Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/3 123 SonSon
25 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Sağlık Bilgileri

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Sağlık Bilgileri

    Allerjik Nezle Deyip Geçmeyin !

    Toplumda en sık görülen allerjik hastalıklardan birisidir.

    Yaklaşık her 10 kişiden birinde allerjik nezle vardır.

    Bu kişilerin çoğu da " allerji ile birlikte olan" durumlardan şikayetçidir.

    Aramızda nezle olmayan yoktur. Bir an önce geçmesini bekle
    Allerjik nezle

    Toplumda en sık görülen allerjik hastalıklardan birisidir.

    Yaklaşık her 10 kişiden birinde allerjik nezle vardır.

    Bu kişilerin çoğu da " allerji ile birlikte olan" durumlardan şikayetçidir.

    Aramızda nezle olmayan yoktur. Bir an önce geçmesini beklediğimiz katlanılmaz bir durumdur: burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, koku alamama ve beraberinde halsizlik ve kırıklık hissi...

    Bu şikayetlerin çok uzun süre, aylarca ya da tüm yıl boyunca devam ettiğini düşünün: Kuşkusuz çok daha dayanılmaz bir durum olacaktır.

    İşte allerjik nezle bu şekilde seyreder. Mikrobik nezlelerden farklı olarak, bir de burun kaşıntısı ve ard arda hapşırmalar vardır. Polen allerjisi olanlarda tüm ilkbahar süresince, ev tozu akarlarına allerjisi olanlarda tüm yıl boyu devam eder nezle şikayetleri...

    Allerjik nezle, tanısı ve tedavisi kolay bir hastalıktır. Ancak genellikle hastalar çok uzun süreler ızdırap çektikten sonra “acaba şikayetler allerjik mi?” diye akıllara gelir ve uzman hekimlere başvurulur. Gerekli testler yapılır, tedavi başlanır ve kısa sürede allerjik hastalık bulguları ortadan kalkar.

    Bu allerjik nezlelerin “klasik” ve pratisyen hekimler tarafından bile kolaylıkla tanı konulabilecek formudur. Ama her zaman allerjik nezle böyle “gürültülü” seyretmez. İşte asıl sorun da burada ortaya çıkar.

    Yazımıza başlarken allerjik nezle ile birlikte olan hastalıklar kavramından bahsettik. Allerjik nezlelerin belki de en önemli yönü budur. Bazı hastalarda allerji tüm bulgularıyla ortaya çıkmaz. Hastalık daha “sinsi” seyirlidir. Üst ve alt solunum yollarında oluşturduğu değişiklikler hasta için daha büyük problemlere neden olur. Nedir bunlar?

    Sinüzit

    Hemen herkesin çok iyi bildiği bir hastalıktır.

    “Sinüsler” kafa kemikleri içinde bulunan, içleri hava ile dolu, boşluklardır. Duvarlarını aynı burun içindeki gibi bir doku kaplar (mukoza) ve sinüs ağzı adı verilen havalanma delikleri burun boşluğuna açılır.

    İşte bu organların iltihabi hastalığına sinüzit adı verilir.

    Allerjik nezle ile sinüzit arasında ne gibi bir ilişki olabilir? En basit açıklaması: allerjik nezle sinüzit gelişimini kolaylaştırır. Allerji nedeniyle burun içinde ve çevre dokularda meydana gelen ödem (şişlik) sinüs ağızlarının kapanmasına ve sinüslerin iltihaplanmasına neden olur.

    Bu nedenle, sık sık sinüzit olan, sinüzit şikayetleri uzun süre devam eden ve tedaviye rağmen kısa süre sonra sinüziti nüks eden kişilerde allerji ve allerjik nezle varlığı mutlaka araştırılmalıdır.

    Orta kulak iltihabı

    Anne babalar çok iyi bilir.

    Doktorlar bazen “çocuğunuzun kulağında sıvı var” ya da “kulak zarında çökme var” gibi tanılardan bahsederler. Hatta “kulağa tüp takılması gerekiyor” gibi anne babayı iyice tedirgin eden söylemler olur.

    Bu durum tıpta “seröz otit media” olarak adlandırılır. Orta kulak havalanmasının bozulması neticesinde ortaya çıkan, allerjinin “gizlice” rol oynadığı bir hastalıktır. Orta kulağın havalanmasını sağlayan östaki borusunun geniz tarafındaki ağzının, yine allerjiye bağlı ödem nedeniyle tıkanması seröz otit medianın sık rastlanan sebeplerinden birisidir.

    Hepimiz çok iyi biliriz ki sesin iletilmesi için havaya gereksinim vardır. Orta kulak içindeki minicik kemikçikler, kulak zarından gelen ses titreşimlerini iç kulağa iletirler ve beynimiz bu iletiyi ses olarak algılar. Seröz otit mediada en önemli şikayet, orta kulak havalanmasının bozulması nedeniyle ses iletiminin bozulması, daha basit bir deyişle duymanın azalmasıdır.

    Çocuğunuzun ilköğretim okuluna yeni başladığını ve seröz otit media problemi olduğunu düşünün. Çocuğun işitme fonksiyonu tam olmadığı için, hem çevresi ile iletişimi bozulacak hem de derslerini algılama ve öğrenme kapasitesi düşecektir. Özetle; okuma yazmayı yaşıtlarına göre geç öğrenen, sınıf içinde uyumu ve iletişimi iyi olmayan çocuklarda seröz otit media ve allerji araştırılması gereken bir durumdur.

    Halsizlik, başağrısı ve algılama bozuklukları

    Allerjik nezlesi olan kişilerin çok sık olarak yakındığı diğer durumlardır. Nezle (grip) olduğumuzda hepimiz tecrübe etmişizdir; okuduğumuzu anlamayız, konsantre olmakta güçlük çekeriz...

    Günlük yaşantıyı olumsuz olarak etkileyen tüm bu şikayetler, allerjik nezlelerin doğru olarak tedavi edilmesi ile tamamen ortadan kalkacaktır.

    Astım

    Bir hastaya allerjik nezle tanısı konduğunda, sorulan ilk soru genellikle şudur: “Bu hastalık astıma döner mi?”

    Çok yerinde ve doğru bir sorudur.

    Önceki yıllarda “allerjik nezleli hastaların yaklaşık üçte birinde astım gelişir” denirdi. Ama bugün çok iyi biliyoruz ki, allerjik nezlesi olan her hastanın bronşlarında (akciğer hava yolları), ileride astım belirtilerine neden olabilecek değişiklikler olur. Bu değişiklikler allerjik nezlenin şiddeti ile yakından ilişkilidir. Yani allerjik nezle belirtileri ne kadar fazla ise ve tedavide ne kadar geç kalınmış ise, akciğerlerdeki değişiklikler de o oranda ileri düzeydedir.

    Allerjik nezle tanısı konan her hasta, mutlaka alt solunum yolları yönüyle de değerlendirilmeli ve gereken tedaviler zamanında başlanmalıdır.

    “Astım” kelimesi ile başladığımız son bölümü okurken biraz canınız sıkılmış olabilir. Gerçekten de astım, hastaların ya da anne babaların duymak istemedikleri, hatta genellikle korktukları bir hastalıktır. Ama rahat olun, astımın “korkulu bir rüya” olduğu dönemler artık gerilerde kalmıştır. Günümüzde, zamanında başlanan modern ilaçlarla astım kontrol altına alınmakta ve hastalar tamamen normal bir yaşam sürdürebilmektedir.

    Son söz

    Evet, görüldüğü üzere burnumuz sadece kozmetik endişelerle estetik operasyonlara malzeme olan bir organımız değildir.

    Basit olarak algılanan bir hastalığı bile, yaşamımızı değişik boyutlarda etkileyebilmektedir.

    Bu nedenle lütfen “allerjik nezle” deyip geçmeyin...

    Sağlıkla kalın...

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Tiroit Bezinin Aşırı Çalışması (Hipertiroidizm) (Graves Hastalığı)

    Hipertiroidizm, tiroit bezinden aşırı tiroit hormonu (T4 ve T3) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilir.

    Hipertiroidiye neden olan hastalıklar şunlardır:

    1. Graves hastalığı,

    2. Toksik nodüler guatr (Tiroid bezindeki sıcak bir no
    Hipertiroidizm, tiroit bezinden aşırı tiroit hormonu (T4 ve T3) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilir.

    Hipertiroidiye neden olan hastalıklar şunlardır:

    1. Graves hastalığı,

    2. Toksik nodüler guatr (Tiroid bezindeki sıcak bir nodülden aşırı hormon salgılanması)

    3. Tiroid bezinin iltihapları (tiroiditler),

    4. Aşırı iyod alınması (nodülü olan hastaların iyodlu tuz veya iyodlu öksürük şurubu içmeleri ile)

    5. Aşırı tiroid hormonu almakla (Tiroit hormon ilaçlarının aşırı alınması)

    Graves hastalığı tiroid bezinin nedeni bilinmeyen otoimmün bir hastalığıdır. Bu hastalıkta vücut tiroit bezine karşı TSH reseptör antikoru üretir ve bu antikorlar tiroit bezini uyararak aşırı hormon üretmesine neden olurlar. Bu antikorların nasıl oluştuğu henüz bilinmemektedir. Bu hastalarda guatr ve gözlerde öne doğru çıkma-fırlama (oftalmopati) oluşur. Hipertiroidili hastaların çoğunda (%70-80) Graves hastalığı vardır.

    Sıcak nodüller de hipertiroidi yaparlar. Hipertiroidili hastaların % 5’inde sıcak nodül vardır.

    Tiroit bezinin iltihapları (tiroiditleri) sırasında da hastalığın ilk aşamasında hipertiroidi gelişebilir. Tiroit bezi iltihaplarında boyunda ağrı oluşur. Bazı hastalarda ateş vardır.

    Hipertiroidisi olan bir hastada aşağıdaki şikayetler ve bulgular gelişir :

    1. Kilo kaybı

    2. Kaslarda zayıflık

    3. Ellerde titreme

    4. Uyumada zorluk

    5. Çarpıntı

    6. Saçlarda incelme ve dökülme

    7. Ciltte incelme ve nemlilik ve aşırı terleme

    8. Bağırsak hareketlerinde artma ve bazen ishal

    9. Sinirlilik

    10. Gözlerde ileri doğru fırlama

    11. Adetlerde bozulma

    12. Tiroit bezinde büyüme (guatr) oluşması

    13. Sıcağa tahammül edememe

    14. Erkeklerde memelerde büyüme

    15. Kemik erimesi (Osteoporoz)

    TANI

    Hipertiroidi tanısı için kanda tiroid hormonlarına (T4 ve T3) ve TSH düzeyine bakılır. Kanda T4 ve T3 düzeyleri yüksek, TSH düşük bulunursa hipertiroidi teşhisi konur.

    HİPERTİROİDİ HİÇ TEDAVİ EDİLMEZSE NE OLUR?

    Hipertiroidi tedavi edilmezse hastada kilo kaybı devam eder; kalpte ritm bozukluğu, kalp yetmezliği ve bir iltihap veya enfeksiyon sırasında tiroit krizi, şok ve ölüm oluşur. Bu nedenle hipertiroidi mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

    TEDAVİ

    Hipertiroidi tedavisinde 3 yöntem vardır :

    1. İlaç tedavisi

    2. Radyoaktif iyod tedavisi

    3. Cerrahi (ameliyat)

    İLAÇ TEDAVİSİ:

    Hipertiroidisi olan bütün hastalara kanda yüksek olan tiroit hormonlarını normal düzeye getirmek için önce ilaç tedavisine başlanır. İlaç olarak kimyasal ismi propiltiourasil olan ilaç (Propycil tablet ) veya kimyasal ismi metimazol olan ilaç (Thyromazol tablet) ve beraberinde nabız sayısını azaltacak ilaçlar başlanır. İlacın dozunu doktorunuz hastalığın şiddetine göre ayarlar. İlaç tedavisine başladıktan 6-8 hafta sonra tekrar kontrole çağrılırsınız ve hormonlarınızın durumuna göre ilaç dozunun ayarlanması yapılır. Bu şekilde 1,5-2 ayda bir kontroller yapılarak en az 9 ay – 1 yıl ilaç tedavisine devam edilir ve doktorunuzun kararına göre ilaç kesilebilir. Doktorun haberi olmadan ilaç kesilirse hastalık tekrar alevlenir veya nüks eder. Böylece o zamana kadar yapılan tedavi de boşa gitmiş olur. Bu nedenle ilaç tedavisi doktorunuza danışılmadan kesilmemelidir.

    İlaç tedavisi sırasında ateşiniz çıkar ve boğazda ağrı olursa hemen doktorunuza başvurmanız gerekir. Bu durum kanda beyaz hücrelerin (Lökosit) çok azalmasından dolayı olmuş olabilir. Çok nadir olan bu durum oluşursa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyod tedavisi yapılır.

    Tedavi sırasında karaciğer enzimlerinde hafif yükselmeler olabilir. Ancak bu durum hipertiroidinin etkisiyle de olabilir. Bu nedenle SGOT (AST) ve SGPT (ALT) enzim düzeyleri sık aralarla takip edilmeli ve tedaviyle birlikte enzim düzeyleri gittikçe artıyorsa ilaçlar kesilerek radyoaktif iyod tedavisi verilmelidir.

    İlaçlar doktorunuz tarafından kesildikten sonra hastalık ilk 6 ayda % 30-50 nüks ettiğinden ilaç kesildikten sonra da tekrar kontrole gelmek gerekir.

    Sıcak nodül varsa ilaçlarla hormonlar normal düzeye getirildikten sonra radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.

    İlaç tedavisiyle hastalığı düzelen hastalarda ilaç kesildikten sonra hastalık tekrar alevlenirse veya nüks ederse kesin tedavi dediğimiz radyoaktif iyod tedavisi veya cerrahi tedavi yapılabilir.

    Hipertiroidili hastaların dikkat etmeleri gereken bir husus İYOTLU TUZ YEMEMELERİDİR. Piyasada bazı firmalarının ürettikleri, kendiliğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZLAR satılmaktadır. Hipertiroidisi olan hastaların iyotsuz tuz yemeleri gerekir. Ailedeki diğer kişilerin iyot almalarını sağlamak için yemekler tuzsuz yapılmalı hasta iyotsuz tuz kullanmalı, ailedeki diğer kişiler ise iyotlu tuz kullanmalıdırlar.

    Sigara içenlerde hastalık zor iyileştiğinden ve göz hastalığı ortaya çıktığından SİGARA İÇİLMEMELİDİR.

    NÜKS, YANİ HASTALIĞIN ALEVLENMESİ ŞU HASTALARDA DAHA SIK GÖRÜLÜR:

    1- Guatrın büyük olması

    2- Genç yaştaki hastalarda

    3- Hastalığı başlangıçta şiddetli olanlarda

    4- Başlangıçta oftalmopati (gözde dışarı fırlama) olanlarda

    5- Sigara içenlerde

    6- İyotlu tuz kullananlarda veya iyotlu öksürük şurubu içenlerde

    7- TPO antikorları yüksek olanlarda

    8- Hormonları normale getirebilmek için yüksek doz antitiroid ilaçlara ihtiyaç olan hastalarda

    9- TSH düzeylerindeki düşüklüğün düzelmediği hastalarda

    Radyoaktif İyod Tedavisi

    İlaç tedavisiyle hormonların normal düzeye geldiği hastalarda ilaçlar azaltılarak kesilir. İlaçlar kesildikten sonra hastalık tekrar nüks ederse (alevlenirse) bu defa kesin tedavi denilen radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.

    Radyoaktif iyod tedavisi ayrıca sıcak nodülü olan ve hormonları yüksek olan hastalarda da tercih edilen bir tedavi seçeneğidir. Bu hastalarda önce ilaçlarla hormonlar normale getirilir ve sonra radyoaktif iyod tedavisi yapılır.

    Radyoaktif iyod Nükleer Tıp uzmanları tarafından endokrinoloji uzmanının kontrolünde verilir. Radyoaktif iyod verilmeden 3 gün önce ilaçlar (Propycil veya Thyromazol) kesilir ve radyoaktif iyod aldıktan 3-4 gün sonra tekrar başlanır. Radyoaktif iyodun kanser yapıcı veya üreme sistemine zararlı bir etkisi yoktur. Ancak kadınların 6 ay sonra gebe kalmalarına izin verilir. Radyoaktif iyod alan hastaların % 80-90’nında ilk yıl içinde kalıcı hipotiroidi (tiroid bezi yetmezliği) gelişir ve ömür boyu Levotiron veya Tefor gibi tiroid hormon ilacı almaları zorunluluğu vardır. Bunu hastaların baştan bilmeleri ve kabul etmeleri gerekir.

    Radyoaktif İyod Tedavisi Alan Hastalara Öğütler:

    1- Hastanın kullandığı çatal, kaşık ve bıçak başkası tarafından kullanılmaz. Bulaşıklar bulaşık makinesinde yıkanmalıdır.

    2- Yeni doğan çocuklar (8 yaş altı çocuklar) ve gebe kadınlarla yakın temas yasaklanır. Ancak aynı odada oturabilirler.

    3- Hastanın bebeği varsa emzirmesi yasaklanır.

    4- Tuvalet sonrası tuvalet 2 kez yıkanmalı ve eller iyice yıkanmalıdır.

    5- Boğazda veya boyunda ağrı olursa aspirin veya diğer benzer ilaçlar faydalı olabilirse de doktorunuza danışmadan almayınız.

    6- Sinirlilik, ellerde titreme veya çarpıntı olursa (radyasyon tiroiditi) doktora başvurmalıdır.

    Cerrahi (Ameliyat) Tedavisi:

    Hipertiroidisi olan hastalardan guatrı büyük olanlarda tavsiye edilir. Tiroit bezinin bir kısmı veya tamamına yakını ameliyatla alınır. Ameliyat öncesi ilaç tedavisiyle hormonların normal düzeye gelmesi sağlanmalıdır.

    Ameliyat ayrıca sıcak nodülü olan, ancak nodül çapı büyük olan hastalarda tercih edilen bir tedavi seçeneğidir.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Tiroid Nodülleri veya Nodüler Guatr



    TİROİD NODÜLLERİ

    Tiroid nodülleri tiroid bezi içinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen leblebi veya ceviz büyüklüğünde olabilen anormal dokulardır.

    Nodüller için en önemli endişe konusu % 5’inde tiroid kanseri olmasıdır.

    Nodüllerin % 50’si tek nodül
    Tiroid nodülleri tiroid bezi içinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen leblebi veya ceviz büyüklüğünde olabilen anormal dokulardır.

    Nodüller için en önemli endişe konusu % 5’inde tiroid kanseri olmasıdır.

    Nodüllerin % 50’si tek nodül, % 50’si çok nodül (multipli nodül) olarak bulunur. Tek nodül veya çok nodül de olsa kanser oranı aynıdır (% 5).

    Nodüller elle muayene sırasında saptanabildiği gibi tiroid ultrasonu ile de saptanır.

    Tiroid sintigrafisi bulgularına göre nodüller soğuk, sıcak ve ılık nodül olarak 3’e ayrılır. Nodüllerin % 70-80’nini soğuk nodül, % 10’unu sıcak nodül, ve % 10’unu ılık nodül oluşturur. Soğuk nodüllerde kanser oranı daha fazladır. Sıcak nodüllerde kanser oranı az olsa da kanser yine de olabilir.

    Şikayet ve belirtiler :

    Nodüler guatrı olan hastaların çoğunda herhangi bir şikayet yoktur. Boyunda şişkinlik olabilir. Bazen nodül içine kanama olursa ağrı oluşabilir. Nodül çok büyürse baskı yaparak nefes darlığı ve yemek yeme de sıkıntı yapabilir.

    Kanser şüphesi olan nodüller hangi nodüllerdir?

    Nodül tedaviye rağmen hızla büyüyorsa, boyun bölgesinde lenf bezlerinde şişme varsa, çok sert ve yapışık ise, seste kalınlaşma varsa, soğuk ve tek nodül ise tiroid kanseri yönünden şüphelenmek gerekir.

    Nodüler Guatrlı hastalarda yapılan tetkikler :

    1. Tiroid iğne biyopsisi :

    Nodüler guatrlı tüm hastalara uygulanması gerekir. Nodüllerin % 5’inde kanser olduğundan ilk yapılacak tetkik iğne aspirasyon biyopsisidir. Yapılması kolay, komplikasyonu olmayan bir işlemdir. Koldan damardan kan alıyor gibi nodülden normal plastik şırınga ile aspirasyon yapılır. Ağrı yapmaz. Yeteri kadar parça veya hücre gelmez ise tekrar biyopsi yapılır.

    2. Tiroid ultrasonu :

    Nodüllerin çapının daha iyi değerlendirilmesinde veya ele gelmeyen, küçük (< 1 cm) nodüllerin saptanmasında yararlıdır.Tedavi takibinde de önemlidir. Tedaviyle nodül çapının küçülüp küçülmediği ultrason ile daha iyi öğrenilir. Doppler ultrasonu ile nodül kan akımının değerlendirilmesi nodülün iyi veya kötü huylu olup olmadığı hakkında bilgi verebilir.

    3. Tiroid sintigrafisi :

    TSH düzeyi düşük olan hastalarda yapılır. Nodülün sıcak mı soğuk mu olduğunu anlamamıza yarar.

    4. Tiroid hormonları :

    Serbest T3, Serbest T4 ve TSH düzeylerine bakılarak hastanın hormonlarında düşüklük veya yükseklik olup olmadığı (hipertiroidi-hipotiroidi) anlaşılır.

    TEDAVİ

    Tedavinin nasıl yapılacağı konusunda nodülden yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinin patoloji sonucu çok büyük önem taşır. Biyopsi patoloji sonucunda kanser veya kanser yönünden şüphe varsa hasta ameliyata verilir.

    Kanser olmayan iyi huylu nodüllerde levotiroksin tedavisi (Tefor veya Levotiron) yapılabildiği gibi ilaç vermeden sadece takip de yapılabilir.

    Nodülün çapı 3 cm’ den büyükse, gittikçe büyüyorsa, hızlı büyüme varsa ve boyunda lenf bezleri varsa kanser riski arttığından cerrahi tedavi (ameliyat) yapılması uygundur.

    Multinodüler guatr dediğimiz bir bezde birden fazla nodül olması durumunda yine önce biyopsi yapılır. Multinodüler guatrlı hastalarda seçilecek tedavi cerrahi tedavidir. İlaç tedavisi de yapılabilirse de tedaviye yanıt azdır.

    Sıcak nodüllerde hormonlar normal ise sadece takip yapılabilir. Eğer sıcak nodüllerde hormonlar yüksek ise (hipertiroidi varsa) önce ilaç tedavisiyle hastanın hormonları normal düzeye getirilir ve ardından radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.

    Nodüler guatrlı hastalar iyodlu tuz ve iyod içeren öksürük şurupları kullanmamalıdır. Ayrıca röntgen filmleri çekilirken koldan yapılan ilaçların iyodlu olduğu unutulmamalı ve bunun için röntgen çeken doktora bilgi verilmelidir.

    Nodüler guatrlı hastalar piyasada bulunan bazı firmalarının ürettikleri, kendiğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZ yemelidirler.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ASTIM

    Tanım :

    Bronş astması, bronşial astım, allerjik astım gibi isimler de alan hastalık genetik ve çevresel faktörlere bağlı olarak gelişen, solunum yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Bronşial astım, inflamasyona bağlı olarak solunum yollarının kasılması ve buna bağlı olarak
    Tanım :

    Bronş astması, bronşial astım, allerjik astım gibi isimler de alan hastalık genetik ve çevresel faktörlere bağlı olarak gelişen, solunum yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Bronşial astım, inflamasyona bağlı olarak solunum yollarının kasılması ve buna bağlı olarak daralması ile karakterize olup, bu daralma geri dönüşümlüdür, akut atak geçtiği dönemde hava yolları eski durumuna dönmektedir. Ayrıca hava yollarında aşırı ve koyu salgılara bağlı olarak mukus tıkaç, tekrarlayan ataklar neticesinde hava yolu duvarlarında kalınlaşma da darlığı artırmakta ve nefes darlığı atakları şiddetlenmektedir.

    Sıklık :

    Ülkemizde astım görülme sıklığı erişkinlerde % 2-4, çocukluk çağında ise %5-8 arasında değişmektedir. Astım olgularının büyük çoğunluğu 10 yaşın altında ortaya çıkmakla birlikte her yaşta kendini gösterebilmektedir. Çocukluk çağında erkek cinsiyette daha fazla görülmektedir, erkek/kız oranı çocukluk çağında 3/1 olurken, gençlerde bu oran 1,3/1 değerlerine kadar düşmektedir. İleri yaşlarda ise aradaki fark ortadan kalkmakta ve daha sonra kadınlarda daha fazla görülmektedir.

    Etkenler :

    1. Genetik faktörler : Astım hastalığının bilinen en önemli risk faktörü atopi, yani allerjik bünyedir. Atopinin ortaya çıkmasında ise genetik faktörlerin önemli rolleri vardır. Kalıtımın % 40-60 vakada rol oynadığı tahmin edilmektedir. Astımlı hastaların çoğunun yakın akrabalarında astım ya da diğer allerjik hastalıklardan bir ya da birkaçının olduğu tespit edilmektedir, ancak bu tüm olgular için geçerli değildir. Bazı vakalarda kişi veya ailesi allerjik bir durum tarif etmemektedir. Astımlı bir annenin çocuğunda astım görülme sıklığı %20-30’lara çıkarken, hem anne hem de baba astım ise bu oran % 60-70 değerlerine ulaşmaktadır.

    2. Çevresel faktörler : Ev içinde ve dış ortamda atmosfer kirliliği ve allerjen yoğunluğunun artması astım sıklığının artışında önemli birer faktördürler. Genetik faktörlerden bağımsız olarak, yaşamın ilk bir yılında çevresel kaynaklı allerjenler ile yoğun temas astım gelişiminde ciddi ve önemli bir faktördür.

    Dış allerjenler vücuda genellikle solunum yoluyla, nadiren sindirim yoluyla girerler. Solunum yolu ile vücuda alınan allerjenlerin başında ev tozu akarları gelir. Dermatophagoides farinae ve Dermatophagoides pteronyssinus isimli bu ev akarları ev tozları içinde yaşayan, gözle görülemeyecek kadar küçük canlılardır. Akarlar besinlerini insan deri döküntülerinden, sularını da insanların nefeslerindeki nemden sağlarlar. Nemli ortamda çok daha kolay ürerler. Akarların dışkıları, salgıları ve ölü dokuları allerjen özelliklere sahiptirler. Bu canlılar halı, kilim, yatak, yorgan, yastık kılıfı gibi ortamlarda çok daha kolay barınır ve ürerler.

    Polenler dış ortamdan vücuda alınan diğer önemli allerjenlerdir. Yabani ot, çimen, ağaçlar gibi tüm bitkilerden kaynaklanan polenler vücuda solunum yolu ile alınarak astım atağına neden olabilirler. Polenlere bağlı astım mevsimlerle ilişkili olarak kendini gösterir ve çiçek açma dönemlerinde daha sıkça karşımıza çıkmaktadırlar.

    Küf mantarları ise iç ve dış ortamda rutubetli yerlerde bulunurlar ve astımın risk faktörleri arasında yer alırlar. Ev içerisinde en çok banyo, çatı ve bodrum katları gibi nemli bölgelerde barınırlar.

    Kedi, köpek, tavuk, güvercin, at gibi hayvanların tüyleri ve kılları da birer allerjendir ve yakın temastaki astımlı bireyler için önemli birer risk faktörüdürler.

    Sindirim yolu ile vücuda alınan allejenlerin başında yumurta, süt, balık, kabuklu deniz hayvanları, çikolata gibi besin maddeleri ile her türlü tatlandırıcı, renklendirici ve koruyucu katkı maddeleri bulunan gıda maddeleri gelir. Besinlerle oluşan allerjik tablolar daha ziyade çocuklarda kendini göstermektedir.

    Çok önemli bir risk faktörü de sigaradır. Sigara dumanında bulunan 4000’e yakın gaz, duman ve partikül yapısındaki kimyasal maddeler astımın oluşumunda önemli rol oynarlar. Yapılan çalışmalarda gebeliği sırasında sigara içen annelerin bebeklerinin kanında allerjiye bağlı IgE’nin yüksek bulunduğu ve bu bebeklerde allerjik hastalık riskinin yüksek olduğu gösterilmiştir. Ayrıca annesi sigara içen bebeklerde solunum yolu hastalıklarının ve astımın daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Sigara içen ya da sigara içilen ortamda bulunan astımlı hastaların tedavisi de çok zor olmaktadır.

    Hava kirliliği allerjenlere karşı kişinin daha duyarlı olmasını sağlar ve astımın ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Çevre havasını kirleten endüstriyel maddeler ve gazlar, evde kullanılan sobalardan kaynaklanan dumanların yanı sıra parfüm, deodorant gibi kozmetik ürünler de astım gelişiminde risk faktörleridir.

    Ani ısı değişiklikleri, soğuk hava gibi meteorolojik faktörler de astım gelişiminde rol oynamaktadır.

    3. Solunum yolu enfeksiyonları : Çevresel faktörler arasında da sayabileceğimiz solunum yolu enfeksiyonları astım atağını tetiklemektedir. Bu enfeksiyonlar vakaların yaklaşık % 40’ında etken olarak izlenmektedir.

    Bebeklik çağında geçirilmiş olan Respiratuar sinsityal virus enfeksiyonlarının allerjik tablolar ve astımın ortaya çıkmasında rol oynayabileceğini gösteren bulgular olmasına karşın, viral solunum yolu enfeksiyonlarının astıma neden olduğu görüşü ispatlanmamıştır. Ancak bilinen bir gerçek, viral enfeksiyonlar solunum yolu iç duvarında harabiyete neden olmakta ve solunumla alınan allerjenler ya da diğer etkenlerin kolayca solunum yollarına ulaşmasına neden olmaktadır. Böylece allerjene karşı duyarlılık kolaylaşmaktadır.

    Sigara içimi ve hava kirliliği enfeksiyonlara karşı direnci azaltarak viral solunum yolu enfeksiyonlarının oluşmasında ve astım ataklarında rol oynamaktadır.

    4. Psikolojik faktörler : Vakalarının yaklaşık 1/3’ünde sıkıntı, stres, korku, heyecan gibi psikolojik faktörler astım ataklarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

    5. Hormonal faktörler : Vakaların az bir kısmında hormonal sistemin rolü düşünülmektedir. Çocukluk çağında başlamış olan astım olguları ergenlik dönemi ile geçebilmektedir. Bunun aksine ergenlik dönemi ile başlayan astım olguları da vardır. Gebelik iki yönlü etki yapabilir, gebelikte bazen astım atakları daha ağır bir hal alabilir, ancak ikinci aydan itibaren ataklar hafifler ve seyrekleşir.

    6. Diğer etkenler : Hamile kadınların beslenme bozuklukları anne karnındaki bebeklerin beslenmesinde bozulmaya neden olmaktadır. Bu tür anne rahminde beslenme bozukluğu olan bebeklerde doğum sonrasında gelişme gerilikleri gözlenebilmekte ve kanda allerji ile ilgili olan eozinofil protein X değerleri yüksek bulunabilmektedir. Bu bebeklerde doğum sonrası da olsa astım ve diğer allerjik hastalıkların daha sık görüldüğü varsayılmaktadır.

    Aspirin, morfin gibi bazı ilaçlar da astım atağının başlamasına neden olabilmektedirler.

    Şikayetler :

    Hastaların en önemli yakınmaları nefes ve hışıltılı solunumdur. Olguların büyük çoğunluğunda nefes darlığı gece gelir. Nedeni de yastık, yorgan gibi malzemelerde bulunan ev tozu akarları, yün gibi allerjenlerin yoğun bir şekilde solunması ile akciğerlere ulaşmasıdır. Ayrıca geceleri vücutta gelişen hormonal ve sinirsel değişiklikler de gece nefes darlığı gelişiminden sorumlu olabilir.

    Hastaların bazılarında tek ve ilk şikayet uzun süre devam eden kuru öksürük olabilir. Nedensiz olarak, ataklar şeklinde ortaya çıkan ve özellikle gece hastayı uykudan uyandıran kuru öksürükler astım hastalığını akla getirmelidir. Şiddetli öksürükten sonra hastalar bazen balgam çıkarabilirler ve balgam çıkardıktan sonra rahatladıklarını ifade ederler. Öksürük nöbeti sırasında bayılma görülebilir.

    Bazı hastalarda nöbet sırasında ya da nöbet aralarında morarmalar fark edilebilir ve hava açlığının göstergesidir. Hastalar ayrıca karın şişkinliği, çarpıntı ve diğer allerjik belirtilerden (burun tıkanıklığı ya da akıntısı, gözde sulanma, kızarıklık veya kaşıntı vs) yakınabilirler.

    Fizik Bulgular :

    Astım atağı dışında gelen bir hastanın fizik muayenesinde genellikle herhangi bir bulguya rastlanmaz. Hastalığın başlangıç dönemlerinde ya da çok hafif seyrettiği durumlarda muayene bulguları çok zayıf olabilir.

    Atak esnasında başvurmuş olan bir hastanın muayenesinde solunum sıkıntısı belirgin olarak izlenir. Atağın şiddetine göre yardımcı solunum kasları da faaliyete geçer. Hasta yatırıldığında solunum sıkıntısının arttığı izlenebilir.

    Astım atağı ile gelmiş olan hastada hışıltılı solunum vardır ve akciğerleri dinlendiğinde ronküs denilen ve solunum havasının dar bir alandan geçmesine bağlı anormal sollunum sesleri duyulur. Çok şiddetli astım atağında muayene bulguları çok azalır ve solunum sesleri hiç duyulamayabilir.

    Hastalarda ellerde, dudaklarda morarmalar izlenebilir, kalp atım sayısında artış tespit edilebilir. Ağır astım ataklarında tansiyon düşebileceği gibi, bazı ataklarda tansiyon yüksekliği de gelişebilir.

    Tanı :

    Astım bronşiale tanısı için hastanın hikayesi, muayene bulguları ve laboratuar testleri yol göstericidir. Tüm bunlara rağmen astım tanısına ulaşmak kolay olmayabilir.

    Nefes darlığı, hışıltılı solunum ya da uzun süre devam eden kuru öksürük nedeniyle gelen hastanın fizik muayene bulgularının normal veya anormal olmasına bakılmaksızın laboratuar yöntemlerine başvurulmalıdır. Muayene bulguları astım lehine olan hastalarda tanıya ulaşmak daha kolaydır, ancak ataklar arasında gelmiş olan ya da muayene bulguları zayıf olan hastalarda tanı daha da güçleşmektedir.

    Her hastaya akciğer grafisi çekilmelidir, unutulmamalıdır ki bazen iltihabi durumlarda ve diğer bazı akciğer hastalıklarında tablo astımı taklit edebilir. Astım bronşialede akciğer grafisi genellikle normaldir.

    Astım tanısına destek amacıyla ve diğer hastalıklardan ayırıcı tanısında bazı kan tetkikleri istenebilir.

    Astımın kesin tanısı solunum fonksiyon testi ile konulur. Akciğere giren ve çıkan hava miktarlarını ölçme esasına dayanan solunum fonksiyon testinde, astımlı hastalarda belirgin bozulmalar izlenebilir.

    Solunum fonksiyon testleri geri dönüşümlü hava yolu daralmalarını gösterebilir. Salbutamol veya Terbutalin ile yapılan bronkodilatasyon testi yol göstericidir. 100 mcg Salbutamol ya da 500 mcg Terbutalin inhalasyon verildikten 10-15 dakika sonra tekrarlanan solunum fonksiyon testinde birinci saniyede dışarı verilen hava miktarında (FEV1), ilaçsız yapılan testteki değere oranla %12 ve/veya 200 ml üzerinde bir artış olması astım tanısını koydurur.

    Bazı hastalarda bu erken reversibilite testi negatif çıkabilir. Bu durumda hasta steroid tedavisine alınır ve 2-6 haftalık tedavi sonrası solunum fonksiyon testi tekrarlanır. Geç reversibilite testi dediğimiz bu değerlendirmede FEV1’de %12 veya üzeri bir artış olması astım tanısını teyit eder.

    Solunum fonksiyon testi normal olan erişkinlerde ya da bu testi doğru başaramayan çocuklarda tanı için PEF izlemi yapılabilir. Burada hastadan sabah ve akşam saatlerinde ve şikayetlerinin olduğu dönemlerde PEF ölçümü yapması istenir. Günlük PEF değişkenliğinin %20 ve üzerinde olması anlamlıdır.

    Tüm bunlara rağmen astım tanısı konulamayan vakalar da olabilir. Bu hastalarda bronş provokasyon testi uygulanması gerekmektedir. Bu testte solunum yollarına artan dozlarda solunum yolu ile Metakolin ya da Histamin maddeleri veya allerjik reaksiyona neden olduğu düşünülen madde verilir. Bu maddelerin verilmesinden sonra tekrarlanan solunum fonksiyon testinde FEV1 değerinde %20 ve üzeri azalma tespit edilirse bronş provokasyon testi pozitif denir ve astım tanısı koydurur.

    Kişinin allerjik durumunun değerlendirilmesi için allerji testleri yapılmalıdır. Standart bir allerji testi için 10-15 arası allerjen kullanılması yeterlidir. O bölgeye uygun bitki polenleri, ev hayvanı antijenleri, ev tozu akarları ve küf mantarı allerjenleri testte kullanılır. Çocuk hastalarda kullanılan gıda allerjenlerinin, erişkinlerde kullanılmasına gerek yoktur. 5 yaş altı çocuk grubunda allerji testi uygulamaları anlamlı değildir.

    Hastalara allerji deri testi yapılmasının asıl amacı, allerjik astımlıları ayırmak ve bu kişilerin duyarlı oldukları allerjenlerden uzaklaşmasını sağlamaktır. Etken allerjenden korunma tedavide birinci basamağı oluşturmaktadır. Ülkemizde en sık olarak ev tozu akarlarına karşı duyarlılık tespit edilmektedir.

    Tedavi:

    Tedavinin amacı, hastaya astım ile ilgili şikayetlerinin olmadığı ya da en az düzeyde şikayetin olduğu bir yaşam sağlamak olmalıdır. Hasta normal bir yaşam aktivitesi gösterebilecek düzeye gelebilmelidir.

    Tedavide birinci basamak korunmadır. Kişi duyarlı olduğu allerjenlerden uzaklaşmalı, şikayetlerin başlamasına ve atakların ortaya çıkmasına neden olacak etken ve olaylardan sakınmalıdır.

    Astım tedavisinde solunum yoluyla verilen ilaçlar öncelikle tercih edilmelidir. Solunum yolu ile ilaç kullanamayan hastalarda diğer tedavi yollarına (tablet, ampul vs.) başvurulmalıdır.

    Astımın ilaçla tedavisinde birinci seçenek ilaç solunum yolu ile alınan steroidler olmalıdır. Uzun etkili beta-2 agonist ilaçlar, lökotrien reseptör antagonistleri, teofilin türevi ilaçlardan bir veya birkaçı tedaviye eklenebilir. Kısa etkili beta-2 agonist ilaçlar solunum sıkıntısı atakları sırasında kullanılabilir.

    Hasta tedavisini hekim kontrolünde düzenli olarak kullanmalı ve kontrollerini aksatmamalıdır. Düzenli kontrollerde yapılan solunum fonksiyon testleri ile hastanın son durumu değerlendirilmeli ve tedavi planı yeniden oluşturulmalıdır.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    TÜBERKÜLOZ (VEREM)

    Dünya Sağlık Örgütünün araştırmalarına göre dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanmakta, 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya nüfusunun üçte biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte durumdadır. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem
    Dünya Sağlık Örgütünün araştırmalarına göre dünyada her yıl 8 milyon kişi vereme yakalanmakta, 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya nüfusunun üçte biri yani 1.9 milyar kişi verem mikrobuyla enfekte durumdadır. Bunlardan en az 50 milyonunun klasik ilaçlara dirençli verem basilleri ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir.

    Hastaların %75’i sosyo-ekonomik bakımdan geri kalmış 13 ülkede ortaya çıkmaktadır. Ancak 1985’lerden sonra ileri endüstri ülkelerinde de artış olması, bu ülkeleri de konuya yeniden önem vermeye ve ciddi tedbirler almaya zorlamıştır.

    Ülkemizde durum incelendiğinde ise şu durum görülmektedir. 1950’lerde verem görülme sıklığı ve ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktaydı. 1945 yılında verem ölüm oranı yüzbinde 262 ve 1965 yılında hastalığa yakalanma oranı yüzbinde 172 idi. 1953 yılından itibaren başlatılan aşı kampanyaları, açılan verem savaş dispanserleri ve sanatoryumlarda uygulanan tedavi hizmetleri, geniş halk kitlelerinin röntgenle tarama çalışmaları, Sağlık Bakanlığı, UNİCEF ve verem savaş derneklerinin destek ve faaliyetleri ile verem nedeniyle ölümler ve vereme yakalanma oranları hızla düşüş göstermiştir. Bu düşüş halen devam etmekte olup bu gün verem ölüm oranı yüzbinde 2.8 ve vereme yakalanma oranı ise yüzbinde 29 civarındadır. Ancak bu rakam Batı Avrupa ülkelerinden yüksek olup, amacımız bu ülkelerde olduğu gibi yüzbinde 10 oranının altına düşmektir. Ülkemizde enfeksiyon havuzunun genişliği halen 12-15 milyon kişi civarındadır. Hastalığın en sık görüldüğü bölge Marmara Bölgesi olup, bunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi takip etmektedir. Hastalığın en az görüldüğü bölgeler ise Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesidir.

    Günümüzde tüm dünyanın verem ile ilgili en önemli problemlerinden biri 1. kuşak etkin ilaçlara direnç kazanmış hasta sayılarının artma göstermesidir. Özellikle tedavi programlarının iyi takip edilemediği ülkelerde bu oranlar inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Ülkemizde klasik ilaçlara direnç kazanmış veremli hasta sayısı 2000 civarında olup bu konu özel bir dikkatle takip edilmektedir.

    Ülkemizde veremle mücadeleyi yürütecek ciddi bir teşkilat mevcuttur. Bu kuruluşlar aşılama ve tedavi hizmetlerini ücretsiz olarak halkımıza ulaştırmaktadır.

    1950’lerde yapılan programların 1. amacı aşılama ve kitle taramaları idi, günümüzde ise en önemli amacımız, bulunan hastaların hatasız tedavilerinin temini olmalıdır. Yeni hastaların bulunmasına yönelik özellikle kitle taramaları gibi çalışmalar ise ancak 2. sırada yer almaktadır. Bu nedenle ülke çapında uygulanacak bir Tüberküloz Kontrol Programının düzenlenmesinde birinci önceliğin tedavi programı olduğu göz önüne alınmalıdır.

    2000’li yıllara hitap edecek şekilde yeniden düzenlenen bir Ulusal Tüberküloz Kontrol Programımızın yeni aktiviteleri şunlardır:

    Direkt gözlem altında tedavi stratejisinin uygulanması

    Çok ilaca dirençli vakaların tedavisi projesi

    BCG aşılama oranlarının %85’in üzerine çıkarılması

    Eğitim programlarına ağırlık verilmesi ve sürekli hale getirilmesi

    Laboratuar ağının güçlendirilmesi

    Göğüs hastalıkları hastanelerinin modernizasyonu

    Tüm sağlık kuruluşlarında standardize edilmiş tanı ve tedavi ilkelerinin uygulanması

    Tedaviye alınan tüm hastaların kayıt ve takip altına alınması

    Gönüllü kuruluşlar ile işbirliği

    Uluslararası kuruluşlar ile işbirliği

    Verem hastalığı ile mücadele görüldüğü gibi meşakkatli, sabır isteyen, pahalı ve uzun yıllar içeren bir uygulamayı gerekmektedir. Bir basil müspet tüberkülozlu hastanın yılda, 10-15 kişiyi enfekte ederek hastalığın kolayca yayılabilmesi yanında tedavinin en az 6 ay veya 9 ay devem ettirilmesi ve hasta ile birlikte ailesinin de takip edilmesi zorunluluğu, Tüberküloz Kontrol Programının ne kadar güç olduğunu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığın araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye gibi bir ülkede Etkili bir Tüberküloz Kontrol Programı ile Tüberküloz görülme sıklığının yarıya indirilmesi için 8 yıl geçmesi gerekmektedir.

    Halkımızdan bu konudaki en önemli beklentilerimiz ise şunlardır:

    Çocuklarımızın aşılarının yapılması konusunda anne ve babaların duyarlı davranmaları. BCG aşısının ilki 2. Ayını doldurunca , ikincisi ilkokul 1. Sınıfta yapılmaktadır. Aşının hiçbir yan etkisi olmayıp koruyuculuğu yüksektir (%80).

    Tüberküloz teşhis ve tedavisi Bakanlığımız tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Tüberküloz şüphesi olan tüm hastalarımızın en yakın sağlık kuruluşuna ( özellikle verem savaş dispanserine) başvurarak gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekmektedir.

    Tedaviye alınan hastaların tedavilerini aksatmadan devam etmeleri ve aile bireylerini kontrole getirmeleri gerekmektedir.

    Bu tedavinin kesintisiz devamı halinde şifa oranı %100 civarındadır.

    Türkiye zaten geçmişte de, çok başarılı bir “Verem Savaşı” örneği sergilemiştir. Bugün de Bakanlığımıza 271 Verem Savaş Dispanseri, 22 Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 11 Verem Pavyonu, diğer kuruluşlara bağlı 7 Göğüs Hastalıkları Hastanesinden oluşmuş geniş bir teşkilat ile, bu mücadele için pek çok ülkeden hatta bazı çok gelişmiş ülkelerden bile daha şanslı durumdadır.

    TÜBERKÜLOZ (VEREM)

    Ocak ayının ilk haftası Verem Savaş Haftası olarak kutlanmaktadır. Verem hastalığının etkeni olan Koch Basili İlk defa 1882 yılında Robert KOCH tarafından gösterilmiştir. Bu basil en çok akciğere daha sonra böbrek,kemik,mide-barsak sistemi,deri,merkezi sinir sistemi ve lenf sistemini tercih eder.

    BULAŞMA

    Uzun yıllar,verem mikrobunun hemen her yolla ve kolayca bulaşabildiği sanılmıştır. Bugün bile,bulaşmanın,hastaların balgamlarından toza toprağa karışan basillerin inhalasyonu (solunması) ya da hastalarla aynı kap-kacağı kullanmakla olduğu inancı hayli yaygındır.

    Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için akciğerin en uç noktalarına kadar ulaşması gerekmektedir. Bu uç noktalara ulaşmayan,ağız ve burnun iç yüzeylerinde ve bronşlarda tutulan basiller çoğalamamakta ve dışarı atılmaktadır. Bu uç noktalara geçiş yolları son derece dar olduğundan buralardan toz toprak gibi büyük partiküllerin geçmesi de mümkün olmamaktadır. Toz ve toprakla bulaşmayı imkansızlaştıran bir faktör de basillerin gün ışığından çok çabuk etkilenmeleridir. Bulaşma pratik olarak yalnızca,damlacık çekirdeği tabir edilen ve hastaların öksürük ve aksırıklarıyla meydana gelebilen, aerosol şeklindeki parçacıkların üzerindeki basillerle olmaktadır. Hafiflikleri nedeniyle uzun süre havada asılı kalabilen bu parçacıkların üzerindeki basiller güneş ışığı giren bir ortamda 1-2 saat içersinde ölürler,güneş ışığı girmeyen loş yerlerde ise (sinema,bar,cezaevi koğuşları vs.. ) uzun süre canlı kalabilirler.

    Damlacık çekirdekleri yalnız öksürük ve aksırıkla meydana gelebilmektedir. Bu nedenle öksürük bulaşma açısından en çok dikkat edilmesi gereken bulgudur.

    Öksürük akciğer tüberküloz olgularının % 75‘ inde bulunmaktadır. Öksürmeyen hastaların pratik olarak bulaştırıcı olmadıkları kabul edilmektedir.

    Meme tüberkülozlu ineklerin kaynatılmadan içilen sütlerinden de bulaşma olabilmektedir. Bu tür bulaşma ender olup veremle savaşta hiçbir önceliği olmayan sindirim sistemi tüberkülozuna yol açmaktadır.

    BELİRTİLER

    1- Halsizlik,yorgunluk,iştahsızlık,zayıflama ve gece terlemesi

    2- Ateş

    3- Öksürük,balgam ve kan tükürme

    4- Göğüs kafesinin yan tarafının ağrısı

    TEŞHiS

    1- Hasta öyküsü ve fizik muayene

    2- Radyoloji

    3- Tüberkülin Testi

    4- Balgam tetkiki

    5- Kesin tanı kültür çalışmasıyla konur.

    TEDAVi

    İlaçla iyileşme oranı çok yüksektir. Önemli olan ilaçları belirtilen doz ve sürede kullanmaktır. Hastanın kendisi ve çevresindekilerin kontrolleri önemlidir.

    KORUNMA

    1- BCG Aşısı ile korunma

    2- İlaçla korunma

    BCG Aşısıyla Korunma: Mikrobun zayıflatılmış bir türünden yapılan aşıdır. Ülkemizde uygulanan verem aşı şeması ;

    İlk aşı : Bebek 2 . ayını doldurunca

    Rapel : İlkokul 1. Sınıfta

    İlaçla Korunma : Veremle savaşın temel amacı insanların verem mikrobuyla karşılanmalarını önlemektir. Bunun en etkili yolu erken teşhis ve düzenli tedavidir. Erken teşhiste ne kadar başarılı olunsa da çoğu zaman, hastaların yakın temaslılarının enfekte olmaları önlenememektedir. Mikrop kapmalarını önleyemediğimiz insanları ilaçla koruyarak hastalanma ihtimalini en aza indirmek ve bu suretle yeni enfeksiyon kaynaklarının ortaya çıkışını önlemek de verem savaşın önemli ilkelerinden biridir.

    VEREMLE SAVAŞ KAVRAMI ve İLKELERİ

    Veremle savaşta amaç,insanların tüberküloz basili ile enfekte olmalarını önlemektir. Çünkü basille enfekte olan kişi hemen hastalanmasa bile yaşadığı sürece hastalanma riski altındadır. Bu nedenle hastalık kaynaklarını olabildiğince erken teşhis etmek ve bunları yeterli süre ve düzenli olarak tedavi etmek verem savaşın temel ilkesidir.

    Olası bir enfeksiyona karşı,insanları BCG aşısıyla bağışıklamak ve enfekte kişileri de olabildiğince erken teşhis ederek ilaçla korumak ve bu suretle hastalanma riskini asgariye düşürmek de verem savaşın diğer iki önemli ilkesidir.

    ÇOCUKLARINIZI MUTLAKA BCG AŞISIYLA AŞILATINIZ. Bu konuda bilgi için verem savaş dispanserlerine,sağlık ocaklarına başvurabilirsiniz.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bademcik ve Genizeti



    Bademcikler ve genizeti boynumuz, kasıklarımızda bulunan lenf bezlerine benzeyen dokulardır. Bademcikler boğazımızın iki yanında yer alırlar ve iki adettirler. Boğazımızın gerisinde ve burnumuzun arkasında bulunan genizetini ise özel aletler olmadan görmek mümkün değildir.

    Bademcik ve geniz
    Bademcikler ve genizeti boynumuz, kasıklarımızda bulunan lenf bezlerine benzeyen dokulardır. Bademcikler boğazımızın iki yanında yer alırlar ve iki adettirler. Boğazımızın gerisinde ve burnumuzun arkasında bulunan genizetini ise özel aletler olmadan görmek mümkün değildir.

    Bademcik ve genizeti solunum yolumuzun hemen girişinde bulunurlar ve enfeksiyona neden olan mikropları yakalarlar. Ancak bazen bakteri ve virüsler bu organlarımızın kendilerinin de iltihaplanmalarına neden olurlar. Doktorlar bademcik ve geniz etlerinin bakteri ve virüsleri filtre eden vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olduklarına inanırlar.

    Bu organların bağışıklık sistemindeki önemleri hayatın ilk yıllarında daha fazladır ancak ilerleyen yaşla beraber önemleri azalır. Bademcik ve genizeti alınmak zorunda kalınan çocukların dirençlerinde azalma olmaz.

    Bademcik ve genizeti rahatsızlıkları

    Bademcik ve genizetinin en sık rahatsızlığı sık tekrar eden infeksiyonlar (boğazda ve kulakta) ve bunlara bağlı olarak bu organların büyümesidir. Bu büyüme nefes alma ve yutma fonksiyonlarını bozabilir. Bademcikler çevresinde oluşan abseler, kronik iltihaplar sonucunda bademciğin içinde kötü kokulu peynir renginde iltihap toplanır ve bu durum boğaz ağrısı ve şişmeye neden olur. Nadir olmakla beraber bademcilerdeki şişlikler tümörde olabilir.

    Ne zaman doktora başvurmalı?

    Çocuğunuz iltihaplı veya ileri derecede büyümüş bademcik ve genizetlerinden dolayı rahatsızlanıyorsa doktora başvurmalısınız.

    Muayene:

    Bademcik ve genizeti hastalıklarını ortaya koymak için kullanılan yöntemler şunlardır:

    *Hastanın özgeçmişi *Fizik muayene *Boğaz kültürü *Röngen tetkikleri *Kan tahlilleri

    Bademcik ve Genizeti Muayenesi Nasıl Olur?

    Doktorunuz size çocuğunuzun kulak burun ve boğazıyla ilgili sorular sorup bu bölgeleri inceleyecektir. Genizetini değerlendirmek amacıyla da ufak bir ayna ile ilave bir muayene yapabilir.Kültür ve diğer testler boğazdaki infeksiyonu saptamada önemlidir; özellikle A-grubu steptokoklar bu yöntemle belirlenmelidir. Genizetinin boyutlarını saptamada bazen röntgen filmi çekmek de gerekebilir.

    Bademcik ve Genizeti Hastalıkları Nasıl Tedavi Edilir?

    Bademciklerin bakteriyel enfeksiyonları önce antibiyotiklerle tedavi edilmelidir. Ancak bazen bademcik ve genizetinin alınması gerekebilir. Bademcik ve genizetinin alınması için en önemli iki neden şunlardır: 1- antibiyotik tedavilerine rağmen tekrar eden infeksiyonlar 2-Büyümüş bademcik ve genizetine bağlı nefes alma zorluğu.

    Nefes almada bu tip tıkanmalar erişkinlerde horlama, uyku bozuklukları ve gün boyunca uyku haline neden olurken çocuklarda huysuzluk gibi davranış bozukluklarına yol açabilir. Ortodontistler büyümüş bademcik ve genizeti ne bağlı olarak sürekli ağızdan nefes almanın diş ve yüz gelişiminde de bozukluklara yol açtığına inanırlar.

    Boğazdaki kronik infeksiyonlar genizle orta kulak arasında yer alan Östaki borusunu da etkiler. Bu durum ise tekrarlayan kulak infeksiyonları ve işitme kaybına neden olabilir. Yeni yapılan çalışmalar genizetinin alınmasının tekrarlayan kulak ağrılarına ve ortakulaktaki sıvı birikmelerine iyi geldiğini göstermiştir.

    Erişkinlerde ise tümör ve kanserler bazen bademcik ve genizetinin alınması için bir neden oluştururlar. İnfeksiyöz mononükleoz gibi bazı hastalıklarda bademciklerdeki büyüme nefes almayı engelleyebilir bu durumda kortizon kullanılması bazen yararlı olur.

    Bademcik İltihabının Belirtileri

    İltihabın bir belirtisi şişmedir diğer belirtiler ise şunlardır: *Bademciklerin kızarması * Bademciklerin üstünün beyaz bir tabaka ile kaplanması *Seste değişme *Boğaz ağrısı *Yutarken ağrı *Boyunda ağrılı bezelerin ortaya çıkması *Ateş *Ağız kokusu

    Büyümüş Genizeti Belirtileri

    Eğer çocuğunuzun geniz eti büyümüş ise burnundan nefes alması çoğu kez zorlanmıştır. Diğer belirtiler ise şunlardır: *Burun yerine ağızdan nefes alma *Konuşurken burun tıkanıklığına bağlı seste değişme *Gündüzleri hırıltılı nefes alma *Tekrar eden kulak iltihapları *Geceleri horlama *Geceleri horlama sırasında nefesin almanın birkaç saniye duraklaması.

    Ameliyat

    Çocuğunuzla konuşarak böylesi bir müdahale öncesi ona destek olun ve güvenini sağlayın. Bu müdahalenin onu daha sağlıklı yapacağına inanmasını sağlayın. Ona ameliyat sonrası ağrı olabileceğinden bahsedin. Çocuğunuzun arkadaşları arasında bu ameliyatı olmuş olanlar varsa onlar ile konuşmasını sağlayın.

    Ameliyattan en az iki hafta önce aspirin ve benzeri ilaçların kullanımı terk edilmelidir.(UYARI: Reye sendromuna neden olabileceğinden çocuklarınıza hiçbir zaman aspirin vermeyiniz)

    • Hastada veya ailede anestezi (narkoz) ile ilgili herhangi bir sorun varsa mutlaka doktorunuzu uyarın. Hasta herhangi bir ilaç kullanıyorsa, bir kan hastalığı varsa, hamile ise, daha önce kan nakli yapıldı ise ve kortizon kullanıyorsa ameliyatı yapacak olan doktora bunları bildirin.

    • Ameliyat öncesi kan ve idrar tahlilleri gerekebilir.

    • Ameliyatın öncesindeki gece yarısından sonra hiç bir şey yenilmemelidir (sakız, gargara, diş macunu ve su dahil). Midede bulunan maddeler anestezi sırasında kusmaya neden olabilir.

    Hasta ameliyat öncesinde hastaneye geldiğinde anestezi doktoru tarafından muayene edilecektir. Hastaya ameliyatta ve daha sonra damardan çeşitli serumlar verilecektir.Ameliyattan bittikten sonra hasta uyanma odasına alınır her hastanın uyanma süresi farklıdır bu süre 2-10 saat arasında değişebilir. KBB doktorunuz ameliyat öncesi ve sonrası bakım ile ilgili bilgileri size verecektir.

    Ameliyat Sonrası

    Ameliyat sonrasında görülen bir çok belirti vardır. Bunların bir kısmı şunlardır: yutma zorluğu, kusma, ateş, boğaz ağrısı ve kulak ağrısı. Bazen ameliyattan sonra kanama da olabilir. Herhangi bir kanama olursa doktora hemen haber verilmelidir.

    Aklınızda kalan tüm soruları ameliyatınızı yapacak olan doktorla açık bir şekilde konuşmalısınız.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Ses Kısıklığı

    Ses Kısıklığı Nedir?

    Ses kısıklığı ses kalitesindeki olumsuz tüm değişiklikleri kapsayan genel bir addır. Sesteki bu değişikler çatallanma, sesin boğuk çıkması vs. şeklinde olabilir. Bu değişiklikler genellikle ses tellerindeki rahatsızlıklara bağlı olarak gelişir. Nefes alırken gırt
    Ses Kısıklığı Nedir?

    Ses kısıklığı ses kalitesindeki olumsuz tüm değişiklikleri kapsayan genel bir addır. Sesteki bu değişikler çatallanma, sesin boğuk çıkması vs. şeklinde olabilir. Bu değişiklikler genellikle ses tellerindeki rahatsızlıklara bağlı olarak gelişir. Nefes alırken gırtlağımızın sağında ve solunda yer alan ses telleri açılır konuşma sırasında ise bir araya gelip kapanırlar bu sırada aralarından geçen hava akımı ses tellerini titreştirerek ses oluşmasına neden olurlar. Ses tellerinde oluşan kitleler ses tellerinin kapanmasını bozarak ses kısıklığına yol açarlar.

    Ses Kısıklığı Nedenleri

    Ses kısıklığının birçok nedeni vardır ve çoğu kez bunlar çok ciddi bir hastalık değildirler. Ses kısıklığının en sık nedenleri soğuk algınlığı sonrasında gelişen akut larenjit ve sesin aşırı şekilde zorlanmasıdır. Uzun süren ses kısıklığı genellikle sesin uygunsuz kullanımına bağlıdır. Sesin kötü kullanılması vokal nodül denilen ses teli nasırı ve polip oluşmasına neden olabilir.

    Vokal nodül çocuklarda ve sesini fazla kullanan erişkinlerde görülür. Nodül ve poliplerin kansere dönüşmesi nadirdir. Erişkinlerde bir diğer sık ses kısıklığı nedeni ise gastroözofageal reflüdür. Gastroözofageal reflü mide asidinin yemek borusundan yukarı doğru kaçmasıdır. Reflüsü olan bir çok ses hastasında midede yanma hissiolmayabilir. Bu kişilerde ses sabahları kötüdür ve gün içinde giderek düzelir. Reflü hastalarında çoğu kez boğazda takılma ve sık boğaz temizleme hissi bulunur. Sigara kullanımı bir başka ses kısıklığı nedenidir. Gırtlak kanserinin asıl nedeni olan sigarayı kullanan kişiler eğer ses kısıklığı gelişirse hemen doktora başvurmalıdırlar. Allerji, guatr, nörolojik rahatsızlıklar ve kadınların adet hali diğer ses kısıklığı nedenleri arasındadır. Yaşlılık ise bir başka ses kısıklığı nedenidir.

    Ses Kısıklığını Kim Tedavi Eder ?

    Soğuk algınlığına bağlı ses kısıklığı aile hekimleri, dahiliye hekimi veya çocuk hastalıkları uzmanınca tedavi edilebilir (eğer ses tellerini muayene etmeyi biliyorlar ise). Eğer ses kısıklığı iki haftadan uzun sürdü ise veya nedeni belirlenemiyorsa mutlaka bir kulak burun boğaz doktoru hastayı muayene etmelidir. Ses rahatsızlıkları kulak burun boğaz doktoru ve ses terapistinden oluşan bir ekip tarafından tedavi edilmelidir.

    Ne Zaman Kulak Burun Boğaz Doktoru’na Başvurmalı?

    • Ses kısıklığı 2-3 haftadan uzun sürdü ise.
    • Ses kısıklığına aşağıdaki bulgular eşlik ediyor ise: Ağrı varsa, öksürükle kan geliyorsa, yutma güçlüğü varsa, boyunda şişlik varsa.
    • Birkaç günden daha fazla süren tam ses kısıklığı veya çok ciddi ses değişikliği.

    Ses Kısıklığı Nasıl Değerlendirilir?

    Kulak burun boğaz doktoru hastanın ve hastalığın öyküsünü alır ve hastanın ağzına ayna yerleştirerek ses tellerini muayene eder. Bazen muayene endoskopik yöntemle yapılarak video kaydı da yapılabilir. Bu muayene yöntemleri hastaların çoğu tarafından kolaylıkla tolerere edilebilir.

    Ses Hastalıkları Nasıl Tedavi Edilir?

    Tedavi hastalığın nedenine göre değişir. Bir çok ses kısıklığı yalnızca ses istirahatı ile tedavi olabilir. Doktorunuz sesinizi nasıl kullanmanız gerektiği hakkında bazı önerilerde bulunup gereğinde sizi ses terapistine gönderecektir. Sigaradan ve dumanından sakınmak tüm ses hastaları için şarttır. Bol sıvı gıda alımı da faydalıdır. Ses istirahatı ve ilaç tedavileri ile iyileşme olasılığı olmayan bazı ses teli rahatsızlıklarında cerrahi tedavi gerekebilir.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Burun Tıkanıklığı

    Sık görülen bir rahatsızlık olan burun tıkanıklığı bazen hayatı çekilmez hale getirecek kadar ciddi olabilir. Doktorlar burun tıkanıklığını nedenlerini dörde ayırır. Ancak bazı hastalarda bu dört kategoriden bazıları beraber de görülür.

    Infeksiyonlar

    Erişkin bir kişi senede ortalama olarak iki üç kez soğuk algınlığı olabilir çocuklarda ise bu biraz daha sıktır. Bu tip sıradan soğuk algınlığına tükrük damlacıkları ve daha sık olarak el-burun teması sonucu bulaşan virüsler neden olur. Virüs buruna birkez yerleştikten sonra vücüttan yanıt olarak histamin gibi kimyasal maddeler salınır ve bu maddeler burun içine olan kan akımını artırarak burun içi dokularda şişliğe ve bu dokulardan fazla miktarda mukus salgılanmasına neden olur. Kullanılan antihistaminik ve dekonjestan (burun açıcı) ilaçlar bu reaksiyonlar sonucu oluşan burun tııkanıklığını açarak rahatlama sağlar ancak iyileşme zamanla kendiliğinden olur.

    Bu viral enfeksiyonlar sırasında burun ve sinusler mikroplara karşı oldukça korumasızdır. Berrak renkli burun akıntısı sarı-yeşil görüntü kazanırsa bu mikroplarında işe karıştığını gösterir ve bu durumda bir doktora görünmek gerekir. Akut sinüs enfeksiyonu olabilecek bu durumlarda burun tıkanıklığı, koyu kıvamlı burun akıntısı, yüzde dolgunluk ve diş,göz ve baş ağrısı olabilir.

    Kronik sinüs enfeksiyonları her zaman ağrıya neden olmaz ancak burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı olur. Bu hastaların bazılarında da polip denilen burun içi etleri gelişir ve sinuslerdeki enfeksiyon alt solunum yollarına inerek kronik öksürük, bronşit ve astıma neden olur. Akut sinüs enfeksiyonları genellikle antibiotik tedavisinden yarar görür ancak kronik sinüzitin tedavisi çoğu kez cerrahidir.

    Yapısal Nedenler

    Bu kategoriye giren nedenleri her iki burun deliğini birbirinden ayıran ince kıkırdak yapıdaki burun orta bölmesinin deformiteleri oluşturur. Bu deformitelerin nedeni hayatın bir döneminde geçirilmiş olan travmalardır. Bazan bu travmalar burun tıaknıklıoğından çok yıllar önce çocukluk çağında geçirilmiş ve unutulmuş olur. Tüm yenidoğanların %7’sinin burnu doğum sırasında hasar görür. Görüldüğü gibi yamuk burun orta bölmesi oldukça sık bir sorundur. Eger bu sorun nefes almayı engelliyorsa cerrahi olarak düzeltilmelidir.

    Çocukluk çağının 3ensık burun tıkanıklığı nedeni genizetidir.

    UYARI: Antihistaminik kullanımına bağlı uyku hissi olan hastalar otomobil veya dikkat kullanımı dikkat isteyen araçları kullanmamalıdır. Aynı şekilde burun açan (dekonjestan) ilaçlar kalbi uyarır ve kan basıncında yükselmeye neden olabilir. Soğuk algınlığı grip tedavisinde kullanılan bu tip ilaçları göz tansiyonu ve prostatı olanlar dikkatle kullanmalıdırlar.

    Vazomotor Rinit (damarsal soğuk algınlığı)

    Rinit burun ve onun içini döşeyen dokuların iltihabıdır. “Vazomotor” ise damar cidarını harekete geçiren olayları tanımlayan terimdir. Burunun içini döşeyen dokular yoğun kılcaldamar ağı ile kaplıdır. Normal de büzüsme ve genişleme yeteneğiolan bu damarlar yarı açıktırlar. Ancak yoğun egzersiz yapan kişlerde salınan adrenalin bu damarlarda büzüşmeye yol açarak nefes almayı kolaylaştırır. Bunu tam tersi ise allerjik durumlarda ve soğuk algınlığıde görülür. Burundaki damarlar kanla dolarak genişler ve nefez almak güçleşir.

    Allerji ve enfeksiyon dışı bazı durumlarda da bu damarlar genişler ve vazomotor rinit gelişir. Stres, tiroid bezi yetmezliği, gebelik, tansiyon ilaçları, uzun süreli burun damlası kullanımı ve sigara dumanı vazomotor rinit nedenleri arasındadır.

    Hastalığın başladığı dönemlerde burun tıkanıklığı genellikle geçicidir. Ancak vazomotor rinitin nedeni ortadan kaldırılamaz ise kan damarları büzüşme yeteneğini giderek kaybeder ve kronik burun tıkanıklığı gelişir. Tıkanıklık uykuda daha belirgin hale geldiğinden yatarken başın yükseltilmesi gerekebilir. Ancak tam iyileşme için bazen cerrahi müdahale gerekebilir.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Ani Yüz Felci

    Yüz felci “fasyal sinir” denilen yüz sinirinin hasarı sonucunda veya daha başka sistemlerin rahatsızlığına bağlı olarak gelişebilir. Yüz felci infeksiyona, yaralanma veya bazı tümörlere bağlı olarak gelişebilir ve bu nedenleri ortaya koymak için bir doktora başvurmak gerekir. Kulak burun boğaz hekimlerinin yüz siniri rahatsızlıklarında özel eğitimleri vardır.

    Fasyal Sinir Nedir?

    Yaklaşık 7000 sinir lifinden oluşan fasyal siniri telefon kablosuna benzetmek mümkündür. Bu liflerden herbiri yüz kaslarını elektrik akımıyla uyarır. Bu sinir lifleri ile taşınan uyarılar gülme, aglama gibi yüz ifadelerini oluşturur. Bu sinir liflerinin ancak yarısı hasar görürse yüzde zaafiyet ve felç gelişir. Fasyal siniri irrite olduğunda ise yüzde seğirme ve spazm olur. Fasyal siniri yanlızca yüz kaslarını değil göz yaşı bezi, tükrük bezi ve ortakulak kaslarını da innerve eder. Aynı zamanda dilimizin ön kısımdan aldığımız tad hissini de fasyal sinir beyne ulaştırır. Fonksiyonu bu kadar karışık olan fasyal sinirin rahatsızlıklarında birçok semptom ortaya çıkar. Bu semptomlardan bazıları şunlardır:

    • yüz seğirmesi
    • felç
    • göz ve ağız kuruması
    • tad alma bozukluları

    Fasyal sinir nasıl çalışır?

    Fasyal sinir anatomisi oldukça karmaşıktır. Fasyal sinir beyin tabanından çıkar kafatası içinden geçerek yüz kaslarına ulaşır. Sinir beyinden çıktıktan sonra kulak kemiğinin (temporal kemik) içine girer ve burda ince bir tünel içinden geçer ve ince tünel işitme ve denge sinirlerine çok yakındır. Kulak kemiği içindeki yaklaşık 3 cm’lik seyri sırasında fasyal sinire orta kulak kemikçikleri de komşuluk eder. Fasyal sinir kulak kemiğinden çıktıktan sonra yanakta yer alan tükrük bezi içine girer ve burda dallara ayrılarak yüz kaslarına ulaşır. Ancak sinir kulak kemiğinden çıkmadan önce de göz yaşı bezi, özengi kası, dil (tad alma duyusu) ve türük bezine dal verir.

    Tedavi

    Tanı amacıyla yapılan tetkikler aynı zamanda hastalığın tedavisinide belirler.

    • Yüz felcinin nedeni bir orta kulak enfeksiyonu ise hemen antibiotiklere başlamak gerekir.

    • Fasyal sinirin ödemine bağlı bir felç söz konusu olduğunda kortizonlu ilaçlar kullanılabilir.

    • İlaç tedavisine cevap vermeyen yüz felçlerinde sinirin etrafındaki kemik kılıf cerrahi olarak kaldırılır.

    Fasyal sinir felçlerinde göz kapağını kapatmak kimi zaman mümkün olamaz ve bu durumda göz korumasız kalır. Gözün nemlenmesini temin için parmakla göz kapağını kapatmak etkili bir yöntemdir. Bu amaçla koruyucu gözlük kullanılması da uygundur. Eger göz kuruluğu varsa yapay göz damlaları doktorunuzun önerdiği şekilde kullanılabilir.

    Rehabilitasyon

    İyileşmeyen, kalıcı yüz felçleri çeşitli cerrahi müdahaleler ile iyileştirilmeye çalışılır. Gözün kapanması için üst göz kapağına altın ağırlık yerleştirilmesi veya yüze başka bölgelerden kas ve sinir taşınması bu yöntemler arasındadır. Bazı hastalar ise yüze uygulanan fizik tedaviden fayda görebilirler.

    "Bell" tipi yüz felci

    Ani gelişen yüzfelçleri içinde en sık olanıdır. Bu rahatsızlık muhtemelen bir viral enfeksiyona bağlı olarak gelişir. Teşhisi kesinleştirmek için bir çok test uygulanır:

    • İşitme testleri
    • Denge testleri
    • Gözyaşı ölçümü
    • Radyolojik tetkikler: bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans
    • Elektik uyaran testleri

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    HEMOROİD

    Hemoroid daha çok halk arasında bilinen adı ile basur veya mayasıl kalın barsağın son kısmında yer alan damarların büyümesi veya sarkması ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.

    NEDENLERİ

    Aslında hemoroidler insan vücudunda varolan normal anatomik yapılardır. Ancak bir takım nedenlerle hemoroidler hastalıklı hale dönüşürler. Başlıca hemoroid nedenleri; kabızlık veya ishal, ailevi yatkınlık, hamilelik karın i. tümörleri, Sürekli ayakta veya oturarak çalışma, siroz

    BELİRTİLERİ

    Kanama, kaşıntı, akıntı, ağrı, şişlik...

    TEŞHİSİ NASIL KONULUR ?

    Teşhis hekim tarafından gerçekletirilen muayene ile konur. Gerektiğinde anoskop veya rektoskop ile makat içersine girilere teşhis netleştirilir ve diğer karşılaşabilecek hastalıklarda böylece teşhis edilebilir.

    BASKA HASTALIKLARLA KARIŞABİLİR Mİ?

    Evet... Makat bölgesinde pek çok hastalıkla karışabilir. Bu hastalıklar anal fissür (makatta yırtık), fistül (makatta delik), kötü huylu tümörler, rektal prolaps (makatın sarkması), polipler, kondilom (virütik bir hastalıktır), ülser, abse ve iltihabi barsak hastalıkları şeklinde özetlenebilr. Hemoridler 2 'ye ayrılır. İç ve Dış Hemoroid... Dış hemoridler makatın içi ile tamamen ilşkisiz dışarıda olan hemoroidlerdir.İç hemoridler ise makatın içinde veya dışarıya doğru sarkan hemorid tipleridir. 4 çeşit iç hemoroid vardır. 1) Tamamen içeride sadece anoskop ile hekim tarafından tespit edilebilen hastada kanama şikayeti yapan hemoroid tipidir. 2 inci Tip hemoroid ise Dışkılama esnasında dışarıya çıkarlar ve kendiliğinden içeriye girerler. Daha çok kanama, akıntı ve kaşıntı yapabilirler. 3. üncü tip hemoroidler: Dışkılama ile dışarı çıkarlar ve elle itmek gerekir. Kanama, akıntı ve kaşıntı yapabilirler. +. üncü tip Hemoroidler : Dışkılama ile dışarı çıkmıştır ve içeri itilemezler. Şiddetli ağrı, akıntı ve kanama yaparlar.

    HEMOROİD TEDAVİSİ

    Diyet önerilir. bol posa bırakan lifli gıdalar alınması uygundur. Alkol alınması engellenir. Sıcak sı,u ile pansuman faydalıdır. Birinci ve ikinci derecede hemoroidlerde kanama kontrolünü sağlamak için hemoroidn en üst kısmından bir iğne ile sklerozan (yapıştırıcı, sertleştirici) bir madde verilir ve hemodoide giden kan akımı azaltılır.. Bu yöntem birçok hastada başarılı olur ancak kısa süre etkili olur. Lastik Şeritle Bağlama yöntemi kolay bir yöntemdir. Birinci, ikinci ve üçüncü derece hemoroidlerde kullanılır. ve oldukça etkilidir. Genellikle seanslar halinde yapılır. Lazer (İnfrared Koagülasyon) En popüler tedavi yöntemidir. Hastaya pek çok avantaj sağlar. hastaya sunduğu avantajlar. Öncelikle güvelidir. Gebelerde güvenle uygulanır. Kalbin elektriksel akımı etkilemez. Uygulaması basittir. Narkoz gerektirmez. Ağrı çok çok azdır. dikiş atılmaz. Kısa sürer

Sayfa 1/3 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •