Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/7 İlkİlk 1234567 SonSon
61 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)

  1. #11

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Âyet-el Kürsî:
    Kur'ân-ı kerîmde Bekara sûresinin, fazîletiyle bilinen 255. âyet-i kerîmesi.
    Kur'ân-ı kerîmdeki âyetlerin en üstünü Bekara sûresinde bulunan Âyet-el-kürsî'dir. Bu âyet, bir evde okunduğu zaman, şeytan muhakkak oradan uzaklaşır. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
    Farz namazlardan sonra Âyet-el-kürsî okuyan kimse ile Cennet arasında ölümden başka mâni yoktur. (Hadîs-i şerîf-Rûh-ul-Beyân)
    Evinden çıkarken Âyet-el-kürsî'yi oku. Zîrâ, her işinde muvaffak olur ve hayırlı işler başarırsın. Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: "Bir kimse, evinden çıkarken Âyet-el-kürsî'yi okursa, Hak teâlâ, yetmiş meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istigfâr ederler. (Allahü teâlâdan günâhının bağışlanmasını isterler) " Evine gelince de okursan iki Âyet-el-kürsî arasındaki işlerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir. (Süleymân bin Cezâ)
    Namazlardan sonra hemen Âyet-el-kürsî okumak lâzım iken, önce selâten tüncinâyı ve başka duâları okumak bid'attır, sapıklıktır. Bunları Âyet-el-kürsî'den ve tesbihlerden sonra okumalıdır. (Ali Mahfûz)
    Fâtiha, Âyet-el-kürsî, Kâfirûn, İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okumak hastaya şifâ verir. (Muhammed Osman Dehlevî)

    Âyet-i Muhkeme:
    Muhkem âyet. Çoğulu âyât-ı muhkemât'tır.
    1. Kur'ân-ı kerîm.
    İlim üçtür: Âyet-i Muhkeme, Sünnet-i Kâime (Hadîs-i şerîf) ve Fârîdat-ı Âdile (Kitaba ve sünnete uygun ilim, yâni icmâ ve kıyas). (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
    2. Kur'ân-ı kerîmde mânâsı açık olan âyet-i kerîmelere verilen ad. (Bkz. Muhkem)
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    (Habîbim) sana kitâbı indiren O'dur. O'ndan bir kısmı âyât-ı muhkemâttır ki, bunlar Ümmül-kitâbdır (Kur'ân-ı kerîmin aslıdır, temelidir. Hükümlerde bunlara dayanılır) . (Âl-i İmrân sûresi: 7)

    ÂYİSE:
    Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiş yaşlı kadın.
    Kadın elli beş yaşlarında âyise olur. Hâmile (gebe) ve âyise kadınlardan ve dokuz yaşından küçük kızlardan gelen kanlar, hayz (âdet) kanı olmaz. Hastalık sebebiyle gelen bu kan istihâza yâni özür kanıdır. (İmâm-ı Birgivî)

    AYN:
    Birşeyin kendisi.
    1. Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
    Dünyâ ayn ve araz (özellikler) dan meydana gelmiştir. Meselâ kalem, silgi birer ayndır. Bunların rengi, kokusu ise, arazdır. (Seyyid Şerîf Cürcânî, Teftezânî)
    2. Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
    Alış-verişte söz kesilirken, ayn olan malın kendisini vermek lâzımdır. Benzeri hattâ daha iyisi olması için müşteri (alıcı) zorlanamaz. Fakat müşteri rızâsı ile alırsa mukâyada satışı, yâni belli bir malı, başka belli bir mal, ile değiştirmek olur. (İbn-i Âbidîn)
    Altın ve gümüşten başka mallar, söz kesilirken tâyin etmekle (belirlemekle) ayn olurlar. Deyn olan (tâyin edilmeyen) mal altın ve gümüş, sözleşmede ayrılmadan önce kabz olunmakla (eline almak ve cebine koymakla) ayn olurlar. (İbn-i Âbidîn)
    3. İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan malı.
    Ayn olan malın zekâtını ayn olarak vermek lâzımdır. Ayn olan malın kırkta biri ayrılıp verilir. (İbn-i Âbidîn)
    Deyn olan (başkasında bulunan) malın zekâtı, ayn olarak verilir. Yâni, başkasında bulunan malının zekâtını, hazır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa başkasındaki malından zekât miktârını isteyip, teslim alıp, sonra bu fakire verilir. (İbn-i Âbidîn)
    Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yâni hâzır olan malın zekâtı olarak fakirdeki alacağını bu fakire bağışlamak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)

    Ayn Harfi:
    Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır.

    Ayn-el-Yakîn:
    1. Görerek bilme.
    Ekvator gibi sıcak memleketlerde yaşayan kar görmemiş bir kimsenin kitabdan okuyarak veya birisinden dinleyerek karın ne olduğunu öğrenmesi, ilm-ül-yakîn, karı görerek tanıması, ayn-el-yakîn, karı eline ve ağzına alıp tadarak tanıması hakkü'l-yakîn o lur. (Ahmed Mekkî Efendi)
    2. Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek m ertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrum kalmışlardır. (İmam-ı Rabbânî)
    Ayn-ül-yakîn mertebesi ümmetin seçilmişlerine mahsûstur. (İmâm-ı Rabbânî)

    AZÂB:
    İşlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.
    Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Nîmetlerimin kıymetlerini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim. (İbrâhim sûresi: 7)
    Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gadab ve azâb edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir... (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
    Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme, azâbınla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
    Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gadabından, azâbından kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ onlara, yalan söylüyorsunuz! buyurur. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-i Seâdet)
    Nasîhatların başı şudur ki: İslâmiyet'in sâhibi olan Peygamber efendimize uymak lâzımdır. Resûlullah'a uymayanlar, âhirette azâbdan kurtulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)
    Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gazâb ve azab edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete fâidesi dokunmayan şeylerle meşgul olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir. Bir kimse, ömründen bir saati Allahü teâlânın beğenmediği b ir şeyde geçirirse, ne kadar çok pişman olsa yeridir. (İmâm-ı Gazâlî)

    ÂZÂD:
    Kurtulmuş, serbest.
    İnsanoğlu, gönül verdiği şeyin kulu olur. Ârifler, Allahü teâlâdan başkasına kalblerini bağlamadıklarından, O'ndan başkasının kulu olmaktan âzâd olmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'a tam anlamıyla kul olan, O'ndan başkasına kul olmaktan âzâd olur. (İbn-i Arabi)

  2. #12

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Âzâd Etmek:
    Serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak, kölelikten kurtarmak.
    Kim kölesine bir tokat atsa yâhut onu döğse, onun keffâreti, köleyi âzâd etmesidir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
    Bir kimse Ramazân-ı şerîf ayında bir oruçluya iftar verirse günahları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem azâbından âzâd eder. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Sahîh-i Buhârî)
    Köle âzâd etmek çok sevâbdır. İslâmiyet, öldürmeğe gelen düşmandan başka kimseyi köle yapmaz. Bu köleleri âzâd edenleri de çok beğenir. İslâmiyet, köle yapmak dîni değil, köle âzâd etmek dînidir. (İbn-i Âbidîn)

    Âzâd Olmak:
    Serbest olma, kurtulma.
    Ârefe gecesi ibâdet edenler âzâd olur. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
    Ramazan ayı öyle bir aydır ki ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennem'den âzâd olmaktır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)

    AZAMET:
    1. Büyüklük, Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğü.
    Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem'e atarım, hiç acımam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd)
    (Kıyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki: "İzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakkı için yemin ederim ki ben "Lâ ilâhe illallah" diyenleri (Cehennem'den) muhakkak çıkaracağım. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
    Allahü teâlânın mahlûkâtı üzerinde ne kadar çok düşünürsen O'nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsın. (İmâm-ı Gazâlî)
    2. Kibirlenmek, insanları küçük görmek.
    Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, azamet satan, yalnız kendi çıkarlarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayılmaz. (Hadimî)

    ÂZER:
    İbrâhim aleyhisselâmın amcası ve üvey babası.
    İbrâhim aleyhisselâmın babasının ismi Târûh idi. Târûh mü'min idi. Âzer putperest idi. Nemrûd taraftarı idi. Târûh ölünce, Âzer, İbrâhim aleyhisselâmın annesini aldı. Böylece üvey babası oldu. (Senâullah Dehlevî)
    Târûh ile Âzer iki kardeş idi. Arablar amcaya da baba derlerdi. (Abdülhakîm Arvâsî)

    AZÎM (El-Azîm):
    Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimizin dışındadır. (Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm)
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    O (Allah) Aliyy'dir. (Mahlukların, yaratılmışların akıl, ilim ve anlayışlarının erişemediği yüceliktedir.) Azîm'dir. (Bekara sûresi: 255)
    El-Azîm ismi şerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

    AZÎMET:
    Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.
    İslâmiyet'te ibâdetler için iki yol vardır: Biri ruhsat yâni, İslâmiyet'in ibâdetlerde tanıdığı, izin verdiği kolaylıklar, diğeri azîmettir. Azîmet ile amel etmek, ruhsat ile amel etmekten daha kıymetlidir. Hadîs-i şerîfte; "Amellerin en fazîletlisi nefse en zor gelenidir" buyrulmaktadır. (Harputlu İshâk Efendi)
    Âlimler, sâlihler azîmet ve takvâ ile hareket ettiklerinden; bir haram işlememek için helâlları, mubahları bile terk ederlerdi. Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh buyurdu ki: "Biz bir harama düşmek korkusundan, yetmiş helâli terk ederdik." (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
    Halkın incitmesine sabr etmelidir. Onlara güzel davranmalıdır, bu azîmet yoludur. Onlardan kesilmek, uzak durmak ise, ruhsat yoludur. (İmâm-ı Rabbânî)
    Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azîmet olanı yapması efdaldir, daha iyidir. Güç olan işi yapmak nefse daha ağır gelir. Nefsi daha çok ezer, zayıflatır. İbâdetler de nefsi zayıflatmak, kırmak için emrolunmuştur. Zayıf, hasta, sıkışık hâlde olan kimse nin azîmet olanı yapamadığı için ibâdetlerini, işlerini terk etmemesi, ruhsat yolu ile yapması lâzımdır. (Abdülganî Nablüsî)
    Azîmeti yapmaktan âciz olan özürlü kimsenin, ruhsat olanı, dinde izin verileni yapması câiz olur. Böyle kimsenin ruhsat olanı yapması azîmetleri yapmış gibi çok sevâb olur. (Abdülvehhâb Şa'rânî)

    AZÎZ (El-Azîz):
    1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz'dir. Hakîm'dir (hikmet sâhibidir) . (Bekara sûresi: 209)
    Bir kimse kırk gün ve her gün de kırk kerre el-Azîz ismi şerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardım eder ve onu üstün kılar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz. (Yûsuf Nebhânî)
    2- Kıymetli, şerefli, üstün.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki:
    Ey Muhammed! De ki: Ey mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. Hayır (iyilik) yalnız senin elindedir. Doğrusu Sen her şeye kâdirsin. (Âl-i İmrân sûresi: 26)
    Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allahü teâlânın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet'ten) başkasında ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltır). (Hazret-i Ömer)
    Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz. Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rızâ)
    Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah işletmez, küçük günahlarını saymaz, affeder. Onu Cennet'ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm Arvâsî)
    Üç şey vardır ki müslümanları çok azîz eder: 1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2) Kendisine bir şey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanları arayıp, hallerini sormak. (Ca'fer-i Sâdık)
    Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca'fer-i Sâdık

  3. #13

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    AZÎZAN:
    Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder.
    1. "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.
    Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; "Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum." dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât e tti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî)
    2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.

    AZM ETMEK:
    Kalbde devamlı kalan ve yapmaya kesin kararlı olunan düşünce, kasd, niyet, karar verme.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    İşlerinde Eshâbın ile meşveret et. Onlara danış. Bundan sonra bir işe azmettiğin zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, O'na güven. (Âl-i İmrân sûresi: 159)
    Tövbe; haram işledikten sonra, pişmân olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azm etmektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
    İnsan haram işlemeyi kalbinden geçirir, azm ederse, sonra da Allah'tan korkarak yapmazsa, günâh yazılmaz. Haram işleyince bir günah yazılır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
    Tövbenin kabul edilmesi için dört şart lâzımdır: 1) Günahı için istiğfârda bulunmak, 2) İşlediği günâhı terk etmek ve pişmân olmak, 3) Bu günâhı tekrar işlememeye azm etmek, 4) Günâh işlemeye sevk eden şeylerden uzaklaşmak. (Ahmed Nâmık-ı Câmî)

    AZRÂİL:
    Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek'ül-mevt, ölüm meleği de denir.
    İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil'e (aleyhisselâm); "Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim" deyince, melek; "Dayanamazsın" dedi. Olsun istiyorum, dedi. Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü. Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; "Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter" dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)
    İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî).
    Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
    Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının "vah vah öldü, sizler sağ olun", diye evlâdına ta'ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed Rebhâmî) Azrâil başına geldiği zaman Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş Mevlâm nasîb etsin din ile îmân Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş. Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür?
    (M. Sıddîk bin Saîd)

    AZZE VECELLE:
    Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.
    Allahü teâlânın ism-i şerîfini söyleyince, işitince, yazınca (Sübhânellah), (Tebârekallah), (Celle-celâlüh), (Azze-ismüh), (Celle-kudretuh) veya (teâlâ) gibi ta'zîm (hürmet ve saygı) ifâdelerinden birini söylemek, yazmak; birincisinde vâcib, lâzım, t ekrârında ise müstehabdır, iyidir. (Allah buyurdu ki...) veya (Allah teâlâ buyurdu ki...) dememeli, (Allahü teâlâ buyurdu ki...) demelidir. Bunun gibi, yalnız (Kur'ân) dememeli, dâimâ (Kur'ân-ı kerîm) demelidir. (Kerderî, Birgivî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

  4. #14

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Dini Sözlük B

    BÂB:
    1. Kapı.
    Mescîd-i Nebî'nin şimdi beş bâbı vardır. İkisi batı duvarında olup, kıbleye yakın olana Bâb-üs-selâm, kuzey köşesine yakın olana Bâb-ür-rahme adı verilir.
    2. Bir kitâbın bölümlerinden her biri.
    Riyâd-un-nâsihîn kitâbı ikinci kısım ikinci bâbı birinci faslında diyor ki: Tövbe kalb ile, dil ile ve günâh işliyen âzâ ile olmalıdır. Kalb pişmân olmalı, dil duâ etmeli ve yalvarmalı, âzâ da günâhtan çekilmelidir.
    3. Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad. (Bkz. Bâbîlik)
    El-Bâb Ali Muhammed kendisinin beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyledi, daha sonra da peygamberlik iddiâsında bulundu. El-Bâb Ali Muhammed'in kendisine bâb demesi sebebiyle kurduğu bozuk yola Bâbîlik adı verildi. (Muhammed Ebû Zühre)

    Bâb-ı Cibrîl:
    Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip çıkmayı âdet edindikleri için Bâb-ün-Nebî de denilmiştir.
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Kureyzâ yahûdîleri üzerine sefer düzenlendiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize yardım için geldiğinde Bâb-ı Cibrîl önünde beklemişti. (Eyyûb Sabri Paşa)

    Bâb-ür-Rahme:
    Rahmet kapısı. Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin yaptırdığı mescidin batı duvarındaki iki kapıdan biri. Bâb-ül-Âtike ve Bâb-üs-Sûk diye de bilinir.
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir Cumâ günü hutbede iken batı tarafındaki kapıdan gelen bir kimse; "Yâ Resûlallah! Susuzluktan hayvanlarımız, âile ve çocuklarımız perişân oldu. Bizim için cenâb-ı Hakk'a duâ edin de yağmur ihsân buyu rsun" deyince, Peygamber efendimiz mübârek ellerini kaldırıp duâ buyurdular. Bu sırada Sel dağının üzerinde rahmet alâmetleri (bulutları) belirip yağmur yağdı. Bu sebeple bu kapıya Bâb-ür-Rahme denildi. (Ebû Abdullah Tilemsânî)

    Bâb-üs-Selâm:
    1. Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir.
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem otuz beş yaşında iken, yağan yağmur ve seller sebebiyle Kâbe-i muazzama tahrîb olmuştu. Yeniden inşâ edilmesi sırasında Hacer-ül-Esved taşının yerine konulması husûsunda kabîleler arasında anlaşmazlık ç ıktı. Nihayet Bâb-ı Şeybe kapısı tarafından ilk gelecek kimsenin hakemliğini kabûl etmek üzere anlaştılar. O kapıdan ilk olarak Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. Peygamber efendimizin hükmüne râzı olup Hacer-ül-Esved'i yerine koydular. Anla şmazlığa son veren Muhammed aleyhisselâm bu kapıdan Kâbe-i muazzamanın yanına geldiği için Bâb-üs-Selâm adı verildi. (İbn-i Hişâm ve Abdülhak Dehlevî)
    2. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i Nebî'nin beş kapısından en büyüğü ve en zînetlisidir (süsl üsüdür).
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefâtından önce Eshâb-ı kirâmın evlerinden mescide açılan kapıların kapatılmasını emir buyurduğunda, sâdece Ebû Bekr-i Sıddîk'in (r.anh) kapısının açık kalmasını istemişti. Bâb-üs-Sıddîk adıyla bilinen bu kapı, Bâb-üs-Selâmın sol tarafından üçüncü küçük kapıdır. (Eyyûb Sabri Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa)

    Bâb-üt-Tevessül:
    Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidin kuzeye açılan kapısı. Bu kapı Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Han tarafından yeniden yaptırıldığından Bâb-ı Mecîdî diye de bilinir.
    Hicretin ikinci senesi Receb ayında, kıblenin Kudüs'ten Kâbe'ye dönmesi emr olununca, mescidin Mekke'ye karşı olan kapısı kapatılıp, karşısına, Şam tarafına yeni bir kapı açıldı. Şimdi bu kapıya Bâb-üt-Tevessül denmektedir. (Eyyûb Sabri Paşa)
    İlk Mescid-i Nebî'nin üç kapısı vardı. Mihrâbı Bâb-üt-Tevessül yerinde idi. Şimdiki mihrâbın yerinde bulunan kapısından cemâat girer çıkardı. (Eyyûb Sabri Paşa)

    BÂBÎLİK:
    On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla devâm etti. (Bkz. Behâîlik)

    BÂĞÎ:
    Âsî. Haksız olarak devlet başkanına isyân eden. Çoğulu buğât'tır.
    Bâğîler başkaldırınca, devlet başkanı onların isyân etme sebeblerini araştırır. Niçin isyân ettiklerini sorar ve kendisine itâate dâvet eder. Şâyet bâğîler, yapılan dâveti kabûl etmeyip, harbe başlarsa, devlet başkanı, onların topluluklarını dağıtınc aya kadar harb eder. (İbn-i Âbidîn)
    Haksız olarak devlet başkanına baş kaldıran bâğîler döğüşürken öldürülünce, namazları kılınmaz. Bunları yıkamak da câiz değildir. (İbn-i Nüceym)

  5. #15

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    BAHÎL:
    Cimri. (Bkz. Cimrilik)
    Bahîl, Allahü teâlâdan, Cennet'ten ve insanlardan uzaktır. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
    Cömert olan câhil, Allahü teâlâya, bahîl olan âbidden (çok ibâdet edenden) daha sevimlidir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
    Allahü teâlâ kıyâmet günü, üç kimse ile konuşmayacak, hepsine çok acı azâb yapacaktır. Zinâ eden ihtiyâr, başa kakan bahîl ve kibirli olan fakir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

    BAHT:
    Tâlih, nasîb, kısmet.
    Bahtı açık olan ve işi rast gelen her kişi mutlu sayılmaz. Bahtlı, ancak cenâb-ı Hakk'ın, emirlerine uymakta ve yasaklarından kaçınmakta muvaffak (başarılı) ettiği kalben huzûrlu kimsedir. (Ahmed Rıfat)

    BAHTİYÂR:
    Tâlihli, mes'ûd, mutlu.
    Bahtiyâr kişi, her zaman bulunduğu hâlden memnun, dâimâ nasîbine râzı ve şükredici olup, kimseye ihtiyâcını arzetmez. (Ahmed Rıfat)
    Ey mes'ûd ve bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet, niyet ile dürüst ve doğru olur. Kâfirlere karşı muhârebeye giderken, önce niyeti düzeltmelidir. Ancak, bundan sonra sevâb kazanılır. Muhârebeye gitmekten maksad; Allahü teâlânın ismini, dînini yaymak ve yükseltmek ve din düşmanlarını zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

    BÂİN:
    1. Ayırıcı. Talâk-ı bâin.
    2. Tasavvuf'ta bir terim. İnsanlardan uzak olan. (Bkz. Kâin ve Bâin)

    Bâin Talak:
    Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama. (Bkz. Talâk)

    BÂİS (El-Bâisü):
    Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.
    Kim uyumazdan önce elini göğsüne koyar ve yüz kerre el-Bâisü ismi şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalbini nurlandırır, ilim ve hikmet ile doldurur. (Yûsuf Nebhânî)

    BÂKÎ (El-Bâkî):
    Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devamlı, ebedî, sonsuz. Varlığının sonu olmayan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    (Ancak) celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin zâtı bâkîdir. (Rahmân sûresi: 27)
    Allahü teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Varlığından evvel yokluk olamaz. Kadîm ve ezelî olan, öncesi, başlangıcı olmayan bâkî ve ebedî olur. Hâdis ve mahlûk (sonradan yaratılmış) olan, fânî (yok olucu) ve muvakkat (geçici) olur. (İmâm-ı Rabbânî).
    El-Bâkî ismi şerîfini bin kerre söyleyen kimse, zarar ve kederden korunmuş olur. (Yûsuf Nebhânî)

    BÂLİĞ:
    Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Cünüp olup, gusül (boy) abdesti almağa başlayan, evlenecek yaşa gelen erkek. (Bkz. Âkıl-Bâliğ)

    BÂLİĞA:
    Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Hayız (regl) görmeye başlayan, evlenecek yaşa gelen kız. (Bkz. Âkıl Bâliğ)

    BÂRÎ (El-Bâri):
    Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaradan, yoktan var eden. Yarattıklarını farklı şekiller ve özelliklerle birbirinden ayıran.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Allahü teâlâ Bârî'dir. (Haşr sûresi: 24)
    Yedi gün arka arkaya yüz defâ el-Bârî ism-i şerîfine devam eden belâlardan selâmet bulur, kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

    BARNABAS İNCÎLİ:
    Hazret-i Îsâ'nın havârîlerinden biri olan Barnabas'ın, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini doğru şekilde yazıp derlediği İncil.
    Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından göğe kaldırılınca, hakîkî İncil kaybolup İncil adıyla bir takım kitaplar yazıldı. Bunun üzerine Barnabas, hazret-i Îsâ'dan görüp işittiklerini bir araya getirdi. Barnabas İncîli denen bu kitap hazret-i Îsâ'da n sonra ilk üç yüz senede elden ele dolaşıp okundu. Mîlâdî 325 senesinde İznik rûhânî meclisi, İbrânice yazılı İncillerin kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncîli ve nüshaları yakıldı. Pâkistan Kur'ân-ı kerîm Cemiyeti büyük bir gayretle imhâ edilmeyen bir İngilizce nüshasını bulup, tekrar basmaya muvaffak olmuştur. (Müslimmerks Mecmûası-Pâkistan)
    Barnabas İncîli'nden bir bölüm şöyledir:
    "Ben bu dünyâya, cenâb-ı Hakk'ın dünyâya selâmet getirecek olan Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmın) yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz. O gelinceye kadar bir çok yalancı peygamberler çıkabilir. Benim İncîl'im bozulabilir." ( 72. Bâb)

  6. #16

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    BA'S:
    Dirilme, diriltme, diriltilme. Kıyâmet koptuktan sonra Allahü teâlâ tarafından ölülerin diriltilmesi.
    Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ kabirlerde olanları elbette ba's eder. (Hac sûresi: 7)
    Ölüler, kefenleri ile ba's olunur. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
    Ba'se inanmak lâzımdır. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi bir araya gelecek, rûhlar bedenlerine girip, herkes mezârlarından kalkacaktır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
    Ba'se inanmıyan birini görürsen, ona de ki: "Ben inanıyorum. Senin dediğin doğru çıkarsa, benim hiç zarârım olmaz. Benim dediğim doğru olunca, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın!" (Hazret-i Ali)
    İsrâfil aleyhisselâm, sûr'a (bizce nasıl olduğu bilinmeyen boruya) iki defâ üfürecektir. Birincisinde; Allahü teâlâdan başka her diri (canlı) ölecektir. İkincisinde; hepsi tekrar ba's olunacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

    BASAR:
    Âletsiz ve şartsız olarak, gizli ve âşikâr (açık) her şeyi görmesi mânâsına, Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından biri.
    Allahü teâlânın Basar sıfatı ezelî ve ebedîdir. Zâtı ile kâimdir. O'nun basar sıfatı, göze, herhangi bir âlete ve ışığa bağlı değildir. Karanlık bir gecede kara karıncanın siyah bir taş üzerinde yürüdüğünü görür. (İmâm-ı Birgivî)

    BASÎR (El-Basîr):
    Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Gizli ve açık her şeyi hakkıyle görücü. (Bkz. Basar)
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Şüphesiz O, semî'dir (her şeyi hakkıyle işitendir) , Basîr'dir. (İsrâ sûresi: 1)
    Bir kimse Cumâ namazından sonra yüz kerre el-Basîr ism-i şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalb gözünü açar. (Yûsuf Nebhânî)

    BASÎRET:
    İşlerin iç yüzünü görebilme; kalb gözü.
    Gözü âmâ (görmeyen) kimse kör değildir. Asıl âmâ basîreti kör olan kişidir. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
    Allahü teâlâ mü'minlere basîretler ve nûrlar lütûf eylemiştir. Onlar bu sâyede işlerin iç yüzünü anlarlar. Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem "Mü'min Allah'ın nûru ile nazar eder" hadîs-i şerîfi bu mânâda anlaşılmalıdır. (İmâm-ı Kuşeyrî)

    BÂSİT (El-Bâsit):
    Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından bâzısına rızkı az, bâzısına çok veren, sadakaları kabûl edip sevâb veren. Bâzısının rûhunu kabzeden (alan) bâzısının ömrünü uzatan, bâzısının kalbini daraltıp hayırlara (iyiliklere) rağbetsiz, bâzısınınkini ise geniş yapıp, hayırlara arzulu kılan.
    Bir kimse ellerini açıp, el-Bâsit ismi şerîfini söylese geçimi genişler. Bol rızka kavuşur. (Yûsuf Nebhânî)

    BAST:
    Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.
    Kabz ve bastın ikisi de kalbe gelen hâllerdendir. Sanki yolumuzun erkânından, şartlarındandırl ar. (İmâm-ı Rabbânî)
    Kabz (Gönül darlığı) ve bast insanı uçuran iki kanat gibidir. Kabz, sıkıntı hâsıl olunca, üzülmeyiniz. Bast hâli gelince de sevinmeyiniz. (İmâm-ı Rabbânî)
    Güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur'ân-ı kerîmi dinlemek, kalbdeki kabzı (sıkıntıyı) bast hâline çevirir. (Muhammed bin Mahmûd)

    BÂT SATIŞI:
    Şartsız, kesin satış, alış-verişte şart koşmama.
    Bât satışında ikrah (zorlama), muhayyerlik gibi şartlar bulunmaz ve satın alınan mal geri verilmez. (İbn-i Âbidîn)

    BÂTIL:
    1. Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
    En güzel söz, (şâir) Lebîd'in "Allahü teâlâdan başka her şey bâtıldır" sözüdür. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)
    2. Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz bâtıl olarak yaratmadık. (Bilâkis, kudretimize ve birliğimize delîl olsunlar diye yarattık.) (Sâd sûresi: 27)
    3. Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Aranızda birbirinizin mallarını bâtıl (yollar) ile yemeyin. (Bekara sûresi: 188)
    Bir kimsenin malını içki, kumar ve zinâ gibi dînin yasakladığı şeylere harcaması da bâtıl (yol) ile yemektir. (Yûsuf Sinânüddîn)
    4. Şirk, putlara tapmak.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Hak (İslâmiyet) gelince bâtıl gider. Bâtıl her zaman gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)

    Bâtıl Satış:
    Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz , içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.
    Bâtıl satışlar câiz değildir, haramdır, günâhtır. Bâtıl satışla müşteri malı teslim alsa bile mülkü olmaz. (İbn-i Âbidîn)
    Mülkü olmayan şeyi satmak bâtıldır. Meselâ havadaki kuşu, denizdeki balığı yakalamadan satmak bâtıldır. (Mecelle)

  7. #17

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    BÂTIN:
    1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
    Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ Bâtındır. (Hadîd sûresi: 3)
    2. Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
    Bütün âzâları (organları) İslâmiyet'in emirlerini yapmakla süsledikten sonra, bâtına teveccüh etmeli (yönelmeli), böylece yapılan ameli, ibâdeti gafletten, Allahü teâlâyı unutarak yapmaktan uzak tutmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
    Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Bâtının ilerlemesi, zâhirin (görünüşün, bedenin) İslâmiyet'e uymasına bağlıdır. O hâlde bu dünyâda her zaman, zâhir de bâtın da İslâmiyet'e muhtaçtır. Bedenin işi İslâmiyet'e uymak, bâtının işi de, İslâmiyet'in (ona uymanın) meyvelerini toplamaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
    Öyle yaşayınız ki, etrâfınızda bulunanların bâtınları toparlansın. (İmâm-ı Rabbânî)

    BÂTINİYYE:
    Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalışan İranlı Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafından kurulan bozuk yol.
    Bâtıniyye; "Kur'ân-ı kerîmin zâhirî, açık ve anlaşılır mânâsı olduğu gibi, bâtınî, gizli mânâsı da vardır. Bâtınî mânâsı lazımdır. Zâhirî, görünen mânâsı lazım değildir." derler. Bu fırka, Seb'iyye, Hurremiyye, Muhammire, Ta'limiyye, Karamita, Bâbeki yye, Haşhâşiyye, İsmâiliyye isimleriyle de anılır. (Şehristânî, Ebû Zühre)
    Bâtıniyye fırkasında olanlar; Kur'ân-ı kerîmin zâhir mânâsını bırakıp bâtın dedikleri kendi uydurdukları şeylere inandılar. Hâlbuki Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Kur'ân-ı kerîmin zâhir, açık mânâsını bildirdi. Zâhir mânâyı bırakıp gizli mânâ uydurmak küfr olur. (Şehristânî)
    Kur'ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meşhûr mânâları verilir. Bu mânâları değiştirerek bâtınîlere uyanlar, kâfir olur. (İmâm-ı Birgivî, Nesefî)

    BÂYİ':
    Satan, satıcı, dînimizce satış yapabilme ehliyetine sâhib kimse.
    Bâyi'in satış yapabilmesi için akıllı olması şarttır. Bâyi', malın aybını müşteriden (alıcıdan) gizlememeli, hepsini olduğu gibi göstermelidir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, buğday satan birisinin buğdayına mübârek parmaklarını sokup içinin yaş olduğunu görünce; "Bu nedir?" buyurdu. Buğday satan kimse; "Yağmur ıslatmıştır" deyince; "Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden bizden değildir" buyurdu. (İmâm-ı Gazâlî)

    BAYRAM:
    1. İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
    Resûlullah efendimiz, Medînelilerin câhiliyye âdetlerinden kalma bayramları kutladıklarını görünce; "Allahü teâlâ size onlardan daha hayırlı iki bayram (Ramazan ve Kurban bayramı) ihsân buyurdu" diyerek, sevinç ve neş'e günlerini göstermiştir. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
    Rahmet kapıları dört gece açılır: O gecelerde yapılan duâ, tövbe red olmaz. Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şâban (ayının) on beşinci (Berat) gecesi ve Arefe gecesi. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
    Arabî aylardan Şevvâl ayının birinci günü Ramazan (Fıtr) bayramı, Zilhicce ayının onuncu günü Kurban bayramıdır. Ramazan bayramı üç, Kurban bayramı ise dört gündür. Bu günlere; günâhlar affedildiği ve müslümanların sevinçli, neş'eli günleri tekrar ge ri geldiği için (İyd) yâni bayram denildi. (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ)
    2. Cumâ günü.
    Günlerin en kıymetlisi Cumâdır. Cumâ günü, bayram günlerinden ve aşûre gününden daha kıymetlidir. Cumâ, dünyâda ve Cenet'te mü'minlerin bayramıdır. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsıhîn)
    Cumâ, mü'minlerin ve gök ehlinin bayramıdır, Cennet'te bayram günüdür. (Hadîs-i şerîf-Huccet-ül-İslâm)
    3. Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
    Hazret-i Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp böyle eğlenip neş'elenmelerinin sebebini sorduğunda onlar; "Bugün bayramımızdır" dediler. Bunun üzerine hazret-i Ali de; "Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır" buyurdu. (İmâm-ı Gazâlî) Bayram bineklere binenler için değildir Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir.
    (Behlül Dânâ)
    4. Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zaman rahmet meleklerini ve Cennet hûrîlerini görmenin zevkiyle can verme vakti.

    Bayram Namazı:
    Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz.
    Bayram namazının şartları, Cumâ namazının şartları gibidir. Burada namazdan sonra okunan hutbe sünnettir. (İbrâhim Halebî)

  8. #18

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bayram Namazı:
    Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz.
    Bayram namazının şartları, Cumâ namazının şartları gibidir. Burada namazdan sonra okunan hutbe sünnettir. (İbrâhim Halebî)

    BAYRAMİYYE:
    Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bayramiyye yolu bir koldan Bâyezîd-i Bistâmî'ye diğer koldan Hasen-i Basrî'ye ulaşır.
    Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyet'i yaymak için çalıştı. Vefâtından sonra Bayramiyye yolunu talebelerinden Akşemseddîn ile Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler. (Hüseyin Vassâf)
    Bayramiyye yolunda esâs maksad, Allahü teâlâdan başka herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak ve gönlü Allah sevgisi ile doldurmaktır. Buna gönle varmak denir. (Sâdık Vicdânî)

    BÂZGEŞT:
    Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.
    Bâzgeşt, zikr (Kelime-i tevhîdi söylemek ile hâsıl olan kalb uyanıklığının devam etmesi, kalbin Allahü teâlâdan başkasına bağlılıktan kurtulması içindir. Kelime-i tevhîd söylemek, kalbdeki her türlü düşünceyi giderir. Yalnızca Allahü teâlâyı anmak ka lır. Böylece kalb, Allahü teâlâyı anmaktan başka her şeyden boşalır. (Şeyh Ali bin Vâiz Hirevî)

    BEDBAHT:
    Tâlihsiz. Bahtıkara.
    Beş şey bedbahtlık alâmetidir: Kalb katılığı, Allah korkusundan ve günâhlarını hatırlayarak ağlamamak, utanmamak, dünyâya fazla rağbet etmek, uzun emelli olmak. (Fudayl bin Iyâd)
    Evlâd, ana baba elinde bir emânettir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi her şekli alabilir. Küçük iken, hiç bir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur. Ço cuklara îmân, Kur'ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmağa alıştırılırsa, din ve dünyâ seâdetine ererler. Bu seâdette anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. (İmâm -ı Gazâlî)
    Allahü teâlânın beğenmediği şeyleri isteyen ne kadar bedbaht ve zavallıdır. (İmâm -ı Rabbânî)

    BEDDUÂ:
    Bir kimsenin aleyhine yapılan duâ.
    Kendinize, evlâdınıza, bedduâ etmeyiniz. Allah'ın kaderine râzı olunuz. Nîmetlerini artırması için duâ ediniz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
    Ananın, babanın ¤¤¤¤¤¤na olan ve mazlûmun zâlime olan bedduâları red olunmaz. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce)

    BEDEL:
    Bir şeyin yerini tutan, yerine geçen; başkasının yerine iş yapan kimse.
    Hasta için hacca gitmek farz değildir. Hac farz olduktan sonra gitmeyip de sonraki seneler hastalanan kimse, yerine başkasını kendi memleketinden bedel göndermesi veya bunun için vasiyyet etmesi lâzımdır. Sonraki seneler iyi olup kendisi giderse, teh ir günâhı afv olur. (İbn-i Hümâm)

    BEDEVÎ:
    Sahrada, çölde ve vahada göçebe halde yaşayanlar.
    Medîne-i münevvere çevresindeki Müzeyne, Cüheyne, Eslem, Eşca' kabîleleri bedevî idi. Peygamber efendimiz Hudeybiye sulhünün yapıldığı sene umre için Mekke'ye gitmeye karar verdikleri sırada, Kureyş'in herhangi bir taarruz (saldırı) ihtimâline karşı bu kabîlelerin de berâberlerinde bulunmasını istediler. Fakat bedevîler korkularından bu şerefli dâvete uymayıp özür dilediler. Bu sebeple Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu:
    (Henüz kalplerinde îmân yerleşmemiş olan Kureyş müşriklerinden korkarak) geri kalan bâzı bedevîler sana; "Mallarımız ve âilelerimiz bizi (seninle gitmekten) alıkoydu. Bu sebeple Allahü teâlâdan bizim için af ve mağfiret dileyiver" diyecekler. Onlar kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler (Yoksa, senin kendileri için istiğfâr etmene veya etmemene aldırmazlar) . (Feth sûresi: 11) (Senâullah Dehlevî, Taberî)

    BEDEVİYYE:
    Evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Bedevî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
    Bedeviyye yolunun büyüğü Seyyid Ahmed Bedevî (r.aleyh) talebelerine buyurdu ki:
    Allahü teâlânın kullarından birine bir musîbet gelince, sakın sevinmeyin. Gıybet ve dedikodu yapmayın. İnsanlar arasında söz taşımayın. Size eziyet vereni ve zulmedeni affedin. Kötülük yapana iyilikle karşılık verin. Size vermiyene siz verin. (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)

  9. #19

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    BEDÎ' (El-Bedî'):
    Allahü teâlânın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Daha önce benzeri olmayan, görülmemiş, işitilmemiş, bilinmeyen şeyleri yoktan var eden, yaratan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    (Allah) göklerin ve yerin Bedî'idir. O, bir şeyin olmasını irâde edince (dileyince), ona "ol" der, o da olur. ( Bekara sûresi: 117)
    El-Bedî' ismi şerîfini yetmiş bin kerre söyleyen kimse, kendisine gelecek olan musîbetten kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

    Bedî' İlmi:
    Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar ile sözün süslenmesini öğreten ilim.
    Kur'ân-ı kerîm Bedî', Meânî ve Belâğat ilimlerinin incelikleri ile doludur. Arabî lisânın inceliklerini bilmiyen kimse, arabî okuyup yazsa bile Kur'ân-ı kerîmi anlıyamaz. Bu incelikleri bilenler bile anlıyamamış, çok yerlerini onlara Peygamber efendi miz açıklamıştır. (Abdülganî Nablüsî)

    BEDR GAZVESİ:
    Peygamber efendimizin Mekkeli müşriklerle yaptığı ilk savaş. Bu muhârebede müslümanlar üç yüz on üç, müşrikler bin kişiydi.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Bedr muhârebesinde düşmana nisbetle daha az ve zayıf olduğunuz hâlde, Allahü teâlâ size yardım etti, kesin zafer verdi. Allah'tan korkun ki, şükretmiş olasınız. (Âl-i İmrân sûresi: 123)
    Bedr harbinde Eshâb-ı kirâm güç durumda kaldıkları sırada sevgili Peygamberimiz; "Yâ Rabbî! Bana vâdettiğin yardımı lütfet!" diye duâ ettiğinde, Enfâl sûresinin 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup (inip), meleklerin müslümanlara yardım için gönderildikleri şöyle bildirilmiştir: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size; "Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile (meleklerle) imdâd ediyorum" diye duânızı kabûl buyurmuştu. (İbni Abbâs, Taberî, Kurtubî)
    Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: "Bedr Gazvesi'nde bulunanları nasıl sayarsınız?" Ben; "Onlar ümmetimin en hayırlıları (üstünleri) " dedim. Cebrâil (aleyhisselâm) ; "Meleklerden (o muhârebede) hazır bulunanlar da bizim yanımızda aynen böyle olup, meleklerin en hayırlılarıdır" dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
    Bedr Gazvesi'nde her birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı salladığımız zaman, daha kılıç hedefine varmadan, kâfirin kellesinin bedeninden ayrılıp yere yuvarlandığını görüyorduk. (Sehl radıyallahü anh)

    BEHÂÎLİK:
    Müslüman görünüp İslâmiyet'i içerden yıkmak için çalışan El-Bâb Ali Muhammed ismindeki bir acemin talebesi olan Behâullah'ın, kurduğu bozuk yol.
    Behâîlere göre namaz, Hayfa'ya karşı durup, Allah'ı düşünmektir. Namaz ferdî olup duâdan ibârettir. Oruç, 2 Mart-21 Mart arası on dokuz gün tutulur. 21 Mart günü Oruç bayramı olup, Behâî yılının ilk günüdür. Hacları, El-Bâb Ali Muhammed'in Şirâz'daki evini veya Behâullah'ın Bağdâd'daki evini gidip görmektir. On dokuz sayısını kutsal sayan Behâîleri umûmî adâlet evi dedikleri, yüksek meclislerine seçilen on dokuz kişi idâre eder. Her Behâî, senelik kazancının beşte birini bu hey'ete vermeye mecbur tutulur. (Muhammed Ebû Zühre)

    BEKÂ:
    1. Allahü teâlânın sıfatlarından. Allahü teâlânın varlığının sonsuz olması, hiç yok olmaması.
    2. Bekâ-billah.
    Fenâ ve bekâdan ilk bahs eden Ebû Saîd Harrâz'dır. (Molla Câmî)

    Bekâ-Billah:
    Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.
    Hakk'ul-yakîn bilgisi (hakîkate kavuşmak) bekâ-billah makâmında hâsıl olur. (Ahmed Fârûkî)
    Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzûrun, yâni her an Allahü teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
    Tasavvufta fenâ ve bekâ'dan ilk bahs eden Ebû Saîd-i Harrâz'dır. (Molla Câmî)

    BEKARA (Bakara) SÛRESİ:
    Kur'ân-ı kerîmin ikinci ve en uzun sûresi.
    Bekara sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). İki yüz seksen altı âyettir. İçerisinde Allahü teâlânın varlığını, kudretini, büyüklüğünü, peygamberlere itâatin lâzım olduğunu gösteren bekara (sığır) kesme hâdisesi bildirildiği için bu sûreye Bekara sûresi ismi verilmiştir. Bekara kelimesi, sûrenin altmış yedi, altmış sekiz, altmış dokuz ve yetmiş birinci âyet-i kerîmelerinde geçmektedir. Sûre ayrıca, binlerce meseleleri, hakîkatleri ihtivâ etmektedir. (Muhammed bin Hamza ve Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, İbn-i Abbâs)
    Bekara sûresinde buyruldu ki:
    Kulumuza gönderdiğimiz Kur'ân-ı kerîmde şüphe ediyorsanız, siz de ona benzer bir sûre söyleyiniz! Bunu yapabilmek için güvendiklerinizde n yardım isteyiniz. Buna benzer bir sûre söyleyemezsiniz. (Âyet: 23)
    Bekara sûresi okunan evden şeytan kaçar. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

    BEKTÂŞÎLİK:
    Evliyânın büyüklerinden Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
    Bektâşîlik; Hacı Bektâş-ı Velî, Lokman-ı Horasânî, Hâce Ahmed Yesevî, Yûsuf-i Hemedânî ve Ebû Alî Fârmedî, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî vâsıtası ile Bâyezîd-i Bistâmî'ye, ondan Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerine ulaşır. Bektâşîler, Resûlullah efendimizi ve Ehl- i beytini çok sever ve birbirlerini kardeş bilirlerdi. (A. Rıfkı Efendi)
    Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir isim takan yalancılardan biri de, Bektâşî tarîkatı adı altında toplanan hurûfîlerdir. Hakîkî Bektâşîlik, bir kaç asırdan sonra bütün tekkeleriyle berâber sapık hurûfîlerin eline geçerek bozulmuştur. .. (Tokatlı İshak Efendi) (Bkz. Hurûfîlik)

  10. #20

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    BELÂ:
    Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet.
    Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiğim vakit sabreder ve ziyâretçilerine beni şikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. İyileştiği vakit günahsız olarak iyileşir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider. (Hadîs-i kudsî-Muvattâ)
    Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)
    Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarına keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
    Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaşadı. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sıkıntılar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî)
    Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî)
    Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsını okusun. Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Duâ şudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî)
    Bir kimse sıkıntı ve belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdık) Kazâ gelmez Hak yazmasa Belâ gelmez Kul azmasa
    (Atasözü)

    BELÂGAT:
    1. Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
    Kur'ân-ı kerîm gibi ilâhî belâgat ve îcâza (az sözle çok mânâ ifâde etme özelliğine) sâhip bir kitap, yalnız Türkçeye değil, hiç bir dile hakkıyla çevrilemez. (H. Hüsnü Erdem)
    Kur'ân-ı kerîmin aslındaki îcâz ve belâgatini muhâfaza ederek tercüme etmek mümkün değildir. Fakat meâl (geniş açıklamalı) olarak tercümesi mümkündür. (H. Hüsnü Erdem)
    2.Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.

    BELÂDET:
    İyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıramama; ahmaklık. (Bkz. Ahmak)

    BELED SÛRESİ:
    Kur'ân-ı kerîmin doksanıncı sûresi.
    Beled sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Yirmi âyettir. Şehir mânâsına olan beled'e yemin ile başladığı için bu ismi almıştır. Bahsedilen şehir, Mekke-i mükerremedir. Sûrede, insanın yaratılışından, tabîatından, kendi kuvveti ile gururlanm asından bahsedilmekte, Allahü teâlânın insanlara ihsân ettiği nîmetlerden, sıkıntı ve darlıkta olanlara yardım etmenin üstünlüğünden, seâdet ehli ile böyle olmayanlardan bahsedilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî)

    BELKIS:
    Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.
    Süleymân aleyhisselâm babası Dâvûd aleyhisselâmın yerine geçti. Sultan ve sonra peygamber oldu. Mescid-i Aksâyı yaptı. Yedi senede tamamladı. Sonra hükümet sarayını yaptı. Bundan sonra Belkıs'ı Filistin'e çağırdı. Belkıs geldi. Görüştüler ve Belkıs î mân etti. Süleymân aleyhisselâm Belkıs ile evlendi. Belkıs'ın Süleymân aleyhisselâm ile mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ı kerîmde Neml sûresinde uzun bildirilmektedir. (M. Sıddık bin Saîd)

    BELVÂ-YI ÂM:
    Umûmî sıkıntı, meşakkat, kaçınılması mümkün olmayan zorluk.

    BENÎ ÂDEM (Âdemoğlu):
    İnsanoğlu.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Ey Benî Âdem! Yiyin, için, isrâf etmeyin. Çünkü Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez. (A'râf sûresi: 31)
    (Ey Benî Âdem!) Şeytana itâat etmeyin, o size ap-açık bir düşmandır diye size Kur'ân-ı kerîmde bildirmedim mi? (Yâsîn sûresi: 60)
    Allah katında Benî Âdem'den daha şerefli bir varlık yoktur. (Hadîs-i şerîf-Şa'bul-Îmân)
    Ey Benî Âdem! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan; yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek sonsuz yaşattığındır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim) Mağrûr olma Benî Âdem! Ölmemeğe çâren mi var? Yakası yok ak gömleği, Giymemeğe çâren mi var?
    (Yûnus Emre)

    BENÎ HÂŞİM (Hâşimoğulları):
    Peygamber efendimizin dedesi Hâşim bin Abdi Menâf'ın soyundan gelenler.
    Allahü teâlâ, İsmâil (aleyhisselâm) evlâdından Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülâlesinden, Kureyş adlı zâtı beğenip, seçti. Kureyş evlâdından da, Benî Hâşim'i seçti. Onlardan da, beni beğenip seçti. (Hadîs-i şerîf-İmâm-ı Müslim)
    ...Ey Benî Hâşim! Nefslerinizi ateşten (Cehennem'den) koruyunuz. Ey kızım Fâtıma, nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allahü teâlânın sizinle ilgili irâdesini önleyecek hiçbir şeye sâhib değilim. ( Hadîs-i şerîf-Mişkât)
    Kureyş kabîlesi; Hâşimî, Emevî, Nevfel, Abdüddâr, Esed, Teym, Mahzûm, Adiy, Cumah ve Sehm adında on kola ayrılmıştı. Zemzem dağıtmak ve Kâbe'yi tâmir ve tezyîn (süsleme) işi, Benî Hâşim'e verilmişti... (Muhammed Nişancı)

Sayfa 2/7 İlkİlk 1234567 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •