Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/5 İlkİlk 12345 SonSon
42 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: İSLÂM'DA KADININ DEĞERİ VE HAKLARI

  1. #11

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Fizyolojik ve Psikolojik Farklılık

    Cenâb-ı Hakk, erkek ve kadına farklı husûsiyetler ve meziyetler vermiş ve onların toplum içindeki mevkîlerini de farklı kılmıştır. Haklar ve mes’ûliyetler, bu farklı husûsiyetlere göre tanzîm edilmiştir. Erkek ve kadın, aynı zamanda birbirlerinden farklı, güzel kabiliyetlerle de donatılmıştır.

    Allâh Teâlâ, erkeğe; güç, kuvvet, metânet, mihnet ve meşakkatlere tahammül, tedbir, temkin ve sebat, hâdiseler karşısında dayanma ve direnme, sevinç ve hüzünde muvâzene ve îtidâl, savaş gücü, irâdî ve aklî üstünlük gibi özellikler vermiştir.

    Hanımlara ise; duygu derinliği, incelik, şefkat, merhamet, hayâ, fedâkârlık, çocuk bakımı ve neslin muhâfazası gibi meziyetler ihsân etmiştir. Onlar, bünye olarak nârin olduklarından hayâtın çeşitli safhalarında birtakım süprizlerle karşılaştıklarında bazen bedenî ve rûhî zaaflara düşerler. Zîrâ hisleri, fevkalâde kuvvetlidir. Merhamet duyguları yüksektir. (84)

    Görülüyor ki erkek; kadından daha kuvvetli, zorluklara daha dayanıklı, hâdiseler karşısında daha soğukkanlıdır. Hareketlerinin neticelerini daha iyi düşünür. Kadın ise, fıtraten zaîf, hılkaten nahîftir. His yönünden çok zengin, şefkat yönünden de engin bir deryâ gibidir. Mutlaka bir erkeğin himâye ve desteğine muhtaçdır. Erkeğin kadına göre üstün tarafları olduğu gibi, kadının da erkeğe göre üstün tarafları bulunmaktadır. Her biri ancak bu farklı yaratılışının îcâbını yapabilir.

    Çocuğun çeşitli ihtiyaçları karşısında annedeki değişken duyguları ve imkanları erkekte bulamazsınız. Erkekdeki, tabiatın dâimî sert tezâhürlerine ve hayatın sayısız güçlüklerine karşı koyacak bir yaratılış husûsiyetini de kadında bulamazsınız. Bunun için İslâm Dîni, âile müessesesinde, kadınla erkek arasında kendi maddî ve mânevî kabiliyetlerine göre vazîfe taksîmi yapmıştır. Her cinse görebileceği işi vermiş; kadına, yapamıyacağı işi teklif etmemiş, taşıyamıyacağı mes’ûliyyeti de yüklememiştir. (85)

  2. #12

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Erkek Âilenin Reisidir

    Dînimize göre erkek, âilenin reîsi ve mes’ûlüdür. O, hayatın meşakkatlerine göğüs germiş, maîşet yükünü yüklenmiş, kadının nafakasını da üzerine almıştır. Erkek bu ağır vazîfeye karşı, kadından meşrû işlerde kendisine itâat hakkına mâliktir. İyi kadınlar itâatli olanlardır. Nitekim hadîs-i şerîfde: "Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, nâmûsunu korur ve kocasına itâat ederse, Cennet kapılarından dilediğinden girsin!" (86) buyurulur. Başka bir hadîs-i şerîfte de:

    "Eğer bir kimseye, Allâh’dan başka birine secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim. Bunun sebebi, Allâh’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır." (87) buyurulur.

    Kadın, kocasının evinde bir bekçidir, muhâfızdır. Kocasının malını muhâfaza, çocuklarını terbiye etmekle mükellef olduğu gibi, nâmûsunu da haramdan koruyacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarını:

    "Yatağınızı başkalarına çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimselerin evlerinize girmelerine izin vermemeleri.." (88) diye özetler.

    Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "İyi kadınlar, itâatli olanlardır. Allâh kendi haklarını nasıl korudu ise, onlar da öylece göze görünmeyeni koruyanlardır." (89) buyurulur.

    Burada "göze görünmeyen" tâbirinde, erkeğin malı, âile sırları, nâmûsu, hattâ kadının karnındaki çocuk dâhildir. Kadının bunları muhâfaza etmesi, çocuğunu düşürmemesi lâzımdır. Kadın, ancak bu şekilde en büyük dînî vazîfelerinin bir kısmını yerine getirmiş olur.

    Erkek de, kadına her zaman saygı gösterir. Âile işlerinde kadını ortak yapar. Erkeklik şânına yaraşır bir tarzda kadını himâyesine alır. Kadın zengin bile olsa erkek, kadının nafakasını tedârike mecburdur. Kadın, erkek gibi tahsîl yapar. Âlim olur. Müftü olur. Hukuk hâkimi olur. Yalnız halîfe olamaz (90). Nitekim İslâm kadınları arasında pek çok âlimler ve ârifler yetişmiştir.

    Kadının medenî hakları vardır. Muâmelâtta kadının hakları, erkeğin hakları gibidir. Kadın kendi malını hiç kimseye danışmadan istediği gibi kullanma, harcama ve hediye etme yetkisine sahiptir.

  3. #13

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadının Tahsîl Hakkı:

    İslâm Dîni, ilme büyük önem verir. Nitekim onun ilk emri; "oku!.." şeklindedir. Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?." (91) buyurulur.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:

    "Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz!"

    "İlim Çin’de de olsa arayınız!"

    "İlim öğrenmek, kadın ve erkek her müslümana farzdır." (92) buyurmuşlardır. Kadın da erkek gibi, Allâh’ın emirlerini öğrenip yapmak, yasaklarını da belleyip kaçınmakla mükelleftir.

    Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "Ey îmân edenler, kendinizi ve âilenizi cehennem ateşinden koruyunuz." (93) buyurulur.

    Bu âyet-i kerîmeyi Hz. Ali (r.a.):

    "Çocuklarınızı terbiye edin, onlara ilim öğretin.." tarzında tefsir etmiştir. (94)

    Kadının âile ocağındaki en başta gelen vazifesi, çocuklarını yetiştirip güzel terbiye etmesidir. Ayrıca, zaman, mekân ve imkân yönünden de buna müsâid olmasıyla kadın, en mükemmel bir terbiyecidir. Bu itibarla kadınlarımızın, ilim, ahlâk ve irfân sahibi olmaları şarttır. Çocuğa küçük yaşta iken kazandırılan güzel alışkanlıkların önemi, herkesçe mâlumdur. Atalarımız bu gerçeği sözü ile dile getirmişlerdir. İlim, ahlâk ve fazilet sahibi kadınlar, kocaları tarafından daha da çok sevilirler. Ve hüsn-i kabul görürler.

    Ancak, kadınlarımıza bu üstün faziletleri kazandıracak müesseselerin, İslâm’dan hiç taviz vermeden; doğuştan Allâh tarafından kızlarımıza bahşedilmiş şefkat, hayâ ve iffet ... gibi üstün hasletleri muhâfaza etmesi ve daha yüksek bir seviyede geliştirmesi gerekmektedir. Zîrâ ahlâk, hayâ ve iffet, kadına kadın olma özelliğini kazandıran yüce meziyetlerdir.

    Bu meziyetlerin yanısıra onlara, ev muhtevâsına uygun bilgi ve kâbiliyetleri kazandırmak zarûrîdir. Bu husûsda onları yaradılış istikâmetine yönlendirecek şu nasîhat ne kadar mânâlıdır:

    "Kızım, hayat süprizlerle doludur. Ne gibi şartlarla karşılaşacağın belli değildir. Dikişi, nakışı, yemek yapmayı, ev düzenini îtinâlı öğren! Meslek ve mâhâret kola takılmış bir altın bileziktir. Belki Allâh Teâlâ, senin rızkını ilerde bu yoldan verebilir." (95)

    Nitekim Asr-ı Seâdet’te de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, kadınların okuma-yazma ve âile hizmetlerine dâir bilgileri öğrenmelerini daima teşvik ve emr ederlerdi. Hz. Ömer (r.a.)’ın yakın akrabasından olan ve Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in dünyâya teşriflerinde Hz. Âmine vâlidemize ebelik yapan Şifâ Hatun, çok iyi okuma ve yazma bilirlerdi. Daha sonra sahâbiye olma şerefine nâil olan Şifâ Hatun, Hz. Ömer (r.a.)’ın kızı ve Hz Peygamber (s.a.v.)’in zevce-i muhteremesi Hz. Hafsa (r. anha)’ya okuma-yazma öğretmiştir. (96)

    Medîne-i Münevvere’de kadınlar toplanıp Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e gelmişler ve:

    "Erkekler her zaman yanınıza gelip sizden ilim öğrenirler, bilmediklerine vâkıf olurlar. Biz ise, onlardan fırsat bulup yanınıza gelemiyoruz. Bize kendiliğinizden müstakil bir gün tahsis edin, gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim.."

    demişler, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de, onlara bu istekleri üzerine bir gün tahsis etmişti. O gün kadınlara va’z eder, emirler verirdi. (97)

    Medîneli müslüman hanımlar, bütün müşkillerini Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den sorup öğrenirlerdi. Bu sebeple Hz. Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

    "Ensar kadınları, ne iyi kadınlardır, sıkılganlıkları dînlerini öğrenmelerine mânî olmamıştır." (98)

    Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz devrinde ilme ehemmiyet veren kadınlardan biri de, Hz. Âişe (r. anha) vâlidemizdi. Hz. Âişe (r. anha) vâlidemiz, devamlı ilimle meşgul olur, bilmediği bir şey duyduğu zaman, onu iyice belleyinceye kadar, tekrar tekrar sorar ve iyice anlamaya çalışırdı. (99)

    Hz. Âişe vâlidemiz, bilhassa fıkıh ilminde ihtisas kesbetmiş ve daha sonraları en âlim kimseler tarafından bile, kendisine bir hukukçu olarak, kanâatini almak üzere mürâcaat olunmuştur.

    Ashâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ (r.a.) der ki:

    "Rasûlullâh (s.a.v.)’in ashâbı olan bizlere müşkil gelen hiçbir mesele yoktur ki, Hz. Âişe (r. anha)’nın nezdinde ona dâir bir ilim bulunmasın!.." (100)

    Hz. Âişe (r. anha)’nın Hz. Peygamber (s.a.v.)’den 2210 hadîs-i şerîf rivâyet etmiş olması da, O’nun ilimdeki kudretini göstermektedir.

    Ayrıca Hz. Fâtımâ (r. anha) vâlidemiz, Hz. Ebûbekir (r. a.)’ın kızı Hz. Esmâ (r. anhâ) ve Ümmi’d-Derdâ (r. anha), fetvâ vermekle şöhret bulmuşlardı. (101)

    Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "Ey îmân edenler, Allâh’dan korkun ve sâdıklarla berâber olun!.." (102) buyurulmaktadır.

    Muhakkak ki insanların, salâh bulmaları ve kurtuluşa ermeleri için sâlih kimselerle berâber olmaları ve onların sohbetlerinden istifâde etmeleri lâzımdır. Hanımların da, sâliha hanımların meclislerinde ve sohbetlerinde bulunmaları gerekir. Yoksa kadın, erkeklere karışıp sokak hayâtına girdiği zaman kadınlık duygularını ve özelliklerini yitirmekten kendini kurtaramaz. Çünkü insan, kiminle oturup kalkarsa, onun hâliyle hâllenir. Bu bir psikoloji kânûnudur. (103)

    Bu sebepten genç kızlarımızın mânevî yönden eğitilmelerine daha fazla önem verilmeli, öncelikle rûhî zenginliklerle bezenecek şekilde yetiştirilmeli ve kalb âlemleri zenginleştirilmelidir. Böylece Hz. Hatice (r.anhâ) ve Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidelerimizin gönül ikliminden hisse almış kızlarımız yetişecek ve kalbî hayatlarıyla topluma yön vereceklerdir.

  4. #14

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadının Evlilikteki Durumu

    Evlenmekle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’in Nûr Sûresi’nde şöyle buyurulur:

    "İçinizden bekârları ve kölelerinizden, câriyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin! Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lutfu) geniş olan ve (herşeyi) bilendir." (104)

    Görüldüğü gibi evlenmek, Kur’ân-ı Kerîm’in emridir. Bu emir, mükellefin evlenme ihtiyacı ve durumuna göre farzdan harama doğru derecelenir.Hadîs-i şerîfde: "Kişi evlenmekle dîninin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısı için de Allah’dan korksun!" (105) buyurulur.

    Bir başka hadîs-i şerîfde de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Size dîninden ve huyundan memnun olduğunuz bir kimse kız istemeye gelince, onu evlendiriniz. Eğer (böyle) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük fesad zuhur eder."

    "Yâ Rasûlallah! dediler, eğer onda fakirlik ve soy asâletsizliği varsa?

    Hz. Peygamber (s.a.v.):

    "Size dindarlığını, huyunu beğendiğiniz bir adam gelince onu evlendiriniz!" (106) buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti.

    Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz âile ocağında karı-kocanın mes’ûliyetlerini şöyle belirtir:

    "Dikkat ediniz ki, hepiniz çobansınız. Ve her biriniz güttüğünden sorumludur. Devlet reîsi bir muhâfızdır. Ve maiyyetindekilerden (emri altındakilerden) mes’ûldür. Erkek, ev halkının üzerinde bir muhâfızdır. O da ev halkından mes’ûldür. Kadın da, kocasının evinde bir çobandır ve güttüğünden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malı üzerinde bir bekçidir ve ondan mes’ûldür. Hulâsa, sizin her biriniz bir çobansınız ve beklediklerinizden mes’ûlsünüz." (107)

  5. #15

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Evliliğin Gâyesi

    İslâm’da evliliğin en başta gelen gâyesi, îmânlı bir neslin yetiştirilmesi ve İslâm ümmetinin sayısının çoğaltılmasıdır. Bu hususda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Evlenin ve çoğalın! Çünkü ben (kıyâmet gününde) diğer ümmetlere karşı sizin (çokluğunuzla) iftihar edeceğim!" (108) buyurmuşlardır.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, evliliğin gözü haramdan koruduğuna ve namuslu yaşamaya vesile olduğuna işaretle şöyle buyurur:

    "Ey gençler topluluğu! İçinizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin! Çünkü bu, gözü (haramdan) koruyan, namuslu kalmaya yardımcı olan çaredir. Kimin de evlenmeye gücü yetmezse, (farz oruçlarından başka nafile) oruca (da) sarılsın. Çünkü o (oruç), kendisinin şehvetine ve nefsine hâkim olmasını sağlar." (109)

    Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, evleneceklerin, dindarlığı ve ahlâk güzelliğini diğer meziyetlere tercih etmelerini tavsiye etmişlerdir:

    "Kadınları yalnız güzellikleri için nikah etmeyin!. Muhtemeldir ki, güzellikleri onları ahlâken alçaltır. Onlarla mallarının hatırı için de evlenmeyin! Belki malları kendilerini azdırır. Kadınlarla dindarlıkları yüzünden evlenin! Muhakkak ki yırtık elbiseli, siyah, fakat dindar bir kadın daha kıymetlidir." (110)

    İslâm Dîni, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçimi yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güveni sağlayacak sağlam bir temel üzerine binâ edilmesi gerekmektedir. Bu temel, dîn ve ahlâktır. Dindarlık yaşlandıkça daha da artar. Ahlâk, zaman ve tecrübelerle daha olgunlaşır. Ahlâk güzelliği, insan için en kıymetli servettir. Asıl güzellik, ahlâk güzelliğidir. Çünkü ahlâkı güzel insan, her yaşta güzeldir.

    Zenginlik, güzellik, soy-sop gibi insanların çoğunun peşinde koştuğu şeyler geçici olup, evlilik bağının devamını sağlamaz. Üstelik bu özellikler, kibri, ucbu (kendini beğenmeyi), övünmeyi ve ilgi çekmeyi getirmektedir. (111)

    İşte bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı... Sen bunlardan dindar olanını araştır, bul. Mes’ûd olursun.." (112) buyurmuşlardır. Zîrâ erkekler evlenirken umûmiyetle bu dört hususu gözönünde bulundururlar, dindârlığı ise en sona bırakırlar.

  6. #16

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Evlilikte Denklik (Küfüv):

    Kelime olarak küfüv, denklik ve eşi olmak demektir.

    Fıkıhda ise, evlenecek olan çiftlerin, birbirlerine bazı konularda denk olmaları demektir.

    Evlenmede denklik, kadınlar için erkekte aranır. Yâni bir erkeğin, evleneceği kadına, müslümanlık, neseb, hür olma, meslek ve zenginlik gibi niteliklerde denk durumda bulunması, özellikle kadını korumak için öngörülmüştür.

    Mezhepler, evlenecek kişiler arasında dindârlık bakımından eşitlik bulunmasının kesinlikle gerekli olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bunun yanında Hanefîler, erkeğin soy bakımından, kadından daha aşağı olmaması gerektiğini söylemişlerdir. (113)

    İslâm hukûkunda denklikten maksad, evlenecek eşler arasında dînî, ekonomik ve sosyal seviye bakımından yakınlık ve denklik bulunmasıdır. Bu denkliğin, hem çiftler arasında, hem de hısımları arasında seâdet, huzûr ve sevgiye vesîle olacağı düşünülmüştür.

    Evlilikte denklik, bir sıhhat şartı değil, bağlayıcılık şartıdır. Yâni denklik, evlilik için mecbûrî bir şart olmayıp, ancak âile seâdetinin te’mîni içindir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ali (r.a.)’a hitâben şöyle buyurmuşlardır:

    "Üç şeyi geciktirme:

    Vakti gelince namazı; hazır olduğunda cenâzeyi; dengini bulunca evlenecek kızı..." (114)

    Ayrıca başka bir hadîs-i şerîfde:

    "Kadınları denkleriyle evlendirin, onları velîleri evlendirsin.. On dirhemden az mehir yoktur." (115) buyurulur.

    Hanefîler’e göre denklik (kefâet), altı yerde aranır. Bunlar: Dindârlık, İslâm, hürriyet, neseb, mal ve meslektir.



    1. Dindârlık: Dînî kurallara bağlı olmayan ve ahlâk bakımından zayıf olan fâsık bir erkek, iffetli ve fazîletli bir kadına denk sayılmaz. Aynı şekilde, dînî kurallara bağlı olmayan ve ahlâk bakımından zayıf olan fâsık bir kadın da, iffetli ve fazîletli bir erkeğe denk sayılmaz.

    2. İslâm: Burada denklikten maksad, kocanın müslüman olması değildir. Zîrâ kocanın müslüman olması, evliliğin sıhhat şartıdır. Müslüman olmada denklik, kocanın, babası veya büyükbabası bakımından aranır.

    3. Hürriyet: Çoğunluğa göre köle, hür olana denk değildir.

    4. Neseb: Bu konudaki denklik, Araplar arasında geçerli sayılmıştır.

    5. Mal: Eşlerin, aynı derecede mal ve servet sahibi olması da, evlilikte önemli bir unsurdur.

    6. Meslek: Evlenecek erkek ve kadının velîlerinin iş ve meslekleri arasında bir denkliğin bulunması gerekir. (116)

    Ayrıca çiftler arasında boy ve güzellik gibi fizîkî ölçülere de dikkat edilmesi, eşlerin anlaşabilmeleri ve birbirleriyle uyum sağlayabilmeleri açısından önemli bir husustur.

    Netice olarak İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, nikâhın mûteber olmasında kocanın kadına denk olmasının şart olduğunda müttefiktirler. Denkliğin, mutlakâ dindârlık ve güzel ahlâkda aranması gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardır. Asr-ı seâdetteki tatbîkâta bakıldığında da denkliğin, en başta dindârlık ve güzel ahlâkda arandığı açıkça görülür. Ashâb-ı kirâmdan Sehl b. Sa’d es-Sâidî (r.a.) anlatıyor:

    "Birgün Rasûlullâh (s.a.v.)’in huzûrundan bir adam geçti. Hz. Peygamber (s.a.v.) yanında oturanlardan birine;

    "Şu geçen hakkında ne dersin?" buyurdu.

    O da:

    "Eşrâfdan biridir. Vallâhi kız istese kendisine verilmesine, bir şey hakkında konuşsa, sözünün dinlenmesine çok lâyıktır." cevâbını verdi.

    Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz sustular. Bir müddet sonra bir başkası geçti. Bu sefer yine:

    "Ya bunun hakkında ne dersin?" buyurdu.

    Adam cevap verdi:

    "Yâ Rasûlallâh, bu müslümanların fakirlerinden biridir. Kız istese reddedilmeye, bir şey hakkında şefâat etse, kabul olunmamaya ve konuştuğu vakit, sözü dinlenmemeye lâyıktır."

    Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:

    "(Hayır) bu (adam), yeryüzü dolusunca öbüründen hayırlıdır." (117)

    Evlenecek eşler, güzellik ve zenginlik câzibesine kapılarak ahlâkı ve dîni zayıf kadınlarla evlenmemelidirler. Böyle evlilikler, çoğu zaman hüsranla neticelenmektedir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, dâimâ dindâr olan kadınların tercih edilmesini tavsiye buyurmuşlardır.

    Hakîkatte denklik; erkeğin değil, kadının menfaatine yönelik bir haktır. Eşlerin, gönül ve görüş birliğine sâhip olmaları da zarûrîdir. Zîrâ, bu yönlerden anlaşamayan çiftler, mutlu bir hayât yaşayamazlar.

  7. #17

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadının Eşini Seçme Hakkı

    İslâm Dîni, kadına evlenceği kimseyi seçme hakkını vermiştir. Hattâ evlilik birliğini kurmada kadının irâdesine öncelik tanımış ve "îcâb"da bulunma yetkisini kadına vermiştir. İlk söz hakkı kadınındır. Bundan sonra erkek bu "îcâb"ı "kabûl" eder. (118)

    Ayrıca İslâm Dîni, evlenecek kimselerin birbirlerini görmelerini de şart koşmuştur. Evlenmek isteyen kız ve erkeğin birbirlerini görmeleri isteği, pek çok hikmete dayanmaktadır. Şüphesiz ki birbirlerini görmek, gelecekteki hayatta daha mutlu ve huzurlu bir yuva kurabilmek açısından önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bir kadınla evlenmek isteyen Muğîre b. Şu’be’ye evleneceği kadını görüp görmediğini sormuş; Muğîre:

    "Görmedim!" deyince de;

    "Ona bak! Çünkü bu, ileride birbirinizi sevmenize ve evliliğin devamlı olmasına vesile olur." (119) buyurmuşlardır.

    Evlilik, karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü, anlaşma ve güven üzerine kurulmuş bir müessesedir. İslâm, evlenecek kızla erkeğin yanlarında yakın akrabâlarından en az biri bulunmak şartıyla birbirlerini görmelerine ve karşılıklı konuşup anlaşmalarına izin vermiştir. Yalnız olarak görüşmeye aslâ müsâde edilmemiştir. Nitekim bunun mahzurlu oluşu hadîs-i şerîfde açıkça zikredilmiştir:

    "Bir erkek yalnız olarak bir kadınla kaldı mı, mutlaka onların üçüncüleri şeytandır." (120)

    İslâm’da evlilik, erkekle kız birbirlerini hiç görüp tanımadan, sadece ana-babanın kararlarıyla gerçekleşen bir anlaşma (ahid) değildir. Bilakis, erkekle kızın birbirlerini görüp beğenmeleri, konuşmaları, anlaşıp anlaşamayacaklarını araştırmaları dînimizin emrettiği hususlar arasındadır. Ancak bu birbirlerini görme, hiç bir zaman birlikte gezip dolaşmak, eğlenip yaşamak şeklinde olmamalıdır.

    Eş seçimi konusunda, kadın da erkek gibi aynı haklara sahiptir. Kadın, istemediği bir erkekle evlendirilemez.

    Kadın sahâbiyelerden dul bir hanım olan Hizâm kızı Hansa’yı babası bir adama nikâh etmişti. Ama Hansa, bu evliliğe râzı değildi. Kalkıp Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e geldi. Ve babasının nikâhladığı adamla evlenmek istemediğini bildirdi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de, onun bu sözü üzerine derhal nikâhı bozdu ve böyle bir evliliğin olamayacağını söyledi. (121)

    İbn-i Abbas (r.a.)’ın rivâyetine göre, bir defasında bâkire bir kız Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in yanına gelerek dert yandı. Babasının, kendisini arzu etmediği biriyle evlendirdiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kıza bu evliliği devam ettirip ettirmemekte tamamen serbest olduğunu söyledi. (122)

    Yine dul bir kadın olan Sübey’a el-Eslemiyye’ye iki kişi evlenme teklîfinde bulunmuş ve bu hususta kendisine istemediği kimseyle evlenmesi için baskı yapılmıştı. Bunun üzerine Sübey’a Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelip, olayı anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, onun istediği ile evlenme hakkına sahip olduğunu ifade buyurdu. (123)

  8. #18

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadının Üç Temel Hakkı

    Kadının, evlilik akdiyle tahakkuk eden temel hakları mehir, nafaka ve mesken olmak üzere üçtür.

    I. Mehir:

    Mehir, evlenirken erkeğin nikâhı altına aldığı kadına vermek üzere aralarında kararlaştırdıkları para veya maldır. Mehir, kadının kendi hakkıdır. Onunla çeyiz yapmak mecburiyetinde değildir. Erkeğin, bu meblağı kadına ödemesi, üzerine şarttır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:

    "Aldığınız kadınlara mehirlerini seve seve verin! Şayet ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa, onu da içinize sine sine yiyin!" buyurur. (124)

    Bu âyet-i kerîme, erkeklerin, kadınlara mehirlerini vermelerinin vâcib olduğuna delâlet eder. Mehir, annenin, babanın veya velînin değil, kadının Allâh tarafından belirlenmiş en tabiî hakkı ve hayat garantisidir. Bu, erkek tarafından verilen bir nevî tazminattır. Harcama sahası, meşrû çerçevede tamamen kendi irâdesine bağlı olmakla beraber, kocası ile istişarede bulunması da âile saâdeti için daha uygundur. Kadın, mehrini ya da, varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi, ticârî işletmelerde de kullanabilir. Çünkü kendi sosyal güvenliği, evlenmekle garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûrî harcamalar, kocasının üzerinedir.

    Mehrin çoğuna bir sınır yoktur. Âyet-i kerîmede:

    "Onlardan birisine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden birşey almayın!" (125) buyurulur.

    Hz. Ömer (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in eşi ve kızları için en çok 480 dirhem gümüş para mehir uyguladığını dikkate alarak, kendi hilâfeti zamanında mehri en çok 400 dirhemle sınırlamak istemişti. (O devirde beş dirhem, yaklaşık bir kurbanlık koyun bedeliydi.) Hz. Ömer (r.a.), minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okuyarak, Allah Teâlâ’nın mehir için bir sınır getirmediğini, aksine kadınları yükler dolusu mehre lâyık gördüğünü söyledi. Bunun üzerine yeniden minbere çıkan Hz. Ömer (r.a.), şöyle demiştir:

    "Size kadınlarınız için 400 dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım. İsteyen, malından dilediği kadar mehir verebilir." (126)

    Mehrin en az miktarına dâir ise, çeşitli görüşler ileriye sürülmüştür. Hanefî mezhebine göre, mehrin en azı on dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır. (127)

    Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahâbîye Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, mehir olarak birşeyler vermesini bildirmiş, ancak erkeğin fakir olduğunu görünce:

    "Demirden bir yüzük bile olsa, evde araştır ve getir!" buyurmuşlar. Adam bunu da temin edemeyince, onu bildiği Kur’ân-ı Kerîm karşılığında bu kadınla evlendirmiştir. (128)

    İslâm Dîni’nde evlenme güçleştirilemez. Bilakis neslin çoğalması, fuhşun ortadan kalkması için kolaylaştırılır. Binâenaleyh mehrin, erkeğin durumuna göre fazla olmaması makbuldür. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Mehrin en iyisi az olanıdır." (129) buyurur.

    Mehir, iki kısma ayrılır:

    1. Mehr-i müsemmâ: Mehir, evlilik akdi sırasında taraflarca tesbit edilmişse, buna mehr-i müsemmâ denir. Bu da kararlaştırılan ödeme şekline göre ikiye ayrılır:

    a. Mehr-i muaccel: Tesbit edilen mehir, peşin ödenecekse, buna mehr-i muaccel denir.

    b. Mehr-i müeccel: Mehrin, kısmen veya tamamen ödenmesi, ilerdeki bir tarihde olacaksa, buna da mehr-i müeccel denir.

    2. Mehr-i misil: Nikâh akdi sırasında mehir, hiç zikredilmez veya usûlüne uygun bir şekilde takdîr edilmezse, mehr-i misil tahakkuk eder. Mehr-i misil, kadının emsâline bakılarak takdîr edilen mehirdir.

    Aslında mehir, evlilik süresinde kadın için bir yedek akçe niteliğindedir. Çünkü beklenmedik bir zamanda kocasını kaybetmesi veya boşanmaları durumunda, kendisine yeni bir hayat programı hazırlayıncaya kadar, mehir ona destek sağlar.

    Görüldüğü gibi İslâm Dîni’nde kadın, geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insan konumundadır.

    II. Nafaka:

    Nafaka, normal bir hayat yaşayabilmesi için gerekli olan mesken, yiyecek, içecek, giyecek ve tedâvî masrafları nafaka mefhumu içinde yer almaktadır. (130)

    Bir kadın, evlenip kocasının evine yerleştikten sonra, onun yiyecek, içecek, elbise ve mesken masrafları kocasına âiddir. Bunlar, isrâfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal seviyelerine göre sağlanır. Eşlerin her ikisi de zengin ise, buna uygun harcama yapılır. İkisi de fakir ise, kadın kocasından, zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez. Birisi zengin, diğeri fakirse, ortalama bir yol izlenir.

    Nafaka ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

    "Annelerin yiyecek ve giyeceği, gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına âiddir." (131)

    "Hâli vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin! Rızkı kendisine daraltılan fakir de, nafakayı Allâh’ın ona verdiğinden versin! Allâh hiçbir kimseye, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allâh, güçlüğün arkasından kolaylık ihsân eder." (132)

    Erkek, gücü oranında hanımının ve çocuklarının nafakasını helâl yoldan sağlamak zorundadır. Kadını, nafaka kazanmaya ve bunun için çalışmaya zorlayamayacağı gibi, başka bir yolla da âile bütçesine katkıda bulunmaya mecbur edemez. Hanımının ve çocuklarının rızkını helâlinden sağlamak, erkeğin, çoluk çocuğuna karşı en önemli vazifelerinden birisidir. Hatta koca fakir, kadın zengin olsa, yine de âilenin geçimini sağlamak kocanın görevidir.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de erkeğin, âilesinin geçimini sağlamak hususunda cömert olmaya dâvet ederek buyurur:

    "Kişinin ehline (eşine ve çocuklarına) sarfettiği şey sadakadır." (133)

    Bu anlamda bir başka hadîs-i şerîfde:

    "Âilene yaptığın her harcamadan, hattâ hanımının ağzına koyduğun lokmadan bile sevap kazanırsın..." (134) buyurulur.

    Açıkça görülüyor ki erkek, âilesine Allah’ın rızâsını gözeterek yaptığı her hizmet ve harcadığı her kuruş için sadaka sevâbı kazanmaktadır.

    III. Mesken:

    Evliliğin doğurduğu nafaka hakkının kapsamına giren hususlardan biri de mesken hakkıdır. Konu ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "İmkân ve varlıklarınıza uygun olarak oturduğunuz yerde kadınları da oturtun!." (135)

    buyurulur ki, kocanın hanımına bir mesken temin etmekle mükellef olduğunu ve bu meskenin de kadının sosyal durumuna uygun olması gerektiğini ifâde etmektedir. Bu mesken, müstakil bir ev olabileceği gibi, dayalı döşeli bir dâire de olabilir.

    İkâmetgâhı belirleme hakkı, kocaya âiddir. Ancak eşlerin oturacağı mesken, sağlığa elverişli olmalı, oturulan bir yörede bulunmalı, iyi komşulu olmalı, bir ev için gerekli mûtâd eşyâya sahip bulunmalı, diğer yandan kocasının hısımları aynı meskende oturmamalıdır. Ancak kadın, onlarla birlikte oturmayı kabul eder ve hizmetlerini görürse, bu onun ahlâkının güzelliğindendir. (136)

  9. #19

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadının Fedâkârlığı:

    İslâm hukûkuna göre evli kadın, kocasının evinde bir işçi, kocası bir iş veren değildir(137). Ancak müslüman bir hanımın, iyi geçimin bir gereği olarak, kocasının evinde severek hizmet etmesi ve ev işlerini görmesi, büyük bir fedâkârlık sembolüdür. Bu husûsda kadınların, yapmaları uygun olan hizmetleri yerine getirmekten kaçınmaması, erkeğini memnûn etmeğe çalışması ve elinden geldiği kadar ona yardımcı olması gerekir (138).

    Müslüman hanımı, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini her zaman kendine rehber edinmelidir:

    "Eğer bir kimseye, Allâh’dan başka birine secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim. Bunun sebebi, Allâh’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır." (139)

    Nitekim ashâb-ı kirâmın hanımları ev işlerinde çalıştıkları gibi, kocalarının işlerine bile yardım ederler ve onları memnun etmeye son derece gayret sarfederlerdi. Hz. Fâtıma (r.anha) ile Hz. Ali (r.a.) evlendiklerinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, geçim işlerini aralarında taksim ederek, evin dış işlerini Hz. Ali (r.a.)’a, iç işlerini de Hz. Fâtıma (r.anha)’ya vermiş ve Hz. Fâtıma (r.anha)’ya hitaben şöyle buyurmuştu:

    "Kızım Fâtıma, sen Ali’ye câriye ol ki, o da sana köle olsun." (140)

    Hz. Fâtıma (r.anha), babasının bu tavsiyelerine uyarak, kocası Hz. Ali (r.a.)’a gücünün üstünde hiç bir masraf yüklemeyip daima eldeki ile yetinirdi. Bütün âile fertlerinin elbiselerini bizzat kendi elleriyle biçip dikerdi. İbâdet dışında hep ev işleriyle uğraşırdı. Evin ihtiyacı olan suyu, kuyudan çekip çıkarır, omuzuna koyup getirirdi. Bu yüzden ip boynunu kesmişti. Un elde etmek için devamlı olarak el değirmenini bizzat kendisi çeviriyordu. Nihayet elleri nasırlaşmıştı (141). Ayrıca evini süpürüyor, yemek de pişiriyordu (142).

    Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın kızı Hz. Esmâ (r.anha) vâlidemiz, kocası Hz. Zübeyr (r.a.)’ın işlerinde çalışır, atının bütün hizmetlerini görür, başının üzerinde tohum ve hurma çekirdeği taşırdı. (143)

    İslâm hanımının evi ve âilesi, kendisi için huzûr ve mutluluk yeridir. Âile sorumluluğunu tam mânâsıyla idrâk ederek, onlara hizmet etmeyi üzerine borç bilmeli ve vazîfelerini hakkıyla başarmalıdır.

    Âilede erkek de boş vakitlerinde hanımına yardımcı olmak durumundadır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, evde uygun zamanlarında elbiselerini yamar, ayakkabılarını ta’mir eder, hayvanları sağardı. (144)

    Ashâb-ı kirâmdan Esved b. Yezîd, Hz. Aişe (r.anha)’ya Rasûlullâh (s.a.v.)’in evde bulunduğu zamanlarda ne işle meşgul olduğunu sorduğunda şu cevabı almıştı: "Ev halkına, ev işlerinde yardım eder, ezânı işitince namaza çıkar idi." (145)

  10. #20

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadınlara İbâdetlerde Kolaylıklar:

    İslâm Dîni, ibâdetlerin yapılış şeklinde kadınlara bazı kolaylıklar tanımıştır. Bunlar; namaz, oruç, hac, zekât ve cihâd gibi ibâdetlerdir.

    Namaz:

    Kadınlar, beş vakit namazla mükellef olmakla birlikte, cumâ, bayram ve cenâze namazlarından muaf tutulmuşlardır. Beş vakit namazı, cemâatle kılmak yerine, evde kılmalarının üstün tutulması, başka bir kolaylıktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:

    "Kadının namazını evinde kılması, dışarda kılmasından daha fazîletlidir." (146) buyurmaktadırlar.

    Kadınların namaz için ezân ve kâmet okuma mecbûriyetleri yoktur.

    Ayrıca kadın, ay hâlinde veya lohusalık günlerinde namaz kılmaz. Bu günlere rastlayan namazlar, kılınmış hükmünde olup iâdesi gerekmez. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Fâtıma bint-i Ebî Hubeyş’e hitâben:

    "Hayız gördüğün zaman namazı bırak!" (147) buyurmuşlardır.

    Oruç:

    Kadınlar, hayız ve nifâs hâlinde oruçlarını tutmazlar. Ancak, Ramazân-ı Şerîf Ayı’nda tutamadıkları oruçları daha sonra kazâ ederler. Hz. Âişe (r.anha)’nın bu konuda şöyle dediği rivâyet edilir:

    "Biz Rasûlullâh devrinde âdet görüyorduk. Namazı kazâ etmekle emrolunmuyor, ancak, tutamadığımız orucu kazâ etmekle emrolunuyorduk." (148)

    Ramazân-ı Şerîf Ayı’nda hâmile veya emzikli olan kadınların, kendilerine veya çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları hâlinde oruç tutmamaları mübâhtır. Daha sonra bunları, gününe gün kazâ ederler.

    Kadın, altmış gün kefâret orucunu tutarken aybaşı veya lohusalık durumu olursa, orucu keser ve temizlendiği günden itibâren kalan günleri tamamlar.

    Zekât:

    Zekât, erkekler gibi zengin olan kadınlara da farzdır. Zekât için nisâb miktarı mala sahip olmak gerekir. Kadına âid; altın, gümüş, para veya ticâret malı, nisâb miktarına ulaşır ve üzerinden de bir yıl geçerse, kadın, zekât vermekle mükellef olur. Amr b. Şuayb, babası yoluyla dedesinden şu hadîs-i şerîfi nakletmiştir:

    "Yemenli bir kadın, kızıyla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelmişti. Kızının kolunda iki tane altın bilezik vardı. Allâh’ın Rasûlü (s.a.v.) kadına:

    "Bunların zekâtını veriyor musun?" diye sorunca, kadın:

    "Hayır!" dedi.

    Hz. Peygamber (s.a.v.):

    "Kıyâmet gününde yüce Allâh’ın bu iki bileziği senin koluna ateşten bilezik olarak takmasını ister misin?" buyurdu.

    Bunun üzerine kadın, bilezikleri kızının elinden çıkarıp Allâh elçisinin önüne bıraktı ve şöyle dedi:

    "Bilezikler, Allâh ve Rasûlü’ne âiddir." (149)

    Hac:

    Kadının hac ibâdetini yapması için, haccın diğer şartlarının yanında, ayrıca yol arkadışının bulunması, boşanma veya ölüm iddetlisi olmaması gerekir. Hadîs-i şerîflerde şöyle buyurulmuştur:

    "Kadın, yanında mahremi bulunmadıkça, üç günden fazla yolculuk yapamaz." (150)

    "Bir kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın!" (151)

    Hac veya umrede ihrâma giren kadınlar, normal elbiseleri ile ibâdet yaparlar. Telbiye getirirken seslerini yükseltmezler. Hayızlı ve nifâslı kadınların, ihrâma girerken temizlenmek gâyesi ile boy abdesti almaları sünnettir. Hadîs-i şerîfde:

    "Hayızlı veya nifâslı kadınlar, boy abdesti alır, ihrâma girer ve Beytullâh’ı tavâf etmek dışında haccın bütün menâsikini îfâ ederler." (152) buyurulur.

    İhrâmdan çıkarken de kadınlar, saçlarının ucundan biraz keserler.

    Ayrıca sa’y esnâsında kadınların, remel (omuzları silkerek çalımlı yürüme) yapması ve iki yeşil direk arasında koşarak yürümesi gerekmez.

    Cihâd:

    Güçlüklerine rağmen, kadın sahâbîlerin cihâda katılarak geri hizmetlerde bulunduklarını İslâm Târihi’nden okumaktayız.

    Cihâdın çok büyük ecir kazandırdığını öğrenen kadınlar, erkekler gibi cihâda katılamayışlarına üzülmüşler ve kendileri için cihâdın yerini tutabilecek bir amelin olup olmadığını Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e sormuşlar; bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; Kadınların cihâdının hacc ve umre olduğunu bildirmişlerdir. Bir hadîs-i şerîflerinde:

    "Hac, ne güzel cihâddır!.."(153) buyurmuşlar ve hac veya umre ziyâreti yapan hanımların, düşmanla cihâda katılmış gibi ecir kazanacaklarını müjdelemişlerdir.

Sayfa 2/5 İlkİlk 12345 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •