Âyet-el Kürsî:
Kur'ân-ý kerîmde Bekara sûresinin, fazîletiyle bilinen 255. âyet-i kerîmesi.
Kur'ân-ý kerîmdeki âyetlerin en üstünü Bekara sûresinde bulunan Âyet-el-kürsî'dir. Bu âyet, bir evde okunduðu zaman, þeytan muhakkak oradan uzaklaþýr. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)
Farz namazlardan sonra Âyet-el-kürsî okuyan kimse ile Cennet arasýnda ölümden baþka mâni yoktur. (Hadîs-i þerîf-Rûh-ul-Beyân)
Evinden çýkarken Âyet-el-kürsî'yi oku. Zîrâ, her iþinde muvaffak olur ve hayýrlý iþler baþarýrsýn. Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: "Bir kimse, evinden çýkarken Âyet-el-kürsî'yi okursa, Hak teâlâ, yetmiþ meleðe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istigfâr ederler. (Allahü teâlâdan günâhýnýn baðýþlanmasýný isterler) " Evine gelince de okursan iki Âyet-el-kürsî arasýndaki iþlerin hayýrlý olur ve fakirliðin önlenir. (Süleymân bin Cezâ)
Namazlardan sonra hemen Âyet-el-kürsî okumak lâzým iken, önce selâten tüncinâyý ve baþka duâlarý okumak bid'attýr, sapýklýktýr. Bunlarý Âyet-el-kürsî'den ve tesbihlerden sonra okumalýdýr. (Ali Mahfûz)
Fâtiha, Âyet-el-kürsî, Kâfirûn, Ýhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okumak hastaya þifâ verir. (Muhammed Osman Dehlevî)

Âyet-i Muhkeme:
Muhkem âyet. Çoðulu âyât-ý muhkemât'týr.
1. Kur'ân-ý kerîm.
Ýlim üçtür: Âyet-i Muhkeme, Sünnet-i Kâime (Hadîs-i þerîf) ve Fârîdat-ý Âdile (Kitaba ve sünnete uygun ilim, yâni icmâ ve kýyas). (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd)
2. Kur'ân-ý kerîmde mânâsý açýk olan âyet-i kerîmelere verilen ad. (Bkz. Muhkem)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Habîbim) sana kitâbý indiren O'dur. O'ndan bir kýsmý âyât-ý muhkemâttýr ki, bunlar Ümmül-kitâbdýr (Kur'ân-ý kerîmin aslýdýr, temelidir. Hükümlerde bunlara dayanýlýr) . (Âl-i Ýmrân sûresi: 7)

ÂYÝSE:
Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiþ yaþlý kadýn.
Kadýn elli beþ yaþlarýnda âyise olur. Hâmile (gebe) ve âyise kadýnlardan ve dokuz yaþýndan küçük kýzlardan gelen kanlar, hayz (âdet) kaný olmaz. Hastalýk sebebiyle gelen bu kan istihâza yâni özür kanýdýr. (Ýmâm-ý Birgivî)

AYN:
Birþeyin kendisi.
1. Boþlukta yer kaplayan ve aðýrlýðý olan yâni tartýlabilen her þey, madde, cisim.
Dünyâ ayn ve araz (özellikler) dan meydana gelmiþtir. Meselâ kalem, silgi birer ayndýr. Bunlarýn rengi, kokusu ise, arazdýr. (Seyyid Þerîf Cürcânî, Teftezânî)
2. Alýþ-veriþte, belli, meydanda, mevcut ve hâzýr olan veya hâzýr olmayýp da bulunduðu yeri, cinsi, miktârý belli edilen mal.
Alýþ-veriþte söz kesilirken, ayn olan malýn kendisini vermek lâzýmdýr. Benzeri hattâ daha iyisi olmasý için müþteri (alýcý) zorlanamaz. Fakat müþteri rýzâsý ile alýrsa mukâyada satýþý, yâni belli bir malý, baþka belli bir mal, ile deðiþtirmek olur. (Ýbn-i Âbidîn)
Altýn ve gümüþten baþka mallar, söz kesilirken tâyin etmekle (belirlemekle) ayn olurlar. Deyn olan (tâyin edilmeyen) mal altýn ve gümüþ, sözleþmede ayrýlmadan önce kabz olunmakla (eline almak ve cebine koymakla) ayn olurlar. (Ýbn-i Âbidîn)
3. Ýnsanýn zekât için ayýrdýðý ve yanýnda hazýr bulunan malý.
Ayn olan malýn zekâtýný ayn olarak vermek lâzýmdýr. Ayn olan malýn kýrkta biri ayrýlýp verilir. (Ýbn-i Âbidîn)
Deyn olan (baþkasýnda bulunan) malýn zekâtý, ayn olarak verilir. Yâni, baþkasýnda bulunan malýnýn zekâtýný, hazýr olan malýndan vermek lâzýmdýr. Hâzýr malý yoksa baþkasýndaki malýndan zekât miktârýný isteyip, teslim alýp, sonra bu fakire verilir. (Ýbn-i Âbidîn)
Ayn olan malýn zekâtýný deyn olarak vermek câiz deðildir. Yâni hâzýr olan malýn zekâtý olarak fakirdeki alacaðýný bu fakire baðýþlamak câiz deðildir. (Ýbn-i Âbidîn)

Ayn Harfi:
Kur'ân-ý kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radýyallahü anh namaz kýldýrýrken, ayakta okumayý bitirip, rükû'a eðildiði yeri gösteren iþâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadýr.

Ayn-el-Yakîn:
1. Görerek bilme.
Ekvator gibi sýcak memleketlerde yaþayan kar görmemiþ bir kimsenin kitabdan okuyarak veya birisinden dinleyerek karýn ne olduðunu öðrenmesi, ilm-ül-yakîn, karý görerek tanýmasý, ayn-el-yakîn, karý eline ve aðzýna alýp tadarak tanýmasý hakkü'l-yakîn o lur. (Ahmed Mekkî Efendi)
2. Hadîs-i þerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyý görüyormuþ gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ýþýðýn kalbde parlamasý. Zamanýmýzda tarîkata girmiþ bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almýþ, bundan yüksek m ertebe olmaz sanýyor. Ýlm-ül-yakîne saplanýp, ayn-ül-yakînden mahrum kalmýþlardýr. (Ýmam-ý Rabbânî)
Ayn-ül-yakîn mertebesi ümmetin seçilmiþlerine mahsûstur. (Ýmâm-ý Rabbânî)

AZÂB:
Ýþlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Nîmetlerimin kýymetlerini bilir, emrettiðim gibi kullanýrsanýz, onlarý artýrýrým. Kýymetlerini bilmez, bunlarý beðenmezseniz, elinizden alýr, þiddetli azâb ederim. (Ýbrâhim sûresi: 7)
Allahü teâlânýn, bir kuluna rahmet etmiyeceðine, ona gadab ve azâb edeceðine alâmet, dünyâya ve âhirete faydasý olmayan þeylerle meþgûl olmasý, zamanlarýný lüzumsuz þeylerle öldürmesidir... (Hadîs-i þerîf-Mektûbât-ý Rabbânî)
Yâ Rabbî! Bizi gadabýnla öldürme, azâbýnla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle. (Hadîs-i þerîf-Mir'ât-ý Kâinât)
Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyý dinden üstün tutmadýkça, Allahü teâlânýn gadabýndan, azâbýndan kurtulurlar. Dîni býrakýp, dünyâya sarýlýrlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ onlara, yalan söylüyorsunuz! buyurur. (Hadîs-i þerîf-Kimyâ-i Seâdet)
Nasîhatlarýn baþý þudur ki: Ýslâmiyet'in sâhibi olan Peygamber efendimize uymak lâzýmdýr. Resûlullah'a uymayanlar, âhirette azâbdan kurtulamaz. (Ýmâm-ý Rabbânî)
Allahü teâlânýn, bir kuluna rahmet etmiyeceðine, ona gazâb ve azab edeceðine alâmet, dünyâya ve âhirete fâidesi dokunmayan þeylerle meþgul olmasý, zamanlarýný lüzumsuz þeylerle öldürmesidir. Bir kimse, ömründen bir saati Allahü teâlânýn beðenmediði b ir þeyde geçirirse, ne kadar çok piþman olsa yeridir. (Ýmâm-ý Gazâlî)

ÂZÂD:
Kurtulmuþ, serbest.
Ýnsanoðlu, gönül verdiði þeyin kulu olur. Ârifler, Allahü teâlâdan baþkasýna kalblerini baðlamadýklarýndan, O'ndan baþkasýnýn kulu olmaktan âzâd olmuþlardýr. Cenâb-ý Hakk'a tam anlamýyla kul olan, O'ndan baþkasýna kul olmaktan âzâd olur. (Ýbn-i Arabi)