Beðeni Beðeni:  0
Sayfa 2/7 ÝlkÝlk 1234567 SonSon
61 sonuçtan 11 ile 20 arasý

Konu: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)

  1. #11

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Âyet-el Kürsî:
    Kur'ân-ý kerîmde Bekara sûresinin, fazîletiyle bilinen 255. âyet-i kerîmesi.
    Kur'ân-ý kerîmdeki âyetlerin en üstünü Bekara sûresinde bulunan Âyet-el-kürsî'dir. Bu âyet, bir evde okunduðu zaman, þeytan muhakkak oradan uzaklaþýr. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)
    Farz namazlardan sonra Âyet-el-kürsî okuyan kimse ile Cennet arasýnda ölümden baþka mâni yoktur. (Hadîs-i þerîf-Rûh-ul-Beyân)
    Evinden çýkarken Âyet-el-kürsî'yi oku. Zîrâ, her iþinde muvaffak olur ve hayýrlý iþler baþarýrsýn. Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: "Bir kimse, evinden çýkarken Âyet-el-kürsî'yi okursa, Hak teâlâ, yetmiþ meleðe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istigfâr ederler. (Allahü teâlâdan günâhýnýn baðýþlanmasýný isterler) " Evine gelince de okursan iki Âyet-el-kürsî arasýndaki iþlerin hayýrlý olur ve fakirliðin önlenir. (Süleymân bin Cezâ)
    Namazlardan sonra hemen Âyet-el-kürsî okumak lâzým iken, önce selâten tüncinâyý ve baþka duâlarý okumak bid'attýr, sapýklýktýr. Bunlarý Âyet-el-kürsî'den ve tesbihlerden sonra okumalýdýr. (Ali Mahfûz)
    Fâtiha, Âyet-el-kürsî, Kâfirûn, Ýhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okumak hastaya þifâ verir. (Muhammed Osman Dehlevî)

    Âyet-i Muhkeme:
    Muhkem âyet. Çoðulu âyât-ý muhkemât'týr.
    1. Kur'ân-ý kerîm.
    Ýlim üçtür: Âyet-i Muhkeme, Sünnet-i Kâime (Hadîs-i þerîf) ve Fârîdat-ý Âdile (Kitaba ve sünnete uygun ilim, yâni icmâ ve kýyas). (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd)
    2. Kur'ân-ý kerîmde mânâsý açýk olan âyet-i kerîmelere verilen ad. (Bkz. Muhkem)
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    (Habîbim) sana kitâbý indiren O'dur. O'ndan bir kýsmý âyât-ý muhkemâttýr ki, bunlar Ümmül-kitâbdýr (Kur'ân-ý kerîmin aslýdýr, temelidir. Hükümlerde bunlara dayanýlýr) . (Âl-i Ýmrân sûresi: 7)

    ÂYÝSE:
    Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiþ yaþlý kadýn.
    Kadýn elli beþ yaþlarýnda âyise olur. Hâmile (gebe) ve âyise kadýnlardan ve dokuz yaþýndan küçük kýzlardan gelen kanlar, hayz (âdet) kaný olmaz. Hastalýk sebebiyle gelen bu kan istihâza yâni özür kanýdýr. (Ýmâm-ý Birgivî)

    AYN:
    Birþeyin kendisi.
    1. Boþlukta yer kaplayan ve aðýrlýðý olan yâni tartýlabilen her þey, madde, cisim.
    Dünyâ ayn ve araz (özellikler) dan meydana gelmiþtir. Meselâ kalem, silgi birer ayndýr. Bunlarýn rengi, kokusu ise, arazdýr. (Seyyid Þerîf Cürcânî, Teftezânî)
    2. Alýþ-veriþte, belli, meydanda, mevcut ve hâzýr olan veya hâzýr olmayýp da bulunduðu yeri, cinsi, miktârý belli edilen mal.
    Alýþ-veriþte söz kesilirken, ayn olan malýn kendisini vermek lâzýmdýr. Benzeri hattâ daha iyisi olmasý için müþteri (alýcý) zorlanamaz. Fakat müþteri rýzâsý ile alýrsa mukâyada satýþý, yâni belli bir malý, baþka belli bir mal, ile deðiþtirmek olur. (Ýbn-i Âbidîn)
    Altýn ve gümüþten baþka mallar, söz kesilirken tâyin etmekle (belirlemekle) ayn olurlar. Deyn olan (tâyin edilmeyen) mal altýn ve gümüþ, sözleþmede ayrýlmadan önce kabz olunmakla (eline almak ve cebine koymakla) ayn olurlar. (Ýbn-i Âbidîn)
    3. Ýnsanýn zekât için ayýrdýðý ve yanýnda hazýr bulunan malý.
    Ayn olan malýn zekâtýný ayn olarak vermek lâzýmdýr. Ayn olan malýn kýrkta biri ayrýlýp verilir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Deyn olan (baþkasýnda bulunan) malýn zekâtý, ayn olarak verilir. Yâni, baþkasýnda bulunan malýnýn zekâtýný, hazýr olan malýndan vermek lâzýmdýr. Hâzýr malý yoksa baþkasýndaki malýndan zekât miktârýný isteyip, teslim alýp, sonra bu fakire verilir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Ayn olan malýn zekâtýný deyn olarak vermek câiz deðildir. Yâni hâzýr olan malýn zekâtý olarak fakirdeki alacaðýný bu fakire baðýþlamak câiz deðildir. (Ýbn-i Âbidîn)

    Ayn Harfi:
    Kur'ân-ý kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radýyallahü anh namaz kýldýrýrken, ayakta okumayý bitirip, rükû'a eðildiði yeri gösteren iþâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadýr.

    Ayn-el-Yakîn:
    1. Görerek bilme.
    Ekvator gibi sýcak memleketlerde yaþayan kar görmemiþ bir kimsenin kitabdan okuyarak veya birisinden dinleyerek karýn ne olduðunu öðrenmesi, ilm-ül-yakîn, karý görerek tanýmasý, ayn-el-yakîn, karý eline ve aðzýna alýp tadarak tanýmasý hakkü'l-yakîn o lur. (Ahmed Mekkî Efendi)
    2. Hadîs-i þerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyý görüyormuþ gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ýþýðýn kalbde parlamasý. Zamanýmýzda tarîkata girmiþ bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almýþ, bundan yüksek m ertebe olmaz sanýyor. Ýlm-ül-yakîne saplanýp, ayn-ül-yakînden mahrum kalmýþlardýr. (Ýmam-ý Rabbânî)
    Ayn-ül-yakîn mertebesi ümmetin seçilmiþlerine mahsûstur. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    AZÂB:
    Ýþlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.
    Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Nîmetlerimin kýymetlerini bilir, emrettiðim gibi kullanýrsanýz, onlarý artýrýrým. Kýymetlerini bilmez, bunlarý beðenmezseniz, elinizden alýr, þiddetli azâb ederim. (Ýbrâhim sûresi: 7)
    Allahü teâlânýn, bir kuluna rahmet etmiyeceðine, ona gadab ve azâb edeceðine alâmet, dünyâya ve âhirete faydasý olmayan þeylerle meþgûl olmasý, zamanlarýný lüzumsuz þeylerle öldürmesidir... (Hadîs-i þerîf-Mektûbât-ý Rabbânî)
    Yâ Rabbî! Bizi gadabýnla öldürme, azâbýnla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle. (Hadîs-i þerîf-Mir'ât-ý Kâinât)
    Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyý dinden üstün tutmadýkça, Allahü teâlânýn gadabýndan, azâbýndan kurtulurlar. Dîni býrakýp, dünyâya sarýlýrlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ onlara, yalan söylüyorsunuz! buyurur. (Hadîs-i þerîf-Kimyâ-i Seâdet)
    Nasîhatlarýn baþý þudur ki: Ýslâmiyet'in sâhibi olan Peygamber efendimize uymak lâzýmdýr. Resûlullah'a uymayanlar, âhirette azâbdan kurtulamaz. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Allahü teâlânýn, bir kuluna rahmet etmiyeceðine, ona gazâb ve azab edeceðine alâmet, dünyâya ve âhirete fâidesi dokunmayan þeylerle meþgul olmasý, zamanlarýný lüzumsuz þeylerle öldürmesidir. Bir kimse, ömründen bir saati Allahü teâlânýn beðenmediði b ir þeyde geçirirse, ne kadar çok piþman olsa yeridir. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    ÂZÂD:
    Kurtulmuþ, serbest.
    Ýnsanoðlu, gönül verdiði þeyin kulu olur. Ârifler, Allahü teâlâdan baþkasýna kalblerini baðlamadýklarýndan, O'ndan baþkasýnýn kulu olmaktan âzâd olmuþlardýr. Cenâb-ý Hakk'a tam anlamýyla kul olan, O'ndan baþkasýna kul olmaktan âzâd olur. (Ýbn-i Arabi)

  2. #12

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Âzâd Etmek:
    Serbest býrakmak, hürriyetine kavuþturmak, kölelikten kurtarmak.
    Kim kölesine bir tokat atsa yâhut onu döðse, onun keffâreti, köleyi âzâd etmesidir. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Bir kimse Ramazân-ý þerîf ayýnda bir oruçluya iftar verirse günahlarý affolur. Hak teâlâ onu Cehennem azâbýndan âzâd eder. (Hadîs-i þerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Sahîh-i Buhârî)
    Köle âzâd etmek çok sevâbdýr. Ýslâmiyet, öldürmeðe gelen düþmandan baþka kimseyi köle yapmaz. Bu köleleri âzâd edenleri de çok beðenir. Ýslâmiyet, köle yapmak dîni deðil, köle âzâd etmek dînidir. (Ýbn-i Âbidîn)

    Âzâd Olmak:
    Serbest olma, kurtulma.
    Ârefe gecesi ibâdet edenler âzâd olur. (Hadîs-i þerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
    Ramazan ayý öyle bir aydýr ki ilk günleri rahmet, ortasý af ve maðfiret ve sonu Cehennem'den âzâd olmaktýr. (Hadîs-i þerîf-Sahîh-i Buhârî)

    AZAMET:
    1. Büyüklük, Cenâb-ý Hakk'ýn büyüklüðü.
    Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olaný Cehennem'e atarým, hiç acýmam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd)
    (Kýyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki: "Ýzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakký için yemin ederim ki ben "Lâ ilâhe illallah" diyenleri (Cehennem'den) muhakkak çýkaracaðým. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Allahü teâlânýn mahlûkâtý üzerinde ne kadar çok düþünürsen O'nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsýn. (Ýmâm-ý Gazâlî)
    2. Kibirlenmek, insanlarý küçük görmek.
    Yalan söyleyen, hîlekârlýk yapan, insanlarý aldatan, zulmeden, haksýzlýk yapan, din kardeþlerine yardým etmeyen, azamet satan, yalnýz kendi çýkarlarýný düþünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayýlmaz. (Hadimî)

    ÂZER:
    Ýbrâhim aleyhisselâmýn amcasý ve üvey babasý.
    Ýbrâhim aleyhisselâmýn babasýnýn ismi Târûh idi. Târûh mü'min idi. Âzer putperest idi. Nemrûd taraftarý idi. Târûh ölünce, Âzer, Ýbrâhim aleyhisselâmýn annesini aldý. Böylece üvey babasý oldu. (Senâullah Dehlevî)
    Târûh ile Âzer iki kardeþ idi. Arablar amcaya da baba derlerdi. (Abdülhakîm Arvâsî)

    AZÎM (El-Azîm):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Büyüklüðüne, beþer (insan) aklýnýn ve hiçbir mahlûkun (yaratýlmýþýn) düþüncesinin eriþemediði, hakîkatini kimsenin bilemediði zât. Allahü teâlânýn büyüklüðü bildiðimiz gördüðümüz þeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi deðildir. Bu bizim bilgimizin dýþýndadýr. (Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm)
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    O (Allah) Aliyy'dir. (Mahluklarýn, yaratýlmýþlarýn akýl, ilim ve anlayýþlarýnýn eriþemediði yüceliktedir.) Azîm'dir. (Bekara sûresi: 255)
    El-Azîm ismi þerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

    AZÎMET:
    Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen þeylerden sakýnmakla berâber, mümkün olduðu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylýklardan uzak durup; evlâyý, en iyi olduðu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.
    Ýslâmiyet'te ibâdetler için iki yol vardýr: Biri ruhsat yâni, Ýslâmiyet'in ibâdetlerde tanýdýðý, izin verdiði kolaylýklar, diðeri azîmettir. Azîmet ile amel etmek, ruhsat ile amel etmekten daha kýymetlidir. Hadîs-i þerîfte; "Amellerin en fazîletlisi nefse en zor gelenidir" buyrulmaktadýr. (Harputlu Ýshâk Efendi)
    Âlimler, sâlihler azîmet ve takvâ ile hareket ettiklerinden; bir haram iþlememek için helâllarý, mubahlarý bile terk ederlerdi. Ebû Bekr-i Sýddîk radýyallahü anh buyurdu ki: "Biz bir harama düþmek korkusundan, yetmiþ helâli terk ederdik." (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
    Halkýn incitmesine sabr etmelidir. Onlara güzel davranmalýdýr, bu azîmet yoludur. Onlardan kesilmek, uzak durmak ise, ruhsat yoludur. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Kuvvetli, hâli elveriþli olanýn, azîmet olaný yapmasý efdaldir, daha iyidir. Güç olan iþi yapmak nefse daha aðýr gelir. Nefsi daha çok ezer, zayýflatýr. Ýbâdetler de nefsi zayýflatmak, kýrmak için emrolunmuþtur. Zayýf, hasta, sýkýþýk hâlde olan kimse nin azîmet olaný yapamadýðý için ibâdetlerini, iþlerini terk etmemesi, ruhsat yolu ile yapmasý lâzýmdýr. (Abdülganî Nablüsî)
    Azîmeti yapmaktan âciz olan özürlü kimsenin, ruhsat olaný, dinde izin verileni yapmasý câiz olur. Böyle kimsenin ruhsat olaný yapmasý azîmetleri yapmýþ gibi çok sevâb olur. (Abdülvehhâb Þa'rânî)

    AZÎZ (El-Azîz):
    1. Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve þeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her þeyin O'na þiddetle ihtiyâcý olan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz'dir. Hakîm'dir (hikmet sâhibidir) . (Bekara sûresi: 209)
    Bir kimse kýrk gün ve her gün de kýrk kerre el-Azîz ismi þerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardým eder ve onu üstün kýlar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz. (Yûsuf Nebhânî)
    2- Kýymetli, þerefli, üstün.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde buyuruyor ki:
    Ey Muhammed! De ki: Ey mülkün sâhibi olan Allah'ým! Mülkü dilediðine verirsin, dilediðinden alýrsýn. Dilediðini azîz kýlar, dilediðini alçaltýrsýn. Hayýr (iyilik) yalnýz senin elindedir. Doðrusu Sen her þeye kâdirsin. (Âl-i Ýmrân sûresi: 26)
    Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi Ýslâm ile azîz eyledi. Ýzzeti, Allahü teâlânýn bizi azîz ettiði þeyden (Ýslâmiyet'ten) baþkasýnda ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltýr). (Hazret-i Ömer)
    Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz. Allahü teâlânýn azîz ettiði kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rýzâ)
    Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah iþletmez, küçük günahlarýný saymaz, affeder. Onu Cennet'ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm Arvâsî)
    Üç þey vardýr ki müslümanlarý çok azîz eder: 1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2) Kendisine bir þey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanlarý arayýp, hallerini sormak. (Ca'fer-i Sâdýk)
    Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca'fer-i Sâdýk

  3. #13

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    AZÎZAN:
    Azizler. Kelimenin sonundaki ân takýsý Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder.
    1. "Ýki azîz (velî)" mânâsýna Ýslâm âlimlerinin ve evliyânýn büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.
    Bir defâsýnda Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir þey bulunmadý. Evdekiler ve misâfirler açlýk sebebiyle çok üzüldüler. O sýrada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir þeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkýna ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çaðýrdý ve; "Getirdiðin bu yiyecekler sýkýntýlý bir ânýmýzda imdâdýmýza yetiþti. Sen de bizden ne murâdýn varsa iste. Çünkü hâcet kapýsý þu anda açýktýr." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlýkta size benzemek istiyorum." dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Aðýr bir iþ arzu ettin. Bunun yükünü kaldýramazsýn." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdým evliyâlýkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakýþlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânýn izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuþtu. Bu hâle kýrk gün dayandý, sonra vefât e tti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarýný verip kendisi gibi yaptýðý için, iki azîz mânâsýnda kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî)
    2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düþüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardýma gelmez azîzândan hiçbiri.

    AZM ETMEK:
    Kalbde devamlý kalan ve yapmaya kesin kararlý olunan düþünce, kasd, niyet, karar verme.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    Ýþlerinde Eshâbýn ile meþveret et. Onlara danýþ. Bundan sonra bir iþe azmettiðin zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, O'na güven. (Âl-i Ýmrân sûresi: 159)
    Tövbe; haram iþledikten sonra, piþmân olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azm etmektir. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Ýnsan haram iþlemeyi kalbinden geçirir, azm ederse, sonra da Allah'tan korkarak yapmazsa, günâh yazýlmaz. Haram iþleyince bir günah yazýlýr. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Tövbenin kabul edilmesi için dört þart lâzýmdýr: 1) Günahý için istiðfârda bulunmak, 2) Ýþlediði günâhý terk etmek ve piþmân olmak, 3) Bu günâhý tekrar iþlememeye azm etmek, 4) Günâh iþlemeye sevk eden þeylerden uzaklaþmak. (Ahmed Nâmýk-ý Câmî)

    AZRÂÝL:
    Dört büyük melekten biri. Rûhlarý almakla vazîfeli melek, melek'ül-mevt, ölüm meleði de denir.
    Ýbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil'e (aleyhisselâm); "Günâhkârlarýn canýný aldýðýn þekilde seni görmek isterim" deyince, melek; "Dayanamazsýn" dedi. Olsun istiyorum, dedi. Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiþ, burnundan ve aðzýndan ateþler çýkýyordu. Ýbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düþtü. Kendine gelince meleði kendi þeklinde gördü ve; "Ey can alýcý melek, bir günahkâr senin bu þeklini gördükten sonra bir þey görmese ona yeter" dedi. (Hadîs-i þerîf-Kimyâ-ý Seâdet)
    Ýyi amel iþleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmý en güzel bir þekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan baþka râhatlýk bilmezler. (Ýmâm-ý Gazâlî).
    Canlýlarý öldüren, ölüleri dirilten, saðlamlarý hasta yapan, hastalarý iyi eden yalnýz Allahü teâlâdýr. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsýtadýr. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
    Azrâil aleyhisselâmýn gelip, canýný zorla alacaðý, ecel arslanýnýn pençesini sana takacaðý, can verme acýlarýnýn baþýna geleceði, þeytanýn îmânýný çalmaya çalýþacaðý, dostlarýnýn "vah vah öldü, sizler sað olun", diye evlâdýna ta'ziye edecekleri vakti düþün! (Muhammed Rebhâmî) Azrâil baþýna geldiði zaman Kýrýlýr ayakla kol, yavaþ yavaþ Mevlâm nasîb etsin din ile îmân Akar gözlerimden yaþ, yavaþ yavaþ. Bir gün terâzî kurulur, dünyâ iþleri sorulur Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müþkildir Hasta olup yýkýlýnca, gözler göke dikilince Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluþ) bulmak nemümkündür?
    (M. Sýddîk bin Saîd)

    AZZE VECELLE:
    Allahü teâlânýn ismi söyleyince, iþitince ve yazýnca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsýna söylenilen ve yazýlan saygý ifâdesi.
    Allahü teâlânýn ism-i þerîfini söyleyince, iþitince, yazýnca (Sübhânellah), (Tebârekallah), (Celle-celâlüh), (Azze-ismüh), (Celle-kudretuh) veya (teâlâ) gibi ta'zîm (hürmet ve saygý) ifâdelerinden birini söylemek, yazmak; birincisinde vâcib, lâzým, t ekrârýnda ise müstehabdýr, iyidir. (Allah buyurdu ki...) veya (Allah teâlâ buyurdu ki...) dememeli, (Allahü teâlâ buyurdu ki...) demelidir. Bunun gibi, yalnýz (Kur'ân) dememeli, dâimâ (Kur'ân-ý kerîm) demelidir. (Kerderî, Birgivî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

  4. #14

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Dini Sözlük B

    BÂB:
    1. Kapý.
    Mescîd-i Nebî'nin þimdi beþ bâbý vardýr. Ýkisi batý duvarýnda olup, kýbleye yakýn olana Bâb-üs-selâm, kuzey köþesine yakýn olana Bâb-ür-rahme adý verilir.
    2. Bir kitâbýn bölümlerinden her biri.
    Riyâd-un-nâsihîn kitâbý ikinci kýsým ikinci bâbý birinci faslýnda diyor ki: Tövbe kalb ile, dil ile ve günâh iþliyen âzâ ile olmalýdýr. Kalb piþmân olmalý, dil duâ etmeli ve yalvarmalý, âzâ da günâhtan çekilmelidir.
    3. Bozuk bir yol olan Bâbîliðin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiði ad. (Bkz. Bâbîlik)
    El-Bâb Ali Muhammed kendisinin beklenen imâma açýlan bir bâb (kapý) olduðunu söyledi, daha sonra da peygamberlik iddiâsýnda bulundu. El-Bâb Ali Muhammed'in kendisine bâb demesi sebebiyle kurduðu bozuk yola Bâbîlik adý verildi. (Muhammed Ebû Zühre)

    Bâb-ý Cibrîl:
    Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptýrdýðý mescidinin doðu tarafýndaki kýbleye yakýn olan kapýsý. Bu kapýya, hazret-i Osman'ýn evinin karþýsýnda bulunmasý sebebiyle Bâb-ý Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ýn evini ziyâret etmek üzere bu kapýdan girip çýkmayý âdet edindikleri için Bâb-ün-Nebî de denilmiþtir.
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Kureyzâ yahûdîleri üzerine sefer düzenlendiði zaman, Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize yardým için geldiðinde Bâb-ý Cibrîl önünde beklemiþti. (Eyyûb Sabri Paþa)

    Bâb-ür-Rahme:
    Rahmet kapýsý. Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin yaptýrdýðý mescidin batý duvarýndaki iki kapýdan biri. Bâb-ül-Âtike ve Bâb-üs-Sûk diye de bilinir.
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir Cumâ günü hutbede iken batý tarafýndaki kapýdan gelen bir kimse; "Yâ Resûlallah! Susuzluktan hayvanlarýmýz, âile ve çocuklarýmýz periþân oldu. Bizim için cenâb-ý Hakk'a duâ edin de yaðmur ihsân buyu rsun" deyince, Peygamber efendimiz mübârek ellerini kaldýrýp duâ buyurdular. Bu sýrada Sel daðýnýn üzerinde rahmet alâmetleri (bulutlarý) belirip yaðmur yaðdý. Bu sebeple bu kapýya Bâb-ür-Rahme denildi. (Ebû Abdullah Tilemsânî)

    Bâb-üs-Selâm:
    1. Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ýn doðu tarafýna açýlan kapý. Bâb-ý Þeybe de denir.
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem otuz beþ yaþýnda iken, yaðan yaðmur ve seller sebebiyle Kâbe-i muazzama tahrîb olmuþtu. Yeniden inþâ edilmesi sýrasýnda Hacer-ül-Esved taþýnýn yerine konulmasý husûsunda kabîleler arasýnda anlaþmazlýk ç ýktý. Nihayet Bâb-ý Þeybe kapýsý tarafýndan ilk gelecek kimsenin hakemliðini kabûl etmek üzere anlaþtýlar. O kapýdan ilk olarak Muhammed aleyhisselâmýn geldiðini gördüler. Peygamber efendimizin hükmüne râzý olup Hacer-ül-Esved'i yerine koydular. Anla þmazlýða son veren Muhammed aleyhisselâm bu kapýdan Kâbe-i muazzamanýn yanýna geldiði için Bâb-üs-Selâm adý verildi. (Ýbn-i Hiþâm ve Abdülhak Dehlevî)
    2. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptýrdýðý Mescid-i Nebî'nin batý duvarýnda kýbleye yakýn olan kapýsý. Bâb-ý Mervân diye de bilinen bu kapý, Mescid-i Nebî'nin beþ kapýsýndan en büyüðü ve en zînetlisidir (süsl üsüdür).
    Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefâtýndan önce Eshâb-ý kirâmýn evlerinden mescide açýlan kapýlarýn kapatýlmasýný emir buyurduðunda, sâdece Ebû Bekr-i Sýddîk'in (r.anh) kapýsýnýn açýk kalmasýný istemiþti. Bâb-üs-Sýddîk adýyla bilinen bu kapý, Bâb-üs-Selâmýn sol tarafýndan üçüncü küçük kapýdýr. (Eyyûb Sabri Paþa ve Ahmed Cevdet Paþa)

    Bâb-üt-Tevessül:
    Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptýrdýðý mescidin kuzeye açýlan kapýsý. Bu kapý Osmanlý sultanlarýndan Abdülmecîd Han tarafýndan yeniden yaptýrýldýðýndan Bâb-ý Mecîdî diye de bilinir.
    Hicretin ikinci senesi Receb ayýnda, kýblenin Kudüs'ten Kâbe'ye dönmesi emr olununca, mescidin Mekke'ye karþý olan kapýsý kapatýlýp, karþýsýna, Þam tarafýna yeni bir kapý açýldý. Þimdi bu kapýya Bâb-üt-Tevessül denmektedir. (Eyyûb Sabri Paþa)
    Ýlk Mescid-i Nebî'nin üç kapýsý vardý. Mihrâbý Bâb-üt-Tevessül yerinde idi. Þimdiki mihrâbýn yerinde bulunan kapýsýndan cemâat girer çýkardý. (Eyyûb Sabri Paþa)

    BÂBÎLÝK:
    On dokuzuncu yüzyýlýn ikinci yarýsýnda Ýran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafýndan ortaya çýkarýlan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduðunu iddiâ eden, beklenen imâma açýlan bir bâb (kapý) olduðunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adýyla devâm etti. (Bkz. Behâîlik)

    BÂÐÎ:
    Âsî. Haksýz olarak devlet baþkanýna isyân eden. Çoðulu buðât'týr.
    Bâðîler baþkaldýrýnca, devlet baþkaný onlarýn isyân etme sebeblerini araþtýrýr. Niçin isyân ettiklerini sorar ve kendisine itâate dâvet eder. Þâyet bâðîler, yapýlan dâveti kabûl etmeyip, harbe baþlarsa, devlet baþkaný, onlarýn topluluklarýný daðýtýnc aya kadar harb eder. (Ýbn-i Âbidîn)
    Haksýz olarak devlet baþkanýna baþ kaldýran bâðîler döðüþürken öldürülünce, namazlarý kýlýnmaz. Bunlarý yýkamak da câiz deðildir. (Ýbn-i Nüceym)

  5. #15

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BAHÎL:
    Cimri. (Bkz. Cimrilik)
    Bahîl, Allahü teâlâdan, Cennet'ten ve insanlardan uzaktýr. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)
    Cömert olan câhil, Allahü teâlâya, bahîl olan âbidden (çok ibâdet edenden) daha sevimlidir. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)
    Allahü teâlâ kýyâmet günü, üç kimse ile konuþmayacak, hepsine çok acý azâb yapacaktýr. Zinâ eden ihtiyâr, baþa kakan bahîl ve kibirli olan fakir. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)

    BAHT:
    Tâlih, nasîb, kýsmet.
    Bahtý açýk olan ve iþi rast gelen her kiþi mutlu sayýlmaz. Bahtlý, ancak cenâb-ý Hakk'ýn, emirlerine uymakta ve yasaklarýndan kaçýnmakta muvaffak (baþarýlý) ettiði kalben huzûrlu kimsedir. (Ahmed Rýfat)

    BAHTÝYÂR:
    Tâlihli, mes'ûd, mutlu.
    Bahtiyâr kiþi, her zaman bulunduðu hâlden memnun, dâimâ nasîbine râzý ve þükredici olup, kimseye ihtiyâcýný arzetmez. (Ahmed Rýfat)
    Ey mes'ûd ve bahtiyâr kardeþim! Amel ve ibâdet, niyet ile dürüst ve doðru olur. Kâfirlere karþý muhârebeye giderken, önce niyeti düzeltmelidir. Ancak, bundan sonra sevâb kazanýlýr. Muhârebeye gitmekten maksad; Allahü teâlânýn ismini, dînini yaymak ve yükseltmek ve din düþmanlarýný zayýflatmak ve bozguna uðratmak olmalýdýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    BÂÝN:
    1. Ayýrýcý. Talâk-ý bâin.
    2. Tasavvuf'ta bir terim. Ýnsanlardan uzak olan. (Bkz. Kâin ve Bâin)

    Bâin Talak:
    Boþamada kullanýlan sözleri söyler söylemez, evliliði sona erdiren boþama. (Bkz. Talâk)

    BÂÝS (El-Bâisü):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüþ ve daðýlmýþ olan cesedleri diriltip mahþere, (arasât meydanýna) sevkeden, gönderen.
    Kim uyumazdan önce elini göðsüne koyar ve yüz kerre el-Bâisü ismi þerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalbini nurlandýrýr, ilim ve hikmet ile doldurur. (Yûsuf Nebhânî)

    BÂKÎ (El-Bâkî):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Devamlý, ebedî, sonsuz. Varlýðýnýn sonu olmayan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    (Ancak) celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin zâtý bâkîdir. (Rahmân sûresi: 27)
    Allahü teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Varlýðýndan evvel yokluk olamaz. Kadîm ve ezelî olan, öncesi, baþlangýcý olmayan bâkî ve ebedî olur. Hâdis ve mahlûk (sonradan yaratýlmýþ) olan, fânî (yok olucu) ve muvakkat (geçici) olur. (Ýmâm-ý Rabbânî).
    El-Bâkî ismi þerîfini bin kerre söyleyen kimse, zarar ve kederden korunmuþ olur. (Yûsuf Nebhânî)

    BÂLÝÐ:
    Bülûða eren, ergenlik çaðýna gelen. Cünüp olup, gusül (boy) abdesti almaða baþlayan, evlenecek yaþa gelen erkek. (Bkz. Âkýl-Bâlið)

    BÂLÝÐA:
    Bülûða eren, ergenlik çaðýna gelen. Hayýz (regl) görmeye baþlayan, evlenecek yaþa gelen kýz. (Bkz. Âkýl Bâlið)

    BÂRÎ (El-Bâri):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Yaradan, yoktan var eden. Yarattýklarýný farklý þekiller ve özelliklerle birbirinden ayýran.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Allahü teâlâ Bârî'dir. (Haþr sûresi: 24)
    Yedi gün arka arkaya yüz defâ el-Bârî ism-i þerîfine devam eden belâlardan selâmet bulur, kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

    BARNABAS ÝNCÎLÝ:
    Hazret-i Îsâ'nýn havârîlerinden biri olan Barnabas'ýn, Îsâ aleyhisselâmdan görüp iþittiklerini doðru þekilde yazýp derlediði Ýncil.
    Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafýndan göðe kaldýrýlýnca, hakîkî Ýncil kaybolup Ýncil adýyla bir takým kitaplar yazýldý. Bunun üzerine Barnabas, hazret-i Îsâ'dan görüp iþittiklerini bir araya getirdi. Barnabas Ýncîli denen bu kitap hazret-i Îsâ'da n sonra ilk üç yüz senede elden ele dolaþýp okundu. Mîlâdî 325 senesinde Ýznik rûhânî meclisi, Ýbrânice yazýlý Ýncillerin kaldýrýlmasýna karar verince, Barnabas Ýncîli ve nüshalarý yakýldý. Pâkistan Kur'ân-ý kerîm Cemiyeti büyük bir gayretle imhâ edilmeyen bir Ýngilizce nüshasýný bulup, tekrar basmaya muvaffak olmuþtur. (Müslimmerks Mecmûasý-Pâkistan)
    Barnabas Ýncîli'nden bir bölüm þöyledir:
    "Ben bu dünyâya, cenâb-ý Hakk'ýn dünyâya selâmet getirecek olan Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmýn) yolunu hazýrlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz. O gelinceye kadar bir çok yalancý peygamberler çýkabilir. Benim Ýncîl'im bozulabilir." ( 72. Bâb)

  6. #16

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BA'S:
    Dirilme, diriltme, diriltilme. Kýyâmet koptuktan sonra Allahü teâlâ tarafýndan ölülerin diriltilmesi.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ kabirlerde olanlarý elbette ba's eder. (Hac sûresi: 7)
    Ölüler, kefenleri ile ba's olunur. (Hadîs-i þerîf-Beyhekî)
    Ba'se inanmak lâzýmdýr. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi bir araya gelecek, rûhlar bedenlerine girip, herkes mezârlarýndan kalkacaktýr. (Kemahlý Feyzullah Efendi)
    Ba'se inanmýyan birini görürsen, ona de ki: "Ben inanýyorum. Senin dediðin doðru çýkarsa, benim hiç zarârým olmaz. Benim dediðim doðru olunca, sen sonsuz olarak ateþte yanacaksýn!" (Hazret-i Ali)
    Ýsrâfil aleyhisselâm, sûr'a (bizce nasýl olduðu bilinmeyen boruya) iki defâ üfürecektir. Birincisinde; Allahü teâlâdan baþka her diri (canlý) ölecektir. Ýkincisinde; hepsi tekrar ba's olunacaktýr. (Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî)

    BASAR:
    Âletsiz ve þartsýz olarak, gizli ve âþikâr (açýk) her þeyi görmesi mânâsýna, Allahü teâlânýn sübûtî sýfatlarýndan biri.
    Allahü teâlânýn Basar sýfatý ezelî ve ebedîdir. Zâtý ile kâimdir. O'nun basar sýfatý, göze, herhangi bir âlete ve ýþýða baðlý deðildir. Karanlýk bir gecede kara karýncanýn siyah bir taþ üzerinde yürüdüðünü görür. (Ýmâm-ý Birgivî)

    BASÎR (El-Basîr):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Gizli ve açýk her þeyi hakkýyle görücü. (Bkz. Basar)
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Þüphesiz O, semî'dir (her þeyi hakkýyle iþitendir) , Basîr'dir. (Ýsrâ sûresi: 1)
    Bir kimse Cumâ namazýndan sonra yüz kerre el-Basîr ism-i þerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalb gözünü açar. (Yûsuf Nebhânî)

    BASÎRET:
    Ýþlerin iç yüzünü görebilme; kalb gözü.
    Gözü âmâ (görmeyen) kimse kör deðildir. Asýl âmâ basîreti kör olan kiþidir. (Hadîs-i þerîf-Deylemî)
    Allahü teâlâ mü'minlere basîretler ve nûrlar lütûf eylemiþtir. Onlar bu sâyede iþlerin iç yüzünü anlarlar. Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem "Mü'min Allah'ýn nûru ile nazar eder" hadîs-i þerîfi bu mânâda anlaþýlmalýdýr. (Ýmâm-ý Kuþeyrî)

    BÂSÝT (El-Bâsit):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Kullarýndan bâzýsýna rýzký az, bâzýsýna çok veren, sadakalarý kabûl edip sevâb veren. Bâzýsýnýn rûhunu kabzeden (alan) bâzýsýnýn ömrünü uzatan, bâzýsýnýn kalbini daraltýp hayýrlara (iyiliklere) raðbetsiz, bâzýsýnýnkini ise geniþ yapýp, hayýrlara arzulu kýlan.
    Bir kimse ellerini açýp, el-Bâsit ismi þerîfini söylese geçimi geniþler. Bol rýzka kavuþur. (Yûsuf Nebhânî)

    BAST:
    Tasavvufta gönül ferahlýðý, rûhen rahatlama. Sýkýntý ve gönül darlýðýnýn zýddý.
    Kabz ve bastýn ikisi de kalbe gelen hâllerdendir. Sanki yolumuzun erkânýndan, þartlarýndandýrl ar. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Kabz (Gönül darlýðý) ve bast insaný uçuran iki kanat gibidir. Kabz, sýkýntý hâsýl olunca, üzülmeyiniz. Bast hâli gelince de sevinmeyiniz. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur'ân-ý kerîmi dinlemek, kalbdeki kabzý (sýkýntýyý) bast hâline çevirir. (Muhammed bin Mahmûd)

    BÂT SATIÞI:
    Þartsýz, kesin satýþ, alýþ-veriþte þart koþmama.
    Bât satýþýnda ikrah (zorlama), muhayyerlik gibi þartlar bulunmaz ve satýn alýnan mal geri verilmez. (Ýbn-i Âbidîn)

    BÂTIL:
    1. Fânî, geçici, devamlý olmayan, yok olan.
    En güzel söz, (þâir) Lebîd'in "Allahü teâlâdan baþka her þey bâtýldýr" sözüdür. (Hadîs-i þerîf-Tefsîr-i Mazharî)
    2. Abes, boþ, boþuna, sebebsiz yere, yok yere.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Göðü, yeri ve bunlarýn arasýnda bulunan þeyleri biz bâtýl olarak yaratmadýk. (Bilâkis, kudretimize ve birliðimize delîl olsunlar diye yarattýk.) (Sâd sûresi: 27)
    3. Hýrsýzlýk, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediði, izin vermediði kazanç yolu.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Aranýzda birbirinizin mallarýný bâtýl (yollar) ile yemeyin. (Bekara sûresi: 188)
    Bir kimsenin malýný içki, kumar ve zinâ gibi dînin yasakladýðý þeylere harcamasý da bâtýl (yol) ile yemektir. (Yûsuf Sinânüddîn)
    4. Þirk, putlara tapmak.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Hak (Ýslâmiyet) gelince bâtýl gider. Bâtýl her zaman gidicidir. (Ýsrâ sûresi: 81)

    Bâtýl Satýþ:
    Sahîh olmayan, yâni dînen bulunmasý lâzým gelen þartlarýn hepsi veya bir kýsmý bulunmayan satýþ, alýþ-veriþ. Satýlacak malýn mütekavvim olmasý (kullanýlmasýna dînen izin verilmesi, kýymetli ve kullanýlabilir olmasý) bu þartlardandýr. Buna göre; domuz , içki ve denizdeki balýk mütekavvim deðildir.
    Bâtýl satýþlar câiz deðildir, haramdýr, günâhtýr. Bâtýl satýþla müþteri malý teslim alsa bile mülkü olmaz. (Ýbn-i Âbidîn)
    Mülkü olmayan þeyi satmak bâtýldýr. Meselâ havadaki kuþu, denizdeki balýðý yakalamadan satmak bâtýldýr. (Mecelle)

  7. #17

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BÂTIN:
    1. Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). His (duyu) organlarý ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akýl ile anlaþýlamayan.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ Bâtýndýr. (Hadîd sûresi: 3)
    2. Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
    Bütün âzâlarý (organlarý) Ýslâmiyet'in emirlerini yapmakla süsledikten sonra, bâtýna teveccüh etmeli (yönelmeli), böylece yapýlan ameli, ibâdeti gafletten, Allahü teâlâyý unutarak yapmaktan uzak tutmalýdýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzýmdýr. Bu amellerin, bâtýna çok yardýmý vardýr. Bâtýnýn ilerlemesi, zâhirin (görünüþün, bedenin) Ýslâmiyet'e uymasýna baðlýdýr. O hâlde bu dünyâda her zaman, zâhir de bâtýn da Ýslâmiyet'e muhtaçtýr. Bedenin iþi Ýslâmiyet'e uymak, bâtýnýn iþi de, Ýslâmiyet'in (ona uymanýn) meyvelerini toplamaktýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Öyle yaþayýnýz ki, etrâfýnýzda bulunanlarýn bâtýnlarý toparlansýn. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    BÂTINÝYYE:
    Mecûsîlikteki ve çeþitli bâtýl dinlerdeki inanýþlarý Ýslâm dînindenmiþ gibi göstermeye çalýþan Ýranlý Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafýndan kurulan bozuk yol.
    Bâtýniyye; "Kur'ân-ý kerîmin zâhirî, açýk ve anlaþýlýr mânâsý olduðu gibi, bâtýnî, gizli mânâsý da vardýr. Bâtýnî mânâsý lazýmdýr. Zâhirî, görünen mânâsý lazým deðildir." derler. Bu fýrka, Seb'iyye, Hurremiyye, Muhammire, Ta'limiyye, Karamita, Bâbeki yye, Haþhâþiyye, Ýsmâiliyye isimleriyle de anýlýr. (Þehristânî, Ebû Zühre)
    Bâtýniyye fýrkasýnda olanlar; Kur'ân-ý kerîmin zâhir mânâsýný býrakýp bâtýn dedikleri kendi uydurduklarý þeylere inandýlar. Hâlbuki Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Kur'ân-ý kerîmin zâhir, açýk mânâsýný bildirdi. Zâhir mânâyý býrakýp gizli mânâ uydurmak küfr olur. (Þehristânî)
    Kur'ân-ý kerîmin âyetlerine, kelimelerin açýk, meþhûr mânâlarý verilir. Bu mânâlarý deðiþtirerek bâtýnîlere uyanlar, kâfir olur. (Ýmâm-ý Birgivî, Nesefî)

    BÂYÝ':
    Satan, satýcý, dînimizce satýþ yapabilme ehliyetine sâhib kimse.
    Bâyi'in satýþ yapabilmesi için akýllý olmasý þarttýr. Bâyi', malýn aybýný müþteriden (alýcýdan) gizlememeli, hepsini olduðu gibi göstermelidir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, buðday satan birisinin buðdayýna mübârek parmaklarýný sokup içinin yaþ olduðunu görünce; "Bu nedir?" buyurdu. Buðday satan kimse; "Yaðmur ýslatmýþtýr" deyince; "Niçin saklayýp göstermiyorsun? Hîle eden bizden deðildir" buyurdu. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    BAYRAM:
    1. Ýslâm dîninin bildirdiði ve müslümanlarýn neþelenip sevindikleri Fýtr (Ramazan) ve Kurban bayramý.
    Resûlullah efendimiz, Medînelilerin câhiliyye âdetlerinden kalma bayramlarý kutladýklarýný görünce; "Allahü teâlâ size onlardan daha hayýrlý iki bayram (Ramazan ve Kurban bayramý) ihsân buyurdu" diyerek, sevinç ve neþ'e günlerini göstermiþtir. (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd)
    Rahmet kapýlarý dört gece açýlýr: O gecelerde yapýlan duâ, tövbe red olmaz. Fýtr (Ramazan) ve Kurban bayramýnýn birinci geceleri, Þâban (ayýnýn) on beþinci (Berat) gecesi ve Arefe gecesi. (Hadîs-i þerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
    Arabî aylardan Þevvâl ayýnýn birinci günü Ramazan (Fýtr) bayramý, Zilhicce ayýnýn onuncu günü Kurban bayramýdýr. Ramazan bayramý üç, Kurban bayramý ise dört gündür. Bu günlere; günâhlar affedildiði ve müslümanlarýn sevinçli, neþ'eli günleri tekrar ge ri geldiði için (Ýyd) yâni bayram denildi. (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ)
    2. Cumâ günü.
    Günlerin en kýymetlisi Cumâdýr. Cumâ günü, bayram günlerinden ve aþûre gününden daha kýymetlidir. Cumâ, dünyâda ve Cenet'te mü'minlerin bayramýdýr. (Hadîs-i þerîf-Riyâd-un-Nâsýhîn)
    Cumâ, mü'minlerin ve gök ehlinin bayramýdýr, Cennet'te bayram günüdür. (Hadîs-i þerîf-Huccet-ül-Ýslâm)
    3. Allahü teâlânýn emirlerine uyup, yasaklarýndan sakýnarak, günâh iþlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
    Hazret-i Ali bir kalabalýðý eðlence içinde görüp böyle eðlenip neþ'elenmelerinin sebebini sorduðunda onlar; "Bugün bayramýmýzdýr" dediler. Bunun üzerine hazret-i Ali de; "Günâh iþlemediðimiz günler de bizim bayramýmýzdýr" buyurdu. (Ýmâm-ý Gazâlî) Bayram bineklere binenler için deðildir Ancak hatâ ve isyâný býrakanlar içindir.
    (Behlül Dânâ)
    4. Müslümanýn rûhunu teslim (vefât) edeceði zaman rahmet meleklerini ve Cennet hûrîlerini görmenin zevkiyle can verme vakti.

    Bayram Namazý:
    Fýtr (Ramazan) ve Kurban bayramýnýn birinci günü güneþ doðduktan yaklaþýk 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kýlmalarý vâcib olan iki rek'atlik namaz.
    Bayram namazýnýn þartlarý, Cumâ namazýnýn þartlarý gibidir. Burada namazdan sonra okunan hutbe sünnettir. (Ýbrâhim Halebî)

  8. #18

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Bayram Namazý:
    Fýtr (Ramazan) ve Kurban bayramýnýn birinci günü güneþ doðduktan yaklaþýk 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kýlmalarý vâcib olan iki rek'atlik namaz.
    Bayram namazýnýn þartlarý, Cumâ namazýnýn þartlarý gibidir. Burada namazdan sonra okunan hutbe sünnettir. (Ýbrâhim Halebî)

    BAYRAMÝYYE:
    Anadolu'da yetiþen evliyânýn büyüklerinden Hacý Bayram-ý Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bayramiyye yolu bir koldan Bâyezîd-i Bistâmî'ye diðer koldan Hasen-i Basrî'ye ulaþýr.
    Hacý Bayram-ý Velî, ömrünün sonuna kadar Ýslâmiyet'i yaymak için çalýþtý. Vefâtýndan sonra Bayramiyye yolunu talebelerinden Akþemseddîn ile Býçakçý Ömer Efendi devâm ettirdiler. (Hüseyin Vassâf)
    Bayramiyye yolunda esâs maksad, Allahü teâlâdan baþka herþeyin sevgisini kalbden çýkarmak ve gönlü Allah sevgisi ile doldurmaktýr. Buna gönle varmak denir. (Sâdýk Vicdânî)

    BÂZGEÞT:
    Nakþibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "Ýlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadým) Senin rýzândýr."demesi.
    Bâzgeþt, zikr (Kelime-i tevhîdi söylemek ile hâsýl olan kalb uyanýklýðýnýn devam etmesi, kalbin Allahü teâlâdan baþkasýna baðlýlýktan kurtulmasý içindir. Kelime-i tevhîd söylemek, kalbdeki her türlü düþünceyi giderir. Yalnýzca Allahü teâlâyý anmak ka lýr. Böylece kalb, Allahü teâlâyý anmaktan baþka her þeyden boþalýr. (Þeyh Ali bin Vâiz Hirevî)

    BEDBAHT:
    Tâlihsiz. Bahtýkara.
    Beþ þey bedbahtlýk alâmetidir: Kalb katýlýðý, Allah korkusundan ve günâhlarýný hatýrlayarak aðlamamak, utanmamak, dünyâya fazla raðbet etmek, uzun emelli olmak. (Fudayl bin Iyâd)
    Evlâd, ana baba elinde bir emânettir. Çocuklarýn temiz kalbleri kýymetli bir cevher gibidir. Mum gibi her þekli alabilir. Küçük iken, hiç bir þekle girmemiþtir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz topraða hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsýl olur. Ço cuklara îmân, Kur'ân ve Allahü teâlânýn emirleri öðretilir ve yapmaða alýþtýrýlýrsa, din ve dünyâ seâdetine ererler. Bu seâdette analarý, babalarý ve hocalarý da ortak olur. Eðer bunlar öðretilmez ve alýþtýrýlmaz ise, bedbaht olurlar. (Ýmâm -ý Gazâlî)
    Allahü teâlânýn beðenmediði þeyleri isteyen ne kadar bedbaht ve zavallýdýr. (Ýmâm -ý Rabbânî)

    BEDDUÂ:
    Bir kimsenin aleyhine yapýlan duâ.
    Kendinize, evlâdýnýza, bedduâ etmeyiniz. Allah'ýn kaderine râzý olunuz. Nîmetlerini artýrmasý için duâ ediniz. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Ananýn, babanýn ¤¤¤¤¤¤na olan ve mazlûmun zâlime olan bedduâlarý red olunmaz. (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ýbn-i Mâce)

    BEDEL:
    Bir þeyin yerini tutan, yerine geçen; baþkasýnýn yerine iþ yapan kimse.
    Hasta için hacca gitmek farz deðildir. Hac farz olduktan sonra gitmeyip de sonraki seneler hastalanan kimse, yerine baþkasýný kendi memleketinden bedel göndermesi veya bunun için vasiyyet etmesi lâzýmdýr. Sonraki seneler iyi olup kendisi giderse, teh ir günâhý afv olur. (Ýbn-i Hümâm)

    BEDEVÎ:
    Sahrada, çölde ve vahada göçebe halde yaþayanlar.
    Medîne-i münevvere çevresindeki Müzeyne, Cüheyne, Eslem, Eþca' kabîleleri bedevî idi. Peygamber efendimiz Hudeybiye sulhünün yapýldýðý sene umre için Mekke'ye gitmeye karar verdikleri sýrada, Kureyþ'in herhangi bir taarruz (saldýrý) ihtimâline karþý bu kabîlelerin de berâberlerinde bulunmasýný istediler. Fakat bedevîler korkularýndan bu þerefli dâvete uymayýp özür dilediler. Bu sebeple Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen þöyle buyurdu:
    (Henüz kalplerinde îmân yerleþmemiþ olan Kureyþ müþriklerinden korkarak) geri kalan bâzý bedevîler sana; "Mallarýmýz ve âilelerimiz bizi (seninle gitmekten) alýkoydu. Bu sebeple Allahü teâlâdan bizim için af ve maðfiret dileyiver" diyecekler. Onlar kalblerinde olmayan þeyi dilleriyle söylerler (Yoksa, senin kendileri için istiðfâr etmene veya etmemene aldýrmazlar) . (Feth sûresi: 11) (Senâullah Dehlevî, Taberî)

    BEDEVÝYYE:
    Evliyânýn büyüklerinden Seyyid Ahmed Bedevî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
    Bedeviyye yolunun büyüðü Seyyid Ahmed Bedevî (r.aleyh) talebelerine buyurdu ki:
    Allahü teâlânýn kullarýndan birine bir musîbet gelince, sakýn sevinmeyin. Gýybet ve dedikodu yapmayýn. Ýnsanlar arasýnda söz taþýmayýn. Size eziyet vereni ve zulmedeni affedin. Kötülük yapana iyilikle karþýlýk verin. Size vermiyene siz verin. (Abdülvehhâb-ý Þa'rânî)

  9. #19

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BEDÎ' (El-Bedî'):
    Allahü teâlânýn esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Daha önce benzeri olmayan, görülmemiþ, iþitilmemiþ, bilinmeyen þeyleri yoktan var eden, yaratan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    (Allah) göklerin ve yerin Bedî'idir. O, bir þeyin olmasýný irâde edince (dileyince), ona "ol" der, o da olur. ( Bekara sûresi: 117)
    El-Bedî' ismi þerîfini yetmiþ bin kerre söyleyen kimse, kendisine gelecek olan musîbetten kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

    Bedî' Ýlmi:
    Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzý san'atlar ile sözün süslenmesini öðreten ilim.
    Kur'ân-ý kerîm Bedî', Meânî ve Belâðat ilimlerinin incelikleri ile doludur. Arabî lisânýn inceliklerini bilmiyen kimse, arabî okuyup yazsa bile Kur'ân-ý kerîmi anlýyamaz. Bu incelikleri bilenler bile anlýyamamýþ, çok yerlerini onlara Peygamber efendi miz açýklamýþtýr. (Abdülganî Nablüsî)

    BEDR GAZVESÝ:
    Peygamber efendimizin Mekkeli müþriklerle yaptýðý ilk savaþ. Bu muhârebede müslümanlar üç yüz on üç, müþrikler bin kiþiydi.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Bedr muhârebesinde düþmana nisbetle daha az ve zayýf olduðunuz hâlde, Allahü teâlâ size yardým etti, kesin zafer verdi. Allah'tan korkun ki, þükretmiþ olasýnýz. (Âl-i Ýmrân sûresi: 123)
    Bedr harbinde Eshâb-ý kirâm güç durumda kaldýklarý sýrada sevgili Peygamberimiz; "Yâ Rabbî! Bana vâdettiðin yardýmý lütfet!" diye duâ ettiðinde, Enfâl sûresinin 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup (inip), meleklerin müslümanlara yardým için gönderildikleri þöyle bildirilmiþtir: "O vakit Rabbinizden yardým ve zafer istiyordunuz da O size; "Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile (meleklerle) imdâd ediyorum" diye duânýzý kabûl buyurmuþtu. (Ýbni Abbâs, Taberî, Kurtubî)
    Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: "Bedr Gazvesi'nde bulunanlarý nasýl sayarsýnýz?" Ben; "Onlar ümmetimin en hayýrlýlarý (üstünleri) " dedim. Cebrâil (aleyhisselâm) ; "Meleklerden (o muhârebede) hazýr bulunanlar da bizim yanýmýzda aynen böyle olup, meleklerin en hayýrlýlarýdýr" dedi. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Bedr Gazvesi'nde her birimiz bir müþrikin baþýna kýlýcýmýzý salladýðýmýz zaman, daha kýlýç hedefine varmadan, kâfirin kellesinin bedeninden ayrýlýp yere yuvarlandýðýný görüyorduk. (Sehl radýyallahü anh)

    BEHÂÎLÝK:
    Müslüman görünüp Ýslâmiyet'i içerden yýkmak için çalýþan El-Bâb Ali Muhammed ismindeki bir acemin talebesi olan Behâullah'ýn, kurduðu bozuk yol.
    Behâîlere göre namaz, Hayfa'ya karþý durup, Allah'ý düþünmektir. Namaz ferdî olup duâdan ibârettir. Oruç, 2 Mart-21 Mart arasý on dokuz gün tutulur. 21 Mart günü Oruç bayramý olup, Behâî yýlýnýn ilk günüdür. Haclarý, El-Bâb Ali Muhammed'in Þirâz'daki evini veya Behâullah'ýn Baðdâd'daki evini gidip görmektir. On dokuz sayýsýný kutsal sayan Behâîleri umûmî adâlet evi dedikleri, yüksek meclislerine seçilen on dokuz kiþi idâre eder. Her Behâî, senelik kazancýnýn beþte birini bu hey'ete vermeye mecbur tutulur. (Muhammed Ebû Zühre)

    BEKÂ:
    1. Allahü teâlânýn sýfatlarýndan. Allahü teâlânýn varlýðýnýn sonsuz olmasý, hiç yok olmamasý.
    2. Bekâ-billah.
    Fenâ ve bekâdan ilk bahs eden Ebû Saîd Harrâz'dýr. (Molla Câmî)

    Bekâ-Billah:
    Dâimâ Allahü teâlâyý anma ve hatýrlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.
    Hakk'ul-yakîn bilgisi (hakîkate kavuþmak) bekâ-billah makâmýnda hâsýl olur. (Ahmed Fârûkî)
    Bekâ-billaha kavuþmadan önce huzûrun, yâni her an Allahü teâlâ ile olma hâlinin devam etmesi mümkün deðildir. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Tasavvufta fenâ ve bekâ'dan ilk bahs eden Ebû Saîd-i Harrâz'dýr. (Molla Câmî)

    BEKARA (Bakara) SÛRESÝ:
    Kur'ân-ý kerîmin ikinci ve en uzun sûresi.
    Bekara sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuþtur (inmiþtir). Ýki yüz seksen altý âyettir. Ýçerisinde Allahü teâlânýn varlýðýný, kudretini, büyüklüðünü, peygamberlere itâatin lâzým olduðunu gösteren bekara (sýðýr) kesme hâdisesi bildirildiði için bu sûreye Bekara sûresi ismi verilmiþtir. Bekara kelimesi, sûrenin altmýþ yedi, altmýþ sekiz, altmýþ dokuz ve yetmiþ birinci âyet-i kerîmelerinde geçmektedir. Sûre ayrýca, binlerce meseleleri, hakîkatleri ihtivâ etmektedir. (Muhammed bin Hamza ve Hüseyin Vâiz-i Kâþifî, Ýbn-i Abbâs)
    Bekara sûresinde buyruldu ki:
    Kulumuza gönderdiðimiz Kur'ân-ý kerîmde þüphe ediyorsanýz, siz de ona benzer bir sûre söyleyiniz! Bunu yapabilmek için güvendiklerinizde n yardým isteyiniz. Buna benzer bir sûre söyleyemezsiniz. (Âyet: 23)
    Bekara sûresi okunan evden þeytan kaçar. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)

    BEKTÂÞÎLÝK:
    Evliyânýn büyüklerinden Hacý Bektâþ-ý Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
    Bektâþîlik; Hacý Bektâþ-ý Velî, Lokman-ý Horasânî, Hâce Ahmed Yesevî, Yûsuf-i Hemedânî ve Ebû Alî Fârmedî, Ebü'l-Hasan-ý Harkânî vâsýtasý ile Bâyezîd-i Bistâmî'ye, ondan Ebû Bekr-i Sýddîk hazretlerine ulaþýr. Bektâþîler, Resûlullah efendimizi ve Ehl- i beytini çok sever ve birbirlerini kardeþ bilirlerdi. (A. Rýfký Efendi)
    Müslümanlarý aldatmak için kendilerine kýymetli bir isim takan yalancýlardan biri de, Bektâþî tarîkatý adý altýnda toplanan hurûfîlerdir. Hakîkî Bektâþîlik, bir kaç asýrdan sonra bütün tekkeleriyle berâber sapýk hurûfîlerin eline geçerek bozulmuþtur. .. (Tokatlý Ýshak Efendi) (Bkz. Hurûfîlik)

  10. #20

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BELÂ:
    Allahü teâlânýn insanlarý imtihan etmek, denemek için verdiði maddî ve mânevî üzüntü, sýkýntý, musîbet, âfet.
    Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiðim vakit sabreder ve ziyâretçilerine beni þikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanýndan iyi kan veririm. Ýyileþtiði vakit günahsýz olarak iyileþir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider. (Hadîs-i kudsî-Muvattâ)
    Þüphe edilen altýný, ateþle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanlarý, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzýsý belâ ateþinden hâlis olarak çýkar. Bâzýsý da bozuk olarak çýkar. (Hadîs-i þerîf-Kimyâ-ý Seâdet)
    Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalýk, eziyet gibi sýkýntý verici þeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarýna keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaþadý. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sýkýntýlar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî)
    Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sýðýnmalý, âfiyet vermesi, kurtarmasý için duâ etmeli, yalvarmalýdýr. Allahü teâlâ duâ edenleri, sýhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî)
    Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsýný okusun. Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarýr. Duâ þudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî)
    Bir kimse sýkýntý ve belâya uðrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdýk) Kazâ gelmez Hak yazmasa Belâ gelmez Kul azmasa
    (Atasözü)

    BELÂGAT:
    1. Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
    Kur'ân-ý kerîm gibi ilâhî belâgat ve îcâza (az sözle çok mânâ ifâde etme özelliðine) sâhip bir kitap, yalnýz Türkçeye deðil, hiç bir dile hakkýyla çevrilemez. (H. Hüsnü Erdem)
    Kur'ân-ý kerîmin aslýndaki îcâz ve belâgatini muhâfaza ederek tercüme etmek mümkün deðildir. Fakat meâl (geniþ açýklamalý) olarak tercümesi mümkündür. (H. Hüsnü Erdem)
    2.Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öðreten edebî ilmin adý.

    BELÂDET:
    Ýyiyi kötüden, faydalýyý zararlýdan ayýramama; ahmaklýk. (Bkz. Ahmak)

    BELED SÛRESÝ:
    Kur'ân-ý kerîmin doksanýncý sûresi.
    Beled sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Yirmi âyettir. Þehir mânâsýna olan beled'e yemin ile baþladýðý için bu ismi almýþtýr. Bahsedilen þehir, Mekke-i mükerremedir. Sûrede, insanýn yaratýlýþýndan, tabîatýndan, kendi kuvveti ile gururlanm asýndan bahsedilmekte, Allahü teâlânýn insanlara ihsân ettiði nîmetlerden, sýkýntý ve darlýkta olanlara yardým etmenin üstünlüðünden, seâdet ehli ile böyle olmayanlardan bahsedilmektedir. (Ýbn-i Abbâs, Taberî)

    BELKIS:
    Süleymân aleyhisselâm zamânýnda Yemen'de Sebe' þehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadýn sultan.
    Süleymân aleyhisselâm babasý Dâvûd aleyhisselâmýn yerine geçti. Sultan ve sonra peygamber oldu. Mescid-i Aksâyý yaptý. Yedi senede tamamladý. Sonra hükümet sarayýný yaptý. Bundan sonra Belkýs'ý Filistin'e çaðýrdý. Belkýs geldi. Görüþtüler ve Belkýs î mân etti. Süleymân aleyhisselâm Belkýs ile evlendi. Belkýs'ýn Süleymân aleyhisselâm ile mektuplaþmasý ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ý kerîmde Neml sûresinde uzun bildirilmektedir. (M. Sýddýk bin Saîd)

    BELVÂ-YI ÂM:
    Umûmî sýkýntý, meþakkat, kaçýnýlmasý mümkün olmayan zorluk.

    BENÎ ÂDEM (Âdemoðlu):
    Ýnsanoðlu.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Ey Benî Âdem! Yiyin, için, isrâf etmeyin. Çünkü Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez. (A'râf sûresi: 31)
    (Ey Benî Âdem!) Þeytana itâat etmeyin, o size ap-açýk bir düþmandýr diye size Kur'ân-ý kerîmde bildirmedim mi? (Yâsîn sûresi: 60)
    Allah katýnda Benî Âdem'den daha þerefli bir varlýk yoktur. (Hadîs-i þerîf-Þa'bul-Îmân)
    Ey Benî Âdem! Benim malým, benim malým dersin. O maldan senin olan; yiyerek yok ettiðin, giyerek eskittiðin ve Allah için vererek sonsuz yaþattýðýndýr. (Hadîs-i þerîf-Sahîh-i Müslim) Maðrûr olma Benî Âdem! Ölmemeðe çâren mi var? Yakasý yok ak gömleði, Giymemeðe çâren mi var?
    (Yûnus Emre)

    BENÎ HÂÞÝM (Hâþimoðullarý):
    Peygamber efendimizin dedesi Hâþim bin Abdi Menâf'ýn soyundan gelenler.
    Allahü teâlâ, Ýsmâil (aleyhisselâm) evlâdýndan Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülâlesinden, Kureyþ adlý zâtý beðenip, seçti. Kureyþ evlâdýndan da, Benî Hâþim'i seçti. Onlardan da, beni beðenip seçti. (Hadîs-i þerîf-Ýmâm-ý Müslim)
    ...Ey Benî Hâþim! Nefslerinizi ateþten (Cehennem'den) koruyunuz. Ey kýzým Fâtýma, nefsini ateþten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allahü teâlânýn sizinle ilgili irâdesini önleyecek hiçbir þeye sâhib deðilim. ( Hadîs-i þerîf-Miþkât)
    Kureyþ kabîlesi; Hâþimî, Emevî, Nevfel, Abdüddâr, Esed, Teym, Mahzûm, Adiy, Cumah ve Sehm adýnda on kola ayrýlmýþtý. Zemzem daðýtmak ve Kâbe'yi tâmir ve tezyîn (süsleme) iþi, Benî Hâþim'e verilmiþti... (Muhammed Niþancý)

Sayfa 2/7 ÝlkÝlk 1234567 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •