Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
23 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Dini Hikayeler...

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Cebrail (a.s.)'ın Hocası



    Birgün Server-i Enbiyâ 's.a.v.' mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî 'r.a.' içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân 'r.a.' gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr 'r.a.' gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular.
    Buyurdular ki:
    - Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum.
    Dedi ki:
    - Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
    - Neden dolayı hocandır.
    Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
    - Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı.
    Bana dedi ki,
    - Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuşdum. Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.

    Kaynak:
    Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Cehaletin tek ilâcı sormak...



    Câbir radıyallahü anh anlatıyor: Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık. İçimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına:
    - Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
    Arkadaşları da:
    - Hayır, su mevcut oldukça teyemmüme ruhsat yoktur, diye cevap verdiler. Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile vefat etti. Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldiğimiz zaman, kendisine hadiseyi naklettiler.
    Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm:
    - Adamı öldürmüşler, Allah onları öldürsün, buyurdu.
    Ve «Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cehaletin ilâcı sormaktır, o adama teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun diğer yerlerini de yıkardı» diye ilâve etti (Ebû Davud)

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart CİmrİlİĞİn Bu Kadarina Pes!




    Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek:
    - Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi.
    Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona:
    - Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam:
    - Olmaz dedi. Allah Resûlü:
    - Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de:
    - Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu:
    - Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de:
    - Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı:
    - Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, (bu güne kadar) senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Dağ başına mı, şehir içine mi?..



    İki kardeştiler. Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. İyisi mi, ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım.
    Diğeri ise şehre gitti. Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp başladı ayakkabı tamirine.
    Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de nâmahreme nazar etmiyordu. Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu.
    Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi, kerametlere mazhar oldu.
    Düşünüyordu ki, kardeşi şehirde bir sürü günah ve nâmahreme nazar ile manen sukût ediyor...
    Bir ara ona acıyarak ziyaretinde bulunmayı düşündü. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağıp bir bez torbaya doldurarak ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu.
    Sora sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu.
    Torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak hal hatır sormaya başladı. Bu sırada bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi baktı. Tamir edebileceğini söyledi. Hanım çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihnindeki temizlik de gitmeye yöneldi. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Meğer o anda torbadaki süt de damlamaya başlamış.
    Eskici kardeş şöyle bir baktı ve söylendi:
    - İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı şimdi farkı?
    Çoban başını sallayarak cevap verdi:
    - Sen haklısın şehirli kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar. Bunun için düşüş var sende.
    Eskici cevap verdi:
    - Nereden bildin bende düşüş olduğunu?
    - Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin. Düşmemen mümkün mü?
    Eskici cevap verdi:
    - İşte ben de onu söylüyorum sana. Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb'ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşaallah.
    Çoban buna itiraz etti.
    - Beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok.
    Eskici buna bir cevap vermek istiyordu. Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Bir de baktılar ki, şıp şıp diye akan süt anında kesildi.
    Birbirlerine bakıştılar. Bir anlık sessizliği yine çobanın feryadı bozdu. Kucakladığı kardeşine şöyle diyordu:
    - Sen haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş.
    Siz ne dersiniz bu olaya? Dağ başına mı gitmeli, yoksa şehir içinde mi muhafaza olmalı?

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Delik Kova


    Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi.
    Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu.
    Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve ?Ben işimi tam görüyorum? diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi:
    -Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.
    -Niye ki? diye sordu sucu.
    -Neden utanıyorsun?
    -İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun.


    Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi:
    -Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen.
    Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
    -Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine güzelleşti.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Delİnİn Velİye Tavsİyesİ



    Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor:
    -Ne yapıyorsun?
    Hizmetçi:
    -Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.
    -Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?
    -Hastalığını söyle.
    -Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum..
    -Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum..
    Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:
    -Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi.
    Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokularak:
    -Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.
    Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:
    -Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.
    Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:
    -Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.
    Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilâçtır. Yani bu formülün hükmü hâlâ devam etmektedir.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Devlet Hazinesi



    Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul. Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.
    İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar.
    Sahabe sorar:
    - Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?
    Hazreti Ömer (r.a.):
    - Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı.O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:
    -Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •