Mevlana’ya göre felsefe, yalnız akla dayandığı sürece hem sakat ve hem de eksiklikler doludur. Çünkü akıl, çevreyle insanın, beş duyusu ile sarmalanmış ve şartlanmıştır. Yine Mevlana’ya göre yalnız geleneklere dayanan ahlak, kusursuz demek değildir. Hele hele düşüncesini özgürce kullanan insanlar, eleştiriye her zaman açık olmak durumundadır.
Tasavvufa genel bakışına göre insan, varlığın hem gayesi, hem de sonudur. Mutlak varlıktan güç alemine, oradan doğa alemine ve ardından da maddeye geçiş yapmıştır.
Mevlana Felsefesi, hiçbir zaman tek başına sözle, akıl ile, bilimle anlaşılamaz. Mevlana aynı zamanda sadece bir düşünür, bir şair, bir tasavvuf ehli de değildir. Doğaldır ki bunların her biri onun birer sıfatıdır.
Mevlana, bir düşünce ve ahlak sistemidir, bir hayat düzenidir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, algılaması, davranışları ve her şeyi ile yüceliği öğreten dünün, bugünün ve yarının büyük bir onur anıtıdır.
Mevlana, herhangi bir düşüncesini, bir duygusunu, bir anlayışını anlatırken mantıksal tahlillere, bilinen felsefi kalıplara, tasavvufun katı kurallarına başvurmaz. Tasavvuf terimlerini çok az kullanır.
Mevlana’ya göre irşat, yani aydınlatma yolu ile doğru yolu gösterme çabası yalnız, olgunlaşmış, tekamül etmiş insanın hakkıdır. Bu konuyla ilgili mesnevinin birinci cildindeki sözleri önemlidir.
Mevlana’nın tasavvufunda gaye, kulluk ve yokluktur. Yine Mevlana’nın tasavvufunda yaratılışın, hayatın manası aşktır. Aşk ise kimseye niyazı, ihtiyacı olmayan Allah’ın en belirgin vasıflarındandır.
Mevlana’ya göre, insan kendi eksik aklıyla ve şahsi görüşleriyle gerçek bilgi sahibi olamaz. Herkesin görüş açısı ve derinliği farklıdır. Mevlana bu konuyu açıklamak için şu hikayeyi anlatır:
“Hindistan’dan bir fil getirip, karanlık bir yere koyarlar. Getirilen bu fili seyretmek isteyen halk oraya gelince, karanlıkta göremez ve ona dokunmaya başlarlar. Filin hortumunu tutan onu bir oluğa, kulağını tutan yelpazeye, ayağını tutan da direğe benzetir. Özetle herkes filin neresine dokunduysa, kendi zannınca bir hüküm verir. Fakat herkesin elinde bir mum olsaydı, halk fili bütün halinde görüp, onun neye benzediği konusunda yanılmayacak, görüş ayrılıkları kalkacak, herkes gerçek bilgi sahibi olacaktı.”
Mevlana bu örnekle düşünürlerin yalnızca kendi dar görüşlerine itibar etmelerini tenkit eder. Herkesin kendine has bir görüşü olduğu ve tek olan gerçeğe farklı yönlerden baktığı için, gerçeği bir bütün halinde göremeyip, yanılmaya mahkum olduklarını belirtir.

Esasen Mevlana’ya göre bilgi gaye değil, ancak kişinin dünyada kendisine ve başkalarına faydalı olabilmesi için bir araçtır. Dolayısıyla yalnızca gözlem ve bireysel tespitlere dayanan bilgi ve bu bilgiyi temel edinen felsefe, aşktan yoksun olduğu için yaratılış sırrından habersizdir.