Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: Kur’an-ı kerimi herkes anlayamaz,meal okunmaz

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Kur’an-ı kerimi herkes anlayamaz,meal okunmaz

    Kur’an-ı kerimi herkes anlayamaz


    Sual: Kur’an-ı kerimi herkes anlayabilir mi, yoksa Resulullah efendimizin açıklaması şart mıdır?

    CEVAP

    Kur’an-ı kerimi tam olarak yalnız Resulullah anlamıştır. Çünkü muhatabı Odur. Kur’an Ona gelmiştir. Ondan başkası tam anlayamaz. Onun için Allahü teâlâ buyuruyor ki:

    (İnsanlara açıkla diye Kur’anı sana indirdik.) [Nahl 44]



    Açıklamak, âyet-i kerimeleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Bırakın bizleri, ümmetin âlimleri de, âyetleri anlayabilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, açıklamasını emretmezdi. Bu ve benzeri âyetlere rağmen, (Resulullah Kur’anı getirmekle işi bitmiştir, o bir postacı idi) diyen mezhepsiz türediler vardır.
    Eshab-ı kiram, ana dilleri Arapça olduğu halde, bazı âyetleri anlayamayıp, Peygamber efendimize sorarlardı. Resulullah, Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirmiştir. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalalete, hatta küfre düşer. Tefsir, yoruma değil, nakle dayanır.



    M. Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

    (Bir gün Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e ince marifetleri, onun seviyesine göre anlatıyordu. Yanlarına Hz. Ömer gelince, konuşma üslubunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Hz. Osman gelince, yine konuşma tarzını değiştirdi. Hz. Ali de gelince konuşmasını, hepsinin anlayacağı tarzda değiştirdi. Resulullahın her defasında konuşma üslubunu değiştirmesi, oradaki zatların istidatlarının farklı oluşlarından meydana gelmiştir.) [Mek. Masumiyye 59]



    Hadis-i şeriflerde (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu), (Osman’ın şefaati ile Cehennemlik 70 bin kişi sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır) buyuruldu. Her üçü de bu derece yüksek olduğu ve Arabiyi çok iyi bildiği halde, Hz. Ebu Bekir’e anlatılan tefsiri bile anlayamadılar. Çünkü Peygamber efendimiz herkese derecesine göre anlatıyordu.



    Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (İnsanlara akıllarına, anlayışlarına göre söyleyin, inkârcı olmasınlar, Allah’ı ve Resulünü yalanlamasınlar.) [Buhari]



    Şahsi görüşe göre tefsir yapmanın büyük zararını iyi bilen Hz. Ebu Bekir, (Kur’an-ı kerimi kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler) buyurmuştur. (Şir’a)



    Kur’an-ı kerimi, Arapça bilen de tam anlayamaz. Dil bilmek ayrı, ilim bilmek ayrıdır. Türkçe bilen, tıp, hukuk, fen bilgisini anlayabilir mi? Hadis-i şerifte, (Kur’an, Allah’ın metin ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz) buyuruldu. Kur’an-ı kerim çok veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunduğu, bütün manaları bildirilse bile, yazmak için kağıt ve mürekkep bulunamayacağı şöyle bildirilmektedir:

    (De ki, Rabbimin [hikmetli] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf 109]



    Mevduat-ül-ulum’da deniyor ki:

    (Kur’an ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek, sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir. Ondaki her ilmi öğrenmek, sırrına erişmek imkansızdır.)



    İnsanların yazdığı anayasayı bile anlamak için hukukçulara gidiliyor. Bir kanundan bile herkes aynı şeyi anlamazken, Allah’ın kelamını nasıl anlayabilir?



    Beyrutta ana dili Arabi olan çok papaz var!
    Sual: (Andolsun biz Kur’anı anlayasınız diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu?) âyeti varken biz Kur’anı niye anlamayalım ki? Hadislere ne ihtiyaç var ki? Veya tefsire ne ihtiyaç olur ki? Allah biz kolaylaştırdık derken, niye Hadislere bakıp da işimizi zorlaştıralım?

    CEVAP

    Her ilmi ancak ehli anlar. Herkes, her ilmi bilmez. Evet Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

    (Kur'anı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mu?) [Kamer 17]

    Tefsirlerdeki açıklaması şöyle:

    (Kur'anı hıfzetmek, ezberlemek için kolaylaştırdık. O halde onun öğütlerini dinleyen, onu ezberleyen var mı?) [Celaleyn]



    Mevduat-ül-ulumda (Tefsir ilminin dalları) kısmında buyuruluyor ki:

    (Kur'an-ı kerim ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir. Öyle yüksek ve metin bir dağdır ki, ondaki gariplikleri öğrenmek, her sırrına erişmek imkansızdır. Bu ilmin sayılmayacak kadar dalı, erişilmeyecek kadar fenni vardır.) Bu bölümde 8 temel ilim ile, 72 yardımcı ilim hakkında bilgi verilmektedir.

    Herkes Kur'an-ı kerimi anlasa, ondan hüküm çıkarabilseydi, Hadis-i şeriflere lüzum kalmaz, (Peygamberin emrettiğini yapın, yasakladığından sakının) buyurulmazdı. (Haşr 7)



    Eğer herkes Kur'an-ı kerimi anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı.

    Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir etmenin büyük hata olduğu, bu kimsenin Cehenneme gideceği, hatta kâfir olacağı hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Şu halde, (herkes Kur'anı anlar, herkes meal okusun, hadislere, fıkıh kitaplarına lüzum yok) demenin büyük bir cinayet olduğu meydandadır. Yüzenleri görüp de, (Denizde yüzmek kolaydır. Herkes yüzebilir) sanarak yüzme bilmeyen bir genci, okyanusun ortasına atmak, Kur'an-ı kerime mana vermek yanında çok hafif kalır. Çünkü yüzme bilmeyen boğulur; fakat Kur'an-ı kerime yanlış mana veren Cehenneme gider.



    Piyasadaki Türkçe tefsirlerde, şahsi düşünceler vardır. Okuyana zararı, faydasından çoktur. Hele İslam düşmanlarının, zındıkların, bid'at sahiplerinin, Kur'an-ı kerimin manasını bozmak için yaptıkları tefsirler, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hasıl olur. Zaten, bizim gibilerin, dinimizi öğrenmek için, tefsir ve hadis-i şerif okuyarak, hüküm çıkarması caiz değildir. Çünkü Kur'an-ı kerimi ve Hadis-i şerifi yanlış anlamak veya şüphe etmek imanı giderir. Yalnız Arabi bilmekle, tefsir ve Hadis anlaşılmaz. Her Arabi bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrutta ana dili Arabi olan çok papaz var; fakat, hiçbiri İslamiyet’i bilmez.



    Bir okuyucu, (Yalnız senden yardım dileriz. Fatiha 5, Yalnız Allah’a güvenin, Maide 23, Yalnız benden korkun Bekara 40, âyetleri pek açıktır. Herkes anlar. Neresi açıklansın) diye sordu.



    (Yalnız senden yardım dileriz) dedikten sonra, birinden bir bardak su istesek bu âyete aykırı mıdır, değil midir? Hangi hususta başkasından yardım istemeyeceğiz? Bunlar açık değildir.



    (Yalnız Allah’a güvenin) buyuruluyor. Ne hususta Allah’a güveneceğiz? Bir doktora muayene olsak, ilaç verse, güvensek, bu âyete aykırı olur mu? Topkapı’dan Sirkeci’ye giden tramvaya binsek, "Bu tramvay, bizi Sirkeci’ye götürür" desek, Allah’tan başkasına mı güvenmiş olacağız? Demek ki güvenmenin izahı gerekir.



    (Yalnız benden korkun) buyuruluyor. Başka bir âyet-i kerimede, (İnsanlardan korkmayın, benden korkun) buyuruluyor. (Maide 44) Hırsızdan, hainlerden ve yılandan korksak bu âyete aykırı olur mu? Demek ki açıklaması gerekli.



    (Namaz kılın, zekat verin) buyuruluyor. (Hac 78, Nur 56) Namazın nasıl, kaç rekat kılınacağı, zekatın nasıl, hangi mallardan verileceği açık değildir. Bütün bunlar, Hadis-i şeriflerle ve âlimlerin açıklaması ile anlaşılmıştır. Fetih suresinin, (Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir) mealindeki 10. ve Bekara suresinin, (Doğu da, batı da Allah’ındır, nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır) mealindeki 115. âyet-i kerimesinin tevile ihtiyacı vardır. Yine mealen buyuruluyor ki:

    (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.) [Araf 155, İbrahim 4]



    Bu âyetleri okuyan bir dinsiz, (doğru yola getiren ve sapıttıran Allah olduğuna göre, beni de dinsiz yapan Odur. Benim bunda ne suçum var) diyebilir. Bu bakımdan hadis-i şeriflere ve âlimlerin açıklamasına ihtiyaç vardır.



    Nitekim, âyetlerden anladığına uyup, "hayır-şer Allah’tan olduğuna göre, bize günah işleten de Allah’tır. Biz günahlardan mesul değiliz" diyenler çıkmıştır.



    İşte bu tehlikeyi önlemek için Peygamber efendimiz, gerekli açıklamayı yapmıştır. Âlimler de bunları açıklamış, artık, bahane kalmamıştır. Kur'an-ı kerimi anlamak için açıklamaya ihtiyaç olduğunu bizzat Hak teâlâ bildiriyor:

    (Kur'anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

    (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]



    (O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]

    (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]



    (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

    (Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33]



    (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]



    (Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kur’an-ı kerimin açıklanması


    Sual: Kur’an niçin başka lisanla değil de Arapça indirildi? Yusuf suresi ikinci âyetteki (anlayabilmeniz için) ne demektir?

    CEVAP
    Yusuf suresinin, (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak indirdik) mealindeki ikinci âyet-i kerimesi, tefsirlerde özetle şöyle açıklanıyor:

    (Kur’an-ı kerimi herhangi bir lisan ile değil, en geniş, en açık olan Arapça olarak indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu Kitabın ulviyetini, kendisinin bir şaheser, sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini görür, müslüman olmayı en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet telakki edersiniz. Ey Araplar, Kur’an-ı kerim, sizin dilinizle indi. Edebiyatçıların, şairlerin sözlerine benzemediğini gördünüz. Bunun insan sözü olmadığını, İlahi bir kelam olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.)



    Demek ki âyetteki anlamak, bunun ilahi kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa ahkamını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) buyurmazdı. (Nahl 44)



    Fussilet suresinin, (Eğer biz Kur’anı yabancı bir dil ile gönderseydik, “âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı. Araplar için, Arapça olmayan bir kitap mı olur” derlerdi. De ki: O Kur’an, inananlar için doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır. İnanmayanların ise, kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. Sanki onlara uzak mesafeden bağırılıyor da Kur’anın ne söylediğini anlamıyorlar) mealindeki 44. âyetin açıklaması da şöyledir:



    Kur’an-ı kerim, [İbranice, Yunanca, Rusça değil de], sizin lisanınızda, yani Arapça’dır. Siz Arap olduğunuza göre, ifadelerinin vecizliğinden, şaheserliğinden bu Kur’anın ilahi bir kelam olduğunu anlarsınız. Yoksa, (Arapça bildiğinize göre, Kur’anın hükümlerini de anlarsınız) denmiyor. Âyetin devamında, inanmayanların, [yalnız Kur’an diyen zındıkların] Kur’anı sağırlar gibi duymadıkları ve anlayamadıkları bildiriliyor. Zaten herkes Kur’andaki aynı şeyi doğru olarak anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. İmanı, farzları ve haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, âlimler, âyet ve hadislerden çıkarmışlardır. (Hadika)



    Namazların kaç rekat olduğunu, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Resulullah açıklamasaydı Kur’an-ı kerimden anlamak mümkün değildi. İmran bin Husayn hazretleri, (Bize yalnız Kur’andan söyle) diyene, (Ey ahmak, Kur’andan her şeyi anlamak mümkün mü? Mesela namazların kaç rekat olduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hz. Ömer’e de, (Farzların, seferde kaç rekat kılındığını Kur’anda bulamadık) dediler. Cevaben, “Biz, Kur’anda bulamadığımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları, iki rekat olarak kılardı” buyurdu. (Mizan)



    Kur’an-ı kerim hiçbir dile, hatta Arapça’ya bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur’an-ı kerimin manası tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir. Hele tercüme eden bid’at ehli ise, mana tamamen değişir.
    Tefsir, murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Kendi görüşüne göre verilen mana, doğru olsa bile, meşru yoldan olmadığı için hata olur, mana yanlış ise, küfür olur. (Berika)



    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Kur’anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]

    (Kur’ana ehliyeti olmadan mana veren, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizi]

    (Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [M. Rabbani]

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mealden tefsirden din öğrenilmez


    Sual: Tefsir ne demektir?

    CEVAP

    Tefsir, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi anlamak demektir.

    Tefsir için gereken 15 ana ilimden birisi (Kalb ilmi)dir. Allahü teâlânın rasih ilimli âlimlere vasıtasız olarak ihsan ettiği bu kalb ilmine Mevhibe de denir. Bir kimse diğer 14 ilmi bilse, mevhibeye sahip olmazsa tefsiri muteber olmaz. Yaptığı tefsir kendi görüşü olduğundan Cehennemde azaba düçar olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Kur'anı kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfirdir!) [Mek. Rabbani]



    Yani kendiliğinden verdiği mana doğru olsa bile meşru yoldan çıkarmadığı için hata olur. Verdiği mana yanlış ise imanı gider.



    Kur'an-ı kerim, hiçbir dile, hatta Arapçaya bile tercüme edilemez. Her hangi bir şiirin kendi diline bile tam olarak tercümesine imkan yoktur. Hadis-i şeriflerde de durum aynıdır. Hadis kitaplarından hadis nakletmek için hadis âlimlerinden icazet almak gerekir. (Berika c.1)



    Hadis-i şerifleri ve âyet-i kerimeleri, hadis kitaplarından ve Kur'an-ı kerimden değil, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından nakletmelidir. Mesela, (İhya’daki hadis-i şerifte) veya (Mektubattaki âyet-i kerimede buyuruluyor ki...) diyerek nakletmek gerekir.



    Peygamber efendimiz bir gün, bir âyetin manasını Hz. Ebu Bekir’e anlatırken, orada bulunan Hz. Ömer, yapılan izahtan hiçbir şey anlamamıştır. Halbuki hadis-i şerifte (Eğer benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu) buyuruldu. Böyle yüksek olduğu ve arabiyi çok iyi bildiği halde, Hz. Ömer Kur'an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadı. Kur'an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Hadis-i şerifler Kur'an-ı kerimi, mezhep imamları hadis-i şerifleri, İslam âlimleri de mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Kur'an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğu, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağı, zekat nisabı, orucun ve haccın farzları ile hukuk bilgileri açıkça bildirilmemiştir.



    Fıkıh bilgilerini, İslam âlimleri, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir, okuması felaket olur. (Hadika)



    Türkiye’de Kur'an tercümesi modası, Misak adında bir Ermeni tarafından başlatılmıştır. Gençlerin önüne Kur'an tercümelerini sürerek, "Öz Türkçe Kur'an okuyunuz, yabancı dil olan Arapça Kur'anı okumayınız!" demesi bu millete ihanetten başka bir şey değildir.



    Kur’an-ı kerim Tercümeleri Sempozyumu’nda 1500’den fazla Kur'an-ı kerim tercümesi incelenmiş birbirini tutmayan hükümler görülmüştür. Bunun hakiki sebebi, naklin esas alınmayışıdır. Kur'an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır.



    Hangi tefsir zararlıdır?
    Sual: Dinimizi, asıl kaynağından öğrenmek için hangi meali ve tefsiri okumalıyız?

    CEVAP

    Kur'an-ı kerimin manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur'an-ı kerimi tefsir eden Odur. Doğru tefsir kitabı da, Onun hadis-i şerifleridir. Din âlimlerimiz, bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir yazmışlardır. Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemediği için, İslam âlimleri, tercüme değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir. Resulullahın bildirdiği manalara Tefsir denir. Tefsir, ancak Fahr-i âlemin mübarek lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tâbiine ve Tebe-i tâbiine ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelam âlimlerine gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsir denmez.



    Sual: Müfessir kime denir?

    CEVAP

    Müfessir, tefsir kitabı yazan demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin âlim demektir. Beydavi tefsiri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. Bu ilimlerin hangileri olduğu Mevduatül ulümde yazılıdır.



    1986’da İstanbul’da yapılan Kur'an Tercümeleri Sempozyumunda 1500’den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler görüldü. Herkes anlayışına göre tefsir ettiği için, karşımıza bir korkunç, dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Halbuki nakle dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur'an tercüme işini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli!..



    Diplomaya güvenenler
    Diplomaya güvenerek, tefsir ilmine dalmaya kalkışan, aldanır, helak olur. Yüzme bilmeyen birinin diplomasına güvenerek denize açılması gibi, cahilce, ahmakça iş olur.



    Tefsir ilmini bilmeyenin hadis ve tefsir okumaya kalkışması, mide hastasının, kuvvetlenmek için, baklava, börek yemesine benzer. Halbuki, bu hastanın, önce perhiz yapması, sonra, kuvvetli yemesi gerekir. İşte bizim gibi, ana ilimleri okumayan, din öğrenmek için, Kur'an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkışırsa, bunları kavrayamaz. Yanlış anlayarak, dinimizi, imanımızı da kaybederiz.

    Ana yuvasından almış olduğu imanını kaybeden birkaç ilerici (!) kimsenin küfrüne sebep olan, zihinlerindeki şüphenin nasıl meydana geldiği sorulunca tefsir okudukları için böyle olduklarını bildirmişlerdir. Meşhur tefsirler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor. Tefsir ilimlerini bilmeden tefsir okumaya kalkışan, imanını kaybedebileceği için Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, tefsir yazmak isteyen halifesine engel olmuştur. (Makamat)



    Türkçe tefsirlerin, en kıymetli sanılanlarında bile, şahsi düşünceler vardır. Okuyana zararı, faydasından çoktur. Hele İslam düşmanlarının, bid'at sahiplerinin, Kur'an-ı kerimin manasını bozmak için yaptıkları tefsir ve tercüme kitapları, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hasıl oluyor. Zaten, bizim gibilerin, İslamiyet’i öğrenmek için, tefsir ve hadis-i şerif okuması uygun değildir. Çünkü Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifi yanlış anlamak veya şüphe etmek imanı giderir. Yalnız Arabi bilmekle, tefsir ve hadis anlaşılmaz. Her arabi bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrut’ta ana dili Arabi olan çok papaz var. Fakat, hiçbiri İslamiyet’i bilmez.



    Kur'an-ı kerimi kim anlar?
    Sual: Kur’an-ı kerimi herkes anlayabilir mi?

    CEVAP

    İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

    (Üç kimse, Kur'an-ı kerimin manasını anlayamaz:

    1- Arabiyi ve tefsir ilmini iyi bilmeyen.

    2- Büyük günaha devam eden fasık.

    3- Bid'at sahibi [Eh-i sünnet itikadında olmayan].



    Görülüyor ki, Ehl-i sünnet olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur'an-ı kerimi doğru anlayamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakletmeyip kendi görüşünü din diye ortaya koyan herkesi felakete sürükler. Hadika’daki (Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecek) hadis-i şerifi, böyle mezhepsizlerin zuhur edeceğini haber vermektedir.



    Tefsir, akla değil, nakle dayanır. Âlimlerinin, Peygamberimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Mek.Rabbani m.234)



    Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur'an okumalı, dinini bundan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalı) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hata etmiştir) buyuruldu. (Nesai)



    Tefsir, murad-i ilahiyi anlamak demektir. Kendiliğinden verdiği mana doğru olsa bile, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata olur. Verdiği mana yanlış ise, kâfir olur. (Berika)



    Tefsirler ve diyanet
    Sual: Meallerde hata olur mu?

    CEVAP

    Prof. Dr. M.Sait Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanı iken, 8 Ocak 1989 gün ve 01/924/008 sayılı açıklamasında (Sadece Başkanlığımızca yayınlanmış olan Kur'an-ı kerim mealinde değil diğer meallerde de, bazı hatalar bulunmaktadır) demişti.



    Diyanetin hazırladığı (Kur'an-ı kerim ve Türkçe Anlamı) isimli tercümenin önsüzünde deniyor ki:

    Kur'an-ı kerim, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur'an-ı kerimde muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın murad-ı ilahi olduğu bilinemez.



    Dinde reformcuların, (Allah’ın muradı şudur) demeleri cehaletlerini gösterir. Eğer murad-ı ilahi tek olarak anlaşılsaydı, birbirinden farklı mezhepler meydana gelmezdi. Farz Allah’ın emridir. Her çağa göre yazılacak tefsirde abdestin farzları kaç olarak bildirilecektir? Bir hak mezhebe göre açıklansa yenilik olmaz. Farklı açıklansa dini değiştirmek olur. Böyle, içinde şahsi düşünce bulunan tefsirler okunmaz.



    Kur'an-ı kerim hiçbir dile, hatta Arapça’ya bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkan yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur'an-ı kerimin manası tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir.



    Hangi tercüme olursa olsun, hiçbir Kur'an tercümesinden din öğrenilemez. Dinini öğrenmesi için bir kimsenin eline, en uygun tercümeyi vermek, okyanus ortasında bulunan insana bir tahta parçası vermekten daha kötüdür. Çünkü bu tahta parçası ile insan sahile çıkamayacağı için ölür, imanlı ise Cennete gider. Fakat tercüme ile din öğrenmeye kalkışan, imanını kaybedip Cehenneme düşebilir.



    Gizli sırlar
    Sual: Kur’an-ı kerimi büyük âlimlerin bile anlayamayacağı derecede ince bilgiler var mıdır?

    CEVAP

    Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

    (Üstünlüklerin hepsi Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Fakat herkesin bu kaynaktan istifadesi, kabiliyetine göredir. Resulullah efendimiz, herkese istidadına göre, (Kur'an-ı kerimin manevi sırlarını açıklardı. [(Buhari)deki] hadis-i şerifte, (Herkese aklına, anlayışına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allah’ı ve Resulünü yalanlamasınlar) buyuruldu. Bir gün Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e, Kur'an-ı kerimin ince marifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu. Yanlarına Hz. Ömer gelince, konuşma üslubunu ve bildirdiği sırları onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Sonra Hz. Osman ve daha sonra da Hz. Ali geldi. Konuşmasını hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarındandı.) [Mekt. Masumiyye 59]



    Hadis-i şeriflerde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu), (Osman’ın şefaati ile, Cehennemlik yetmiş bin kişi, sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır) buyuruldu. Her üçü de bu derece üstün olduğu ve Arabi’yi çok iyi bildiği halde, Kur'an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadılar. Çünkü Resulullah, herkesin seviyesine göre konuşurdu. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Biz peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele etmek ve anlayışına göre konuşmakla emrolunduk.) [İ. Gazali]



    (Aklın alamayacağı şeyi söylemek, fitneye sebep olabilir.) [İbni Asakir]



    Kendi görüşüne göre tefsir
    Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, daha önceki müfessirlerden işitilmeyen şekilde, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hz. Ebu Bekri Sıddık, (Kur'an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)



    Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi konuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur? İslam âlimleri yıllarca çalışarak, Kur'an-ı kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ait kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ait lüzumlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimal de olsa belki mümkün olabilir, fakat Kur'andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını "Tabu" olarak gösterenler, "Dini Kur'andan, tefsirden öğrenin" diyenler, eğer cahil değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir.



    Tefsirler ve fıkhın önemi
    İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:

    (Namaz kılacak kadar sure ezberlemek farzdır. Bundan sonra, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayn olanları öğrenmek, Kur'an-ı kerimin fazlasını ezberlemekten daha iyidir. Çünkü, Kur'an-ı kerimi ezberlemek [hafız olmak] farz-ı kifayedir. İbadetler ve muamelat için gereken fıkıh bilgilerini öğrenmek ise farz-ı ayndır. Helalden, haramdan ikiyüzbin meseleyi ezberlemek gerekir. Bunların bir kısmı farz-ı ayndır. Bir kısmı da farz-ı kifayedir. Herkese, işine göre, lüzumlu olan farz-ı ayn olur. Fakat hepsini öğrenmek, hafızlıktan daha iyidir.



    Mezhep imamlarımız, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet-i kerime mucibince, Kur'an-ı kerimin manasını, Tâbiinden ve Eshab-ı kiramdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Diğer âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi)



    Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. (Hadika s. 324)



    İmam-ı Şarani hazretleri de buyuruyor ki:

    (Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıkladı. Diğer âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini açıkladı. Namazların kaç rekat olduğunu rüku ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklaması olmadan Kur'an-ı kerimden anlamak mümkün değildir.



    İmran bin Husayn hazretleri, (Bize yalnız Kur'andan söyle!) diyene, (Ey ahmak, Kur'an-ı kerimden her şeyi anlamak mümkün mü? Mesela namazların kaç rekat olduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hz. Ömer’e de, (Farzlar seferde kaç rekat kılınır? Kur'anda bulamadık) dediler. Cevaben, "Allahü teâlâ bize Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur'an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları, iki rekat olarak kılardı. Biz de öyle yaparız" buyurdu.) [Mizan]



    Kur'an-ı kerimde, Resulullaha ve âlimlere uymamız emrediliyor. (Al-i İmran 31, Haşr 7, Nahl 43)

    Peygamber efendimiz de, (Âlimlere tâbi olun) buyuruyor. (Deylemi)



    O halde, Allahü teâlânın emrine uyarak, âlimlere tâbi olmamız, uymamız şarttır. Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Çünkü dinin temeli fıkıhtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]

    (Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.) [Beyheki]



    (Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [Maverdi]

    (Allah, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.) [Buhari]



    (İbadet için fıkıh kâfidir.) [Beyheki]

    (Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]



    Din nereden öğrenilir?
    Dinimizi doğru olarak öğrenmek için Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliği ile kabul ettikleri fıkıh kitaplarını okumak gerekir. Ehl-i sünnet âlimi olan hakiki din adamlarının kabul ve tasdik etmediği kitaplardan ve sözlerden din bilgisi öğrenmeye kalkışmamalıdır! Her din kitabına yahut âlim görünen ve din adamı denilen herkesin sözüne veya kitabına uyarak ibadet yapmak caiz değildir. Ehl-i sünnet olmayan din adamlarının kitaplarına ve sözlerine uymamalıdır! Muteber kitaplardan toplanmış, tercüme edilmiş İlmihali okumalıdır! Böyle tercüme edilmemiş, kafadan yazılmış ilmihal kitaplarını ve uydurma tefsirleri okumak insanı dünya ve ahiret felaketlerine sürükler. (İslam Ahlakı)



    Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı kelam, fıkıh ve ahlak bilgilerini içine alan çok kıymetli bir eserdir. İçindeki bilgilerin hepsi, muteber eserlerden derlenmiştir. Bu kitabı okuyan, dinimizin bütün hükümlerini öğrenir. Bu eseri herkes okuyup, çoluk çocuğuna da okutmalıdır. En güzel hediye, en güzel mirastır.



    Çağa göre tefsir olmaz
    Sual: "Kur'anı her çağda, o asrın teknolojisinin, ilminin ışığında yeniden tefsir etmek ve Allah’ın muradını açıklamak gerekir" diyerek Kur'an-ı kerimi asra uydurmaya çalışanlar var. Bu uygun mudur?

    CEVAP

    Tefsir, moda kitabı değildir. Her çağa, her asra göre değişik tefsir olmaz. Dinimiz eksik mi ki tamamlanacaktır? Yoksa fazlalık mı var ki çıkarılacak? Dinde eksiklik ve fazlalık olmadığı için değişik, yeni bir tefsire ihtiyaç olmaz. Çünkü dine yeni bir şey eklemek bid'at olur. Dinimizin emirlerini değiştirmek kadar büyük sapıklık olur mu? Her çağa, her asra göre değişik tefsir yazmak demek, dini her asırda, bozmak demektir.



    Kur'an-ı kerimin manasını Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Doğru tefsir kitabı Onun hadis-i şerifleridir. Tefsir âlimleri, tefsirlerini Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan naklederek meydana getirdiler. Bunların tefsirleri asra uygundur. Kur'an-ı kerimin emirleri, her asırdaki insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka manası yoktur.



    Tehlikeli kimseler
    Peygamber aleyhisselamdan gelen bilgileri, aynen nakleden İslam âlimlerinden farklı bildirmek, dini bozmak demektir. Kur'an-ı kerimi en iyi bilen Peygamber efendimizdir. Onun açıklamaları bellidir. Bundan daha başka şekilde açıklamak, dini değiştirmek olur, reform olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Ümmetime en çok tehlikeli olacak kimse, Kur'an-ı kerimi yersiz tevil edendir.) [Taberani]



    Her asırda, her insana gereken iman ve ibadet aynıdır. Asra göre iman esasları ve ibadet şekli değiştirilemez. Bundan yarım asır önce, bazı profesörlerce namaz kılma şeklinin değiştirilmesi düşünülmüş, camilere "Asra göre modern ibadet aletleri" konulması teklif edilmişti.

    Asra göre, çağa göre tefsir yazanların böyle bir düşünceleri yoksa, İslam âlimlerinin bildirdiklerinde değişiklik yapmadan aynı şeyi naklediyorlarsa, o zaman "Asra Göre Tefsir" demenin manası yoktur. Eğer değişiklik varsa, zaten muteber değildir.



    Asrımızdaki insana göre kitap yazılacaksa, İslam âlimlerinin kitapları aynen alınır, günümüzde kullanılan kelimelerle, buluşlarla açıklanabilir. Mesela; müşrikler Peygamber efendimize, (Mescid-i Aksanın kaç kapısı, kaç penceresi vardı?) gibi sualler sormuşlardı. Fakat Resulullah efendimiz Miraca giderken etrafına bakmadığı için bunları görmemişti. Cebrail aleyhisselam Mescid-i Aksayı gözünün önüne getirince bakıp sorduklarına cevap verdi. Bu hadise anlatılırken, (Televizyonda görür gibi görmüştü) denebilir. Bu şekildeki bir açıklamaya da Asrın Tefsiri veya Çağdaş Tefsir denmez.

    İlmin ve Fennin Işığında Tefsir diyenler de vardır. İlim ve fen, dinden ayrı mıdır da ilmin ışığı deniyor? Ecnebiler, din ile ilmi ayrı zannettikleri için böyle yazıyorlar. Ecnebiyi taklit eden reformcular da aynı şeyi söylüyorlar.



    Dini değiştirmek
    Mecellenin Dürer-ül-hükkam şerhinde (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa, dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor.



    İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

    (Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kâmildir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3]

    Dini noksan sanıp, tamamlamaya [asra göre, çağdaş tefsir yazmaya] çalışmak bu âyet-i kerimeye inanmamak olur.) [c.1, m.260]



    Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şamil olan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de bunların hepsini açıkladılar. Sonra gelen müceddid âlimler, bu hükümlerin yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdiler.



    Âlimlere uyan doğruyu bulur
    Sual: "Elimizde Kur'an var iken âlime ne lüzum var" demek doğru mudur?

    CEVAP

    Bunları söyleyenler, âlimin dindeki yerini bilmeyenlerdir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i salihin itikadındadır. Yani Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadındadır.



    Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için dalalete düşmüşlerdir. Mesela Vasıl bin Ata, Hasan Basri hazretlerinin talebesi iken, hocasına itiraz edip, Ehl-i sünnetten ayrılarak Mutezile fırkasını kurdu. İbni Teymiye’nin de ilmi çok idi. Selef-i salihinin yani Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliğinden ayrıldı. Necdi fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi durumundadır.



    Şu halde, âlim çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran Ehl-i sünnet itikadındaki din mütehassısıdır. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde övülen âlimler böyle kimselerdir. Bunların sözleri senettir. Bunlar peygamberlerin vârisleri, vekilleridir. İctihadlarında isabet etmeseler de yine sevap alırlar. Bunlara tâbi olanlar da kurtulur.



    Âlimlerin üstünlüğü
    Âlimlerin dindeki yeri nedir?

    CEVAP

    Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Âlimin âlim olmayana üstünlüğü, peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib]

    (Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı gibidir.) [Ebu Nuaym]



    (Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid'at ortaya çıkınca âlim, halkı ikaz eder. Âbid bid'atten habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir.) [Deylemi]



    (Âlim, Allah’ın emin olduğu, güvendiği kimsedir.) [Deylemi]

    (Âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanı ile tartılır, âlimlerin mürekkebi, ağır gelir.) [İ.Neccar]



    (Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da, cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini, hem de başkalarını sapıtırlar.) [Buhari]



    (Âlimler, yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]



    (Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile, kıyamete kadar ona istiğfar eder) [Deylemi]

    (Kıyamette âbide Cennete gir, âlime ise halka şefaat için bekle denir.) [İ. Maverdi]



    (Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemi]

    (Âlimler [ebedi saadet yolunu gösteren] birer kılavuzdur, rehberdir.) [İ.Neccar]



    "Allah’ın ipi" ne demektir?
    Sual: Allah’ın ipi ne demektir?

    CEVAP

    Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:

    Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı A'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Peygamber aleyhisselamın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]



    Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:

    (Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Çünkü âyet ve hadis ictihad isteyebilir, yahut başka bir âyet veya hadisle değişmiştir, yahut tevil edilmesi gerekir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumamız gerekir.) [Berika s.94]



    Kur'an-ı kerime nasıl uyulur?
    Sual: İslam’a ve Kur’ana uymak için tefsir mi okumak gerekir?

    CEVAP

    İslam’a, Kur'ana uymak, tefsir okumakla değil, ancak hak olan bir mezhebe uymakla olur. Bir kimse, Kur'an-ı kerimden, tefsirden anladığına uyarsa, İslam’a uymuş olmaz. Kur'an-ı kerimde her hüküm var ise de, bunları doğru olarak Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

    (De ki, "Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun!") [Al-i İmran 31]

    (Ona tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]

    (Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]



    İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:

    (Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kati ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, (Elbette muhakkak böyledir) buyurup, doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Yine buyurdu ki:

    (Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız diyorlar. İman ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azabını, çok acı azapları hazırladık.) [Müjdeci Mektublar 152]



    Hadis-i şeriflerin önemi
    Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur'an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet, yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir kimse, bunları Kur'an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur'an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Peygamber efendimiz, İslam’a, Kur'ana tâbi olmak isteyenin bir âlime, bir mezhebe bağlanmasını emrediyor. (Âlimlere tâbi olun!) buyuruyor. (Deylemi)



    Allahü teâlâ da, âlimlere uymayı emrediyor, (Âlimlere sorun!) ve (Peygamberin emrettiğini yapın, yasakladığından sakının!) buyuruyor. (Nahl 43, Haşr 7)



    Ahmed Tahtavi hazretleri, (Kur'an-ı kerimdeki, (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, bildirdiklerine uyun!) demektir) buyurdu. (Dürr-ül Muhtar haşiyesi)



    Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilacını bilmeyen cahillerin hadis-i şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkansız gibidir. İslam âlimleri, kalb, ruh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun ruh ilaçlarını, hadis-i şeriflerden seçerek bildirmişlerdir. Peygamber efendimiz dünya eczanesine yüzbinlerce ilaç hazırlayan baş tabib olup, evliya ve âlimler de, bu hazır ilaçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, yardımcı tabibler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilaçları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadis-i şerif içinden, kendimize ilaç aramaya kalkarsak alerji hasıl olarak, cahilliğimizin cezasını çeker, fayda yerine zarar görürüz. Bunun için âlimlere uymamız gerekir. Âlimlere uymak, 4 mezhepten birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta icma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, topluluktan ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]



    (Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]

    (Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler.) [İbni Mace]



    Hadis-i şerifleri de, sahih veya bozuk olduğunu bilmeden söylemek, sahih olsa bile, günah olur. Böyle kimsenin hadis-i şerif okuması caiz olmaz. Hadis kitaplarından, hadis nakletmek için, hadis âlimlerinden icazet almış olmak gerekir. Hadis-i şeriflerin de sahih olup olmadığını bilmeden, sahih bir hadis-i şerifi bile söylemek günah olur. Hadis-i şerifte, (Bilmediği sözü hadis olarak söyleyen, Cehennemde azap görür) buyuruldu. Onun için âlim olmayan kimsenin hadis okuyup anladığı ile amel etmesi caiz olmaz.) [Berika]



    Kur'an-ı kerimi ancak Resulullah efendimiz anlamış, hadis-i şeriflerle açıklamıştır. Bu hadis-i şerifleri de, ancak Eshab-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına tâbi olmuşlardır.



    Şu halde, Kur'andan, hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ilmihallerden öğrenmelidir!



    Uydurma hadis meselesi
    Sual: Piyasadaki kitaplarda hiç mi uydurma hadis yoktur?

    CEVAP

    Hadis uyduranlar olmuş ise de, piyasadaki rasgele kimselerin yazdığı kitaplarda uydurma hadis olabilirse de, dinin temel kitapları olan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında asla uydurma hadis yoktur. Çünkü onların her biri, (Âlimler, peygamberlerin vârisleridir) ve (Âlimler, Allah’ın güvendiği kimselerdir) gibi hadis-i şerifler ile övülen büyük insandır. Hadis uydurmanın ve uydurma hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bilirler. (Söylemediğim sözü hadis diye bildiren Cehenneme gidecektir) hadis-i şerifini nakleden o âlimler, kitaplarına nasıl olur da uydurma hadis alabilirler?

    Resulullahın vârislerine olan itimadı sarsmak için böyle iftira ediyorlar. Müctehid, müctehide hata etti demez. Çünkü Mecellede (İctihad ictihadla nakzedilemez) buyuruluyor. (Madde 16)



    Dört mezhepte birbirinden farklı hükümler vardır. Fakat hiçbiri, diğerini sapıklıkla, hata etmekle itham etmemiştir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

    (Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki]

    (Âlim ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]



    Hanefi ve Hanbeli’de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken, Maliki ve Şafii’de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez. Her müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması farklıdır. Bir müctehidin sahih dediği bir hadise, başka bir müctehid mevdu diyebilir.



    Hadis ilminde müctehid bir âlim, bir hadise mevdu derse, diğer müctehidler buna sahih diyebilir. Çünkü mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için "Mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur" der. Yani bu sözün hadis olduğu bence anlaşılamamıştır, der. Yoksa "Bu söz, Peygamber efendimizin sözü değildir" demek istemez. Aynı hadis için başka bir müctehid sahihtir diyebilir. Sahih olduğunu söyleyen müctehid ötekine, "Peygamber efendimizin bu sözüne nasıl mevdu dersin?" demediği gibi öteki de, "Bu uydurma söze sen nasıl hadis diyebilirsin?" demez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]

    (Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]



    (Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] [Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)]



    (Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] [Allah’tan korkmak büyük mertebedir.]

    Peygamber efendimiz (Allah’tan en çok ben korkarım) buyurdu. (Buhari)]

    (Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) [Zümer 9]



    Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:

    (Âlimlere tâbi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]

    (Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.) [İbni Neccar]



    (Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İbni Maverdi]

    (Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani]



    Mezhebe uymanın lüzumu
    Allahü teâlâ ve Resulü, âlimleri böyle överken, onların kitaplarında uydurma hadis olduğunu söylemek ne kadar çirkin iftira olur.



    Eğer herkes Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şeriflere, Eshab-ı kirama ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Onun için Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de âlimlere uymamızı emrediyor.

    İki hadis-i şerifin birbirine zıt gibi olduğunu gören, mezhebinin hükmüne uyar. Zaten müctehid olmayanın hadis-i şerifle amel etmesi, hüküm çıkarmaya kalkması caiz olmaz.



    Her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerekir. Uymayanın mülhid olacağını İmam-ı Rabbani hazretleri Mebde ve Mead kitabında bildiriyor.



    Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılanın da sapık veya kâfir olacağı S. Ahmet Tahtavi hazretlerinin Dürr-ül-muhtar haşiyesinde yazılıdır.



    Abdülgani Nablüsi hazretleri de, (Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır!) buyuruyor. (Hadika)



    Kur'an-ı kerim tercümesi
    Sual: Kur’an-ı kerimin tercümesi, tefsiri yapılamaz mı?

    CEVAP

    Kur'an-ı kerimin tefsiri veya tercümesi yazılabilir ve yazılmıştır. İslam âlimleri, bunu yasak etmemişlerdir. Fakat bunlar, Kur'an-ı kerimin belagatini taşıyamazlar. Murad-i ilahiyi bildiremezler. Kur'an-ı kerimin manasını ve manalarındaki incelikleri anlamak isteyen ve belagatinin zevkini tatmak dileyen müslümanlar, bu kitab-i mübini kendi lisanı ile okumalı ve manasını ve zevkini bundan almak için gereken bilgileri öğrenmekten üşenmemelidirler!



    Şekspirin, Victor Hugonun ve Baki efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce, Fransızca ve Arapça dillerini edebiyatı ile birlikte öğrenmek gerektiği gibi, Allah kelamını ve inceliklerini anlayabilmek için de gerekli ilimleri öğrenmek elbette şarttır.



    Cebrail aleyhisselamın Peygamberimize indirdiği bu kelimelerden ve sözlerden başka, Arapça da olsa, okunan şeyler Kur'an-ı kerim okumak olmaz. Mesela, cünüp iken, Kur'an-ı kerim okumak haramdır, büyük günahtır. Fakat, onları okumak, haram olmaz.



    Namazda okuduğunu anlamak
    Dinde reformcular diyor ki, insanın namazda okuduğunu, Rabbinden ne istediğini bilmesi gerekir. Böyle sözler, ibadetlerin ne demek olduğunu anlamamış olmayı gösterir. Çünkü, namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü teâlâ Peygamberine bildirmiştir. Peygamber aleyhisselam da, bunları öğrendiği gibi Eshabına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Bunlarda değişiklik olmaz.



    Din imamlarımız bunların hepsini Eshab-ı kiramdan görerek ve işiterek anlamışlar ve kitaplarına yazmışlardır. Bu derin âlimler bildiriyor ki: Namazda okunacak Kur'anın, Allah kelamı olması gerekir. Vazife, ancak böylece yapılmış olur. Namaz içinde okuduğunun manasını anlamak isteyenler, biraz çalışarak, bunların manasını da önceden kolayca öğrenebilirler. Dünya kazançları için yıllarca çalışıyor, nice bilgiler, çeşitli diller öğreniliyor da, bunun için neden çalışılmasın?



    Namaz dışında müslümanlar, kendi dilleri ile de, dua edebilirler. Namazda okudukları âyetlerin manalarını da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenebilirler. İslam düşmanlarının, dinde reformcuların kitaplarından öğrenmeye kalkışanlar, yanlış, bozuk, çirkin şey öğrenmiş olurlar. Emekleri boşa gider.



    Bazı kimseler hep kitap yazanı, tefsir yazanı veya Arabi bileni âlim zannediyor. Her köşe başında şeyh geçinen yüzlerce kimse vardır. Bu kimseler, müslümanları şaşırtmış, katı-i tarik-ı ilahi olmuşlardır. Yani Ehl-i sünnet yolunu bozan, yol kesiciler vardır.



    Âlimler çok azalmıştır
    İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, dörtyüz yıl önce buyurdu ki:

    (İslam âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna bid'at karıştığı ve bu yol bozulduğu için, Resulullahın sünnetine sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler, milletin kalbini, bu bid'atler ile kazanmaya çalıştılar. Böyle yapmakla, dini yayacaklarını, hatta İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden pek az kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin talebelerine yardım etmeleri, onların yolunda gitmeleri gerekir.) [C.2, m.62]



    Hadis-i şeriflerde, (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan sapıtırlar) ve (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur) buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip, bozuk asırdaki bozuk adamlara ve onların bozuk kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika)



    İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:

    (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır.) [Merec-ül-bahreyn]



    Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallidlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar, böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsirlerini okuyan acaba ne olur?



    Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:

    Fıkıh bilgilerini derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir.



    Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir okuması felaket olur. (Hadika)



    Dört işlemi bilmeden yüksek matematiği öğrenmek imkansızdır. Bunun gibi akaid, fıkıh ve diğer lüzumlu ilimleri bilmeden tefsir okuyan elbette sapıtır.



    Fıkıh ilmini öğrenmeden tefsir ile vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü, tefsir ile, vaaz, kıssa öğrenilir. Fıkıh ile, helal, haram öğrenilir. (Redd-ül- Muhtar)



    Tefsir okumak, emrolunmadı. Fıkıh okumak ise, emrolundu. (Berika s. 1297)



    Sual: Dinimizi hangi tefsir ve hadis kitabından öğrenmem daha kolay olur?

    CEVAP

    En kıymetli tefsir, Beydavi tefsiridir. En kıymetli hadis kitapları Kütüb-i sitte denilen altı hadis kitabıdır. Fakat bizim gibilerin dinimizi bu kitaplardan öğrenmesi mümkün değildir. Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:



    Tefsir, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Kendi görüşü ile tefsir caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, hata etmiştir) buyuruldu. Hadisleri de, hadis kitaplarından değil, İslam âlimlerinin fıkıh, ahlak kitaplarından naklederek söylemek veya yazmak gerekir. (Berika)



    İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

    Hadis-i şerifler Kur'an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları hadis-i şerifleri açıklamıştır. Din âlimleri de, mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Tahareti, namazların kaç rekat olduklarını, rüku ve secdelerde okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını Kur'an-ı kerimden çıkarmak mümkün değildir.



    İmran bin Husayn hazretleri, (bize yalnız Kur'andan söyle) diyene, (Ey ahmak, Kur'an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin) buyurdu. Hz. Ömer’e de, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur'an-ı kerimde bulamadık, dediklerinde buyurdu ki:

    Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur'an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları iki rekat olarak kılardı. Biz de öyle yaparız. (Mizan-ül-kübra)



    Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:

    Fıkıh bilgilerini derin âlimler, âyet-i kerimlerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır.



    Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkanın âlimleri tefsirlerden yanlış mana anladıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca âlim olmayanların tefsir okuması felaket olur. Tefsir kitaplarını anlayabilmek için, kolları olan seksen ilimle birlikte yirmi ana ilmi öğrenmek gerekir.



    Kur'an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okuması gerekir. (Hadika)



    Nahl suresinin 44. âyetinde mealen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin) buyuruldu.

    Beyan etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.



    Resulullah, Kur'an-ı kerimde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezhep imamları da kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamazdık. Çok büyük âlim olan mezhep imamları da hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu âlimler, Resulullahın vârisleridir.



    Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.



    Peygamberlerin hepsinin dinlerinde amele ait birbirlerine zıt hükümler bulunduğu halde hepsine iman ve tasdik etmemiz gerekir. Mezhepler de, bunun gibidir.



    Müctehid olmayanın, mezhepler arasında ayrılıklar bulunduğunu görse de, hepsine iman ve tasdik etmesi gerekir. Müctehid olmayan birinin, bir mezhebi hatalı görmesi, o mezhebin hatalı olduğunu göstermez. O kimsenin, kendisinin hatalı olduğunu, anlayışının kıt olduğunu gösterir. (Mizan-ül-kübra)



    Kur’an tercümesi
    Sual: TV’lerde, barlarda Beethoven’in 9. senfonisini, Mozart’ın figarosunu ve Molyer’in şiirlerini niçin Almanca, İtalyanca, Fransızca söylüyorlar veya dinliyorlar da, (Bu yabancı dildir, Türkçe söylemek gerekir) diyerek, bu senfonileri Türkçeye tercüme etmiyorlar? Fakat Kur’an tercümesine nasıl olup da Kur’an diyebiliyorlar?

    CEVAP

    Çünkü, Türkçeye tam çevrilemeyeceğini biliyorlar. Türkçelerine Beethoven’in veya Şopen’in eseri denilemiyor. Bir şiirin tercümesi bile şiirin aslı değildir. O halde, Kur’an-ı kerimin tercümesine hiç Kur’an denebilir mi? Şekspir’in, Viktor Hügo’nun ve Baki efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce, Fransızca ve Arapça dillerini edebiyatı ile birlikte öğrenmek gerektiği gibi, Allah kelamının belagatini ve inceliklerini anlayabilmek için de, gerekli ilimleri öğrenmeden, bunları anlamaya kalkışmak çok yanlıştır.



    Tefsir akla değil, nakle dayanır

    Sual: Kur’an-ı kerimin manasını Muhammed aleyhisselamdan başkası anlayamaz mı?

    CEVAP
    Evet. Kur’an-ı kerimin manalarını tam olarak yalnız Muhammed aleyhisselam anlamıştır. Ondan başka hiç kimse tam anlayamaz. Eshab-ı kiram, ana dili olarak Arabi bildikleri, edib ve beliğ oldukları halde, bazı âyetleri anlayamaz, Peygamber efendimize sorarlardı. Resulullahın Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirdiğini imam-ı Süyuti haber vermektedir. (Hadika)



    Tefsir, akılla yapılmaz. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalalete, hatta küfre düşer. Tefsir nakle dayanır.



    Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

    (Kemalatın, üstünlüklerin ve olgunlukların her çeşidi nübüvvet kaynağından ve ışığından alınmıştır. Fakat herkes bu kaynaktan istidadı kadar ve kabiliyeti nispetinde istifade eder.



    Resulullah, Hak aşıklarının istidatlarına uygun olarak, onların ruhlarına manevi sırlar bildirir, feyz ve marifetleri ulaştırır ve yansıtırdı. Hadis-i şerifte, (İnsanlarla akıllarının seviyesine göre konuşunuz) buyuruldu.



    Bir gün Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e derin, ince marifetleri, onun seviyesine göre anlatıyordu.Yanlarına Hz. Ömer gelince, konuşma üslubunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Yanlarına Hz. Osman gelince, yine konuşma üslubunu değiştirdi. Oraya Hz. Ali de gelince konuşmasını, hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Peygamber efendimizin her defasında konuşma üslubunu değiştirmesi, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarından meydana gelmiştir.) [Mektubat-ı Masumiyye 59]



    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Biz Peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele yapmak ve anlayabileceği şekilde hitap etmekle emrolunduk.) [İ.Gazali]



    (Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]



    Hz.Ali, göğsünü işaret edip, (Burada istediğiniz kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Adamın biri bir âlime ince bir mesele sordu. Âlim cevap vermeyince, o kimse dedi ki:

    - Sen, (İlmini gizleyene Allahü teâlâ ateşten gem vurur) hadis-i şerifini bilmiyor musun?

    - Eğer anlattıklarımı anlayabilecek bir kimse sorar da söylemezsem, o zaman bana gem vurulur. Kur’an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi fitneye sebep olur. (İhya)



    Nakli esas almayan tefsirler
    Sual: Günümüzde, yerli veya yabancıların, nakli esas almayan, şahsi görüşle yazdıkları tefsirler vardır. Bunları okumakta mahzur var mıdır? Hatasız Kur'an tercümesi var mı?

    CEVAP
    İslam âlimlerinin büyüklerinden ibni Hacer-i Mekki hazretleri bir fetvasında buyuruyor ki:

    İslam âlimlerinin tefsirlerinden almayıp da, kendi anladığını ve kendi görüşlerini tefsir olarak yazan ehliyetsiz kimselerin tefsirlerini milletin önüne sürenlere mahkemeler mani olmalıdır! Böyle nakli esas almayan tefsirler bâtıldır, bozuktur. Bu tefsirleri milletin önüne süren din adamları sapıktır. Başkalarını da doğru yoldan saptırmaya çalışmaktadır. (Fetava-yı hadisiyye)



    Tefsir, akla değil, nakle dayanır. İslam âlimlerinin, Peygamberimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer.

    Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mek.Rabbani 234]



    Bir kimse, kendi görüşüne göre Kur’an-ı kerime mana verse, verdiği mana doğru olsa da, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata etmiş olur. Verdiği mana yanlış ise kâfir olur. (Berika)



    Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur’an okumalı, dinini bundan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalı) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar.

    Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Kur’an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hata etmiştir) [Nesai]



    Her tefsiri herkes anlayamaz. Kur'an-ı kerimi tercüme etmenin imkansız olduğu yukarıda bildirildi. Ancak tefsiri yapılabilir. Tefsir yapmak da büyük iştir. Bir hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. O halde tefsir denilen her kitaba güvenmemelidir!



    Mevduat-ül-ulum'da deniyor ki:

    (Kur'an-ı kerim ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek, sayısız acayip hâller bulunan engin bir denizdir. Ondaki her ilmi öğrenmek, sırrına erişmek imkansızdır.)



    Kur'an-ı kerimin hakiki tefsirini yapan, doğru manasını veren, ancak Muhammed aleyhisselamdır, Onun hadis-i şerifleridir. Bu hadis-i şerifleri de, ancak Eshab-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına uymuştur. Şu halde, Kur'andan ve hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman, dinini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ilmihâllerden öğrenmelidir.



    Tercüme hataları

    Sual: Fütuh-ül-gayb’ın bir tercümesinde, (Üzerinde farz borcu olan, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Kazasını kılmadıkça, nafile namazları kabul olmaz) hadis-i şerifi, (Farz borcu varken nafile ile uğraşan, doğurmayıp düşük yapan kadına benzer) şeklinde tercüme edilmiştir. Doğrusu nasıldır?

    CEVAP
    Bu hadis-i şerifi şerh eden Hanefi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri, (Bu hadis, farz borcu olanın, sünnet ve nafilelerinin kabul olmayacağını göstermektedir) buyurup yukarıdaki meali bildirmiştir. 48. makalenin sonundaki hadis de, (Hakka isyan şeklinde mahluka koşmak yakışmaz) diye tercüme edilmiş. Halbuki doğru tercümesi, (Hâlıka isyan olan işte, mahluka itaat yoktur) yani, (Bir kimse, âmir de olsa, Allah’ın haram kıldığı bir şeyi, yap diye emrederse, onun emri yapılmaz) demektir. Yanlış tercümelere itibar etmemelidir.



    Kur'an-ı kerimin tefsiri ve tevili ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murad-ı ilahi anlaşılamaz. Hadis-i şeriflerin de kelime kelime tercümesi çok zaman yanlış manalara gelir. Hatta bir dildeki deyim ve atasözlerinin bile kelime kelime tercümesi çok yanlış olur. Mesela Fransızca, (Aveler les yeux), kelime anlamı, gözleri yutmak, deyim manası, yiyecekmiş gibi bakmak demektir. (De bonne guerre), kelime anlamı, iyi savaştan demektir. Deyim anlamı, kanunlara uygun demektir. (Avoir le cœur gros), kelime anlamı, büyük yüreği olmak, deyim manası, üzüntüsü olmak demektir.



    Deyimlerin manaları

    Türkçemizde de birçok deyimler vardır. Mesela (Göz boyamak) tabirini kelime kelime yabancı bir dile çevirirsek, gözün üstüne boya sürmek gibi bir mana çıkar. Halbuki, Türkçede göz boyamak, aldatmak demektir. (Göze girmek) gözün içine girmek değil, takdir toplamak, itibar kazanmak demektir. (Gözden düşmek) de itibarını kaybetmek demektir. Eli maşalı deyimi, el ve maşa kelimeleri ile başka dile çevrilemez. İngilizceye yaklaşık olarak kavgacı anlamına gelen quarrelsome kelimesi ile çevrilir. Eli açık deyiminde de, el ve açık kelimelerini kullanmadan, cömert anlamına gelen generous kelimesi kullanılır. Eli uzun deyimini ise, hırsız anlamına gelen thief kelimesi ile anlatmak gerekir. (To be in the soup) başı dertte olmak demektir. Kelime anlamı ise çorbanın içinde olmak demektir.



    Arabi’de de çok tabirler vardır. Hadis-i şerifler çok vecizdir. Kelime kelime tercüme edilirse yanlış olur. Birkaç misal verelim!

    Türkçede hırsızlık yapana eli uzun derler. Arapça’da eli uzun, cömert demektir. Hz. Zeyneb binti Cahş, cömert ve eli marifetli idi. Peygamber efendimiz onun hakkında, (Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun [cömert] olanıdır) buyurmuştur.

    Dünya kelimesi, Türkçede, yeryüzü manasından başka, fikir ve inanç bütünlüğü manasına da gelir. (İslam dünyası) gibi. Görüş manasına gelir. (Dünyaları ayrı iki insan) gibi. Çok kalabalık manasına da, (Dünyanın insanı gelmiş) denir.



    Dünya, arabide de bildiğimiz dünya manasına geldiği gibi, başka manalara da gelir. Dünya, ednâ kelimesinin müennesidir. Ednâ ism-i tafdil olup mastarı dünüv veya denâettir. Birinci mastardan gelince çok yakın demektir. Mesela şu âyetteki dünya kelimesi bu manadadır:

    (Biz, en yakın olan gökü yıldızlarla süsledik.) [Saffât 6]



    Bazı yerlerde ikinci manada kullanılır. Mesela hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Dünya [deni, alçak şeyler, haram ve mekruhlar] melundur.) [İbni Mace]



    Dünya, mal, dünyalık, rızık gibi manalara da gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Dünya [dünya malı] bana yaklaşmak istedi. "Benden uzaklaş" dedim. Giderken, "Sen benden kurtuldun ama, senden sonrakiler benden kurtulamaz" dedi.) [Bezzar]



    (Cennet anaların ayakları altındadır) hadis-i şerifini, (Cennet, ananın rızası altındadır) şeklinde açıklamak lazımdır. Ancak bu kadar bir açıklama da kâfi gelmez. Çünkü ana-babanın gayrı meşru emirlerine de riayet edilmesi gerekeceği anlaşılır. Ayrıca bir çocuk, müslüman olmasa; fakat ana-babasının rızasını alsa, Cennete gideceği de zannedilebilir. O halde hadis-i şerifi İslam âlimlerinin açıkladığı şekilde bildirmek lazımdır. O da şöyle: (Müslüman evlat, müslüman ana-babanın dine uygun emirlerine riayet edip, rızalarını kazanırsa, Cenneti kazanır.)



    (Eş-şer'u tahtesseyf) ve (El Cennetü tahte zılâlissüyuf) hadis-i şeriflerini kelime kelime tercüme edersek (İslam kılıç altındadır) ve (Cennet kılıçların gölgesi altındadır) demektir. İslam kılıcın altında ne demektir? Kılıç ile atom bombası, roket, radar, füze gibi her çeşit harb vasıtaları kastedilmektedir. Müslümanlar, ekonomide, teknolojide ileri seviyede olursa, dinlerini korumuş olurlar. Yani, İslamiyet, kılıç ve diğer vasıtaların koruması altındadır. Amerika'nın, Avrupa’nın, Rusya'nın tekniğini almak lazımdır. O halde yukarıdaki hadis-i şeriflerin açıklaması şöyle olur:

    (İslamiyet, kâfirlerdeki silahların hepsini yapmakla ve bunları iyi kullanmakla sağlam kalır.)


    Allah’ın dinine yardım
    Sual: Bir Kur’an tercümesinde, Muhammed suresinin 7. âyetinde, (Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder) deniyor. Allah’a nasıl yardım edilir ki?

    CEVAP

    Aynı anlamda birkaç âyet-i kerime daha vardır:

    (Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Elbette Allah, güçlüdür, galiptir.) [Hac 40]

    (Allah’a ve Peygamberine yardım edenler...) [Haşr 8]

    Hadis-i şerifte de (Allah’ın emrini aziz et, Allah da seni aziz etsin!) [Deylemi]



    Kur'an tercümelerinden, meallerden, hadislerden din öğrenilmez. Yanlış anlamalara sebep olur. İslam âlimlerinin açıklaması ile birlikte okumalıdır. Fıkıh kitapları Kur'an-ı kerimin tefsirleridir.

    Allah’a yardım demek, Allah’ın dinine yardım demektir. Yani İslamiyet’e hizmet demektir. İslamiyet’e hizmet ise, Allahü teâlânın, Resulünün ve âlimlerin bildirdiği şekilde yapılırsa hizmet olur. Kendi anlayışına göre yapılırsa, ekseriya fitne olur.


    Hz. İbrahim güneşe tapmadı
    Sual: Bütün peygamberlerin peygamberlikleri bildirilmeden önce de, günah işlemedikleri malum iken, neden meallerde, İbrahim aleyhisselamın, yıldıza, aya ve güneşe "Bu benim Rabbim" dediği yazılıdır?

    CEVAP
    Hiçbir peygamber, peygamberliğini tebliğ etmeden önce de günah işlemez, hele Allahü teâlâya şirk koşmaz. Müşrikler gibi (Güneş benim Rabbim) demez.



    Maalesef birçok tercümelerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye yazılmıştır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur'an-ı kerim tercümelerinden fıkıh, akaid gibi ilimler öğrenilmez. Sonra âyetleri açıklamak herkesin işi değildir. Kur'an-ı kerime yanlış mana verdikleri için yetmiş iki sapık fırka meydana çıkmıştır.



    Tefsir-i Mazharide, Enam suresinin 76-79. âyet-i kerimelerinin açıklaması şöyle:

    İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip (Bu mu benim Rabbim?) diyerek bunlara tapanları ilzam etmek istemiştir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de böyle bildirilmektedir.

    Mevcut Kur'an tercümeleri içinde bir iki tanesi ancak, yıldız, ay ve güneş için (Bu mu benim Rabbim?) şeklinde tercüme etmiştir. Maalesef diğer tercümelerde (Bu benim Rabbimdir) şeklinde geçmektedir.



    Tibyan’da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde tercüme yapılmıştır. Ancak 76. âyetin açıklamasında tefsirlerden aldığı dört açıklama şöyle:

    1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için böyle söylemiştir.

    2- Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, doğruyu öğretmek niyetiyle (Bunun gibi şeyden Rab mı olur? Bu mu benim Rabbim?) demek istemiştir.

    3- Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek istemiştir.

    4- (Kavmim Rabbimin bu olduğunu söylüyor) demek istemiştir.



    Bu dört açıklama da İbrahim aleyhisselamın, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) demediğini, yani müşriklerden olmadığını açıkça göstermektedir.

    Ay veya güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir. Halbuki peygamberler, şirk değil, günah bile işlemezler. (Feraid)



    Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (İbrahim ne yahudi, ne de Hıristiyandı. O gerçekten Allah’ı tanıyan doğru bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i imran 67]



    (Andolsun ki bundan önce, İbrahime de rüşdünü [büluğundan önce hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstehak olduğunu] biliyorduk.) [Enbiya 51]



    Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan önce de hidayet üzere olduğunu göstermektedir. (Beydavi)



    Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri ilmihalden öğrenmemiz gerekir.



    Şeytanın da elçileri vardır
    Sual: Bazı kimseler, kendilerine vahy geldiğini söylüyor. “Karıncaya, kargaya vahy geliyor da, bize niye gelmesin” diyorlar. Bir kısmı da, “Nebi gelmez ama, Resul gelir, biz resulüz” diyorlar.

    CEVAP
    Vahy, haber demektir. Deyim olarak da, Allahü teâlânın Cebrail aleyhisselam vasıtası ile peygamberlerine gönderdiği haber demektir.



    Vahy, Peygamber efendimizin vefatı ile kesilmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri (Peygamberlik sona ermiş ve vahy kesilmiş, sona ermiş ve din kemal bulmuş ve nimet tamam olmuştur) buyuruyor.

    Kısas-ı enbiya kitabının 410. sayfasında diyor ki:

    Resulullah hayatta iken, vahy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyor idi. Ondan sonra artık vahy kesildi, hiç kimseye vahy gelmek ihtimali kalmadı.

    Vahy, iki türlüdür:

    1- Vahy-i metlu

    2- Vahy-i gayri metlu



    Cebrail aleyhisselam, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek Peygambere okur. Bu vahyin kelimeleri de, manaları da Allah’tan gelmiştir. Kur'an-ı kerim, vahy-i metludür.



    Vahy-i gayri metlu, Allahü teâlâ tarafından Peygamberin kalbine bildirilir. Peygamber; bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler. Bu sözlere, Hadis-i kudsi denir.



    Vahy, yalnız Peygamberlerin kalblerine gelir. Evliyaya da gelmez. Meleklerin getirdikleri düşüncelere İlham denir. İlham Peygamberlerin ve salih Müslümanların kalblerine gelir.



    Allahü teâlâ, her hayvana bir şeyler öğretmiştir. Anne kuşlar, yavrularının acıktıklarını bilir, onlara yiyecek getirir. Bunu nereden biliyor? Allah öğretti tâbii. Memeli hayvanlar da yavrularını emzirir. İpek böceği dut yaprağından ipek yapar. Kanguru tehlike anında yavrularını torbasına koyarak kaçar.



    Bunları onlara kim öğretti, elbette Allah öğretti. Yani her hayvana her insana bir şeyler öğretti. Bunun peygamberlere gelen vahy ile bir ilgisi yoktur. Bunlar için ilham olundu demek daha uygundur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Rabbin bal arısına, “Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gösterdiği yollardan yürü” diye öğretti. Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.) [Nahl 68-69]



    Meallerde, tefsirlerde, (Allah arıya ilham etti, öğretti) ifadeleri geçiyor. Hiçbir âlim, (Arıya vahy geliyor, arı peygamberdir) dememiştir.



    Kur’an-ı kerimde karga ile ilgili âyet-i kerime şu mealdedir:

    (Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona (Kabil’e) yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil ise), “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi ve ettiğine pişman oldu.) [Maide 31]



    Kargaya bunu öğreten Allahü teâlâ, arıya da, diğer hayvanlara da çok şey öğretmiştir. (Vahy kesilmedi, kargaya da arıya da vahy geliyor, bana da vahy geliyor) demek çok yanlıştır. İnsanlara şeytandan vesvese gelir, melekten ilham gelir. Şeytandan gelen düşünceyi (Bana vahy geliyor) sanarak, “Ben Resulüm” diyen sapıklar çıkabilir. Şeytanın resullerine [elçilerine] itibar etmemelidir.



    Kafayı üşütmek üzere
    Sual: Elimde bir Kur’an tercümesi var. Onu okuyorum. Kafayı üşütmek üzereyim. Fasık, kâfir mi demek? Buna benzer şey radyoda da dinledim. Fasık, tevbe ile fasıklıktan kurtulamaz mı?

    CEVAP
    Fasık, kâfir demek değildir. Okuduğunuz Kur'an tercümeleri ile dini doğru öğrenmeniz mümkün olmaz. Birçok kelime, her ilimde, ayrı manada kullanılır. Mesela, zalim kelimesi tefsir ilminde, kâfir demektir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına saldıran kimse denir. O halde, bir ilme ait bir kitabı okuyup anlayabilmek için, önce kelimelerin bu ilimdeki özel manalarını bilmek gerekir. İşte, birkaç sene Arabi öğrenenlerin ve eline bir cep lügatı alıp da, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye kalkışan türedilerin, para kazanmak için yaptıkları tercüme ve tefsirler, bozuk ve zararlı olmaktadır.



    Radyodan dinlediğiniz bilgi de yanlış ve eksiktir. Tevbe edip bir daha günah işlemeyen hemen fasıklıktan kurtulur. Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de her çeşit günahı işlese, hatta Allah’a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse, Allahü teâlâ yine affeder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:

    (Ey günahta haddi aşanlar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları affeder. O, gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur.) [Zümer 53]



    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]



    (Hak teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim.) [Tirmizi]



    (Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, tevbe edince, Allah tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]

    (Allah’ın Rab, benim de Peygamber olduğuma yakînen inanana, Cehennem haram olur.) [Hakim]

    (Hak teâlâ "Günahını affımdan büyük görene şiddetli gazap ederim" buyurdu) [Deylemi]



    (Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyen fasık, Allah’ın rahmetinden ümit kesen âbidden, rahmete daha yakındır.) [Hakim]



    (Mümin, Allah’ın azabını bilseydi, Cenneti ümit etmezdi. Kâfir de Allah’ın rahmetini bilseydi, Cennetten ümidini kesmezdi.) [Müslim]

    [Allah’ın rahmeti bu kadar bol iken Onun rahmetinden hiç ümit kesilir mi?]



    (Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin!) [Taberani]



    (Allah’ın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirene, Allah lanet etsin! Kolaylaştırın, güçleştirmeyin!) [Şir’a]



    (Allahü teâlâ, hiç kimsenin hatırına gelmeyen bir mağfiretle, günahkâr müslümanları affeder.) [Beyheki]



    (Ömründe bir defa Allah’ı anan veya Ondan korkan Cehennemden çıkar.) [Tirmizi]



    (Allahü teâlâ buyurdu ki, "Ey kulum, af dilersen, günahlarının çokluğuna bakmadan affederim. Günahların bulutlara kadar yükselse de affederim. Yer dolusu günahla gelsen, yer dolusu mağfiretle karşılarım. Yeter ki iman ile gel!") [Tirmizi]



    Din meallerden öğrenilmez

    Sual: Bir sorunum var bu beni çok rahatsız ediyor. Anlatacağım olay 8 yıl önceye ait. Amcamın bir buçuk iki yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Yazın havuza yüzmeye girerdim. Bazen havuza bu kız çocuğunu da alır atar yüzdürür eğlenirdim, bunu 5-6 defa yaptım.

    Sonra bu olaydan bir ay sonra askere gittim çocuğun bir şeyi yoktu koşup eğleniyordu. Benden 70-75 gün sonra hastalanır, 3-4 gün evde yatar havale geçirir ailesi doktora götürmez nasılsa geçer diye, son gün iyice fenalaşır hastaneye götürseler de kurtulmaz, hastanede neden daha erken getirmediklerini (zatürre) olduğunu falan söylerler.

    6 Ay önce birden aklıma bu olay geldi anneme sordum neden ölmüştü diye o da üşütmüş deyince, acaba ben havuza attım da ondan mı oldu dedim kendi kendime ve o gün bugün aklımdan çıkaramıyorum. Benim yüzümden oldu ben katil oldum bir müslümanı öldüren ebediyen Cehennemde kalacak diye biliyorum, bunu da mealden öğrenmiştim. Ben şimdi ne yapayım?

    CEVAP

    Çocuğun ölümü ile sizin hiç ilginiz yok. Diyelim sen üşüttün ve o da hastalandı öldü, yine sen katil olmazsın. Yine diyelim ki, çocuğu boğup öldürdün. Bu haramdır, adam öldüren kâfir olmaz. Bir müslümanı (niye müslüman oldun) diye öldürmek küfürdür. Yoksa alacak davası yüzünden veya başka bir sebeple mesela parasını almak için öldürmek küfür olmaz. Hiçbir günah küfür yani kâfirlik değildir.

    Diyelim bir müslümanı, çocuğu değil, çünkü çocuk akıl baliğ olmadan müslüman olmaz, bir müslümanı niye Allah’a inanıyorsun niye müslüman oldun diye öldürdün. Sonra da pişman oldun. Allah bütün günahları affeder. En azılı kâfiri bile affeder hatta bütün günahlarını sevaba çevirir. Kâfirliği de affeder, şirki de affeder, yeter ki tevbe edilsin. Tevbe edince anadan doğduğu gibi temiz müslüman olur.



    En büyük günahın (şirk) olduğu, Allah’ın bunu asla affetmeyeceği, bunun dışındaki günahları isterse affedeceği de mealde yazıyor.

    CEVAP

    Allah şirki de affeder. Affetmem dediği ahirette kâfir olarak müşrik olarak öleni affetmem demektir. Yani kâfirler ahirette affa uğramayacaktır.



    Din meallerden öğrenilmez, sizdeki yanlış bilgiler meal okumaktan ileri geliyor. Siz ilmihal okuyun. Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de bütün sorularının cevabı vardır. Dini bilmeyenin dini yoktur buyuruluyor, dinini ilmihal okuyup öğren. Bu ilmihal internette de var. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. adresinden okuyabilir ve temin edebilirsiniz.



    Sual: Mealen ne demektir?

    CEVAP
    Mealen demek, tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre demektir. Yani tefsir âlimlerinin anladığı mana demektir. Bunun için Kur'an tercümesi denilen kitaplardan, Kur'an-ı kerimin manası anlaşılmaz. Kur'an tercümesi okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yaptığı tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir.



    Kur'an-ı kerim tercümesini okuyan, amele, ibadete ait bilgileri öğrenemez.

    İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet fırkası, Kur'an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur'an tercümesi okuyarak, doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün olmaz. Hatta (Beydavi), (Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin anlaması mümkün değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. (Hadika)



    Anlamadan Kur'an okumak
    Sual: Anlamadan Kur'an okumak, dinlemek ve hafız olmak için ezberlemek faydasızdır. Kur'an yerine meal okumalı diyenler çıkıyor. Doğru mu?

    CEVAP
    Kur’an-ı kerimi, lisanı Arabi olanlar bile anlayamaz. Hatta evliyanın ve ulemanın en büyükleri olan Eshab-ı kiram bile, âyetlerin manalarını Resulullah efendimize sual ederlerdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Kur’an-ı kerim Allah’ın metin [sağlam] ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz. Çok okumak ve dinlemekle eskimez.) [İbni Mace]



    Kur’an-ı kerimin, çok veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunduğu, bütün manaları bildirilse bile, yazmak için kağıt ve mürekkep bulunamayacağı bizzat Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Mealen buyuruluyor ki:

    (De ki, Rabbimin [İlmini, hikmetini bildiren, hayrete düşüren] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf 109 - Beydavi]



    Her Arapça bilenin, Kur’an-ı kerimi anlayacağını zannedenin büyük hata içinde olduğu yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şeriften anlaşılmaktadır.



    Sual: Anlamadan Kur’an okumak sevap değil midir?

    CEVAP

    İmam-ı Gazali buyuruyor ki:

    (İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri, Cenab-ı Hakkın, (Anlayarak da anlamayarak da Kur’an-ı kerim okuyan, benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirmektedir.) [İhya]



    Bazıları (Anlamadan Kur'an okumak caiz olmaz) diyebiliyor. İmam-ı Ahmed hazretlerine mi, yoksa türedilere mi inanacağız?



    İslam âlimlerinin en büyüklerinden, Hanbeli mezhebinin reisi İmam-ı Ahmed hazretleri böyle buyururken, hâlâ herkesin Kur’an-ı kerimi anlayarak okuması gerektiğini söylemek ne büyük gaflettir. Nasıl olup da, (Kur'anı anlayamıyorsan ezberleme!) denebiliyor? Halbuki Kur’an-ı kerimi ezberlemek, hafız olmak için manasını anlama şartı yoktur. Kur’an-ı kerimi hıfzetmenin sevabı çok büyüktür.

    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Kur’an-ı kerimi okuyun ve onu ezberleyin! Allahü teâlâ içinde Kur’an-ı kerim bulunan kalbe, azap etmez.) [Şir’a Şerhi]



    (Kur'an hafızları ehl-i Cennetin arifleridir.) [Ebu Nuaym]

    (Hafızasında Kur’an-ı kerimden bir şey bulunmayan, harap bir ev gibidir.) [Tirmizi]



    (Kur'anı hıfzeden kimse ölünce, Allahü teâlâ toprağa onun etini yememesini emreder. Toprak, "Ya Rabbi, senin kelamın içinde iken ben onu nasıl yiyebilirim?" diye cevap verir.) [Deylemi]



    Elbette Kur'an hafızlarının haramlardan kaçıp ibadetleri yapması gerekir. Aksi takdirde büyük vebal altına girmiş olurlar. Bazı kimseler de, okumasını bilmeyenin evinde Kur’an bulundurmasının uygun olmadığını söylüyorlar. Bunların sözleri de yanlıştır. Çünkü Kur’an-ı kerimi, okumasını bilmese de, bereketlenmek için evinde mushaf-ı şerif bulundurmak sevaptır. (Hindiyye)



    Kur’an-ı kerimi öğrenmek ve öğretmek

    Kur’an-ı kerimi öğrenmek, öğretmek ve okumak çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (En hayırlınız, Kur’an-ı kerimi öğrenen ve öğreteninizdir.) [Buhari]

    (Kim bir âyet öğrenirse, kıyamette onun için nur olur.) [Darimi]

    (Bir âyet öğrenmek, yüz rekat nafile namazdan iyidir.) [İbni Mace]



    (Kur'an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur'an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.) [Darimi]



    (Bir gecede on âyet okuyan gafillerden sayılmaz.) [Hakim]

    (Kur'an okuyun! Çünkü kıyamette şefaat eder.) [Müslim]



    Kur’an-ı kerimi okumak sünnet, dinlemek ise farzdır. Yani dinlemek daha çok sevaptır. Mushafa bakarak dinlemek daha sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Kur'an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.) [Buhari]

    (Kur'andan bir âyet dinleyen sayısız çok sevaba kavuşur.) [İ.Ahmed]



    Mealler hatalıdır

    Sual: Bilindiği gibi mealler değişiktir. Birbirini tutmayan yerleri çoktur. Meallerde hata olabilir mi?

    CEVAP

    Prof.Dr. M.Sait Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanı iken açıkladığı gibi meallerde hata olur. Hiç hata olmasa bile meale "Allah kelamı" denmez. Kur’an-ı kerimin başka dillere yapılan çevirmelerine Kur'an denmez. Bunlara, Kur’an-ı kerimin meali denir. Bunlar, Kur'an diye okunamaz. Bunları, Kur'an diye okumak sevap olmaz, günah olur. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:

    (Kur’an-ı kerim tercümesini, Kur’an-ı kerim yerine okumak haramdır.) [Fetava-i fıkhiyye s. 37]



    Tefsir-i Meraği
    Sual: Tefsir-i Merağinin yazarı Mısırlı Mustafa Meraği kimdir?

    CEVAP

    Yüksek İslam Enstitüsü eski Müdürü Ahmed Davudoğlu Hoca, "Dini Tamir Davasında DİN TAHRİPÇİLERİ" isimli kitabında özetle diyor ki:

    (M. Abduhun tilmizi [çömezi] Merağinin Ezher rektörlüğü benim Mısırda talebeliğim zamanına rastladığı için kendisini tanırım. Şeyh-ul-islam Mustafa Sabri efendi gibi hakiki İslam âlimleri, Abduhu, bunu ve emsalini haklı olarak tenkit etmiştir. Fakat Meraği, cevap verecek vasıfta değildi. Meraği, üstadı M.Abduh ve üstadının üstadı Efgani gibi birçok tashihi güç hatalara düştü. Birkaçı şöyle:

    1- Meraği, üstadı Abduh ve arkadaşı Reşit Rıza gibi mucizelere inanmaz.

    2- Fıkıh dinden değil der. Kur'anda fıkıh öğrenmek emrediliyor. (Tevbe 122) Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Allah kimin hayrını murad ederse, onu dinde fakih kılar) [Buhari]

    3- Arap olmayanın, Kur'an tercümesi ile namaz kılması caiz ve hatta daha iyi diyor.



    İbni Kesir Tefsiri
    Sual: İbni Kesir’in tefsiri uygun mudur?

    CEVAP

    Tefsirini hadislerle açıklamış ve kendi görüşlerini de karıştırmış olduğu Keşfüz-zununde yazılıdır.

    Şam âlimlerinden üstad Abdülgani hazretleri, Fadl-üz-zakirin kitabında, (İbni Kesir tefsirini okumamalıdır. Çünkü içinde dalalat-i kesire vardır. İnsanların itikadlarının bozulmasından korkup endişe ettiğim için İbni Kesirin tefsirini, İbni Teymiye ve İbni Kayyımın kitaplarının okunmasını hiç tavsiye etmem. Çünkü bunların kitaplarında o kadar çok sapık ve bozuk sözler var ki, herkes bunları ayırt edemez. Bunları ancak rasih ilimli âlimler anlayabilir. (Fadl-üz-zakirin s. 24)



    Bir kitapta, itikadı zedeleyen, insanı küfre düşürücü bir ifade bulunursa, elbette o kitap çok zararlıdır. Bazı mezhepsizler, (Kitaptaki faydalı yerlerini alır, zararlılarını atarım) diyor. Halbuki kitap bilgi öğrenmek için okunur. Faydalısını zararlısından ayırabilen kimsenin o kitabı okumasına ne lüzum var? Bildiği şeyleri niçin okusun? Bilmediklerini öğrenmek için okuyorsa, bilmediği bir şey onu küfre düşürebilir, ebedi felaketine sebep olabilir. Bunun için mezhepsizlerin kitaplarını okumak çok zararlıdır.



    Tefsir ilminin imamı

    Sual: Beydavi tefsiri kıymetli midir?

    CEVAP

    Elbette kıymetlidir. Beydavi hazretlerini İslam âlimlerinin hepsi metheder. Keşfüz zünunda "Envar-üt tenzil" tefsirini anlatırken diyor ki:

    (Bu tefsirin şânı, çok büyüktür. Anlatmaya lüzum yoktur. Yazarı allame imam-ı Kadi Beydavi, her ilimde mahir ve mütebahhır idi. Onun yazılarına, itiraz eden, ilimdeki yüksek derecesine varamayan ve sözlerinin inceliğini anlayamayan kimsedir. Onun ilimdeki kemalini, ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmişler, makamının yüksekliğini teslim etmişlerdir. Onun sözlerinin manasını ancak keskin görüşlü olan anlayabilir.)



    Çok âlimler, fadıllar tefsirine haşiye yaparak kendisini meth ve sena ettiler. Bunlar içinde en faydalı olan ve kolay anlaşılanı, büyük âlim Muhammed bin Mustafa Şeyhzade haşiyesidir. Bu haşiyenin başında (Hidayet yolunun imamı allame Kadi Beydavinin şanının ulviyyetini âlimler söz birliğiyle bildirdiler) deniyor. Bir ilmin en yüksek derecesinde bulunan âlimlerin reisine imam denir. Bu imam elbette müctehiddir. Bütün âlimler Beydavi için tefsir ilminin imamı dedi.



    (Kamüs-ul alam)da (Beydavi, fıkıh ve tefsir ve sair ilimlerinde yed-i tüla sahibi, müteverri ve mütteki bir zattır) diyor. Abdülgani Nablüsi gibi bir âlim, (Hadika)da, vesika olarak pek çok âyet-i kerime yazmış, bunların tefsirlerini Beydavi tefsirinden aldığını bildirmiştir.

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •