REKLAM

Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Unutmadık ...

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Unutmadık ...

    Unutmadık ...





    Örnek bir Trabzonsporlu olan arkadaşımız, kardeşimiz, ağabeyimiz Kazım KOYUNCU'yu unutmadık unutturmayacağız.



    Kazım KOYUNCU, 1972 yılında Artvin’nin Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy’de doğdu. Babası Cavit KOYUNCU köyün aydın insanlarından biriydi, annesi ise ev hanımı idi. Kazım KOYUNCU 6 kardeşten sondan ikincisi idi. Çocukluğunu çok sevdiği babaannesinden dinlediği masallarla geçirdi. Ortaokul 1. sınıfa geldiğinde babasının kendisine aldığı mandolinle ve babasının kendisinden habersiz onu mandolin kursuna yazdırmasıyla müziğe ilk adımını attı. Daha sonra Almanya’da yaşayan Selahattin amcasının kendisine getirdiği gitarla müzikle daha da bir içli dışlı oldu.

    Kazım KOYUNCU lise yıllarında 2 fransız şairden çok etkilenmişti. O dönemler kitap okumayı çok seviyordu. Şair olamadı ancak sevenlerinin ve kendisinin değimiyle Şair Ceketli Çocuk oldu… Kazım KOYUNCU 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde okumaya başladı. İlk yıl düzenli olarak okuluna gitti ancak daha sonra müzik yavaş yavaş bedeni ve ruhuna işlemeye başlamıştı. 1990 yılında okulu bıraktıktan sonra kendisinde Çağdaş Sanat Atölyesinde çalışmaya başladı. Burada 1991 yılında Ali ENVER ile birlikte Grup DİNMEYEN adlı bir müzik grubu kurdu. Bu grup Karadeniz ezgilerinin dışında Türkçe ve Politik müzik yapan bir gruptu. Aynı zamanda Çağdaş Sanat Atölyesinin o yıl sahneye koyduğu “Faşizmin Korku ve Sefaleti” adlı oyununda müziklerini de yaptı. Kazım KOYUNCU ve Ali ENVER’in kurduğu Grup Dinmeyen 1996 yılında ilk ve son albümleri olan “Sisler Bulvarı” adlı albümü çıkardılar. Kazım KOYUNCU bir yandan Grup DİNMEYEN ile Türkçe politik müzik yaparken diğer taraftan da 1992 yılları sonunda Zeytinburnu’nda Çağdaş Sanat Atölyesinde tanıştığı bir başka müzisyen MehmedAli Barış BEŞLİ ile yeni bir grup kurmaya çalıştı. 1993 yılında Kazım KOYUNCU ve MehmedAli Barış Beşli ile Kadıköy’de Kalkezon adlı bir müzik evinde Dünya’nın ilk ve tek Lazca Rock müzik grubu olan ZUĞAŞİ BEREPE (Denizin Çocukları) ‘yi kurdular.

    Kazım KOYUNCU Zuğaşi Berepe’nin hem bas gitaristi hem de vokalisti idi. Grubun yaptığı müzik Kazım KOYUNCU’nun hassasiyetini dile getiriyordu. Lazcanın unutulmasına, doğayı kirletenlere, Karadeniz otoyoluna karşı açıkça tavır koydu. Zuğaşi Berepe Karadenizlilerle ilk buluşmasını 1993 yılındaki Rize-Pazar şenliklerinde gerçekleştirdi. Doğu Karadenizliler yıllarca dinledikleri müziklerden farklı olarak kemençe yerine gitar çalan bu uzun saçlı küpeli adamları ilk anda pek anlamdı. Ancak Zuğaşi Berepe çok geçmeden İstanbul’da özelliklede üniversite gençliği arasında dinlenen ve dikkat çeken bir grup olmayı başarmıştı. Grup zamanla Karadeniz’e özgü Tulum ve Kemençe gibi enstürmanları da müziklerine katmaya başladılar. Zaten artık konserleri de gittikçe kalabalıklaşıyordu. Çok geçmeden Karadenizlilerde bu grubu keşfettiler. Kendi seslerini dinlettiren bu grupla da bir anlamda barıştılar. Grup bir süre sonra 1995 yılında oldukça sert rock motiflerini içeren ve batılı enstürmanlarla icra edilmiş parçalardan oluşan ve müzik çevrelerinden de olumlu not olan “Va Mişkunan” yani Bilmiyoruz albümünü çıkardı. Kazım KOYUNCU’nun tüm hırçınlığı ve isyanı bu albümde yani Va Mişkunan’da iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. O şimdi İstanbul’a ulaşan Karadeniz’in hırçın bir dalgasıydı… Zuğaşi BEREPE 1998 yılında bir konser albümü olan “Brüksel Live” ı çıkardı. Ancak bu albümden çoğaltılmamak üzere yalnızca 130 adet basılmıştı. Grup aynı yıl “İGZAS” yani “Yürüyorlar” albümünü çıkarttı.

    İgzas’da Kazım KOYUNCU Lazca ve hemşince dillerinin unutulmaması gerektiğini vurguluyordu. Ancak “İgzas” ilk albümleri “Va Mişkunan” kadar başarılı olamadı. Böyle olunca da Kazım KOYUNCU kısa bir süre sonra gruptan ayrılmaya karar verdi. Grubun bürokrasisi Kazım KOYUNCU’nun üzerinde yoğunlaşınca bu durumdan hiç de hoşnut olamayan Kazım KOYUNCU’nun canını sıkmaya başlamıştı, ve bir gün bırakıyorum dedi ve gruptan ayrıldı. Karadeniz’in hırçın çocuğu Kazım KOYUNCU 2003 ‘de Türkiye’nin kültürel ve politik ortamından etkilenmiş gibiydi. Artık dalgalar kıyıya daha yavaş, daha sakin vuruyordu. Kazım KOYUNCU’nun deyimiyle “…zaman ilerledikçe teknik olarak içindeki rock müzik ateşi çokta olmasa da birazcık düşmüştü…”. Sanatçı 2000 yılında kolektif bir albüm olan “SALKIM SÖĞÜT-2” albümünde 3 şarkısını seslendirdi. Kazım KOYUNCU 2003 yılında solo bir albüm çıkarmaya karar verdi. Daha önce “Salkım Söğüt-2” albümünde de seslendirdiği 3 lazca parçayı da albümüne katarak ilk solo albümü olan “VİYA !” yı çıkardı. Kazım KOYUNCU albümünde geleneksel Karadeniz müziği enstürmanları olan kemençe ve tulumu rock müziğin vazgeçilmezleri arasında yer alan bas gitar, elektro gitar ve bateri gibi enstürmanlarla buluşturuyordu. Koyuncu bu albümde laz halk ezgi ve bestelerinin en güzellerini bir araya getirdi. Albüm Doğu Karadeniz’in müzikal bir mozaği gibiydi… Koyuncu her parçada yaşamdan, dağlardan, denizden, insandan ama en çokta aşktan bahsediyordu. Hüzünlü bir aşk parçası olan “Didou Nana” yı megrelce, Lazca ve gürcüce söylüyordu. Kazım’ın sevenleri tarafından ve özelliklede babası “Cavit KOYUNCU” tarafından en çok sevilen parçası da buydu… Kemal S. GÜREL ile birlikte “Sultan Makamı” adlı dizinin müziklerini yapan Koyuncu uzaklaştığı Karadeniz ezgilerine televizyon dizisi “GÜLBEYAZ” ın film müzikleriyle geri döndü. Bir anda ilgi odağı haline geldi. Başta Karadenizliler olmak üzere Türkiye genelinde çok tanınan bir isim oldu. Ancak Kazım KOYUNCU dizi ile gelen bu popileriteden bir parça rahatsızdı. Bu yüzden dizilerde çalınan altı parçasını topladığı albümünü bilerek bir yıl erteledi. Sonunda sevenlerine “HAYDE” adlı albümde bu dizide çalınan altı parçayla seslendi. Koyuncu 2004 yılında 15 şarkıdan oluşan “HAYDE” yi çıkardı.





    Koyuncu Gelevera Deresi türküsünde Şevval SAM’la da bir düet yaptı. Kazım KOYUNCU hemen her albümde olduğu gibi bu albümde de yine hemşince bir halk şarkısı olan “Ella Ella” yı hareketli bir biçimde yorumladı. 26 Nisan 1986 Karadeniz için kara yazılan bir gündü… Ukrayna yakınlarında ki Çernobil kasabasında bulunan Nükleer santralin 4. reaktörü infilak etmişti. Radyasyon yüklü bulutlar fazla gecikmeden Avrupa ülkelerinin pek çoğunu olduğu gibi Karadenizide ziyaret ettiler. Radyasyonun kötü etkilerine Karadenizlilerde maruz kaldı. Çernobil faciasından sonra yetkililer bu olayı o dönem pek ciddiye almamışlardı. Hatta bütün uyarılara rağmen dönemin sanayi bakanı Cahit ARAL medyanın önüne geçmiş, bişey olmaz demiş, çay içmiş, Karadenizliler için tehlike olmayacağını iddaa etmişti. Oysa tehlike vardı, gün geçtikçe Karadenizde kanser öyküleri çoğalmaya başladı. Kazım KOYUNCU’da bu çevresel felakete karşı harekete geçen Karadenizlilerden bitanesiydi. Kanser forumlarına kampanyalara katıldı. Bu forumlardan bir yıl sonra “Benim en büyük fobilerimden biri” dediği kanser pek çok hemşerisi gibi onunda kapısını çalmıştı. Düne kadar kanserle mücadele ediyordu, bugün kendi trajedisini yaşamaya başlamıştı. Kazım KOYUNCU’nun kanser olması sevenlerini yasa boğdu… Duruşuyla Karadeniz’in hırçın ve duygusal çocuğuydu… Karadeniz’in Sesi, İsyanı, Ruhuydu…27 Haziran 2005 günü Pazartesi akşamı Harbiye Cemil Topuz’lu Açık Hava Tiyatrosunda gerçekleştirilecek olan “Hey Gidi Karadeniz” gecesine programda olmasına karşın sağlık durumu nedeniyle katılmayacağı bildirildi. Ardından hasta yattığı Amerikan Hastanesinden aynı gün ölüm haberi geldi. Kazım KOYUNCU 33 yaşında 25 Haziran 2005 günü aramızdan ayrıldı…. Kazım KOYUNCU Va Mişkunan yani Bilmiyoruz albümünün kapağında belki de bütün müzikal hikayesini, mücadelesini, kalbini şarkılarını kendi kaleminden yazmıştı. Bakın o albümde bu hikayeyi nasıl anlatıyordu : “Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”





    1972 - Hopa'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Hopa'da tamamladı.
    1989 - İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine girdi.
    1990 - Çağdaş Sanat Atölyesinde çalışmaya başladı.
    1991 - Ali Elver ile birlikte Dinmeyen müzik topluluğunu kurdu. Aynı yıl Çağdaş Oyuncuların sahneye koyduğu ''Faşizmin korku ve sefaleti'' adlı oyunun müziklerini yaptı.
    1993 - Mehmedali Barış Beşli ile Dünyanın ilk ve tek Laz rock toplulugu ''Zuğaşi Berepe''yi kurdu.
    1995 - Zuğaşi Berepe ''Va mişk´unan''
    1996 - Dinmeyen ''Sisler Bulvarı''
    1998 - Zuğaşi Berepe ''Brüxel Live'' ve ''İgzas''
    2000 - ''Salkım Söğüt 2'' adlı ortak çalışma
    2001 - İlk solo albüm ''Viya''
    2002 - Gülbeyaz dizi müzikleri
    2003 - Kemal Sahir Gürel ile birlikte ''Sultan Makamı'' dizi müzikleri
    2004 - İkinci solo albüm ''Hayde''







    01.10.2006
    .








    Albümde Bulunan Şarkılar :

    1.Hoşçakal (Beste:Kazım Koyuncu-Kemal Sahir Güler,Söz:Barış Pirhasan)

    2.Yanlızlığı Anla (Beste:Tarık Sezer,Söz:Buğra Ebeoğlu

    3.Askıda Yaşamak (Beste:Kazım Koyuncu,Söz:Atilla İlhan)

    4.Dünyada Bir Yerdeyim (Besta Kazım Koyuncu,Söz:Kazım Koyuncu-Ali Elver)

    5.Anlılar Düştü Peşime (Beste-Söz:İlhan Yabantaş)

    6.Yine Burada (Beste-Söz:İlhan Yabantaş)

    7.Sürgün Başlar (Beste:Serkan Tuğ,Söz:Serkan Tuğ-Arzu Görücü Ceylan)

    8.Ayrılık Şarkısı (Beste:Hüsamattin Küçük,Söz:Mehmet Çetin)

    9.Hayat (Beste-Söz:Tunay Bozyiğit)

    10.Le Le Le (Beste:Kazım Koyuncu)

    Konser Kayıları

    11.Divane Aşık (Beste-Söz:Maçkalı Hasan Tunç)

    12.Anam Deyi Ki Bana (Beste-Söz:Çosşkun Arslan)

    13.Yenge Kızı (Anonim)

    14.Tabancamın Sapuni (Anonim)

    15.Kız Ne Ağlayisun (Anonim)

    16.Oy Oy Güzelum (Beste-Söz:Gökhan Birben)

    17.Dido (Didou Nana-Mergel Halk Şarkısı)





    Fatih Sultan KAR- Filiz ACAR

    Nenask’ani nenaşk’unis ant’alu - Sesin sesimize karıştı

    1972 yılının 7 Kasımında dünyaya gelen Kazım Koyuncu, yaşasaydı bugün 34 yaşında olacaktı. O, hayallerine ve cesaretine inandığı çocukları, gençleri her zaman kendine arkadaş bilmişti. Kim bilir belki de bu yüzden yaşlanmayı beklemedi.

    Sanatçı duruşunun yanında devrimci kimliği ile de belleklere kazınan Kazım Koyuncu, bir söylevinde kendisini “Bir müzisyenim, ondan sonra bir Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim şeyi ortaya koymaktan çekinmem." sözleriyle tanımlıyordu.

    Henüz 14 yaşındayken Çernobil yağmurlarında ıslanan Kazım Koyuncu, ilerleyen yıllarda Karadeniz sahil yolu ve Çernobil gibi konularda sembol oldu. "Hepimizde tümörler var ve bunlar hayatımızın belirli dönemlerinde radyasyon veya başka etkilerin tetiklemesiyle kansere dönüşüyor” diyen Koyuncu, bu ülkenin yalancı politikacılara ihtiyacı olmadığını haykırıyor, Çernobil’deki nükleer felaketten sonra kameraların karşısında çay içen dönemin yetkililerini halk düşmanı olarak nitelendiriyordu. Sanatçı, tedavi sürecinde katıldığı bir panelde ise “Türkiye’de hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten. Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti” diyordu.

    Akkuyu'da nükleer, Gökova'da termik, Fırtına vadisinde hidroelektrik santral kurulmasına, Artvin ve Bergama'da siyanürlü altın aramaya, Karadeniz sahil yoluna karşı çıktı. Irak'ın işgaline karşı barış için sayısız konsere katıldı. Hayatta iken onun yüreğine inanmış, ona yoldaş olmuş insanlardan hatıralarını dinleyip sizlere aktarmak istedik. Ailesi ve arkadaşları anlatırken, biz ise dinlerken hüzün deryasında boğulduk.



    Hüsniye Koyuncu (Annesi)

    “Ona “Dina Kaki“ ismini kardeşi Niyazi taktı”

    Hangi tarafa baksam Kazım’ı görüyorum. O çocukluğunda da adam gibi davranırdı. Halasının eşi ona doktorunun adını verdi. Onun gibi yüksek bir adam olsun diye. O da çok yüksek bir insan oldu. İlkokulda öğretmeni onunla arkadaşlık yapardı. Bir gün babası öğretmenine “Ya sen bacak kadar çocukla neyi konuşuyorsun’ demiş, o da eşime “İşime karışma, Kazım çocuk değil adamdır” diye cevap vermiş. Yaşlı insanlarla konuşmaya bayılırdı. Onlara hep bir şeyler sorardı. Hep öğrenmek isterdi. Bazen öyle sorular sorardı ki insanlar cevap veremezdi, şaşırırdı. Ağaçtan gitar, tenekeden davul yapardı. Babaannesine, “Bana atma türkülerden öğret” derdi. Babaanne ona “atma türki atarum / yüreğuni yakarum / eski çaruklaruni / boğazuna takarum” derdi” Kazım da ona atma türkülerle cevap verirdi. Kardeşi Niyazi küçükken Kazım diyemez “kaki, kaki” diye çağırırdı onu. İsmi o yüzden “Kaki” kaldı. Hastayken İstanbul’a gittiğimizde “sarılamayacağız” dedi. Uzaktan el sallardı. Maske ile geziyorduk evde. Bir keresinde sarıldı öptü beni Kazım. “Sarılma” dedim. “yok” dedi “anam bi iyi öpeyim”. O son öpmesiydi. Çocukluğu Pançol’da geçti. Çay toplamada yarış yapardı, bizi geçerdi. Ağabeyi Hüseyin’i geçer ve ona “tembel” diye takılırdı. Bize kıyamazdı, alım yerine bile çayı o getirir satardı.



    Niyazi Koyuncu (Kardeşi)

    “İlk kez sözünü tutamadı”

    Bugün 7 kasım. Kaki’yi onsuz andığımız ikinci doğum günü… Uyandığımda onun gitarı, onun fotoğrafları ve ondan kalan birçok anı, bu zamansız gidişin verdiği ıstırabı yeniliyor bir anlamıyla. Hastane odasında bana verip de tutamadığı, beni ilk kez kandırdığı sözü beliriyor zihnimde: “ On beş sene garanti, hatta 49’u buluruz.” demişti gülerek. Köyümüzdeki Nuri Amca’nın lafıydı bu. Beni biraz olsun rahatlatmıştı ve gözümdeki yaşlar yerini masum bir sevince bırakmıştı. “Yani Niya, anlayacağın hastalığım pek ciddi bir şey değil aslında”. On beş sene o kadar kısa bir zaman ki, bu sürede ona nasıl doyabilirdim. Ama keşke kırk dokuzu bulabilseydi; ne yazık ki o altı ay yaşayabildi ve bana ilk defa yalan söyledi. Seni çok özlüyoruz. Kardeşin Niyazi…



    Mehmedali Barış Beşli (Arkadaşı - Zuğaşi Berepe)

    “O zor günlerin adamıydı”

    Kazım’la 1992 yılında Çağdaş Sanat Atölyesinde tanıştık. O hem devrimci, hem müzisyen, hem Laz, hem de uzun saçlaydı. Bunlar bir araya zor gelecek niteliklerdi. Kazım’a Lazca müzik yapan bir grup fikrinden bahsettiğimde çölde suya kavuşan biri gibi benimsedi. Zuğaşi Berepe İÜ Öğrenci Kültür Merkezinde böylece hayata geçti. Grup, zor günleri hep onun parlak fikirleri sayesinde aştı. Mesela Brüksel Live CD’si konser kayıtlarından elde edildi ve 1997 yılında 130 adet kopyalandı. CD’ler o zamanın koşullarında bilgisayardan sıcak sıcak çıkıyordu ve biz fırından sıcak ekmek alan çocuklar gibi seviniyorduk. Eşimle Kazım’ı tanıştırdığımda henüz evli değildik. Kazım eşimin inatçı ve bana söz geçirebilecek bir yapıya sahip olduğunu gördüğünde “Seni bu kızla evlendireceğim, bu kız seni yola getirir.” demişti. Meğer yakın arkadaşlara da bu kanaatini açıklamış, ben sonradan öğreniyorum. Dermiş ki; benim cimriliğimi(!) göz önüne alarak “Mehmedali bu kızla evlensin yoksa çocuklarına defteri Mahmutpaşa’dan kilo ile alır!”



    İsmail Avcı Bucaklişi (Yazar - Arkadaşı)

    “Dünyaca ünlü 10 sanatçıya Lazca şarkı okuttuğumuzu düşün...”

    Sene 1993, Pazar belediye düğün salonundayız. Zuğaşi Berepe’nin Zuğaşi Berepe adını aldığı ilk konser. Benim gözümde sahnedekiler sanki gencecik insanlar değil de bu işi yemiş yutmuş koca adamlar. Lazca şarkı söyleyecekler. Bu benim hayatımda sahneden dinleyeceğim ilk Lazca şarkılar olacak. Konser başlar, bir süre sonra Kazım’ın çaldığı gitarın teli kopar. Ne büyük bir talihsizlik. Tanrının huzurunda, Lazların karşısında yani kamusal alan denilen mekanda ilk kez Lazca şarkılar söyleniyor ve olacak iş mi, gitarın teli kopuyor... Sene 2004, aylardan Ağustos, yağmur almış başını gidiyor, Hopa’da bir pastanede oturmuş Kazım’la laflıyoruz. Lazca ve Lazca gibi yok olma tehdidi altındaki dillere ilgi uyandırabilmek için kafasındaki bir projeyi anlatıyor Kazım: “Dünyaca tanınmış on sanatçıya birer tane Lazca şarkı okuttuğumuzu düşün. Bunun Lazca’nın prestijini ve Lazca’ya ilgiyi ne kadar artırabileceğini tahmin edebiliyor musun? Ancak böyle işler çıkararak yok oluşun önüne geçebiliriz...” diyor. Bir Of konseri var ki Kazım’ı en çok sevindiren konserlerden biridir. Çoğu müzisyen için Of’ta konser vermek hayal bile edilemezken Kazım, büyük bir kalabalık tarafından karşılanır ve insanlar konser alanını tıklım tıklım doldurur.


    Tahsin Usta (İşadamı - Trabzonspor Dernekler Birliği eski Başkanı)

    “Cerrahpaşa’da onkoloji servisindeki çocuklara konser verdi”

    Kazım’la yolumuz ilk olarak 90’lı yıllarda üniversite öğrencileriyle düzenlediğimiz konserde çakıştı. Daha sonra 2004 yılında Çernobil’le ilgili Sultanahmet Adliyesi’ndeki basın açıklaması ve suç duyurusunda yeniden bir araya geldik. Çevresine duyarlı bir sanatçıydı. Günümüzde insanların ramazanda verdiği iftar yemeklerini bile basını çağırarak yayınlattığı bir ortamda o, Cerrahpaşa Hastanesi Onkoloji Bölümünde tedavi gören çocuklara kimse duymadan konser vermeyi tercih etti. Yine İTO’daki Cernobil panelinde insanlık dersi verdi. Trabzonspor’a yaptığımız iki parça hayatımızın en güzel üretimlerindendi. Hatta bir parçaya yaptığımız klip bizi çocuklar gibi sevindirmişti. Kimse onu başka yerlere çekmesin, o bize bıraktığı mirasta; devrimciliği, bilimi, özgürlüğü, kardeşliği, direnci, özgür bir ülkeyi adres gösterdi.


    Aytekin Akay (Editör - Trabzonspor)

    “Bizim oralarda Kazım abi gibilere ‘ne ciğerli uşak’ derler”

    İkindi yağmurlarını bilir misiniz? İkindi ile başlar ve akşam gün kararıncaya kadar devam eder… Sevgili dost, kardeş, arkadaş, Kazım Koyuncu ile işte böyle bir ikindi yağmurunda tanıştık ve akşam olmadan da ayrıldık… İkindi ile akşam arasında süren arkadaşlığımızın her döneminde ortak nokta Trabzonspor oldu. Zaten bizi tanıştıran da Trabzon’daki Trabzonspor oldu. O ikili sohbetlerimizin hep üçüncü kişisiydi ve her ikimiz de yüzümüz ona dönük konuşurduk. Ali Kemal’i, Şenol’ları, Dozer Cemil’leri konuştuk en çok da… O hep o Trabzonspor’u sevdi; sahada dik duran Trabzonspor’u… Ezilmeden büzülmeden futbol oynayan Trabzonspor’u…O Trabzonspor’u, güçlülerin hep haklı çıkmasına karşı çıktığı için sevdi. O Trabzonspor’u, parası olanın değil, yüreği olanın da istediğini yapabildiğini ispat ettiği için sevdi. Kazım Koyuncu Trabzonspor’a benzerdi, Trabzonspor da Kazım Koyuncu’ya… ‘Güçlülerin iktidarına karşı hayde Trabzonspor’’a dedi… Bizim oralarda, Karadeniz’de, Kazım abi gibilere ‘ne ciğerli uşak’ derler. Yani korkusuz, yardımsever, alçak gönüllü, haksızlıkların karşısındaki delikanlı…


    Şehnaz Yaygel (Söz Yazarı)

    “Sesimi kaybedersem beni vurun!”

    Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki Trabzonspor-İstanbulspor maçına hastalığın tüm risklerini göze alarak sırtındaki bordo mavili formayla gelmişti. Trabzonspor aşığı Kazım, maçı izlerken ‘tüm güzel şeylerin sebebi’ diye tanımladığı hayat arkadaşı Gönül, ona ilaçlarını içiriyordu. O ise hala "Trabzon" diye bağırmaya çalışıyordu. O gün bağırmaktan sesi kısıldı. Skor 5-0 olduğunda yüzünü görmeliydiniz. Maç çıkışı merdivenleri çıkarken bir kolunu Gönül’ün Bir kolunu benim omzuma attı destek almak için. Zorlanıyor ama kalan çok az gücüyle Trabzonspor için ikimizin yaptığı marşı söylemeye çalışıyordu. O gün sesinin iyi çıktığı son günmüş bilemedik. Üç gün sonra hastaneye yattı ve sesini kaybetmeye başladı. Oysa kemoterapiler sırasında "Bu hastalık her şeyimi yok edebilir ama eğer sesimi kaybedersem beni vurun." demişti. Ne hazindir ki onu hayata bağlayan sesi ondan önce sustu ve o bizi vurdu. Son günlerinde gözleriyle ve yazarak konuşuyordu. Bir de hastalığını öğrenmeden bir ay kadar önce, ehliyetini alınca çok sevinçliydi ve bir araba bakmaya başladığını söylemişti. Sonra da "Kimse arabama binmek istemiyor, korkuyor" diye espri yapmıştı. Ben de üzülme ben binerim, ölmekten korkmuyorum demiştim ve gülmüştük. Arabayı alamadı, ehliyeti de birçok şeyi gibi genç kaldı denizin çocuğunun.


    İlkay AKKAYA (Sanatçı)

    “Bir gün dilim sürçtü, Kazım’ım yerine Lazan’ım dedim”

    Kazım’ı 1993 yılında tanıdım ve ondan sonra da yakın arkadaş olduk. Bizim basçımız askere gidince konserleri Kazım’la birlikte yaptık. Ne zaman arayıp gel hadi gel birlikte müzik yapalım desek gitarını kapıp gelirdi. Eylem birliğimiz çoktu onunla. Evinde çıkan yangında kaybettiğimiz müzisyen arkadaşımız Tuncay’ın ölümü üzerine İngiltere’den apar topar gelen Kazım’ın katıldığı bir televizyon programında gitarı yandı. Bir gün önce de evinde ampul patladı. Arka arkaya yaşanan bu olaylar için “tesadüf mü sence” diye sormuştu. Tuncay’ı toprağa verdikten onbeş gün sonra Kazım’ın teşhisi kondu. Onunla ilgili hep eğlenceli şeyler hatırlıyorum aslında. Dertlerimizi de paylaşırdık ama bir araya geldiğimizde hep neşeli ve eğlenceliydik. Ben ona “Kazım’ım” derdim. Yorgun olduğum zamanlarda bazen dilim dolaşır, hecelerin yerlerini değiştiririm. Yine böyle bir günde Kazım’ım diyeceğime “Lazan’ım” demişim. Sonra düşününce bu kelimenin cuk oturduğunu görerek Lazan’ım demeye başladım. Onunla Lazca –Megrelce şarkılarda düetler yaptık. O müzikal çizgi ve ezgi diziliminde başarılı olabiliyorum sanırım ama Kazım çok uğraşmıştı bazı sözcükleri söyleyebilmem için. Stüdyo kurmuştu, güzel şeyler yapacaktı. Biz de yeni düetler ve ortak projeler düşünüyorduk ama bu kadarmış.

    Faruk ALTUN (Yapımcı - Metropol Müzik)

    "Üsküdar’da denize bakan bir ev en büyük hayaliydi"

    Kazım’la 1996 yılında Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubunun ilk albüm çalışması döneminde sanatçımız Arzu Görücü vasıtasıyla tanıştım. Ardından ‘Salkım Söğüt 2’ çalışmasıyla dostluğumuz, arkadaşlığımız, ticaretimiz, her şeyimiz beraber oluştu. Onlarca acı tatlı anımız oldu zaman içerisinde, fakat bizi birbirimize bağlayan bu albüm çalışmasıdır. O çalışmada elimizde olmayan nedenlerle bazı aksaklıklar oluştu. Bilgisayarımız çöktü, kayıtlarımız yandı, mikslerde sorunlar çıktı. O zaman Metin Kalaç ile birlikte Kazım Koyuncu’nun inanılmaz büyük emekleri oldu. Ondan sonra da Kazım’ın güven veren duruşu dostluğumuzu pekiştirdi. İşine olan sadakati ve titizliğiyle beni şaşırttığını ve mahcup ettiğini söylediğimde ‘Aldırma ya Faruk Altun’ dedi. Kazım bir kere adam gibi adamdı. Duruşuyla, tavrıyla, tarzıyla... O, sistem karşısında hiçbir zaman eğilmedi, yalakalık yapmadı. Eline fırsat geçtiğinde bile kendini maymuna çevirecek hiçbir programa çıkmadı. Öyle ilkeli bir adamdı. Geleceğe dair en büyük hayali de Üsküdar’da denize bakan bir evdi. Denizin çocuğuna da bu yakışırdı doğrusu.









    Kaleminden..



    Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.




    Çok iken bir şeydik, bir iken çok şey... Acı biber turşusu yedik. Otuz metre karede herşeyle çok seviştik... Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çete sahipleri ve yalakacıları, baş ve bakanları, miletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermedik... Hiçbiryerdeydik...




    Aşk, özgürlük düşü yetmez;
    özgürlüğün kendisi, hala yetmez;
    Hayatın kendisi,
    ve en sonunda giderken oradan,
    hayattan her şeye bedel,
    küçük,
    mütevazi,
    o en anlamlı tebessüm sizin olsun…
    Elbette mümkün değil ama,
    her şey gönlünüzce olsun…


    Neden olmasın?...




    (11.05.2004)





    Dünyada bir yerdeyim ben
    Yol kenarlarındaki su birikintilerindeyim
    Yerim yurdum yoktur benim
    Yarim yurdum yoktur benim
    Sadece gökyüzüne göreyim

    Uzak yerler çeker beni
    İsterim ki gemilerle gideyim
    Bugün burda şarkılar söylerim
    Ben kendime şarkılar söylerim
    Ama yarın hiçbir yerdeyim







    İşte gidiyorum;
    Birşey demeden
    Arkamı dönmeden
    Şikayet etmeden
    Hiçbirşey almadan
    Birşey vermeden
    Yol ayrılmış, görmeden GİDİYORUM!

    Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde
    Yürüyorum sanki senin yanında
    Sesin uzaklaşır herbir adımda
    Ayak izim kalmadan GİDİYORUM!

    Geldiğinde kalbim de kırılmadı
    Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı
    Bana kimse sen gibi sarılmadı
    Işığımız sönmeden GİDİYORUM!












  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    hiç bir zaman unutmayacağız

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •