine: Bir kitap ol, dedi (.oldu.) Allah'ın ilminde hiçbir değişiklik ol*maz. Yine îbn Abbas'tan nakledildiğine göre Ummü'l-Kitab'tan kasıt "zikir"dir. Bunun delili de yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz Zikir'den sonra Tevrat'ta... diye yazdık" (e!-Enbiya, 21/105) buyruğudur Bu da onun açıkladığı ilk an*lama raci'dir, Ka'b'ın görüşünün anlamı da budur. Ka'b el-Ahbar der ki: Ana kitab şanı yüce Allah'ın yarattığı ve yaratacağı şeyleri bilmesi demektir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

40. Onlara va'dettiğimizin bir kısmını sana göstersek de yahut ca*nını alsak da, sana düşen ancak tebliğ etmektir. Hesap görmek de yalnız Bize aittir.
41. Görmediler mi ki Biz arza geliyoruz da, onu etrafından eksiltip duruyoruz. Allah hükmeder. O'nun hükmünü koğuşturup boza*cak yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir.
"Onlara va'dettiğinüzîn bir kısmını sana göstersek de" anlamındaki buy*rukta yer alan; fazladan gelmiştir. İfade onlara va'dettiğimizin yani aza*bın bir kısmını sana göstersek de... takdirindedir. Burada gösterileceğinden söz edilen şeyin "azab" olduğunun gerekçesi (yine bu sûrede yer alan) yü*ce Allah'ın: "Onlar için dünya hayatında bir azab vardır." (er-Râ'd, 13/34) buyruğu ile: "O kâfirlerin başına işledikleri yüzünden ya ansızın büyük bir musibet gelip, çatacak yahut..." (er-Râ'd, 13/31.) buyruklarıdır. Yani Biz on*lara va'dettiğimiz azabın bir kısmını sana gösterecek olursak "yahut canını alsak da sana düşen ancak tebliğ etmektir." Senin üzerinde tebliğden baş*ka bir görev yoktur. "Hesab görmek" yani amellerinin karşılığını vermek ve cezalandırmak "de yalnız Biz'e aittir."
"Görmediler mi ki?" buyruğunda kastedilenler Mekkelilerdir. "Biz arza geliyoruz da onu etrafından eksiltip duruyoruz." Bu hususta farklı görüş*ler vardır.
İbn Abbas ile Mücahid "onu etrafından eksiltip duruyoruz" oranın alimlerinin ve sahillerinin vefatıyla eksiltip duruyoruz diye açıklamışlardır. el-Kuşeyrı der ki: Bu açıklamaya göre arzın etrafından kasıt, onun en şeref*lileridir.
İbnu'l-Arabî der ki: (Etrafın tekili olan): et-taraf ve et-tarf şerefli, üstün adam demektir. Ancak buna göre bir açıklama uzak bir ihtimaldir. Çünkü âyet*ten maksat şudur: Biz onlara işlerindeki eksiklikleri gösterdik ki, azaplarının ertelenmesinin Bizim acizliğimizden kaynaklanmadığını bilsinler diye. Ancak İbn Abbas'ın görüşü yahudİ ve hristiyanlann büyük ilim adamlarının ölüm*lerine yorumlanırsa, uygun bir açıklama olarak görülebilir. (Çünkü âyet-i ke*rîme kâfirlere tehdit mahiyetindedir).
Yine Mücahid, Katâde ve el-Hasen derler ki: Bunda kastedilenler müşrik*lerin eljerinde bulunup da müslümanlarıh galip gelerek ellerine geçirdikle*ri şeylerdir. Bu açıklama, İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Yine ondan nak*ledildiğine göre, bundan kasıt, ümranın yeryüzünün yalnızca bir tarafında söz konusu olacağı noktaya kadar harab olması demektir. Mücahid'den nakledil*diğine göre yeryüzünün etrafının eksilmesi, harab olması ve yeryüzü halkı*nın ölmesi demektir.
Vekî b. el-Cerralı, Talha b. Umeyr'den, o Ata b. Ebi Rebah'tan rivayete gö*re o, yüce Allah'ın; "Görmediler mi ki Biz arza geliyoruz da onu etrafından eksiltip, duruyoruz" buyııjğu hakkında dedi ki: Kasıt fukahâsının ve aha*lisinin hayırlılarının gitmesidir.
Ebu Ömer b. AbdFl-Berr de der ki: Atâ'nın âyet-i kerîmenin te'vili ile il*gili açıklaması gerçekten güzeldir. İlim ehli bu açıklamayı kabul ile karşıla*mıştır.
Derim ki: el-Mehdevî de aynı açıklamayı Mücahid ve İbn Ömer'den nak*letmektedir. Bu da birinci görüşün aynısıdır, Süfyan, Mansur'dan, o Müca-hid'den: "Onu etrafından eksiltip duruyoruz" buyruğu hakkında şöyle de*diğini nakletmektedir: Kasıt fukaha ve ilim adamlarının vefat etmesidir. Dil*de bilindiğine göre ise "ettaıf" herşeyin en değerli ve üstün olanıdır. Bu ise Ebu Nasr Abdu'r-Rahim b. Abdü '1-Kerim'in, İbn Abbas'ın beğendiği görüşün*den daha farklıdır.
İkrİme ve eş-Şa'bî derler ki: Bundan kasıt noksanlık ve nefislerin kabze-dilmesidir, Onlardan birisi de der ki: Eğer yeryüzü gerçek anlamda eksilmiş olsaydı, hiç şüphesiz kişinin defi hacette bulunacak yeri dahi kalmazdı. Bir diğeri de şöyle demektedir: Hiç şüphesiz def-i hacetini yapacağın daracık bir yer dahi bulamazdın, demiştir.
Yine denildiğine göre bu buyrukla kastedilen Kureyşlilerden önceki üm*metlerden helak olanların, helak edilmesi, onlardan sonra da kaldıkları yer*lerin, toprakların helak edilmesidir. Yani Kureyşliler kendilerinden önceki*lerin helak edildiğini, onlardan sonra da arazilerinin harab olduğunu görme*diler mi? Bunun gibi bir şeyin başlarına gelmesinden korkmuyorlar mı?
Bu görüş aynı şekilde İbn Abbas, Mücahid ve İbn Cüreyc'den de rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre bundan kasıt, yeryüzünün bereketlerinin, mahsullerinin ve yaşayan insanlann eksilmesidir. Bir diğer açık-iamaya göre yeryüzünün eksilmesi, yöneticilerinin zulmü ile olur.
Derim ki: Bu, mana itibariyle doğrudur. Çünkü zulüm ve haksızlıklar ül-keİeri, ora ahalisinin öldürülmesi ve halkının topraklarından sürülmesi so*nucunda tahrib eder ve yeryüzünden bereketin kaldırılmasına sebeb olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Allah hükmeder, O'nun hükmünü kovuşturup, bozacak yoktur." Ya*ni hükmünü eksiltmek veya değiştirmek suretiyle kimse O'nun hükmünü bo*zamaz.'
"O hesabı pek çabuk görendir." Kâfirlerden intikamı da çabucak alır, mü'minlerin mükâfatını da çabucak verir.
Şöyle de açıklanmıştır: Şanı yüce Allah'ın -bundan önce el-Bakara Sûre-sî'nde (2/202. âyet, 2. başlıkta) geçtiği üzere- hesaba çekmek İçin düşünme*ye ve bu maksatla parmak ile saymaya (vb. tekniklere) ihtiyacı yoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

42. Onlardan öncekiler de tuzaklar kurmuştu. Fakat bütün bu tuzak*ları boşa çıkarmak, Allah'a aittir. Herkesin ne kazandığını O bi*lir. Kâfirler de pek yakında bu yurdun sonunun kimin olacağı*nı bileceklerdir.
"Onlardan öncekiler" yani Mekke müşriklerinden öncekiler "de tuzak*lar kurmuştu." Peygamberlere karşı tuzaklar kurmuşlar, onlara karşı hileler düzenlemişler ve onları inkâr etmişlerdi.
"Fakat bütün bu tuzakları boşa çıkarmak, Allah'a aittir." Yani tuzak ku*ranların tuzaktan da Allah'ın bir yaratığıdır. Bu tuzaklann Allah'ın İzni olmak*sızın zararları olmaz. Bir diğer açıklamaya göre Allah tuzağın en hayırlısını kurandır. Yani O kurdukları tuzaklara karşılık verendir, cezalandırandır.
"Herkesin" hayır ve şer türünden "ne kazandığım O bilir" ve ameline gö*re ona karşılık verir. "Kâfirler de pek yakında bu yurdun sonunun" yani sevab, mükâfat ve ceza itibariyle dünya yurdunun sonunun, yahut âhiret yur*dunda mükâfat ve cezanın "kimin olacağını bileceklerdir." Bu buyruk, bu şekliyle bir tehdittir. "Kâfirler" anlamındaki buyruğu Nâfî', İbn Kesir ve Ebû Amr; şeklinde: Kâfir diye tekil olarak okumuşlardır. Diğerleri ise ço*ğul okumuşlardır. Bununla Ebu Cehü'in kastedildiği de Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. söylenmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

43. O kâfir olanlar: "Sen gönderilmiş bir peygamber değilsin" der*ler. De ki: "Benimle sizin aranızda bir şahit olarak Allah ve ya*nında kitabın bilgisi bulunanlar yeter."
"O kâfir olanlar, sen gönderilmiş bir peygamber değilsin, derler." Katâde der ki: Burada kasıt Arap müşriktendir, yani sen bir peygamber veya bir Rasûl değilsin. Sen ancak uydurma bir söz söyleyensin, Hz. Peygamber, on*ların teklif ettikleri mucizeleri göstermeyince onlar bu sözleri söylediler.
"De ki" yani ey Muhammed onlara de ki: "Benimle sizin aranızda” be*nim doğru söylediğime, sizin de yalan söylediğinize dair "bir şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi bulunanlar yeter." Bu, Arap müşriklerine karşı getirilen bir delildir. Çünkü onlar tefsirlerde belirtildiğine göre kitab eh*linden -aralarından iman eden kimselere- müracaat ediyorlardı.
Şöyle de açıklanmıştır: Kitab ehlinin şahitlikleri davalaşan tarafların ara*sında hükmü neticeye bağlayacak bir tanıklık idi. Bunlar ise Abdullah b. Se*lâm, Selman-ı Farisî, Temim ed-Dârî, Necaşî ve arkadaşları gibi, kitab ehli*nin iman edenleridir. Bunu da Katâde ve Said b. Cübeyr ifade etmiştir.
Tirmizî, Abdullah b. Selâm'tn kardeşinin oğlundan naklen, şöyle dediği*ni rivayet eder: Hz. Osman'ın öldürülmesi istenince Abdullah b. Selam gel*di. Hz. Osman ona: Gelişine sebeb nedir? diye sorunca, O: Sana yardımcı ol*maya geldim, dedi. Bunun üzerine Hz. Osman şöyle dedi: O halde insanla*rın karşısına çık ve onların benden uzaklaşmalarını söyle, çünkü senin çıkı*şın benim için içeri girmenden daha hayırlıdır. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm insanların karşısına çıkarak şöyle dedi: Ey insanlar! Şunu bilin ki be*nim cahiliye döneminde adım filan idi. Rasûlullah (sav) bana Abdullah adı*nı verdi. Benim hakkımda Allah'ın Kitabından bir takım âyet-i kerîmeler İn*di. Benim hakkımda yüce Allah'ın: "Eğer o Allah tarafından gönderilmiş iken siz onu inkâr etmiş iseniz ve İsrailoğullarından bir şahid de onun bir ben*zeri üzere şahitlik edip iman etmiş olduğu halde siz büyüklük taslamış ise*niz, gerçek şu ki Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez" (el-Ahkaf, 46/10) buyruğunu İndirmiştir. Yine'benim hakkımda: "De ki; Benimle sizin aranızda bir şahit olarak Allah ve yanında kitabın bilgisi bulunanlar ye*ter." âyetini indirmiştir... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Biz bu hadisi bütünüyle "et-Tezkire" adlı eserimiz*de nakletmiş bulunuyoruz. Ebu İsa da bu hadis hakkında şöyle demektedir: Bu hasen, garib bir hadistir.
Abdullah b. Selam'ın cahiliye dönemindeki adı Husayn idi. Peygamber (sav) ona Abduliah adını vermiştir.
Ebu Bişr der ki: Said b. Cübeyr'e: "Ve yanında kitabın bilgisi bulunan*lar" dan kasıt kimdir? diye sordum. O: O kişi Abdullah b. Selâm'dır, dedi.
Derim ki: Bu kişi nasıl Abdullah b. Seİâm olabilir? Bu sûre Mekke'de in*miştir. Abdullah b. Selâm ise ancak Medine döneminde müslüman olmuştur.
Bunu es-Sa'lebî nakletmektedir, el-Kuşeyrî de der ki: İbn Cübeyr dedi ki: Sû*re Mekke'de inmiştir. İbn Selam ise bu sureden sonra Medine'de İslâm'a gir*miştir. O bakımdan bu âyet-İ kerîmenin İbn Selâm hakkında yorumlanması caiz olamaz. "Yanında kitabın bilgisi bulunan" dan kasıt, Hz. Cebrail'dir, Aynı zamanda bu, İbn Abbas'ın da görüşüdür.
el-Hasen, Mücahid ve ed-Dahhâk der ki: Bu yüce Allah'tır. Onlar bu buyruğu; "Kitabın bilgisi O'nun nezdinden gelmiştir" diye okurlar ve: Burada kasıt Abdullah b. Selâm ile Selman'dır diyenlerin ka*naatlerini reddediyorlardı. Çünkü onların görüşüne göre sûre Mekke'de in*miştir, bunlar ise Medine'de İslâm'a girmişlerdir.
Peygamber (sav)den de bu buyruğu aynı şekilde okuduğu zayıf olmak*la birlikte- da rivayet edilmiştir. Yine bunu Süleyman b. Erkarn, ez-Zührî'den, o Salim'den, o da babasından, o da Peygamber (sav)den yoluyla rivayet et*miştir. Mahbub da, İsmail b. Muhammed el-Yemanî'den naklettiğine göre, o da aynı şekilde; "Nezdinden" şeklinde mim, ayn ve dal harfleri-ni esreli olarak; "Kitabın alameti, işareti" anlamında "ayn" har*fini ötreli ve "kitab" kelimesini de merfu olarak okumuştur. Abdullah b. Atâ der ki: Ben Ebu Cafer b. Ali b. el-Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib (r. anhum)a şöy*le dedim: Yanında kitabın bilgisi bulunan kişinin Abdullah b. Selâm olduğu*nu iddia etmişlerdir. O şöyle dedi: Hayır, bu kişi Ali b. Ebi Talib (r.a)dır. Mu*hammed b. el-Hanefiye de böyle demiştir. Bütün mü'minlerdir, diye de açıklanmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Kadı Ebu Bekir b. el-Arabî der ki: Bu kimsenin Hz. Ali olduğunu söyleyen iki esastan birisine dayanır: Ya o kimsenin kanaatine göre Hz. Ali mü'minle-rin en bilginidir; ama gerçek öyle değildir. Çünkü Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.anlıum) ondan daha bilgilidirler. Diğer bir sebeb ıe Peygamber (sav)a at*fedilen: "Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır", sözü dol ayısı yi ad ir, bu da ba*tıl bir hadistir. Peygamber (sav) İlmin şehridir, ashab'ı da bu şehre açılan ka*pılardır. Bu kapıların kimisi oldukça geniştir, kimisi orta büyüklüktedir ve bu onların ilimlerdeki derecelerine göre değişir. Burada "kitabın bilgisi"ne sahib olanların bütün mü'mi nler olduğunu söyleyenlerde doğru söylemişlerdir. Çün*kü herbir mü'min Kitab'ı bilir ve onun hangi yönden muciz olduğunu idrâk eder. Peygamber (sav)in doğru söylediğine de tanıklık eder.
Derim ki: Buna göre Kitab'tan kasıt Kuı'ân-ı Kerîm'dir. Kitabın bilgisine sahip olan kimsenin Abdullah b. Selâm olduğunu söyleyenler ise Tirmizî'nİn belirttiği hadise dayanmaktadır. Abdullah b. Selâm hakkında herhangi bir buy*ruğun inmesine mani bir durum olmadığı gibi, kendisi de bütün mü'minleı lafzının kapsamına girmektedir. Bunu, ifadeler anısında yer alan: "O kâfir olanlar" buyruğu da desteklemektedir ki, bununla kastedilenler Kureyşlilerdır. O halde Kitab bilgisine salıip olanlar yahudilerden olsun, hristiyanlardan olsun iman eden kimselerdir. Çünkü bunlar nübüvveti ve Kitabı puta tapı-cılara göre daha iyi bilirler.
en-Nehhâs der ki: Bu kimseden kasıt Abdullah b. Selam ve başkalarıdır, diyenlerin kanaatlerinin de doğru olma ihtimali vardır, çünkü deliller sahih olup da Kur'ân-ı Kerîm'den önce indirilmiş kitabı okuyan kimseler de bu dlilleri tanıyacak olurlarsa artık bu kesin bir husus olur. İşin hakikatini en iyi bilen Allah'tır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.