Lösev
Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 11/12 İlkİlk ... 23456789101112 SonSon
111 sonuçtan 101 ile 110 arası

Konu: Dini Bilgiler Üzerine Konular (Başka Konu Açmayınız)

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Düşüncelerimiz tam bir bağımsızlık içinde ömür akışlarını sürdürme gücündedirler. Birikimleri gereği, düşüncelerini iyi ve doğru yönde kullanabilen birey, varoluşundaki hazzının doruğuna ulaşır.
    Şunu asla unutmamak gerekir ki gerçek manada “İnsan” olmanın ve güzel bir ahlak sahibi olmanın temeli, düşünceye olumluluklar paralelinde hükmetmesini bilmekten geçer.
    Kimimiz düşünceyi akıl ile doğrudan bağlantılı görür: kimimiz de onu zekanın sınırları içinde bir tanımlamaya tabi tutarız. Düşünmek; bir yerde görmek, bir yerde işitmek, bir yerde duyumsamaktır. Hatta tüm bunların üzerinde yorumlamalara gitmek, düşüncenin en iyi tanımıdır da diyebiliriz.
    Burada özellikle dikkat edilmesi gereken nokta, düşüncenin olsa olsa bir yorum olduğu ve hiçbir zaman inanç ya da iman olmadığı gerçeğidir. Şunu peşinen kabul etmek gerekir ki, insanın inancı ve imanı ne kadar yüksek olursa olsun, onların; yapıları gereği ortaya koydukları kısıtlılığı ve sınırlılığı, düşüncenin özgür yorumu içinde kaybolur gider.
    İnsan, hep istediği şeyleri düşüneceğim diye başlar ve hep istemediği şeyleri düşüne düşüne “Düşüncenin Istırabı ve olumsuzluğu”na teslim olur. Oysa, istemediğimiz şeyleri düşünerek, ancak istemediğimiz şeylerin üreticisi oluruz.
    Bu da, zaman içinde öyle bir alışkanlık haline gelir ki; hayatımız hep istemediğimiz benimsemediğimiz düşünceler, olaylar ve eylemler tarafından adeta parsellenir.
    Olumlu yönde düşünme alışkanlığı edinme; bir eğitim olayı, bir yaşam felsefesidir. Çünkü insanoğlu hep olumsuz anlatımlar, korkular ve yorumlar içinde düşünmeye alışmıştır. Bu durumda sonuçları da hep olumsuzlukları kapsar.
    MEVLANA FELSEFESİNDE; “YAŞAM, PAYLAŞIM VE ŞÜKRETMEK”
    Mevlana şöyle der: “Dünyadaki yaşamın amacı sınav. Bu sınavın sonucuna göre insan ruhu ahretteki mertebesini kazanıyor.”
    “Kul yaşantısı ile değil, niyeti ile imtihanda.”
    Mevlana’ya göre insanın yaşamı süresince karşılaştığı her türlü zorluklar kimi zaman bedensel, kimi zaman duygusal, kimi zaman duyusal ve çoğu zaman da düşünsel sonuçlardan kaynaklanır.
    Ancak nereden kaynaklanırsa kaynaklansın ortaya çıkan her zorluk sonucu itibarıyla bireyseldir. Onu aşmak, yenmek de öncelikle düşüncenin iyi yönlendirilmesi ile mümkün olur.
    Ancak şunu unutmamak gerekir ki, büyük adamların, önderlerin ortaya çıkış anları, oluşan bir felaketin ardından gelir. Yani felaketler çoğu zaman bir kurtuluşun kıvılcımı olur çıkarlar.
    Zaten, “Felaketin büyüklüğünün ölçütü, bizim düşüncemizde ona biçtiğimiz değerdir.”
    Şöyle der:

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    “Başkalarının bahtiyarlığına imrenme.
    Çok kimseler var ki, senin hayatına gıpta ediyorlar.”
    Mevlana’ya göre yaşama tutkusu, bir yerde ölüme meydan okumaktır. Tıpkı mutluluk özleminin tüm kederlerin anası oluşu gibi.
    “Yaşam bu dünyaya niye gelindiğinin bilinci ile amaca doğru yapılan kararlı bir yürüyüş eylemidir.”
    Yaşamı dar ve kısa dönemli bakışlarla yönetmeye kalkmak bir insan için bir ömür boyu acılar, ıstıraplar, hayal kırıklıkları, olumsuzluklar, endişeler korkular üretmekten ileri gidemez.
    Siz siz olun, elinizden geliyorsa, her gün en azından birinin yüzünü güldürün, derdini paylaşın, neşesine ortak olun, beklentisiz iyilikler sunun. Bu ve buna benzer tüm duygularınızı bir alışveriş, bir karşılık bekleme, bir bireysel tatmin, bir güdümlenme gibi basit ve ilkelik potasına sokmadan kana kana sunun. Hatta tüm bu yaptıklarınızı bir kutsal görev anlayışı ile ve bir haz noktasına getirin.
    Mevlana’ya göre, eğer bir insan yaşamı süresince dağıtma, paylaşma zevkini üretirse, yemeden önce yedirmenin tadına varırsa, almadan önce vermek gereğine inanırsa, kendinden önce mutlaka başkalarını düşünmesi gerektiğini bilirse; işte o insan yüce, mutlu ve gerçek manası ile insandır.
    Unutmamak gerekir ki; “Vermesini bilen insanın yüzünde, her zaman bir ‘Tanrı’ gülümseyişi vardır.”
    “Paylaşma, yediğimiz her lokmada, cebimizdeki her kuruşta, giydiğimiz her giyside, bir başkasının da payı olabileceğinin bilincinde olmaktır.”
    İnsanın şükretmesini bilmesi kadar güzel bir şey yoktur. Doğaldır ki şükretmenin bir çok değişik şekilleri vardır. Kimi zaman sözle, kimi zaman işaretle, kimi zaman takınılan tavırla, kimi zaman düşünce yoluyla, kimi zaman da bir içe yönelişle yapılabilir.
    “Kamil insan toprak tutsa altın olur, eksik insan altın tutsa toprak olur.”Mevlana
    MEVLANA FELSEFESİNDE; “DOSTLUK, GÖNÜL VE GÖNÜL EHLİ”
    Mevlana’nın “Dost” dediği, onun ardından bütün Anadolu ve dünya halklarının “Dost” dediği varlık, “Dost” sözü ile boz bulanık anlatmaya çalıştıkları ülkü, gerçek insanlık değil midir?
    “Dost”a inanır, “Dost”a güvenir, “Dost”a açılır insan. Tanrının insana bir yansıması, insanın biraz da Tanrısallaşması gibi bir şeydir, “Dost”.
    “Dost” insanın hem içinde, derinliklerinde, hem de dışındadır. Hem çok uzakta hem de yanı başındadır. Dostlukta bir ayırımcılık, bir “Sen”, “Ben” ya da “O” diye peşinen önümüze konulan belirlemeler yoktur.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mevlana yine der ki:
    “Dost, altın gibidir, bela da ateşe benzer.
    Halis altın ateş içinde saf hale gelir.”

    “Bilgisiz adam bir müddet seninle
    Gönül arkadaşlığında bulunsa bile,
    Nihayet cahillikten sana bir yara vurur.
    Kim, iyi dostlarla düşer kalkarsa
    Külhanda bile olsa gül bahçesindedir.”
    Herkes dünyayı, nedense hep kendi hakkında taşıdığı fikrin penceresinden görme alışkanlığı içindedir. Yani dünyayı hep, kendimizi gördüğümüz, gözlemlediğimiz gibi görmek isteriz.
    Halbuki dünya ve biz insanlar iki ayrı kutbu oluştururlar... Ama birbirlerinin çekim alanı içinde yer alan ve tamamlayan iki ayrı zıt kutup...
    Şunu asla unutmayalım ki, “İnsanların en büyük açmazı, yaşamlarındaki açgözlülüklerini gereksinim maskesi ile örtmeleridir.”
    Mevlana’ya göre burada sorun kıtlık değil, açgözlülük ve ısrarlı sahiplenme duygusunun, gücün; kendimizde toplanmış olmasındaki ısrarımızdır.
    Mevlana der ki:
    “Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır,
    Her bilgiden bir lezzet alır.”
    Mevlana’ya göre; “Gönül yıkmak, Kabe yıkmaktan daha büyük bir günahtır.”
    “Hazret-i Yusuf’un bir arkadaşı yoldan gelir. Hazret-i Yusuf sorar: “Bana ne hediye getirdin.”
    Arkadaşı sorar: “Sen de olmayan ne var ki? Senin neye ihtiyacın olabilir? Ama senden daha güzel birisi olmadığından, yüzünü seyretmen için sana bir ayna getirdim.”
    Allah’ın da her şeyi vardır, hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Kul; Allah’ın önüne onda kendisini görmesi için parlak bir ayna, yani temiz bir gönül götürmelidir.”
    MEVLANA FELSEFESİNDE “KADIN, ERKEK, EVLİLİK, ŞEHVET”
    Mevlana felsefesinde aşkla, müzikle, raksla ve şiirle beslenip gelişen neredeyse dinler üstü dediğimiz anlayışta, kadına da çok büyük bir değer biçilmiş önem verilmiş ve tüm çevresine, topluma ve hatta dünyaya “İnsanlığın ancak kadın ile bir bütün olabileceğini” duyurmuştur.
    Mevlana, Mesnevisinin bir çok bölümünde kadını devamlı şekilde yücelten deyişlere ve anlatımlara rastlamak mümkündür.
    Şöyle der:

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    “Kadın yaratılmış bir varlık değil, yaratan bir kudrettir.”
    Bir başka fasılda Mevlana şöyle demekte ve:
    “Kadını ekmeğe benzetmektedir. Herkesin ve hatta yoksulun bile bulduğu, yiyerek karnını doyurduğu ekmeğe!
    Kadını örten, kimseye göstermeyen, kapatan adamı da, koltuğuna bir somun ekmeği alıp onu göstermemekte ısrar eden kişiye!...” benzetmektedir.
    Mevlana’ya göre kadın mutlaka müşterek hayatın içinde yer almalıdır. Mevlana, tüm hayatını tek bir kadınla, eşi ile geçirmiştir. Köle kullanmamış ve hatta köleliğe karşı katı bir tavır içinde olmuştur.
    Asla cariye edinmemiş, edinenleri de kınamıştır. Ancak ilk karısının ölümünden sonra bir başka kadınla evlenmiş, bu yeni eşi hayatta iken de bu sefer Mevlana gerçekler alemine göçmüştür.
    Mevlana, kadınların aile içindeki konumları konusunda o kadar hassas idi ki, oğlu Sultan Veled’e yazdığı bir mektupta “Zevcesini hoş tutmasını ve her geceyi gerdek gecesi saymasını, eğer eşine saygı göstermezse kendisini de incitmiş olacağını!...” söylemekten geri kalmamıştır.
    Her zerrenin Tanrı’nın birer parçası olduğunu belirten bu büyük insanın cinsiyet ayrımı yapabileceğini düşünmek ancak cahilliktir. O’na göre tanrı katında cinsiyet yoktur. Dolayısıyla maddi alemde de cinsiyet ayrımının getirdiği davranış farklılıkları olmamalıdır.
    Mevlana’ya göre evliliklerde, kadın ve erkeğin birbirlerini tamamlama, bütünleme görevleri vardır ve bu tamamlama ve bütünleme, mutlu, uyumlu bir evlilik için ön şarttır.
    “Sevgi ve acıma insanlık özelliğidir, hiddet ve şehvet ise hayvanlık.” Mevlana
    MEVLANA FELSEFESİNDE;“DOĞA, MÜZİK, SEMA”
    Mevlana’nın şiirlerinde en çok rastladığımız konu doğadır. İnsan, tarih boyu düşünce ve araştırma yoluyla, kendisinin de bir parçası olduğu, içinden geldiği doğaya ve dünyaya sahip olmada yararlanacağı bilgileri bulmak, onları hayata geçirmek ve en önemlisi güç edinme peşinde koştu.
    Ancak insan, bir noktadan sonra bulduklarının da etkisi sonucu ele geçirdiği bu güçle maddeye ve tekniğe koyduğu ağırlık sayesinde bu kez de kendi yaşamını adeta ipotek altına aldı.
    “Doğa, görmesini bilen göz, düşünebilen kafa, algılayabilen yürek için en büyük eğitmendir.”

    Mevlana’ya göre, doğa kendi başına ne haz, ne acı ve ne de ıstırap vericidir. Haz olsun, acı ve ıstırap olsun; hep düşüncelerimizin ürünüdür. Haz ve ıstırap birçok duyunun çalkantısı sonucunda oluşan tortusudur. Hırslarımız ıstırapları, kanaatkarlık hazlarımızı geliştirecektir

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Doğa, tümüyle bir uyumluluklar düzenidir. Bunun tek ayrıcalığı, gerek kendisi ile, gerekse çevresi ile sürekli çatışma halinde olan insanoğludur.
    “Doğayı anlayabilmek için, ona yalnız beden gözü ile değil, ruh gözüyle, gönül gözüyle bakmasını bilmek gerekir.”
    Mevlana, gerçekten müziği de raksı da çok büyük bir sanat olarak görmekte ve onu övmektedir ve onları bir ibadet şekli olarak benimsemektedir. Mevlana bu konuda şöyle seslenir:
    “Güzel sesi dinlemek aşıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede.
    Kalp huzuru ve Allah’la beraber olma zevki vardır.
    Musikiyle insanın içindeki hayaller kuvvetlenir;
    Hatta hayaller, o güzel sesten suretlere bürünür.”
    Kısacası onun müzik zevki ve anlayışı; “Haz ve coşkudan çok daha öte bir değerdir.”
    Mevlana’nın sema ederken, kendinden geçerek yaptığı konuşmalar, O’nun kendisini aşan ve “Sevgilisi” ile buluşması olarak değerlendirilen sözlerdi.
    Zaten Mevlana, bir divan şairi olarak algılanmış olmasına rağmen, vezinden ve kafiyeden uzak bir şekilde o günün insanları ve hatta çağını aşarak bugünün ve hatta yarınların insanlarına yansıdığını kabul etmemiz gerekir.
    Tüm yaşamı boyunca Mevlana’nın bu müzik tutkusu ve anlayışı o kadar ileri gitmişti ki, Mevlana’ya inananlar cenazelerini bile çala, çağıra müzik ve raksla kaldırıyorlardı. Hatta zaman içinde böyle müzikle cenaze kaldırmak bir adet haline de gelmiştir.
    Sonuç olarak Mevlana, aşkı ve çekim gücünü ortaya çıkaran müzik ve semayı esas olarak kabul eder.
    Mevlana bir musikişinas değildi. Fakat müzikal bir insandı. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Mevleviliği bir tarikat halinde kurarken, Mevlevi ayinine sema ile beraber musikiyi de getirmiş ve ardından musikili Mevlevi ayinlerini hayata geçirmiştir.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    O senden değil
    Hz. Nuh'un (a.s.) kavmi tufan ile yok edildi. Tufan öncesi Yüce Rabbimiz Hz. Nuh'a; "sana inanan aileni koruyacağım" müjdesini vermiştir. Tufan gelince, Hz. Nuh kendisine inananları gemiye bindirdi. Ancak oğullarından birisi gemiye binmedi.
    Hz. Nuh (a.s.) sular yükseldikçe oğluna haykırdı. Oğulcağızım! bizimle beraber gemiye bin! Oğlu ise ben dağa çıkar ve dağa sığınırım.
    Tufandan kurtulurum dedi. Hz. Nuh'un oğlu gemiye binmedi. Ve bir dalga Hz. Nuh ile oğlunu birbirinden kopardı. Hz. Nuh'un oğlu boğulup helak oldu.
    Hz. Nuh oğlunun boğulması karşısında her baba gibi üzüntülü halde; Ya Rabbi ailemi koruyacağına söz vermiştin. Neden oğlumu bağışlamadın dedi.
    Yüce Rabbin cevabı çok açıktı: "Ey Nuh! Bu senin oğlun değil. Zira onun sana isyan etmesi, onu senin oğlun olmaktan çıkarmıştır." (Hud Suresi, 45-47) mealinde cevap verdi.
    Hz. Nuh bu cevap üzerine özrünü beyan edip şöyle demişti: "Hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmezsen, bana merhamet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum." (Hud Suresi, 47)
    Yüce Allah: Hz. Nuh'un öz oğlunu onun evladından saymıyor. Halbuki tufanda boğulan oğlu ondandı. Öz çocuğuydu ama Yüce Allah, o senden değil diyor. Çünkü o vahye inanmadı. O halde neseb, aşiret, ırk kardeşliği değil, 'iman' kardeşliği sizin için geçerlidir demiş oluyor.
    Öyleyse; ırk, neseb, aşiret gibi sun'i ve ırka dayalı bir davanın peşinde koşanı Yüce Rabb itibarsız görüyor. Ama Yüce Rabbe ve Peygamberine bağlılıkta bir olanı ise, itibar sahibi kabul ediyor. Irk ve aşiret davasını güdeni ise cahili dönemin tortusu kabul ediyor. Allah'ın yolunda bir olanları ise nesepleri farklı da olsa mümin kabul ediyor. Hud suresinin mesajı budur.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mahşerden bir kare

    Zenginlere örnek: Hz. Süleyman


    Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dört kişi vardır ki bunlar, dört sınıf insana şahit getirilirler: Zengin ve varlıklı kimseler çağırılır ve onlara;
    Sizleri Allah'a ibadetten alıkoyan şey neydi, diye sorulur. Onlar 'Allah bize mal-mülk verdi. Bunlarla uğraşmamız bizi dünyada Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoydu' derler.
    Bunun üzerine onlara; 'Mal bakımından siz mi daha öndeydiniz yoksa Süleyman (a.s.) mı?' diye sorulur. Onlar 'Tabii ki Süleyman (a.s.)' derler. Bunun üzerine onlara 'Zengin olması Süleyman'ı Allah'ı zikretmekten ve O'nun hakkını yerine getirmekten alıkoymadı' denilir.



    Sıkıntılılara örnek: Hz. Eyyub

    Sonra zorluk ve musibetlerle imtihan edilen kimseler çağırılır ve 'Hangi şey sizi Allah'a ibadet etmekten alıkoydu?' diye sorulur. Onlar da 'Allah bizleri çeşitli bela ve musibetlerle imtihan etti ve bu da bizi Allah'ı zikretmekten ve O'na ibadet etmekten alıkoydu' derler.
    Onlara 'Sizler mi daha şiddetli belalarla karşılaştınız yoksa Eyyub (a.s.) mu? Diye sorulunca 'Tabii ki Eyyub (a.s.)' derler. Bunun üzerine onlara 'Bu durum onu, bizi zikretmekten alıkoymadı' denilir.


    Gençlere örnek: Hz. Yusuf

    Sonra gençlere ve hürriyetten mahrum kimselere seslenilir. Gençlere 'Sizleri Allah'a ibadet etmekten alıkoyan neydi?' diye sorulunca, onlar; 'Bizler dünyada güzel ve yakışıklı kimseler idik ve bununla imtihan edildik. Bundan dolayı Allah'ın hakkını yerine getiremedik' derler. Hürriyetten mahrum olanlar derler ki; 'Dünyada köle olmamız bizi Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoydu.' Bunlara Hz. Yusuf örnek verilir ve 'Sizler mi daha yakışıklı ve güzeldiniz yoksa Yusuf (a.s.) mu? O, köleliğin boyunduruğu altında olduğu halde Allah'ın hakkını yerine getirmekten geri durmadı denilir.


    Fakirlere örnek: Hz. İsa

    Daha sonra fakirlere seslenilir. Fakirler değişik gruplar halinde gelirler. Onlara 'Sizleri Allah'a ibadet etmekten alıkoyan neydi?' diye sorulunca, onlar; 'Bizleri fakirlik meşgul etti' derler.
    Onlara 'Sizler mi daha fakirdiniz yoksa İsa (a.s.) mı' diye sorulur. 'Tabii ki İsa (a.s.)' diye karşılık verdiklerinde ise onlara; 'İsa'nın böyle olması onu, bizim hakkımızı yerine getirmekten alıkoymadı' denilir.
    Kim bu dört şeyden biriyle imtihana tabi tutulursa kendi arkadaşını hatırlasın. Yani Peygamberleri hatırlasın ve onların yaptığı gibi yapsın. (Beyhaki; Şuabul İman, 7/202 )

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Allah'ın nimetiyle kardeş olduk
    Bazı zamanlarda bütünlüğü pekiştirmek lazımdır. Beraberliği. Tek vücut olmak lazım. Ayrılmak, zayıflığı davet etmektir. Güçlü, bir ve beraber oldukça, bölünmeyi durdurdukça başarılı oluruz. Kuran-ı Kerim'e kulak verin:
    "Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korunmak gerekiyorsa, öyle korunun. Gerçekten muttakiler olun. Her durumda Müslüman olarak can verin.
    Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı tutunun. Birbirinizden ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinize düşmanlar iken, o sizin kalplerinizin arasında bir yakınlık ve sıcaklık meydana getirip yaklaştırdı da O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz.
    Hem sizler 'ateşten bir' uçurumun kenarında bulunuyordunuz da O, tuttu sizi ondan kurtardı." (Ali İmran: 102-103)



    Ey Müslümanlar! "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir topluluk olmak üzere yaratıldınız.
    İyiliği ve güzelliği emredersiniz." (Ali İmran, 110)
    Ve ey Müslümanlar! Sizler "Kötülüğü çirkinliği yasaklarsınız." (Ali İmran, 110)
    Ve ey Müslümanlar, kötülerden ve kötülükten çekinmeyin. Zira şer ehli "Size sıkıntı vermekten başka zarar veremez." (Ali İmran, 111)
    Ve ey Müslümanlar, sizin misyonunuz şudur: "Allah'a ve ahiret gününe inananlar iyiliği ve güzelliği emreder, kötülüğe ve çirkinliği yasaklar, hayırlara koşuşurlar." (Ali İmran, 114)

    O halde bir araya gelmeliyiz. Kucaklaşmalıyız. Gücümüzü dağıtmamalıyız. Bir olmalıyız.Vahdetten rahmet, firkatten, ayrılıktan ise azab doğar.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İnsanlara Dokunun
    Yüce Allah Kâbe'yi ibadette yönelinecek bir merkez olarak yaptırıyor. Kâbe'ye giden ziyaretçiler, oradaki Hacer-i Esved'e dokunur. Bu dokunuş Rabbanidir, ruhu rahatlatır, hissettirir, doyurur. Hacer-i (taş) Esved'in (siyah); yani oradaki taşın siyah bir taş olduğu biliniyor. Sadece taş. Elbette orada insanı affettirecek şey, taşın kendisi değil, orada Allah'a yönelen niyetlerdir.
    Dokunmak! Namazda yere dokunmak, zekâtta fakire dokunmak, iyi sözde dile dokunmak, temiz niyette kalbe dokunmak, oruçta fakire dokunmak, ahirette imanda gaybe dokunmak.
    O halde kırık yüreklere dokunun. Çünkü son zamanlarda kendini yetim, öksüz hisseden çok. Koca insanlar, dokunulmayı bekliyor. Bu normaldir de.
    O halde; bugünlerde şunları yapın:
    İnsanlarla diyaloga girin. Konuşun.
    Selamı yayın. Hz. Peygamber (s.a.v.) 'selamı yay' buyuruyor.
    İnsanları ziyaret edin.
    İnsanlara tebessüm edin. Gülümseyin.
    Allah'ın dininin yanında durmayı öğütleyin.
    Seni, insan olduğun için seviyorum deyin.
    İnsanlara küçük de olsa hediye verin. Hediyeleşin.
    Yaşlılara mutlaka uğrayın. Ellerini öpün. Dualarını alın. Yaşlılar ömrünüzü bereketlendirir.
    Vakit buldukça farklı camilerde namaz kılın.
    Sakin konuşun. En sert olduğunuzda bile asla küfür ve hakaret cümlesi kullanmayın.
    Telaşlanmayın. Dinin sahibi Yüce Allah'tır. Din yerde kalmaz. Dine saldıran dünyasında da, ahiretinde de rezil olmaya mahkûmdur.
    Aleyhinizde konuşan kötü insanları Allah'a bırakın. İntikam alıcı olmayın. Allah'a bıraktığınız davanın sahibi Allah'tır. Kendinizin hesabını yaptığınız davanın sahibi ise sizsiniz.
    En muhalif olanınıza bile zaman ayırın.
    Kalbinize bakın. Samimi iseniz, yola devam edin.
    İnsanları kıskanmayın. Onun bir hasleti varsa onu ona Allah vermiştir.
    Bir işi sizden daha iyi yapacak olan varsa, onu kendi önünüze alın. Bu erdemi gösterin. Zira dünya sana da, ona da kalmaz.
    Hiçbir zaman tahakküm edici gibi durmayın. Niyetiniz çok iyi de olsa, size kötülük edenler sizin bu halinizi kullanır.
    Vaktinizin çoğunu dostlarınızla geçirmeyin. Hiç dost olmadıklarınızla dost olun. En azından deneyin.

    Peygamberler, babalar ve evlatlar

    Kuran'da geçen kıssalar -hikâyeler- önemli mesajlar taşır. Zaten Kurani kıssalarda gaye ders vermektir. İz bırakmaktır.
    Bu kıssalar içinde peygamberler ve çocukları veya babaları önemli yer tutar.
    Bu yazımızda Hz. İbrahim'in iki sınavından bahsedeyim.
    Hz. İbrahim'in bir evlat olarak babasıyla olan diyalogu dikkat çekicidir:
    Bir vakit İbrahim babasına şöyle demişti;
    - Babacığım duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niye tapasın?
    - Babacığım hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyleyse bana uy ki, seni doğru yola götüreyim.
    - Babacığım! Şeytana tapma. Kuşkusuz şeytan Rahman'a (olan) baş kaldırmıştır.
    - Babacığım! Gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum.
    İşte o zaman şeytanın arkadaşı olursun. (Meryem, 42-45)
    Hz. İbrahim'e babasının cevabı şöyle oldu: (Babası İbrahim'e) dedi ki;
    - 'Sen, benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun. Eğer vazgeçmezsen andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur. (Meryem, 46)
    Bunun üzerine Hz. İbrahim babasına şöyle dedi:
    - İbrahim (babasına) selam sana. Selamette ol. Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Çünkü o bana çok lütufkârdır. (Meryem, 47)
    Bu bir evlat olarak Hz. İbrahim'in babasıyla mücadelesiydi. Put yapıcısı olan Hz. İbrahim'in babası iman etmedi. Oğlunu anlamadı. Boyun eğmedi.
    ***

    Ama Hz. İbrahim'in bu duruşu, evladında yankı buldu. Hz. İbrahim rüyasında Hz. İsmail'i kurban ettiğini gördü. Bu rüya tekrarlanınca Hz. İbrahim bu durumu 6 -10 yaş civarında olan evladına açtı. Kuran-ı Kerim bir peygamberin (ve elbette bir babanın) bu çetin sınavını şöyle anlatıyor: (İsmail) Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince 'Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?' dedi. O (İsmail) da cevaben:
    - Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi. (Saffat 102)
    Babasına gönülden, içten, yumuşak, temiz bir üslupla gerçeği gösteren Hz. İbrahim sonuç alamadı. Ama karşılığında itaatkâr ve tertemiz bir nesille müjdelenen bir oğula, Hz. İsmail'e kavuştu.
    Bu her baba ve her evlat için ders verici değil mi? Evlatlarımızı ve büyüklerimizi yanlışlarından vazgeçirirken işte bu üslubu kullanmak zorundayız.

    Kıyamet gününde kabrinden ilk çıkacak

    Hz. Peygamber (s.a.v.) kıyamet gününün dehşetini anlatırken bir ara şöyle der: Kıyamet gününde insanlar diriltildiği zaman, kabrinden ilk çıkacak ben olacağım. Onlar Rabbinin huzuruna geldiklerinde, komutanları ben olacağım. Susup beklediklerinde (Allah'ın müsaade etmesiyle) onlar adına ben konuşacağım. Kurtulmaktan ümitlerini yitirdikleri zaman, onlara ben müjde vereceğim. Hamd (kerem, cömertlik) sancağı benim elimde olacak.
    Rabbimin katında Adem oğlunun en değerlisi ben olacağım. Bunu övünmek için söylemiyorum.
    (Tirmizi, Menakıb, 3616; Darimi, Mukaddime, 8/49)
    Yüce Rabbimiz o çetin ve zor günde Efendimizin şefaatinden bizi mahrum etmesin. Elbette Yüce Rabbimizin izniyle olan bu şefaate büyük günah işleyen müminler de nail olacaklardır.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Yu'nus Emre'nin Dilinden 5 Vakit Namaz



    ‘Müslümanam diyen kişi şartı nedür bilse gerek
    Tangrınun buyrugun tutup beş vakt namaz kılsa gerek

    Tanla turup başın kaldur ellerüni suya daldur
    Tamudan azatlu oldur kullar azad olsa gerek

    Öyle namâzın kılasın her ne dilersen bulasın
    Nefs düşmanın öldüresin nefs hemîşe ölse gerek

    Ol ikindiyi kılanlar arı dirlik dirilenler
    Olardur Hakk’a irenler dâim Hakk’a irse gerek

    Akşmadurur üç farîza tagca günahun eride
    Eyü amellerün sana şem’ü çırag olsa gerek

    Yatsu namâzın ol hâzır hâzırları sever kadir
    îmanun eksügin bitir îman piş-rev olsa gerek

    Her kim Müsülmân olmadı beş vakt namâzı kılmadı
    Bilün müsülmân olmayan ol tamuya girse gerek

    Görmez misin Mustafâ’yı nice bekledi vefâyı
    Ümmet içün ol safâyı ümmet ana irse gerek

    Beklerisen din gayretin virmegil nefse murâdın
    Yunus Nebî salavatın ışkıla degürse gerek
    Günümüz Türkçe’siyle:
    Müslüman olduğunu söyleyen kişinin,şartlarının ne olduğunu bilmesi,
    Allah’ın emrini tutarak beş vakit namazı kılması gerekir.

    Tan yeri ağardığında başını (yataktan) kaldır ve ellerini suya daldır(abdest al)
    Cehennemden azat olacak işte o kişidir,kul olanlar da azat olurlar.

    Öğle namazını kılmalısın ki ne dilersen ona kavuşabilesin.
    (Bu sayede)Nefis düşmanını öldürebilirsin, ki nefs daima öldürülse gerektir.
    İkindiyi kılanlar arı,saf bir dirilişle dirilirler.
    Hakk’a erenler onlardır ki; daima Hakk’a ermek gerektir.

    Akşam üç (rekat) farzdan ibarettir ki; dağ kadar günahı eritir.
    İyi amellerin sana kandil ve meşale olacaktır.

    Yatsı namazında hazır bulun, Kadir olan Allah hazır (uyanık)olanları sever.
    İmanın eksiğini (bu sayede) bitir, iman önder olsa gerektir.

    Her kim Müslüman değilse beş vakit namazı kılmaz.
    Bilin ki; Müslüman olmayanlar cehenneme girecektir.

    Hz.Muhammed’i görmez misin o nice zaman vefa bekledi
    Ümmet için safa, mutluluk istedi,ümmet ona erse gerektir.

    Dinde gayretli olmayı beklersen nefse istediğini verme
    Yunus, Nebi salavatını aşk ile ona yollaman gerekir.

    Tahlil:

    Açıkça anlaşılacağı üzere, bu şiirin teması; beş vakit namazdır. Namaz kılmadığı şeklinde iftiralara muhatap olan Yunus; adeta kendisine haksızlık edenlere dokunaklı bir cevap veriyor.

    ‘Müslümanım’ diyebilmenin ön şartının;onun prensiplerini bilmek ve yaşamak olduğunu vurguladıktan sonra, hepsinden önemlisinin beş vakit namaz olduğunu ifade ediyor. Müslümanlıkla Beş Vakit Namaz arasında ayrılmaz ve kopmaz bir ilinti kurulması, namazın önemi konusunda hepimize yeterli fikri vermektedir.

    Bugün geldiğimiz noktada,İslam adına konuşan kimi entel takımının namazı hafife alması,üç vakte indirmesi,mutasavvıfların <daimi namaz hali> dediği boyutu hiç kılmadan kalbinde yaşamak olarak anlamaları oldukça üzücüdür. İslam’ı bir araca Müslüman’ı da şoföre benzetirsek namaz;ehliyete benzer. Ehliyetiniz olmadıkça arabanızın olması, ruhsatınızın bulunması kıymet ifade etmez. Namazsız, Hak Yolunda mesafe alamazsınız.

    Şimdi şu konuşmaya kulak verelim:
    Bir adam, Resulullah (s.av.)'a: "Allah, kullarına kaç vakit namazı farz kıldı?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
    "AIIah, kullarına beş vakit namazı farz kıldı" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu:
    "Bunlardan önce veya sonra başka bir şey var mı?"
    "AIIah kullarına beş vakti farz kıldı. " Bu cevap üzerine adam, bunlar üzerine hiçbir ilavede bulunmayacağına, onlardan herhangi bir eksiltme de yapmayacağına dair yemin etti. Resulullah (s.a.v):
    "Bu adam sözünde durursa mutlaka cennete girecektir!" buyurdu."

    ‘Namaz, dinin direğidir’hadisini bilmeyenimiz yoktur. Çadırın orta direği göçmüş ise çadırdan bahsedilebilir mi?..

    ***

    İkinci mısradan itibaren namazları vakitlerine göre sayan ve değerlendiren Yunus; tanla,şafakla birlikte uyanıp abdest almayı öğütlüyor.

    Modern biyoloji ve tıbbın son tespitlerine göre sabah namazı vaktinde atmosferde bulunan gazlar(ozon-azot-hidrojen-oksijen vb) saf halde, sağanak biçimde yere yağmaktadır. Güneş ışınları yeri aydınlatmaya başladığında bu tesir azalır ve hatta karışan radyasyon ile yok olur. Sabah vakti, uykudan uyanıp bedeni, suda bulunan oksijen ve hidrojenle takviye etmek, ardından camiye kadar yürüyüp saf gaz sağanağı bulunan meltemi teneffüs etmek, inançlı bünyelere iksir etkisi yapmaktadır. Ömür boyu sabah namazı için kalkan ve camiye yürüyenlerde kemik erimesi ya da eklem romatizması görülmeyişi, yaşlanma etkilerinin geç başlaması bunun en büyük ispatıdır. Yunus’un dediği gibi sabah namazı hem cehennemden azat,hem de dünyada mevcut ateş yapılı etkilerden(şeytan-cin) uzak kalmaya vesiledir.

    Gün ortasına gelindiğinde güneşin etkisi tamamen insanları kuşatmıştır. Sabahtan itibaren çalışan beyin ve ona bağlı bedenin yeni bir takviyeye ihtiyacı vardır ki;bunu sağlayan da öğle namazıdır. Güneşe direkt muhatap olan beyin, öğle abdesti ve namazda okunan dualarla dinlenir, yorgunluk yerini yeni bir enerjiye bırakır. Yorgun insan yemekten hemen sonra uyumak, gevşemek ister. İşte o an nefsin isteklerine teslime hazır olduğumuz andır. Nefis;’Hele biraz dinlen,hele yatıver,işler yetişir’
    demeye başladığı anda canavar nefse atılacak en iyi tokat;öğle namazıdır. Yunus,bu durumu ‘nefis düşmanını öldürmek’ şeklinde nitelemiştir.

    Günün sonuna yaklaşılıp da güneş perde perde inmeye başladığında ikindiyi kılarız. Yunus;ikindi namazı kılanların arı-duru bir dirilikle zindeleşeceklerine dikkât çekiyor. Günün yavaş yavaş geceye yöneldiği anda tabiattaki değişim bünyelerimize de tesir etmektedir. Muhtemelen, bedeni çalışma saatinin sonlarına rastlayan ikindi namazı;
    gündüzün tüm rehavetini üzerimizden alır ve geceye doğru yeni bir bilinç tazelemesi yapar. Asır Suresinde Allah’ın yemin ettiği ASR kelimesinden kastın İkindi Vakti-İkindi Namazı olduğu üzerinde yorumlar yapar tefsir âlimlerimiz.’Namazlara ve orta namaza devam ediniz’ ayetinde geçen Orta Namaz kavramının ikindi namazı olduğu düşünülmüştür. Allah’ın yemin ettiği, bir sureye isim olan İkindi kavramı üzerine daha derinlikli kafa yormak gerekiyor, diye düşünüyoruz.

    Akşam,gündüzün bitip gecenin aralandığı bir kapıdır. Bu vakitte kılınacak namaz, dağ gibi günahı eritir derken; bu ibadetin gündüz işlenen günahları eriteceği yolunda ince bir mesaj veriyor. İyi ameller meşale ve kandil olacak derken de, karanlığa aydınlık bir kalple ve temiz düşünceyle girmeyi kastediyor olsa gerek.

    Yatsı; uyku öncesi dinlenmeye çekilecek olan bedene son şarj gibidir. Yatsıda dua ve zikirle güçlenen beyin,gece kabuslar görmeyecek, uyku rahat geçecektir. Rüya tabircisi bazı insanlara gittiğinizde size ilk sorularından biri de ‘Yatsıyı kılarak mı yattın,abdestli mi yattın?’ olacaktır. Buradan da anlaşılacağı üzere sadık rüya görmede, sakin gecelemede yatsı namazı önemlidir.

    Şiirin sonunda baştaki gibi beş vakit namazla Müslüman olmak arasında kurduğu kuvvetli bağı cehennem tehlikesine dikkât çekerek daha da pekiştiriyor Yunus.

    Bu şiirden,kurtuluşun ibadette, ibadetin özünün namazda olduğunu kavrıyoruz. Dinde gayretli olmak için nefse istediğini vermemek ve Muhammed Mustafa(s.a.v) ile iletişimi (salavatı) kesmemek gerektiğini görüyoruz...

Sayfa 11/12 İlkİlk ... 23456789101112 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •