Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Makale : DEĞİŞİM

  1. #1
    Users Awaiting Email

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Makale : DEĞİŞİM

    DEĞİŞİM;

    EVRENİN, TOPLUMUN VE BİREYİN ŞAŞMAZ DÜZENİDİR




    "Hatırlar mısın? Sen doğduğunda ağlıyordun ve etrafındaki herkes gülüyordu. Öyle bir hayat sür ki, sen öldüğünde herkes ağlasın, senin yüzünde ise anlamlı bir gülümseme olsun.” (İnisiyatik kökenli bir mabedin duvar yazısı)

    "Herkes dünyayı değiştirmeye çalışır, fakat kimse kendini değiştirmek istemez."



    İnsanoğlu, kendi varlığının bilincine eriştiği andan günümüze değin, yaşamın sırlarına ilişkin şu üç temel sorunun yanıtını aramıştır. Bunlar; “İnsanın nasıl varolduğu?”, “Niçin yaratıldığı?” ve “Ölünce nereye gideceği?” sorularıdır.

    "Nasıl varolduğu" sorusuna çeşitli şekillerde yanıt ararken; daima insan üstü mutlak bir varlık ve iradenin mevcudiyetiyle bunu açıklamaya çabalayan insanoğlu, böyle bir varoluşu hangi nedenle istediği sorusuna yanıtta ise güçlükle karşılaşınca, belirli bazı gerçeklere inanmaktan başka bir yol bulamayacağı kanaatine varmıştır. Bu inanışın sonucu olarak, yaşamın gizem dolu derinliklerine indiğinde, varoluşun, dünyadaki bedensel yaşayışla sınırlı olamayacağı, ruhun varlığı ve ölümsüzlüğüne ve ölümden sonraki hayatın mevcudiyetine inanması zor olmamıştır. Sonraki hayatın mevcudiyetine inanmak hiç de güç olmamış, ve sonuçta insanoğlu ruhun ölümsüzlüğüne inanmış, biz doğarken de sanki Evren bu olguyu kulağımıza fısıldamıştır

    Çeşitli kültürlerde ve dinlerde insanın kökenine ilişkin değişik öykülere rastlarız. Örneğin, bir Çin öyküsüne göre insan ölen tanrının pirelerinden oluşmuştur. Ortadoğu’dan menşeli Semâvi Dinler de ise, insanın kökeninin Tanrı tarafından yaratılmış olan Adem ve Havva'ya dayandığını söylerler. Birbirinden ne kadar farklı olursa olsun bu öykülerin ve inançların ortak yanı, insanı, doğadan ayrı bir yerde tutmalarıdır.

    Evren, bir süreç içinde yaratılmış olup, bu sürecin belirli bir noktasında da son bulacak fakat yok olmayacak, yepyeni ve gelişmiş bir Evrenin yapı taşları ve temelini teşkil edecektir. Evrende her şeyin bir başlangıç ve sonu vardır. Zaman içersindeki bu sürekli değişimi, sürekli bir gelişim haline dönüştüren, yaradılışın ilksiz ve sonsuz oluşudur.

    İnsanoğlunun varoluşundaki kozmik gizemin başlangıç noktasının doğum, fiziksel bitiş çizgisinin ise ölüm olduğu gerçeğinden yola çıktığımızda; ölüm, gelişim ve değişimin bir parçası olarak algılanabilir. İnsanın kendi varlığının ayırdına varmasıyla, son kaygı olarak nitelediği ölüm bilincinin doğması kaçınılmazdır.

    Bu dünyaya kendi arzumuz olmadan, bilmeyerek gelir ve gene elimizde olmadan istemeden gideriz. İkisi arasında daima bir arayış içinde olduğumuz süreç bizim yaşamımızdır ki, bu beşikten mezara kadar kısam bir seyahat olup, Aşık VEYSEL'in "iki kapılı handayız" tanımlaması ile özdeşleştirilebilir.

    Biz öleni genelde toprağa gömeriz, toprak da bize canlı yeşil bitkiler verir. Hz. İsa'nın, değişimi vurgulayan; "Eğer toprağa düşmüş bir tohum ölmezse, yalnız kalır. Fakat eğer ölürse birçok meyve verir." özdeyişi bu bağlamda; hiçbir şeyin ölmeyeceği, her şeyin yaşayacağı gerçeğini yansıtır. Tırtıl gibi basit yaratıklarda, solucanken ölüp, kelebek olarak yeniden doğuştaki hayat çarkının evrelerini nasıl kolayca izleyebiliyorsak, gelişmiş yaratıklarda da, aynı çarkın bir evresinin görülen madde alanında, diğer evresinin zihnin görünmeyen alanında olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca; doğum, ruhun fiziksel bedene giriş işlemi, ölümse o bedeni terk etmesidir. Eğer ölümü insan makinesinin durması olarak değerlendirirsek, o zaman ölüm çok kişinin inandığı gibi ani bir olaydır. Ama ölümü, yaşamın bir safhasından öteki safhasına geçiş olarak algıladığımızda düşünce yapımızla Ezoterik görüşü paylaşacağız demektir.

    Yaşamı, öncesi ve sonrası ile bir bütün olarak ele aldığımızda, dünyadaki dar kapsamı ile sınırlı kalmadığını, devamlılık arz eden bir gelişme süreci ve sonsuz bir deneyimin evrensel açılımı olduğunu görmek çok kolaylaşacaktır. Belirli ölçüler içinde olan her deneyimin kendisine özgü bir anlamı, çıkarılacak bir dersi, kazanılacak bir gücü, ya da biz yolumuza devam ederken değerliliğini kanıtlayacak bir gelişimi vardır. Değişim; Evrenin, toplumların ve bireylerin temel olgusu olup, Efes'li Yunan Doğa Filozofu Herakleitos'un (İÖ 540-480) "Her şey akıp gider. İnsan aynı ırmakta iki kez yıkanamaz, çünkü ben ırmağa bir kez daha girdiğimde hem ırmak hem de ben değişmişimdir." ifadesinde vurguladığı gibi "Değişmeyen tek şey, değişmenin değişmezliği yasası"dır.

  2. #2
    Users Awaiting Email

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İNSANIN GELİŞİM VE DEĞİŞİMİ :

    YAŞAM IRMAĞI : Bir pınar veya ırmak gibi akarsu kıyısında yürürken, bu akarsuyun yanında göllenmiş, ya balıkçıların ya da doğanın kendi marifetiyle oluşturduğu su birikintilerini çoğumuz fark ederiz. Durmadan aynı kararda, derinlemesine ve genişlemesine akan yaşam ve canlılık dolu pınar veya ırmağın aksine akarsu ile bağlantısı kopmuş, üzeri pislikten bir kabukla örtülmüş, durgun ve hareketsiz duran bu su birikintileri ve gelişigüzel oluşmuş havuzcukları fark etmemek olası değildir.

    İnsanlar da tıpkı bu şekilde, hızla akan yaşam ırmağının yanında, kendilerine küçük havuzlar kazar, o havuzlarda yaşamlarını sürdürür, o havuzlarda ölüp giderler. Kimileri için varoluş, bu durgunluktan gelen kokuşmuşluğun ve böyle bir yozlaşmanın adıdır. Bu benzetme ile vurgulanmak istenen; bizim istek ve arzuladığımız bazı şeylerin hep aynı kalması, bazı istek ve hırslarımızın hiç değişmemesi, bize haz ve zevk veren şeylerin sürüp gitmesi, özetle sevdiğimiz, beğendiğimiz şeylerin hiç değişmeden öyle kalmasıdır. Hızlı akan bu yaşam selinden korunmak için küçük bir çukur kazıp, çevresine de barikatlar kurmaya çalışıyoruz. O kazdığımız çukurun içine de kendimizi, ailemizi, tutkularımızı, korkularımızı, kültür değerlerimizi kapatarak yaşamımızı sürdürmeye çabalarken, yaşamın yanımızdan akıp gitmesine seyirci kalıyoruz.

    Yaşam ırmağında, yaşam seli hiç durmadan öylesine hızlı akar, öylesine derinlikleri, öylesine olağanüstü canlılık ve ihtişamı vardı ki, ırmağın kıyısında oturduğumuzda onun nağmelerini, kıyılarını yalayan, durmadan akıp giden suyun sesini duyarız. Akan bu sularda her zaman, genişliğine ve derinliğine kımıltılar mevcut olmasına karşın, yaşam ırmağından kopuk, durgun havuzcuklarımızda bir hareketsizlik, durgunluk hakimdir. Bu durgunluk ve değişmezlik belki de çoğumuzun istencidir! Hiçbir şeyin değişmemesini istemenin amacı; bize zevk veren, keyif veren şeylerin hiç değişmeden olduğu gibi kalması, bize zevk vermeyen şeylerin ise biran önce sona ermesidir. Ör: Soyadımızın bilinmesi ve unutulmadan kalması, soyumuz aracılığıyla devam etmesi ve malımızın mülkümüzün elde bulundurulması v.b. Ancak, bunun yanı sıra ilişkilerimiz ve etkinliklerimizde de tersine bir süreklilik ve değişimin olmasını istemekte ısrar ederiz.

    Ama yaşam hiç de böyle durağan olmayıp, değişmeden kalan bir şey değildir. Gerçek şu: yaşam tıpkı bir ırmağa benzer. Durmadan akar, durmadan kıyılarına ulaşmak, onları keşfetmek, sürüklemek, taşmak için her oyuğa girerek durmadan devinip durur.

    Ama biz biliriz ki, insanoğlunun en keskin ve etkili korunma silahı olan akıl ve bilinç; yaşamın bizde de aynı şeyleri yapmasına izin vermez, durmadan değişen bir ortamda yaşamın tehlikeli ve sakıncalı olduğunu görerek gerekli önlemleri alır. Bu önlemler bağlamında akıl; çevresinde geleneğin duvarıyla, örgütlenmiş dinin duvarıyla, siyasal ve toplumsal kuramların duvarıyla kendisini güvence altına almaya çalışarak devamlı değişen ortamlara set çekmeye, onları yok etmeye çalışır. Aile, ad, o küçük erdemler, sahip olduğumuz maddi varlıklar, mal mülk, bütün bunlar duvarın içinde yaşamdan kopuk olgular olup, yaşam dışarıda devamlı akar ve sürekli değişimi de birlikte sürükler.

    Hiç bir şeyin değişmeden olduğu gibi kalmasını arzulayan bir akıl ve düşünce yapısı, sonunda betimlemeye çalıştığımız, akan ırmağın yanında göllenmiş su birikintisi gibi durgunlaşır. Bir süre sonra da kokuşur ve yüzeyi de pisliklerden bir kabuk bağlar. Ancak, su birikintisi ile dolu olan ve pislikten kabuk bağlayan bu havuzcukların çevresine duvar örmeyen sınır, engel tanımayan, sığınak aramayan yaratıcı bir akıl ve düşünce yapısı ise tam anlamıyla yaşamla birlikte akabilir, zamandan bağımsız bir şekilde ileriye doğru yol alabilir.

    Bir insan kendini arıyorsa, kaybettiği yere bakmalıdır. İnsan bilinçli olarak düşünebildiği, güvenle beklediği ve mümkün olduğuna inandığı her şeyi yapabilir. Evren sınır koymaz; biz inançlarımızla sınırlarız kendimizi.

    Herkes kendisini bulmaya çalışır, ama sadece olgun olanlar bunu başarır. Kararlı bir biçimde arayışa girmek de olgunluğun ilk adımıdır.

    Durgunluk ve dinginlikten arınmış, değişimle kucaklaşan insanın yaratıcı aklı ve düşünce yapısının ötesinde, insanın fiziksel yapısında da değişimin kaçınılmaz oluşu bilimsel bir gerçektir. Şöyle ki; insan bedeni devingen bir kalıp olup, bedeni oluşturan bireysel hücrelerin hızlı bir tempoyla sürekli olarak doğup ölmelerine, durmadan kendilerini yenilemelerine karşın kalıp olduğu gibi kalır. Kuşkusuz bu kalıp kendisini oluşturan hücrelerin bireysel yapıları olmadan var olamaz, ama onların geliş gidişinden etkilenmeden var olmayı sürdürür. Tıpkı bir kayanın içindeki elektronlarının yapısal devinimlerinin ve titreşimlerinin, kayanın katı oluşumu ve değişmez görünümünü etkilememesi gibi bir şey bu.

    Gebelik esnasında bedenimizin yaratılması, fiziksel olarak 9 ay olarak bilinmesine karşın, logaritmik ölçeğe göre, bütün hayatımızın üçte birini kapsar; geriye kalan üçte ikilik zaman ise doğumdan ölüme dek sürer. Hayatımızın üçte birlik dönemi ise doğum anından, aile sistemi içinde kişiliğimizi kazanıp geliştirdiğimiz yedi yaşına kadar sürer; bu esnada duygusal bedenimizi yaratırız. Çocukluğun bitişinden ölüme kadar süren üçte birlik dönemde de dış dünyada duygusal bir beden yaratırız. Olgunluk esnasında beden ile kişiliği birleştirip bütünleştiririz, bu kombinasyonu dış dünyaya yansıtırız ve çeşitli olasılıklarımızı sonuçlandırırız.

    Hayatımız ilerlerken metabolizmamız (bedenimizin besini, oksijen ve algılamaları işleme tutma hızı) ve gelişme hızımız yavaşlar; tıpkı dönen bir topacın önce yavaşlaması, sonra da durması gibi.

    Evrimin ham maddesi Mutasyonlardır (Kalıtsal değişim) bu da, DNA molekülündeki kalıtsal talimatları düzenleyen özel nükleotid sıralanmalardaki, gelecek nesillere aktarılabilir değişimlerdir. Mutasyonun nedenleri, çevredeki radyoaktivite, uzaydan gelen kozmik ışıklar, ya da genellikle olduğu gibi istatistik yönden ara sıra ortaya çıkmış olması gereken, nükletoidlerin kendiliğinden rasgele yeniden düzenlenmesi olgusudur.

    İnsanlardaki zeka ile beyin ağırlığı veya büyüklüğü arasında sayısal bir bağlantı bulunmaktadır.(Beynin yoğunluğu da yaklaşık suyunki kadar olduğuna göre, 1375 cm³ lük bir beyin hacmi, 1.5 litrenin biraz altındadır.)

    Çağdaş insanda ortalama bir beyin 1375 gram ağırlığındadır. Fakat günümüz kadınının beyni yaklaşık 150 cm³ daha ufaktır. Kültür düzeyi ve çocuk yetiştirmeyle ilgili eğilimler dikkate alındığında, iki cins arasında zeka farklılığı bulunduğuna dair açık bir kanıt bulunmamaktadır. Değişik insan ırklarının yetişkinleri arasındaki kıyaslamada beyin büyüklüğü farkları mevcuttur. (Ortalama olarak doğu ırklarının beyinleri beyazlardan hafifçe büyüktür.)

    İnsan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre mevcut olup, her dakikada 300 milyon hücre ölmektedir. Eğer hücrelerde bir yenilenme ve değişim programı olmasaydı, vücudumuzdaki hücrelerin tamamı 139 günde ölürdü. İnsan vücudundaki hücre yenilenme ve değişim programında bazen arzu edilmeyen, olumsuzluklara da rastlanabilir. Şöyle ki; yeni oluşan bazı hücrelerin bir kısmı iyi huylu olmayıp, sağlıklı hücreleri yok edebilen kanserli hücreler olabilir. Bu durumda vücudun temel yapı taşlarını oluşturan hücre sisteminde sağlıksız bir gelişim ve değişim söz konusu olur. Bu bağlamda, insan vücudundaki temel ve değişmez fonksiyonun değişim ve yenileşme olduğu yadsınmaz bir kuram olarak gözler önüne serilmektedir.

    Bu çerçevede, insan bedenindeki hücrelerin periyodik olarak yenilenmesi, sindirim ve boşaltım gibi sayısız doğal dönüşümler sağlayarak yaşamına yön veren vücudumuzda, biyolojik düzeyde bedenimiz her yedi yılda baştan aşağı değişir.

    Döllenmiş her yumurta, biyolojik açıdan önceki kuşaklardan biriktirilen kromozomal bilgileri içerir. Biyologlara göre, atalarımızdan bize miras kalan bilgiler, sürekli olarak azalan bir oranda, kuşak sayısıyla orantılı bir miktarda bulunmaktadır. Kromozomlarımızın yarısını annemizden, dörtte birini anneannemizden, sekizde birini büyük anneannemizden alırız vb. Eğer bu mekanizmayı yüzyıllar öncesine kadar götürürsek, bütün atalarımızın moleküler bir etkisini taşıdığımızı görürüz.

  3. #3
    Users Awaiting Email

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    TOPLUMUN GELİŞİM VE DEĞİŞİMİ :

    Bir tohumun ve tomurcukların tedricen açılıp gelişmesi gibi, insanlığın da yaradılışından bugüne dek geçirdiği çağların karanlığı içinden çıkıp, gelişme ve değişimin odaklandığı Evrensel Zekânın boyutlarının algılanması çabasındaki insanoğlu, bu gelişim ve ilerlemedeki temel boyutlarından biri Din, diğeri ise İdari Yönetim / Müessese / Kurumdur.

    Doğadaki salınımı değiştirmeye, kimsenin gücü yetmediğinden, salınım, gece-gündüz, doğum-ölüm, yağış-kuraklıkta olduğu gibi yaradılıştan itibaren sürer gider. Toplumsal olayların değişiminde ise bu salınım; doğadaki diğer salınımlar gibi belli bir programa göre olmamakta, toplumu oluşturan bireylerin kendi fonksiyon ve görevlerini kendilerinin belirlemesiyle oluşmaktadır. Bu belirlemede kişinin kendi bilgi ve becerisinin etkisi olduğu kadar, toplumdaki yerleşik kültürün, bilgi birikiminin ve verilen eğitimin de etkisi olduğu bilinmektedir. Bu kişisel ve toplumsal düzeydeki birikim ve değişim belli bir düzeye eriştikten sonra, toplum yönetiminde de yansımaları olacaktır. Böylece, başlıca toplumsal kurumlar olan hukuk, siyaset ve ekonomide de bu değişiklikler yaşama geçebilecektir.

    Eğer iktidarda bulunan yönetim ve onu orada tutan etkili güçler kendi çıkarları için bu salınımı engeller ve bir süre durdurmaya çalışırlarsa bu toplumda bir sıkıntı yaratacak, bir süre sonra da toplum, bu engeli zorlayarak aşacaktır. Bu olgu hemen her toplumun geçmişinde görülmektedir. Toplum yönetiminin, bir eksende düşünenlerden, bir başka eksende düşünenlere geçmesi olayı, yasalar ve toplumda oluşan görüşler doğrultusunda gerçekleşiyorsa, toplum sağlıklı yolda değişmesine devam ediyor demektir. Eğer değişim gerçekleşmiyorsa, toplumda ya bir değişim gücü eksikliği veya var olan bu gücün baskı altında tutulduğu bir ortam söz konusudur. Her iki durumda da toplum hayatında sorunlar var demektir.

    Sağlıksız bir gelişimin göstergesi olarak insan vücudunda oluşan kanser hücreleri gibi, toplumlarda da tutarsız ve keyfi bir yönetim ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan olumsuz bir değişim, o toplumun uygarlık ve dünya sahnesinden çekilmesine ve son bulmasına neden olur. Dünya Tarihi, böylesi örneklerle doludur. İşte bu nedenle, bir toplumun hayatiyetini sağlıklı olarak uzun bir süre tarih sahnesinde idame ettirebilmesi için, toplumun uygarlık ve kültürünü oluşturan öğelerin doğru yönde kullanılması, iyi yönetilmesi, ortaya çıkabilecek kanserli oluşumların zamanında ve cesaretle ortadan kaldırılması gerekmektedir. Sonuçta; ilkel toplumlardan günümüz modern toplum yapısına dek gelişim ve bunun doğal sonucu olan değişim göreceli olarak sürekli bir şekilde oluşa gelmiştir.

    Kuşaklar arası çatışma, davranış, kural ve eylemlerin aynı potada karıştırılıp, homojenize şekilde yoğurulamaması, toplumun evrim ve değişiminin devam ettiği ve edeceği olgusunun bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.

    Eski kuşaklar yaşam karşısında kaderci ve kaderlerine razı bir tutum sergilerken, yeni kuşaklar, dünyaya yoksulluk içinde sürünmeye gelmediklerine, dünya nimetlerinin her çeşidini tatmaya hakları olduğuna inanan atılımcı kişilerdir. Duygu, düşünce ve inançları açısından kuşaklar arasındaki bu farklı çizgiler, eski kuşaklarca yenilerin ruhsal bir anarşi içinde olduklarını düşündürmektedir. Gerçekte ise bu, eskilerin yeni durum ve ortamlara uyum sağlayamamalarından kaynaklanmaktadır. Kısacası, ortalıkta bir kargaşa ve bir anarşi olmayıp, bu perspektif dikkate alındığında bir Değişimin, bir Evrimin varlığı yadsınmaz bir gerçektir.

    İnsanoğlunu bugünkü tarihle 60 yaşında kabul edersek;

    · 7 yaşına kadar : Hayvandan farksız yaşamıştır. 7 yaşında taşları yontmaya başlamıştır.

    · 25 yaşında : Ateşi bulmuştur.

    · 55 yaşına kadar : İlkel bir hayat sürüp, 55 yaşamında ölülerini gömmeye başlamıştır.

    · 58 yaşında : Çömlek yapmakta, toprağı işlemekte, hayvan üretmektedir.

    · 59 yaşında : Madenlerden yararlanmakta, evler yapmaktadır.

    · 59.5 yaşında Alfabeyi bulmuş, 2 ay sonra İliada'yı yazmıştır. 25 gün sonra Hıristiyan olmuş, bundan 1 ay sonra matbaayı icat etmiş, 2 gün sonra buhar makinesini, 1 gün sonra da motoru yapmıştır.

    · Ömrünün son saatlerinde ise; telgrafı, telefonu, radyoyu, televizyonu bulmuş, aya ayak basmış, bilgisayar ortamının teknolojisinde sörf yapmaktadır.

  4. #4
    Users Awaiting Email

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    EVRENİN FİZİKSEL DEĞİŞİMİ. :

    Evrenin yaşının 15 milyar yıl ve bunun minicik bir parçası olan, Güneş Sisteminin 5 milyar yıl ve bu sistemin içinde bulunan Dünyamızın yaradılışından günümüze kadar geçen sürenin ise takribi 4.6 milyar yıl olduğu göz önüne alındığında, Dünyamızın fiziksel yapısında ki değişimin varlığının farkına varmak kaçınılmazdır. Şöyle ki; bir Dünya Günü her 100.000 yılda 1 saniye uzamaktadır. Dünya 4.6 milyar yıl önce ekseni etrafındaki dönüşünü 10 saatte tamamlıyordu. 400 milyon yıl önce 1 gün 22.8 saat, 1 yıl ise 385 gündü. Dünyanın ortalama sıcaklığı 1880 yılında 14.5 Cº idi, bugün ise 15.4 Cº derecedir.



    SONUÇ :

    Işığın karşısında karanlıklar nasıl kayboluyorsa; iyiliğin karşısında da kötülüklerin yok olacağına inanıyoruz. Fakat denilebilir ki, her şeyin yaratıcısı olan Tanrı her şeyi mükemmel yaratabilirdi. Ama böyle olsaydı evrensel hayatın ve etkinliğin, çeşitliliğin, çalışmanın, gelişmenin ve değişimin amacı söz konusu olmazdı. Böylece evren, değişkenliği olmayan bir mükemmellik içinde donup kalırdı…

    Bireyden topluma, sınırları bilinmeyen Evrenden, galaksiler arasında Güneş Sisteminde yer alan ve uzaktan soluk-mavi bir nokta olarak fark edilmeyen, belki de Evrende matematik büyüklük bile ifade etmeyen bir zerre olan Dünyamız üzerinde kısacık bir an yanıp sönen yaşam belirtileri olan insanoğluna kadar, her şeyin gerek maddesel gerek ruhsal boyutta bir değişim içinde olduğu, durağanlık ve dinginliğin söz konusu olmadığı, "Işık taşıyan eller değişir, taşıdıkları ışık ise ölümsüzdür." özdeyişi ile vurgulandığı gibi gelişimin ve bunun doğal sonucu olarak da değişimin sonsuza dek devam edeceği yadsınamaz bir gerçektir.



    Halit YILDIRIM
    12.02.2002

    KAYNAKÇA

    1. İÇ ÖZGÜRLÜK, KİŞNAMURTİ
    2. ÖLÜMÜN KAPISINDAN GEÇİŞ, DİON FORTUNE
    3. %100 DÜŞÜNCE GÜCÜ, Jack Ensign ADDINGTON
    4. GEÇMİŞ YAŞAMLARINIZI KEŞFEDİN, Michael TALBOT
    5. YENİDEN DOĞUŞ, A. T. MANN
    6. CENNETİN EJDERLERİ, Carl SAGAN

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •