İster okumak, ister dinlemek ve isterse de öğrenmekle edinilen dışsal bilgiler, içtenlikli görüşler ve sezgilerle birleştirilememişse, kaynaştırılamamışsa, zenginleştirilememişse, güçlendirilmemişse insan tam manası ile “Ham Sofu” olur, çıkar.
İnsan okuyup, öğrenilen bu dışsal bilgiler yanında “Bilmediğini anlamağa, nefsini eğitmeye, gerektiğinde çile çekmeye tahammül” gösterip kendini bulma noktasına gelebilirse, işte o insan, o zaman, gerçeğe varışın, kendini bilmenin ya da en azından bu yolda olduğunun farkındalığını yaşamaya başlar.
“Pişmek, Olgunlaşmak” ya da kendine varış olarak adlandırılan bu çabayı, Mevlana’nın ön gördüğü ve kayda geçirdiği her satırında, her sözünde görmek olasıdır. Şöyle der:
“Soru da bilgiden doğar, cevap da;
Diken de toprakla sudan biter, gül de.
Sapıklık da bilgiden olur, doğru yolu buluş da;
Acı da rutubetten hasıl olur, tatlı da.”
Bilgi, insana her zaman sorumluluk yükler. Eğer herhangi bir konuda bir bilgiye sahipseniz, o konunun sorumluluğunu da taşımak durumunda kalırsınız. Kuşkusuz, o konuda bilgi arttıkça da, sorumluluğu da bir o kadar artacaktır.
Şunu asla unutmamamız gerekir ki; bilgisiz insan tehlikeli olabilir. Ancak, bilgisini kötüye kullanan insan her zaman bir facia yaratmaya yatkındır. Ancak şunu da hatırdan asla çıkarmamak gerekir ki; bir insan ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, yaşam tarzı, insani ilişkileri, toplumdaki yeri sahip olduğu bilgisine yaraşır bir biçimde değilse, tavır ve hareketlerini buna göre ayarlamazsa, sıradan cahil bireyden hiçbir farkı kalmaz.
Bilgisizlik, anlayışsızlık, kabullenicilik karanlıktır, ışıktan yoksunluktur. Onlarla savaşmak, ancak onlara ışık tutmakla mümkün olur. Bu ışık da, sahip olduğumuz bilgi potansiyeli paralelinde olumlu yolda düşünce üretmek, yorumlamak, tartışmak ve ardından eylem koymaktır. Bunun altında da mutlaka aydınlık bir kararlılık bulunmalıdır. Bu çaba insanı huzurlu, yarınlarına güvenli, doyumlu ve başarılı kılar.
Mevlana’ya göre bilgi, faydalı bilgi oldukça değerlidir. Çünkü faydasız bilgi olsa olsa sahibine bir yük olmaktan ileri gidemez. Bu konuda anlattığı bir öykü gerçekten insanı çok düşündürmektedir. Şöyle der:
“Bedevi’nin biri eşeğine vurduğu hurcun bir gözüne kum, diğer gözüne buğday yüklemiştir.
Yolda bir filozofa rastlar. Filozof işi anlayınca “Nasılsın?” der ve “Neden buğdayı iki bölüme ayırıp gözlere koymadın? Hem eşeğin yükü hafiflerdi, hem de çabuk giderdi.”
Bedevi bu akla hayran olur ve şöyle der:
“Sen Padişah mısın? Vezir misin? Yoksa dükkanın, malın, mülkün mü var?”
Filozof cevap verir: