Beðeni Beðeni:  0
Sayfa 5/7 ÝlkÝlk 1234567 SonSon
61 sonuçtan 41 ile 50 arasý

Konu: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)

  1. #41

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Cüz-ün Lâyetecezzâ:
    Maddenin yapý özelliðini taþýyan en küçük parçasý, atom, zerre.

    ÇÂRMÎH (Çihâr mîh):
    Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuþ iki tahtadan meydana gelen, suçlularý îdâm etmek için kullanýlan haç þeklindeki daraðacý. Bu cezâya çarptýrýlan kiþi iki yana açýlmýþ kollarýndan ve baðlanmýþ ayaklarýndan çivilenerek öldürülürdü.
    Engizisyon mahkemeleri denilen papaz cemiyetleri tarafýndan katledilen, çarmýha gerilen ve yakýlanlarýn sayýsý, beþ milyon iki yüz bindir. (Harputlu Ýshak Efendi)
    Yahûdîlerden bir cemâat, Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem'e dil uzattýlar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca onlar hakkýnda beddûa etti. Allahü teâlâ onun bu duâsýný kabûl eyledi. Hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanlarý maymun ve domuza çevi rdi. Bu durumu aralarýnda görüþen yahûdîler hazret-i Îsâ'yý öldürmek üzere anlaþtýlar. Hazret-i Îsâ'yý aramaya baþladýlar. Îsâ aleyhisselâmýn havârîlerinden biri olan Yehûda (Judas) bir kaç kuruþ karþýlýðý, Îsâ aleyhisselâmýn yerini onlara haber verdi. Îsâ aleyhisselâmý yakalamak için yahûdîler ile berâber eve girince, Allahü teâlâ Yehûda'yý Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahûdîler onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladýlar. Çarmýha gererek asýp öldürdüler. Îsâ aleyhisselâm ise, Allahü teâlâ tarafýndan göðe kaldýrýldý. (Senâullah Dehlevî, Ebû Hayyân Endülûsî, Ahmed Sâvî)
    Hýristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmýn çarmýha gerilip orada öldüðüne, fakat sonra diriltilip göðe çýktýðýna inanýrlar. Müslümanlar ise, Îsâ aleyhisselâmýn çarmýha gerilmediðine, doðrudan göðe kaldýrýldýðýna inanýrlar. Bu husus, Kur'ân-ý kerîmin Nisâ sûre si 157-158. âyet-i kerîmelerinde bildirilmiþtir. (Enver Þah Keþmîrî)

    ÇEÞTÝYYE:
    Evliyânýn büyüklerinden Muînüddîn-i Çeþtî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
    Çeþtiyye yolunun büyüðü Muînüddîn-i Çeþtî hazretleri buyurdu ki: Kurtuluþ, sâlihlerin, büyüklerin sohbetindedir. Bir kimse her ne kadar kötü de olsa, büyüklerin sohbetinde bulunmak onu kurtarýr ve yükseltir. Sâlihlerin sohbetine devâm eden kimse iyi bir kiþi ise, kýsa zamanda olgunlaþýp, yükselir. (Hediyye bin Abdürrahim Çeþti)

    ÇIHÂR YÂR-I GÜZÎN:
    Peygamber efendimizin dört seçkin ve büyük halîfesi: Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali.
    Allahü teâlâ, hiçbir peygamberine vermediði kerâmetleri (üstünlükleri) bana verdi. Kýyâmette en önce kabirden ben kalkarým. Allahü teâlâ, dört halîfeni (Çýhâr-yâr-ý güzîni) çaðýr buyurur. Onlar kimlerdir yâ Rabbi? derim. Ebû Bekr'dir buyurur. Yer yarýlýp Ebû Bekr, herkesten önce kabirden çýkar. Sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali kalkar. (Hadîs-i þerîf-Menâkýb-ý Çýhâr-Yâr-ý Güzîn).

    ÇÝLE:
    Derviþlerin, nefislerini terbiye ederek tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için kýrk gün tenhâ bir yerde riyâzet (nefsin istemediði þeyler) ve ibâdetle meþgul olmalarý.
    Hak teâlâ, hepimizi her an kendinin esiri olmak þerefine kavuþtursun. Hakîkî kurtuluþ O'na esîr olmak, tutulmaktýr. Ondan baþka bir þey düþünmemek, hâtýra bir þey getirmemek, büyüklerimizin yolunda, pek kolay hâsýl olmaktadýr. Hatta bu yolun büyükler inden bir kaçý kýrk gün çile çekmiþ, kýrk gün sonra, hâtýrlarýna dünyâ düþünceleri gelmez olmuþtur. (Ýmâm-ý Rabbânî) Behâiyye, ne güzel ¤¤¤ürücüdür! Yolcularý gizlice yerine ¤¤¤ürür. Sözlerin tadý sâliklerin kalbinden Halvette çile çekmek fikrini süpürür
    (Molla Câmi)
    Ahrâriyye büyükleri, zamanlarýnda bulunmayan, halvet yâni yalnýz baþýna kalmak, kýrk gün bir yere kapanýp çile çýkarmak yerine, insanlar arasýnda, kalbini Allah ile bulundurmak seâdetine kavuþmuþlardýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Câhil sûfiler, zikre, fikre sarýlýp, farzlarý ve sünnetleri yapmakta gevþek davranýyorlar. Kýrk gün çile çekmeyi ve riyâzetler yapmayý beðeniyor, Cum'a namazýna ve cemâate gitmiyorlar. Halbuki bir farz namazý cemâat ile kýlmak onlarýn binlerle, kýrk günlük çilelerinden daha faydalýdýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    ÇÝLEHÂNE:
    Çile yapýlan yer. (Bkz. Çile)
    Açlýkla ve insanlardan kaçarak çilehânede yalnýz yaþamakla nefislerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaþmayanlarýn firâsetleri, cisimleri, maddeleri keþfetmek, mahlûklarýn gayblerini haber vermektir. Bunlar yalnýz mahlûklardan haber verir. Çü nkü Hak teâlâ ile aralarýnda perde vardýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    ÇÛN Ü ÇÝRÂ:
    "Nasýl ve niçin" mânâsýna farsça bir terim.

  2. #42

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Dini Sözlük D

    DÂBBET-ÜL-ERD:
    Kýyâmetin büyük alâmetlerinden. Kýyâmetin kopmasýna yakýn çýkacak olan bir hayvan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Ýnsanlara vâd olunan öldükten sonra dirilmek ve azâb olunmak yaklaþýnca, biz onlara yerden Dâbbe'yi (Dâbbet-ül-erd'i) çýkarýrýz. (Neml sûresi: 82)
    Dâbbet-ül-erd çýktýðýnda gökleri bir duman kaplayýp bütün insanlara gelip canlarýný yakacak, herkes bunun acýsýndan duâ edip; "Yâ Rabbî! Bu azâbý üzerimizden kaldýr. Sana îmân ediyoruz" diyeceklerdir. (Yûsuf Nebhânî) Dâbbet-ül-erd çýkar sonra Mekke'de Safâ altýndan, Dað kadar bir hayvandýr, ayýrýr iyiyi fenâdan.
    (M.Sýddîk bin Saîd)

    DAÐLAMA:
    Kýzdýrýlmýþ mâdenle vücûdun bir yerini yakma.
    Efsûn yapan ve ateþ ile daðlayan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiþ (güvenmemiþ, O'ndan yüz çevirmiþ) olur. (Hadîs-i þerîf-Kimyây-ý Seâdet)
    Tevekkül edenler, falcýlýk, efsûn ve daðlamak ile hastalýðý tedâvî etmez. (Hadîs-i þerîf-Kimyây-ý Seâdet)
    Daðlamanýn faydasý kesin deðildir. Çünkü tehlikeli yaralara sebeb olabilir. Üstelik daðlama ile elde edilecek fayda, baþka ilâçlarla da te'min edilebilir. Bu bakýmdan daðlamak uygun deðildir. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    DAHK (Dýhk):
    Gülmek, kendi iþiteceði kadar gülmek.
    Dahký azaltýnýz. Zîrâ çok dahk kalbi öldürür. (Hadîs-i þerîf-Edeb-ül-Müfred)
    Namazda kahkaha ile gülmek namazý ve abdesti bozar. Tebessüm, namazý da abdesti de bozmaz. Dahk, yalnýz namazý bozar. (Ýbrâhim Halebî)

    DAHVE-Ý KÜBRÂ:
    Kaba kuþluk. Oruç müddetinin yarýsý, öðleden bir saat evvelki vakit.
    Hanefî mezhebinde Ramazan orucu, nâfile oruç ve belli olan adak orucuna niyet etme zamâný, bir gün evvel güneþin batmasýndan baþlayarak, ertesi gün dahve vaktine kadardýr. (Muhammed Hâdimî)

    DAHVE-Ý SUGRA:
    Güneþin bulutsuz havada bakamayacak kadar parladýðý vakit. Ýþrâk vakti. (Bkz. Ýþrâk Vakti)

    DÂÝRE-Ý HÝNDÝYYE:
    Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanýlan ve güneþ gören düz bir yere çizilen dâire veya bu þekle uygun olarak yapýlan âlet.
    Dâire-i Hindiyye'nin ortasýna, yarýçapý uzunluðunda mikyâs denilen düz bir çubuk dikilir. Tam dik olmasý için çubuðun tepesi dâirenin üç deðiþik noktasýndan ayný uzaklýkta olmalýdýr. (Abdülhak Sücâdil)

    DALÂLET:
    Sapýklýk, yoldan çýkma. Peygamber efendimizin ve Eshâbýnýn bildirdiði doðru yoldan ayrýlma, sapma.
    Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itâat ediniz. Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrýlýklar göreceklerdir. O zaman benim ve halîfelerimin yolumuza sarýlýnýz. Dinde yeni ortaya çýkan þeylerden kaçýnýnýz. Çünkü bu yeni þeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, doðru yoldan ayrýlmaktýr. (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd, Ýbn-i Mâce)
    Ümmetim dalâlet üzerinde icmâ' etmez (birleþmez). (Hadîs-i þerîf-Beyhekî)
    Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânýn kitâbýdýr. Yollarýn en iyisi, Muhammed'in (aleyhisselâm) gösterdiði yoldur. Ýþlerin en kötüsü bu yolda yapýlan deðiþikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapýklýktýr. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Eshâb-ý kirâm Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) iþitip öðrendiklerini gençlere bildirdiler. Zamanla insanlarýn kalbleri karardý. Hele bâzýlarý, yeni müslüman olanlar, Kur'ân-ý kerîmden kendi noksan akýllarý ve kýsa görüþleri ile mânâ çýk armaða kalkýþtýlar. Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan þeyler anladýlar. Ýslâm düþmanlarý da bu bölünmeyi, parçalanmayý körükledi, böylece yetmiþ iki türlü dalâlet ve sapýklýk yolu meydana geldi. (Kutbuddîn Ýznikî)

  3. #43

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    DÂLLE:
    Âdet hâlinin kaç gün olduðunu unutan veya kaç gün olduðunu bilip ayýn baþýnda mý, ortasýnda mý, sonunda mý olduðunu kestiremeyen kadýn.
    Ýslâmiyet'te her kadýnýn; hayýz (âdet), lohusalýk ve temizlik günlerini, bunlarýn sayýsýný, zamânýný bilmesi lâzýmdýr. Dâlle din husûsundaki gevþekliði ve ilgisizliði sebebiyle âhirette mes'ûl olacak, azâbý pek büyük olacaktýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    DANYAL ALEYHÝSSELÂM:
    Ýsrâiloðullarýna gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmýn dîninin hükümlerini insanlara teblið etti (duyurdu).
    Ýsrâiloðullarý, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemeyip isyân edince, Allahü teâlâ onlara zâlimleri musallat etti. Çeþitli belâlar gönderdi. Düþmanlarý tarafýndan yurtlarý iþgâl edildi. Bir kýsmý esir edilip bir kýs mý da öldürüldü. Âsurlu hükümdârý Buhtunnasar'ýn ordularý Kudüs'e girip ele geçirdiler. Ýsrâiloðullarýnd an pek çok kimseyi öldürdüler. Esir aldýklarý yetmiþ bin ¤¤¤¤¤¤ da yanlarýnda ¤¤¤ürdüler. Bu esir çocuklar arasýnda bulunan Danyal aleyhisselâmý Buhtunnasar sarayýna aldý. Danyal aleyhisselâm onun sarayýnda büyüdü. Mecûsî (ateþperest) olan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmýn kendi dinlerinden olmadýðýný anlayarak yanýndan uzaklaþtýrdý ve hapse attýrdý. Buhtunnasar'ýn gördüðü bir rüyâyý tâbir ettiði için hapisten çýkarýldý. Buhtunnasar, ona memleketin iþlerini havâle etti. Çýkardýðý fermanla ona saygý gösterilmesini emr etti. Buhtunnasar'ýn adamlarý onu kýskandýlar ve iþten uzaklaþtýrýlmasýný istediler. Ýleri gelen adamlarýnýn dediklerine a ldanan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmý kendi dîninden olmadýðý için ateþe attýrdý. Fakat Danyal aleyhisselâm Allahü teâlânýn yardýmýyla yanmadý. Daha sonra, Buhtunnasar'a yâhut Buhtunnasar'ýn resmine secde etmediði için, içinde arslanlarýn bulunduðu bir kuyuya atýldý. Fakat Allahü teâlânýn korumasý ile arslanlar ona hiç dokunmadý ve atýldýðý kuyudan sað sâlim kurtuldu. Buhtunnasar'ýn ölümünden sonra, Üzeyr aleyhisselâm ile birlikte Kudüs'e geldi. Kendisine peygamberlik verildi. Ýnsanlara Mûsâ aleyhisselâmýn dînini teblîð etti. Bir müddet sonra, Ehvaz yakýnýnda bulunan Sûs þehrinde vefât etti. (Niþâncýzâde Mehmed Efendi, Taberî)

    DÂR-UL-UKBÂ:
    Dünyâda iken yapýlan iþlerin karþýlýðýnýn görüleceði yer. Âhiret. Hani annen baban nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz. Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ul-ukbâya Yüzün dön, ilticâ eyle (sýðýn), Cenâb-ý zât-ý Mevlâya.
    (M. Sýddîk bin Saîd)

    DÂR-UT-TEKLÎF:
    Kullarýn Allahü teâlânýn emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduðu yer. Dünyâ.
    Âhiret, dâr-ül-cezâdýr, dâr-üt-teklîf deðildir. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    DÂR-ÜL-BEKÂ:
    Ahiret, sonsuz kalýnacak yer.
    Resûlullah efendimiz kamerî sene hesâbý ile altmýþ üç, þemsî sene hesâbý ile altmýþ bir yaþýnda, dâr-ül-fenâdan (dünyâdan) dâr-ül-bekâya intikâl etti. Vefât ettiði odaya defnedildi. (M. Sýddîk bin Saîd)

    DÂR-ÜL-CELÂL:
    Sekiz Cennet'in birincisidir.
    Dâr-ül-Celâl beyaz incidendir. Kapýsýnýn üzerinde Kelime-i tevhîd, yâni Lâ ilâhe illallah yazýlýdýr. ( Erzurumlu Ýbrâhim Hakký)

    DÂR-ÜL-CEZÂ:
    Dünyâda iken yapýlan iþlerin karþýlýðýnýn görüldüðü yer. Âhiret, öbür dünyâ.
    Âhiret, dâr-ül-cezâdýr. Dâr-üt-teklîf (iþ yapýlacak yer) deðildir. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    DÂR-ÜL-FENÂ:
    Geçici âlem, dünyâ.
    Mü'minler ölmezler. Ancak dâr-ül-fenâdan dâr-ül-bekâya geçerler. (Ýmâm-ý Gazâli) Göz yumup dâr-ül-fenâdan baþ açýk, çýplak endâm, Can atýp dâr-ül-bekâyaeyledi azm-i kirâm.
    (Beykozlu Muhammed Efendi)

    DÂR-ÜL-GURÛR:
    Ýnsanýn gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiðinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ.

    DÂR-ÜL-HARB:
    Ýslâm ahkâmýnýn (kânunlarýnýn) tatbik edilmediði yer.
    Dâr-ül-harbde îmâna gelen kimse, farzý, haramý iþitince o anda farzlarý yapmasý, haramlardan kaçýnmasý lâzým olur. (Ýbn-i Âbidîn)
    Dâr-ül-harbde, Ýslâm'ýn vekârýný, þerefini korumak ve fitneden sakýnmak müslümanlara vâcibdir. (Muhammed Baðdâdî)
    Düþman ordusu kuvvetli ise, sulh yapmak, mal vermekle bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup þehirleri alýrlar ve oralarý Dâr-ül-harb olursa, hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapmasý câiz olur. (Ýbn-i Âbidîn)

  4. #44

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    DÂR-ÜL-ÝSLÂM:
    Ýslâm memleketi. Ýslâm ahkâmýnýn (kânunlarýnýn) tatbik edildiði yer.
    Düþmandan alýnan ganîmet, Dâr-ül-Ýslâm'a getirilince askerin hakký olur. Fakat taksîm edilmeden (bölüþmeden) önce mülk olmaz. (Ýbn-i Âbidîn)
    Dâr-ül-harbde (kâfir ülkesinde) îmâna gelenin Dâr-ül-Ýslâm'a hicret etmesi vâcib olur. (Ýbn-i Âbidîn)
    Dâr-ül-Ýslâm'da yaþayan kâfirler ve baþka memleketlerden gelen kâfir turistler, kâfir tüccarlar, muâmelâtta müslümanlarla ayný hak ve hürriyetlere sâhiptirler. (Muhammed Hâdimî)

    DÂR-ÜL-KARÂR:
    Sekiz Cennet'in sekizincisi.

    DÂR-ÜS-SELÂM:
    Sekiz Cennet'ten üçüncüsü.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Allahü teâlâ, Dâr-üs-selâma çaðýrýr ve kimi dilerse onu doðru yola iletir. (Yûnus sûresi: 25)

    DA'VET (Dâvet):
    1. Hak dîne çaðýrmak.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Ey Muhammed! Rabbininin yoluna hikmetle, güzel öðütlerle dâvet et. Onlarla en güzel þekilde tartýþ. (Nahl sûresi: 125)
    Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlâdan kendisine gelen emirleri insanlara açýklamak ve onlarý îmâna dâvetle emredildi. Dâvetini üç yýl gizli yaptý. Üç yýl sonra ilâhî emir üzerine, Allahü teâlânýn emirlerini açýk açýk bildirmeye, kav mine Ýslâmiyet'i anlatmaya baþladý. (Abdülhak Dehlevî, Ýbn-ül-Esîr)
    Allahü teâlâ, kullarýna acýdýðý için, Peygamberler aleyhimüsselâm gönderdi. Eðer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolunu þaþýran insanlara, O'nu ve sýfatlarýný kim bildirirdi? Beðendiklerini, beðenmediklerinden kim ayýrabilirdi? Ýnsan aklý, noksan olduðu için o büyüklerin dâvet nûru ile aydýnlanmadýkça bunlarý bilemez ve ayýramazdý. Anlayýþýmýz tam olmadýðý için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunlarý anlamakta þaþýrýr ve aldanýrýz. Evet akýl, doðruyu eðriden ayýrmaya yarayan bir âlettir. Fakat o büyüklerin dâveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    2. Ýkrâm etmek için çaðýrma çaðýrýlma.
    Müslümanýn müslüman üzerinde beþ hakký vardýr: Selâmýna cevâb vermek, hastasýný ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksýrýp elhamdülillah deyince, yerhamükallah diyerek cevap vermek. (Hadîs-i þerîf-Buhârî, Müslim)
    Riyâ, gösteriþ ve övünmek için yapýlan dâvetlere gitmek câiz deðildir. (Muhammed Hâdimî, Ýmâm-ý Gazâlî)
    Mü'minin dâvetine gitmek sünnet olduðu hâlde haram bulunan dâvete gitmemeli, haramdan, mekrûhtan sakýnmak için sünneti terk etmelidir. (Abdülganî Nablüsî-Muhammed Rebhâmî)

    Dâvet Makâmý:
    Vilâyet (evliyâlýk) makâmýnýn üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm.
    Peygamberlerin izinde bulunanlarýn en üstünlerine de dâvet makâmýndan bir pay ayýrýrlar. Yûsuf sûresinin; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, benim yolum budur. Sizi gafletten uyandýrarak, Allahü teâlâya dâvet ediyorum. Ben ve benim izimde bulunanlar çaðýrýcýyýz" meâlindeki yüz sekizinci âyeti bunu göstermektedir. (Ýmâm-ý Rabbânî)

  5. #45

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    DÂVÛD ALEYHÝSSELÂM:
    Kur'ân-ý kerîmde adý geçen ve Ýsrâiloðullarýna gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdâr idi. Soyu Yâkûb aleyhisselâmýn Yehûda adlý oðluna ulaþýr. Süleymân aleyhisselâmýn babasýdýr. Kudüs'te doðdu. Orada yaþadý ve orada vefâ t etti.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Dâvûd'a Zebûr'u verdik. (Ýsrâ sûresi: 55)
    Ýnsanýn yediklerinin en hayýrlýsý, iyisi, bileði ile kazanýp yediðidir. Allahü teâlânýn peygamberi Dâvûd (aleyhisselâm) , elinin emeði ile kazanýp yerdi. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, Ýsrâiloðullarýna bir çok peygamber gönderdi. Bu peygamberler insanlarý Tevrât'ýn hükümleriyle amel etmeye dâvet etti. Fakat zaman geçtikçe azgýnlaþan Ýsrâiloðullarý, Tevrât'ýn hükümlerini deðiþtirdiler, peygam berlerini dinlemediler ve ahlâklarý tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi hükümdârý Câlût'u onlarýn baþýna belâ olarak gönderdi. Câlût Ýsrâiloðullarýný vatanlarýndan sürüp çýkardý. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr gelerek memleket iþlerini ve orduyu düzene koydu. Câlût'un üzerine yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan ve henüz genç yaþta olan Dâvûd aleyhisselâm Câlût'u öldürdü. Tâlût'un ölümünden sonra, Ýsrâiloðullarýný n hükümdârý oldu. Bir müddet sonraAllahü teâlâ onu Ýsrâiloðullarýna peygamber olarak gönderdi. Kendisine Ýbrânî dilinde olan Zebûr kitâbý verildi. Hem peygamber, hem sultan yâni hükümdâr idi.
    Ýnsanlarý Allahü teâlânýn dînine dâvet etti ve adâletle hükmetti. Kudüs'te Mescid-i Aksâ adý ile Kur'ân-ý kerîmde bildirilen büyük bir mescidin inþâsýný baþlattý. Mescidin yapýlýp bitirilmesi iþini oðlu Süleymân aleyhisselâma vasiyyet ederek, yüz yaþ ýnda âhirete göçtü.
    Allahü teâlâ daðlarý, taþlarý, kuþlarý onun emrine vermiþti. Yanýk sesiyle Zebûr'u okumaya baþladýðý zaman, kuþlar havâdan aðaçlara iner, hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi.
    Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma, demiri ateþe sokmadan ve dövmeden istediði þekli verebilme mûcizesi vermiþdi. Demirden zýrh yapar elinin emeðiyle geçinir, devlet hazînesinden bir þey almazdý. Yýrtýcý hayvanlar, hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir baðlýlýkla hizmet ederlerdi. Dâvûd aleyhisselâm her iþinde Allahü teâlânýn rýzâsýný gözetir, çok aðlar, çok ibâdet ederdi. Bir gün oruç tutar, bir gün iftâr ederdi. Gecenin ancak üçte bir kýsmýnda uyur, geri kalan vakitlerini ibâdet ile geçirirdi. (Niþancýzâde Muhammed Efendi, Taberî)

    DÂYÝN:
    Borç veren, alacaklý. (Bkz. Borç)

    DECCÂL:
    Kýyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Kýyâmete yakýn çýkacaðý bildirilen ve Îsâ aleyhisselâm ile hazret-i Mehdî tarafýndan öldürülecek olan zâlim.
    Geçmiþ peygamberler, þaþý, kör, yalancý olan Deccâl'in büyük fitne ve belâ olduðunu haber verip, ümmetlerini, onun þerrinden, zarârýndan korkuttular. (Hadîs-i þerîf-Huccetullahi Alel Âlemîn)
    Deccâl'in, Mekke ve Medîne hâriç ayak basmadýðý hiç bir memleket yoktur. (Hadîs-i þerîf-Huccetullahi Alel Âlemîn)
    Deccâl, peygamber olduðunu iddiâ edecek, herkesin îmânýný bozmaya uðraþacak ve kendisine inanmayanlara zarar verecektir. Eshâb-ý Kehf, hazret-i Mehdî'nin yardýmcýlarý olacak ve Îsâ aleyhisselâm bunun zamânýnda gökten inecek ve Deccâl ile harb ederken hazret-i Mehdî onunla berâber olacaktýr. (Yûsuf bin Ýsmâil Nebhânî)

    DEDÝKODU:
    Bir müslümanýn veya zýmmînin (Ýslâm devletinin idâresi altýnda bulunan müslüman olmayan vatandaþýn) ayýbýný, onu kötülemek için arkasýndan söylemek. (Bkz. Gýybet)
    Sözün kýsasý þudur ki, dedikodu sözlere inanýlacak, dostluk bunlara göre olacaksa, söz taþýyanlarýn ellerinden kurtuluþ olamaz. Bunun için de saðlam dostluk kurulamaz. Dedikodulara kulak vermeyiniz ve geçmiþleri unutunuz! Böylece dostluk yýkýlmasýn, eski sýkýntýlar aradan kalksýn. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    DEFN:
    Cenâzenin yýkanýp kefenlendikten ve namazý kýlýndýktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla örtülmesi.
    Definden sonra cemâat daðýlýrken ölü bunlarýn ayak sesini iþitir. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Ölüyü defnetmek, cenâze namazý kýlmak gibi ibâdettir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Meyyiti (ölüyü), sâlihlere ve evliyâya (Allahü teâlânýn sevdiði kullarýnýn kabirlerine) yakýn defnetmelidir. Rutûbetli yerlere defnetmek iyi deðildir. (Tahtâvî)

    DEHR:
    Zaman, devir. Âlemin (varlýklarýn) varlýðýnýn baþlangýcýndan son bulmasýna kadar olan bütün zaman.

  6. #46

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Dehr Sûresi:
    Kur'ân-ý kerîmin yetmiþ altýncý sûresi. Ýnsan sûresi ve Hel'etâ da denir.
    Dehr sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuþtur (inmiþtir). Mekke-i mükerremede nâzil olduðunu söyliyenler de vardýr. Otuz bir âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede geçen Dehr kelimesi sûreye isim olmuþtur.
    Sûrede; insanlarýn ilk yaratýlýþý, kâfirlerin (inanmayanlarýn) karþýlaþacaklarý acý ve pek çetin azâblar, Allahü teâlânýn sevdiði mü'min kullarýn ise kavuþacaklarý büyük nîmetler anlatýlýr. (Râzî, Kurtubî)
    Dehr sûresindeki âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:
    Hakîkat biz, insaný (erkek ve diþi sularýnýn) karýþýmýndan (meydana gelen) bir nutfeden yarattýk. (Üzerine mükellefiyet yükleyerek) onu imtihan ediyoruz. Bu sebeble onu iþitici, görücü yaptýk. Gerçek biz ona (peygamber göndermek sûretiyle, doðru) yolu gösterdik. Ýster þükreden (mü'min) olsun, ister nankörlük eden (kâfir) . (Âyet: 2,3)
    Kim Hel'etâ sûresini okursa, Allahü teâlâ ona Cennet'i ihsân eder. (Hadîs-i þerîf-Envâr-üt-Tenzîl)

    DEHRÎ:
    Allahü teâlâya ve âhirete inanmayýp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânýn baþlangýcý ve sonu yoktur, böyle gelmiþ böyle gider diyen dinsiz, ateist. (Bkz. Ateist)

    DELÂLET:
    1. Ýþâret etmek, göstermek. Doðru yolu gösterme.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Ey îmân edenler! Sizi acý bir azâbdan kurtaracak bir ticâreti göstereyim mi? Allahü teâlâ ve Resûlüne îmân edin, inanýn, mallarýnýzla ve canlarýnýzla Allah yolunda savaþýn. Eðer bilirseniz bu sizin için çok hayýrlýdýr. (Saf sûresi: 10-11)
    Hayra delâlet eden, hayrý yapan gibidir. (Hadîs-i þerîf-Keþfül-Hafâ)
    2. Bir lafzýn (sözün) bir mânâyý (anlamý) ifâde etmesi, göstermesi.
    Dînî bilgilerin delîlleri (kaynaklarý) dörttür: Birincisi sübûtu (varlýðý) ve delâleti kat'î (kesin) olanlar. Açýk anlaþýlan âyetler ve tevâtür, söz birliði ile bildirilmiþ açýkça anlaþýlan hadîsler böyledir. Ýkincisi, sübûtu kat'î olup, delâleti zan nî olanlar (kesin olmayanlar). Mânâsý açýkça anlaþýlmayan âyetler böyledir. Üçüncüsü, sübûtu zannî, delâleti kat'î olanlar. Tek Sahâbînin (Peygamber efendimizin arkadaþýnýn) bildirdiði açýk ve anlaþýlýr hadîsler böyledir. Dördüncüsü, sübûtu da delâleti de zannîdir. Tek Sahâbînin bildirdiði açýkça anlaþýlmayan hadîsler böyledir. Birincisi farz ile haramlarý, ikincisi ve üçüncüsü vâcib ile tahrîmen mekrûhu (harama yakýn mekrûhu), dördüncüsü sünnet ile müstehâbý bildirir. (Molla Hüsrev-Serahsî-Hâdimî)

    Delâlet-i Nass:
    Nassýn delâleti. Nass'da (Kur'ân-ý kerîm ve hadîs-i þerîfte) zikredilen þeyin hükmünün, müþterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen þey hakkýnda da sâbit olduðuna delâlet etmesi. Bâzý âlimler delâlet-i nass'a, kýyâs-ý celî(açýk kýyâs) demiþlerdir.
    "Ana-babana öf (bile) deme" meâlindeki Ýsrâ sûresi yirmi üçüncü âyet-i kerîmesi, açýkça ana-babaya öf demenin haramlýðýný delâlet-i nass ile bildirmektedir. Öf demenin haram oluþunun illeti (sebebi), eziyet vermektir. Bu illet, ana-babayý dövmede ve sövmede fazlasýyle bulunduðundan, âyette açýkça bildirilmeyen ana-babayý dövmenin, onlara sövmenin de haramlýðý ile hükmolunmuþtur. (Ýbn-i Melek, Serâhsî)

    DELÝ:
    Aklý olmayan. (Bkz. Cünûn)

    DELÎL:
    1. Kendisi bilinince baþkasý bilinen þey.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    Rabbinin sun'una (iþine) bir bakmadýn mý? Gölgeyi nasýl uzatýp yaymýþtýr. O, eðer dileseydi, onu elbet sâkin kýlardý. Sonra biz güneþi ona bir delîl yapmýþýzdýr. (Çünkü güneþ olmasaydý, gölge bulunmazdý. Nur olmasaydý, zulmet bilinmezdi. Zîrâ her þey zýddýyla bilinir.) (Furkan sûresi: 45)
    2. Din bilgilerinin elde edildiði kaynak, vesîka. (Bkz. Edille-i Þer'iyye)
    Din bilgilerinin elde edildiði delîller dörttür: Bunlar; Kitâb (Kur'ân-ý kerîm), sünnet, icmâ ve kýyâstýr. (Abdülganî Nablüsî)
    Delîl, bir þeyin haram olmasý için aranýr. Helâl olmasý için delîl aranmaz. (Ýbn-i Âbidîn)

  7. #47

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Delîl-i Aslî:
    Din bilgilerinin kaynaklarý olan Kitâb, sünnet, icmâ ve kýyâstan her biri. Aslî delîl.

    Delîl-i Fer'î:
    Aslî delîllere baðlý ve onlardan elde edilen ikinci derecede delîller. Ýstihsân, Ýstishâb, Ýstislâh, Örf ve âdet, Sahâbî (Peygamber efendimizin arkadaþlarýnýn) kavli (sözü), fer'î delîllerden bâzýsýdýr. (Bkz. Ýlgili Maddeler)
    Müctehid (dînî kaynaklardan, delîllerden hüküm çýkarabilen) bir âlim, bir mes'elenin hükmünü aslî delîllerde açýkça bulamazsa, fer'î delîllere mürâcât eder. (Molla Hüsrev, Serâhsî)

    Delîl-i Kat'î:
    Mânâsý açýkça anlaþýlan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiþ olan hadîs-i þerîf. Bunlar, farzlar ile haramlarý bildirirler. Kesin delil.
    Namazý inkâr eden kâfir olur, îmâný gider. Çünkü namazýn farz oluþu, delîl-i kat'î ile sâbittir, bildirilmiþtir. (Ýbn-i Âbidîn)

    Delîl-i Þer'î:
    Dînî bilgilerin elde edildiði delîl, kaynak. ( Bkz. Edille-i Þer'iyye)
    Müctehîd (din ilimlerinde söz sâhibi) olmayanlarýn sözleri, delîl-i þer'î olmaz. (Hâdimî)

    Delîl-i Zannî:
    Mânâsý açýkça anlaþýlmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafýndan bildirilen, mânâsý açýk hadîs-i þerîf.
    Delîl-i zannî vâcib ile tahrîmen mekruhu (harama yakýn mekruhu) bildirir. Tek Sahâbînin bildirdiði mânâsý açýkça anlaþýlmayan hadîs-i þerîfler ise, müstehâblarý bildirir. Müstehâblarý yapan sevâb kazanýr, yapmayan günâhkâr olmaz, sevâbýndan mahrûm ka lýr. (Serâhsî)

    DELK:
    Oðmak.
    Abdestte ve gusülde, yýkanan yerleri oðmak.
    Delk, Hanefî mezhebinde abdestin sünnetlerindendir . (Ýbrâhim Halebî)
    Mâlikî mezhebinde abdeste ve gusle baþlarken niyet etmek, abdestte ve gusülde her uzvu delk ve muvâlât (uzuvlarý aralýksýz yýkamak) ve gusülde saçý hilâllemek, parmaklarý saçlarýn arasýna sokup ýslatmak farzdýr. (Abdurrahmân Cezîrî)

    DELLÂL:
    Alýcý ile satýcý arasýnda vâsýta (aracý) olan ücretli kimse, komisyoncu.
    Dellâl, mal sâhibinin izni ile malý kendi sattýðý zaman, komisyon ücretini mal sâhibinden alýr. Müþteriden bir þey isteyemez. Eðer dellâl, mal sâhibi ile müþteri arasýnda aracýlýk yapýp, malý mal sâhibi satarsa, dellâl ücretini, âdete göre; mal sâhib i veya müþteri yâhut da her ikisi ortaklaþa verirler. (Ýbn-i Âbidîn)
    Dellâl, iþçi gibidir. Bunlar iþ karþýlýðý deðil, elindeki malý satarsa ücret alýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    DENDÂN-I SEÂDET:
    Peygamber efendimizin Uhud muhârebesinde þehîd olan, kýrýlan mübârek diþinin bir parçasý.
    Dendân-ý seâdet, Osmanlý pâdiþâhlarýndan Sultan Mehmed Reþâd tarafýndan yaptýrýlan kýymetli taþlarla süslü altýn bir muhâfazada Topkapý Sarayýnda saklanmaktadýr. (Osmanlý Târihi Ansiklopedisi)

    DEREZÎLER:
    Anuþtekin ed-Derezî adlý bir bâtýnî dâî (propagandacý) tarafýndan ortaya çýkarýlan bozuk yol. Bunlar; Bâtýniyyeden ayrýlarak ortaya çýkan, Fâtýmî hükümdârý Hâkim bi-emrillah'ýn ilâh olduðuna ve onun vezîri Hamza'nýn imamlýðýna inanýrlar. Kelimenin do ðrusu Derezî olup, yanlýþ olarak Dürzü denilmektedir.
    Derezîler müslüman adýný taþýr. Fakat îmânlarý bozuktur. Ruhlarýn bir bedenden bir bedene geçtiðine inanýrlar. Þaraba, alkollü içkilere ve zinâya helâl derler. Öldükten sonra dirilmeðe, namaza, oruca, hacca inanmazlar. Ulûhiyyet yâni tanrýlýk insanda n insana geçer derler. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hakkýnda çirkin þeyler söylerler. Ýnanýþlarý bozuk olduðu için, þehâdet kelimesini söylemekle müslüman sayýlmazlar. Ýslâmiyet'e uymayan inanýþlarýndan vazgeçmedikçe müslüman olmazlar. B unlar kitablý ve kitabsýz kâfirlerden daha zararlýdýrlar. (Ýbn-i Âbidîn)

  8. #48

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    DERGÂH:
    1. Makam, kapý giriþi, eþik. Tasavvuf mektebi. Tasavvufta yetiþmiþ ve yetiþtirebilen evliyâ zâtlar tarafýndan, talebelere, tasavvuf, Ýslâm ahlâký ve diðer dînî ilimlerin ve zamânýn fen ilimlerinin okutulduðu yer. (Bkz. Tekke)
    2. Cenâb-ý Hakk'ýn rahmet kapýsý.
    Yâ Rabbî! Yüz bin günah iþledim ise de, bu kara yüzüm ile, yüce dergâhýna sýðýnýyorum. Senden affýmý diliyorum. (Abdurrahman Sâmi Paþa)
    Bir þehid dahî budur ki yüzünü Hak dergâhýna tutup, Ey benim ma'budum! Ne ki, ömrüm olsa, bir þeye ümid baðlamadým. Ancak sana baðladým. Ve dahî kimseye boyun eðmedim. Dünyâya ve din düþmanlarýna aldanmadým. Yâ Rabbî! Senden ümidim budur ki bütün ümm et-i Muhammedi afv ve maðfiret edesin diye duâ ede. Bu dahî þehiddir. (Kutbüddîn Ýznikî)

    DERVÎÞ:
    Allahü teâlâdan baþka þeyleri kalbinden çýkarýp bütün âzâsýyla Ýslâm dîninin emir ve yasaklarýna uyan, dünyâ malýna gönül baðlamayan kimse.
    Derviþlik, yalnýz bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, daðda ve maðarada bulunmak deðildir. Derviþlik, gönlü mâsivâdan yâni Allahü teâlâdan baþka her þeyden çevirmektir. ( Ubeydullah-ý Ahrâr)
    Derviþ dünyâ ve âhirette mes'ûddur. Derviþten dünyâda sultan vergi almaz. Âhirette de Allahü teâlâ hesap sormaz. (Ebû Bekr Verrâk) Derviþlik didükleri hýrkayýla tâc deðül, Gönlün derviþ eyleyen hýrkaya muhtâç deðül.
    (Yûnus Emre)

    DEVR:
    Bir þeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanýn saðlýðýnda kýlamadýðý namaz, tutamadýðý oruç ve veremediði zekât gibi borçlardan kurtulmasý için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafýndan verilen fidyeyi alýp, gönül rýzâsýyla tekrar geri vermek sûretiyle yapýlan muâmele. (Bkz. Ýskât ve Devir)
    Namaz, oruç, zekât, kurban, sadaka-ý fýtýr, adak, kul ve hayvan haklarý için devir yapýlýr. Yemin ve oruç keffâretleri için devir yapýlmaz. Her keffâret için, bizzat fakire mal, para verilir.

    DEYN:
    Borç, hazýr ve mevcûd olmayan mal.
    1. Hazýr olmayýp, ayrý olarak bulunduðu yeri bildirilmeyen her türlü mal ile hazýr ise de ayrý olarak gösterilmeyen kýyemî (çarþýda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatlarý farklý olan) mal.
    Her satýþta söz kesilirken iki maldan her biri ya ayn (hazýr, mevcût, belli) veya deyn olur. Bir satýþta mebî'in (satýlan malýn) ve semenin (bedelin) söz kesilme sýrasýnda ikisi de deyn olurlarsa, ayrýlmadan önce kabz edilseler (teslim olunsalar) de bey' (satýþ) sahîh (geçerli) olmaz. Akd (sözleþme) bâtýl (hükümsüz, geçersiz) olur. Sarf satýþý bundan müstesnâdýr. (Bkz. Sarf Satýþý) (Ali Haydar Efendi)
    2. Zekât verecek kimsenin elinde, yanýnda olmayýp baþkasýnda bulunan zekât malý.
    Deyn olan malýn zekâtý deyn olarak verilemez. Ayn olarak vermek lâzýmdýr. Yâni, baþkasýnda bulunan malýnýn zekâtýný hazýr olan malýndan vermek lâzýmdýr. Hazýr malý yoksa, baþkasýndaki malýndan zekât miktârý istenir. Teslim alýnýp, fakîre verilir. (Ýbn-i Âbidîn)

    Deyn-i Kavî:
    Ödünç verilen zekât malý ve zekât malýnýn satýþý karþýlýðý alýnacak olan semen (bedel).
    Deyn-i kavî, zekâtta nisâb hesâbýna katýlýr. Alýnacak paranýn veya bunun ile yanýnda bulunanýn toplamýnýn nisâbý üzerinden bir sene geçince, eline geçen her miktârýn kýrkta birini hemen vermek farz olur. Ýki sene sonra eline geçenin iki yýllýk, üç se ne sonra eline geçenin üç yýllýk zekâtýný verir. Meselâ, üç yüz dirhem alacaðý olan, üç sene sonra, iki yüz dirhem alýrsa, üç yýl için beþer dirhemden, on beþ dirhem zekât verir. Almadan önce zekâtýný vermesi lâzým olmaz. Kirâcý, mal sâhibinin izni ile, kirâ karþýlýðý tâmir yaparsa, bu masrafý mal sâhibine ödünç vermiþ olur. (Redd-ül-Muhtâr)

  9. #49

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Deyn-i Mütevassýt:
    Ticâret malý olmayan zekât hayvanlarý ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satýþlarý karþýlýðý ve binâlarýn kirâ alacaklarý.
    Deyn-i mütevassýt, nisâb hesâbýna katýlýr. Bir sene sonra, eline nisâb miktârý veya daha çok geçince, her sene ele geçenin kýrkta biri hemen verilir. (Ýbn-i Âbidîn)

    Deyn-i Zaîf:
    Mîrâs ve mehr mallarý.
    Deyn-i zaîf, nisâb hesâbýna katýlýr. Nisâb miktârý malý teslim aldýktan bir yýl sonra yalnýz o yýlýn zekâtý verilir. Elinde nisâb miktârý mal da varsa, deynden aldýðýný, buna katýp, elindekinin bir yýlý tamam olunca, aldýðýnýn zekâtýný da birlikte ve rir. Bunun için ayrýca bir yýl beklemez. Deyn-i kavî ve mutavassýttadan sene geçmeden önce ele geçirdiðini ayný þekilde kendisinde bulunan nisâba katarak zekâtlarýný birlikte verir. Ýki imâma, Ýmâm-ý Ebû Yûsuf ile Ýmâm-ý Muhammed'e göre, her alacak, nisâb miktârý ise, alýnan miktâr az ise de, bir yýl geçmiþse zekâtý verilir. (Ýbn-i Âbidîn)

    DEYYÂN (Ed-Deyyân):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Kýyâmet günü, herkesin dünyâda iken yaptýklarýnýn hesâbýný ve hakkýný en iyi bilen ve veren.
    Ben azîm-üþ-þân (þâný büyük, çok yüce) herkese mücâzât eden (karþýlýðýný veren) deyyâným. (Hadîs-i kudsî-Sahîh-i Buhârî)
    Ben azîm-üþ-þân (þâný büyük, çok yüce), melik-i deyyâným. Benim verdiðim rýzký yiyip de, bana ortak koþanlar ve bana deðil de putlara ibâdet edenler nerededirler? O kimseler benim verdiðim rýzýk ile kuvvetlenip de bana âsî olurlar (karþý gelirler). Cebbâr (zorba kimseler) ve zâlimler (zulm edenler) nerededirler? Kibirlenen (büyüklük taslayanlar) ve öðünenler nerededirler? (Hadîs-i kudsî-Dürret-ül-Fâhire)

    DEYYÛS:
    Hanýmýnýn nâmussuzluðuna, ahlâksýzlýðýna aldýrýþ etmeyen, göz yuman kimse.
    Cennet, deyyûsa haramdýr. (Hadîs-i þerîf-Zevâcir)
    Üç kiþi Cennet'e hiç girmeyecektir: Birincisi deyyûs, ikincisi, kendisini erkeklere benzeten kadýnlar. Üçüncüsü, içki içmeye devâm edenler. (Hadîs-i þerîf-Zevâcir) Hayâsýzlýk pek çoðalýr, deyyûs lara kalýr meydan Ýnsanlarýn en alçaðý, Moskova'da okur ferman
    (M. Sýddîk bin Saîd)

    DÝN:
    Allahü teâlânýn insanlarý dünyâ ve âhirette râhat, huzûr ve seâdete (mutluluða) kavuþturmak için peygamberleri vâsýtasýyla bildirdiði yol, emirler ve yasaklar.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Doðrusu Allah indinde (katýnda) makbûl olan din Ýslâm'dýr. Kendilerine kitâb verilenler (hýristiyanlar ve yahûdîler) kendilerine ilim geldikten (Ýslâm dînini bildikten) sonra aralarýndaki çekememezlik, kin ve düþmanlýktan dolayý (onun hakkýnda) ihtilâfa düþtüler. Kim Allah'ýn âyetlerini inkâr ederse, þüphesiz ki Allah, hesâbý pek çabuk görendir. (Âl-i Ýmrân sûresi: 19)
    ... Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim (dîninizin hükümlerini tamamladým), üzerinize olan nîmetimi tamamladým ve din olarak da Ýslâm dînini (verip ondan) hoþnut oldum... (Mâide sûresi: 3)
    Size gönderdiðim Ýslâm dîninden râzýyým (yâni bu dîni kabûl edenlerden, bu dînin emir ve yasaklarýna tâbî olanlardan râzý olurum. Onlarý severim). Bu dinde olmak ancak cömerdlikle ve iyi huylu olmakla tamam olur. Dîninizin tamam olduðunu her gün bu ikisi ile belli ediniz. (Hadîs-i kudsî-Taberânî)
    Muhammed aleyhisselâm bütün insanlara ve cinnîlere gönderilmiþ hak peygamberdir. Dîninin hükmü kýyâmete kadar devâm edecektir. Dîni, evvel gelen ve geçen peygamberlerin dinlerinin bâzý hükümlerini nesh etmiþ, hükmünü kaldýrmýþtýr. (Süleymân bin Cezâ)
    Allahü teâlânýn bildirdiði her din, iki kýsýmdýr. Îtikâd (inanýlacak hususlar) ve amel (yapýlmasý ve kaçýnýlmasý gereken hususlar). Bunlardan îtikâd her dinde aynýdýr. Îtikâd, dînin aslý ve temelidir. Din aðacýnýn gövdesidir. Amel (iþ) ise, aðacýn da llarý yapraklarý gibidir. (Ahmed Fârûkî)
    Allahü teâlâ, ilk peygamber Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede bir peygamber vâsýtasý ile insanlara bir din göndermiþtir. Bu peygamberlere Resûl denir. Her asýrda, en temiz bir insaný peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiþtir. R esûllere tâbi olan bu peygamberlere Nebî denir. Din iþlerinde âlimlerin sözleri mûteberdir. (Abdülhakîm Arvâsî)

  10. #50

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Dinde Bid'at:
    Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânýnda olmayýp, dinde sonradan ortaya çýkarýlan bozuk inanýþlar, sevap kazanmak niyetiyle yapýlan ibâdetler. Dinde yapýlan her türlü deðiþiklikler, yenilikler ve reformlar. (Bkz. Bid'at)

    DÎNÂR:
    Bir miskal (4.8 gram) aðýrlýðýndaki altýn para.
    Bir kimsenin infak edeceði (harcayacaðý) en fazîletli dînâr, çoluðuna-¤¤¤¤¤¤na infâk ettiði (harcadýðý) dînâr ile Allah yolunda hayvanýna infâk ettiði dînâr, bir de yine Allah yolunda arkadaþlarýna sarfettiði dînârdýr. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Allah yolunda infâk ettiðin bir dînâr, köle azâdý için infâk ettiðin bir dînâr, bir fakire sadaka olarak verdiðin bir dînâr, âilene sarfettiðin bir dînâr vardýr. Bunlardan sevâbý çok olaný âilene sarfettiðindir. (Hadîs-i þerîf-Müslim)

    DÝNSÝZ:
    Hiç bir dîne inanmýyan, ateist. (Bkz. Ateist)
    Bir babanýn, evlâdýný Cehennem ateþinden korumasý, dünyâ ateþinden korumasýndan daha mühimdir. Cehennem ateþinden korumak da, îmâný ve farzlarý ve harâmlarý öðretmekle, ibâdete alýþtýrmakla dinsiz ve ahlâksýz arkadaþlardan korumakla olur. Bütün dinsi zliklerin ve fenâlýklarýn (kötülüklerin) baþý, kötü arkadaþtýr. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    DÝRÂYET:
    Zekâ, bilgi, idâre kâbiliyeti.

    Dirâyet Tefsîri:
    Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açýklamalar) esas alýnarak, Kur'ân-ý kerîmin lisan bilgilerine ve zamanýn fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapýlan açýklamasý. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.
    Dirâyet tefsîrlerinin doðruluðu, nakle uygunluðu ile anlaþýlýr. Tefsîr âlimleri, nakle uygun te'villeri de tefsîr olarak kabûl etmiþlerdir. Nakle uymayan Dirâyet tefsîrleri, tefsîr deðil, yazanýn þahsî düþüncesi olur. Nitekim hadîs-i þerîfte; "Kur'ân'ý kendi görüþü ile açýklayan hatâ etmiþtir" buyruldu. Bunun içindir ki, Kur'ân-ý kerîmde mânâsý açýk olmayan âyet-i kerîmelerden yalnýz akla güvenip, yanlýþ te'viller yapýlarak yanlýþ mânâlar çýkarýlmasý netîcesinde yetmiþ iki dalâlet (bozuk) fýrka ortaya çýktý. (Abdülhakîm Arvâsî)

    DÝRHEM:
    Ýslâmiyet'ten önce ve sonra kullanýlan deðiþik aðýrlýktaki gümüþ paralar.
    Bir dirhem fâiz (almak ve vermek) otuz zinâdan daha günâhtýr. (Hadîs-i þerîf-Kimyây-ý Seâdet)
    On dirhemlik elbisenin, bir dirhemi haram olsa, o elbise ile kýlýnan namazlar kabûl olmaz (namaz borcundan kurtulur fakat sevâb kazanmaz) . (Hadîs-i þerîf-Kimyây-ý Seâdet)
    Dirhem kelimesi necâset bahsinde ayrý, zekât bahsinde ayrý mânâ ifâde etmektedir. Necâsette bir miskal ile (4,8 gr.) aðýrlýk kasd edilirken, zekâtta tamâmen þer'î dirhem (3,365 gr.) aðýrlýk ifâde etmektedir. Örfî dirhem bundan daha az (3,20 gr.) aðýr lýkta idi. (Ýbn-i Âbidîn)
    Deride, elbisede, namaz kýlýnan yerde dirhem miktârý veya daha çok kaba necâset yok ise, namaz sahîh olur ise de, dirhem miktârý bulunursa, tahrîmen mekrûh olur ve yýkamak vâcib olur. Dirhemden çok ise yýkamak farzdýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    Dirhem-i Þer'î:
    Peygamber efendimiz zamânýnda kullanýlan (3,36) üç gram ve otuz altý santigram aðýrlýðýndaki gümüþ para.

    Dirhem-i Urfî (Dirhem-i Örfî):
    Bir memlekette kullanýlmasý âdet olan veya hükûmetlerin kabûl ettikleri belli aðýrlýktaki dirhem.
    Dirhem-i þer'îden hafîf olan dirhem-i urfîlerle zekât hesâb etmek câiz deðildir. 3.365 gram aðýrlýðýnda olan dirhem-i þer'î ile hesap yapmak lâzýmdýr. (Ýbn-i Âbidîn)

Sayfa 5/7 ÝlkÝlk 1234567 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •