Seyyit Kutup (büyüüüüüüükkk alim!...)

Bu yazıda, ismi seyyid, fakat kendisi fellah olan S.Kutbun masonlara nasıl maşalık yaptığını, başta eshab-ı kiram olmak üzere ehli sünnet büyüklerine nasıl dil uzattığını, Kur’an-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir ettiğini, İbni Teymiyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist olduğunu ispat ediyoruz. S. Kutbun kitapları, Türkçeye tercüme edilirken galiz hataların çıkarıldığına da şahid olduk. Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler bulunduğunu okuyuculara ispat için, Türkçe tercümelerini sayfa numaraları vermek suretiyle nasıl din düşmanlığı yaptığını göstermek istiyoruz.

Bekir Sadak tarafından tercüme edilerek Cihan sulhu ve İslam ismi verilen kitaba bir bakalım.
S.Kutup, sosyalist hümanistliğe dayanarak diyor ki:
“İslamiyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dini taassubu asla kabul etmez.” [C. Sulhu s.22]
Hıristiyan ve Yahudi gibi kâfirleri sevmemek, taassup olarak gösterilmektedir. Halbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmek her Müslümana farzdır. Kur’an-ı kerimde de buyuruluyor ki:
(Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allahü teâlânın dostluğunu bırakmış olurlar.) [A. İmran 28]
(Ey müminler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin!) [Maide 51]

Yine diyor ki:
“İslam, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hatta İslama göre bütün insanlar yek diğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allahın adaletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayrımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adaleti vâdeder.” [C. Sulhu s.32]

İslama göre kâfir Müslüman bir aileymiş. Bugüne kadar hangi İslam âlimi böyle söylemiştir? İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz “Ancak Müslümanların kardeş” olduğunu bildirmiştir. Evet dinimizde ırk ve renk ayrımı yapılmaz ama, DİN ayrımı yapılır. Müslümana, zimmiye ve kâfire ayrı ayrı muamele ile emredildik. Müslümandan uşur ve zekat alındığı halde zimmiden zekat değil, harac ve cizye alınır. Müslüman zekat vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. İslam âlimlerinin bu hükümleri mevcutken sosyalist yazar kendi başına kurallar koymaktadır.
Nisa suresi 95. âyet-i kerimesinde, (Allahın dinini yaymak için, malları ile canlarını feda ederek din düşmanları ile cihad edenler, evlerinde ibadet edenlerden daha üstündür) buyurulurken Mısırlı sosyalist şöyle zırvalıyor:
“İslamın hiçbir zaman harpten gayesi zorla Müslümanlığı kabul ettirmek değildir.” [C. Sulhu s.32]
Bu fikirlerine delil olarak T.D Arnold isimli bir ecnebi şahid gösteriliyor. (C. Sulhu s.32)

S.Kutup (Fi-zılal) Kitabında ise mezkur âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, Allah nizamını beşeri hayata hakim kılmak için yapılmasının gerektiğini yazmak mecburiyetinde kalmış, böylece riyakârlığı meydana çıkmıştır. Fi-zılalde de “İslam kendisine inanmayanları zorla davet etmez” diyor. Bir taraftan dine davet için savaş yapılmasını söylüyor. Az sonra da savaşla, zorla dine davet olmaz diyor. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Hak din olan İslamı kabul etmeyen kâfirlere, cizye verinceye veya hak dini kabul edinceye kadar onlarla savaşın.” [Tevbe 29]

Dinimiz kâfirleri Müslüman yapmak için cihadı emrettiği için, Eshab-ı kiram yer yüzüne dağılıp ölünceye kadar cihad ettiler. İstanbulu fethetmek için kaç kere sefer yapılmıştır. S.Kutuba göre, (Bütün insanlar birbiriyle kardeştir, nasıl olur da zorla savaşılır? Kâfirleri Müslüman yapmak için yapılan cihad barbarlıktır.)

S.Kutup bir taraftan Müslümanlar ihtilalci olur, ihtilalle başa geçer derken, bu Kitabında da şöyle demektedir: “İktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ulaşır: Halkın mutlak arzusu ile, hür seçim yolu ile” [C.Sulhu s.119]

Halbuki Hz. Ebu Bekir Sıddık, tayin suretiyle, Hz. Ömer de halife seçimini altı kişilik bir şura’ya havale etmiş, Hz. Osmanı da bu altı kişilik şura seçmiştir. Ondan sonra biatler yapılmıştır. Ancak dinimizde Mevdudinin ve S.Kutubun bildirdiği gibi hür seçim yolu, modern seçim yolu yoktur. Dinimizde insanlar eşit olmadığı gibi Müslümanlar da kendi aralarında bile eşit değildir. İmam-ı Gazalinin oyu ile dağdaki çobanın veya evdeki kocakarının oyu eşit değildir. Hz. Aişe validemizle, Eshab-ı kiramdan başka bir hanımın oyu eşit değildir. Herkesle istişare edilmez. Ancak ilim ehliyle, bilenlerle istişare edilir.

S.Kutup istişareye bile herkesin iştirak etmesini isteyerek şöyle diyor:
“Meşveretin icabı, insanların işlerini idare hususunda hepsinin iştirakinden ibarettir.” [C.Sulhu s.120]
Âlim cahil, salih fasık ayırt etmeden, eşitlik esası üzerine herkesi davet ediyor. Bu sapık fikri de İslam diyor.

S.Kutup önceleri sosyalist idi. Ancak bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması onu kınamayı gerektirmez. Fakat, dinimizi sosyalist açıdan anlatmakla, Marksistliğin tesirinden kurtulamadığı ve halâ sosyalistliğin devam ettiği görülmektedir. Zekat konusunda ise Marksistliğini gizlememektedir.
Zekat, malın belli bir kısmını Kur’an-ı kerimde bildirilen sınıflara Müslümana vermektir. Zenginin zekatını, fakirin eline vermesi gerektiğini bütün ehli sünnet âlimleri bildirmektedir. Meşru hükümet, aldığı zekat parası ile yol köprü yaptırmadığı gibi hiçbir hayır kurumuna da veremez. Zekat yalnız bu sınıftakilerin hakkıdır. Kur’an-ı kerimde bildirilen bu hakkı herhangi bir mezhepsizin değiştirmeye hakkı yoktur. Marksist ruhlu diyor ki:
“Şurası bir gerçektir ki, zekat adını taşıyan bu vergiyi, her vergiyi tahsil ettiği gibi, ancak devlet tahsil eder. Ve yine cemiyetin ihtiyaç ve şartlarına göre değişebilen belirli bir usül dahilinde sarf edilmesi ile vazifeli olan da devlettir.” [C.Sulhu s.152]

Zekat, fakirin hakkıdır. Cemiyetin ihtiyaçlarına sarf edilmez. Sarf edilmesi dört mezhebe aykırıdır, mezhepsizliktir. Sosyalist Kutbun dini tahrif edici ifadesi de şöyledir:
“Devlet, ordu kurmak ve onu silahlandırmak için, az olsun, çok olsun, her servetten %2,5 nispetinde bir vergi alınmasını mecburi kılan bir kanun vazetse ve bu vergiden gelen varidatı umumi sarfiyat bölümlerinden askerin masrafına tahsis etse, vay efendim, asker dilencilik etme durumuna düşürüldü, şan ve şerefi ayaklar altında çiğnendi mi denecektir?” [C.Sulhu s.152-53]

Dinimizde yeni kanunlara ihtiyaç yoktur. Hangi servetten ne miktar zekat, uşur alınacağı bellidir. Bir kere her servetten zekat alınmaz. Her servetin bir limit noktası vardır. Az olsun çok olsun denmez. Din ve mezhep imamları bu ölçüyü koymuştur. Hiç bir devlet bu ölçülerin dışına çıkamaz. Havaciyeyi asliye denilen ihtiyaç eşyası zekata tabi değildir. Zekat her servetten %2,5 alınmaz. Saime hayvanların zekatı verilir. Yük taşımak için, yün için beslenen hayvanların zekatı verilmez. Deve zekatı beşte biridir. Fakat miktar arttıkça verilecek zekat durumu da değişmektedir. At hayvanı için nisap yoktur. Her at için bir miskal altın verilir.

Belli bir kilodan sonra uşur vermek farz olur. Hayvan gücü, dolap vesaire ile sulanan arazilerde öşür %5 iken salma su ile sulanabilen arazilerde %10dur. S.Kutbun dediği gibi her servetten %2,5 alınmaz. Dinin bildirdiği hudutlardan dışarı çıkılmaz. S.Kutup, imamların bildirdiği hükümleri din kabul etmeyip, kendi aklını din kabul ettiği için böyle saçmalamakta, az olsun, çok olsun her servetten %2,5 vergi alınmak için kanun konabileceğini bahsetmektedir. Dinimiz binek için olan, yük taşımak için olan hayvanın zekatı olmaz derken S.Kutup her servet tabirini kullanmaktadır. Sonra İslam nizamında kanunlar vazedilmiş olup, ehli sünnet âlimlerince de açıklandığı için yeni bir kanuna, S.Kutbun dediği gibi %2,5 luk vergiyi mecbur kılacak bir kanuna ihtiyaç yoktur.

Yine C.Sulhu Kitabının 153. sayfasında aynı hezeyanı savurmakta, “Zekat bir elden çıkıp diğer ele geçen ferdi bir ihsan ve sadaka değildir. Eğer bugün bazı kimseler, mallarının zekatını bizzat kendi elleriyle ayırıp yine kendi elleriyle dağıtıyorsa, bu İslamın kıldığı bir şekil ve nizam değildir” diyebilmektedir. Halbuki yeminle bildirilen hadis-i şerifte fakir akraba varken başkalarına verilen zekatın makbul olmayacağı bildirilmektedir. Müslüman bir millet zekatını elden fakirlere veriyorsa devlet buna karışamaz.
S.Kutup, C.Sulhu Kitabında, zekatı verilmiş olan malı saklamak suç diyor. (s.149)
Halbuki zekatı verilmiş olan malı, saklamak suç değildir. Hadis-i şerifte, (Zekatı verilmiş mal, kenz yani biriktirilmiş, istif edilmiş mal değildir) buyuruluyor. (Ebu Davud)

Dinin emirlerinin kanun şeklini aldığı Mecellede, Dürr-ül-muhtarda ve hadis-i şerifte, bir kimsenin özel malının onun rızası olmadan alınamayacağı, kullanılamayacağı bildirilmektedir. Fakat Marksist adam, C.Sulhu Kitabında, “Devlet özel mülkiyetten ihtiyacını gerektirdiği kadar iade etmemek üzere alır ve toplumun umumi ihtiyaçlarına sarfeder” diyor. Halbuki hükümet, zimmilerin de mal, can ve ırzlarını korumakla vazifelidir. Özel mallarını almaya hakkı yoktur. Devletin genel ihtiyaçları ancak Beytülmaldan sarfedilir. Beytülmalda tüyü bitmemiş çocuğun hakkı vardır. Beytülmal ile sosyalist devlet hazinesi bir değildir. Halkın elinden özel malını almak sadece komünizmde vardır. Demek ki kapitalizm düşmanlığı komünizm hayranlığını doğurmuş. Hiçbir muteber kitaptan nakil yapmadan kendi kafasına göre yazıyor ve sonunda da şöyle diyor: “İşte İslam budur.” [C.Sulhu s.150]
S.Kutup, özel mülkiyete devletin el koyabileceğinden bahsetmektedir. (s.149,150)
Diğer mezhepsizler gibi İslam düşüncesi tabirini kullanmaktadır. (C.Sulhu s.167)

Bütün mezhepsizler, İslam düşüncesi, İslam nazariyesi, İslam teorisi, faiz nazariyesi gibi tabirleri kullanmaktadır. Düşünce, nazariye, teori gibi ifadeler şüpheyi gerektirir. Mutlak bir hükmü belirtmez. İslam ise kesin bir hükümdür. Faiz nazariyesi değil, faiz hükmü denir. İslam düşüncesi denilmez, İslam dini gibi kesin bir ifade kullanmak gerekir.

S.Kutbun, İslami Etüdler isimli Kitabını Hasan Beşer tercüme etmiş, 2. baskısında islamiyet ne ne değilmiş: “Dualar mırıldanmak, tesbih tanelerini şıkırdatmak, aman Allahım sen koru, sözlerine dayanmak, gökten hayır, doğruluk , hürriyet ve adalet yağacağına güvenmek.” [İ.Etütler s.35]
Neler İslamiyet değilmiş? 1- Dua etmek 2- Tesbih çekmek 3- Aman Allahım sen koru demek 4- Yapılan dua vasıtasıyla gökten hayır yağacağına güvenmek.
1-Allahü teâlâ duayı emrediyor, bu alay ediyor. Halbuki dua müminin silahıdır. Dua hakkında dinimizin emri şudur: “Duayı inkâr eden kâfir olur.” [Fetava-i Fıkhiyye S.149]
2-Tesbih çekmek dinin emridir. Tesbih şıkırdatmak tabirini kullanarak, sünnet olan tesbihle alay ediyor. Halbuki sünnetle alay da küfürdür.
3-Aman Allahım demek Allahü teâlânın emridir. Allahü teâlânın emri ile alay etmek küfürdür.
4-Yapılan dua vasıtasıyla ile gökten hayır yağacağına güvenmek, tevekkül etmek Müslümanlık değilmiş. Rabbimiz dilerse gökten rızık da yağdırır, mezhepsizlerin başına taş da yağdırır. Yağdıramaz sanmak küfürdür.

Bilindiği gibi komünizmde mal, cemiyetin mülküdür. Dinimizde ise özel mülkiyet vardır. Herkes mülkünün sahibidir. Ancak şahsın, zekatı ve uşru Cenabı Hakkın gösterdiği yerlere, bildirdiği kadar, verme mecburiyeti vardır. Bunun dışında kimseye sadaka vermek, ödünç vermek mecburiyetinde değildir. Ama sevap kazanmak isteyen dilediği yerlere dilediği kadar hayır vermekte serbesttir. Hal böyleyken sosyalist ruhlu adam, müslümanlığı komünistliğe uydurmak için diyor ki:
“Mal cemiyetin mülkiyetinde olduğundan ve ferdin vazifesi ondan yararlanmaktan öte gitmediğinden, cemiyetin başka fertlerinin de bu mala ihtiyacı olduğundan yahut yararlanmak istediklerinde içtimai tesanüdü tahakkuk ettirmek bakımından fert onlara faizsiz borç vermekle mükelleftir.” [İslami Etütler s.74 ]

Dediğini tekrarlayalım:
1-Mal cemiyetin mülkiyetindedir demekle komünistler gibi özel serveti kabul etmiyor.
2- İçtimai tesanüdü tahakkuk ettirmek için zenginler fakirlere borç para vermekle mükellef diyor. Dinimizde bir kimseyi ödünç vermeye mecbur etmek, zulüm olur, gasb olur.
S.Kutup, İslam âlimlerinin hükümlerine ters olarak kendi kafasına göre her çeşit zekatı devlete aldırıyor sonra da şöyle diyor: “Zekat, elden ele verilen ferdi bir bağış değildir.” [İ.Etütler s.75]

Bir zengin, zekatını hadis-i şerifte ve fıkıh kitaplarında bildirildiği şekilde, fakir akrabasının eline verse, S.Kutuba göre bu dine uygun değildir. Dinimizin koyduğu hükmü beğenmeyene ne denir?

S.Kutup da diğer mezhepsizler gibi, dinimizi vahyi ilahi olarak kabul edemiyor, kesin hükümler topluluğu olarak inanamıyor. Dinimizi bir teori olarak kabul ediyor. Teori yani nazariye demek, henüz kesin olmayan, düşünce alanında kalan bilgi demektir.

İslam nazariyesi, İslam sosyalizmi, İslam faşizmi, İslam Felsefesi gibi terimler dinde şüphe gerektiren ifadelerdir. S.Kutup İslama nazariye, bâtıl sistemlere de kuvvetli nazariye diyor. Hiç İslam dini bâtıl nazariyeler ile mukayese edilebilir mi? İslam’ı nazariye, insan düşüncesi zanneden cümleleri şöyledir:
“Bugün onları Peygamber (s.a.s)in zamanında yapmış olduğu şekilde, kısa ve mufassal bilgilerle İslama davet etmemiz kifâyet etmez. O devirde bugünkü gibi İslam nazariyesi karşısında duran teferruatlı ictimai nazariyeler yoktu.” [İ.Etütler s.32]

Bu cümlede kaç hata vardır?
1- Bâtıl sistemlere, teferruatlı içtimai nazariye deniyor.
2- Dinimiz, İslam nazariyesi olarak gösteriliyor, teferruatı veya teferruatsız olup olmadığı bildiriliyor.
3- Peygamber aleyhisselam ile Eshab-ı kiramın davet şekli kifâyetsiz bulunmaktadır.
İslama davet bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi bunda da en kamil daveti şüphesiz Peygamber efendimiz yapmıştır.

S.Kutup, hümanist bir düşünce ile bütün bâtıl ve bozulmuş dinlere de hürriyet verilmesini istiyor. Üstelik, İslam böyle emrediyor diyor: “Marksizm, dünya çapında bir nizama davet ettiğini iddia eder. Fakat hangi nizam olursa olsun inanç hürriyetini sağlamadıkça ikame edilemez.” [İ.Etütler s.84]

Kendisi Kaddafi gibi sosyalist olduğu için Marksizmin dünya çapında bir nizama davet ettiğini söylemesi yadırganamaz. Fakat hangi nizam olursa olsun ifadesinin içinde İslam nizamı da vardır. Olduğunu zaten az ileride kendisi de açıklamaktadır. İslam inanç hürriyetini sağlar diyor: “Biz bütün inançları aynı eşitlikte ve hürriyetle gölgesinde ilerleyebileceği bir nizama davet ederiz. Bu nizamda inanç hürriyetini korumak devletin ve Müslüman cemiyetin zaruri vazifesidir. Hem bu nizamda gayri müslimler özel hallerinde kendi dinlerine intisap edebilirler. Bütün vatandaşlar imtiyazsız olarak aynı haklara sahip, aynı kanunlara bağlı ve eşit mesuliyetlerle yüklüdür.” [İ.Etütler s.85]

Allah katında tek din, hak din, gerçek din yalnız İslamiyettir. Bu bakımdan S.Kutubun dediği gibi bütün inançlar aynı eşitliğe ve aynı hürriyete sahip değildir. İslam nizamında bir müslim ile bir gayri müslim imtiyazsız olarak aynı haklara sahip değildir. Eşit mesuliyetlerle yüklü değildir. İslam nizamında Müslümanlar, namaz kılmakla ve zekat vermekle yükümlüdür. Fakat İslam nizamında yaşayan gayri müslimler, yani zimmiler ise namaz kılmakla ve zekat vermekle yükümlü değildir. Onlar sadece harac verirler. Kanunlar eşit olarak uygulanmaz. Fasığın da, kâfir in de şahidliği muteber değildir. Zimmiler imam olamadığı için halife de olamaz. Hakim de olamaz. Daha birçok görevler bunlara verilmez. Nerede imiş o eşit hükümler?

S. Kutup insanları nereye çağırıyor:
“Biz bütün vatandaşları, umum gelir kaynaklarından müsavi hakka sahip olacakları bir nizama çağırırız. Çünkü bu nizamda, mülkiyet esas itibariyle Allah tarafından yetki verilmiş olan cemiyete aittir. Ferdi mülkiyet geçicidir ve ancak faydalanma şuurları dahilindedir. Lüzum görüldüğünde fazla malları alma hakkı cemiyetindir.” [I. Etütler. s.86]
S.Kutubun çağırdığı nizam budur. Bu nizamda mülkiyet esas itibariyle cemiyete aitmiş. Mülkiyet yalnız komünizmde cemiyete aittir.

S.Kutup s.89 da, “İslam'ı ya bütün olarak alın yahut bırakın” diyor. Halbuki İslam âlimleri bir şeyin tamamı mümkün değilse, mümkün olanı almak gerektiğini belirtmişlerdir. Oruç tutmayana veya tutamayana namaz da kılma denir mi? Dinimizde zengin, sadece zekat, uşur, sadaka-i fıtır gibi mali ibadetleri yapmakla yükümlüdür. Bunun haricinde kimse zenginden bir şey alamaz. Ama S.Kutup diyor ki: “Devlet lüzumu halinde cemiyetini korumak için ihtiyacı olan parayı varlıklı fertlerden kayıtsız şartsız alabilir.” [İ. Etütler s.92]

Dinimiz, zimmilerden haraç cizye gibi vergilerin haricinde başka bir mal alamaz. S.Kutubun hiç bir mezhebe uymayan bu bozuk fikirleri komünistliğe oldukça uygundur. Komünistler, S. Kutubun heykelini dikseler kendilerince uygun iş yapmış olurlar. S.Kutup ya hep ya hiç fikrinde şöyle ısrar etmektedir:
“Bugün İslam adına, kadının parlamentoya girmesini istemeyen, çalışmaktan men edilmesi için haykıranlar, kendilerini bu tarafa iten duygularına saygımla birlikte meselelerin hepsini bu ayrıntılara inhisar ettirmekle İslam'ı kolaya ve eğlenceye aldıklarını söylememe müsaade etsinler.” [İ. Etütler s.94]

Mısır'da bazı Müslümanlar, dinin tamamının tatbikinin, dejenere olmuş bir hükümetten istemenin abesliğini düşünerek, bir kısmının olsun şimdilik tatbik edilmesini istemişlerdir. S.Kutup bunlara kızıyor, ya tamamını isteyeceksiniz veya hiç diyor. Sonra bu Müslümanları İslam'ı eğlenceye almakla itham etmektedir. Eğer bunlar İslam'ı eğlenceye almışlarsa küfre düşmüşlerdir. Küfre düşen bu insanların bu fikirlerine nasıl saygı duyulur? Küfür olan bir fikre saygı duymak küfür değil mi? S.Kutup bu Müslümanların bu duygularına saygı duyduğunu da belirtiyor, S.Kutup için fikir fikirdir. Bâtıl da olsa saygıya layıktır.
İslam'da sosyal adalet Kitabının 5. Baskısında, S. Kutup, mezheplerin birleşmesini istiyor: “İslamiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleşmeli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır.” [İ. S. Adalet s.35]

Dört hak mezhebi ihtilaf olarak kabul etmektedir. Bu ihtilaflar birleşmelidir diyor. İhtilaflardan maksadı sapık mezhepler değildir. Öyle olursa daha tehlikeli olur. Hak ile bâtılın birleşmesine zaten imkân yok. Hak mezhepleri de birleştirmek Telfîk oluyor ki bu da icma-i ümmet ile bâtıldır. Hocası mason Abduh gibi mezhepleri ayrılan cüzler kabul etmekte ve birleşmesini istemektedir. Mezheplerin çıkması, ihtilafları rahmet iken, S. Kutup diğer mezhepsizler gibi bunları birleştirmek, yani kaldırmak istemektedir. “Aralarındaki farklı mezhepler (doktrinler) birbirlerine yardımcı olmalıdırlar ki emniyet ve salah için tabiat kuvvetlerinden elbirliği ile istifade mümkün olsun.” [İ.S. Adalet s.35]

Bu cümlesi ile mezheplerden maksadı hak mezhepler mi, yoksa sapık mezhepler mi? Hak mezhepler ise onlar zaten icma-i ümmet ile bir rahmet olarak çıkmıştır, birbirine yardımcı olmalıdır gibi bir ifade kullanılamaz. Eğer sapık mezheplerin birbirine yardımcı olmasını istiyorsa bu daha kötüdür.
S. Kutup Din zamana göre değişir diyor, İslam'ın insan düşüncesi olan bir görüş diyor. Şöyle devam ediyor: “insanlık hakkındaki İslam'ın görüşü ile yapılan bu fikri hamlenin bir eşini henüz tarih kaydetmemiştir.” [İ.S. Adalet s.69]

Feminist bir zihniyetle de diyor ki: “İslam, (iki cins arasında) erkekle beraber kadın için tam bir eşitliği teminat altına almıştır.” [İ.S. Adalet s.75]

Halbuki kadın erkekle hiç bir zaman eşit değildir. Nikahta ve boşamada eşit değildir. Şahidlikte iki kadın bir erkektir. Kadın hakim ve devlet reisi olamaz. Mirasta erkeğin aldığı hisseyi alamaz. Bütün bunlar eşitlik değildir. S. Kutup böylece kafasındaki komünizmi İslam olarak anlatmaktadır. Her komünist gibi, S. Kutup zenginin köşk ve saray yaptırmasına karşı çıkarak diyor ki: “Milyonlarcasının basit bir meskene yirminci asırda sac veya adi tenekeden, kerpiçten başını sokacağı bir elbiseye muhtaç bulunduğu bir memlekette, milyonlarca lira sarf ederek muhteşem köşkler ve saraylar yaptırmak israf ve haramdır. Ölçü budur.” [İ. S. Adalet s.189]

Sosyalist ölçüyü gördük. Devamlı şekilde zenginlik ve servet düşmanlığı... Adam meşru yoldan
kazanıp, meşru yollarda harcıyorsa, zekat ve uşurunu veriyorsa ne diye düşmanlık beslenir? Hiç bir delile dayanmadan köşk yaptırmaya haram demek mezhepsizce bir cürettir. İmam-ı Şafii çok fakir, İmam-ı a'zam çok zengin idi. Sapık olan İbni Hazmı övmekte, “Büyük İslam âlimlerinden El-imam İbni Hazm'ın bir fetvasına göre” demektedir. [İ. S. Adalet s.252]

Eshab-ı kirama saldırdıktan sonra mütercim s. 254'de dipnotta şöyle diyor: “Müellif bu görüşlerin şahsi kanaati olduğunu tasrih etmektedir.”

Sanki kitap nakil esası üzerine yazılmış da ara sıra böyle birkaç da kendi görüşünü ilave etmiş gibi bir dipnot eklenmiş. Baştan sona kendi görüşü bulunmaktadır. Bariz hatalar müellifin şahsi görüşüdür demek mütercimin işgüzarlığıdır. Müellif yani S. Kutup bunlar benim şahsi görüşüm, şunlar da Ehli sünnet âlimlerinin hükümleridir dediği varit midir?

Ehli sünnet olmadığı için devamlı hataya düşmektedir. Hayır ve şer Allahtan olduğu halde S. Kutup tesadüfe bağlamakta ve şöyle demektedir: “Yine tesadüf, ama iyi bir tesadüf hilafet ruhuna sahip bir hükümdarı Ömer İbni Abdülaziz'i İslamın başına getiriyor.” [İ.S. Adalet s.256]

Ömer bin Abdülaziz'i İslamın başına kim getiriyor? Tesadüf getiriyormuş. Hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmayan bir kimse için böyle sözler normaldir. Aynı sayfada deniyor ki: “Buna dün Ömer bin Abdülaziz muktedir olmuş, bugün de bütün Müslümanlar olabilirler.” [s.256]

Yavuzlar, Kanuniler ve Abdülhamidler halifeliği iyi idare edememiş de bugün Mısırın sosyalist yazarları Ömer bin Abdülaziz gibi iyi idare edeceklermiş. Pisi pisine ölmek marifet değildir. Peygamber aleyhisselam Hendek kazdırmıştır. Düşmanın üzerine gidip de birçok şehid verdirmek istememiştir. Sosyalist bir dava için dinsiz Nasır'a kellesini vermek ahmaklıktır, ihvanı müsliminin fitnesi yüzünden bugün Mısır'da dinden kopmalar çoğalmış, mevcut Müslümanlara da baskılar artmıştır. Hükümet adamları devamlı Müslümanların peşindedir. Bunlar ihtilal yapacak diye devamlı kontrol altında yaşıyorlar. Bunun vebali büyüktür.

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömeri solculukla suçluyor: “Hz. Ömer'in siyaseti, Hz. Ebu Bekir'in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını alıp fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi.” (İ. S. Adalet s.254)

Burada sadece Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer suçlanmakla kalmıyor. Eshab-ı kiramın, zenginleri fakirlere yardım etmediği iftirası da yapılmaktadır. Zenginler vazifelerini yapmayınca Halife müdahale ediyor, mallarını alıp fakirlere eşit olarak dağıtıyormuş. Kurmak istediği düzene İslam komünizmi demek istiyor galiba.

Allahü teâlâ İsa aleyhisselamı öldürmediğini, asılmadığını Kur’an-ı keriminde bildirirken S. Kutup, Maide suresinin 115. âyetini tefsir ederken şöyle diyor: “Hz. İsa'nın vefatından çok sonra kaleme alınmış bu incillerde...”

İbni Teymiye nasıl vahdeti vücud evliyasından Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi hazretlerine kâfir diyorsa, S. Kutup da vahdeti vücud mensuplarına gayri müslim diyor. Bekara suresinin 117. âyet-i kerimesini tefsire kalkarken “Vahdeti vücud felsefesi tamamen İslami tasavvurun dışında kalır” diyor. Vahdeti vücuda felsefe demekte, vahdeti vücud evliyasına da gayri müslim demektedir.

Necip Fazıl der ki: S.Kutup bir İbni Teymiye meddahıdır. Ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hz. Osman'a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır. (Tercüman Gazetesi)
M. Şevket Eygi de diyor ki:: “S.Kutup selefi ve mezhepsiz bir zihniyete sahiptir.” (Büyük Gazete)

Necdi (vehhabi) olduğunu gizlemiyor
Türkçeye birçok kitabı tercüme edilen S.Kutup, İslamın iktisad sistemini sosyalizme göre açıklamış, mason Abduhun dinde reform yolunu tutmuş ve çıkardığı fitneler yüzünden birçok müslümanı sıkıntıya sokmuştur. Hadis-i şerifte, (Uyuyan fitneyi uyandırana Allah lanet etsin) buyuruluyor. (İ. Rafii)
Hz. İsa’nın ölmediği Kur’an-ı kerimde bildirilirken, (Hz. İsa vefat etti) diyor. [Bu ifade, başka bir tercümeden çıkarılmıştır. Böyle fahiş hatalar kasten çıkarılmaktadır.]

Prof. S.Kutup, (İslam toplumunu inşa ederken, İslam fıkhına bağlı kalmamak gerekir. Fıkıhla meşgul olmak ömrü ve sevabı zayi etmektir) diyor. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her şeyin direği vardır. Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki]

Ancak mezhepsiz olan, bazen Hanefinin hükmüne, bazen Şafiininkine uygun der. Maide suresinin 33. âyetinin tefsirinde 4 mezhebin hükmünü yazıp, (Biz bu hususta, İmam-ı Malikin fikrini tercihe şayan görürüz) diyor. Mezhepler arasında hakemlik yapıyor. Kendisini her mezhebin üstünde görüyor.
Zümer suresinin 3. âyetinin tefsirinde, (Bugün İslam ülkelerinde Evliyaya ibadet ediliyor, onlardan şefaat isteniyor) diyerek necdi olduğunu gizlemiyor. Tasavvufu da inkâr ediyor, İbni Arabi hazretlerine gayri müslim diyor. Böyle mezhepsiz kimselerin kitaplarını okumak çok tehlikelidir.

Cemıyyet-ül-meşari tarafından neşredilen Nehc-üs-Seviy... kitabında deniyor ki:
Hakiki ilim kitap okumakla elde edilemez. Taberanideki hadis-i şerifte (İlim ancak üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Hiçbir âlimden ilim okumamış olan S.Kutup, Allaha, mucize kalem, Yaratıcı kalem, diyor. Nebe suresini tefsir ederken de Allaha "Akli müdebbir" diyor. [Akıl ve şuur mahluktur. Mahluka ait bir sıfatı Allah için söylemek küfürdür.] Böyle söylemek ilhaddır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(En güzel isimler Allahındır. Ona onlarla dua edin. Onun isimleri hakkında sapanları bırakın.) [Araf 180]

"Küçük meselelerde de olsa idareciler Allahın hükmü ile hükmetmedikleri müddetçe yeryüzünde müslüman yoktur" diyor. Halbuki İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki: (Allahın hükmü ile hükmetmeyenler hakkındaki âyet-i kerimenin manası şöyledir: Kur’an-ı kerimi reddederek ve Resulullahın sözünü inkâr ederek Allahın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir.) [Ahkâm-ul-Kur'an]
Hz. İkrime de bu âyetin tefsirinde, (İnkâr ederek, Allahü teâlânın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir. İnanıp da hükmetmeyen zâlimdir, fasıktır) buyurdu. [Ehli sünnette amel, imandan parça değildir. Günah işleyene kâfir denmez. S.Kutup, günah işleyene kâfir demekle de Ehli sünnetten ayrılıyor.]
S.Kutup, herkesi mürtedlikle itham ederek diyor ki:
"Bütün beşer mürted olmuştur. İslam, bütün hayatı içine alır. Bir meselede de ona uymayan, imandan ayrılmış, dinden çıkmıştır. Küçük bir meselede beşer kanununa uyan La İlahe illallah dese de müşrik olur, dinden çıkar. Bugün islamiyet yoktur. Biz müşrik bir toplumda yaşıyoruz. Bütün beşeriyet mürteddir, cahiliyet devrine dönmüştür. Bugün müslüman hükümdar ve müslüman tebaa yoktur. Müslümanlar asırlar önce yok olmuştur."
[Bu sözlere kendi yolunda olanlar da dahil midir? Dahil değildir denemez. Çünkü, kâfir sultana sadece uyan değil, uymayan da kâfirdir diyor. Dünyadaki herkese kâfir diyor. Ne hayrettir ki, kendilerine kâfir denilen kimseler onu savunuyorlar.]

S.Kutbun izinden gidenlerin bir kısmı avukat, bir kısmı da, pasaport çıkarmak gibi işlerde beşeri kanunlarla hareket ediyorlar. Onların başka bir kısmı da, bu beşeri kanunlar çerçevesinde eserlerini izinsiz basmıyorlar. Yani beşeri kanunlara tabi oluyorlar. Hani beşeri kanuna uyan kâfir idi?

S.Kutup, "O [Allah], nerede olursanız olun, sizinledir" mealindeki âyet-i kerimenin manasında da bütün islam âlimlerine muhalefet ederek "Allah herkesle, her şeyle beraberdir ve her yerdedir" diyor. Bu görüş küfürdür. Halbuki bütün İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin "Allahü teâlânın ilminin bütün mahlukatı kuşattığı" manasında olduğunu bildirmişlerdir. Hz. Yusuftan sonra, Hz. Musayı kötüleyerek diyor ki: (Hz. Musa, asabi mizaçlı, atak bir liderdir. On sene sonra hayatının ikinci devresinde onunla buluşmak üzere onu şimdi burada bırakalım. Belki sükunete kavuşmuş, sakin tabiatlı ve halim selim olmuştur. Ama hayır olmamıştır.)

S.Kutbun bu sözleri, Peygamberlerin, büyük küçük günahlardan masum olması gerektiğini kesin olarak ifade eden İslam akidesine tamamen zıttır. Hz. İbrahimin Yıldızı, Ayı, sonra da Güneşi görünce, "Bu benim Rabbim" sözü, istifhamı inkârı takdiri üzerinedir. (Sizin zannettiğiniz gibi bu benim Rabbim mi? Yani bu benim Rabbim değil, bu, Rab olmaya layık değildir. O halde siz onun Rab olduğuna nasıl inanıyorsunuz) buyurmuştur. Hz. İbrahim, bunları söylemeden önce de yegane ilahın Allah olduğunu, Ondan başka ilah olmadığını kesin olarak biliyordu. Çünkü Allahü teâlâ "Biz daha önce İbrahime rüştünü verdik" buyuruyor. (Enbiya 51)

S.Kutup, Enam suresinin "Hüküm ancak Allahındır" mealindeki 57. âyet-i kerimeyi, murad olan manasının tam aksine anladığından, Hz. Aliyi ve onu sevenleri de tekfir etti. A.İmran suresinin (Sana tabi olanları Kıyamete kadar küfredenlerin üstünde tutacaktır) mealindeki 55. âyet-i, bu ümmetin Kıyamete kadar, kendi dinleri üzerine kalacaklarını bildirmektedir. Bu ümmetin ilk asırda İslamiyet üzere, ondan sonra cahiliyet üzere yaşadığı nasıl söylenebilir? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, her asırda dini tecdid eden bir zat gönderir.) [Ebu Davud]
(Kıyamete kadar hak üzere olan bir cemaat mutlaka bulunur.) [Buhari ]

[Nehc-üs-Seviy... kitabının Arabi aslı Hakikat Kitabevi tarafından da neşredilmiştir. P.K. 35 Fatih-İstanbul adresinden temin edilebilir.]

Hz. Osmana saldırıyor
S. Kutup, İslamda Sosyal Adalet Kitabının Arapça aslı olan (El Adaletül ictimaiyyetü Fil islam) Kitabında, başta Aşere-i mübeşşereden; (Cennetlikle müjdelenen on kişiden) biri olan Hz. Osman olmak üzere Eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzatmaktadır: “Pek yaşlı olan Osman'ın hilafete geçmesi kötü bir talihin eseridir. Müslümanların mallarını gelişigüzel harcamıştır. Çok müsrif idi. Zübeyr'e 600.000, Talha'ya 200.000, Mervan'a ise Afrikıyye haracının beşte birisini verdi. Muaviye'nin mülkünü genişletip Filistin'i de ona verdi. Akrabalarını vali yaptı. Bu İslamın ruhuna aykırı idi.” [s.186-92)

Bunlar ne çirkin iftira böyle? Hz. Osman hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Osmanın şefaati ile Cehennemlik olan yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz Cennete girecektir.) [İ. Asakir]
(Her peygamberin bir arkadaşı var. Benim cennette arkadaşım Osmandır.) [Tirmizi]
(Ya Osman, benden sonra sana da hilafet verilecektir. Münafıkların sözüne bakıp da hilafeti terk etme! O gün oruçlu ol, benim yanımda iftar edersin.) [İbni Adi]
(Ya Osman, Allahü teâlâ sana hilafet gömleğini giydirecek, münafıklar çıkartmak isteyeceklerdir. Bana kavuşuncaya kadar onu çıkartma!) [İbni Mace]
Resulullah efendimiz, kızı Hz. Rukayyeye buyurdu ki:
(Ey canım kızım, Osmana çok sevgi göster! Zira Eshabım arasında ahlâkı bana en çok benzeyen odur.) [Mesabih]

Mirat-ı Kâinatta deniyor ki:
Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın emri ile kızı Rukayyeyi Hz. Osmanla evlendirdi. Hz. Rukayye vefat edince, Hz. Osmanın gözlerinden yaşlar akmaya, yani ağlamaya başladı. Bunu gören Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ya Osman ağlama! Allaha yemin ederim ki, yüz kızım olsa ve vefat etseler, bir tane kalmayıncaya kadar sana verirdim. İşte, Cebrail aleyhisselam geldi. Allahü telalanın, ölen kızımın yerine kardeşini, [Ümm-i Gülsümü] aynı mehr ile sana vermemi emrettiğini bildirdi.) [İbni Asakir]
Kızı Ümm-i Gülsüme de, (Kızım, zevcin Osman, Ceddin İbrahim peygambere ve baban Muhammede [aleyhisselam] herkesten daha çok benzemektedir) buyurdu. Hz. Osman gelince Peygamber efendimiz, mübarek ayaklarını örttü. Sebebi sual edilince, (Osmandan melekler haya eder, ben haya etmez miyim?) buyurdu. Tebük gazvesinde Hz.Osman, kendi ticaret malından üç bin deve, 70 at, on bin altın getirdi. Resulullah efendimiz, bunları askere dağıtıp, (Bugünden sonra Osmana günah yazılmaz) buyurdu.[Bundan sonra Allah Osmanı günah işlemekten korur.] (Tirmizi) ve (Ya Rabbi, Osmanın geçmiş, gelecek, gizli-açık ve kıyamete kadar işleyeceği günahları affet!) diye dua etti. (Ebu Nuaym)

Hz. Ali, bir gün Hz. Fatımayı incitmişti. Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömerin ricalarını kabul etmedi; fakat Hz. Osmanınkini kabul etti. Sebebini sorduklarında buyurdu ki:
(Öyle birinin şefaatini [ricasını, af talebini] kabul ettim ki, yer ile göğün yerini değiştir diye, Allahtan istese, Allahü teâlâ bunu kabul edip değiştirir. Yahut "ya Rabbi bu ümmetin hepsinin günahlarını affet!" dese, affeder) [Mesabih]

Resulullahın yanına bir cenaze getirildi. Namazını kılmayıp, (Bu adam Osmana düşman idi. Onun için, Allahü teâlâ da, buna düşmandır) buyurdu. (Tirmizi)

Peygamber efendimiz, Ebu Musa Eşariye, (Kapıdan girenleri Cennetle müjdele!) buyurdu. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer girdi. Kapı tekrar çalınınca, (Kapıyı aç! Gelenin cennetlik olduğunu müjdele! Başına belalar geleceğini de söyle!) buyurdu. İçeri giren Osman idi. (Buhari)

Cennetle müjdelenen on sahabi şunlardır:
(Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Said bin Zeyd) [Tirmizi]

S. Kutup mezhepsizi işte böyle büyük bir zata saldırmaktadır.