ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI
KARDEÞÝM MUSTAFA
Ali Rýza Bey'den olma Zübeyde Haným'dan doðma 1874 tevellütlü Selanikli Ahmet 9 yaþýndaydý. Yanýnda 8 yaþýnda olan kardeþi Ömer ve 2 yaþýnda olan Mustafa vardý. Askercilik oynuyorlardý. Ahmet kardeþlerini uygun adým yürütürken, sol sað, sol sað yarýn bayram olsa diyordu. Aradan zaman geçti. Ömer yoruldu, eh Ahmet de yoruldu. Dön, dön, nereye kadar. Mustafa yorulmadý, dönmeye devam etti. Ahmet, Mustafa'ya laf olsun diye seslendi: Mustafa, bir otur, dinlen. Sen döndükçe biz yorulduk. Sonunda Mustafa söz dinledi ve bir köþeye oturdu. Ahmet ile Ömer daha sonra kalktý ve yürümeye devam etti.

----------------------------------------------------------

ZÜBEYDE HANIM'IN ÇOCUKLARI
Ahmet, Ömer ve Mustafa evin bahçesinde oynuyordu. Birden ortalýk Ömer'in çýðlýklarýyla inledi. Yetiþ Ahmet abi, beni arý soktu. Ahmet yakýndaydý, yerden bir dal parçasý alýp, kardeþi Ömer'in çevresini saran yaban arýlarýna saldýrdý. Yaban arýlarý saða-sola kaçýþtý. Ömer hýzla eve girdi ve kapýyý kapadý. Biraz sonra Ahmet de eve girdi ve odasýna saklandý. Bahçede Mustafa kalmýþtý. Mustafa 2 yaþýndaydý ve hayata dolu gözlerle bakýyordu. Yýllar sonra Mustafa Kemal adýný alacak ve vatanýna saldýran düþmandan kaçmayacaktý. Týpký 2 yaþýnda yaban arýlarýndan kaçmadýðý gibi.

----------------------------------------------------

KOBRA
Yýl 1883. Ali Rýza Bey 44 yaþýnda, oðlu Ömer 8 yaþýndaydý. Birlikte yenice tayin edildiði Çayaðzý'ndan Selanik'e dönüyordu. Ali Rýza Bey birden patika yolda bir kobra gördü. Kobra diklenmiþ ve yerden yüksekliði 1.5 metre kadardý. Ali Rýza Bey, oðlunu kolundan tuttu: Dur Ömer. Bu kobra yýlaný. Çok sinirli. Üstüne yürümek yanlýþ olur. Belki yakýnda yavrularý vardýr. Çevresinden dolaþacaðýz.
Ali Rýza Bey ile Ömer geniþ bir yay çizerek kobrayý arkalarýnda býraktýlar ve Selanik Yenikapý'daki evlerine döndüler. Ali Rýza Bey kobra olayýný anlattýðýnda Zübeyde Haným þöyle dedi: Baba oðul çok büyük tehlike atlatmýþsýnýz. Böylesi zehirli bir yaratýktan uzak geçmek doðrudur.

--------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ABLASI FATMA
Fatma, Selanik'teki evde oyuncaklarýyla oynuyordu. Pek çok oyuncaðý vardý ve en çok annesinin yünden ördüðü oyuncak bebeðini seviyordu. Bebeðiyle konuþuyordu ama onun karþýlýk vermemesi Fatma'yý üzüyordu. Fatma'nýn bir gün canýna tak dedi ve annesine seslendi: " Anne, bu bebek konuþur diyordun ama þimdiye kadar benimle hiç konuþmadý. "
Annesi Zübeyde Haným: " Kýzým, belki bugün konuþacak ve sana merhaba diyecek. Ne biliyorsun? "
" O zaman konuþsun ve bana merhaba desin. "
Zübeyde Haným, sesini incelterek ve çocuk sesi taklidi yaparak konuþtu: " Fatma, nasýlsýn? Ben senin bebeðinim ve seni çok seviyorum. "
Fatma beyninden vurulmuþa döndü ve bebeðinin konuþmasý onu çok sevindirmiþti. Annesine seslendi: " Anne, duydun mu? Bebeðim konuþtu ve ben þimdi çok mutluyum. "
Fatma 4 yaþýndaydý ve hayata gülen gözlerle bakýyordu. Bebeði iþte konuþuyordu. Fatma bebeðiyle Selanik sokaklarýnda özgür ve mutlu olarak koþabilecekti.

------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ABÝSÝ AHMET
Annesi oðlunu bakkala yollarken: Ahmet, dededen yarým kilo yoðurt alýver, dedi. Akþama size bir sürprizim var. Hamur iþi hazýrlayacaðým ama pide mi, börek mi, asla tahmin edemezsin.
Bunun üzerine Ahmet: Yoðurt alýrým ama hani para? Sen para vermezsen, ben yoðurt alamam. Pidedir, börektir hazýrlayamazsýn.
Zübeyde Haným: Aman oðlum, elimde hazýr para olmasa ben senden yoðurt almaný ister miyim? Al þu paralarý, yeter de artar bile.
Ahmet tencereyi alýp bakkala doðru yola çýktý. Paralar cebinde þýngýrdýyordu. Bakkaldan içeri girdiðinde bir heykel gibi donakaldý. Dede, tezgahýn üstüne kollarýný koymuþ, baþýný elleri arasýna almýþ, uyukluyordu. Ahmet sessizce bekledi. Saða-sola bakýndý. Ekmek dolabýný açýp kapadý. Bez perdeyi açtý. Peynir almaya geldiðinde dede oradan peynir verirdi. Ýki teneke vardý. Biri açýktý ve bir miktar peynir satýlmýþtý. Bakýþlarý tezgaha yöneldi. Kavanozlar içinde türlü tevir þekerleme vardý. En çok sevdiði piþmiþti. Bu yumuþak þekerlerden her gün bir kavanoz yese býkmazdý. Sonradan dede uyandý. Ne oldu, oðlum, ne istemiþtin, dedi.
Ahmet: Ben yarým kilo yoðurt alacaktým, dedi. Ahmet yoðurdu aldýktan sonra eve doðru yöneldi. Annesi pide veya börek hazýrlasa ne fark ederdi? Ýkisi de hazýr yemekti ve yanýnda ayran olsa cana can katardý.

--------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ABÝSÝ ÖMER
Ali Rýza Bey'den olma Zübeyde Haným'dan doðma Ömer 8 yaþýndaydý. Kuþpalazý (difteri) salgýný vardý. O günlerde Mustafa 2 yaþýndaydý.
Bir gün Mustafa Kemal'in abisi Ömer yaþýtý Celal ile evlerinin bahçesinde geziniyordu. Celal birdenbire: Bak Ömer, þu yýlaný görüyor musun? Ben bu yýlaný alýr, parmaðýmýn ucunda sallarým, dedi. Yýlan dediði parmak kalýnlýðýnda, iki karýþ boyundaydý.
Ömer: Aman, Celal, býrak yýlaný gitsin, sana ne zararý var, dedi.
Celal: Öyle deme Ömer, bu yavru yýlan büyür, piton olur. Sen 2 metre olsan, bu yýlan 10 metre olur. Yýllar sonra sen adam olsan da fark etmez. Bu yýlan seni yakalar ve yutar, dedi.
Aradan dakikalar geçti. Celal, yavru yýlaný sallamaya devam etti. Ta ki Celal'den bir ah sesi duyulana kadar. Ömer hýzla saðýna döndü. Celal diz çökmüþtü ve sað eli morarýp þiþmeye baþlamýþtý.
Ömer, yýlanýn baþýný tuttu ve sýktý. Yýlanýn gücü azalmýþtý. Sol eliyle yýlanýn kuyruðunu tuttu. Ters istikamette döndürerek, Celal'le yýlaný birbirinden ayýrdý. Yýlanýn baþýný taþla ezdi. Bir koþu gidip babasý Ali Rýza Bey'i yardýma çaðýrdý. Ali Rýza Bey, Celal'in koluna ýsýrýðýn biraz yukarýsýndan mendiliyle sýkma uyguladý. Kanayan yeri emdi, tükürdü. Bu iþlemi defalarca tekrar etti. Baygýn Celal kendine gelmeye baþladý. Ali Rýza Bey'in dudaklarý hafiften þiþmeye baþlamýþtý.
Bir kaç gün sonra her þey normale döndü. Celal olanlarý unutmuþ, hayatýn akýþýna kapýlmýþ, savrulup gidiyordu. Ömer, arkadaþýný kurtardýðý için, babasýna teþekkür etti. Geri planda olanlarýn takipçisi Mustafa geleceði þekillendireceði günleri düþünüyor ve gülümsemeye çalýþýyordu.

SON

Atatürk'ün Çocukluðu - Ezgi Yayýnlarý - Yayýn Yýlý: Aralýk 1994

---------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: HASÝBE NÝNE
Bir gün bakla tarlasýndan çiftliðe dönüyordum. Toprak yolun kenarýndaki eski, tek katlý, ahþap bir evde yaþayan Hasibe Nine'ye uðradým. Hal hatýr sordum. Yalnýzlýðýný paylaþtým. Testiyi alarak yakýndaki dereden su doldurup getirdim.
Hasibe Nine: " Sað ol evladým! Sen olmasan þurada açlýktan, susuzluktan kývranacaðým. Bana ekmek, yemek, yoðurt getirirsin. Suyumu doldurursun. "
Ne demek efendim? Bu benim insanlýk görevim. Ýnsanlar yardýmlaþmalý, yiyeceðini paylaþmalý. Þu güzelim dünyada hoþça vakit geçirmeli, dedim.
" Benim Mustafam, neler de bilirmiþ? Çok bilgiliymiþ. Civan boylum benim. Gel de ninen sarýlsýn sana. "
Hasibe Nine'ye sarýldým ama birdenbire aðlamaya baþladý.
Ama neden aðlýyorsunuz? Yoksa canýnýzý mý yaktým? dedim.
" Yok evladým, canýmý yakmadýn. Ben yalnýzlýðýma aðlýyorum. Yaþlý insanlar, yalnýz kalýrlar. Yalnýzlýk zor evladým, çok zor. "
Daha sonra en iyi dileklerle oradan ayrýldým. Çiftliðe doðru yoluma devam ettim. Birden ilerideki çimenlerin arasýnda uçamayan bir güvercin gördüm. Güvercini alarak çiftliðe götürdüm. Dayým, güvercinin incinmiþ olan kanadýný tedavi edip, sardý. Birkaç günde iyileþir, dedi.
Ertesi gün güvercini Hasibe Nine'ye götürdüm. Onu bir kafese koydu. Ýyileþince býrakýrým, dedi. Ýyileþince býraktý ama güvercin biraz uçtuktan sonra geri döndü. Hasibe Nine'yi çok sevmiþti ve ondan ayrýlmamaya kararlýydý. Orada olduðum zamanlarda güvercin etrafýmda uçuyor ve beni saygýyla selamlýyordu.

--------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: CUMHURÝYET ÝLAN EDERDÝM
Mustafa bakla tarlasýnda bekçilik yaparken, diðer yandan yeni arkadaþlar ediniyordu. Bunlardan biri de Süleyman'dý. Süleyman komþu çiftliðin sahibinin oðluydu. Fýrsat buldukça Hüseyin Aða'nýn çiftliðine gelir, Mustafa'yý bulur ve aralarýnda oynadýklarý oyunlara katýlýrdý.
Bir gün Süleyman yine oyuna katýldý. Koþtu, yoruldu. Yarýcý çocuklarý gidince Mustafa ile Süleyman bir aðacýn altýna oturdular. Ýlk soru Süleyman'dan geldi: Mustafa, sence bu padiþahlýk ne zamana kadar sürer?
" Çok sürmez. Sýnavlarda üç yanlýþ bir doðruyu götürür ama üç yanlýþýn götüreceði doðru yoksa, ben padiþah olsam ne olacak? Osmanlý Ýmparatorluðu uçurumun kenarýnda. "
Süleyman: " Bravo Mustafa, her sözünün altýna imzamý atarým. Bir de padiþahlarýn hanýmlarýndan bahsetsen. "
Mustafa: " Yýkým kararý alýrsýn. Osmanlýyý ben yýkamam ama düþmanlar yýkar. Padiþahlar, Türk kýzlarý dururken, yabancý kýzlarla evlendiler ve çöküþü hýzlandýrdýlar. Bir de saraydan çýkmayan padiþahlar var. "
Daha sonraki günlerde bu konu konuþulmaya devam etti. Bir akþamüstü Süleyman, Hüseyin Aða'nýn çiftliðine geldi ve Mustafa'yý buldu. Babasýyla bazý konularda anlaþamadýðýný, bir tartýþma sonunda babasýnýn kendisini çiftlikten kovduðunu söyledi. Babasýnýn son sözleri þunlar olmuþtu: " Süleyman senin padiþah karþýtlýðýný anlamýyorum. Osmanlý Ýmparatorluðu ne güzel yönetiliyor. Artýk bu çiftlikte yerin yok senin. "
Babasýnýn bu sözleri üzerine Süleyman tasýný, taraðýný toplamadan yola çýktý ve komþu çiftliðe doðru yöneldi. Orada özgün düþünme yeteneðine sahip bir arkadaþý vardý ve Mustafa, onu sokakta býrakmazdý. Gerçek arkadaþ zor günde belli olurdu. Ýyi günde pasta ikram eden, kötü günde lokmaný elinden alana ben gerçek arkadaþ demem diyordu, Süleyman.
Mustafa, Süleyman'ý güler yüzle karþýladý. Süleyman olanlarý anlatýnca çok üzüldü. Daha sonra ikisi birlikte Zübeyde Haným'ýn yanýna gitti ve arkadaþýnýn yatýya kalmasý için, gerekli izni almasý zor olmadý.

Akþam yemeðinden sonra Mustafa ile Süleyman, sohbete daldý. Konu yine ülkenin geleceðiydi. Bir ülke yönetiminde sadece koltuk sahipleri söz sahibi olmamalýydý. Her vatandaþ yönetime karýþýr, fikir ileri sürer ve yorum yapardý. Padiþah, kral, imparator, halkýn sesine kulak vermezse tacýný, tahtýný verirdi. Bir aralýk Süleyman þöyle bir soru sordu: Arkadaþ, bilmem inanýr mýsýn, týpkýsýnýn aynýsý ben de seninle ayný düþünceler içindeyim. Temsilde, ülke yönetimini sana býraksalar, yönetim düzenin nasýl olurdu?
Mustafa: " Ben Cumhuriyet ilan ederdim. Millet Meclisi olmalý. Burada çeþitli vilayetlerden gelen temsilciler olmalý. Halk, beðenmediði yöneticiyi deðiþtirebilmeli. "
Mustafa ile Süleyman sonraki iki gün birlikte vakit geçirdiler. Pek çok konuda fikir alýþveriþinde bulundular. Çiftliðin avlusunda gezdiler, dolaþtýlar, yoruldular. Daha ertesi gün Mustafa komþu çiftliðe giderek, Süleyman'ýn babasýyla bir görüþme yaptý ve Süleyman'ý affetmesini istedi. Baba, Mustafa'ya, sen çok zeki ve dünyada eþi bulunmaz bir çocuksun. Seni kýracaðýma kafamý kýrarým, dedi ve oðlunu affettiðini söyledi. Çiftliðe geri dönen oðlunun fikirlerine her zaman önem verdi. Anlattýklarýný dikkatle dinledi.

Atatürk'ün Çocukluðu - Ezgi Yayýnlarý - Yayýn Yýlý: Aralýk 1994

--------------------------------------------------------------
--------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUÐU: CÝVCÝVLER HOROZ OLDU
Dayýmýn çiftliðinde günler birbiri ardýna geçip giderken, bir gün dayým torba dolusu civcivle çýkageldi: Koþ Mustafa koþ, bak sana civciv getirdim. Onlarý besle, büyüt, dedi. Ben bir sandalyeye oturdum. Saydým, civcivler on taneydi. Makbule ile Naciye civcivleri besleyip büyütmeme yardýmcý olacaktý.
Geçen günlerle birlikte civcivlerin azalmaya baþladýðýný fark ettim. Çiftliðin bahçesinde dolaþan bir kedi vardý ve civcivleri o kapýyordu. Çiftliðe geldikleri ilk gün orta yere býraktýðýmýzda dört civciv yanýma geliyordu. Beni tercih etmeyenler, Makbule ile Naciye'nin yanýna gidiyordu. Kedi onlarýn civcivlerini yedi. Bana inanan dört tanesini büyüttüm. Hepsi horoz oldu.

--------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUÐU: EVCÝLÝK ANISI
Çocukluk çaðýnda yaþadýðým unutamadýðým anýlarýn baþýnda evcilik anýsý vardýr. Selanik'te sekiz on yaþlarý arasýnda komþu kýzlarý evlerinin önüne kilim serer ve evcilik oynardý. Türk çocuklarý deðil ama ermeni ve rum çocuklarý bunlara rahat vermez, tepelerine dikilir, alay ederdi. Ermeni Krikor: Vay Fatoþ, kurmuþsun evini, bakarsýn rahatýna. Þu kýza çocuðum dersin, yoktur bunun babasý?
Rum Yorgo: Olurum ben o çocuða baba. Yeter ki kapýn açýk olsun.
Fatoþ, sonunda alaylardan býkmýþ ve evcilik oyununa bir baba aramýþ. Sonunda beni buldu. Olanlarý anlattý. Biz evcilik oynarken, baba olur musun, dedi. Ben hiç düþünmeden evet dedim. Olaylar gözümün önünde cereyan ediyordu ve görünen köy kýlavuz istemezdi.
Ertesi gün Fatoþlarýn evinin önüne kilim serilmiþti. Temsilde anne Fatoþ ve iki kýzý yemek yapýyordu. Ben kilimin ortasýnda oturuyor ve baba rolündeydim. Ermeni ve rum çocuklar gelip geçiyor ve bana bakýyorlardý. O gün tek laf atan, ileri geri konuþan olmadý. Selanikli Mustafa derlerdi bana. Sonraki günlerde çaðýrdýðý zaman Fatoþ'un yardýmýna koþtum. Baba rolü oynadým. Bu zaman süresince sataþma olmadý. Ermeni ve rum çocuklar, dilleri damaklarýna yapýþmýþ vaziyette geçip gittiler.

--------------------------------------------------------------------------

DÜÞMANIM ÇOK ÞU ANDA
Ýki yaþýndaki Mustafa abisi Ahmet ile Selanik'in toprak sokaðýnda gidiyordu. Þu temmuz sýcaðýnda deniz kýyýsý en iyi yerdi. Ege denizi, adalarý çok olan prima bir yerdi. Görkemli bir dev, adadan adaya ayak basar, ayaðýný suya deðdirmeden Girit'e ulaþýrdý.
Ortaçað kalýðý zihniyete bel baðlamadan, özgün fikir üreten Selanik'in yýldýz çocuklarý, atýlým içindeydi. Aralarýnda tartýþma oluyordu. Bugünkü konuþmalarýn odak noktasý: Dünya dursa ne olurdu? Birkaç saattir süren fikir ayrýlýklarý neredeyse kavgaya dönüþecekti ki, Ahmet ile kardeþi Mustafa ufukta göründü. Çocuklar, bunlar Ahmet ve Mustafa. Olayý onlara anlatalým, onlar ne derse kabullenelim, düþüncesinde birleþtiler.
Dünya dursa ne olur sorusuna Ahmet: Dünyadaki yaþam son bulur, dedi. Bak biz de öyle dedik, siz karþý çýktýnýz, diyenler sesini yükseltince tartýþma giderek alevlendi. Bunun üzerine Ahmet, iki elini havaya kaldýrýp teslim iþareti çizdikten sonra herkes sustu. Ali þöyle dedi, Veli böyle dedi, demeyi býrakalým ve Mustafa'ya kulak verelim. Mustafa ne derse o olsun, tamam mý, deyince herkes tamam dedi.
Ahmet: Mustafa dünya dursa ne olur? diye sordu.
Mustafa: Dünya durmaz, döner, dedi ve bütün aðýzlar açýk kaldý.

---------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUÐU - ÇÝÐDEM TOPLADIK
Bir kýþ günü sabahý saat 8 sularýnda Zübeyde Haným uyanmýþtý. Saða-sola bakýndý. Ali Rýza Bey derin uykudaydý. Gümrük memuru olduðu için, geç yatmýþtý çünkü ertesi gün tatildi. Öðleden önce kalkmazdý. Zübeyde Haným çocuklarýn odasýna yöneldi. Ýki yaþýndaki Mustafa yataðýnda uyuyordu. Abileri Ahmet ve Ömer yataklarýnda yoktu. Beyninden vurulmuþa döndü. Kim, neden yavrularýný annesinden ayýrýrdý? Bu durum inanýlmaz bir vurdumduymazlýk deðil miydi? Kim, ne isterdi bir çocuktan? Diðer odaya baktý. Bahçeye çýktý. Sarýþýn, mavi gözlüm dediði , canlarý Ahmet ile Ömer ellerinde birer toprak tencere olduðu halde geliyordu. Oðullarý yanýna gelince Zübeyde Haným sordu: Sabahýn körü yataðýnýzda yoksunuz. Bu tencereler de neyin nesi? Bunlarýn içinde ne var?
Ahmet: Anne, gece çið yaðdý, biz de çiðdem topladýk. Hani saksýdaki güllerim, sümbüllerim soluyor dediydin ya, biz de bu durumun önüne geçmek istedik.
Zübeyde Haným'ýn izin vermesiyle oðullarý saksýlara çiðdem döktü. Aradan günler geçtikçe solmaya yüz tutan güller, sümbüller canlandý, çiçek açtý.

-----------------------------------------------------------------

GÜVERCÝN YAVRULARI
Ali Rýza Bey ile Zübeyde Haným'ýn oðullarý Ahmet ile Ömer, Selanik'teki evlerinin bahçesinde geziniyordu. Bu bahçedeki aðaçlara nedense güvercinler daha çok konardý. Ýlkbaharýn gelmesiyle birlikte güvercinler yumurtlar ve günler sonra yumurtadan yavrular çýkýnca bunlarý besler, yavrular büyüdükten sonra yuvadan uçup giderdi. Ahmet ile Ömer bu durumu alkýþlardý.
Yýl 1883. Ahmet 9, Ömer 8 yaþýnda. Bir ilkbahar sabahý. Ahmet sabah erkenden kuþ cývýltýlarýna uyandý. Kardeþi Ömer'i uyandýrýp birlikte bahçeye çýktý. Günlerdir takip ettikleri güvercin yuvasýndaki 4 yumurtadan 4 yavru güvercin dünyaya gelmiþti. Anne ve baba güvercin yavrularýna yiyecek bulmak için, uçup gitti. Aniden gökyüzünde bir kartal belirdi ve dönerek alçalarak yuvanýn baþýna kondu. Bir kaç dakika sonra yuvada yavru kalmamýþtý.
Ahmet ile Ömer bu durumu korku dolu gözlerle izledikten sonra eve kaçtý ve bahçe kapýsýný içeriden kilitledi. Tam doymayan kartal bahçe kapýsýna doðru hamle yaptý ve kapýya çarpýp yere düþtü. Daha sonra uçup giden kartal bir daha oralarda görünmedi.

------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUÐU: ÝYÝ YÜREKLÝ KIZ
Atatürk'ün ablasý Fatma dört yaþýndaydý. Bir bebeði vardý, onunla oynuyordu ama bu yetmiyordu. Caný çok sýkýlýyordu.Mutfakta yemek piþiren annesinin yanýna gitti. Anne, yanýna geldim ama bana masal anlatmaný istemiyorum. Bana anlatacak bir hikayen var mý?
Annesi: Aman kýzým, ne demek? Sen iste yeter ki benim masallar kadar anlatacak hikayelerim de pek çoktur. Bir adam varmýþ, insanlarý çok severmiþ. Fakirlere yardým etmek istermiþ ama cebinde parasý yokmuþ. Ah, bir param olsa da þu dünyada fakir kalmasa, diye düþünürmüþ. Bu adam sonunda altmýþ dört yaþýna girmiþ. Ben en azýndan bir bu kadar daha yaþarým, dermiþ.
Bir gün bu adam yol kenarýndan giderken, ilaç satan bir dükkanýn önünden geçiyormuþ. Orada çalýþan tezgahtar on altý yaþlarýnda bir kýzmýþ. Bu adama gülümsemiþ ve selam vermiþ. Adam da gülümsemiþ ve kýzýn selamýný almýþ. Aradan günler, aylar, yýllar geçmiþ.

Bir gün bu adam daðda, bayýrda gezerken bir sandýk altýn bulmuþ. Sandýðý sýrtladýðý gibi evine taþýmýþ. Zaman içinde altýnlarýn bir kýsmýný harcamýþ. Kalaný son nefesini vermeden önce iyi yürekli kýza baðýþlamýþ. Ýyi yürekli kýz altýnlarýn kimden geldiðini anlayamamýþ ama yýllarla altýnlarý harcamýþ. Köþklerde yaþamýþ.
Fatma: Anne, hikaye çok güzeldi, demiþ. Mutfaktan çýkmýþ, odasýna gitmiþ. Acaba ben de günün birinde böyle bir sandýk altýn bulabilir miyim, diye düþüncelere dalmýþ.

--------------------------------------------------------------------------

ARKADAÞIM MUHAN
Atatürk'ün abisi Ahmet 9 yaþýndaydý. Selanik'te komþu kadýnlar bir evde toplanmýþtý. Aralarýnda güncel olaylarý konuþuyor ve dedikodu yapýyordu. Evin oðlu Muhan, Ahmet ve bir arkadaþý ayrý odada akýllarý yettiðince devlet yönetimi üzerinde fikir üretiyor, yorum yapýyordu. Ahmet, bu gidiþat kötüdür, sonuç karanlýktýr. Mutlaka aydýnlýða çýkýlmasý gerekir, diye anlatýrken, Muhan sözünü kesti: Senin aklýn kesiyor da yöneticinin aklý kesmiyor mu? O kadar yardýmcýsý var. Bunlar boþa mý kürek çekiyor? dedi.
Ahmet: O ve onlar, bu durumu fark ediyordur ama önlemini almýyordur. Bu düzenin deðiþmesini istiyordur. Benim annem Türk ve ben yönetici olsam benim destekçim olurdu. Eðer annem fransýz veya italyan olsa beni yanlýþ yönlendirirdi. Bilmem anlatabildim mi? dedi.

Ahmet sözlerini bitirdikten sonra kýsa bir sessizlik oldu. Diðer arkadaþý Muhan'a lavabonun nerede olduðunu sordu. Ýkisi birlikte odadan çýktý. Ahmet yalnýz kalmýþtý. Muhan'ýn üstüne oturduðu minder Ahmet'in ve arkadaþýnýn minderinden daha büyüktü. Ahmet minderini býrakýp Muhan'ýn minderine oturmak istedi. Minderi kaldýrdýðýnda altýnda kaðýt para olduðunu gördü. Anýnda minderin üstüne oturdu ve içini bir korku kapladý. Bu para kaybolursa ve sonradan sen aldýn derlerse, ne yapardý? Korku dolu gözlerle hayata bakarken, iki arkadaþý az sonra geldi. Ahmet'in aðzýný býçak açmadý ve onlar gündelik konulardan konuþtu. Daha sonra annesi Zübeyde Haným odanýn kapýsýný açýp, haydi Ahmet, gidiyoruz, dedi. Arkadaþlarý odadan çýkýnca son bir kez minderin altýna baktý. Para orada duruyordu. Gönül rahatlýðý içinde odadan çýktý ve annesiyle birlikte eve doðru yürüdü.

--------------------------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUÐU: GERÇEK BÝR HÝKAYE
Atatürk'ün aðabeyi Ahmet masallarý sevmezdi. Bire bin katýlarak anlatýlan ve çocuklarýn hayal dünyalarýný olumsuz yönde etkileyen masallardan hoþlanmazdý. Devler ve cüceler, dünyada bir zamanlar yaþamýþlardý. Sen on metrelik bir devi bir buçuk metre boyundaki Keloðlan'a rakip olarak gösteremezdin. Annesi Zübeyde Haným mutfaktayken, Ahmet geldi: Anne, gerçekten yaþanmýþ bir hikaye biliyorsan anlat yoksa konuþmasak da olur. Ben burada sessizce oturur ve senin yemek yapmaný ilgiyle izlerim, dedi.

Annesi: Aman oðlum, sen iste, ben sana istemediðin kadar gerçekten yaþanmýþ hikaye anlatýrým. Þu yaþadýðýmýz zaman diliminde bir Mehmet Bey varmýþ. Bu Mehmet Bey'in buðday, arpa tarlalarý, üzüm baðlarý, portakal, elma, armut bahçeleri bulunuyormuþ. Hanýmýnýn adý Asiye'ymiþ. Uzun boyluymuþ. Asiye Haným'ýn da tarlalarý çokmuþ. Bunlarýn Emin, Zehra, Remziye ve Recep adýnda dört çocuðu varmýþ. Emin zaptiye ( polis ) olmuþ. Evlenmiþ, çocuklarý olmuþ. Zehra da evlenmiþ. Damat bey Nurettin çok hayýrlý biriymiþ! Zehra'nýn babasý ve annesi ile sohbeti koyulaþtýrmýþ. Babam benim, caným annem ile baþlayan afralý tafralý konuþmalarýyla Mehmet Bey ve Asiye Haným'dan tapularý birer birer almýþ. Bunun üzerine Nurettin tarlalarý, bahçeleri satmýþ ve lokantalarda, gazinolarda herkese yemek ve içki ýsmarlamýþ. Lokantalarýn önüne masa, sandalye koydurmuþ. Ali gel, Veli gel diyerek evine, iþine gideni yolundan döndürmüþ. Onlarý beslemiþ.

Aradan günler, aylar geçmiþ. Paralar suyunu çekmiþ. Mehmet Bey ve Asiye Haným'ýn elinde sadece bir buðday tarlasý kalmýþ. Daha sonra bu damat Ýstanbul'a taþýnmýþ. Ýki oðlu, bir kýzý varmýþ. Ailesiyle birlikte uzun yýllar yaþamýþ. Sonradan hepsi aramýzdan ayrýlmýþ.
O son kalan buðday tarlasýnýn ortasýna ekilmediði bir yýl adamýn biri bir ev yapmýþ. Tarla sahipliymiþ. Mahkeme olmuþ, kadýya gidilmiþ. Adam, boþ tarla, ne bileyim, sahipsiz sandým. Yeter ki evimi yýkmayýn, demiþ. Mahkeme uzamýþ, gitmiþ. Aradan uzun yýllar geçmiþ. Nice kadýlar, hakimler gelmiþ, geçmiþ. Mehmet Bey ve Asiye Haným bu dünyadan göçünce mirasçýlarý olan çocuklarý ve torunlarý mahkemeye çaðrýlýr olmuþ.
Ahmet: Anne, öyle bir hikaye anlattýn ki benim dünyamý deðiþtirdin. Bambaþka bir Ahmet oldum. Þu an kendimi yüz yaþýnda hissediyorum. Yüz yýl daha yaþar mýyým, bilinmez. Sen böyle hikayeler aklýna geldikçe bana anlat. Ben ilgimi senden esirgemem.

SON

Atatürk'ün Çocukluðu - Ezgi Yayýnlarý - Yayýn Yýlý: Aralýk 1994