Lösev
Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 6/12 İlkİlk 123456789101112 SonSon
111 sonuçtan 51 ile 60 arası

Konu: Dini Bilgiler Üzerine Konular (Başka Konu Açmayınız)

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İmanın Yarısı: Şükür
    Ebû Hüreyre -radıyallâhü anh-'ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber -sallallâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

    "İsrâiloğulları arasında, biri ala tenli (abraş), biri kel, biri de kör, üç kişi vardı. Allah Teâlâ onları denemek istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.

    Melek, ala tenliye gelerek:

    «-En çok istediğin şey nedir?» dedi. Ala tenli:

    «-Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu hâlin benden giderilmesi...» dedi. (Bu söz üzerine) melek onu sıvazladı ve vücudundaki ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti. Melek bu defa:

    «-Peki, en çok sahip olmak istediğin mal nedir?» dedi. Adam:

    «-Devedir.» dedi. Ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek:

    «-Allah sana bu deveyi bereketli kılsın.» diye duâ etti (ve yanından ayrıldı).

    Sonra kele giderek:

    «-En çok istediğin şey nedir?» diye sordu. Kel:

    «-Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin giderilmesi.» dedi. Melek onun (başını) sıvazladı, (bir anda) kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi. Melek devamla:

    «-Peki, en çok sahip olmak istediğin şey nedir?» diye sordu. O da:

    «-Sığır...» dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek:

    «-Allah sana bunu bereketli kılsın!» diye duâ ettikten sonra körün yanına gitti ve:

    «-En çok istediğin şey nedir?» diye sordu. Kör:

    «-Allâh'ın gözlerimi bana geri vermesini ve insanları görmeyi çok istiyorum.» dedi. Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iâde etti. Bu defa melek:

    «-Peki, en çok sahip olmak istediğin şey nedir?» diye sordu. O da:

    «-Koyun...» dedi. Bunun üzerine ona, döl veren bir gebe koyun verildi.

    Deve ve sığır yavruladı, koyun da kuzuladı. Neticede birinin vadi dolusu develeri, diğerinin vadi dolusu sığırları, ötekinin de bir vadi dolusu koyun sürüsü oldu.

    Daha sonra melek, ala tenliye, eski kılığında geldi ve:

    «-Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere, önce Allah, sonra senin yardımın ile ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına, senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyorum.» dedi.

    Adam:

    «-Mal verilecek yer çoook.» dedi. Melek:

    «-Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allâh'ın zengin ettiği abraş (ala tenli) değil misin?» dedi. Adam:

    «-Bana bu mal, atalarımdan miras kaldı.» dedi. Melek:

    «-Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin.» dedi ve sonra eski kılığına girip kelin yanına gitti. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek ona da:

    «-Yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin.» dedi. Daha sonra körün kılığına girip bu sefer de onun yanına gitti ve:

    «-Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allâh'ın, sonra da senin yardımınla yoluma devam edeceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına, senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim.» dedi. Bunun üzerine (eski) kör:

    «-Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iâde etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allâh'a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım.» dedi.

    Melek:

    «-Malın senin olsun. Bu, sizin için bir imtihandı. Allah senden râzı oldu, arkadaşlarına gazab etti.» cevabını verdi (ve oradan ayrıldı)."

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hüdayi Divanı'ndan 12

    Neyleyim dünyayı
    Bana Allah'ım gerek.
    Gerekmez mâsivayı
    Bana Allah'ım gerek.

    Ehl-i dünya, dünyada
    Ehl-i ukbâ, ukbâda
    Her biri bir sevdada
    Bana Allah'ım gerek.

    Dertli, dermanın ister
    Kullar, sultanın ister
    Aşık, cananın ister
    Bana Allah'ım gerek.

    Fani devlet gerekmez
    Dürr ü ziynet gerekmez
    Haksız cennet gerekmez
    Bana Allah'ım gerek.

    Bülbül güle karşı zar
    Pervaneyi yakmış nar
    Her kulun bir derdi var
    Bana Allah'ım gerek.

    Beyhûde hevayı ko
    Hakkı bul, gör yahu
    Hüdâi'nin sözü bu
    Bana Allah'ım gerek

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Şefaat var mıdır? Şefaat hakkında ayet ve hadisler
    Şefaat meselesi inkar edilen hususlardandır. Şefaatin olmadığını Kur’an-ı Kerimden delil olarak getirdikleri ayetlere dayandırarak iddia ederler. Şimdi o ayetlerin aslına kendilerini nasıl haksız çıkarttığını göreceğiz.

    ŞEFAAT NEDİR?

    Öncelikle şefaatin ne olduğunu anlayalım. Şefaat, sözlükte: tek olan bir şeyi dengi veya benzeriyle çift hale getirmek, bir başkası adına ricada bulunmak, bir suçlunun af edilmesi için aracı olmak, birinin önüne düşüp işini görmeye çalışmak, birinin aracılığını istemek, maddi ve manevi bir imkanı elde etmek için yetkilisi nezdinde aracılık yapmak” gibi manalara gelir.

    Dini bir terim olarak ise: “ahirette peygamberlerin ve kendilerine şefaat yetkisi verilen kimselerin, bir müminin günahlarının affedilmesi veya daha yüksek derecelere ulaşması için Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri, aracı olmaları” demektir.

    İNKARA DELİL OLARAK ALINAN AYETLER

    Bakara Suresinde buyruluyor ki:
    1- “kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım da görülmeyeceği bir günden kendinizi koruyun.” (Bakara 48)

    2- “Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin kimseye yarar sağlamayacağı ve onların hiçbir yardım göremeyeceği o günden korkun.” (Bakara 123)


    İZAH:

    Bir ayetin öncesini ve sonrasını okumadan, Kur’an-ı kerimi bir bütün olarak değerlendirmeden inkara kalkışırsanız Ehli Sünnete toslarsınız…

    Bu ayeti Kerime’nin öncesi ve sonrası Yahudiler’den bahsetmektedir. Allah’u Teala bir önceki ayette: “Ey İsrailoğulları! Benim size verdiğim nimetleri ve sizi (Musa (A.s) zamanındaki hak dine uyan dedelerinizi) alemlere (o zaman ki milletlere) çok üstün kıldığımı hatırlayın.” Buyurduktan sonra bu ayeti kerimeyi buyurarak “Yahudileri imana davet etmiş”tir.

    Nesefi, Ruhu’l Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre Yahudiler: “Biz İbrahim ve İshak (Aleyhisselam) ın torunlarıyız. Bu sebeple Allah’u Teala, onların bizim hakkımızdaki şefaatlerini kabul eder.” Dediklerinde onların bu iddialarına karşı bu ayeti celile geldi ve hak din İslam’a girmedikleri takdirde haklarındaki hiçbir şefaatin kabul olmayacağını bildirmiştir.

    İyi bakıldığında görülecektir ki, Allah’u Teala İsrailoğulları kıssasına nimeti hatırlatan ve imana davet eden iki ayet ile başlamış ve aynı manada iki ayet ile bitirmiştir. Başında bulunan ayet 48., sonunda bulunan ise 123. Ayettir.

    Ayet-i Kerime’de geçen “Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği” ifadesinin manası ise üzerinde kul hakkı bulunmayan bir kişinin, diğer bir kişiye vacip olan haklardan hiçbirini ödemeyeceğidir.

    KAFİRLERE ŞEFAAT YOKTUR!

    Kafirlere kesinlikle şefaat yoktur. Şefaatin ilk ve en önemli şartı imandır. Şuara Suresinde puta tapan kafirlerin ahiretteki çaresizlikleri anlatılırken şöyle dediklerini Mevla Teala haber veriyor: “Artık bizim için hiçbir yardımcı ve yakın bir dost yoktur”(Şuara 100-101)

    Müdessir suresinde de bu durum şöyle bildiriliyor:

    “Sizi sekar’a sokan şey nedir? Dediler ki, Biz namaz kılanlardan değildik! Yoksulu da yedirmezdik. (Allah’ın ayetlerini inkara) girişenlerle birlikte biz de dalmaktaydık. Ceza günün de yalan saymaktaydık. Ta ki o kesin gerçek bize geldi! Artık şefaatçilerin şefaati fayda vermeyecektir.”(Müdessir 42-48)

    Bu Ayeti Kerimelerden de anlaşıldığı üzere ahireti inkar eden kafirlere şefaat fayda vermeyecektir. Ayrıca ayette: “şefaatçilerin şefaati” ifadesi şefaatçilerin olduğuna ancak etseler bile fayda vermeyeceğine işaret eder.

    ALLAH’IN İZNİ!

    Yine Bakara suresinde “Ey iman edenler” diye başlayan 254. Ayeti kerimesinde “ne bir dostluk ne de bir şefaat vardır” buyurmaktadır. Ancak bu ayete de, “şefaat yok” diye mana veremezsiniz, “Allah’ın izni olmaksızın” şefaat yoktur manası verebilirsiniz. Aksi takdirde diğer ayet-i Kerimeler ile çelişirsiniz. Kur’an’da ise çelişki yoktur.

    Bakınız hemen peşinden gelen Ayete’l Kürsi’de Mevla Teala:

    “O’nun izni olmadan şefaat edecek olan kimdir?” buyurmaktadır.

    Günde 5 vakit namazın ardından okuduğumuz bu ayeti kerime, ahirette şefaatin var olduğuna delildir. Çünkü bir şeyin izne bağlanmış olması, izin verilmesi halinde o şeyin mümkün olduğunu gösterir.

    Yine aynı manayı teyit eden başka bir ayeti kerime de:

    “O’nun izni olmadıktan sonra hiçbir şefaatçi şefaat edemez.” (Yunus 3)

    Başka bir ayette:

    “Rahman’ın huzurunda söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemeyecektir.” (Meryem 87)

    Başka bir ayette:

    “O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Taha 109)

    Başka bir ayette ise şefaat edenlerin hali açıklanmıştır:

    “Onlar Allah’ın razı olduklarından başkasına şefaat etmezler.” (Enbiya 28)


    Gördüğünüz gibi ayetler açık ve nettir. Kur’an-ı Kerimi bir bütün olarak ele aldığımızda inkarcılara tutunacak dal kalmamaktadır.

    ŞEFAATİ EMREDEN AYETLER

    İnkârcıların iddialarını çürüttükten sonra peygamberimize aracı olmasını emreden ayetleri zikredelim:

    “O halde onları affet, onlar için istiğfarda bulun.” (Al-i İmran 159)

    “Onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nur 62)

    “(Sana gelen kadınların biatlarını kabul et ve) onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mümtehine 12)

    “Hem kendin hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.” (Muhammed 19)

    Şimdi düşünelim! Eğer bir şefaatçi veya aracı olmayacak olsaydı, kimsenin günahı kimsenin hatırına affedilmeyecek olsaydı Allah’u Teala “onlar için istiğfarda bulun, bağışlanma dile” buyurur muydu?

    Elbette hayır!

    Bakınız, yukarıda dediğimiz gibi şefaat iman edenler için geçerlidir. Başka bir ayeti kerimede Mevla Teala, münafıklardan bahsederken:

    “Onlar için mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir, fark etmez; Allah o münafıkları asla bağışlayamaz ve Allah fasıkları hidayete erdirmez.” (Münafikun 6)

    Yine başka bir örnek verecek olursak, Melekler bakın nasıl istiğfar ediyorlar:

    “Arşı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rab’lerini hamdederek tesbih ederler, O’na inanırlar ve inanlar için bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır. O halde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.” (Mümin 7)

    Gördüğünüz gibi melekler bile Allah’ın yoluna uyanlar için istiğfar ederek şefaat etmektler.

    Bütün bunlardan anlıyoruz ki şefaat, müslümanlar için geçerlidir ve haktır.

    Allah’u Teala “O’nun izni olmadan şefaat edecek kimdir” buyurmuştur. Peki, Allah’u Teala şefaat izin vermiş midir? Vermiş ise kimlere izin vermiştir?

    MAKAM-I MAHMUD

    Her ezandan sonra yaptığımız duada “Vaad ettiğin Makam-ı Mahmud’a ulaştır” diyoruz. Peki, Makam-ı Mahmud’un ne olduğunu biliyor muyuz?

    Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’ın bildirdiğine göre Peygamberimize: “Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a (övgüye değer bir makama) yükselteceği ümit edilir.” (İsra 79) ayetinde zikredilen makam-ı mahmuddan sual edildi. Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Bu şefaattir” diye cevap verdi. (Tirmizi, Tefsir 17 (nr.3136); Beyhaki, Şuabü’l-İman, nr 300)

    “Ey falan! Bize şefaat et, ey falan bize şefaat et diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte makam-ı Mahmud budur.” (Buhari, Tefsir 11; zekat 52)

    Görüldüğü gibi Peygamberimizin şefaat edeceği hususi bir makamı vardır. Ve biz her ezanın arkasında, Allah’u Teala’ya, Resulüllah efendimizi bu makama ulaştırması için dua ediyoruz. Efendimiz ezanı tekrar edip, ezan duasını okuyanlara da şefaat edeceğini bildirmiştir. (Buhari ezan, 8, 17; Ebu Davud, Salat, 37; Tirmizi, Mevakit, 43, Salat, 42; İbni Mace Ezan nr. 714)

    Hazreti Peygamber’in şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet’e girecekler de olacaktır (Buhârî, Tefsir, Sûre 18; Müslim, İman, 84).

    “Ümmetime ulaştırmak üzere kırk hadis ezberleyen kimseye kıyamet günüde hem şefaatçi hem de şahit olruum” (Beyhaki, Şuabu’l İmran, nr 1726)

    PEYGAMBERLERİN ŞEFAATİ

    Bütün peygamberlere şefaat etme hakkı tanınmıştır. (Buhari, Rikak, 45, Tevhid, 33; Müslim, İman, 81; Ebu Davut, Cihad, 26; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/94, 325.)

    Her Peygamber kendi ümmetine şefaat edecektir. (Buhari, tefsir, 18)

    KUR’AN-I KERİM’İN ŞEFAATİ

    Kur’an-ı Kerim insanlardan şikâyetçi olacak veya şefaat edecektir.

    “Kur’an şefaat edicidir, şefaati kabul edilendir, şereflidir, tasdik edicidir. Kim O’nu önder edinirse O’nu cennete götürür. Kim de O’nu arkasına atacak olursa, cehenneme gönderir.”

    “Kur’an-ı kerim’i okuyun! Çünkü Kur’an, onu okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsafirun 252)

    Mülk Suresi kabirde şefaat eder:
    “Mülk suresi (kabir azabına veya kabir azabına sebep olan günahla karşı) engeldir. Kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azabından kurtarır.” (Tirmizi Kur’an 9)

    Amel Eden hafızlar şefaat eder:
    ”Kim kur’anı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, Haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah (Celle Celaluhu) o kimseyi cennetine koyar, ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefatçı kılar.” (Tirmizi Kuran 13, (nr 2905)


    VELİLERİN ŞEFAATİ

    “ümmetimden bazıları var ki büyük bir cemaate, bazıları vardır ki bir kabileye, bazıları vadır ki bir guruba, bazıları da vardır ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizi, Kıyamet 11)

    İmam-ı Rabbani Hazretleri de şöyle buyurmuştur: “Salih ve hayırlı zatların, Allah’u Teala’nın izni ile kıyamet günü, asiler ve günahkarlar hakkında şefaat etmeleri hak ve gerçektir.” (Mektubat 17. Mektubdan)

    ŞEHİTLERİN ŞEFAATİ

    “Kıyamet günü üç grup şefaat edecektir; Peygamberler, alimler ve şehidler.” (İbni Mace, Zühd 37)

    “Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.” (Ebu Davut, cihad 28)

    ÇOCUKLARIN ŞEFAATİ

    Büluğ çağına erişmeden ölen çocuklara anne ve babalarına şefaatçi olma hakkı verilecektir. Peygamber Efendimiz:

    “Küçük yaşta ölen çocuğa, “Cennete gir” denilir. Fakat o cennetin kapısında durur, kızgın ve öfkeli bir şekilde beklemeye başlar ve: “Annem ile bbam yanımda olmadıkça girmem” der. O zaman meleklere: “Onun anne babasını da onunla birlikte cennete koyun” denilir. (Müslim, Birr, 154; İbni Mace, Cenaiz, 58; Heysemi, mecmau’z Zevad, nr. 18551)

    AMELLERİN ŞEFAATİ

    İnsanların işlemiş olduğu bazı hayır ve hasenatlar, yaptığı ameller ona şefaat edecek, sıkıntılardan kurtaracaktır. Bu konuda birçok hadis-i şerif mevcuttur. Onlardan bir tanesi de şudur:

    “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlanır, onu tanır ve ona:

    “benim için şefaat etmeyecek misin” der. Adam: “Sen kimsin” diye sorar. O da: “Ben sana falan gün su içirmedim mi” diye sorar. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun için şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider.” (Tirmizi, kıyamet 11)

    Şefaati kullarının cennete girebilmesi için aracı kılan da Rabbimizdir, bağışlayan da Rabbimizdir, şefaat yetkisini veren de Rabbimiz, şefaati kabul eden de Rabbimizdir.

    Bütün bunlardan anlıyoruz ki, şefaat inkâr edilemez bir gerçektir ve ayetlerle sabittir. İnkar edenler ise Allah muhafaza bu nimetten mahrum kalacaklardır.

    Burada önemli olan husus şudur: Kimse kendisine şefaat makamı verildiğini, verileceğini veya şefaat edileceğini bilmediği ve bilemeyeceği için son nefesine kadar azim ile Allah yolundan ayrılmamaya gayret etmelidir.

    Allahu Teala (C.C.), bizleri başta Resulüllah(s.a.v.) olmak üzere tüm İslam büyüklerinin şefaatlerine nail eylesin.Âmin.....

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Allah Bazı İnsanları Neden Çirkin Yaratmıştır ?
    İçinde yaşadığımız şu kainatın en açık gerçeklerinden biri, gerçeklerin nisbi ya da göreceli niteliğidir.

    Bu kainat, ya siyah ya beyaz, ya güzel ya çirkin, ya iyi ya kötü, ya aydınlık ya karanlık gibi mutlak, kesin ve keskin ayrımların diyarı değildir. Bilakis, siyahın ve beyazın, güzelliğin ve çirkinliğin, iyinin ve kötünün, aydınlığın ve karanlığın dereceleri vardır.

    Kainatın neden bu durumda yaratılmış olduğu sorusuna, selim kalblerin ve müstakim akılların asırlar boyu veregeldiği ortak bir cevap vardır: çünkü, kainatın yaratılış amacı böyle bir derecelilik içinde gerçekleşir. Bu kainat, kendi güzelliğini, mutlak ve sınırsız isim ve sıfatlarını görmek ve göstermek isteyen bir Zat-ı Zülcelal tarafından yaratılmıştır; ve onun bu sırrı gerçekleştirmek üzere yarattığı insan, bunu ancak bir ‘nisbilikler,' ‘derecelilikler' dünyasında gerçekleştirebilir. Zira insanın, bir yaratılmış olarak, yaratılmışlığının zorunlu sonucu olan sınırları vardır; bilgisi, algısı, bakışı, iradesi, gücü,.. sınırlıdır. Dolayısıyla, kendisini ve kainatı yaratan Zat'ı mutlak ilmi, iradesi ve kudreti ile kuşatıp kavrayamaz. Hakikatı, mutlak ve sınırsız bir biçimde karşısına çıktığında, tanıyıp tanımlayamaz. Bu durumda, hakikatı mutlak surette görmek yerine, göz kamaşmasıyla gelen bir körleşmeye maruz kalır; tıpkı güneş ışığına baktığımızda, görme kapasitemizin artmayıp, gözümüzün körleşmesi gibi...

    Bu sırdandır ki, kainatı ve insanı yaratan Zat-ı Zülcelal, alemi ‘şiddet-i zuhurundan gizlenip azamet-i kibriyasından ihtifa ederek' yaratmış; yani, mutlak isim ve sıfatlarını ‘göreceli,' ‘dereceli' bir surette tecelli ettirmiştir.

    Kainatta zıtların varlığı, işte bundandır. Bu kainatı yaratan, güzel-çirkin, iyi-kötü, fayda-zarar, mükemmel-noksan, aydınlık-karanlık,.. gibi zıtları birbirine karıştırarak müthiş bir çeşitlilik içinde kainatı yaratmış; bize, bu nisbilik üzerinden O'nun mutlak isim ve sıfatlarını tanıma imkanı sağlamıştır.

    İnsanın kainatın içindeki mevcudları, mesela güzellik açısından çok güzel-güzel-fena sayılmaz-çirkin-çok çirkin gibi bir sınıflamaya tabi tutabilmesi, bundan dolayıdır. Elbette, bir adım ileri gittiğinde ‘güzel' görmediği şeylerde dahi, bir kıyas unsuru olarak güzel şeylerdeki güzelliğin farkedilmesini sağlama gibi güzel bir özellik görür insan.

    İnsanlık alemine baktığımızda da, kainatı kuşatan bu dereceliliğin insanlar arasında da değişik yansımalarını görürüz. İnsanlar, ne güç bakımından birbirine eşittir, ne akıl bakımından, ne duygu bakımından, ne ahlak ve ne de güzellik bakımından. Güçlü-zayıf, akıllı-akılsız, iyi-kötü, duygulu-duygusuz, güzel-çirkin zıtları arasında değişik salınımlar sergiler insanoğlu. Bütün dünyaya iyi ahlak örneği sunan insanlar kadar, ahlakının kötülüğünden bütün dünyanın sakındığı insanlar da vardır. Gücüyle efsanelere kadar uzanmış insanlar çıktığı gibi, parmağını kıpırdatmaktan aciz insanlar da yaşamıştır. Güzelliğiyle dillere destan olanlar olduğu gibi, çirkinliğiyle şöhret bulmuş insanlar da vardır.

    İnsanın bu ‘dereceli tecelliler' tablosunun göze ve gönüle hoş gelen tarafına fazla bir itirazı yoktur. Buna karşılık, aklı bu ‘nisbilik' sırrını kabullense bile, her insanın vicdanı bu tablonun ‘olumsuz' gözüken tarafına dair sorular sormaktadır. Bilge bir insan olmak, iyi bir insan olmak, hatta güçlü bir insan olmak bir derece insanın iradesine, eldeki kabiliyetleri iyi kullanmasına bağlı olduğu için, vicdanın bu noktadaki sorularına cevap vermek nisbeten kolaydır. Ama özellikle güzellik, sonradan edinilen bir şey olmadığı için, “İyi ama, çirkinlerin günahı ne?” sorusu öylece ortada kalmaktadır.

    üstelik, insan çalışıp gayret göstererek zekasını ve bilgisini, görgüsünü ve ahlakını güzelleştirebildiği halde, güzellik çalışarak edinilen veya geliştirilen bir şey değildir. Dahası, ‘estetik amaçlarla' vücuduna cerrahi müdahalede bulunmak, hatta kaşını-gözünü aldırmak, Allah ve Peygamberi (asv) tarafından kesinlikle hoş görülmemiştir.

    İnsanlık tarihine, hatta yalnızca kendi yaşadığı döneme ve kendi çevresine bakan her insan, vicdanını meşgul eden bu sorunun en azından şiddetinin hafiflemesini mümkün kılacak bir dizi gerçeği rahatlıkla kavrayabilir.

    Mesela, her insan, güzelliği kendisi için felakete, pek güzel olmaması ise kendisi için bir saadete dönüşmüş pek çok insan görebilir. çok güzel ama mutsuz insanların sayısı, pek güzel olmadığı halde mutlu insanların sayısından daha az değildir. Benzer şekilde, nice güzel insan, çevresinin ve kendisinin güzelliğine yönelik aşırı vurgusuyla, başkaca insani kabiliyetlerini yeterince geliştirememiş durumdadır. Güzel ama huysuz, güzel ama şımarık, güzel ama kaprisli, güzel ama geçimsiz diye tanımlanan insanlara her insan çevresinde rastlayabildiği gibi; güzelliğe yönelik bir vurgudan veya güzelliğin verdiği bir güvenden dolayı akli yeteneklerini geliştirmeye fazla özen göstermeyen insanların çokluğundan dolayıdır ki, mesela ‘aptal sarışın' diye bir deyim dillere yer etmiş durumdadır. Gerçekte ‘güzel' insanlar, özellikle ‘sarışın güzel'ler akıl ve zeka itibarıyla ‘daha geri durumda' yaratılmadıkları halde, bu deyimin dillere bu kadar yerleşmiş olması, elbette anlamlıdır.

    Tablonun pek güzel olmayanlar, hatta ‘çirkin' denilecek durumda olanlar tarafında ise, bunun tam zıddı görüntülere rastlamak her zaman için olasıdır. Güzelliğiyle kaybedenler kadar tanıdık bir olgu, ‘pek güzel olmayışı'nı kazanca dönüştürenlerin varlığıdır. ‘Vasat' bir güzelliği olan, hatta kimilerinin ‘çirkin' gördüğü nice insan, kimi ahlak, kimi akıl, kimi görgü itibarıyla nice güzele göre daha tercihe şayan durumdadır. Pek güzel olmayan güzel ahlaklı bir insanın dostlarının sayısı, güzel ama huysuz insanlardan kesinlikle daha fazladır. Güvenip dayanacağı düzeyde aşikar bir güzelliği olmayışının sevkiyle bilimde, sanatta, maneviyatta daha ileri noktalara çıkabilmiş insanlar azımsanmayacak sayıdadır. Nitekim, Allah'ın onu yarattığı halden hoşnut olup, ‘dünyalar güzeli' olmayışına şükreden pek çok insan olsa gerektir.

    Kısacası, ne güzellik tek başına insana yetmektedir; ne de yeterince güzel olmamak. Bilakis, insanın hayat yolculuğunun iyiye veya kötüye doğru seyri, Allah'ın onu yarattığı hali nasıl değerlendirdiğine göre şekillenmektedir.

    Ancak, bu vakıa, insanın vicdanından kopup gelen o soruyu, şiddetinden epeyce şey kaybettirse de, büsbütün izale etmemektedir. En başta, hem güzel, hem akıllı, hem iyi ahlaklı insanların varlığı, insanın içinde ‘yeterince güzel' görünmeyen, dahası ‘çirkin' denilebilir durumdaki insanlar açısından, bu soruyu kalıcı kılmaktadır.

    Bu dünyada hem güzellik, hem akıl, hem ahlak bakımından insanlığa en güzel örnek olmuş olan Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselamın ahiret hayatına dair, nedense nazarlardan gizlenmiş, fazla şöhret bulmamış bir hadisi, bu soruya kalıcı bir cevap sunmaktadır. Bu hadisten öğrendiğimize göre, bu dünyada Allah onları hangi surette yaratmışsa o surete razı olan; güzelliğine güvenip yahut çirkinliğine kızıp isyana kalkışmayan; Allah'ın bu dünyada onu yarattığı hal üzere kendi insani kemalini bulup O'nun kendisini yaratış amacını gerçekleştirmeye çalışan her insanın buyur edileceği cennette, bir çarşı vardır. Ama bu çarşıda ne alış, ne de satış vardır. Bu çarşıda, erkek ve kadın suretleri bulunur. Cennet ehli, oraya gider, beğendiği sureti alır ve o sureti giyinmiş olarak cennetteki evine döner.

    Bu hadis, bu dünyanın yaratılışındaki ‘derecelilik' hikmetine binaen farklı suretlerde yaratılan, bu derecelilikteki hikmeti kavramakla birlikte için için kendinden daha güzelleri görüp onların haline imrenen, yahut kendini güzel bulsa da yeterince güzel olmayanlar adına üzülen insanlara, müthiş bir duygusal açılım, ferahlık ve derinlik sunmaktadır.

    ‘Suret çarşısı' hadisinin de düşündürdüğü üzere, bu fani dünyada aslolan, ne güzelliğine, ne de yeterince güzel olmayışına kilitlenip kalmaktır. Bu imtihan dünyasında aslolan, özünü güzelleştirip, bizi ve kainatı yaratan Rabbin hoşnutluğunu kazanmamızı sağlayacak ‘güzel eylem'lerde bulunmaktır.

    Bu dünyada biz O'ndan razı olup O'nu bizden razı kılabildiğimizde, O bizi içinde ‘suret çarşısı'nın da bulunduğu ebedi cennetlerde ağırlayacak; razı olduğu kuluna, çok hikmetlere binaen bu dünyada vermediği suret güzelliğini orada sunacaktır.

    Ne mutlu, güzelliğini nisyana yahut çirkinliğini isyana gerekçe kılmayıp, bu dünyada siretini güzel kılıp yaşayışını güzel eyleyerek, öte dünyada suret çarşısının müşterisi olmaya hak kazananlara...

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hüdayi Divanı'ndan 9


    Nefs ü şeytâna uyarsan,
    Nice olur hâlin ey gâfil?
    Bir gün olur kim duyarsan
    Nice olur hâlin ey gâfil?

    Fikrinden dünyâ gitmez mi?
    Hakk kelâmın işitmez mi?
    Ölenler ibret yetmez mi?
    Nice olur hâlin ey gâfil?

    Gidenleri görmez misin?
    Yer altına girmez misin?
    Hakk katına varmaz mısın?
    Nice olur hâlin ey gâfil?

    Tâat kapusın kaparsan
    Doğru yolundan saparsan
    Nice bir mala taparsan
    Nice olur hâlin ey gâfil?

    Mâsivâdan firâr eyle
    Bâb-ı Hakk'da karâr eyle
    Tâatı ihtiyâr eyle
    Nice olur hâlin ey gâfil?

    Aç gözün gafletten uyan
    Nâdim olur nefse uyan
    Bâtılı kor Hakk'ı duyan
    Nice olur hâlin ey gâfil?

    Mâsivâdan yumup gözü
    Kâdir Allah'a tut yüzü
    Hüdâyî'den gûş et sözü
    Nice olur hâlin ey gâfil?

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hüdayi Divanı'ndan 2


    İki cihân sultânının
    Doğduğu ay geldi yine
    İlm u meârif kânının
    Doğduğu ay geldi yine


    Gelsün şefâat isteyen
    Bulsun safâ anı seven
    Ol sâhib-i hulk-i hasen
    Doğduğu ay geldi yine


    Bedr-i dücâ şems-i duhâ
    Verd-i gülistân-ı Hudâ
    Hakk'ın habîbi Mustafâ
    Doğduğu ay geldi yine


    Bir âşık u sâdık kanı
    Râhat bula cân u teni
    Sırr-ı hakîkat mahzeni
    Doğduğu ay geldi yine


    Anı Hüdâyî kim sever
    Matlûba bulmuştur zafer
    Fahr-ı cihân Hayru'l-beşer
    Doğduğu ay geldi yine

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hüdayi Divanı'ndan 11


    Canları hasret oduna yandırır,
    Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!
    Lezzetinden âlemin usandırır,
    Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

    Görmez eyler ağlamakdan gözleri,
    Hem sarartır soldurur gül yüzleri
    Karanu eyler nice gündüzleri
    Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

    Ayrılık olur safâ yolunda sed
    Nâr-ı hecre yakma-gıl Yâ Rab meded
    Tamu odundan eşeddir eşedd;
    Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

    Yandırıp pervâneyi sûzân eden
    Bülbül-i şûrîdeyi nâlân eden
    Dilleri ma'mûr iken vîrân eden
    Ayrılık, âh ayrılık, vâh ayrılık!

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İŞİD'i anlamak isterseniz Yahudilere bakın!
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "Batılılar bana DAEŞ’i anlamadıklarını söylediler. Ben de DAEŞ’in uygulamasını kendilerinin yaptığını söyledim" dedi.


    Görmez, özellikle Körfez Savaşı'nın ardından din üzerinde mühendislik çabaları yapıldığını ve bunun bölgemizde fay hatlarını sarstığını söyledi.

    ‘SİZ BUNU BİLİRSİNİZ’

    "Zaman zaman Batılı büyükelçiler bana 'Anlayamıyoruz, İslam gibi bir dinden İŞİD gibi bir terör örgütü nasıl çıkar?' diyorlar. Ben de 'aslında sizin elinizde bunun bir uygulaması var, sizin bunu biliyor olmanız lazım' cevabını veriyorum. 'Nasıl' diyorlar. Diyorum ki: Aslında Yahudilerin Tevrat'a dayanarak başkalarının toprakları üzerinde bir din devleti kurma teorisi ve onların Tevrat yorumu ile Şam ve Irak toprakları üzerinde başkalarını katlederek bir hilafet devleti kurma teorisi arasında hiçbir fark yok".

    ALLAH'A İFTİRA OLUR

    Mehmet Görmez, coğrafyada son dönemde türeyen Bedevi anlayışın kendisi gibi inawnmayanları tekfir ettiğini ve katliam yapmayı cihat olarak gördügünü söyleyerek, "Bu yöntemle Allah'ın rızasını kazanmayı düşünmek Allah'a iftiradır" dedi.

    İncil yanlış yorumlandı

    Mehmet Görmez, İncil’in de yanlış yorumlandığı zaman Hıristiyanlık adına katliamlar yapıldığına dikkat çekerek "İsveç gibi bir yerde Breivik diye bir insanın 60 kişiyi katlettikten sonra bıraktığı bin sayfalık bir metin var. Bu metne baktığınızda aynı şekilde insandan ve kainattan kopuk bir İncil yorumunu görürsünüz" dedi.

    Savaşların sonucu

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Ortadoğu’da son 30 yılda yaşanan savaşların terör örgütlerini beslediğini vurgulayarak, “Acaba Körfez Savaşı, İran-Irak savaşı olmasaydı, 20-30 sene bu nesiller şiddetin gölgesinde yetişmeseydi, bugün bu DAEŞ olacak mıydı?" sorusunu sordu.

    İslamofobi'yi besledi

    Görmez, DAEŞ gibi terör örgütlerinin Batı’daki İslamofobi’ye malzeme verdiğini söyledi. İslamafobi'nin bir endüstri ve küresel gayret olduğuna işaret eden Görmez, buna karşılık DAEŞ'e ve karşılaştığımız diğer terör faaliyetlerine karşı panzehirin yine İslam olduğunu söyledi.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İmam İbnü Cevzi'den Ölümsüz Hitabeler
    İmam İbnü Cevzi'den Ölümsüz Hitabeler

    EY SONUNUN NASIL OLACAĞINDAN GAFİL OLAN KİŞİ


    Ey sonundan gafil kişi. Ey kusurlarıyla ayakta duran kişi. Baksana gayret sahipleri seni geçtiler. Sen ise gaflet denizine dalmış gitmişsin. Rabbin kapısında pişmanlık duyanın duruşuyla dur. Sonra zilletle başını önüne eğ. Şöyle de: Ben zalimim. Seherlerde şöyle haykıranım: Günahkârım. Rahmet diliyorum.

    Haydi bir türlü kendileri gibi olamadığın şu iyi insana benzemeye çalış. Pişman olan bir günahkârın sel gibi akıttığı gözyaşlarını azgın rüzgârlara sal. Gece yarıları pişman olarak kalk. Kapıya dur. Tövbe et. Şu gitmiş ömrü düşün. Heva ve hevesini bir kenara it artık. Ahireti arzu ediyorsan, dünyayı boşa. Ey bütün bir gece uyuyan baksana dostlar gittiler. Kavmin hepsi kalktı uzak diyarlara gitti. Sen hâlâ ölüm uykusundan uyanamadın.



    Dünya öldürücü bir zehirdir

    Kardeşlerim. Dünya öldürücü bir zehirdir. Nefisler dünyanın tuzaklarından gafildir. Ey Ademoğlu! Senin kalbin zayıf bir kalptir. Bakışların hakikati görmede ne kadar da zayıftır. Baksana gözün her yere bakıyor. Dilin sürekli günah işlemektedir. Vücudun dünyayı kazanayım diye ne kadar da yoruldu. Nice kahredici bakış var ki onunla ayaklar sürçüverdi.
    (Nice bakışlar var ki görüşte insana hoş gelir de gelecekte çok acı olarak önüne çıkar.)
    Sen dünyayı konuşmakta ne kadar iyi bir hatipsin. Ve sen ahireti konuşmakta ne kadar dilsiz ve zavallısın.

    Ey takva elbisesine bürünmüş sahtekâr

    Ey filanca. Çok ibadet eden takva sahiplerinin elbisesine bürünmüşsün. Halbuki kalbin gaflet denizlerinde boğulmuştur. Dış görüntün ne kadar kirli ve kokuşmuştur. Ey kalbi ölmüş adam. Gençlik zamanını gaflette geçirdin. Şimdi kaçırdığın amellere ağlıyorsun. Sana nelerin hazırlandığını bilseydin, gece karanlıklarında çok ağlardın.

    Güzel sözü dinliyor, ama gerekeni yapmıyorsun

    Ne zamana kadar iyilerin sözünü dinleyecek ve ama yollarından gitmeyeceksin. Tövbekârların yolunu izle. Belki yola girersin.

    Ey ölüyü mezara, kalbini eve gömen adam!

    Ey eliyle ölüyü mezara gömerken, kalbini evinde unutan adam. Günahtan günaha sıçrıyorsun. Mezardan yine günahlara dönüyorsun.

    Sen değil misin günahlara devam eden

    Sen değil misin hata ve isyana devam eden. Açık günah işledin de hiç utanmadın. Hem günahın kir olduğunu bildin, hem de sakınmadın. Cezanın büyüklüğünü bildin de unutur göründün. Yakında her şey seni terk edecek. Bugün elinden kayıp gidecek. Dünün gittiği gibi. Yakın artık konuşan dilin duracak sessizliğe bürüneceksin. Güneşin ve ayın rengini ve ışığını görmez olacaksın. Bahçeler sararacak bostan kuruyacak.

    Beyaz saçların seni uyarmadı mı?

    Ey sonsuz arzuların mahkûmu! Beyaz saçlarında mı seni uyarmadı. Baksana ölüm şimşek gibi geliyor. Sen kendini sağlıkta hissediyorsun. Sen ise hakikatte hastasın. Hem de ağır hastasın. Ve sen hastalığının bile farkında değilsin.

    Ey uykusu ağır adam

    Ey uykusu ağır adam. Ey uyanıklığı yavaş adam. Ey anlayışı kıt adam. Ezanlar seni hiç mi uyandırmadı. Yoksa biz; dil bilmeyen, kulağı sağırlara mı bağırdık. Heva ve hevesin gözü şaşıdır bilmiyor musun?

    Ey ihtiyarlayıp tövbe etmeyen adam

    Ey yaşlanıp da ıslah olmayan ve tövbe etmeyen kişi. Keşke bilseydim yaşlılıktan sonra neyi bekliyorsun. Gençken utandıran günahlar, yaşlılıkta ne kadar da çok çirkindir. Yaşlılık çökmüşken insan ayıplarından vazgeçmiyorsa, bir daha iflah olmaz artık.
    Ey falanca adam! Dünya geride kaldı. Ahiret önünde. Arkadan geçeni istenen hezimettir. Sen önden geleni iste. Baksana ölüm tufanı geldi. Haydi takva gemisine bin. Hz. Nuh'un oğlu gibi arzu dağına sığınma. Tufan seni alır ve boğar. Yazık sana! Uyan. Ömrünün kalanını ganimet bil. Daha ne kadar şaşkın yaşayacaksın.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kendinizi Kur'an Terazisine Koyun
    Nasıl bir hayat yaşıyoruz? Hal ve hareketlerimiz Allah'ın bizden istediği ile uyuşuyor mu? Bunu anlamak ve nasıl bir Müslüman olduğumuzu tartmak için Kur'an terazisi yeterli. İşte hayatımıza rehber olabilecek ayetlerden bazıları...

    Kur'an-ı Kerim en güzel hakemdir. Bütün hayatınızı ve hareketlerinizi Kur'an terazisine koyun. Ve nasıl bir Müslüman olduğunuza karar verin. İşte kendimizi gözden geçirmemize vesile olacak bazı ayetler:

    1- Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette bundan tiksiniriz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir. Çok esirgeyicidir. (Hucurat, 12)

    2- Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, gönül bunların hepsi yaptıklarından sorumludur. (İsra, 36)

    3- İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın. (Kaf, 18)

    4- Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. (Kasas, 55)

    5- Müminler, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler. (Müminun, 3)

    6- Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. (En'am, 68)

    7- Kusur peşinde koşan, durmadan laf getirip götüren kimseye boyun eğme. (Kalem, 11)

    8- Günah işlemekte ve düşmanlıkta birbirinize yardımcı olmayın. (Maide, 2)

    9- İnsanlardan gizler de Allah'tan gizle(ye) mezler. Hâlbuki geceleyin O'nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken Allah onlarla beraber idi. (Nisa, 108)

    10- Yalan sözden kesinlikle kaçının. (Hacc, 30)

    11- Onlar harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler. İkisi arasında orta bir yol tutarlar. (Furkan, 67)

    12- Yine onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksızca kıymazlar ve zina etmezler. (Furkan, 68)

    13- (O kullar) yalan yere şahitlik yapmazlar. Boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. (Furkan, 72)

    14- Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. (Furkan, 73)

    15- Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, işlemedikleri bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir. (Ahzab, 58)

    16- Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah işler ve sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık günah yüklenmiş olur. (Nisa, 112)

    17- Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. (Maide, 54; Fetih, 29)

    18- Yoksa onlar Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için kıskanıyorlar mı? (Nisa, 54)

    19- Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. (Hücurat, 12)

    20- Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Zira zannın bir kısmı günahtır. (Hücurat, 12)

    21- Ey iman edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin. (Maide, 1)

Sayfa 6/12 İlkİlk 123456789101112 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •