Niçin Kurban Kesilir?


"Mûsâ yüzünden (Firavun tarafından) öldürülen erkek çocukların katledilmesindeki hikmet, çocukların her birinin hayatı, Mûsâ'ya yardım ile avdet etmesi içindir. Çünkü bunlardan her biri Mûsâ'dır diye katlolundu. Halbuki (ilâhi bilgide) cehil yoktur. Şu
halde ölen her çocuğun hayatı, yani Mûsâ'nın yüzünden ölenlerin hayatı Mûsâ'ya ait olmak gereklidir. Onların hayatı da, yaratılışlarındaki zâhir hayat olup, nefse ait arzu ve garazlardan hiçbirisiyle gizlenmiş değildir. Belki yaratılışlarındaki hâl üzeredir.
Böyle olunca, Mûsâ kendisi olduğu zanniyle öldürülenlerin hayatının mecmuu sayılır. (Bir rivayete göre Mûsâ'nın doğduğu yıl İsrailoğullarından yetmişbin erkek çocuk öldürülmüştür)."

Düşünceme göre kurban kesilmesindeki sistemsel ana mantık da budur. Kime niyetle kesilirse, o kurbanın hayatiyet enerjisi o kişiye geçer. Şimdilerde, kurban konusuyla ilgili değişik yorumlar yapılıyor. Kimileri; "kurban kesmenin batinî mânâsı nefsin kurban edilmesidir, bu sebeple nefsinizi kurban edin, hayvanları katletmeyin", şeklinde yorumluyor. Kimileri de kurban kesmenin ilkel inanışlar kaynaklı olduğunu idda ediyor. Bazıları da; "insanların etten daha önemli ihtiyaçları var, kurbana gerek yok" şeklinde yorumluyor. Düşünüp fikir üreten herkesin yorumuna saygılı olmalıyız. İlim sonsuzdur, bu sebeple birbirinden farklı yorumlar yapılacaktır kuşkusuz.. Ancak ben de bu konuda acizane fikrimi söylemek istiyorum, ilmin tekâmülüne katkı bâbında...

Her ilâhi hükümde olduğu gibi kurban kesme konusunun da batinî bir yorumu vardır kuşkusuz. Ancak batınî anlamı zahirî anlamını yoksaymayı gerektirmez! Kurbanın zahiri mânası, bir yönüyle, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, öldürülen hayvanın yaratılışında özünden açığa çıkan süptil hayatiyet enerjisinin kesen kişiye geçmesidir. Ayrıca, İslâmî usulle kurban kesme olayı, geçmişten gelen tanrılara kurban verme mantığı ile yapılan bir adet de değildir kanımca... Eğer öyle olsaydı, o et tanrı(!)ya bırakılır, bir kısmı yenip, bir kısmı da insanlara dağıtılmazdı. İlk kurban kesme ibadetinden sonra, zaman içinde bir çok ibadette olduğu üzere bazı sapıtmalar olmuştur, ancak aslı itibarıyla hayatî önem taşır. Konunun muhtaçlara et dağıtmakla alakası olduğunu da sanmıyorum. O işin en son aşamasıdır. Zaten bir hayvan öldürülmüştür ve ortada bir et vardır. Bu et gömülecek değildir. Tabii ki ziyan olmasın diye muhtaç kişilere dağıtılır. Bu da ayrıca bir sevaptır. Fakat cehalet öyle boyutlara geldi ki, kasaptan et alıp muhtaçlara dağıtanlara dahi rastlamak mümkün.. İnsanlar konuyu et dağıtma zannettikleri için ve bu konuda bilgilendirilmedikleri için, kasaptan et alıp dağıtarak ibadetini yaptığını zannediyor. İş bu kadar vahimleşmiştir. Oysa mutlaka usulüne göre kesilip kan akmalıdır. Çünkü kan, süptil planda Evrensel Ana Ruh'tan olan hayatiyet enerjisinin karşılığıdır. Kurban edilen hayvanın yaratılışında özünden (Evrensel Ana Ruh'tan/Ruh-û Azâm'dan) aldığı bu süptil hayatiyet enerjisinin (perisperi), kanın akması ile serbest hale geçtiği anlaşılır ve böylece kurbanı niyet ederek kesen kişiye naklolur. Cesedinde mevcut güneşten gelen ekstra hayat enerjisi de muhtaçlara, bu eti yemeleri suretiyle naklolur. Böylece herkes bir şekilde kurban edilen hayvandan hasıl olan nimetten istifade etmiş olur ve böylece Allah rızası için günahlara kefaret olarak kanı akıtılan temiz hayvan ziyan olmaz. Ancak özden gelen bu ana hayat enerjisi (perisperi denilen) diğer enerji türleriyle kıyaslanamayacağı için, kesen kişi bu enerjiden en önemli payı almıştır. Kurban keserken niyet etmek ve iman da esastır. Ayrıca öldürülmeden Allah isminin zikredilmesi, kanının akması gibi bazı kaidelere uygun kesilmesi gerekir. Çünkü hatalı bir kesim, kurbanın hayatiyet enerjisini zayi eder ve o kurban kabul olunmaz. Şimdi bu yoruma göre kasaptan et alıp dağıtmanın ne faydası var, varın sizler düşünün!

Hz.Rasulullah (s.a.v) efendimiz hadis-i şeriflerinde:

"Yâ Fâtıma, kurbanının yanına git! Kesilirken orada bulun! Yere akacak ilk kan damlası ile, geçmiş günâhların affedilir." (İbni Hibbân)

“İnsanoğlu Allah nezdinde, kurban gününde kurban kesmekten daha sevgili bir iş işlememiştir. O kurban; kıyamet gününde boynuzları, postu ve tırnakları ile gelir. Kurban kanının Allah nezdinde büyük itibarı vardır. Kan akıp yere düşmeden kurban kabul olur. Kurbanı temiz ve hâlis bir kalp ile Allah'a takdim edin.” (Tirmizî)

"Kurbanlarınız, semiz olsun. Onlar, Sırâtta bineklerinizdir." (Zâd-ül mukvîn)

"Kurbanlarınızı gönül hoşluğu ile kesin! Çünkü hiç bir müslüman yoktur ki, kurbanını kıbleye döndürüp kessin de, bunun kanı, boynuzu, yünü, her şeyi kıyâmette kendi mîzânına konan sevâbı olmasın!" (Deylemî)

"Kesilen kurban, Kıyâmette, etiyle, kanıyla 70 kat büyüyerek mîzâna konur." (İsfehânî)

"Akrâba ziyâreti hâriç, kurban bayramında, kurban kesmekten daha iyi amel yapılamaz." (Taberânî)

Değerli müslüman kardeşlerim, tarih sahnesine bakılınca bu ibadetin saptırılmış örneklerini de görmek mümkündür. Diyelim ki bu ibadet zaman içinde adetleşmiştir veya saptırılmıştır, ancak ateş olmayan yerden duman tütmez. Bazı adetlerin arkasında çok önemli sırlar gizlidir. İnsanlık bu sırrı günümüze kadar doğru olarak taşıyamamış olsa da...

Kur'ân'da Allah rızası için ilk kurban kesme bahsi, Adem'in ilk oğulları Kabil ve Habil mevzusunda geçer ve Habil'in kabul edilen kurbanından söz edilir. Yani kurban kesme ibadeti ilk olarak küfr ehli birinden değil, aksine iman ehli birinden çıkmıştır. Bunun tanrılara/ilâhlara kurban sunma şekline dönüşmesi ise, sonradan uydurulmuştur.

* Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):" Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder".

* "Allah'a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.

* "Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur".

* Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu. (Mâide Sûresi/27-28-29-30)
İncil'de de bu konu "Habil'in imanla Allah'a sunduğu kuzu kabul edilmiş, diğerininki ise kansız ve imandan yoksun olduğundan reddedilmiştir" (Tek. 4:1-8), şeklinde geçer. Yine İncil'de şöyle denir:

Günahın karşılığı ölümdür." (Rom. 6:23).
Kan dökülmeksizin bağışlama olmaz." (İbr. 9: 22)

Çağlar boyu uygulanagelen kurban kesme ibadetinin genel mantığı şudur: İman edenler ilâhi yargılamanın ölümle sonuçlanmasından kurtulabilmek için, kendisini temsil eden temiz bir canlı seçer. Amaç günahların ve hayatın bağışlanmasıdır. Bu sebeple suçsuz ve kusursuz bir varlık, suçlunun yerini alarak ölür veya öldürülür. Bu şekilde kurban edilen suçsuz varlık suçlunun yerini alıp, suçlunun cezasını sembolik olarak yüklenir. Kurban sunan kişi de böylece özgür olur. Bu arada kurban edilen hayvanın hayatiyet enerjisi de, günahları sebebiyle önemli enerji kaybına uğrayan insana geçer. İşte İnsanoğlu'nun kurban kesmeye başlamasındaki arka plan, yürüyen bu sistemi ve yasaları farketmesiyle başlamıştır. Kısaca kurban kesmek, kişinin günahına ve hayatına karşılık fidye (kefaret) verme düşüncesini içerir.

Hatta Hristiyanlar en büyük kurbanın günahsız olan İsâ aleyhisselam olduğuna inanırlar. İsâ aleyhisselâm'ın İsrailoğulları'nın günahını yüklendiği, bağışlanabilmeleri ve hayatta kalabilmeleri için öldüğü düşünülür. (Hristiyanlar öyle der ama, bana göre kendinden sonra O'na inanan ümmetinin girdiği şirke kefaret oldu desek daha mantıklı).. Yahya aleyhisselam İsa aleyhisselam'ı (Mesih'i) görünce "İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı kuzusu" diye ilan etti (Yu. 1:29)

İman ehli günahsız masum Habil'in ölümü de kendinden sonra gelecek tüm Ademoğulları'nın günahına kefaret oldu denir. İbrahim aleyhisselam oğlu İsmail aleyhisselam'ı Minâ'da ne için kurban etmek istemiştir ve hangi sebeple İsmail aleyhisselam yerine ona bir koç kurbanlık olarak verilmiştir? Bunlar üzerinde çokça düşünülmelidir. Bu konuyla ilgili ayette şöyle buyrulur:

* Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik. (Saffat Sûresi, 37/107)

Kişisel düşünceme göre kurban kesmenin başlıca sebebi, cana karşılık fidye ve günaha kefaret olmasıdır ve sistemde (dinde) yeri vardır. Gökte bir Tanrı/İlâh yoktur, ki "Sen günah işledin, o halde canını alacağım!" desin.. Konunun aslı şudur: Kişi günah işledikçe önemli bir süptil enerji kaybına uğrar. Bu enerji onun hayatını da devam ettirdiği bir enerji olması sebebiyle, bu enerjinin kaybından dolayı ömrü kısalır. İncil'de cezası ölümdür denmesinin sebebi budur kanımca.. Fakat eğer kişinin eceli gelmişse bu da çare değildir, ancak bu sefer de kurbandan hasıl olan enerji ruh bedenine yüklenir ve ölüm ötesinde fayda görür.

* "Ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiç bir rasule iman etmeyeceğimize dair Allah bize ahidde bulundu." diyenlere de ki: "Benden önce size bazı rasuller açık belgelerle ve sizin dediğiniz şeyle geldi. Eğer doğru insanlarsanız, ya onları niçin öldürdünüz?" (3/183)
Hac'da kurban kesilmesinin sebebi de budur. Günahlarının affı için hacceden kişi, Arafat'ta günahları affolduktan sonra, kurban keserek kaybettiği hayatiyet enerjisini de telafi etmeye çalışır, yani hayatı için bir fidye ve günahına bir kefaret öder. Hac esnasında kurban kesmeyi teklif eden hükümün asıl sebebi budur. Olayın et dağıtma ile ilgisi ise, evrensel sırlar üzerinde düşünen insanın belki de en son akla getireceği yönüdür kanımca... Bu yönde düşünmenize sebep olan ayetler şunlar olmalı:

* "Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de onlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun. "(22/28)

* "Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mabed yapmışızdır. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. (Ey Muhammed!) Allah'a itaat eden alçak gönüllüleri müjdele." (22/34)

* "Kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Ön ayaklarının biri bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin buyruğunuza verdik ki, şükredesiniz." (22/36)

Fakat eğer olay sadece maldan vazgeçme ve et dağıtmakla alakalı ise aşağıdaki hadisin mânâsı ne olabilir?

Cabir b. Abdullah Radıyallahu Anh'den rivayete göre:

“Rasûlüllah ile beraber açık hava namazgâhında kurban bayramı namazında bulundum. Rasûl-i Ekrem, hutbesini bitirince minberinden indi ve bir koç getirdi. Rasûlüllah o koçu kendi eliyle kesti ve (keserken) “Bismillahi vellahu ekber, bu koç benim ve ümmetimden kurban kesemiyenler içindir!” buyurdu.”

Uzun lafın özü, bu ibadetin görünenden çok farklı boyutları olduğuna işaret eden ayet ve hadisler de vardır. Örneğin; kurbanın ceza karşılığında bir fidye olarak kesildiğine örnek bir ayet daha:

* Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim
de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir. (Mâide Sûresi/95)

Yine bir çoğunuz filimlerde izlemişsinizdir. "Voodoo" diye büyülere dayalı sapkın şeytanî bir inanış vardır. Bu sapık inanışta esas, büyü yaparak bir takım süptil evrensel güçleri harekete geçirmek ve kişisel çıkarlar uğuruna bu güçleri kullanmaktır. Voodoo büyüleri yapılırken mutlaka bir hayvan kurban edilir. Mantık yine aynı mantıktır, yani bu hayati gücün elde edilmesi.. Ama yapılma amacı egoya ve kişisel çıkarlara dönük, yani şeytanî'dir. Tarih sahnesinde benzer sapık inanışlar çerçevesinde bakire genç kızların kurban edildiğine dahi rastlamak mümkündür. Bu gibi evrensel güçleri kendi çıkarları için kullanmak isteyenlerin yeri ebedi cehennemdir. Çünkü kişi bütünü görememektedir ve birim benliğe kitlenmiştir bilinci.. Yerinin ateş olacağı, yaptığı işin çirkin amacından bellidir. Onun bu amaçla yaptıkları da boşa çıkarılır. Herneyse, konumuz bu değil, kurban kesmek!

Yazılma tarihi açısından belki de geç kalınmış bir yazı oldu, ama daha önce bu konuya pek girmek istemedim açıkçası.. Bu bilgiyi kim nasıl değerlendirir ve ne amaçla kullanır bilmediğim için ve her cemaat bu ibadeti kendi anlayışınca yorumladığı için, hepsinin bir hikmeti vardır diyerek çekimser kalmayı tercih ettim. Ancak bugün neden bilmem, kurbanla ilgili kişisel düşüncemi yazmak geldi içimden..

Ayrıca binlerce hayvan bilinçsizce öldürülüryor ve belki de Ademoğlu Kabil'in kurbanı gibi, imansız ve bilinçsiz kesildiği için kabul edilmiyor (faydası hasıl olmuyor). Tüm bunlar hüzün verici olaylardır ne yazık ki... Neyse, biz yine kaldığımız yerden kurban konusunu açıklamaya devam edelim.

Önemli bir konu da Kevser Sûresi 2. ayettir.

"Öyleyse Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes." (108/2)

Bu ayetin açık anlamı şudur:

Hz. Rasulullah'tan kendisine Kevser'i bağışlayan rabbine şükrün bir ifadesi ile namaz kılıp (bu bayram namazıdır, yani bayram yapması istenmiştir), kurban kesmesi istenmiştir.

Bazı fikir adamları derler ki, bu ayet yoruma tabîdir ve batinî anlamı alınmalıdır. Bir açıdan bu doğrudur, ama bu yorum ibadetin sistemsel arka planını yok saymayı gerektirmez. Şimdi de ayetin batinî anlamına bir göz atalım.

Namaz miraç içindir, yani kulun rabbini müşahade etmesi içindir. Namazın batınî (öz) mânâsı budur. Kurban ise, birim nefsin bu amaçla (rabbini müşahade için) kurban edilmesidir. Yani aslı yok olan, zanna dayalı birim nefsin, hakikati olan küllî nefste erimesidir. Bunu gerçekleştirene, "nefsini Allah yolunda kurban etti" denir. Zaten Arapça'da "kurban" kelimesi, "yakın olmak" anlamında kullanılır. Araf Sûresi 143. ayette der ki:

"Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. "Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana". dedi. Rabbi ona buyurdu ki; "Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin". Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, "Sen sübhansın", "tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim," dedi." (Araf Sûresi/143)

Burada "dağ" Mûsâ'nın birim nefsini sembolize eder. Yani "sen senliğinle BEN'i, yani birim nefsinle hakikatini (öz gerçeğini) müşahade edemezsin" denmiştir. Külli nefs gelince birim nefs (dağ) eriyip yokolmuştur. Öyle ki, sen-ben (rab-kul/ ikilik) kavramı kalkacak bir yakınlık oluşmuştur. Artık orada Musâ yoktur, sadece Rabbi vardır. Bu sebeple Musâ birim bilinci ile asla rabbini göremez, rabbi kendini seyreder ancak... Musâ'nın tevbesi talebinin mümkün olamayacağını idrakından ötürüdür. İşte bu sebeple (yakin için) birim nefs fenâ bulmalı, yani kurban edilmelidir.

Buraya kadar tamamdır, ancak batın zahiri yoketmez!. Kısaca, insan için hayatî önem taşıyan bir ayetin batınî anlamı zahiri anlamını yoksaymayı gerektirmez. Ayetin kurban kısmını zahiren yok sayacaksak, o halde namaz kısmını da batinî olarak ele alıp, zahirini yoksayalım ve namaz ibadetini de terk edelim. Sizce bu doğru olur mu? Evvel Ahir Zahir Batın O'dur. İslâm şer'iati (insan için işleyen evrenel sistem yasaları) aynısıyla hakikattir aslında... Hakikatin kuvveden fiile çıkışıdır şer'iat.. Bu sebeple O'nun sitemini ve yasalarını yok saymak hakikati inkârdır. Emir ve yasalarını çiğneyerek zahirî ve batınî hakikatleri örtemeyiz. İnsanların öncelikle hayatta kalmaya ihtiyaçları vardır. Bu sebeple cezası (karşılığı) ölümle sonuçlanabilecek günahlarına kefaret olacak ibadetlere ve yine buna bağlı olarak hayatlarına karşılık fidye olarak kesilecek kurbana ihtiyaçları olabilir. Hayatta kalamayan kişi, sonsuz hayatı için herhangi bir çalışma da yapamaz. Öncelikle o kişiyi günahından arındırıp, hayatta kalmasını sağlamak ve sonra ona evrensel gerçekler doğrultusunda bilinçlenmesi için manevî yardımda bulunmak esas olmalıdır. Dünya yaşamı her dakikasıyla ölüm ötesi yaşam gerçeklerine göre değerlendirilmesi gereken bir yaşamdır. Fakat hayatta kalamayan biri bu değerlendirmeyi yapacak zamanı bulamaz!

Ayrıca dinî hükümler yorumlanırken, daima üç boyutlu yorumlar getirilmelidir. Bilinç boyutu yönüyle anlamı, ruhsal boyutu (ışınsal boyut) yönüyle anlamı ve madde planı açısından anlamı, yorumlarda bir bütün oluşturmalıdır. Eğer olayın soyut yanına dair eksik bir açıklama yapılırsa, farkında olmadan insanları metaryalist bir anlayışa itmek söz konusu olur Allah korusun! Yada aksine sistemsel yönü ihmal edilir ve hayal aleminde yaşayıp, şer'î hükümleri (dolayısıyla hakikati) yoksayan dinsizler çıkar ortaya... Tarih boyunca İslâm dünyâsı bu gibi hatalar sebebiyle zaman kaybederek, ilâhi hükümlerin ya rûhunu ya da sistemsel yanını görmekten perdelenmiştir. Ya kendini şekilciliğe hapsetmiştir (şekilcilik modernleşse de şekilciliktir) yada sistemi inkâr ederek, hayal aleminde yaşar hale gelmiş ve dolayısıyla geri kalmıştır.

Cabir b. Abdullah Radıyallahu Anh'den rivayete göre:

Hz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz, Veda haccında cemre-i akabe (büyük şeytan) ı taşladıktan sonra... Kurban yerine giderek kendi eliyle altmış üç deve boğazladı. Sonra (bıçağı) Ali'ye verdi. Geri kalanını da o boğazladı. (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Hac/121-122; Tecrid, hadis no: 829; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Hac/348-349, hadis no: 1317)

Hz. Rasulullah efendimiz, Veda haccında kurban edilmek üzere 100 deve getirtmişti. 63 yaşında olduğu için, her bir senesi için birer deve kurban olmak üzere bizzat kendisi kesmiş, geri kalanları da Hz. Ali Radıyallahu Anh'a kestirmiştir. Bunu düşkünlere yiyecek yardımı mantığıyla mı yapmıştır? Öyle olsa idi, bu ibadet hac esnasında kurban etmek şeklinde yapılmazdı. Normal bir zamanda, birine emir buyururlar ve hayvanlar kesilip dağıtılırdı. Ama bu hayvanlar Hac ibadeti esnasında, usulünce kurban edilmiştir. Mutlaka önemli bir sır vardır arkasında!!? Düşünmek lazım!

Bir konuya daha değinmek isterim. Günahımıza kefaret olup, hayatını bize veren o tertemiz kurbanları vicdansızca öldürmemeyi tavsiye ederim. Bizler 21. yüzyılda yaşadığımız halde, teknolojiden yoksun ilkel insanlar gibi bu ibadeti yapmamalıyız. Şimdilerde çok daha acısız ve uygun İslâmî kesim yöntemleri vardır ve hayvanlar bu şekilde kurban edilmelidir.

Rasulullah Efendimiz bir hadis-i şerif'te:

"Allah'tan başkası için boğazlayana Allah lânet etsin" (Hakim, Müstedrek N/153 (Ayrıca bk. Hindi, Kenz XVI/74)

buyurmuşlardır. Bu sebeple, kurban kesme konusunda da amaç, her ibadette olduğu gibi, tevbe ve istiğfar, Allah'ı övüp yüceltme ve O'nu talep olmalıdır. Tabii her ibadette olduğu gibi, bu ibadetin getirisine ihtiyacı olanın Allah değil, bizler olduğunu ve ibadetin zahirî ve batinî mânâsını bilerek yapmak kaydı ile...

"Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Muhammed!) Vazifelerini güzelce yapan iyilik sevenleri müjdele." (22/37)

Biz düşüncelerimizi dile getirdik, buna göre evrensel yasaları dileyen dilediği yönde kullanır ve sonuçlarına katlanır!"

Mürşidiniz Allah, rehberiniz Kur'ân ve Hz. Rasulullah olsun! Selam ve dua ile...