Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
7 sonuçtan 1 ile 7 arası

Konu: 14/01 Sağlık Haberleri

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    14/01 Sağlık Haberleri

    Bugün buraya...
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Sigara cildi yaşlandırıyor



    Kanser, akciğer hastalıkları ve kalp-dolaşım sistemi gibi rahatsızlıkların oluşmasında rol oynayan sigara, ciltte de önemli sorunlara yol açıyor.

    Yara iyileşmesinde gecikme, kırışıklık, saç dökülmesi, sedef hastalığı, cilt kanserleri ve ağız içinde görülen birtakım hastalıklara neden olan sigara, cilde yaşlı bir görünüm de veriyor.

    Alman Hastanesi dermatoloji uzmanlarından Dr. Belma Bayraktar, deri yaşlanmasında sigaranın büyük rol oynadığını söyledi.

    Dr. Belma Bayraktar, kırışıklıkların deri yaşlanmasının önemli bir göstergesi olarak kabul edildiğini de açıkladı:

    “Cilt yaşlanmasının başlıca nedenleri arasında yaş, genetik, ultraviyole ışınlar, çevresel faktörler, hormonal değişiklikler ve beslenme yer almaktadır.

    Ancak kanser oluşumundaki rolünü iyi bildiğimiz sigara bununla da kalmayıp cilt yaşlanmasının da en önemli nedenleri arasındadır.

    Bu nedenle kırışıklık ile ilgili çalışmalarda olguların multifaktöriyel değerlendirilmesi gerekmektedir.”

    Tiryakilerin cildi çabuk kırışıyor

    Yapılan bazı bilimsel çalışmaların 40 yaşında sigara içen bir kişi ile 70 yaşında sigara içmeyen kişilerin aynı kırışıklık görünümüne sahip olduklarını ortaya çıkardığını anlatan Dr. Bayraktar, “ciddi kırışıklığı olanlarda sigara içiciliği oranları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Ayrıca sigara içenlerde güneş ışığına maruz kalma durumu ile kırışıklıklar artarken, sigara içmeyenlerde bu ilişki gözlenmemiştir” dedi.

    Dr. Belma Bayraktar, 1985’te yapılan bir çalışmada, aşağıda gözlenen değişikliklerin 'tiryaki yüzü' olarak tanımlandığını da açıkladı:


    # Belirgin çizgi ve kırışıklıklar
    # Yüzde kuruluk ve alttaki kemik yapıda belirginleşme
    # Derinin incelmiş ve gri renkli görünümü,
    # Hafif turuncu, mor ve kırmızı görünüm.

    Sigara kadınları daha çok etkiliyor

    Dr. Belma Bayraktar, kadınlarda kırışıklığa yatkınlığın erkeklere göre daha fazla olduğunun gözlemlendiğini de anlattı:

    “Kırışıklık riskinin kadınlarda yılda 10 paket, erkeklerde yılda 20 paketten sonra arttığı dikkat çekmektedir.

    Sigara dumanında 3 bin 800 değişik maddenin bulunduğu dikkate alınırsa, henüz tespit edemediğimiz birçok mekanizmanın gözardı edilmemesi gerekmektedir.”

    Pürüzsüz bir cilt için sigaraya son!

    Dr. Belma Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre menapoz sonrası dönemde deride kuruluk, kollajenin azalması ve incelme ise östrojen eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkıyor.

    Sigara kullanan menopoz sonrası kadınlarda ‘hormon yerine koyma tedavisi’ ise sigaranın oluşturduğu kırışıklık riskini azaltıyor. Ancak bu tedavi sigaranın cilt yaşlanmasındaki olumsuz etkisini ortadan kaldırmıyor.

    Deri yaşlanmasının oluşumunda rol alan faktörler:

    # Sigara dumanının temasıyla deri üzerinde ortaya çıkan kuruma ile dumanda bulunan toksik maddelerin lokal etkileri kırışıklığa neden oluyor.
    # Sigara içerken dudak ve yüz kaslarının kasılması ve dumanın direk tahriş
    edici etkisi kırışıklıkta rol oynuyor.
    # Sigara dumanında bulunan birçok maddenin fototoksik olduğu biliniyor.
    # Sigaranın derideki kollajen yapısında azalma ve kollajenin çapraz bağlarında değişikliklere neden olduğu savunuluyor.
    # Sigara içenlerde derideki elastik liflerde de değişiklikler saptanıyor.
    # Sigara içenlerde serbest radikal oluşumu ve buna bağlı doku hasarı
    gözleniyor.
    # Nikotin derideki kan akımını azaltıyor. Bu durum ise kılcal damarlarda artışa ve üstteki derinin incelmesine yol açıyor.
    # Sigaranın anti-östrojenik etkisiyle kısırlık, erken menapoz, adet düzensizlikleri ve osteoporozda artış meydana geliyor


    Alıntı cnnturk.com.tr
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Kuş gribiyle mücadelede yeni umut

    Amerika’da bulunan Scripps Araştırma Enstitüsü, kuş gribi salgınının anında tespit edilebilmesini sağlayan bir yöntem geliştirdi. National Geographic dergisine göre "Glikan dizilişi" adı verilen yöntemde kuş ve insan griplerinin hücrelere bulaşırken kullandığı farklı şeker yapıları inceleniyor ve virüsün insandan insana bulaşma konusunda ne kadar değişim gösterdiği belirlenebiliyor.

    Amerika’da bulanan Scripps Araştırma Enstitüsü, kuş gribinin insandan insana bulaşma yetisine ne kadar kazandığını daha erken tespit edebilecek bir yöntem geliştirdi.

    National Geographic dergisinde yayınlanan bir makalede, söz konusu yeni yöntemin "Glikan dizilişi" adı verilen bir metod olduğu belirtildi. Kuş ve insan griplerinin kendilerini değişik şeker yapılarına eklediklerinin altını çizen bilim adamları, şeker dizilişlerini takip ederek virüsün ne kadar genetik değişime uğradığını ve insanlara daha kolay bulaşabilmek için ne kadar ilerleme kaydettiğini belirleyebileceklerini ifade etti.

    1918’de görülen ölümcül "İspanyol gribi" ve diğer büyük benzer salgınları inceleyen bilim adamları, belirli amino asitlerde meydana gelebilecek mutasyonların kuş gribi virüsüne insanlara bulaşma konusunda "dramatik bir yetenek kazandırabileceğini" belirtti.

    "2 MUTASYON YETERLİ"

    Scripps Araştırma Enstitüsü’nden Ian Wilson, iki mutasyonun, kuş gribine insana bulaşma yeteneği kazandırabileceğini söyledi.

    Bu yeni metodun önemine değinen bilimadamı James Paulson, "Daha önce virüs genlerindeki mutasyonlar bu kadar hızlı tespit edilemiyordu" dedi.

    NATIONAL GEOGRAPHIC DE "TÜRKİYE’DE VİRÜS DEĞİŞTİ" DEDİ

    Öte yandan son günlerde yabancı basında çıkan "Türkiye’de kuş gribi mutasyona uğradı" iddialarına National Geographic dergisi de katıldı. Türkiye’de görülen kuş gribi virüsü proteinlerinde genetik bir değişim olduğunu savunan dergi, yine de değişimin o kadar korkulacak bir boyutta olmadığını belirtti.

    Alıntı hurriyet.com.tr
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Soğuk havalarda yüz felcine dikkat

    Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Faruk Şendur, soğuk havalarda, özellikle erkeklerin tıraş olduktan sonra en az 10 dakika bulundukları ortamdan çıkmaması gerektiğini söyledi.

    Şendur, toplumda en sık görülen yüz felci nedeninin “Bell paralizisi” olduğunu, bu durumun da yüz sinirinin iç kulak çevresindeki bir bölümünde iltihap ve ödem oluşmasıyla geliştiğini kaydetti.

    Şendur, şöyle konuştu:

    “Yüz felcinden korunmak için özellikle kış dönemlerinde yüzün soğuktan korunması gerekiyor. Soğuk ve rüzgar yüz felcini tetikler. Ayrıca bu etkenlerin yüzdeki virüsleri tetiklediği, bu virüslerin de yüzün sinir uçlarında ödeme neden olduğu tahmin edilmektedir. Çok soğuk havalarda dışarı çıkarken atkı veya şapka takılmasını, rüzgara maruz kalmamak için otomobil kullananların da camlarını açmamasını öneriyoruz.

    Erkeklerin tıraş olduktan sonra en az 10 dakika bulundukları ortamdan çıkmaması gerekir. Tıraş olan erkeklerin yüzlerini sıcak, ya da soğuk suyla değil ılık suyla yıkaması daha sağlıklıdır. Yüz felci geçiren hastaların hemen hastaneye başvurması erken tedavi için çok önemlidir.”

    Yüz sinirinin çalışmamasının en belirgin bulgusunun yüzün bir yanındaki hareketlerin azalması veya kaybolması olduğunu belirten Şendur, kaş kaldırma, göz kapama, diş gösterme, gülme, yanak şişirme gibi hareketlerin yüz sinirinin belirtileri olduğunu hatırlattı.

    Gözyaşı ve tükürük salgısının azalması, tat duyusunun bozulması, gürültüye duyarlılık artışı gibi bulguların da yüz siniri belirtisi olduğunu belirten Şendur, yüz felcinin ilaçla tedavi edilebildiği anlattı.

    Prof. Dr. Şendur, yüz felci hastalarına, yüz kaslarına masaj yapmalarını, sıcak uygulamalarını ve bu kasların hareket etmesini sağlamak için sakız çiğnemelerini önererek, “Özellikle uzun süren yüz felçlerinde yüz kasları hareketsizlikten güçsüzleşirler ve daha sonra yüz siniri çalışsa bile yüzde asimetri ve güç kaybı olabilir. Bu nedenle yüz kaslarına fizik tedavi yöntemlerinin uygulanması önemlidir. Hastanın kendi kendine uygulayabileceği masaj ve sakız çiğneme dışında fizik tedavi uygulanması da önerilmektedir” dedi.


    Alıntı hurriyet.com.tr
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Böbrek taşının ilacı su

    Günümüzde böbrek taşlarının büyük çoğunluğunu ortadan kaldırabilecek etkin tedavi yolları bulunsa da bu problem pek çok insanı etkilemeye devam ediyor.


    İSTANBUL - 20-40 yaş arasında daha sık görülen böbrek taşından korunmanın ilk koşulu günde 2,5 litre su içmek kahve, çay ve kola tüketimini sınırlamak.
    Amerikan Üroloji Hastalıkları Derneği yaşamı boyunca erkeklerin yüzde 12’si, kadınların %5’inin taş hastalığı ile karşı karşıya kaldığını açıklıyor.

    Acıbadem Hastanesi Kadıköy Üroloji Uzmanı Op. Dr. Bora Özveren böbrek taşı oluşumuyla ilgili şunları söylüyor:
    “Kalsiyum, oksalat, veya ürik asit gibi maddeler idrar içerisinde normalde beklenenden daha yüksek yoğunlukta bulunursa böbrek taşı oluşur. Bu maddeler kristaller halinde böbrekte çökelebilir ve zaman içerisinde büyüyerek böbrek taşını meydana getirir. Taşlar yer değiştirerek veya idrar kanallarından aşağıya doğru hareket ederek vücuttan atılabilir. Ancak idrar kanalının herhangi bir düzeyinde takılarak idrar akışına engel oluşturan taşlar genellikle korkulan, şiddetli tipik böbrek ağrısına yol açar.”

    RİSK FAKTÖRLERİ
    Bazı hastalıklar ve alışkanlıklar bir kişide böbrek taşı oluşum riskini tetikliyor. Özellikle yaşamında daha önce kalsiyum taşı olan bir hastanın tekrar taş hastalığına sahip olma riski çok daha yüksek. Öyle ki geçmişte taş hastalığı olan hastalarda ikinci kez taş oluşma olasılığı bir yıl içerisinde %15 iken 10 yıl içerisinde % 80’lere çıkıyor. Dr. Özveren risk faktörleri konusunda şunları söylüyor:
    “Bazı hastalıklar kişinin taş hastalığı riskini arttırır. Gut hastalarında ve idrarında yüksek ürik asit bulunanlarda da böbrek taşı riski fazladır. Ayrıca kristallerin oluşumuna yol açan bazı ilaçlar taş hastalığı riskini artırır. Sık veya sürekli ishal durumunda, ya da sıvı kaybı sonucu yoğun, asidik idrar çıkaran kişilerde böbrek taşı gelişebilir.”

    BESLENME ALIŞKANLIKLARINIZA DİKKAT EDİNİZ
    Taş oluşumunda beslenme alışkanlıklarının de rolü büyük. Beslenme düzenine dikkat ederek büyük ölçüde taş oluşumunu önlemek mümkün. Dr. Özveren dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıralıyor:

    * Başlıca su olmak kaydıyla bol miktarda (günde 2,5 litre) sıvı alın.
    * Kola, gazoz gibi asitli içecekleri haftada 1 litreden fazla tüketmeyin.
    * Çay tüketimi azaltın.
    * Greyfurt suyu ve elma suyunun taş hastalığı riskini arttırabilir. Öte yandan saf limon suyu koruyucudur.
    * Süt ve süt ürünlerinin hiç tüketilmemesi taş oluşum riskini arttırır. Kalsiyumdan yoksun diyetler uygulanmamalıdır. Süt, yoğurt, peynir gibi besinler makul ölçülerde tüketilmelidir.
    * Bol lifli besinleri tercih edin.
    * Yüksek oksalat içeren pancar, soya, kara çay, çikolata, kakao, kuru incir, karabiber, fındık, maydanoz, haşhaş tohumu, ıspanak, çilek, böğürtlen vs besinleri aşırı tüketmeyin.
    * Taş hastalığınız varsa bira ve diğer alkollü içecekler, ançuez, sardalya, sakatat, kuru bakliyat, mantar, ıspanak, kuşkonmaz, karnıbahar ve et tüketimini kısıtlayın.
    * Tuz kullanımını azaltın.

    BELİRTİLERİ
    Taş hastalığında görülen ağrı en sık rastlanan belirti. Böbrek ağrısının şiddeti değişiyor. Bazı kişilerde belli belirsiz bir sızlama şeklinde görülürken bazılarında son derece şiddetli, kıvrandırıcı ve hastaneye yatmayı gerektirecek yoğunluğa kadar ulaşabiliyor. Dr. Özveren ağrının şiddeti konusunda şunları söylüyor:
    “Ağrı atakları taşın üreter içerisindeki hareketi ve buna bağlı spazmlara bağlıdır. Şiddetli ağrı atakları genellikle 20 - 60 dakika arasında sürebilir. Böbrek ağrısı, taşın bulunduğu vücut tarafında olur. Ağrının yeri taşın yerine ve hareketine göre değişebilir. Böbrekte veya üst üreterdeki taş, kaburga ile kalça arasında yan (böğür) ağrısına sebebiyet verir. Alt üreterde ve mesaneye yakın taşlar karın alt kısmında veya cinsel organa doğru yayılan ağrıya yol açar.”

    Böbrek taşı hastalığında tek belirti ağrı değil. İdrarda kanama, bulantı, kusma, idrar yaparken acı-yanma, ve idrar sıkışıklığı hissi de hastalarda görülüyor. İlginç olarak belirti vermeyen böbrek taşlarına da rastlanıyor. Bu taşlar ancak kontrol sırasında ya da başka amaçla çekilmiş filmlerde tesadüfen saptanıyor.


    TANI YÖNTEMLERİ
    Böbrek taşı tanısı için hastalık belirtilerinin yanında, laboratuar tahlilleri ve radyolojik tetkiklerden yararlanılıyor. Dr. Bora Özveren tanı için kullanılan yöntemleri şöyle sıralıyor:

    DİREKT RÖNTGEN FİLMİ
    Taşların çoğu standart, yatarak çekilen röntgen filminde görülüyor. Ancak bazıları, örneğin ürik asit taşları ve ufak taşlar saptanamıyor.

    İNTRAVENÖZ PİYELOGRAM (IVP)
    İlaçlı böbrek filmi olarak da bilinen IVP’de röntgen ışını altında görülebilen bir boya maddesi damar içine veriliyor. Bu boya böbrekten süzülerek idrar kanallarına atılıyor. Boya böbrekler ve kanallardan geçtiği esnada çekilen filmlerde tüm idrar yolu ve taşları görüntülemek mümkün.

    BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ (BT)
    Özel bir tomografi incelemesi olan “kontrastsız helikal BT”, yani damardan ilaç verilmeden çok kısa bir süre içerisinde yapılabilen yöntem ile tüm böbrek taşları saptanıyor. BT, idrar yollarındaki her boyut ve tipteki taşları saptamada ve idrar yolu tıkanıklığını göstermede en hassas yöntem olarak günümüzde altın standart olarak kabul ediliyor.

    ULTRASONOGRAFİ
    Özellikle hamileler gibi radyasyondan uzak durması gereken hastalarda ultrasonografi tercih ediliyor.


    TEDAVİSİ
    Taş hastalığının başlangıç ve acil (akut) safhasında tüm hastalar için benzer tedavi uygulanıyor. Başlangıç safhada hastalara, taşın kendiliğinden düşmesi beklenirken, sadece ağrı kesiciler ve su içmesi öneriliyor. Ağrı kesici ve sıvı tedavisini ağız yoluyla alabilen hastalar evine gönderilerek ayaktan takip ediliyor. Ancak ağrı çok şiddetliyse ve hasta su içemiyorsa hastaneye yatırılması gerekebiliyor. Taşın düşürülemediği durumlarda ise girişimsel tedavi yöntemleri tercih ediliyor.

    Halk arasında en çok bilinen yöntem olan taş kırma konusunda Dr. Özveren şunları söylüyor:
    “Taş kırma, girişimsel tedaviye ihtiyaç duyulan hastaların çoğunluğunda uygulanabilen başlıca yöntem. Özellikle böbrek içinde ve üreterin üst tarafında yer alan taşlar için iyi bir tedavi şekli olarak kabul ediliyor. Buna karşın 2 cm’den büyük, sert, veya böbreği tümüyle dolduran taşlarda uygun bir yöntem değil. Bu yöntemde direkt olarak taşa yönlendirilen yüksek enerjili şok dalgası, cilt ve iç organlara zarar vermeden ilerleyerek taş yüzeyinde kırılma etkisi yapıyor. Bu şok dalga enerjisi ile taşlar küçük parçalara kırılarak idrar yolundan kolaylıkla atılması sağlanıyor. “

    Çok büyük taşlar içinse perkütan böbrek taşı çıkarılması yöntemi kullanılıyor. Bu metotta çok büyük veya komplike taşlar, ya da taş kırma tedavisine dirençli taşlar ciltten böbrek içerisine yerleştirilen bir tüp yoluyla çıkartılıyor.

    Acıbadem Hastanesi Kadıköy Üroloji Uzmanı Op. Dr. Bora Özveren, üreteroskopi adlı operasyondan da söz ederek şöyle diyor:
    “Üreteroskopi ile üreterin alt ve orta kısmında tıkanıklığa yol açan taşların çıkarılmasında kullanılıyor. Üreteroskopik girişimde, çok ince bir teleskopik alet ile idrar borusundan ve mesaneden geçilerek üreterin içerisine giriliyor. Bu ince ve esnek endoskop ile üreter içerisinde ilerleyerek tıkanıklığa yol açan taşa ulaşılarak taş çıkartılıyor.”

    İlk taş olayından bir yıl sonra hastalar ultrason ve direkt film ile kontrol ediliyor. Bu dönemde yeniden taş hastalığı yaşamamak için hastaların özellikle sıvı alımına dikkat etmesi gerekiyor.

    Alıntı ntvmsnbc.com
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Ergenler için poliklinik kuruldu

    İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde kurulan Adölesan (ergenlik) Polikliniği, zor bir dönem olarak adlandırılan ergenlikte gençlerin hem psikolojik, hem de fiziksel sorunlarına çare bulacak.


    İSTANBUL - Polikliniğin kurucularından İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Büyüme Gelişme ve Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Günöz, adölesan döneminin, genelde 11-12 yaş sonrasında başlayan ve 18-19 yaşına kadar devam edenbir süreç olduğunu söyledi.
    Çocuğun bu süreç içerisinde çok önemli değişimler gösterdiğini ve erişkin özellikleri kazandığını anlatan Prof. Dr. Günöz, “Bu dönemde çocukta büyüme ve kilo alma hızlanır, vücut şekli değişir, seconder cinsiyet özellikleri denen belirtiler ortaya çıkar. Vücudun yağlanma dağılımı değişir, iskelet sistemi hızla gelişir, psikolojik olarak olgunlaşır ve sonunda çocuk genç bir erişkin özelliği kazanır” diye konuştu.

    Bu kadar hızlı değişimlerin meydana geldiği süreçte hormonların dason derece aktif olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Günöz, şunları kaydetti:

    “Bu hızlı süreçte bazı çocuklarda birtakım düzensizlikler karşımıza çıkabilir. Örneğin tiroid bezinde guatrın belirginleşmesi, iskelet bozuklukları, istenmeyen derecede akne ve kıllanma, şişmanlık,bazı çocuklarda yemeyi reddetme, yiyip kusma gibi. Ayrıca, toplumsal sorunlar yaşama, içe kapanma, birtakım psikiyatrik hastalıkların başlangıcı bu dönemde olur. Çocuklarda sigara ve alkol, bağımlılık yapan ilaç veya madde kullanımının başlaması da bu dönemde olur. Kız çocuklarda adet düzensizlikleri, erkek çocuklarda genital gelişmenin yeterli olmaması, büyümeyle birlikte endişelerin ortaya çıkmasına da yol açar.”

    Ailelerin bu dönemde çocuklardaki söz konusu problemlerin genelde çok farkında olmadığını ifade eden Prof. Dr. Günöz, süt çocuğunun doğduktan sonra düzenli bir şekilde doktora götürüldüğünü, ancak çocuğun okula başlamasının ardından doktorla bütün iletişiminin koptuğunu dile getirdi.

    Prof. Dr. Hülya Günöz, bu nedenle böyle bir polikliniği hizmete soktuklarına işaret ederek, “Adölesan polikliniğinin hedefi; bu çağa gelmiş 12 yaş üstü çocuklarda bir problem olmasa da her şey yolunda gidiyor mu amacıyla çocuğun doktora getirilmesidir. Yapılacak ilk şey,çocuğun muayenesinin değerlendirilmesi, bir problem varsa bu konuda uzmana yönlendirilmesidir” dedi.

    Alıntı ntvmsnbc.com
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Sigarının atom bombasından farkı yok



    Günde 1 ile 9 adetarasında sigara içen bir tiryakinin, Japonya’ya atılan atom bombasının etkilerine maruz kalanların aldığı dozun yarattığına eşdeğer riske girdiği bildirildi.


    İSTANBUL - Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun internet sitesinde “Sigarada radyoaktivite var mıdır?” başlığı altında yer alan yazıda, sigaranın pek çok zararından birinin de içindeki radyoaktif maddelerin soluma yoluyla vücuda alınmasından kaynaklandığı belirtildi.
    Bilim adamları Boice ve Lubin’in yaptıkları çalışmada, akciğer kanserine yakalanma olasılığının, günde 1-9 adet sigara içilmesiyle 4.6 kat, 10-19 sigara içiminde 7.5 kat, 20-39 sigara içiminde 13.1 katve 40 sigaranın üzerinde bir tüketimde ise 16.6 kat arttığının ortaya konduğu vurgulanan yazıda, bir ömür boyu günde 1 ile 9 adet sigara içiminin 3 Sv’lik (Sievert) atom bombası dozunun yol açacağı riske eşdeğer olduğuna işaret edildi.

    Japonya’ya atılan atom bombasının etkilerine maruz kalanların yüzde 1’inden azının bu yüksek dozu aldığı ve söz konusu dozun ancak 10 bin göğüs röntgeni çektirmekle alınabileceğine dikkat çekilen yazıda, günde 2 paket sigara içen tiryakinin akciğer kanserine yakalanma riskine eşdeğer risk oluşturan atom bombası dozunun ise anında öldürücü olduğu kaydedildi.

    Yiyecek, içecek, solunan havadan vücuda alınan eser elementlerin gereğinden az ya da çok olmasının çeşitli hastalıklara yol açtığının tıp dünyasınca bilindiği ifade edilen yazıda, vücudun gerekenden fazlaalınan bazı eser elementleri atabildiği, ancak elementlerin bulunuş şekilleri ve vücuda girme yollarının bazen vücuttan atılmalarını engelleyebildiği belirtildi.

    Vücuda soluma yoluyla alınan zehirli eser elementlerin yiyecek yoluyla alınandan çok daha tehlikeli olduğu, sigarada da söz konusu elementlerden bulunduğu vurgulanan yazıda, “sigara içiminin kimyasal zehirliliğinden çok radyo-zehirliliğinin olduğunun saptandığı” bildirildi.

    UZMAN DEĞERLENDİRMESİ
    Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, sigaradaki polonyum-210 ve kurşun-210 radyoaktif elementlerinin en tehlikeli radyasyon türü olan alfa radyoaktivite saçtığını söyledi.

    Bu radyasyon türünün gama radyasyona oranla 20 kez daha fazla kanser riskine sahip olduğunu ve günde yarım paket sigara içen bir kişinin sadece bu nedenle yılda en az 300 göğüs röntgeni çektirmişçesine kendisini radyasyona maruz bıraktığını kaydeden Prof. Dr. Uslu, “Bu gerçekten korkunç bir rakam” dedi.

    Alıntı ntvmsnbc.com
    YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
    YADA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •