EPİSTEMİK ETHOS: FELSEFEYLE DOĞAN ETHOS

Her bilgi, bir ethos içindedir. Ethos, ahlakküre, ahlak alanı, bilginin doğuşunu, kullanılışını, işlenilişini, değiştirilişini, terkedilişini kuşatır. Ahlak bileşeni, bilginin en temel bileşenlerinden biridir. (Epistemik bileşeni, ontik, ontolojik bileşenleri, tarihsel bileşeni... bilginin diğer bileşenlerini oluştururlar). Ethosun da farklı alanları vardır: Epistemik Ethos bunlardan biridir. Sanat ethosu, inanç ethosu, mesleklerin ethosları olabilir.

Bilginin ahlak kürede yer almasının dayanağı şöyle açıklanabilir: İnsan, hayvandan farklı olarak, çevresiyle baş edebilmesi, yaşamını sürdürebilmesi için, güdülerinin yanında, bilincine vardığı karar aldığı, seçimini yaptığı bilgilere gereksinim duyuyor. Doğa onu, kararlarında, hayvana göre, bir ölçüde serbest bırakıyor. Dolayısıyla, bilgi ve deneyim kullanma biçimi onu, yer aldığı toplumsal yaşam içinde ahlaksal karar almalarla, seçimlerle, değerlendirmelerle, eylemlerle karşı karşıya bırakıyor. İnsan bilgisinin üretim yapısı, ortaya konuşu, dile getirilişi, kullanış biçimi onu ahlakkürenin içine sokuyor.

Elbette, bilgi her boyutuyla "ethos" içinde değildir. Örneğin, bir matematik probleminin çözüm çabaları için gerekli bilgi, o problemin "iç" yapısıyla ilgilidir; ancak bu problemle uğraşan insanların yaşamlarını etkilediği sürece, ethos alanının içine girer dolaylı olarak. Bilgiküre (epistemesfer diyebiliriz buna) her zaman, tümüyle, ahlakkürenin içinde değildir: Bilginin ahlaksal yatkınlığı, (bu kavramı birazdan açacağım!) kullanımı, yaşanışı ile ilgili oldukları sürece iki küre arasında bir örtüşmeden söz edebiliriz.

Popper'e atfedilen üç dünya kuramını anımsayalım (örneğin, bk. Objective Knowledge: An Evolutionary Approach, At The Clarendon Press, Oxford, 1979, s. 151-190): Kabaca söylendiğinden insan bilgisinin fiziksel dünyayla ilgili bir boyutu var. Bilgiler, kitaplarda yazılı; bilgisayar "chip"lerinde saklanıyor. Bu yazıların kağıtlarda, belgelerde okunabilmesi ikinci bir dünyayı gerektiriyor: Algılama, kavrama, anımsama, anlama gibi, psikolojik süreçlerin yer aldığı dünyayı. Bu ikinci dünya yardımıyla, birinci dünyadakileri anlayabiliyor, yorumlayabiliyoruz. Bilgi, bu iki dünyada kalmıyor. İkinci dünya, psikolojik olayların olup bittiği öznel bir dünya; oysa, bilginin nesnel bir yapısı var, fiziksel ve psikolojik dünyalardan bağımsız olarak. Bu da, bizi üçüncü dünyanın varlığına götürüyor. Bu dünyada bilgiler tıpkı Platon'un idealar dünyasında olduğu gibi, zaman ve uzamın dışında, olup bitenden bağımsız, değişmeden duruyorlar. (Öklid Geometrisi, Öklid Geometrisi olarak değişmeden duruyor. Geometri, yeni geometrilerin bulunuşuyla -birinci ve ikinci dünyaların yardımıyla-değişiyor, dönüşüyor, gelişiyor.) Popper'a göre, birinci, ikinci dünyalar, yanıp yok olsa bile, üçüncü dünya, bunlardan etkilenmeksizin varlığını sürdürür.

Üçüncü dünyadaki bilgilerin oluşumu, bu bilgilere erişim, fiziksel bir ortamda, psikolojik süreçlerle gerçekleşiyor. Yalnızca psikolojik süreçlerle değil, "nesnel" bilgiye, bilginin üçüncü dünyasına, toplumsal yaşamla, geleneksel, tarihsel birikimle de ulaşıyoruz.

Bilginin insan yaşamındaki yerini kavrayabilmek için üç dünya yetmiyor: Ethosu da işin içine katmamız gerek: Bilginin dördüncü dünyasıdır o: Bilgiler, birinci dünyada kayıtlıdır, resimlenir, fiziksel bir yapıya bürünür; ikinci dünyada algılanır, anlamlar kavranır, üçüncü dünyaya taşınır: Orada fizik yasaları, tarihle, toplumla, ilgili kuramlar, sanat ürünleri yer alır. Oysa, yaşanan bilginin yaşam için anlamı, bilgiyle birlikte varolmanın, bilgiyle bir arada yaşamanın anlamı dördüncü dünyayı gerektirir. Bu dünyada ahlak normları, kuralları, toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik boyutlarıyla ortaya çıkar. Birinci dünyada kitapları, ikinci dünyada kitapları "okuyacak"donanıma sahip özneyi, üçüncü dünyada, zaman ve uzamdan uzak bilgileri, dördüncü dünyada bu bilgileri yaşayacak, değerlendirecek, bilgisiyle var olacak, yaşayacak insanın ortamını buluruz. Epistemik Ethos: Bilgilerin yaşandığı, bilinçle yaşandığı, sorumluluklarla yaşandığı dördüncü dünyadır.

Günlük yaşamın pratik sorunlarını çözmek, doğayla, hastalıklarla baş etmek, teknolojik, siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda atılımlar yapma, kendini koruma amacıyla bilgiler üretmiş, edinmiş insan. Yarattığı mitolojik evrenle, oluşturduğu inanç düzenleri, dünya görüşleri ile bilinmeyeni arayan teorik ilgileriyle bilgilerin ardında olmuş. Bilgelik hemen her dilini, kültürünü geliştirmiş toplumlarda önemli bir erdem, saygın bir toplumsal kurum olmuş. Bilginin ethosta yer almasında, bilginin, bilgelik için "ahlaksal karakter" özelliği geliştirmek çabasıyla kullanılmasının katkısı var. Bilginin erdemle birleştirilmesi, bilginin ahlaksal nitelik kazanması, toplumlardaki bilgelik kurumları, kutsallık anlayışları, dinsel inanlarla gerçekleşiyor. Bilginin araştırılması birçok toplumda ruhban sınıfının elinde bulunmuş, bilginin tarihsel gelişiminde.

Bilginin inanç sistemlerini güçlendirmek meşrulaştırmak amacıyla kullanılması, onu ethosun, ethosferin içine elbette sokar ama, bilginin kendisinin sorgulanması söz konusu olmadığı için, epistemik ethosun oluşmasına katkıda bulunmaz. Epistemik ethos, felsefenin doğuşuyla doğdu, çünkü tarihte ilk kez bilginin kendisine karşı sorumluluk duyuldu. Bilginin kendisinin araştırılması, onu kanı (doksa)dan, gerçek bilgiye yükseltmeye çabalama, hakikatın dile getirildiği bilgiyi bulmaya uğraşma; bilgiye, bilginin doğru, haklı kılınmış, temellendirilmiş, irdelenmiş, yoklanmış, sınanmış, eleştirilmiş, tartışılmış bilgi olmasına duyulan sevgi, epistemik ethosu doğurdu: Bilgelik sevgisi, felsefeyle doğdu, epistemik ethos. Ethosu zenginleştirdi, ethosa bilgi boyutunun damgasını vurdu.

Bilgi, salt üç dünyada yaşanan bir insan başarısı değil: Epistemik ethos, işte , bilginin ahlaksal sorumluluğunu taşıma, bilginin doğruya ulaşmasında duyulan, yaşanan, taşınan epistemik kaygı, bu ethosun içinde yer aldı. Epistemik ethos, "kapalı" bir ethos değildir. "Meydanda"dır, herkese açık, kamusal bir özellik taşır. Yaşanan deneyimler, elde edilen birikimler, bilgi olarak yaşanacaksa, bu dördüncü dünyayla, epistemik ethosla birleşerek olabilir.

Bu bütünleşme bir başarıdır, bilgi ahlakının bir başarısı. Eskilerin "muktedir olmak" sözüyle dile getirdikleri, Türkçemizdeki fiillerin son ekleri olarak kullanılan "bilmek", ilginç bir biçimde bilginin, bilmenin bir özelliğini yansıtmaktadır. Örneğin, yapa-bilmek, yapmaya gücü yetmek, yapmayı başarmak anlamlarını taşır. İşte bile-bilmek, bilmeyi başarmak, bilmeyi bir anlamda bilmek, bilmeyle yaşayabilmektir. Bilgi ahlakı, bile-bilmeyi, bilmeyle başarmayı, bilmeyle yaşamayı, bilmeyle anlamayı, kavramayı, mutlu olmayı, hedefe ulaşmayı, sorun çözmeyi, seçimler yapmayı, karar almayı araştırır; görüşler geliştirir, yorumlar yapar. Bu açıklamaya çalıştığım anlamıyla bile-bilmek, bilgiyle ahlaklı olabilmek, insan olabilmek demektir. Bilmek, bu özel anlamıyla, her zaman bile-bilmek değildir. Bildiği halde bilgisini yaşayamayan insan, deyim yerindeyse bile-bilmeyen insandır