Beðeni Beðeni:  0
Sayfa 3/7 ÝlkÝlk 1234567 SonSon
61 sonuçtan 21 ile 30 arasý

Konu: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)

  1. #21

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BENÎ ÝSRÂÝL (Ýsrâiloðullarý):
    Ya'kûb aleyhisselâmýn, on iki oðlundan gelen evladý ve torunlarý. Ya'kûb aleyhisselâmýn diðer adý Ýsrâîl olduðu için, soyundan gelenler bu isimle anýlmýþlardýr.
    Allahü teâlâ, Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Îsâ bin Meryem de bir zamanlar þöyle demiþti: "Ey Benî Ýsrâil! Ben size Allahü teâlâ tarafýndan gönderilmiþ bir peygamberim. Benden evvel (gönderilmiþ olan) Tevrât'ýn tasdîkçisi, benden sonra gelecek bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, ki o peygamberin ismi Ahmed'dir (Muhammed'dir) . (Saf sûresi: 6)
    Benî Ýsrâil yetmiþ bir fýrkaya ayrýlmýþtý. Bunlardan yetmiþi Cehennem'e gidip, ancak bir fýrkasý kurtulmuþtur... (Hadîs-i þerîf-Sünen-i Tirmizi-Milel-Nihâl Tercümesi)
    Ümmetimin âlimleri, Benî Ýsrâil'in peygamberleri gibidir. (Hadîs-i þerîf-Mektûbât-ý Rabbânî)
    Benî Ýsrâil Yûsuf aleyhisselâmdan sonra Mýsýr'da çoðaldý. Fakat burada zulüm ve hakâret gördüler. Bu durum Mûsâ aleyhisselâm zamânýna kadar devâm etti. Mûsâ aleyhisselâm onlarý Mýsýr'dan alýp Þeria vâdisinin doðusundaki bölgeye yerleþtirdi. Zamanla h azret-i Mûsâ'nýn dînine uyanlar azaldý. Hazret-i Îsâ gelince, Mûsâ aleyhisselâma verilen Tevrat'ýn hükmünü kaldýrdý. Benî Ýsrâile, hazret-i Îsâ'nýn dînine uymak lâzým oldu. Fakat onlar, Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Tevrat'a uymakta inad ettiler. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm son peygamber olarak gelince de Îsâ aleyhisselâmýn dîninin hükmü kalktý. Herkesin Ýslâmiyete uymasý lâzým oldu. Fakat Benî Ýsrâil Peygamber efendimizi kýskandýklarýndan O'nun peygamberliðine ve Ýslâmiyete inanmadýlar. (Harputlu Ýshak Efendi, Niþancýzâde, Rahmetullah Efendi)

    BENCÝLLÝK:
    Kendini beðenmek, kendini büyük görmek, enâniyet. (Bkz. Enâniyet)

    BENÛL-AHYÂF:
    Ýslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ý ferâiz adý verilen (Allahü teâlânýn Kur'ân-ý kerîmde hisselerini, paylarýný bildirdiði) kimselerden ana bir erkek ve kýz kardeþler.
    Benûl-Ahyâf tek kiþi olduðunda hissesi mîrâsýn altýda biridir. Birden fazla olduklarý zaman mîrâsýn üçte birini alýp aralarýnda paylaþýrlar. Erkek ve kadýn ayný miktârda alýr. Ölenin ¤¤¤¤¤¤ veya oðlunun ¤¤¤¤¤¤, yâhut babasý, dedesi varsa, Benûl-Ahyâf mîrâs alamaz. (Abdürreþîd Secâvendî)

    BENÛL-ALLÂT:
    Ýslâm mîrâs hukûkunda baba bir, ana ayrý kardeþler.
    Benül-a'yân (ana-baba bir erkek ve kýz kardeþler) ve Benûl-allât; oðul, oðlun oðlu, baba, dededen biri bulunduðu zaman vâris, mîrasçý olamazlar. (Secâvendî)

    BENÛL-A'YÂN:
    Ýslâm mîrâs hukûkunda; ölenin ayný ana ve babadan olan erkek ve kýz kardeþlerinden her biri.
    Benül-A'yân; oðul, oðlun oðlu, baba ve dededen biri bulunduðu zaman vâris olamaz. (Abdürreþîd Secâvendî)

    BERÂÂT SATIÞI:
    Zekât toplayan âmillerin (memurlarýn), köylüden alacaklarý zekât ve uþrun cins ve miktârýný gösteren ve berâât adý verilen senedlerin satýþý (Bkz. Bey') .
    Berâât satýþý câiz deðildir. Zîrâ verilen senetlerdeki yazýlý mal mevcûd deðildir. (Ýbn-i Âbidîn).

    BERÂE SÛRESÝ:
    Kur'ân-ý kerîmin dokuzuncu sûresi. Tevbe sûresi de denir. (Bkz. Tevbe Sûresi)

    BERÂET (Berât):
    1. Temize çýkarmak. Bir þahsýn, hakkýnda iddia edilen suçtan uzak olduðunun veyâ iþlediði söylenilen suçun gerçekte suç olmadýðýnýn anlaþýlmasý.
    Allahü teâlâ dört kimseyi dört þeyle töhmetten (iftiradan) berât ettirmiþtir. Yusuf aleyhisselâmý þâhitle, Mûsâ aleyhisselâmý elbisesini taþýyan taþla, hazret-i Meryem'i ¤¤¤¤¤¤nu konuþturmakla, hazret-i Âiþe'yi Nur sûresi 26. âyet-i kerîmesiyle berât ettirmiþtir. Hazret-i Âiþe'nin berâeti için birçok âyet-i kerîme nâzil olmuþtur. (Muhammed bin Hamza)
    2. Kurtuluþ vesîkasý.
    Abdullah bin Ömer radýyallahü anhümâ bir gün Resûlullah'ýn sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna geldi. Peygamber efendimiz ona çok iltifat ederek; "Kýyâmet günü herkesin berâeti, her iþi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah'ýn berâeti ise dünyâda verilmiþtir" buyurdu. (Hadîs-i þerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt)
    Âhirette pek çok kimse, hesâba çekilmeden Cennet'e girerler. Onlar için mîzân (terâzi) kurulmaz. Onlara verilen sayfalar üzerine; "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filânýn oðlu filânýn Cennet'e girmesinin ve Cehennem'den kurtulmasýnýn ber âetidir" yazýlýr. (Ýmâm-ý Gazâlî)

  2. #22

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Berâet-i Zimmet:
    Aksine bir delil bulunmadýðý müddetçe þahsýn suçsuz ve borçsuz olmasý.
    Berâet-i zimmet asýldýr. Meselâ bir kimse baþka bir kiþi üzerinde þu kadar alacaðým vardýr diye iddiâ etse, borçlu olduðu iddiâ edilen kimse borcunu inkâr etse ve borcu olmadýðýna dâir yemin etse onun sözüne bakýlýr. Çünkü her þahýs zimmetten yâni bo rcdan ârî (uzak) olarak yaratýlmýþ olduðu için, Berâet-i zimmet asýldýr. (Ýbni Nüceym-i Mýsrî)

    BERÂT GECESÝ:
    Þâban ayýnýn on beþinci gecesi.
    Berât gecesini büyük nîmet, fýrsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Þâban'ýn on beþinci gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduðu belli deðildir. Bu gece, çok ibâdet yapýnýz. Yoksa kýyâmet günü piþmân olursunuz! (Hadîs-i þerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
    Berât gecesinde çok duâ etmeli, kötü sondan, îmânsýz ölmekten Allahü teâlâya sýðýnmalý, Cehennem ateþinden kurtuluþ berâtý, bereket, rahmet, maðfiret ve âfiyet dilemelidir. (Muhammed Rebhâmî)

    BEREKÂT:
    Bereketler, hayýrlar, iyilikler, bolluklar. Bereket'in çokluk þekli. (Bkz. Bereket)

    BEREKET:
    1. Allahü teâlânýn bol nîmet vermesi.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Böylece Ýbrâhim'i ve (kardeþi oðlu) Lût'u (Irak'daki Nemrûd'dan) kurtarýp, içinde âlemlere (aðaçlar, tatlý meyveler, ýrmaklar vb. þeylerle veya pek çok peygamber çýkarmak sûretiyle) bereketler verdiðimiz arza (Þam diyârýna) çýkardýk. (Enbiyâ sûresi: 71)
    Bir kadýn, Resûlullah'a hediye olarak bal göndermiþti. Resûlullah efendimiz balý kabûl edip boþ kabý geri gönderdi. Kab bal ile dolu olarak geri geldi. Kadýn gelerek; "Yâ Resûlallah! Hediyemi niçin kabûl etmediniz. Acaba günahým nedir?" deyince, Resû lullah efendimiz; "Senin hediyeni kabûl ettik. Gördüðün bal, Allahü teâlânýn hediyene verdiði berekettir" buyurdu. (Hadîs-i þerîf-Mir'ât-ý Kâinât)
    Senenin bereketi, bahârýndan belli olur. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    2. Hayýr, fayda.
    Þeytan her iþinizde sizinle berâber bulunur. Hattâ yemekte bile. Birinizin lokmasý düþerse, onu alýp tozunu temizleyip yesin. O lokmayý þeytanlara býrakmasýn. Çünkü bereketin hangi lokmada olduðu bilinmez. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Ticârete hiyânet karýþýnca bereket gider. (Hadîs-i þerîf-Tergîb vet-Terhîb)
    Bir kimse Allahü teâlâ emr ettiði için çalýþýr, rýzkýný helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rýzkýna kavuþur. Bu rýzýk ona bereketli olur. (Seâdet-i Ebediyye)
    Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi iþlerin yapýlmasýna vesîle olur. Bereketli olmayan çok mal vardýr ki, sâhibinin dünyâda ve âhirette felâketine sebeb olur. O halde malýn çok olmasý deðil, bereketli olmasýný istemelid ir. (Ýmâm-ý Gazâlî)
    3. Rahmet.
    Kur'ân-ý kerîm okunan eve bereket gelir. Melekler oraya toplanýr. Þeytanlar oradan kaçar. (Ebû Hüreyre)
    Kur'ân-ý kerîm okunan eve bereket iner. Bu zaman yapýlan duânýn kabûl olmasý umulur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

    BERR:
    1. Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Ýhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayý nasîb edip, bunlara karþýlýk âhirette sevâb ve dünyâda sýhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardýmcý lar veren.
    2. Îtikâdý doðru, amelleri ibâdetleri iyi, ahlâký güzel, ihlâslý sâlih müslüman. Çoðulu Ebrârdýr. (Bkz. Ebrâr)

    BERZÂH ÂLEMÝ:
    Dünyâ ile âhiret arasýndaki âlem; kabir âlemi.
    Berzâh âleminde ölülerin hâli, dirilerin hâli gibi deðildir. Dünyâ hayâtýnda hem his (duygu), hem de irâde (istek) ile hareket vardýr. Berzâh hayâtýnda ise, hareket etmek lâzým deðildir, elem (acý) ve azâb duymalarý için yalnýz hissetmeleri yetiþir. (Ahmed Fârûkî)
    2. Tasavvufta âlem-i misâle verilen ad. (Bkz. Âlem-i Misâl)
    Berzâh âlemi, âlem-i ervâh (ruhlar âlemi) ile âlem-i ecsâd (madde âlemi) arasýnda yer alýr. Ayna gibidir. Diðer iki âlemdeki hakîkî varlýklar ve mânâlar bu âlemde latîf þekillerde görünürler. Çünkü iki âlemdeki her hakîkate ve her mânâya uygun birer þekil, heyet, görünüþ bu âlemde bulunur. Bu âlemde kendiliðinden hiçbir hakîkat, hiçbir madde ve mânâ yoktur. Buradaki þekiller, heyetler, öteki âlemlerden aks eden görüntülerdir. Aynada hiçbir þekil ve sûret yoktur. Aynada bir þekil görünürse, baþka yerden gelen görünüþtür. Âlem-i misâl de böyledir.

    Berzâh-ý Kübrâ:
    Kabirden kalkýp, mahþer yerinde hesâbýn görülüp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen zaman.
    Berzâh-ý kübrâda, insanlarýn daðýlmýþ, çürümüþ, erimiþ parça ve kemikleri bir araya getirilir. (Muhammed Ma'sûm)

    Berzâh-ý Sugrâ:
    Kabre konduktan kýyâmet kopup kabirden kalkýncaya kadar olan zaman.
    Ervâh (rûhlar) ve berzâh-ý sugrâ, fazla düþünmeye ve üzerinde inceleme yapmaya gelmez. Bu konuda zan ve tahmin ileri sürmek doðru deðildir. Nasslar (âyet-i kerîme ve hadîs-i þerîfler) ile sâbit olanlara (bildirilenlere) kýsaca îmân etmek lâzýmdýr. On un etrâflý olarak bilinmesini Allahü teâlânýn ilmine havâle etmelidir, býrakmalýdýr. (Ahmed Fârûkî)

  3. #23

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BESMELE:
    Bismillâhirrahmânirr ahîm sözü.
    Kur'ân-ý kerîme saygý göstermek, E'ûzü okuyarak baþlamakla olur ve Kur'ân-ý kerîmin anahtarý Besmeledir. (Hadîs-i þerîf-Tefsîr-i Yâkûb-i Çerhî))
    Hoca çocuða, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, ¤¤¤¤¤¤n anasýnýn, babasýnýn ve hocasýnýn Cehennem'e girmemesi için senet yazdýrýr. (Hadîs-i þerîf-Tefsîr-i Dürr-ül-Mensûr)
    Cehennem'de azâb yapan on dokuz melekten kurtulmak isteyen Besmele okusun! Besmele on dokuz harftir. (Abdullah ibni Mes'ûd)
    Besmelenin mânâsý: "Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmiþ ve varlýkta durdurmakla, yok olmaktan korumakla iyilik etmiþ olan Allahü teâlânýn yardýmý ile bu iþi yapabiliyorum. Ârifler (evliyâ), O'nu ilâh olarak tanýdý. Âlemler, O'nun merhâmeti ile rýzýk buldu. Günah iþliyenler, O'nun rahmeti ile Cehennem'den kurtuldu" demektir. (Yâkûb-ý Çerhî)
    Besmele öyle bir sözdür ki aðzý temizler, kalbden gamý ve sýkýntýyý giderir. (Abdülkâdir Geylânî)
    Abdest almaða, yemeðe, içmeðe ve her mübârek iþe baþlarken Besmele çekmek Peygamber efendimizin âdet-i þerîflerinden olup sünnettir. (Ýbn-i Âbidîn) Besmeleyle baþlýyalým kitâba Allah adý en iyi bir sýðnakdýr Nîmetleri sýðmaz ölçü hisâba Çok acýyan, afvý seven bir Rab'dýr.
    (Seâdet-i Ebediyye)

    BEÞER:
    Ýnsan, âdemoðlu (Bkz. Benî Âdem).

    BEÞÎR:
    1. Müjdeleyici mânâsýna Peygamber efendimizin isimlerinden.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    (Ey Muhammed!) Biz seni; mü'minleri, inananlarý beþîr, kâfirleri de azâb ile korkutucu, uyarýcý olarak gönderdik. (Bekara sûresi: 119)
    2. Kabirde mü'minlere suâl soran melekler.
    Kabirlerde kâfirlere ve âsî müslümanlara azâb edecek melekler ve kabirde suâl soracak melekler vardýr. Suâl meleklerine münker ve nekir denir. Mü'minlere soranlara ise mübeþþir ve beþir denir. (Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî)

    BETÛL:
    Peygamber efendimizin mübârek kýzý hazret-i Fâtýmâ'nýn lakabý.
    Ýlimde ve ictihâdda hazret-i Âiþe, zühd (dünyâya raðbet etmemekte) ve dünyâdan kesilmekte, uzak durmakta ise, hazret-i Fâtýma daha ileridir. Bunun içindir ki, hazret-i Fâtýmâ'ya Betûl denilmiþtir. (Abdülkâdir-i Geylânî)

    BEVÂDÝH:
    Tasavvufta, insan kalbine gayb âleminden âniden gelen þeyler.
    Bevâdih kalbe gelen ferahlýk ve sevinçtir. Sâhibini güldürür. Yâhut hüzün ve kederdir; sâhibini aðlatýr. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin; "Bir zaman güldüm, bir zaman aðladým. Ve þimdi ne gülüyor ne aðlýyorum." buyurmasý bevâdih hâline iþârettir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

    BEY':
    Satmak, satýþ yapmak, alýþ-veriþ. Ýki kiþinin mallarýný gönül rýzâsý ile deðiþmeleri.
    Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ bey'i, helâl ve fâizi haram kýldý. (Bekara sûresi: 275)
    Bey' ve þirâ (alýþ-veriþ) bilgilerini öðrenmeden ticâret yapmak helâl olmaz. Her tâcirin bir fýkýh âlimi bulup, iþlerini buna danýþarak yapmasý, böylece fâizden ve fâsid (bozuk) alýþveriþten kurtulmasý lâzýmdýr. (Ebü'l-Kâsým Semerkandî)
    Bir kimse Ýmâm-ý a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinden sordu ki: "Vakitlerimi ibâdet ile geçirmek istiyorum. Bana bir þey yaz da, hep onu yapayým?" Ýmâm-ý a'zam rahmetullahi aleyh, bey' ve þirâ bilgilerini yazýp verince; "Bu tüccarlara lâzým olur. Ben evim de oturup ibâdet ile meþgûl olacaðým" dedi. Cevâbýnda; "Yiyecek ve giyecek lâzým olmayan kimse var mý? Ýslâmiyet'in alýþ-veriþ kýsmýný bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz ve ibâdetlerinin sevâbýný bulamaz. Zahmetleri boþa gider ve azâba yakalanýr ve çok piþman olur" buyurdu. (Kerderî, M.Rebhâmî)

    Bey'-i Bâtýl:
    Sahih olmayan, yâni dînen bulunmasý lâzým gelen þartlarýn hepsi veyâ bir kýsmý bulunmayan alýþ veriþ. (Bkz. Bâtýl)

    Bey'-i bil Vefâ (Vefâ ile Satýþ):
    Alýcý ve satýcýnýn, satýþtan vazgeçmek hakkýna sâhip olduðu alýþ-veriþ.

    Bey'-i Fâsid:
    Aslý Ýslâmiyet'e uygun, fakat sýfatý uygun olmayan satýþ.
    Bir kimse satýn aldýðý bir malýn bedeli olan paranýn yarýsýný peþin verip, yarýsýný da yolcum gelince vereyim dese, bu alýþ-veriþ Bey'-i fâsid olur. Çünkü yolcunun geleceði târih yâni paranýn kalan kýsmýnýn ödeneceði târih belli deðildir. Bu durum is e, satýþýn sýfatý bakýmýndan uygun olmamasý demektir. (Zeylaî)
    Bey'-i fâsid, câiz deðildir ve haramdýr. Büyük günâhtýr. Fâsid satýþla alýnan mal, müþteri teslim alýnca, kendi mülkü olursa da, yemesi, giymesi haramdýr. Alanýn ve satanýn bu satýþý bozmasý, geri vermesi vâcibdir. Geri çevirmezlerse, vâcibi terk ett ikleri için günâha girerler. (Hamzâ Efendi)

    Bey'-i Mekrûh:
    Aslý ve sýfatý Ýslâmiyet'e uygun ise de kendisine dînin yasak etmiþ olduðu bir þey karýþmýþ olan satýþ.
    Satýn almýyacaðý bir malýn fiyatýný, baþka müþteriler arasýnda yükseltmek, iki kiþi bir malýn fiyatýnda uyuþmuþ iken bu malý, daha yüksek fiyatla satýn almak istemek Bey'-i mekrûhdur.

  4. #24

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Bey'-i Mevkûf:
    Aslý ve sýfatý sahîh ise de baþkasýnýn hakký karýþan alýþ-veriþ.

    Bey'-i Sahîh:
    Aslý ve sýfatý Ýslâmiyet'e uygun olan satýþ; doðru ve sýhhatli alýþ-veriþ.
    Bey'i sahîhin geçerli olmasý için, alýcý ve satýcýnýn ayný kimse olmamasý, yâni bir kimsenin hem satýcýya, hem alýcýya vekil olarak kendi kendine satýþ yapmamasý, satanýn ve alanýn akýllý olmalarý, akd yapýlmasý yâni birinin îcâb (teklif) edip karþýs ýndakinin, onu; ayrýlmadan önce kabûl etmesi yâni söz kesilmesi, mebî'in (satýlan malýn) ve semenin (bedelin) mütekavvim (kýymetli, kullanýlmasý mübâh ve mümkün olan) mal olmalarý lâzýmdýr. Satýlan malýn felsin îtibârî kýymetinin yâni (piyasadaki yarým gram altýnýn kuruþ cinsinden deðerinin on beþte birinden aþaðý olmamasý lâzýmdýr. (Bkz. Fels) (Ýbn-i Nüceym)

    BEYÂN:
    Açýk olmak, açýklamak, bildirmek. Konuþma, yazma, anlama, anlatma, ifâde etme.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    (Allahü teâlâ) insaný yarattý. Ona beyâný öðretti. (Rahmân sûresi: 3-4)
    Beyânýn öylesi vardýr ki büyüleyici bir tesire sâhiptir. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Beyândan bilmediklerimizle bizleri nîmetlendiren Allahü teâlâya hamd olsun. ( Ahmed Mekkî Efendi)

    Beyân Ýlmi:
    Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öðreten belâgat ilminin teþbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularýný anlatan ilim. (Bkz. Ýlm-i Beyân)

    BEYT-Ý MA'MÛR:
    Meleklerin kýblesi. Göklerde meleklerin devâmlý tavâf ettikleri yer, makam.
    Beyt-ül-ma'mûrda her gün yetmiþ bin melek namaz kýlar. Bir kere namaz kýlana bir daha sýra gelmez. Meleklerin büyüklerinden Kerûbîyân melekleri gece ve gündüz tesbih ederler, hiç usanmaz ve yorulmazlar. (Hadîs-i þerîf-Ýbn-i Münzir)
    Beyt-i ma'mûr üçüncü, altýncý veya yedinci kat semâdadýr. Onun gökyüzündeki kýymeti, Kâbe-i Muazzamanýn yeryüzünde kýymeti gibidir. (Sa'lebî)
    Beyt-i ma'mûr, Beyt-i Harâm'ýn (Kâbe'nin) üst tarafýna düþmektedir. Yere düþecek olsa, onun üstüne düþer. Orayý her gün daha önce hiç görmemiþ yetmiþ bin melek ziyâret eder. (Ezrâkî)

    BEYTÜ'L-MUKADDES (Beyt-ül-Makdis):
    Kudüs'deki Mescid-i Aksâ. (Bkz. Mescid-i Aksâ)

    BEYTULLAH:
    1. Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmýn ortasýnda bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanlarýn kýblesi; Fazîlet ve kýymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuþtur.
    Rivâyet edildiðine göre, Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma buyurdu ki:
    Ey Âdem! Sen sað oldukça Beytullah'ý tâmir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tâmir edecekler. En son peygambere kadar bu böyle sürüp gidecek. (Ezrâkî)
    2. Câmi, mescid.
    Beytullah olan câmi ve mescidlerde ibâdet etmeyip, dünyâ kelâmý ile meþgul olmak tahrîmen mekruhtur. Yâni harama yakýn günahtýr. Ateþ odunu yiyip bitirdiði gibi câmide dünyâ kelâmý konuþmak da, insanýn sevâblarýný giderir. (Tahtâvî)

    BEYTÜLMÂL:
    Ýslâm devleti hazînesi, mâliye teþkîlâtý.
    Beytülmâl, devlet gelirlerini muhâfaza eder, gerekli yerlere sarfeder, devletin gelirleri ile giderleri arasýnda dengeyi saðlamaya çalýþýr ve bütçenin bütün vazîfelerini görürdü. (Ýsmâil Nablüsî)
    Beytülmâlýn gelirleri dört yoldan saðlanýrdý: 1) Zekât mallarý, 2) Ganîmetin, çýkarýlan mâden ve defînelerin beþte biri, 3) Gayr-i müslimlerden haraç ve cizye olarak alýnan mallar, 4) Vârisi olmayan zenginlerin býraktýðý mal ve yerde bulunup sâhibi b ulunmayan mallar. (Îmâm-ý Serahsî)
    Beytülmâlden, ayýrým yapmadan bütün fakirler, zekât me'murlarý, âlimler, öðretmenler, vâizler, din dersi öðrenen talebeler, borçlular, seyyidlerle þerîfler yâni Peygamber efendimizin soyundan gelenler ve askerlerin hepsi haklarýný alýrlardý. (Abdülganî Nablüsî)
    Ýmâm-ý Ebû Yûsuf bir suâle bilmiyorum deyince; "Hem Beytülmâlden maaþ alýyorsun, hem de cevap vermiyorsun" dediler. Bunun üzerine Ýmâm-ý Ebû Yûsuf; "Beytülmâlden, bildiklerim kadar ücret alýyorum. Bilmediklerim için alsaydým, Beytülmâlde bulunanlarýn hiç biri yetiþmezdi" dedi. (Taþköprüzâde, Ýbn-i Hacer)

    BEYYÝNE:
    Açýk delîl. 1. Kur'ân-ý kerîm.
    Allahü teâlâ, Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    (Ey Mekkeliler! Bu kitâbý, Kur'ân-ý kerîmi) "Bizden evvel kitap yalnýz iki taifeye (yahûdî ve hýristiyanlara) indirildi. Biz ise (konuþtuðumuz dilde olmadýðýndan) onu okumaktan gâfilleriz" dememeniz için yâhut; "Bize de kitab indirilseydi, muhakkak onlardan daha fazla hidâyete ererdik" dememeniz içindir. Ýþte size Rabbinizden (konuþtuðunuz dilde) apaçýk bir beyyine, bir hidâyet ve bir rahmet gelmiþtir. Artýk Allahü teâlânýn âyetlerini inkâr eden ve onlardan yüz çevirenlerden daha zâlim kimdir?Elbette biz âyetlerimizden yüz çevirenleri, bu kabahatleri sebebiyle þiddetli bir azâb ile cezâlandýracaðýz. (En'âm sûresi: 156-157)
    2. Mûcize.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Semûd (Kavmine) de kardeþleri Sâlih'i (gönderdik) . O, dedi ki: "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. Sizin O'ndan baþka hiç bir ilâhýnýz yoktur. Ýþte size, Rabbinizden (benim peygamberliðimi ve sözümün doðruluðunu gösteren) bir beyyine geldi (ki, Allahü teâlânýn kudretiyle vâr olan) iþte bu devedir. Onu (kendi hâline) býrakýn, Allahü teâlânýn arzýnda otlasýn. Ona bir fenâlýkla dokunmayýn ki, sonra acýklý bir azâba uðrarsýnýz." (A'râf sûresi: 73)
    3. Delil, þâhid.
    Tevâtür (yalan üzerinde birleþmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluðun verdikleri haber) ile bildirilenlere uymýyan beyyine kabûl olunmaz. (Ali Haydar Efendi)
    4. Âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadýn þâhid.
    Beyyine müddeî (dâvâcý) içindir Yemin ise dâvâlýya âittir. (Hadîs-i þerîf-Câmi'us-Sagîr)
    Allahü teâlânýn hakký bulunan bir günâhý iþliyeni gören kimsenin, bir þâhid yanýnda ta'zîr (suçluyu sözle azarlama) yapmasý lâzýmdýr. Bir müslümana fâsýk diyen kimsenin ta'zîr edilmesi; o müslümanýn hakkýnýn korunmasý içindir. Bir kimse, kendini, ta' zîrden kurtarmasý için beyyine ile sözünü isbât etmesi lâzýmdýr. (Ýbni- Âbidîn)
    5. Peygamber efendimizin isimlerinden. (Bkz. Beyyine Sûresi)

  5. #25

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Beyyine Sûresi:
    Kur'ân-ý kerîmin doksan sekizinci sûresi.
    Beyyine sûresi Medîne'de nâzil olmuþtur (inmiþtir). Sekiz âyettir. Birinci âyet-i kerîmede açýk delîl mânâsýna olan el-Beyyine kelimesi sûreye ad olmuþtur. Bahsedilen beyyine, Peygamber efendimizdir. Sûrede; inanmayanlarýn îmân etmeleri için istedikl eri en açýk delil olan Peygamber efendimiz gözleri önünde olduðu hâlde, yine inançsýzlýklarýnda devâm ettikleri bildirilmektedir. (Senâullah Dehlevî, Vâiz-i Kâþifî)
    Beyyine sûresinde buyruldu ki:
    Muhakkak ki, îmân edib de sâlih ameller iþliyenler iþte bunlar yaratýlanlarýn en hayýrlýlarýdýrlar. Onlarýn mükâfâtý, Rableri katýnda (aðaçlarý altýndan) ýrmaklar akan Adn Cennetleridir; içlerinde ebedî olarak kalacaklardýr. Allahü teâlâ onlardan râzý, onlar da Allah'tan râzý olmuþtur. (Ayet: 7,8)
    Kim, "Lem yekünillezîne Keferû" (Beyyine) sûresini okursa, kýyâmet günü, hayrýn (iyiliðin) kaynaðý ile berâber olur. (Hadîs-i þerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

    BÎ'A:
    Hýristiyanlarýn mâbedi, tapýnak, kilise.
    Bî'adaki küfür alâmetleri boþaltýlýrsa, namaz kýlmak mekruh olmaz. (Alâüddîn Haskefî)
    Bî'aya gidip hazret-i Îsâ'dan, Meryem anadan bir þey isteyenin îmâný gider. (Ýbn-i Âbidîn)

    BÎ'AT (Bey'at):
    1. Sözleþme, söz verme, teslimiyet.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    Ey Resûlüm! Mü'min kadýnlar, Allah'a hiçbir þeyi ortak koþmamak, hýrsýzlýk yapmamak, zinâ etmemek, kýz çocuklarýný öldürmemek, herhangi bir iyilik husûsunda sana isyân etmemek üzere, seninle bî'atleþmeye geldikleri zaman bî'atlerini kabûl et. Onlar için Allah'tan maðfiret (günahlarýnýn affýný) dile. Muhakkak ki Allahü teâlâ tövbe edeni affedici, tâatle, beðendiði iþleri yapanlara pek merhametlidir. (Mümtehine sûresi: 12)
    2. Devlet baþkaný durumunda olan kimseye, senin baþkanlýðýný, idâreciliðini kabûl ettim, iyi ve faydalý her sözüne itâat edeceðim, þeklinde söz vermek, baðlýlýðýný bildirmek.
    Bu çeþit bî'at, Peygamber efendimizin vefâtýndan sonra Benî Sakîfe denilen yerde hazret-i Ebû Bekr halîfe seçilirken görülür. Burada Ebû Bekr'e ilk bî'atý, hazret-i Ömer yaptý. Bundan sonra Ýslâm devletlerinde devlet baþkanýna itâat edilmesi ve sözün ün dinlenmesi için bî'at esas oldu. Zamanla bî'at için merâsimler yapýldý. Bu, çeþitli devirlere ve devletlere göre farklýlýk gösterir. Osmanlý Devletinde de, bî'atýn önemli bir yeri vardý. Her pâdiþâhýn tahta çýkýþýnda merâsimler yapýlýrdý. Resmî bî'at, Topkapý Saray-ý Hümâyûnunda Bâbüssaâde önünde icrâ olunmasý eskiden beri âdetti. Bî'at sýrasýnda el tutuþmak âdeti, zamanla kaldýrýlmýþ, yerine etek öpmek usûlü getirilmiþtir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
    3. Tasavvufta bir terim.
    Bî'at tâbiri tasavvufta üç mânâyý ifâde eder: Birincisi, büyük bir zâtýn yanýnda, günah iþlememek için söz vermektir. Buna tövbe bî'atý denir. Büyük günâhlardan biri iþlenince, bu bî'at bozulur. Yeniden bîat etmek lâzýmdýr. Ýkincisi, intisâb etmek, b aðlanmak, bereketlenmek için bir velîye veya onun hakîkî mensuplarýna bîat etmektir. Onlar için bildirilen müjdelere ve þefâatlarýna kavuþulur. Bî'atin üçüncü mânâsý, evliyâ zâtlardan gelen feyizlere, mânevî bilgilere kavuþmak, onlardan faydalanmak için yapýlýr. (Abdullah-ý Dehlevî)

    Bî'at-ý Rýdvân:
    Hudeybiye'de Semûre ismindeki aðacýn altýnda 400 Eshâb-ý kirâmýn Peygamber efendimize, emirlerini kayýtsýz þartsýz yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
    Kur'ân-ý kerîmde Bî'at-ý Rýdvân yapanlar hakkýnda meâlen buyruldu ki:
    Andolsun ki, Allahü teâlâ, seninle o aðacýn altýnda bî'at ettikleri vakit mü'minlerden râzý olmuþtur. (Feth sûresi: 18)
    Aðaç altýnda gerçekten bî'at edenlerden hiç biri, Cehennem'e girmeyecektir. (Hadîs-i þerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt).

    BÎ-ÇÛN VEBÎ-ÇÝGÛNE:
    Hiçbir þeye benzemeyen, nasýl olduðu anlaþýlamayan. Allahü teâlânýn nasýl olduðunun bilinemeyeceðini ve akýl ile anlaþýlamayacaðýný, idrâk olunamayacaðýný ifâde eden bir terim.
    Allahü teâlâ bî-çûn ve bî-çîgûnedir. Akýl neyi düþünür neyi tasavvur (hayâl) ederse etsin, O deðildir. Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Allahü teâlâyý anlatan en iyi kelime, en geniþ ibâre, Þûrâ sûresi on birinci âyetindeki: "Onun benzeri gibi hiç bir þey yoktur." sözüdür ki, buna Fârisî dilinde "bîçûn ve bî-çîgûne" denir. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    BÝD'AT:
    Sonradan ortaya çýkan þey, ilk defâ benzersiz bir þey ortaya koymak.
    Peygamberimizin ve dört halîfesinin zamanlarýnda bulunmayýp da, dinde sonradan meydana çýkarýlan, uydurulan söz, yazý, usûl ve iþler, reformlar.
    Dinde yeni ortaya çýkan þeylerden kaçýnýnýz. Çünkü bu yeni þeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir. Yoldan çýkmaktýr. (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd)
    Bir millet, dîninde bir bid'at yaparsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kýyâmete kadar bir daha geri getirmez. (Hadîs-i þerîf-Dârimî)
    Sünnete giden yol; bid'atten kaçmak, Eshâb-ý kirâmýn icmâ'ýna (söz birliðine) uymak, bozuk din adamlarýndan uzaklaþmak, bir Allah adamýný tanýmak ve eserlerini okumaktýr. (Ebû Ali Hasen Cürcânî)
    Deðiþtiremeyeceðim bir bid'atý görmektense, mescidde söndüremiyeceðim bir ateþi görmeyi tercih ederim. (Ebû Ýdrîs Havlânî)
    Bid'atin terki, sünneti yerine getirmekten iyidir. Bid'atin yaygýn olduðu, sünnetin terk edildiði bu karanlýk zamanda, ilim öðrenmek, öðretmek ve yaymak en önemli iþtir. Resûlullah'ýn sünnetini ihyâ etmek maksadlarýn en büyüðüdür. Bu dünyâ amel, iþ, ibâdet yeridir. (Ýmâm-ý Rabbânî)

  6. #26

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Bid'at Ehli:
    Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ý kirâmýnýn yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdýndan) ayrýlanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çýkaran kimseler, dinde reformcular.
    Allahü teâlâ, bid'at ehlinin orucunu, haccýný, ömresini, cihâdýný, adâletini kabûl etmez. (Hadîs-i þerîf-Ýbn-i Mâce)
    Bid'at ehli, bid'atinden vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ tövbesini kabul etmez. (Hadîs-i þerîf-Taberânî)
    Bid'at ehli ile oturup kalkmayýnýz. Çünkü o, kalbi hasta yapar. (Hasan-ý Basrî)
    Yabancý kadýn, bid'at ehli ve fâsýkla berâber olmaktan çok sakýnýn. (Ebü'l-Hüseyin Nûri)
    Bid'at ehli ile oturmayýnýz. Onlarla sohbet etmeyiniz. Çünkü sizi dalâlete (yanlýþ yola, sapýklýða) düþürebilirler. (Abdullah bin Zeyd)

    Bid'at Fýrkasý:
    Peygamber efendimiz ve Eshâb-ý kirâmýnýn yolundan ayrýlanlar. Hadîs-i þerîfte Cehennem'e gidecekleri bildirilen yetmiþ iki fýrkadan her biri.

    Bid'at-ý Hasene:
    Resûlullah'ýn ve dört halîfesinin zamanlarýnda bulunmayýp da, dinde sonradan meydana çýkan ve bir sünnetin unutulmasýna sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, Ýslâmî ve faydalý kitaplar yazmak gibi güzel þeyler. (Bkz. Sünnet)

    Bid'at sâhibi:
    Bid'at ehli.
    Bid'at sâhiplerinin en kötüsü, Resûlullah'ýn Eshâbýna buðz ve düþmanlýk edenlerdir. Bid'at ehline hürmet etmek Ýslâm'ýn yýkýlmasýna yardým etmek olup, amellerin sevâbýný giderir. Bid'at ehline Resûlullah lânet edip; "Allahü teâlânýn, meleklerin ve bütün insanlarýn lâneti üzerine olsun" buyurdular. Bid'at ehliyle arkadaþlýðýn zarârý, kâfirle arkadaþlýðýn zarârýndan çoktur. Bid'at sâhibine buðz ile ondan yüz çevirenin kalbini, Allahü teâlâ emniyet ve güven ile doldurur. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Bid'at-ý Seyyie:
    Resûlullah'ýn ve Eshâbýnýn zamanlarýnda bulunmayýp da, dinde sonradan meydana çýkan ve bir sünnetin unutulmasýna sebeb olan bozuk inanýþ ve ibâdet olarak yapýlan iþler.

    BÝLLÂHÝ:
    "Allahü teâlâya yemîn ederim" mânâsýna, yemîn sözlerinden biri. (Bkz. Yemîn)

    BÝRR:
    Hayýr, iyilik, Allahü teâlânýn emirlerine uymak.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Birr ve takvâ (haramlardan, günâhlardan kaçýnmak) da birbirinize yardým edin. (Mâide sûresi: 2)

    BÝ'SET:
    Gönderme, gönderilme. Bir peygambere peygamber olduðunun bildirilmesi.
    Peygamber efendimiz kýrk yaþýnda iken mîlâdî 610 senesi Ramazan ayýnýn on yedinci Pazartesi günü Cebrâil ismindeki melek tarafýndan Peygamber olduðu kendisine bildirildi. Bu seneye Bi'set senesi denir. (Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî)
    Beþ vakit namaz, bi'setin on ikinci senesinde ve hicretten bir sene ve bir kaç ay önce Mîrâc gecesinde farz oldu. (Muhammed Rebhâmî)

    BOLÝS ÇUKURU:
    Kendini beðenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanlarýn, Cehennem'de þiddetli azâba uðrayacaklarý yer.
    Kýyâmet günü, dünyâdaki kibir sâhibleri küçük karýnca gibi zelîl ve hakîr olarak kabirden çýkarýlacaktýr. Karýnca gibi, fakat insan þeklinde olacaklardýr. Herkes bunlarý hakîr görecektir. Cehennem'in en derin ve azâbý þiddetli olan Bolis çukuruna sokulacaktýr. Ateþ içinde gayb olacaklardýr. Su istediklerinde kendilerine Cehennem'dekilerin irinleri verilecektir. (Hadîs-i þerîf-Berîka)

    BORÇ:
    Bir kimsenin baþka birine bir þey yapmasýný veya vermesini gerekli kýlan yükümlülük.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Sadakalar (zekâtlar) Allahü teâlâdan bir farz olarak, fakirlere (nafakasýndan fazla fakat nisâb miktarýndan az malý olana) , miskînlere (bir günlük nafakasýndan fazla bir þeyi olmayan müslümana) , zekât memurlarýna, müellefe-i kulûba (kalbleri Ýslâm'a ýsýndýrýlmak istenenlere) efendisinden kendisini satýn alýp, borcunu ödeyince âzâd, serbest olacak kölelere, borçlulara, cihâd ve hac yolunda olup muhtac kalanlara, kendi memleketinde zengin ise de bulunduðu yerde yanýnda mal kalmamýþ olan ve çok alacaðý varsa da alamayýp, muhtaç kalanlara verilir. (Tevbe sûresi: 60) (Hazret-i Ebû Bekr devrinde müellefe-i kulûba zekât verilmesine lüzum kalmadý. Bu sebeple zekât diðer yedi sýnýftaki müslümanlara verilmektedir.)
    Ey îmân edenler! Belirli bir vâde ile birbirinize borçlandýðýnýz zaman, onu yazýn (sened yapýn) ... (Bekara sûresi: 282)
    Kendisi veya çoluk ¤¤¤¤¤¤ muhtâc iken veya borcu var iken verilen sadaka kabûl olmaz. Borç ödemek; sadaka vermekten, köle âzâd etmekten ve hediye vermekten daha mühimdir... (Hadîs-i þerîf-Sahîh-i Buhârî)
    En iyiniz, borcunu iyi ödeyeninizdir. (Hadîs-i þerîf-Keþf-ül-Hafa)
    Acele etmek þeytandandýr. Beþ þey bundan müstesnâdýr: Kýzýný evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, günâh yapýnca hemen tövbe etmek. (Hadîs-i Þerîf-Tirmizî)
    Bir kimse, malý olduðu hâlde, borcunu ödemeði bir saat geciktirirse, zâlim ve âsî olur. Borç ödememek öyle bir günâhtýr ki, uykuda bile durmadan yazýlýr. (Seyyid Alizâde)

    BOÞAMAK:
    Nikâh baðýný çözmek, evliliðe son vermek. (Bkz. Talâk)

    BRAHMA DÎNÝ (Brahmanizm):
    Hindistan'da mîlâddan asýrlarca önce ortaya çýkmýþ, Allahü teâlânýn varlýðýna inandýðý gibi, baþka tanrýlarý (ilâhlarý) da kabûl eden ve bütün peygamberleri inkâr eden bozuk yol ve inanýþ.
    Bugün Hindistan'da yayýlmýþ olan Brahma ve Buda dinlerinde, geçmiþ peygamberlerin kitaplarýndan, sözlerinden alýnmýþ kýymetli bilgilerin bulunduðu görülmektedir. Brahmanizm ve Budizm dinleri, hýristiyanlýk dîni gibi, eski peygamberlerin aleyhimüsselâ m bildirdiði doðru dinlerin bozulmuþ, deðiþtirilmiþ hâlidir. (Mazhar-ý Cân-ý Cânân)
    Brahmanizmde tenâsüh yâni insan öldükten sonra, rûhunun tekrar baþka bir þekilde dünyâya geleceði inancý vardýr. Hindistan'daki Ganj nehrini mukaddes sayarlar. Bu sebeple suyunu içer ve ölülerini bu nehre atarlar. Brahmanizme mensup olanlarýn bir kýs mý ateþe, bir kýsmý ineðe ve diðer bir kýsmý timsaha taparlar. (Herkese Lâzým Olan Îmân)

  7. #27

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BREHMEN:
    Brahmanizm denilen bozuk yola mensûb kimse.

    BUDA:
    Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altý asýr evvel yaþamýþ olup, asýl adý Guatama veya Gotama'dýr. (Bkz. Budizm)

    BUDÝST:
    Budizm adlý bozuk dîne mensûb olan. (Bkz. Budizm)

    BUDÝZM:
    Hindistan'da M.Ö. altýncý yüzyýlda yaþamýþ olan Buda'nýn kurduðu, Uzakdoðu ülkelerinde yaygýn bozuk bir inanýþ. Bu inanýþta olanlara Budist denir.
    Bugün Hindistan'da yayýlmýþ olan Brahma ve Buda dinlerinde oradaki eski peygamberlerin kitablarýndan, sözlerinden alýnmýþ kýymetli bilgilerin bulunduðu görülmektedir. Brahmanizm ve Budizm de hýristiyanlýk dîni gibi eski peygamberlerin aleyhimüsselâm bildirdiði doðru dinlerin bozulmuþ, deðiþtirilmiþ þeklidir. (Mazhar-ý Cân-ý Cânân)
    Cehennem'in beþinci tabakasý olan Hutame'de; ateþe, öküze tapanlar, Budistler, Brahmanlar yanacaktýr. (Senâullah Dehlevî)
    Budizmde Buda, tanrý yerine konulmaktadýr. Esâsen Buda, kendisinin insan olduðunu söylemiþ ve ilâhlýk iddiâsýnda bulunmamýþtýr. Ancak ölümünden sonra ona tâbi olanlar onu tanrýlaþtýrmýþ, adýna tapýnaklar kurup ona tapmýþlardýr. (Herkese Lâzým Olan Îmân)

    BUÐÂT:
    Bâðîler, âsîler. Haksýz olarak devlete isyan eden, karþý gelenler. Bâðî'nin çokluk þeklidir. (Bkz. Bâðî)

    BUÐD-I FÝLLÂH (Buðz-ý Fillah):
    Allahü teâlânýn düþmanlarýný Allahü teâlâ için sevmemek ve onlardan uzaklaþmak. (Bkz. Hubb-i Fillâh-Buðd-i Fillâh)

    BUÐZ:
    Sevmeme, nefret etme, düþmanlýk.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Onlar (Ýbrâhim aleyhisselâm ve berâberindeki mü'minler) kâfirlere dediler ki: "Biz sizden ve Allahü teâlâdan baþka tapmakta olduðunuz putlarýnýzdan uzaðýz. Bizden sevgi beklemeyiniz. Allahü teâlâya bir olarak inanýncaya kadar bizimle sizin aranýzda düþmanlýk ve buðz dâimâ âþikârdýr (Putlara tapmayý terk ederseniz, sizi severiz) . (Mümtehine sûresi: 4)
    Günâh iþleyeni eliniz ile men ediniz, buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mâni olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbiniz ile buðz ediniz, bu ise îmânýn en aþaðý derecesidir. (Hadîs-i þerîf-Buhârî, Müslim)
    Müslümanlýðýn alâmeti, kâfirlere buðz ve inâd etmektir. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Bir kimse bir âlime buðz etse veya söðse bu yaptýðý sebebsiz ise, o kimsenin küfründen (îmânýnýn gitmesinden) korkulur. (Muhammed bin Kutbüddîn Ýznikî)
    Birbirinize düþman deðil kardeþ olun. Birbirinize buðz etmeyin. (Abdülkâdir-i Geylânî)

    BUHÂRÎ-ÝÞERÎF:
    Ýslâm dîninde Kur'ân-ý kerîmden sonra en kýymetli, en üstün kitap. Kütüb-i sitte adý verilen meþhur altý hadîs kitabýnýn birincisi.
    Bir kimse Buhârî-i þerîfi hangi niyetle baþtan sona kadar okuyup bitirirse, maksadý, en güzel þekilde hâsýl olur. Tâûn hastalýðý zamanlarýnda bir evde okunsa, Allahü teâlâ o evde bulunanlarý tâûndan korur. Bu kitap hangi evde bulunursa, evi yanmaktan , hangi gemide bulunursa, Allahü teâlâ o gemiyi batmaktan korur. (Tâcüddîn Subki)

    BUHL:
    Cimrilik. Cömertliðin zýddý. (Bkz. Cimrilik)

    BURAK:
    Peygamber efendimizin göklere çýkarýldýðý, bilinmeyen yerlere ¤¤¤ürüldüðü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiði ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü þerîfe kadar ¤¤¤üren (taþýyan) Cennet hayvaný. Burak, dünyâ hayvanlarýndan deðildir. Erkekliði ve diþiliði yoktur. Çok hýzlý giderdi.
    Bana Burak getirildi. O, katýrdan küçük, merkepten büyük, uzun ve beyaz bir hayvandýr. Ayaðýný gözün görebildiði yerin ötesine kadar (rahatça) atabiliyordu. Ona bindim. (Hadîs-i þerîf-Þifâ-i Þerîf)

    BURHÂN:
    1. Bir dâvâyý isbat eden kesin delîl.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    (Yahûdîler ve hýristiyanlar) dediler ki: "Yahûdî ve Nasrânî olanlardan baþkasý aslâ Cennet'e girmeyecek!"Bu onlarýn kuruntularýdýr. (Habîbim onlara) söyle: Eðer (bu iddiânýzda) doðru kimseler iseniz, burhânýnýzý getiriniz. (Bekara sûresi: 111)
    2. Mantýk ilminde mukaddime denilen ve kesin netîceye ulaþtýran iki cümle (söz).

    Burhân-ý Ýnnî:
    Ýnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san'attan san'atkâra ve netîceden sebebe ¤¤¤üren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanýlýr.
    "Âlem hâdisdir (sonradan var olmuþtur). Her hâdisin bir sâný'ý (yapaný) vardýr" cümleleri, isbat edilmek istenen "Âlemin sâný'ý (yaratýcýsý) Allahü teâlâdýr" sözü için burhân-ý innîdir. (Teftâzânî)

    Burhân-ý Limmî:
    Limeli (niçinli) delîl. Ýlletten sebebden ma'lûle (illetin bulunduðu þeye), müessirden (eseri yapandan) esere, san'atkârdan san'ata, sebebden netîceye ¤¤¤üren delîl. Görülen ateþten dumanýn varlýðýna hükmetmek böyledir.

    Burhân-ý Tatbîk:
    Kelâm ilminde Allahü teâlânýn varlýðýný ve kadîm (ezelî), olduðunu (baþlangýcýnýn olmadýðýný) isbâtta kullanýlan delîllerden biri.
    Allahü teâlâ, kadîm, ezelî ve ebedî olmasaydý, hâdis (sonradan yaratýlma) olsaydý, O'nu yaratan bir yaratýcý bulunurdu. Bu yaratýcý kadîm (bir baþlangýcý yok) ise, Allah O'dur. Hâdis (bir baþlangýcý var) ise, O'nu yaratan biri lâzým olur. Böylece, ka dîm olmayan yaratýcýlar zinciri mevcut olur. Bu zincire teselsül denir. Teselsül ise, muhâldir (imkânsýzdýr), olacak þey deðildir. Teselsülün muhâl olduðu Burhân-ý tatbîk ile isbât olunur. Bir þeyin sonsuz yaratýcýlarýný, birinciden baþlayarak, sonsuz þekilde, yan yana dizelim. Ýkinci yaratýcýdan baþlayarak, ikinci bir sýra daha düþünelim. Sonsuza giden ikinci sýra, birinci sýradan bir noksan olduðu için, kýsadýr. Kýsa olana sonsuz denilemez. Ýkinci sýra sonsuz olamadýðý için, bundan bir fazla o lan birinci sýra da sonsuz olamaz. Yâni, bir ucu sonsuza giden yarým doðru düþünülebilir. Fakat böyle bir þey mevcut olamaz. Teselsül olamaz. Sonsuz sayýda yaratýcýlar olamaz. Sonsuz var olan bir yaratýcý olur. Bu tek yaratýcý ezelîdir, ebedîdir, son suz olarak vardýr. Varlýðý kendindendir, baþkasýndan deðildir. Âkýl ve bâlið olan kimse, Allahü teâlânýn sonsuz var olduðunu ve baþka her þeyin yoktan var edildiklerini iþittikten sonra, aklýný kullanmayýp, düþünmeyip, buna inanmazsa veya aklýný kullanýp, düþünüp de bunu aklý kabûl etmez, fenne uygun deðildir diyerek red ederse îmânsýz demektir. (Ahmed Âsým)

    Burhân-ý Temânü:
    Kelâm ilminde Allahü teâlânýn varlýðýný ve birliðini isbâtta kullanýlan delîl.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Eðer yer ile gökte Allah'tan baþka ilâhlar olsaydý, âlemdeki nizâm bozulur karma karýþýk olurdu. (Enbiyâ sûresi: 22) Bu âyet-i kerîmede Burhân-ý temânü'ye iþâret edilmektedir. Yâni âlemin yaratýcýsýnýn iki olduðu farz edilse, bu iki yaratýcýnýn fiill eri (iþleri), birbirinden, ya farklý veya ayný olur. Birbirinden farklý olursa, âlemin karmakarýþýk olmasý lâzým gelir. Yâni göklerin ve yeryüzünün bu husûsî nizâmýndan (düzeninden) çýkmasýný ve yok olmasýný veya birbirine zýt þeylerin ayný anda bir yere toplanmasýný îcâbettirir. Meselâ iki ilâhtan birisi, Zeyd ismindeki insanýn hareket etmesini, diðeri de o anda hareket etmeyip sükûnunu (hareketsizliðini) irâde etse (dilese), ilâh olduklarý için ikisinin kudreti birlikte Zeyd'e te'sir edince, cem'i zýddeyn (iki zýddýn bir araya gelmesini) îcâbettirir. Bu ise, mümkün deðildir. Çünkü cem'i zýddeyn, muhaldir (mümkün deðildir). Yâni Zeyd ayný anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz. Ya hareketlidir, ya hareketsizdir. O halde Allah tektir, O' ndan baþka ilâh yoktur. Her þeyi yaratan, durduran ve hareket ettiren O'dur. ( Seyyid Þerîf, Muhammed Rebhâmî)

    BÜDELÂ:
    Bedeller. Ricâlü'l-Gayb denilen Allahü teâlânýn insanlardan gizlediði evliyâ zâtlar. Bedîl'in çokluk þeklidir. Ebdâl de denir. (Bkz. Ebdâl)

    BÜHTÂN:
    Ýftirâ. Bir kimseye onda olmayan bir kusuru isnat etme.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
    Mü'min erkek ve mü'min kadýnlara, iþlemedikleri (bir günâhý, bir suçu isnâd etmek sûretiyle) ezâ edenler, muhakkak bir bühtân ve apaçýk bir günâh yüklenmiþler (cezâya müstehak olmuþlardýr) . (Ahzâb sûresi: 58)
    Bir kimse için söylenen kusûr, onda varsa, bu söz gýybet, yoksa bühtân olur. (Hadîs-i þerîf-Sâhih-i Müslim)
    Nâmuslu bir kadýnýn nâmûsuna bühtân etmek, yüz senelik ameli (n sevâbýný) yok eder. (Hadîs-i þerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
    Her yere burnunu sokma! Ya bir kazâya, yâhut bir bühtâna uðrarsýn. (Muhammed Hâdimî)
    Sâliha bir kadýnda bulunmasý gereken þartlar altýdýr: Allahü teâlâdan baþka, hiç bir þeye ibâdet etmemek. Hýrsýzlýk etmemek. Zinâ etmemek. Çocuðunu öldürmemek. Bühtân etmemek. Peygamber efendimizin her emrine itâat etmek. (Ahmed Fârûkî)
    Bühtân, kötü sýfatlarýn, fenâ ahlâkýn en þiddetlisidir. Çünkü bunda yalan vardýr. Yalan ise her dinde haramdýr. (Ahmed Fârûkî)

    BÜRÛC SÛRESÝ:
    Kur'ân-ý kerîmin seksen beþinci sûresi.
    Bürûc sûresi Mekke-i mükerremede nâzil olmuþtur (inmiþtir). Yirmi iki âyet-i kerîmedir. Bürûc, burçlar demektir. Sûre, ismini birinci âyet-i kerîmede geçen bürûc kelimesinden almýþtýr. Sûrede; Allahü teâlânýn azameti (büyüklüðü), Kur'ân-ý kerîmin þer efi, üstünlüðü, mü'minler (inananlar) hakkýnda Allahü teâlânýn vaadi, kâfirler (inanmayanlar) hakkýnda tehdidi ve geçmiþ kavimlerin hâlleri bildirilmektedir. (Râzî, Hüseyn Vâiz-i Kâþifî)
    Bürûc sûresinde meâlen buyruldu ki:
    Þüphesiz Allahü teâlâya ve Peygamberine îmân edip sâlih (iyi) amel yapanlar için altlarýndan ýrmaklar akan Cennetler vardýr. Bu, büyük bir kurtuluþtur. (Âyet:11)

  8. #28

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    BÜRÛZ:
    Zâhir olmak. Görünmek, ortaya çýkmak. Olgun bir velînin sevenlerinde bâzý sýfatlarýnýn zâhir olmasý, görünmesi.
    Bir velî, sevenini terbiye etmek, yetiþtirmek için, onda bürûz etmeksizin, Allahü teâlânýn verdiði bir kuvvetle, kendi yüksek sýfatlarýný (hâllerini), o kimseye aks ettirir, aktarýr. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

    BÜYÜ:
    Sihir. Ýlme, fenne uymayan gizli sebebler kullanarak garib iþler yapmayý saðlayan ilim. (Bkz. Sihir)
    ...Kâhinlik yapan ve kâhine giden ve büyü yapan ve yaptýran ve bunlara inanan, bizden deðildir. Kur'ân-ý kerîme inanmamýþtýr. (Hadîs-i þerîf-Hadîkat-ün-Nediyye)
    Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasýn îmâný gittikten sonra, büyüsü te'sir eder. (Hadîs-i þerîf-Ýhyâ)
    Fâtiha (Elhamdü), Âyet-el-Kürsî ve dört Kul, yediþer kerre okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler, dertler için, büyü ve nazar (göz deðmesi) için iyi gelir. Tuz üzerine okunup, suda eritip içirmek de tecrübe edilmiþtir. Dört Kul, Kâfirûn, Ýhlâs ve M uavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûreleridir. (Muhammed Osman Sâhib)
    Semâvî dinler (Hak dinler), büyüyü yasaklamýþtýr. Bu arada, Ýslâmiyet de, kendinden önceki bütün dinleri neshetmiþ, büyüyü (sihiri) de yasaklamýþ ve çok çirkin bir iþ olarak vasýflandýrarak, müslümanlarýn büyü yapmaktan ve yaptýrmaktan kesinlikle uza k durmalarýný emretmiþtir.
    Modern fen ilimleri, büyüyü kendi metodlarý icâbý olarak reddederler. Bu hâl, o ilimlerin sahâsýna girmeyen ve metodlarýyla incelenemeyen þeylerin yok olduðu mânâsýna gelmez. Ancak, konularý ve hüküm verme sâhalarýnýn dýþýnda olduðunu gösterir. Bu ba kýmdan büyü, daha pekçok þey gibi, modern bilimlerin sâhasý dýþýnda kalmakta veya varlýðý yokluðu laboratuvar teknikleriyle bugün için îzah ve ispat edilememektedir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
    Büyü insanlarý hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizliðe sebeb olur. Yâni cesede ve rûha tesir eder. Kadýn ve çocuklara tesiri daha çoktur. Büyünün tesiri kesin deðildir. Ýlâcýn te'siri gibi olup, Allahü teâlâ isterse tesirini yaratýr; istemezse, hiç t esir ettirmez. Büyücü istediðini elbette yapar, büyü muhakkak tesir eder diye inanmamalý, böyle düþünmemelidir. Böyle inanan kimsenin îmâný gider. Büyü, Allahü teâlâ takdir etmiþse tesir edebilir, demelidir. (Abdülhakîm Arvâsî)

  9. #29

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Dini Sözlük C

    CÂFERÝYYE:
    Hazret-i Ali'nin torunlarýndan Ca'fer-i Sâdýk'a baðlý olduklarýný iddiâ eden, bozuk Ýmâmiyye fýrkasýnýn otuz ikinci kolu.
    Ca'ferîlerin Ehl-i beyti seviyoruz demeleri, hýristiyanlarýn hazret-i Îsâ'yý seviyoruz demelerine benzer. Çünkü hýristiyanlar hazret-i Îsâ'nýn dînini bozup deðiþtirdikleri gibi, Ca'feriyyenin inanýþlarý da Ýmâm-ý Ca'fer-i Sâdýk'ýn yoluna hiç uymamakt adýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    CÂHÝL:
    1. Allahü teâlâyý unutmuþ olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Câhiller, ahmaklar, dünyâdaki zevk ve lezzetlere kavuþmak için, dinlerini, îmânlarýný verdi. Âhiretlerini satýp, dünyâyý, þehvetlerinin istediklerini aldýlar. Kurtuluþ yolunu býrakýp, helâke koþtular. Bu alýþ-veriþlerinde bir þey kazanmadýlar. Bunlar ticâret ve kazanç yolunu bilmedi. Çok ziyân etti. (Bekara sûresi: 16)
    Âlim olduðunu söyleyen kimse, câhildir. (Hadîs-i þerîf-Keþf-ül-Hafâ)
    Âlimin uykusu câhilin ibâdetinden hayýrlýdýr. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Âhir zamanda ibâdet edenlerin çoðu din câhili olacaktýr. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Aklýn eremediði ve yanýldýðý þeylerde akla uyarak doðru yoldan sapmýþ olan câhilleri, hâkim, feylesof ve fen adamý sanan, bunlarý taklid eden, yalan yanlýþ sözlerini hikmet, fen sanarak bunlara inanan kimseler felâkete düþerler. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    2.Ýlmiyle amel etmeyen.
    Ne kadar okursan oku, ne kadar öðrenirsen öðren, ne kadar bilgi edinirsen edin, onunla amel etmedikçe câhilsin. (Sa'dî Þîrâzî)

    CÂHÝLÝYE DEVRÝ:
    Ýslâmiyet'ten önce hissin akla, kötülüðün iyiliðe hâkim olduðu, puta tapýlan karanlýk devir.
    Allahü teâlâ, Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Onlar hâlâ Câhiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Allah'tan daha güzel hüküm verecek kimdir?Fakat bunu, gerçek anlayýþ sâhibi olan bir kavim (toplum) bilir. (Mâide sûresi: 50)
    Câhiliye devrinde en ileride olanýnýz, Ýslâm'a girince en ileriniz olur. (Hadîs-i þerîf-Keþf-ül-Hafâ)
    Eshâb-ý kirâmdan Huzeyfe radýyallahü anh, Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem; "Yâ Resûlallah! Biz câhiliye devrinde kötü kimselerdik. Allahü teâlâ senin þerefli vücûdun ile, Ýslâm nîmetini, iyilikleri bizlere ihsan etti. Bu seâdet günle rinden sonra yine kötü zaman gelecek mi?" diye sorunca; "Evet gelecek" buyurdu. Bu þerden sonra hayýrlý günler yine gelir mi dedi, yine; "Evet gelir. Fakat o zaman bulanýk olur" buyurdu (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Habeþistan'a ikinci hicret esnâsýnda Habeþ hükümdârý Necâþî'nin kendisine bâzý sorularý üzerine kâfile baþkaný Câfer bin Ebî Tâlib þöyle buyurdu: "Ey hükümdâr! Biz Câhiliye devrinde putlara tapardýk, ölmüþ hayvan leþi yer, her türlü kötülüðü iþlerdik . Kuvvetlilerimiz zayýflara zulm eder ve merhamet nedir bilmezdik. Allahü teâlâ bize, kendimizden doðru, emin, iffet sâhibi, soyu temiz bir peygamber gönderinceye kadar bu vaziyette kaldýk." (Ýbn-i Hiþâm)

    CAHÎM:
    Cehennem'in dördüncü tabakasýna verilen ad. Güneþe ve yýldýza tapanlarýn azab göreceði Cehennem.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    Cahîm ise azgýnlara apaçýk gösterilmiþtir. Ve onlara Allahü teâlâyý býrakýp ibâdet ettikleriniz hani nerede? Size yardým edebiliyorlar mý? Yâhut kendilerini (azâbdan) kurtarabiliyorlar mý? denir. (Þuarâ sûresi: 91-93)

    CÂÝZ:
    1. Ruhsat, izin verilmiþtir, olabilir, yapýlabilir, günah deðildir.
    Kur'ân-ý kerîmi abdestsiz ezberden okumak câizdir. Günah olmaz. Fakat abdestli okumak daha iyidir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Sabah namazýnda aldýðý abdest bozulmadan, bu abdest ile, öðleyi, ikindiyi, akþamý ve yatsýyý kýlmak câizdir. Günah olmaz, fakat her namaz için abdest almak daha iyi olur. (Ýbn-i Âbidîn)
    2. Sahîhdir, doðrudur.
    Bâyi' (satýcý) bu malý bin liraya sana sattým, dese, müþteri (alýcý) da bir þey söylemeyerek alsa câiz olur. Bâyi' malý verse, müþteri parasýný verse, hiçbir þey söylemeden câiz olur. (Ýbn-i Hümâm)
    3. Tenzîhen mekruh.
    Amca, dayý kýzý ile evlenmek câizdir. Bir mecbûriyet olmadýkça, yapýlmamasý daha iyi olur, yapýlýrsa da günah olmaz. (Ýbn-i Hümâm)
    Güneþte ýsýnan su ile abdest almak câizdir. Hýristiyanýn kestiði hayvanýn etini yemek de böyle câizdir. (Tahtâvî)

  10. #30

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Câiz Deðil:
    1.Sahîh deðil.
    Aðaçta belirmemiþ olan meyveyi satmak, akýllý olmayan küçük ¤¤¤¤¤¤n alýþ-veriþi, yâni pazarlýk edip, söz kesmesi câiz deðildir. (Ýbn-i Hümâm)
    2. Mekruh.
    Namaz kýlmak için, Kâbe, câmi resmi bulunan seccâdeyi yere sermek câiz deðildir. (Seâdet-i Ebediyye)
    3.Haram.
    Alkollü içkilerin damlasýný bile içmek câiz deðildir. (Ýbn-i Âbidîn)
    4.Fâsid, bâtýl.
    Yürüyerek namaz kýlmak câiz deðildir. (Fethu'l-Kadîr)
    5-Küfür.
    Allah göktedir, yerdedir demek câiz deðildir. Þaka olarak da olsa, zünnar denilen papaz kuþaðýný bele baðlamak câiz deðildir. (Þeyhzâde Muhammed Efendi)

    CÂMEKIYYE:
    Hizmet karþýlýðý olarak alýnacak ücretin veya maaþýn çeki, bonosu.
    Câmekýyyenin satýþý câiz deðildir. Çünkü ücret hak edilmiþ ise de, kabz edilmemiþ (alýnmamýþ), mülk olmamýþtýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    CÂMÝ':
    Toplayan.
    1. Müslümanlarýn ibâdet etmek için toplandýklarý yer, mâbed. (Bkz. Mescid)
    Hayýzlý ve cünüp olanýn Câmi'e girmesi harâmdýr. Abdestsiz olanýn girmesi mekruhtur. (Molla Hüsrev)
    2. Allahü teâlânýn ism-i þerîflerinden. Çeþitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dýþtaki) zýt iþleri birleþtirici, kýyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanlarý ve mahlûkâtý bir araya getirici insanlarýn daðýlmýþ bulunan et, kemik, kafa ve diðer organlarýný tekrar birleþtirici.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Ey Rabbimiz, muhakkak ki sen, geleceðinde hiç þüphe olmayan bir günde insanlarý câmi'sin. Þüphesiz Allah vâdinden dönmez. (Âl-i Ýmrân sûresi: 9)
    3. Hadîs kitaplarýnda yer alan sekiz bâbýn hepsini içine alan kitaplar. Bu sekiz bâb þunlardýr: a) Ýlm-i tevhîd ve sýfat, b) Sünen, c) Rikâk, d) Ýlmü'l âdâb, e) Tefsîr, f) Sîre, g) Ýlmü'l fiten, h) Ýlmü'l menâkib.

    CÂRÝYE:
    Harbde esir alýnýp Ýslâm memleketine getirilen kadýn köle.
    Sizden hiç biriniz, sakýn memlûküne (kölesine) kölem, câriyem diye seslenmesin. Yiðidim, oðlum, kýzým desin. Onlar da size efendim, desin. (Hadîs-i þerîf-En-Nihâye)
    Kölenin, câriyenin nafakasýný vermek (geçimini karþýlamak) efendisine farzdýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    CÂSÝYE SÛRESÝ:
    Kur'ân-ý kerîmin kýrk beþinci sûresi. Hâ-mîm de denir.
    Câsiye sûresi, Mekke'de nâzil olmuþtur (inmiþtir). Otuz yedi âyet-i kerîmedir. "Korku ve endiþe yüzünden ayakta duramayýp diz üstü çökmek" anlamýna gelen ve yirmi sekizinci âyette geçen Câsiye kelimesi, sûreye isim olmuþtur. Sûrede, Allahü teâlânýn v arlýðýný, kudret ve azametini, büyüklüðünü gösteren eserlere dikkatler çekilmekte, kâfirlerin inkarcý tutumlarýna iþâret edilmekte, Ýsrâiloðullarýný n Allahü teâlânýn lütuf ve ihsânlarýna kavuþtuklarý halde nîmete nankörlük ettikleri haber verilmekte, kýyâmet gününün dehþetli durumu ve o gün insanlar hakkýnda amel defterlerinin þâhitlik edeceði, mü'minlerin, inananlarýn âhirette büyük nîmetlere kavuþacaklarý müjdelenmekte, inkarcýlarýn inanmýyanlarýn, inançlarý bozuk olanlarýn ise, þiddetli azâba uðrayacaklarý, Allahü teâlânýn büyüklüðü, bütün kâinât (evren) üzerindeki hâkimiyeti ve daha baþka hususlar bildirilmektedir. (Fahreddîn Râzî)
    Câsiye sûresinde meâlen buyruldu ki:
    Kim sâlih (güzel, iyi) bir amel iþlerse, (bunun sevâbý) kendi lehine; kim de kötülük ederse (bunun cezâsý) kendi aleyhinedir. Sonra (hepiniz) Rabbinize döndürüleceksiniz . (Âyet: 15)
    Kim, Hâ-mîm (el-Câsiye) sûresini okursa, hesab günü Allahü teâlâ onun avretini (utanýlacak þeylerini) örter ve korkusunu giderir. (Hadîs-i þerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

    CEBBÂR:
    1. Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Kullarýnýn hallerini ýslâh edip tövbeye ¤¤¤üren, dilediðini yaptýrmaya gücü yeten.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    ... Allahü teâlâ Müheymindir (her þeyi gözetip koruyandýr), Azîzdir (hükmünde gâlibdir), Cebbârdýr, Mütekebbirdir (kibriyâ ve azamete büyüklüðe ancak o müstehaktýr). Allah müþriklerin koþtuklarý ortaklardan münezzehtir (uzaktýr) . (Haþr sûresi: 23)
    Cebbâr (olan Allahü teâlâ) kýyâmet günü mülkü olan gökleri ve yerleri eline (kudretine) alýr ve buyurur ki: Cebbâr benim, Melik benim. Hani cebbârlar, mütekebbirler (kendilerini büyük görenler) nerede? (Hadîs-i þerîf-Sünen-i Ýbn-i Mâce)
    Sabah ve akþam el-Cebbâr ismi þerîfini okumaya devâm eden kimse zâlimlerin zulmünden korunmuþ olur. Yolculukta da olsa zarar görmez. (Yûsuf Nebhânî)
    2. Kibirli, zorba, gaddâr.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    O peygamberler düþmanlarý üzerine Allah'tan zafer istediler ve her inatçý cebbâr da hüsrâna uðradý. (Ýbrâhim sûresi: 15)
    Cennet ile Cehennem þöyle münâkaþa ettiler. Cehennem; bende cebbârlar, mütekebbirler var dedi. Cennet de bende Allah'tan korkan, zaîfler ve fakirler var dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ bunlarýn dâvâlarýný þu sûretle halletti: "Ey Cennet! Sen benim rahmetimsin. Seninle dilediðime rahmet ederim. Ey Cehennem, sen de benim azâbýmsýn. Ýstediðime seninle azâb ederim. Her ikinizi de doldurmak bana âittir. (Hadîs-i þerîf-Müslim, Riyâz-üs-Sâlihîn)
    Ýnsanlar kibirlene kibirlene cebbârlar sýrasýna geçer. Cebbârýn baþýna gelen azâb onlarýn da baþýna gelir. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî, Ýbn-i Mâce)

    CEBEL-Ý NÛR:
    Nûr daðý. Mekke-i mükerreme yakýnýnda Peygamber efendimize ilk vahyin geldiði mübârek dað. Hirâ, Hirâ Nûr daðý da denir.
    Peygamber efendimiz, peygamberliði bildirilmeden önce yanýna yiyecek alarak Cebel-i Nûr'a gider burada bir kiþinin kalabileceði büyüklükte olan ve Hirâ maðarasý adý verilen yerde tefekkür ve ibâdetle meþgul olurdu. Kýrk yaþýnda Ramazanýn on yedinci P azartesi gecesi Hirâ maðarasýnda yine tefekkür hâlindeyken Cebrâil aleyhisselâm kendisine Alak sûresinin ilk beþ âyetini getirdi. (Yûsuf Nebhânî, Kastalânî)

Sayfa 3/7 ÝlkÝlk 1234567 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •