O, Naci'nin göz bebeğinde, baktığı her yere akseden bir lekedir ve eğer Naci su bu isle
uğrasabiliyor, su bu muhakemeyi yürütebiliyorsa, sabit fikirden daha musallat bu hayali
kovabilmek içindir.
Güya kovdu, gözlerini yumdu ve sızdı.
— Kalkın teğmenim, alay geldi! Öyle derin bir uykuya dalmıstınız ki, sizi uyandıramadım.
Husmen Ağa gülerek'Naci'ye bakıyor. Camlarda alaca karanlık... Renkli camlar kör... Dısarıda
motor homurtuları...
Fırladı, Husmen Ağa da pesinden... Meydan yerinde alayın öncü vasıtaları... Bir yandan da sökün
ediyorlar... Kumandan:
— Ne yaptınız?
— Hiçbir sey yapamadım efendim, erlere göre yer yok. Ama yanımda gördüğünüz ağa, subaylara
evini bırakıyor.
— Çok beceriksizsiniz! Camii de düsünemediniz mi?
— Düsünemedim efendim!
13
— Kabahatlisiniz! Simdi hemen camiye kosun! Halıların üzerine motorların branda bezlerini
yayın! Erleri orada istif edin! Siz de cezalı olarak sabaha kadar nöbetçisiniz!
— Peki efendim!
Đs yarım saatte bitti. Erler branda bezleri üzerinde kuru yemeklerini yediler, sonra üst üste kıvrılıp
uykuya daldılar. Sanki bir anda «uykuya dal!» kumandası almıs gibi bir kendinden geçis...
Naci, elinde ince bir değnek, yere yatar yatmaz uyuyuveren bu Anadolu çocuklarına bakıyor. Ne de
rahatça kaybedis kendi kendilerini... O. büyük yorgunluklar sonunda bayılmalar ve çökmeler bir
tarafa, her gece, uykuyu, korkunç bir ormanda seyrek bir av pesinde gezercesine arar ve yolunu
öyle canavarlar keser ki, avını bir türlü bulamaz.
Camiin iç kapısından çıktı, iç avlu... Solda bir kaç basamakla inilen bodrumsu bir yer... îçerde mum
yanıyor. Basamaklardan indi.
Müthis!..
Burası tabutluk... Yan yana bir kaç tabuttada postallarını baslarının altına almıs, uyuyan erler...
Bunlar, onbası, çavus cinsinden becerikliler, açıkgözlerdir ve hususî kamara imtiyaziyle tabutlara
yerlesmislerdir.
Ürperdi. Ne hissizlik!.. Her biri bilmem kaç ölünün yağım emmis, kokusunu yutmus tabutlara nasıl
girilir ve uykunun rahatı nasıl orada aranır!
Elindeki değneği tabutlara indirip imtiyazlıları uyandırdı ve haykırdı:
— Haydi içeriye, camiin içine!.. Tabutlarda yatmayı içiniz nasıl götürüyor?..
Erler, ayak bileklerinden ilikli uzun donlanyla kalktılar, oyunları bozulmus insanların somurtusu
içinde, ellerinde öteberileri, cemaat tarafına geçtiler.
Arkalarından uzun uzun baktı. Bir er, uzakta, minberin yanı basında, rahleye eğilmis, çok hafif
ısığa rağmen Kur'ân okuyor.
Hiç ses çıkarmadı. Elinde değneği, cami bahçesinin alçak duvarına, musalla tası karsısına çöktü.
— «Ölmeden ölünüz!»
Yoksa su tabuttakiler miydi ölmeden ölenler?.
— Ne münasebet, diye geçirdi içinden; onlar ölü doğanlar, yasamadan ölenler...
Ölüm... Ondan büyük (problem) tanımıyor... Batı edebiyatının cins kafaları içinde (Sekspir),
(Paskal), (Tolstoy), (Moris Materling) gibilerin, bu karanlık kuyuya, yukarıda, günes gören yerdeki
çıkrığa bağlı bir kovayla inip epey derinlere daldıklarını görüyor ama, bosuna zahmet... Bunlar,
bellibaslı bir derinlikte, çıkrıktakilere imdat isareti verip kendilerini yukarıya çektirmekten baska
bir sey yapamıyorlar... Hep akılla gidiyorlar. Akıl, kendi kendisini patlatmaktan baska hangi güce
sahiptir ki?..
Onca, ölüme ait hiçbir söz, mezarlık kapılarında gördüğü su-'ihtar kadar manâlı olamaz:
— «Bütün nefsler ölümü tadacaktır!»
Yer imleri