Beðeni Beðeni:  0
Sayfa 1/7 1234567 SonSon
61 sonuçtan 1 ile 10 arasý

Konu: Dini Sözlük (A'dan Z'ye)

  1. #1

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Dini Sözlük (A'dan Z'ye)




    Dini Sözlük A
    ÂLEM:
    Allahü teâlâdan baþka her þey, Allahü teâlânýn yarattýðý þeylerin hepsi, kâinât, varlýklar.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Elbette Allahü teâlânýn bu âlemlere hiç ihtiyâcý yoktur. (Ankebût sûresi: 6)
    Bütün varlýklar, Allahü teâlânýn varlýðýna alâmet (delîl) olduðu, O'nun varlýðýný gösterdiði için, mahlûklarýn (yaratýlmýþlarýn) hepsine "Âlem" denmiþtir. Varlýklarýn ayný cinsten olanlarýnýn her birine de, âlem, meselâ, insanlar âlemi, melekler âlem i, hayvanlar âlemi, cansýz maddeler âlemi denir. (Teftâzânî, Seyyid Þerîf Cürcânî, Senâullah Pânî Pütî)
    Âlem sonradan yaratýlmýþtýr. Çünkü devamlý deðiþikliðe uðramaktadýr. Böyle her deðiþen þey sonradan var edilmiþtir. Âlem de devâmlý deðiþtiði için, o da sonradan yaratýlmýþtýr. (Reyhâvî)
    Cisimlerin, maddelerin, durmadan deðiþmeleri, birbirlerinden meydana gelmeleri sonsuz olarak gelmiþ deðildir. Yâni âleme, böyle gelmiþ, böyle gider denilemez. Bu deðiþmelerin bir baþlangýcý vardýr. Deðiþmelerin bir baþlangýcý var demek, âlemin var ol uþunun bir baþlangýcý var demektir. Yâni âlem yok iken, hepsi yoktan yaratýlmýþ ve yine yok olacaklardýr demektir. Âlemi yoktan yaratan ise, hep var olan, hiç deðiþmeden, sonsuz var olan Allahü teâlâdýr. (Ahmed Âsým Efendi) Mihneti kendine zevk etmektir âlemde hüner, Gam ve neþe insanda, böyle gelir böyle gider.
    (Seâdet-i Ebediyye)

    Âlem-i Kebîr (Büyük Âlem):
    Ýnsandan baþka bütün mahlûkât, kâinat ve içindekiler.
    Âlem-i kebîrdeki mahlûklarýn en þereflisi ve en büyüðüArþ'dýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Âlem-i Ecsâd:
    Yerler, daðlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartýlabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i þehâdet ve âlem-i mülk de denir.

    Âlem-i Emr:
    Arþýn üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacaðý âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsýzlýk âlemi de denir.
    Âlem-i emrde sýrayla; kalb, rûh, sýr, hafî, ahfâ denilen beþ latîfe (makam, mertebe) vardýr. (Ahmed Fârûk-i Serhendî)
    Âlem-i halkýn ötesi, âlem-i emrdir. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Âlem-i emr bâzý bakýmlardan âlem-i halktan üstün ise de, küllî fazîlet yâni her bakýmdan üstünlük âlem-i halktadýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Âlem-i Ervâh:
    Ruhlar âlemi. (Bkz. Âlem-i Emr)

    Âlem-i Mânâ:
    1. Rüyâ âlemi.
    Peygamber efendimizi âlem-i mânâda görmek büyük bir devlet, büyük bir nîmettir. Nitekim hiç bir kâfir, hiç bir zýndýk, hiç bir mürted, hiç bir sûretle Peygamber aleyhissalâtü vesselâmý âlem-i mânâda göremez. Zîrâ münâsebetleri yoktur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)
    Âlim ve sâlih bir zât olan Yûsuf bin Hüseyin'i mânâ âleminde gördüler. Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptý, dediler. Rahmetiyle muâmele etti. Ne ile dediler. Hiç bir zaman ciddî söze þaka karýþtýrmadýðým için, dedi. (Ýmâm-ý Gazâlî)
    2. Âlem-i emr. (Bkz. Âlem-i Emr)

    Âlem-i Melekût:
    Madde, his, akýl, ölçü âleminin üstündeki âlem.
    Ýlimlerin hepsi his yollarý ile deðildir. Bir kýsmý da âlem-i melekûta âittir. Bu dünyâ için yaratýlmýþ olan hisler, âlem-i melekûtun bilinmesine perde olurlar. Onlardan kurtulmadýkça aslâ o âleme yol bulunmaz. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    Âlem-i Misâl:
    Varlýklarýn kendilerinin deðil de sûretlerinin, görünüþlerinin bulunduðu âlem.
    Âlem-i misâl, âlem-i þehâdet gibi vardýr. Vehim ve hayâl deðildir. Âlem-i misâl bütün âlemlerin (yaratýlmýþlarýn) en geniþidir. Âlemlerin hepsinde bulunan her þeyin âlem-i misâlde bir sûreti, bir görünüþü vardýr. Akla hayâle gelen þeylerin, mânâlarýn bu âlemde bir sûreti, görünüþü vardýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Âlem-i Sagîr:
    Yaratýlmýþlarýn hepsinden kendisinde bir nümûne bulunduðu için insana verilen ad.
    Ýnsan, âlem-i kebîrdeki (insan dýþýnda bulunan âlemdeki) her þeyi kendinde topladýðýndan, mahlûklarýn (yaratýlan varlýklarýn) en kýymetlisi olduðu gibi, kalb de âlem-i sagîrde bulunan her þeyi kendinde topladýðý için çok kýymetlidir. Kalbe Âlem-i asg ar (en küçük âlem) ismi verilmektedir. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Âlem-i Süflî:
    Dünyâ.

    Âlem-i Zâhir:
    Görünen âlem, dünyâ.

    ALEVÎ:
    Hazret-i Ali'ye mensûb olan.
    1. Hazret-i Ali'nin hazret-i Fâtýma'dan olan çocuklarý: Hazret-i Hasan, hazret-i Hüseyin ve kýyâmete kadar çocuklarý. Hazret-i Hasan'ýn çocuklarýna þerîf, hazret-i Hüseyin'in çocuklarýna seyyid denir.
    2. Hazret-i Ali ve çocuklarýný sevenler ve onlarýn yolunda gidenler. Bunlar diðer Eshâb-ý kirâmýn da hepsini severler. Ehl-i sünnet müslümanlarý böyledir.
    3. Bu isimden faydalanarak diðer müslümanlarý kendi inançlarýna çekmek isteyen Eshâb-ý kirâm düþmaný kimseler.
    Hurûfî denilen bozuk kimseler, temiz müslüman olan hakîkî Alevîleri aldatmak için kendilerine Alevî diyorlar. Bu güzel ismi maske olarak kullanýyorlar. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

    ALEYHÝMÜRRIDVÂN:
    Allahü teâlânýn rýzâsý onlarýn üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzý olsun mânâsýna duâ ve hürmet ifâdesi. Ýkiden fazla Eshâb-ý kirâmýn ismi anýldýðýnda, iþitildiðinde ve yazýldýðýnda söylenir ve yazýlýr. Bir kiþi için aleyhirrýdvân, iki kiþi için aleyhimerrýdvân denir.
    Eshâb-ý kirâm aleyhimürrýdvân, peygamberlerden sonra mahlûklarýn (yaratýlmýþlarýn) en üstünüdürler. (Ömer Nesefî)
    Eshâb-ý kirâm aleyhimürrýdvân, Peygamber efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) son derecede çok severlerdi. Uðrunda, canlarýný, mallarýný, mülklerini, çoluk-çocuklarýný, baba ve analarýný ve vatanlarýný terk ve fedâ ettiler. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)

    ALEYHÝSSELÂM:
    Allahü teâlânýn selâmý onun üzerine olsun mânâsýna daha çok peygamberler ve dört büyük melek için kullanýlan duâ ve tâzim (saygý) ifâdesi. Ýki kiþi için aleyhimesselâm, daha çok kiþi için aleyhimüsselâm denir.
    Muhammed aleyhisselâm; "Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarýndan korkuyorum. Bunlar nefse uymak ve ölümü unutup, dünyâ arkasýndan koþmaktýr" buyurdu. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Seâdet sâhibi o kimsedir ki, Azrâil aleyhisselâm gelip ona; "Korkma, Erhamürrâhimîne (Allahü teâlâya) gidiyorsun. Asýl vatanýna kavuþuyorsun. Büyük devlete eriþiyorsun" der. Böyle kimseye bundan daha þerefli sevinçli ve mutlu bir gün yoktur. (Abdülhakîm Arvâsî)

  2. #2

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    ALEYHÝSSALÂTÜ VES-SELÂM:
    Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i þerîfi söylenince, yazýlýnca ve iþitilince söylenen ve yazýlan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsýna duâ ve tâzim (saygý) ifâdesi. Ýki kiþi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyh imüssalâtü ves selâm denir.
    Peygamber efendimiz aleyhissalâtü ves-selâm buyurdu ki: "Cehennem'e girmesi haram olan ve Cehennem'in de onu yakmasý haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylýk, yumuþaklýk gösteren mü'mindir." (Hadîs-i þerîf-Buhârî)

    ÂL-Ý ÝMRÂN:
    Ýmrân âilesi. Süleymân aleyhisselâmýn evlâdýndan Ýmrân bin Mâsân'ýn kendisi veya onun kýzý hazret-i Meryem ile oðlu hazret-i Îsâ. Âl-i Ýmrân'ýn, Yâkûb aleyhisselâmýn evlâdýndan Ýmrân binYeshâr'ýn kendisi veya oðullarý Mûsâ ile Hârûn aleyhisselâmýn ol duðu da bildirilmiþtir.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Gerçekten Allahü teâlâ, Âdem'i, Nûh'u, Âl-i Ýbrâhim'i, Âl-i Ýmrân'ý (peygamberlik, rûhî ve bedenî üstünlükler vermek sûretiyle kendi zamanlarýndaki) âlemlerin üzerine mümtâz kýldý (seçti) . (Âl-i Ýmrân sûresi: 33)

    Âl-i Ýmrân Sûresi:
    Kur'ân-ý kerîmin üçüncü sûresi.
    Âl-i Ýmrân sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuþtur (inmiþtir). Ýki yüz âyet-i kerîmedir. Otuz üçüncü âyet-i kerîmede geçen Âl-i Ýmrân kelimesi sûreye isim olmuþtur. Sûrede, Allahü teâlânýn birliði, yüce sýfatlarý bildirilmekte, bütün peygamberler in tasdîk edilmesi emredilmekte, onlarýn hepsinin Allahü teâlânýn kullarý olduðu, bâzýsýný inkâr etmenin bâzýsýný ilah edinmenin yanlýþlýðý açýklanmakta, müslümanlara, Allahü teâlânýn maddî ve mânevî ihsanlarý hatýrlatýlarak, bir hikmetten dolayý zaman zaman karþýlaþtýklarý zahmetlere, musîbetlere sabretmeleri tavsiye edilmekte ve daha baþka hususlar bildirilmektedir. (Ýbn-i Abbâs, Kurtubî)
    Âl-i Ýmrân sûresinde meâlen buyruldu ki:
    Rabbinizden maðfiret istemeðe ve Cennet'e girmeðe koþunuz. Bunun için çalýþýnýz. Cennet'in büyüklüðü gökler ve yer kadardýr. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazýrlandý. Bunlar, az bulunsa da, mallarýný Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi af ederler. Allahü teâlâ, iyilik edenleri sever. (Âyet: 133-134)
    Kýyâmet gününde Kur'ân-ý kerîm ve onunla amel edenler getirilirler. Kur'ân-ý kerîmin önünde, (en uzun olduklarý ve en çok hüküm kendilerinde olduðu için) Bekara ve Âl-i Ýmrân sûreleri bulunacaktýr. Bu iki sûre sanki iki bulut yâhut aralarýnda bir nûr bulunan iki siyah gölgelik veya sâhiblerini müdâfaa eden (savunan) saf baðlamýþ uçan iki kuþ topluluðu gibi olacaklardýr. (Hadîs-i þerîf-Müslim)

    ALÎM (El-Alîm):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Devâmlý ve eksiksiz bilen.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    O, her þeyi alîmdir. (Hadîd sûresi: 5)
    El-Alîm ismi þerîfini söylemeye devâm edene mânevî sýrlar açýlýr, hikmet ve mârifete kavuþur. (Yûsuf Nebhânî)

    ÂLÝM:
    Bilen, ilim sâhibi.
    1. Her þeyi bilen mânâsýna Allahü teâlânýn sýfatlarýndan biri.
    Allahü teâlâ gizliyi de âþikar olaný da âlimdir. (Haþr sûresi: 22)
    2. Zamânýn fen ve edebiyât bilgilerinde yetiþmiþ, Kur'ân-ý kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i þerîfin mânâsýný ezberden bilen, Ýslâm'ýn yirmi ana ilmi ve bunlarýn kollarý olan seksen ilminde mütehassýs (uzman), tasavvufun (evliyâlýðýn) en yüksek derecesi ne ulaþmýþ, yetiþmiþ ve yetiþtirebilen müctehid.
    Âlimler peygamberlerin vârisleridir. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Ümmetimin âlimlerine hürmet ediniz. Onlar yeryüzünün yýldýzlarýdýr. ( Hadîs- i þerîf-Künûz-ül-Hakâik)
    Âlimin yüzüne bakmak Ýbâdettir. (Hadîs-i þerîf-Künûz-ül-Hakâik)
    Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden hayýrlýdýr. (Hadîs-i þerîf-Ýhyâ-u ulûmiddîn)
    Âlimleri hafife alanlarýn âhireti, ümerâyý (devlet baþkanlarýný) hafife alanlarýn dünyâsý, dostlarýný hafife alanlarýn mürüvveti (insanlýðý) yýkýlýr. (Abdullah bin Mübârek)
    3. Bir ilim dalýnda yetiþmiþ mütehassýs kimse (uzman).
    Allahü teâlâ birine iyilik vermek isterse onu fýkýh âlimi yapar. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Fýkýh âlimleri kýymetlidir. Onlarla berâber bulunmak ibâdettir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Âlimin kýymetini ancak âlim anlar. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
    4. Öðreten, öðretici.
    Ya âlim, ya talebe, yâhut bunlarý dinleyici ol. Bu üçten olmazsan helâk olursun. (Hadîs-i þerîf-Ahmed ibni Hanbel) Âlimin bir nazarý bulunmaz hazînedir Bir sohbeti yýllarca bitmez kütüphânedir.
    (Seâdet-i Ebediyye)

    ALÝYY (El-Aliyy):
    Allahü teâlânýn Esmâ-i hüsnâsýndan (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtýn (yaratýlmýþlarýn) akýl, ilim (bilgi) ve anlayýþlarýnýn eriþemediði yücelikte olan.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    "O (Allah) Aliyy'dir. Hakîm (her iþinde hikmet sâhibi) dir. (Þûrâ sûresi: 51)
    El-Aliyy ism-i þerîfini söyleyen, iþlerinde muvaffak olup ilerler. (Yûsuf Nebhânî)

    ALLAH (Celle Celâlühü):
    Esmâ-i hüsnâdan. Varlýðý muhakkak lâzým olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her þeyi yoktan var eden yüce yaratýcý.
    Allahü teâlâ zâtý ile vardýr. Varlýðý kendi kendiyledir. Þimdi var olduðu gibi, hep vardýr ve hep var olacaktýr. Varlýðýnýn önünde ve sonunda da yokluk olamaz. Çünkü onun varlýðý lâzýmdýr. (Teftezânî)
    Allahü teâlâ madde deðildir. Cisim deðildir (element deðildir. Karýþým, bileþik deðildir). Sayýlý deðildir. Ölçülmez. Hesab edilmez. O'nda deðiþiklik olmaz. Mekanlý deðildir. Bir yerde deðildir. Zamanlý deðildir. Öncesi, sonrasý, önü arkasý, altý-üst ü, saðý-solu yoktur. Ýnsan düþüncesi, insan bilgisi, insan aklý, O'nun hiçbir þeyini anlýyamaz. (Mevlâna Hâlid-i Baðdâdî)
    Bütün varlýklarýn her organýnýn her hücresinin yaratýcýsý, yoktan var edicisi yalnýz Allahü teâlâdýr. O, akla hayâle gelenlerin hepsinden uzaktýr. Hiçbiri O deðildir. Ancak Kur'ân-ý kerîmde, bizzat kendisinin açýkladýðý sýfatlarýný, isimlerini ezberl eyip, ulûhiyetini (ilâhlýðýný), büyüklüðünü bunlarla tasdik ve ikrâr etmeli, söylemelidir. Akýllý ve büluð çaðýna ermiþ erkek ve kadýn her müslümanýn, Allahü teâlânýn Zâtî ve Subûtî sýfatlarýný doðru olarak öðrenmesi ve inanmasý lâzýmdýr. Herkese ilk farz olan þey budur. Bilmemek özür olmaz, büyük günâhtýr. (Kemahlý Feyzullah Efendi)
    Allahü teâlânýn zýddý, tersi, benzeri, ortaðý, yardýmcýsý, koruyucusu yoktur. Anasý, babasý, oðlu, kýzý, eþi yoktur. Hýristiyanlar Allahü teâlâya baba demektedirler. Allahü teâlâya "baba", "Allah baba" diyenin îmâný gider. Müslümanlýktan çýkar. (Kemahlý Feyzullah Efendi)
    Allahü teâlâyý Ýslâmiyetin bildirdiði isimler ile anmak söylemek lâzýmdýr. Allah adý yerine tanrý kelimesi kullanýlamaz. Çünkü tanrý, ilâh, mâbûd demektir. (Baþka dillerdeki Dieu, Gott ve God kelimeleri de ilâh, mâbûd mânâsýna kullanýlabilir.) Allah adý yerine kullanýlamaz. (Seyyid Þerîf)
    Cumâ günü namazdan önce abdestli, elbisesi temiz ve kalbinden dünyâ düþüncelerini çýkarmýþ olarak iki yüz kerre "Yâ Allahü el-mahmûdü fî fiâlihi" derse, Allahü teâlâ onun hastalýðýna þifâ verir. (Yûsuf Nebhânî) Allah adýn zikredelim evvelâ Vâcib oldur cümle iþte her kula Allah adýn her kim ol evvel ana Her iþi âsân (kolay) eder Allah ana ........ Bir kez Allah dise aþk ile lisân Dökülür cümle günah misli hazan.
    (Süleymân Çelebi)

  3. #3

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Allah Râzý Olsun:
    llahü teâlâ, senin ahlâkýný, iþlerini ýslâh edip, seni râzý olduðu (beðendiði) hâle getirsin, mânâsýnda duâ. (Bkz. Radýyallahü anh)

    ALLÂME:
    Ýslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunlarýn kollarý olan seksen ilminde mütehassýs ve evliyâlýk derecelerinde yükselmiþ, ayrýca lâzým olduðu kadar zamanýn fen ve edebiyat ilimlerinde de yetiþmiþ zât. Âlim kelimesinin mübâlaðalý ismi fâilidir. (Bkz. Âlim)
    Allâme Molla Fenârîler, Molla Hüsrevler, Hayâlîler, Gelenbevîler, Ýbn-i Kemâller, Ebüssüûdlar, Birgivîler, Ýbn-i Âbidînler, Abdülganî Nablüsîler, Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdîler, Abdülhakîm-i Arvâsîler, Mustafa Sabri Efendiler ve daha nice fýkýh ve kelâm âlimleri, hattatlar, Mîmâr Sinanlar, Sokullular, Köprülüler hep Osmanlý Devletinde yetiþmiþ ve yüzbinlerce ilim kitaplarý her vilâyetteki millî kütüphâneleri doldurmuþtur. (Fâideli Bilgiler)
    Allâme Ýmâm-ý Birgivî buyuruyor ki:
    Zevk ve safâ sürmek için çok yaþamaðý istemek Tûl-i emel (uzun emel) olur. Ýbâdet yapmak için çok yaþamayý istemek tûl-i emel olmaz. Tûl-i emel sâhipleri, ibâdetleri vaktinde yapmazlar, sonra tövbe ederim diyerek tövbeyi terk ederler, kalbleri katý o lur, ölümü hatýrlamazlar, va'z ve nasîhat kendilerine fayda vermez. Dünyâlýk toplamaya çok hýrslý olurlar, âhireti unuturlar.
    Kibirli olmak, Allahü teâlâyý unutmanýn alâmetidir.

    ALLÂM-UL-GUYÛB:
    Gâibleri (görünmeyen ve bilinmeyen gizli þeyleri) çok iyi bilen mânâsýna, Allahü teâlânýn isimlerinden.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Münâfýklar bilmezler mi ki, Allahü teâlâ, þüphesiz onlarýn içlerinde gizlediklerini de, fýsýltýlarýný da biliyor ve muhakkak ki Allahü teâlâ Allâm-ul-guyûb'dur. (Tevbe sûresi: 78)

    A'MÂL-Ý ÞER'ÝYYE:
    Ýslâm dîninde yapýlmasý emredilen ibâdetler ve iþler. (Bkz. Amel)

    AMDEN:
    Kasten, bilerek, bile bile yapmak.
    Hadîs imâmlarý söz birliði ile bildiriyorlar ki: Bir namazý vaktinde amden kýlmayanýn, namaz vakti geçerken, namaz kýlmadýðý için üzülmeyenin îmâný gider veya ölürken îmânsýz gider. Ya namazý hâtýrýna bile getirmeyenlerin, namazý vazîfe tanýmayanlarý n hâli nasýl olur? (Muhammed Rebhâmî)
    Bir kimse birine amden ok atýp baþka birini de yaralasa ve her ikisi de ölse okun önce vurduðu kimse için kýsas olunur. Çünkü oku amden atmýþtýr. (Molla Hüsrev)

    AMEL:
    Ýþ, ibâdet.
    Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur. (Hadîs-i þerîf-Buhârî, Müslim)
    Allahü teâlâ sûretlerinize ve amellerinize bakmaz, kalblerinize ve niyetlerinize bakar, yâni iyi niyetle olan amellerinize kýymet verir. (Hadîs-i þerîf-Câmi-us-Sagîr)
    Bildiði ile amel eden kimseye Allahü teâlâ bilmediðini öðretir. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Allahü teâlânýn affý ile Cehennemden kurtulursunuz. Rahmeti ile Cennete girersiniz. Amellerinize göre mertebeniz ve dereceniz olur. (Avn bin Abdullah)
    Amellerin en kýymetlisi, mü'minin kalbine sürûr (sevinç) vermektir (mü'mini sevindirmektir). (Muhammed bin Sûka)
    Amellerin kabûl olmasý ihlâsa, yâni bütün iþleri yalnýz Allahü teâlânýn rýzâsýna, sevgisine kavuþmak için yapmaða baðlýdýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Amel Defteri:
    Ýnsanlarýn dünyâda iken yaptýðý bütün iþlerinin yazýldýðý ve Arasât meydanýnda herkese verilecek olan defter.
    Bir kimse kýyâmette mîzâna getirilir. Sonra herbirinin büyüklüðü, gözün görebileceði uzunlukta olan doksan dokuz amel defteri getirilir. Bu defterlerde o kimsenin iyilik ve kötülükleri yazýlýdýr... (Hadîs-i þerîf-Eþ-Þerîa)
    Ýnsanlar kýyâmet günü bir yerde toplanýrlar. Onlarýn üzerine siyâh bir bulut gelir. O bulut, insanlar üzerine amel defterlerini yaðdýrýr. Mü'minin amelleri, sanki gül yapraðý üzerine yazýlmýþtýr. Kâfirlerin ise, sedir yapraðý üzerine yazýlmýþ gibidir . (Ýmâm-ý Gazâlî)

    Amel-i Kalîl:
    Namaz kýlarken bir rükünde bir uzuvla yapýlan ve namazdan sayýlmayan bir veya iki hareket.
    Namazda amel-i kalîl mekrûhtur. Zararlý haþerâtý namazda iken amel-i kalîl ile öldürmek câiz, ýsýrmayaný tutmak ve öldürmek mekrûhtur. (Ýbn-i Âbidîn)

    Amel-i Kesîr:
    Namaz kýlarken, bir rükünde namazdan sayýlmayan ve bir uzuvla ardý ardýna yapýlan üç veya iki elin bir hareketi.
    Amel-i kesîr namazý bozar. (Alâüddîn Haskefî)
    Ýmâm, amel-i kesîr olacak kadar tegannî ederse, yâni sesi boðazýnda tekrarlayýp, türlü sesler çýkarýrsa, yâhut üç harften fazla ilâve ederse namazý bozulur. (Ýbn-i Âbidîn)

    Amel-i Sâlih:
    Ýyi amel, yararlý iþ. Allahü teâlânýn râzý olduðu, beðendiði iþ, ibâdet.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Erkek ve kadýndan her kim mü'min (îmânlý) olarak amel-i sâlih iþlerse, iþte onlar Cennet'e girerler, orada hesâbsýz olarak, rýzýklandýrýlýrlar. (Mü'min sûresi: 40)
    Bir kimse, zulm yâni günah iþleyip, sonra tövbe eder amel-i sâlih iþlerse, Allahü teâlâ tövbesini elbette kabûl eder. (Mâide sûresi: 39)
    Rabbine kavuþmak isteyen bir kimse, amel-i sâlih, iþlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koþmasýn. (Kehf sûresi: 110)
    Amel-i sâlih, Ýslâm'ýn beþ rüknü, direðidir. Ýslâm'ýn bu beþ temelini, bir kimse hakký ile kusûrsuz yaparsa, Cehennem'den kurtulmasý kuvvetle umulur. Çünkü bunlar aslýnda sâlih iþler olup, insaný günahlardan ve çirkin þeyleri yapmaktan korur. Nitekim , Kur'ân-ý kerîmde Ankebût sûresi kýrk beþinci âyetinde meâlen; "Kusursuz kýlýnan bir namaz, insaný kötü, çirkin iþleri iþlemekten korur" buyruldu. (Ýmâm-ý Rabbânî).
    Ýnsan kabre konulduðunda dünyâda iken yaptýðý amel-i sâlihleri güzel sûrette, güzel kokulu ve güzel elbiseli olarak yanýna gelir. "Beni bilmez misin?" der. O da der ki: "Sen kimsin ki, Allahü teâlâ seni benim þu garîb olduðum zamanda bana ihsân eyled i." O da der ki: "Ben senin sâlih amelinim (iþlerinim). Korkma, mahzûn olma! Biraz sonra Münker ve Nekîr melekleri gelirler ve sana süâl ederler. Onlardan korkma!" der. (Ýmâm-ý Gazâlî)

  4. #4

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Amelde Mezheb:
    Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ý kerîm, hadîs-i þerîf, icmâ ve Eshâb-ý kirâma âit nakilleri esas alarak, iþ ve ibâdetle ilgili hükmü açýkça bildirilmeyen husûslarda çýkardýðý hükümlerin hepsi. (Bkz. Müctehid)
    Amelde mezheblerin hak olaný dörttür. Bunlar: Hanefî, Þâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebleridir. Bu dört mezheb, îtikat (inanç) bakýmýndan birbirlerinden ayrý deðildir. Hepsi Ehl-i sünnet olup, îmânlarý, inanýþlarý, birdir. Yalnýz amel bakýmýndan bâzý u fak þeylerde ayrýlmýþlardýr. Böyle ayrýlmalarý Allahü teâlânýn rahmeti olup, müslümanlar için kolaylýktýr. (Ahmed Cevdet Paþa ve Þehristânî)

    ÂMENTÜ:
    Ýslâm dîninde inanýlmasý lâzým olan altý temel esas.
    Âmentü ve mânâsý: Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî vel yevmilâhiri ve bil kaderi hayrihî ve þerrihî minellahi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eþhedü enlâ ilâhe illallah ve eþhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühü (Allahü teâl âya, meleklerine, kitablarýna, peygamberlerine, âhiret gününe, kaderin, hayýr ve þerrin Allah'tan olduðuna îmân ettim. Öldükten sonra dirilmek haktýr. Allah'tan baþka ilâh olmadýðýna, Muhammed aleyhisselâmýn Allah'ýn kulu ve resûlü olduðuna þehâdet e derim).
    Âmentü'de bildirilen altý þeyin mânâlarýný bilip, beðenip, kabûl eden kimseye mü'min denir. (Kemahlý Feyzullah Efendi)
    Müslüman olmayan bir kimse, kelîme-i tevhîdi söyleyip mânâsýna kýsaca inanýnca, o anda müslüman olur. Fakat her müslüman gibi, bunun da imkân bulunca Âmentü'nün esaslarýný ezberlemesi ve mânâsýný iyice öðrenmesi lâzýmdýr. (Damâd)
    Bir çocuk küçük iken anasýnýn babasýnýn dînine tâbi olarak müslümandýr. Bâlið olunca anasýnýn babasýnýn dînine tâbi olmasý devâm etmez. Ýslâmiyet'i bilmiyerek bâlið olunca, mürted olur, müslümanlýktan çýkar. Bu sebeble âkýl-bâlið olmadan önce çocuða kelime-i tevhîdi Âmentü'yü ve bunlarýn mânâlarýný öðretmelidir. Çocuk bunlara ve Ýslâmiyet'e uymak lâzým olduðuna inanmalýdýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    ÂMÎ:
    Ýlmi olmayan kimse. Mukallid. Çoðulu avâm'dýr. (Bkz. Avâm)

    ÂMÝL:
    Ýþ yapan.
    1. Ýslâmiyet'in emirlerini yapýp, yasaklarýndan sakýnan.
    Allahü teâlâ sizden ilmi almak için, ilmiyle âmil olan âlimleri kaldýrýr, câhiller kalýr. (Bunlar) dinden suâl edenlere, kendi akýllarý ile cevâp verip insanlarý doðru yoldan ayýrýrlar. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Kýyâmet gününde, Resûller minberler üzerindedirler. Her bir Resûlün minberi kendi mertebesi miktârýncadýr. Ulemâ-i âmilîn, yâni Ehl-i sünnet îtikâdýnda olan ve bildikleri ile amel eden âlimler dahi nûrdan kürsîler üzerinde olurlar. (Ýmâm-ý Gazâlî)
    2. Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öþr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanmasý) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafýndan vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öðreten me'mur.
    Allahü teâlâ, Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Sadakalar (zekâtlar), Allahü teâlâdan bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, âmillere kalbleri müslümanlýða ýsýndýrýlmak istenilenlere, (efendisinden kendisini satýn alýp, borcunu ödeyince âzâd olacak) kölelere, borçlulara, cihâd ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlara, (kendi memleketinde zengin ise de, bulunduðu yerde yanýnda mal kalmamýþ ve çok alacaðý varsa da alamayýp muhtaç düþen) yolda kalmýþlara mahsûstur. (Tevbe sûresi: 60)
    Halka zulmeden âmiller Cennet'e giremez. (Hadîs-i þerîf-Kitâb-ül-Emvâl)
    Hazret-i Ömer, bir gün cemâate þöyle hitâb etti: "Ey mü'minler! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âmilleri sâdece zekâtlarýnýzý toplamalarý için göndermiyorum. Onlarý size; dîninizi öðretmeleri, rehberlik etmeleri için gönderiyorum. Allahü teâlâ þâhid, kime bunun hâricinde muâmele yapýlýrsa bana haber versin. Onun hakkýný alýp, gerekeni yaparým. Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir âmil halktan birisini dövse, ondan dövdüðü kimsenin hakkýný alýrým..." (Ebû Ubeyd bin Sellâm)

    ÂMÝN:
    Kabûl et mânâsýna, duâ sonunda söylenen söz.
    Her kim namazdan sonra imâm ile duâ edip, âmin derse, âmin kelimesinin harfleri dörttür, her harfine bin melek nâzil olur (iner). Bunlar tâ kýyâmet gününe kadar bu kimse için duâ ederler. (Hadîs-i þerîf-Miftâh-ül-Cenne)
    Allah'ým! Bize, yeterli rýzýk, bedenimize sýhhat, ölümden önce tövbe etmek, ölürken rahatlýk, ölümden sonra maðfiret (baðýþlanmak) ve ateþten kurtuluþ, Cennet'e girmek, dünyâ ve âhirette âfiyet nasîb eyle! Âmin. (Kitâb-üs-Salât)
    Bir kimse elindeki kat'î (kesin) haram olan maldan sadaka verse ve sevâb umsa, alan fakir de haram olduðunu bilerek verene Allah râzý olsun dese, veren veya baþka bir kimse âmin dese hepsi küfre girer. (Ahî Yûsuf Çelebi)
    Cemâatle namaz kýlarken imâm (Veled-dâllîn) deyince, imâm ve cemâatin ve yalnýz kýlanýn, kendisi Fâtiha-i þerîfeyi bitirdikte, yavaþça (âmîn) demeleri sünnetdir. (Halebîy-i Sagîr)

    AN'ANE:
    Âdet, örf. (Bkz. Örf ve Âdet)

    ANÂSIR-IERBE'A:
    Dört temel unsur. Maddelerin asýllarýný teþkil ettiði kabûl edilen dört unsur; toprak, su, hava, ateþ.
    Allahü teâlâ mahlûklarý, anâsýr-ý erbe'adan yarattý. (Abdullah bin Abbâs)
    Ýnsan bedeni, anâsýr-ý erbe'adan meydana gelmiþtir. Onlarýn herbirinin kendilerine has bir özelliði olup, insanlarýn tabiatý ve mizâcý üzerinde tesirleri vardýr. Meselâ ateþ; isyân ve kibre; toprak, alçaklýk ve tevâzuya; havâ, arzu ve isteðe yol açar . (Ýmâm-ý Rabbânî)

    AND:
    Allahü teâlânýn ismini anarak söz verme, ahd. (Bkz. Yemîn)

  5. #5

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    ANGLÝKANÝZM:
    Ýngiltere kralý Sekizinci Henry'nin kurduðu hýristiyanlýk mezhebi.
    Îsâ aleyhisselâmýn bildirdiði Îsevîlik zamanla bozuldu. Hazret-i Îsâ'nýn telkîn ettiði insanlýk, merhamet, þefkat esaslarý tamâmen unutuldu. Bunun yerine; taassub, kin, nefret, düþmanlýk ve zulüm hâkim oldu. Engizisyon mahkemeleri kurularak yüz binle rce insan haksýz yere iþkence ile öldürüldü. Nihâyet bu gidiþe hýristiyanlar içinden isyân edenler çýktý. Luther ismindeki papas gibi Ýngiltere kralý Sekizinci Henry de papaya isyân ederek, Katolik kilisesiyle alâkasýný kesip, protestanlýk esâsýna ugun anglikan kilisesini kurdu. BöyleceAnglikanizm mezhebi meydana geldi ve Ýngiltere'nin resmî dîni oldu. Protestanlýk mezhebinin temel inanýþlarýna baðlý olan Anglikanizm kilisesi, ilk zamanlar bilhassa katolikleri sindirmek için sert tedbirlere baþv urduysa da son zamanlarda katolikler ve ortodokslarla diyalog kurulmasý fikrini benimsedi. (Herkese Lâzým Olan Îmân)

    ANKEBÛT SÛRESÝ:
    Kur'ân-ý kerîmin yirmi dokuzuncu sûresi.
    Ankebût sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Altmýþ dokuz âyet-i kerîmedir. Sûrede; putlara ve diðer güçsüz varlýklara tapanlarýn hâlleri, onlarýn dünyâlýk elde etmek için kurduklarý tuzak ve gayretleri, ankebût denilen örümceklerin pek zay ýf olan aðýna benzetildiðinden, Ankebût kelimesi, bu sûreye isim olmuþtur. Sûrede, mü'minlerin (inananlarýn) Allah yolunda bâzý sýkýntýlara uðrayacaklarýna, bunun, kendileri için dünyâ ve âhirete âit fâidelere vesîle olacaðýna iþâret olunmakta, bâzý peygamberlerin kýssalarý kýsaca anlatýlarak, onlarýn Allah yolundaki fedâkarlýklarý ve netîcede muvaffak olduklarý gözler önüne konulmakta, Kur'ân-ý kerîmin büyük bir mûcize olduðu ve insanlýk için fazîlet vesîlesi olduðu beyân edilmekte, Ýslâmiyet'e cephe alanlarýn acý sonlarý bildirilmekte, müslümanlarýn, âhirette ebedî nîmetlere kavuþacaklarý müjdelenmekte, Allah yolunda çalýþanlarýn emeklerinin boþa gitmeyeceði, büyük mükâfatlara nâil olacaklarý ve daha baþka hususlar bildirilmektedir.
    Ankebût sûresindeki bâzý âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:
    (Habîbim) Namazý vaktinde þartlarýný yerine getirerek kýl. Çünkü namaz insaný, aklýn ve dînin beðenmediði ve yasaklanan her þeyden men eder, alýkor. (Âyet-45)
    Müþrikler, ne olur rabbinden (Muhammed'e (aleyhisselâm) nübüvvetine delâlet eden Îsâ aleyhisselâmýn sofrasý, Mûsâ aleyhisselâmýn asâsý gibi) mu'cizeler indirilmiþ olsaydý dediler. (Ey Habîbim!) Sen onlara de ki, mu'cizeler, Allahü teâlânýn kudreti ve irâdesi ile olur. (Ne zaman ve nasýl isterse öyle yaratýr.Bunlarý yapmak benim elimde deðildir.) Doðrusu ben ancak O'nun azâbýný size teblið edici, haber vericiyim. Kur'ân gibi bir kitâbý sana indirmiþ olmamýz, onlara (mu'cize olarak) yetmez mi?Bunda, inanan kavm için, rahmet ve nasîhat vardýr. (Âyet: 50-51)
    Her canlý, ölümün tadýný tadacaktýr. (Âyet: 57)

    AR:
    Utanma. (Bkz. Hayâ)

    ARAB:
    Güzel. Nûh aleyhisselâmýn Sâm adlý oðlunun soyundan gelenler.
    Allah katýnda en kýymetliniz, takvâsý çok olanýnýzdýr. Arabýn Arab olmayana bir üstünlüðü yoktur. Üstünlük ancak takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakýnmak) iledir. (Hadîs-i þerîf-Buhârî, Müslim)
    Arablar beyaz, buðday benizli olur. Bilhassa Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sülâlesi beyaz ve çok güzeldi. Resûlullah'ýn babasý Abdullah'ýn güzelliði Mýsýr'a kadar þöhret bulmuþtu ve alnýndaki nûrdan dolayý, iki yüze yakýn kýz evlenmek için Mekke'ye gelmiþti. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

    ARABÎ AYLAR:
    Hicrî senenin on iki ayý (Bkz. Kamerî Aylar). Hicrî takvimde kullanýlan Arabî aylarýn adlarý sýrasýyla þunlardýr: 1. Muharrem, 2. Safer, 3. Rebî'ul-evvel, 4. Rebî'ul-âhir, 5. Cemâzil-evvel, 6. Cemâzil-âhir, 7. Receb, 8. Þa'bân, 9. Ramazan, 10. Þevvâl , 11. Zilka'de, 12. Zilhicce.

    ARABÎ SENE:
    Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medîne'ye hicret ettiði mîlâdî 622 senesinden baþlayan kamerî veya þemsî sene. (Bkz. Hicrî Kamerî Sene, Hicrî Þemsî Sene)

    A'RÂF:
    Cennet ile Cehennem arasýnda yer alan ve birinin te'sirinin diðerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kýsýmlarý.

    A'râf Eshâbý (Ehli):
    A'râf denilen yerde bulunanlar.
    Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyruldu ki:
    A'râf üzerinde bir takým kimseler vardýr ki, onlar Cennet ehlini (mü'minleri) yüzlerinin beyazlýðý ile, Cehennem ehlini, yüzlerinin siyahlýðý ile tanýrlar. Henüz Cennete girmemiþler fakat oraya girmeyi þiddetle arzu ederler. Cennet ehline selâmün aleyküm diye seslenirler. Gözleri Cehennemliklere çevrildiði zaman; "Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler (kâfirler) ile berâber (Cehennem'e) koyma" derler. A'râf eshâbý (ehli) , yüzlerinin (karalýðýndan) tanýdýklarý kâfirlerin ileri gelenlerine; " (Dünyâda iken malca ve evlatça ve yardýmcýlar bakýmýndan) çokluðunuz (hak söze yâhut halka karþý yaptýðýnýz) kibriniz (büyüklenmeniz) size fayda vermedi" (diye) seslenirler. (A'râf sûresi: 46-48)
    A'râf ehlinin kimler olduðu hakkýnda deðiþik rivâyetler vardýr. Bunlardan birisi þöyledir: A'râf ehli, sevâblarý ile günâhlarý eþit olup, iyilikleri Cehennem'e girmelerine mâni olan, fakat Cennet'e girmelerine de yetmeyen mü'minlerdir. Sonra Allahü t eâlânýn ihsâný ile Cennet'e girerler. Cennet'e en son girecek olanlar bunlardýr. (Senâullah Dehlevî)

    A'râf Sûresi:
    Kur'ân-ý kerîmin yedinci sûresi.
    A'râf sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). 206 âyet-i kerîmedir. 46'dan 50'ye kadar olan âyet-i kerîmelerde A'râf'da bulunanlardan bahsedildiði için, sûre A'râf adýný almýþtýr. Sûrede, îtikâda ve diðer dînî hükümlere âit bir çok esas bildir ilmekte, bâzý peygamberlerin kýssalarý, ümmetlerinin halleri geniþ olarak anlatýlmaktadýr. (Fahreddîn-i Râzî).
    A'râf sûresinde meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ rüzgârý, rahmeti olan yaðmurdan önce müjdeci gönderir. Rüzgârlar, aðýr olan bulutlarý sürükler. Bulutlardan ölü olan topraða su yaðdýrýrýz. O yaðmurla yerden meyveler çýkarýrýz. Ölüleri de mezârlarýndan böyle çýkaracaðýz. Umulur ki, düþünüp ibret alýrsýnýz. (Âyet: 57)
    Rabbinizden size indirilen (Kur'ân-ý kerîm) e uyun. O'ndan baþkasýný (insan ve cinden sizi doðru yoldan saptýracak kimseleri) dost edinmeyin. (Arâf: 3)

    ARAFÂT:
    Mekke-i mükerreme þehrinin yirmi beþ kilometre güneydoðusunda bulunan ve haccýn farzlarýndan biri olan vakfenin yapýldýðý mübârek yerin adý.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    (Hac mevsiminde ticâretle) Rabbinizden rýzýk istemenizde bir günâh yoktur. Arafât'tan (döndüðünüzde) Meþ'ar-i Haram'ýn yanýnda (tehlîl ve telbiye ile) Allah'ý zikredin, anýn. O, size nasýl hidâyet ettiyse, siz de O'nu öylece anýn... (Bekara sûresi: 198)
    Arefe günü Allahü teâlâ Arafât'ta vakfe yapanlardan râzý olur. Sonra onlarla meleklere karþý iftihâr ederek; "Bunlar ne isterler ki iþlerini býrakýp burada toplandýlar" der. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Haccýn farzlarýndan biri de arefe günü Arafât'ýn (Vâdî-yi Ürene) denilen yerinden baþka her hangi bir yerinde, öðle ve ikindi namazlarýndan sonra bir miktar vakfeye durmaktýr. Arefe günü veya gecesi Arafât'ta bulunmayan veya Arafât'tan geçmeyen hacý olmaz. (Ýbn-i Âbidîn-Mevkûfât)
    Sevgili Peygamberimiz vefâtýna yakýn meþhur vedâ hutbesini Arafat'ta okudu. Âdem aleyhisselâm ile Havva vâlidemiz Cennet'ten ayrýlýp yeryüzüne indirilince Arafat'ta buluþtular. Bir rivâyete göre buraya bu yüzden buluþup, tanýþmak mânâsýna Arafat denm iþtir. (Zerkânî) Arafât daðýdýr bizim daðýmýz, Orada kabûl olur duâlarýmýz. Medîne'de yatar Peygamberimiz, Yâ Muhammed câným arzular seni.
    (Yûnus Emre)

  6. #6

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    ARASÂT MEYDANI:
    Öldükten sonra insanlarýn ve diðer canlýlarýn diriltilip toplanacaklarý meydan. Buraya mevkýf ve mahþer de denir. (Bkz. Mahþer)
    Kýyâmet günü eshâbýmdan herbiri, kabirlerinden kalkarken, vefât ettiði memleketin bütün mü'minlerinin önlerine düþerek ve onlarý nûr ve ýþýk saçarak Arasât meydanýna ¤¤¤ürür. (Hadîs-i þerîf-Tirmizî)
    Kýyâmette herkes Arasât meydanýnda elli mevkýfte (yerde) durdurulur. Her mevkýfte bin sene kalýrlar. (Kadýzâde Ahmed Efendi)
    Arasât meydanýnda meþakkat (zorluk) ve sýkýntýda olanlar, kâfirler ile fâsýklardýr (günahkârlardýr). Onlarýn hâlleri çok korkunç olup, güneþ baþlarýna bir mil kadar yakýn gelir. Herkes günâhý kadar terler. Kimi dizine, kimi boðazýna, kimi tepesine ka dar ter içine gömülürler. (Ýmâm-ý Birgivî) Üzüntü ve piþmânlýk ve kendine yanmaktan, Bir hasrettir yükselir, Arasât meydanýndan, Anne, gözünün nûru evlâdýný tanýmaz, Kardeþ, ciðer pâresi kardeþini aramaz.
    (Mevlânâ Muhammed Rebhâmî)

    A'RÂZ:
    Varlýkta kalabilmesi için baþka bir þeye muhtâc olan hâssalar (özellikler), sýfatlar. Araz'ýn çokluk þeklidir.
    Her mahlûk (yaratýk), ya cevher (varlýkta kalabilmesi için baþka bir þeye muhtâc olmayan) dir, yâhut a'râzdýr. Madde, cisim, meselâ elma, altýn birer cevherdir. Bunlarýn rengi, kokusu, þekli ise a'râzdýr. Renk cisim ile vardýr, onun üzerinde görünür, cisim olmazsa, renk olmaz. (Seyyid Þerîf Cürcânî)

    ARÂZÝ-Ý HARÂCÝYYE:
    Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alýnýp harac vergisi karþýlýðýnda mülkiyeti eski sâhiplerine býrakýlan veya harbde zorla alýnýp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde býrakýlan, yâhut zýmmînin (müslüman olmayan vata ndaþýn) müslüman hükümdârýn izni ile iþlediði ölü topraklar.
    Arâzi-i harâciyyenin sâhibi müslümana dahî vakf etse ve satsa böyle topraklarýn mahsûlünden (ürününden) yine harac alýnýr. (Ýbn-i Âbidîn)

    ARÂZÝ-Ý MÎRÝYYE:
    Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alýnarak, gâziler arasýnda taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) býrakýlan veya uþr yâhut harac topraðý iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçýsý bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de d enir.
    Memleketimizde arâzi-i mirîyyenin çoðu devlet tarafýndan vakýf edildiðinden veyâ millete satýldýðýndan, her iki þekilde de, Anadolu ve Trakya'daki topraklarýn hemen hepsi milletin mülkü olup, uþurlu olmuþtur. Herkesin tarlasý, bahçesi, kendi mülküdür . Bu sebeble mahsûlün uþrunu vermeleri farzdýr. (Seâdet-i Ebediyye)
    Arâzi-i mîriyye sultânýn tesbit edeceði bedel ile satýlýr veya kirâya verilir. Bedel ve ücret, harac vergisi sayýlýr. Yâhud her sene mahsûlün yüzdesi alýnmak üzere tapu ile müslüman ve müslüman olmayan vatandaþlara kirâya verilir. Osmanlýlar zamânýnd a kirâlar, hizmetlerine karþýlýk askere ve subaylara verilirdi. (Ebüssüûd Efendi)

    ARÂZÝ-Ý UÞRÝYYE:
    Mahsûlünden (ürününden) uþur denilen zekatýn alýndýðý topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alýnýp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek Ýslâm'ý kabûl edenlerin ellerinde býrakýlan yâhut devlet reisinin (baþkanýnýn) izni ile müslümanla r tarafýndan iþlenip faydalanýlýr hâle getirilen mevât (ölü, faydalanýlmayan) topraklar.
    Arâzi-i uþriyyeden elde edilen mahsûlün (ürünün) uþrunu yâni onda birini vermek farzdýr. Hayvan gücü ile veya dolap, motor ile sulanan yerdeki mahsûl elde edilince yirmide bir verilir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Bir kimse arâzi-i uþriyyesini kirâya verirse, mahsûlün uþrunu Ýmâm-ý a'zam'a göre mal sâhibi verir. Kirâ ücreti yüksek olan yerlerde, böyle fetvâ(hüküm) verilir. Ýmâmeyne (Ýmâm-ý Ebû Yûsuf ve Ýmâm-ý Muhammed'e) göre, kirâcý verir. Kirâ az olan yerler de ise, böyle fetvâ verilir. (Ýbn-i Âbidîn)

    AREFE GÜNÜ:
    Zilhicce ayýnýn dokuzuncu günü, kurban bayramýndan bir önceki gün.
    Arefe gününe hürmet ediniz!Çünkü Arefe, Allahü teâlânýn kýymet verdiði bir gündür. (Hadîs-i þerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
    Arefe günü oruç tutanlarýn, iki senelik günâhlarý affolur. Biri geçmiþ senenin, diðeri gelecek senenin günâhýdýr. (Hadîs-i þerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
    Arefe günü bin Ýhlâs okuyanýn her duâsý kabûl ve bütün günâhlarý affolur. Hepsini besmele ile okumalýdýr. (Hadîs-i þerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
    Kurban bayramýnýn birinci günü ve arefe günü, hesapla, takvimle anlaþýlan gün veya bundan bir gün sonra olur. Bundan bir gün önce olmaz. (Ýbn-i Âbidîn)

    ÂRÝF:
    Bilen, tanýyan, ilim ve irfân sâhibi.
    1. Allahü teâlânýn rýzâsýný kazanmýþ, O'ndan baþkasýnýn sevgisini kalbinden çýkarmýþ, tasavvufta yetiþip, kemâle ermiþ velî zât. Ârif-i billah da denir.
    Her þeyin kaynaðý vardýr. Takvânýn (Allahü teâlâdan korkarak haramlardan, günâhlardan sakýnmanýn) kaynaðý âriflerin kalbleridir. (Hadîs-i þerîf-Künûz-ül-Hakâik)
    Ârif olan kimsenin alâmeti; susmasý, tefekkürü (Allahü teâlânýn büyüklüðünü düþünmesi), gördüklerinden ibret (ders) almasý ve Allahü teâlânýn râzý olduðu (beðendiði) þeyleri istemesidir. (S üleymân bin Cezâ))
    Resûlullah efendimizin sünnetini terk edeni ve O'ndan gelen edebleri gözetmekte gevþeklik göstereni ârif zannetme. (Cüneyd-i Baðdâdî)
    Ârif boþ yere konuþmaz. Devamlý Allahü teâlânýn rýzâsýný kazanmayý düþünür. (Bâyezîd-i Bistâmî)
    Âriflerin kalbleri Hak teâlânýn azâmet ve kibriyâsýna (büyüklük ve ululuðuna) hayrandýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Ârif kendini herkesten aþaðý bilir. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    2. Mütehassýs olduðu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.
    Âlim ile ârif arasýnda fark vardýr. Meselâ Arabî nahv ilminin, dil bilgisinin küllî kâidelerini bilen, bu ilmin âlimidir. Fakat bu bilgiyi yerinde zorlanmadan kullanabilen ise âriftir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

    ÂRÝYET:
    Bir malýn menfeatini, istifâdesini bedelsiz olarak temlik etmek, vermek.
    Belli bir yerde ve zamanda, istifâde etme þekli sýnýrlý olarak âriyet vermek câizdir. (Ýbrâhim Halebî)
    Âriyet olarak alýnan hayvanýn yiyeceði kullanana (âriyet alana) âittir. (Ali HaydarEfendi)
    Þartsýz olarak âriyet verilen eve, dükkâna, tarlaya; alan (kimse) dilediðini koyabilir. Âriyet alan, bunu vedîa olarak yâni güvenilen kimseye saklamasý için verebilir. Âriyeti alan kirâya ve rehine veremez. Sâhibi isteyince ve sözleþmedeki müddeti bi tince, âriyet alýnan þeyin geri verilmesi lâzým olur. (Ýbn-i Âbidîn)

  7. #7

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    ARÞ:
    Allahü teâlânýn yarattýðý en büyük varlýk. Yedi kat göklerin ve kürsînin üstünde olup, halk (madde) âleminin sonu, emr (maddesizlik) âleminin baþlangýcý. Arþullah, Arþ-ý mecîd ve Arþ-ý a'lâ da denir.
    Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
    Allahü teâlâ, gökleri ve yeri altý günde yarattý. (Bundan evvel ise) Arþ'ý su üzerinde idi. ( Hûd sûresi: 7)
    Bu âyet-i kerîme, suyun, yerden ve göklerden önce yaratýldýðýný gösteriyor. Demek ki, Arþ, yerin yapýsýnda olmadýðý gibi, göklerin yapýsýna da benzemez. Yere ve göke benzer tarafý yoktur. Ancak Arþ, yerden ziyâde göklere benzer. Bunun için göklerden sayýlmaktadýr. (Ahmed Fârûkî)
    Yedi sýnýf kimseyi Allahü teâlâ hiç bir gölge bulunmayan günde, Arþ'ýn gölgesinde gölgelendirir: (Bu kimseler) Adâletli devlet baþkaný, gençliðini ibâdetle geçiren, kalbi mescidlere baðlý olan, Allah rýzâsý için birbirini sevip bir araya gelen ve bu sevgi ile ayrýlan, güzel bir kadýn kendini çaðýrdýðý zaman; "Ben Allah'tan korkarým!" diyen, sað elinin verdiði sadakayý, sol eli bilmeyecek þekilde gizli veren ve yalnýz iken Allahü teâlâyý zikredince (anýnca), Allah korkusundan aðlayan. (Hadîs-i þerîf-Buhârî, Müslim)
    Arþ-ý a'lâ, Allahü teâlânýn þaþýlacak mahlûklarýndan (yarattýklarýndan) biridir ve mahlûklarýn en þereflisidir. Her þeyden daha sâf ve nûrludur. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Namazýn kýblesi Kâbe olduðu gibi, duânýn kýblesi de, Arþ'týr. Bunun için duâda eller kaldýrýlýp, avuç içleri semâya doðru açýlýr. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    ARTIK:
    Bir kaptan veya alaný yirmi beþ metre kareden az olan küçük havuzdan bir canlý yiyip-içtikten sonra geriye kalan su.
    Mü'minin artýðý þifâdýr. (Hadîs-i þerîf-Keþf-ül-Hafâ)
    Domuzun, köpeðin ve yýrtýcý hayvanlarýn ve henüz fâre yiyen kedinin artýklarý, etleri ve sütleri kaba necâsettir. Bunlarý yemek içmek haramdýr. Ýlâç olarak da kullanýlmaz. Henüz þarap ve alkollü içki içmiþ insanýn da artýðý böyledir. Eþek ve katýr ar týðý temizdir. Fakat temizleyici olup olmadýðý yâni bu artýk su ile gusül ve namaz abdesti alýnýp alýnmýyacaðý, necâseti (pisliði) temizleyip temizlemiyeceði þüphelidir. Yaban eþeðini yemek câizdir ve artýðý temizdir. (Ýbn-i Âbidîn)
    Eti yenen hayvanlarýn aðzýna necs (pislik) sürülmedikçe artýklarý temizdir. Denizde ve karada yaþayan, akýcý kaný olmayan hayvanlar da böyledir, artýklarý temizdir. (Abdullah Mûsulî)

    ARZ-TALEB:
    Üreticinin piyasaya belli fiyatla mal sürmesi ve tüketicinin de piyasadan mal çekmesi hâdisesi.
    Ýslâmiyet'te bey' ve þirâ (satýþ ve alýþ), arz ve taleb esâsýna göre yürür. (M.Sýddýk bin Saîd)
    Bir malýn arz ve talebi, belli bir piyasa fiyâtýnda dengeye gelir. Bu fiyatýn altýndaki fiyatlarda talep fazlasý, üstündeki fiyatlarda arz fazlasý meydana gelir. Talep fazlasý durumunda arz yeterli olmayacak, tükeciler istediði malý temin etmek için daha yüksek fiyatlarla ayný miktârda malý satýn almaya hazýr olacaklardýr. Arz fazlasý olunca bu durumda üreticiler ellerindeki stoklarý önlemek için daha düþük fiyatlarda ayný miktar malý satmayý kabul edecekler, böylece fiyatlar düþecektir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
    Bir ekonomide tek bir malýn arz ve talebinin yanýsýra, toplam arz ve talepten de söz edilebilir. Toplam arz ve talep dengesi, belirli bir fiyatlar genel seviyesinde saðlanýr. Toplam arz fazlasý iþsizliðe, toplam talep fazlasý ise enflasyona yol açar. Toplam arz talep dengesine, iktisâdî istikrâr adý verilir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

    ASÂ:
    Baston.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    Biz Mûsâ'ya dedik ki: Korkma! Sen onlara elbette gâlip geleceksin. Elindeki asâný yere býrakýver. (Onlarýn asâlarýnýn iplerinin çokluðuna, bunlarýn yýlan þeklinde görünmelerine aldýrma ki) senin asân, onlarýn yaptýklarýnýn hepsini yutar. Zîrâ onlarýn yaptýklarý þeyler (ip ve asâlarýn yýlan þeklinde görünmesi) , sihirbazlýk hîlesidir. Sâhir (sihir, büyü yapan) nerede olsa felâh bulamaz. (Tâhâ sûresi: 68, 69) Gök yüzünde Îsâ ile, Tûr Daðý'nda Mûsâ ile, Elindeki asâ ile, Çaðýrayým Mevlâm seni.
    (Yûnus Emre)

    ASABE:
    Baba tarafýndan akrabâ, hýsým. Allahü teâlânýn Kur'ân-ý kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiði vârislerden (Eshâb-ý ferâizden) sonra gelen ve belli bir payý olmayýp artan malý almaya hak kazanan, ölene erkek vâsýtasýyla baðlanan erkek akrabâ veya bâzý durumlarda bunlar gibi vâris olan kadýnlar.
    Hak sâhiplerine paylarýný veriniz. Arta kalan asabeye âittir. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Kendileri Eshâb-ý ferâizden iken erkek kardeþleri ile berâber bulunduklarýnda asabe olan kadýnlar þunlardýr: Kýzlar, oðlun kýzlarý, anababa bir kýz kardeþler ve baba bir kýz kardeþler. Oðul en kuvvetli asabe olup, oðul bulunduðu zaman, diðer asabeler in hiç biri asabe olmaz. (Mevkûfât)

    ASÂLET:
    1. Soy temizliði, köklülük.
    Kibrin, yâni kendini büyük, üstün görmenin bir alâmeti de asâletle övünmektir. Babalarý, dedeleri ile övünmek, câhilliktir. (MuhammedHâdimî)
    2. Güzel huy.
    Mü'minin kerem ve iyiliði, dîni; þeref ve asâleti, güzel huyu; mürüvvet ve insanlýðý ise aklýdýr. (Hadîs-i þerîf-Ýbn-i Hibbân)
    Tedbîr gibi akýl, güzel huy gibi asâlet olamaz. (Hadîs-i þerîf-Ýbn-i Mâce)

    ÂSÂR:
    Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla þereflenen arkadaþlarýndan (Sahâbe) ve onlarý görmekle þereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler. (Bkz. Eser)

    Âsâr-ý Þerîfe:
    Peygamber efendimiz ve diðer din büyüklerine âit bâzý mübârek þahsî eþyâ ve hâtýralar. (Bkz. Emânât-ý Mukaddese)

  8. #8

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    ASFÝYÂ:
    Sâflar, temizler; Allahü teâlânýn evliyâ kullarý. Tekili safiyy'dir.

    ASHÂB:
    Peygamber efendimizi saðlýðýnda peygamber iken bir ân gören, eðer âmâ ise (gözleri görmüyorsa) bir ân konuþan büyük ve küçük müslümanlar. Tekili sâhib'dir. (Bkz. Eshâb, Sahâbe)

    ÂSÎ:
    Ýsyân eden, emre karþý gelen, itâatsizlik eden.
    1- Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýna uymayan, günâhkâr.
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyurdu ki:
    Allahü teâlânýn ve Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmýn) emirlerine âsî olanlar, beðenmeyenler, (asra, fenne uygun deðildir, modern ihtiyaçlara kâfi deðildir diyenler) kýyâmette Cehennem ateþinden kurtulamayacaklardýr . Bunlara Cehennem'de, çok acý azâb vardýr. (Nisâ sûresi: 14)
    Melekler emrolunduklarý þeyde Allahü teâlâya âsî olmazlar ve emr olunduklarý þeyi yaparlar. (Tahrîm sûresi: 6)
    Ana-babaya iyilik etmek; nâfile namaz, oruç ve hac ibâdetlerinden daha üstündür. Ana-babasýna hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasýna karþý gelip, onlara âsî olanlarýn ömürleri bereketsiz ve kýsa olur. Ana-babasýna âsî olan mel'ûndur. (Hadîs-i þerîf-Miftâh-ul-Cenne)
    Îmânsýz gitmenin sebepleri kýrk kadar olup, bunlardan birisi de anaya babaya âsî olmak, yâni Ýslâmiyet'e uygun olan emirlerini dinlememektir. (Kutbuddîn Ýznikî)
    Âsî mü'min tövbe etmezse veya þefâate kavuþmazsa yâhut Allahü teâlâ affetmezse, Cehennem'e girip yanar ise de îmâný olduðu için Cehennem'de sonsuz kalmaz. (Reyhâvî)
    2. Hükûmete, devlete baþ kaldýran. Bâgî.
    Müslümanlar devlete âsî olmaz. Fitneye, isyâna karýþmaz. Kânunlara karþý gelmez. (Abdülganî Nablüsî)

    ASL:
    1. Kök, temel, esas.
    Nefsin hastalýklarýný tedâvî eden þeylerin aslý beþtir. 1) Az yemek, mideyi fazla doldurmamak, 2)Baþa gelen iþlerden Allahü teâlâya sýðýnmak, 3) Fitne yerlerinden kaçmak, 4) Devamlý istiðfar ve Resûlullah efendimize salât ve selâm okumak, 5) Allahü t eâlânýn emirlerini yerine getirmeye, rýzâsýný kazanmaya çaðýran kimse ile berâber olmak. (Ahmed Zerrûk)
    2-Soy, neseb.
    Zevil-erhâm adý verilen vârisler beþ sýnýf olup, ikinci sýnýf meyyitin aslýdýr. Bunlar fâsid cedler (dedeler) ve fâsid ceddeler (büyük anneler) ve bunlarýn analarý ve babalarýdýr. Meyyitin anasýnýn babasý ve bunun babasý veya anasý fâsid ced ve cedde lerdir. (Muhammed Secâvendî)

    ASR (Asýr):
    1. Zaman, devir, yüz yýllýk zaman.
    Hadîs-i þerîflerde buyruldu ki:
    Zamanlarýn en hayýrlýsý benim asrýmdýr. Ondan sonra kýymetli olan, benim asrýmdan sonra gelen asýrdýr. Daha sonra kýymetlisi, onlardan sonra gelen asrýn müslümanlarýdýr. Bunlardan sonra, yalancýlýk yayýlýr. Þâhid olmalarý istenmediði hâlde, yalancý þâhidlik yapýlýr. (Hadîs-i þerîf-Buhârî)
    Benden sonra her asýrda bir âlim çýkar, dînimi kuvvetlendirir. (Hadîs-i þerîf-Ebû Dâvûd)
    2. Ýkindi vakti.

    Asr-ý Evvel:
    Ýmâmeyn'e (Ýmâm-ý Ebû Yûsuf ve Ýmâm-ý Muhammed'e) göre ikindi vaktinin baþlama zamâný.

    Asr-ý Sânî:
    Ýmâm-ý a'zam'a göre ikindi namazýnýn baþlama zamâný.
    Ýslâm memleketlerinde ikindi ezânlarý, asr-ý evvele göre okunmaktadýr. Ýkindi namazý, asr-ý sânîde yâni bu ezândan kýþýn 36, yazýn ise 72 dakîka sonra kýlýnýrsa, Ýmâm-ý a'zâm'a uyulmuþ olur. (Ýbn-i Nüceym)

    Asr-ý Seâdet:
    Mutluluk devri. Peygamber efendimizin yaþadýðý mübârek, bereketli ve hayýrlý devir. Zamân-ý seâdet ve vakt-i seâdet de denir.
    Asr-ý seâdet, zamanlarýn en iyisidir.Sevgili Peygamberimiz; "Asýrlarýn en iyisi benim asrýmdýr." buyurmuþtur. (Ýmâm-ý Rabbânî)
    Resûl-i ekrem efendimizin eshâbý (arkadaþlarý) buyurdu ki: "Sizin gözünüzde kýl kadar önem vermediðiniz öyle iþleriniz var ki, asr-ý seâdette biz bunlarý büyük günâhlardan sayardýk." (Ýmâm-ý Gazâlî)
    En mes'ûd en kazançlý kimse, dinsizliðin çoðaldýðý zamanda unutulmuþ sünnetlerden birini meydana çýkaran ve yayýlmýþ bid'atleri yok eden kimsedir. þimdi öyle bir zamandayýz ki, insanlarýn en iyisinden yâni Peygamberimizin asr-ý seâdetinden uzaklaþtýk ça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoðaldýðý için bid'atler yayýlmaktadýr. Bir kahraman lâzýmdýr ki, sünnete yardým edip, bid'atý durdursun. Bid'atý yaymak, Ýslâm dînini yýkmaktýr. Bid'at çýkarana ve iþleyenlere hürmet etmek, onlarý büyük bilmek, Ýsl âmiyet'in yok olmasýna sebep olur. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    Asr Sûresi:
    Kur'ân-ý kerîmin yüz üçüncü sûresi.
    Asr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Üç âyettir. Sûrede insanlarýn zararda olduklarý, bu kötü durumdan kimlerin kurtulacaklarý haber veriliyor. (Taberî, Ýbn-i Abbâs)
    Asr sûresinde meâlen buyruldu ki:
    Asra yemin olsun ki, muhakkak insan (ömrünü yalnýz geçici dünyâ isteklerine kavuþmak için harcadýðýndan) büyük bir (zarar ve) ziyândadýr. Ancak îmân edenlerle, sâlih (iyi iþler) amel yapanlar, birbirlerine hakký, (inanýlmasý ve yapýlmasý lâzým olan þeyleri ve ibâdetleri yapmak, günâhlardan sakýnmak husûsunda) sabrý tavsiye edenler böyle deðil (onlar zararda ve ziyânda deðildirler) . (Âyet: 1-3)
    Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarýný affeder. Hakký ve sabrý tavsiye edenlerden olur. (Hadîs-i þerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)
    Kur'ân-ý kerîmde baþka hiç bir sûre nâzil olmasaydý, inmeseydi þu pek kýsa olan Asr sûresi bile, insanlarýn dünyâ ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ý kerîmin bütün ilimlerini içine alýr. (Ýmâm-ý Þâfiî)

    AÞERE-Ý MÜBEÞÞERE:
    Peygamber efendimiz tarafýndan Cennet'e girecekleri dünyâda iken müjdelenen on sahâbî.
    Ebû Bekr Cennet'tedir. Ömer Cennet'tedir. Osman Cennet'tedir. Ali Cennet'tedir. Talhâ Cennet'tedir. Zübeyr Cennet'tedir. Abdurrahmân ibni Avf Cennet'tedir. Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennet'tedir. Saîd ibni Zeyd Cennet'tedir. Ebû Ubeyde ibni Cerrah Cennet'tedir. (Hadîs-i þerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
    Muhammed aleyhisselâmýn ümmetinin en üstünleri, O'na îmân ederek, mübârek yüzünü görmekle þereflenen Eshâb-ý kirâmdýr. Bu Eshâbýn da en üstünü Hudeybiye'de Resûlullah efendimize bî'at edip söz verenlerdir. Bunlarýn da en üstünü Bedr muhârebesinde bul unanlardýr. Bunlarýn da en üstünü ilk müslüman olan kýrk kiþidir. Bunlarýn da üstünü Aþere-i mübeþþeredir. (Teftâzânî)

    ÂÞÝR:
    Ýslâm devletlerinde, þehir dýþýnda durarak; müslüman tüccârdan o anda yanýnda bulunan ticâret malýnýn zekâtýný, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.
    Hükûmetin âþirlerle müslüman tüccardan zekâtlarý toplamasý, onlarýn bu ibâdeti yerine getirmelerine yardýmcý olmak içindir. ( Ýbn-i Hümâm)
    Ýslâm devletlerinde yaþayan zýmmî (gayr-i müslim vatandaþ) ve harbî (Ýslâm hükûmetinden izin alarak, müslüman memleketine giden pasaportlu gayr-i müslim) tüccârýn, mal ve can güvenliklerinin korunmasýna karþýlýk her çeþit ticâret mallarýndan alýnan v ergiler de âþirler tarafýndan toplanýrdý. (Ýbn-i Âbidîn)
    Amr bin Þuayb þöyle rivâyet etti: Müslüman olmayan Menbic halký, hazret-i Ömer'e mektûb yazarak; "Bize memleketine girmemize izin ver, ticâret yapalým. Biz kazanýr size de vergi veririz" dediler. Hazret-i Ömer, Eshâb-ý kirâmý (Peygamber efendimizin a rkadaþlarýný) toplayýp, mes'eleyi istiþâre etti, görüþtü. Uygun görülünce, âþirler vâsýtasýyla uþr (gümrük vergisi) denilen bir vergi almaya karar verdiler. Harbîlerden ilk gümrük vergisi, hazret-i Ömer zamânýnda alýndý. (Ýmâm-ý Ebû Yûsuf)

  9. #9

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    AÞK:
    Þiddetli sevgi. Allahü teâlâyý ve O'nun sevdiklerini çok sevmek. Buna hakîkî aþk denir.
    Hakîkî aþk, nefsi terbiye eder, ahlâký güzelleþtirir; insanýn kalbinde bir ateþ olup, Allah sevgisinden baþka her þeyi yakar, yok eder. Hak âþýðý olanýn sözü, iþi ve düþüncesi doðru ve saftýr. (Ýbrâhim Hakký Erzurûmî)

    Aþk-ý Ýlâhî:
    Allahü teâlâyý çok sevme hâli.
    Aþk-ý ilâhînin alâmeti, Allahü teâlânýn emirlerine çok uymaktýr. (Ýmâm-ý Rabbânî)

    AÞR (Aþýr):
    On. Bir cemâat içerisinde ve daha çok cemâatle kýlýnan namazlardan sonra Kur'ân-ý kerîmden sesli olarak okunan on âyet veya bu mikdara yakýn bir bölüm.

    ÂÞÛRE GÜNÜ:
    Hicrî senenin ilk ayý olan Muharrem ayýnýn onuncu günü.
    Bir kimse Âþûre günü oruç tutsa, Allahü teâlâ ona bir þehîd sevâbý verir. Âþûre günü oruçlu olan için, yedi gök ehlinin sevâbýný yazar. Âþûre günü, bir mü'mine iftâr verene, ümmet-i Muhammed'in hepsine iftâr ettirmiþ gibi sevâb yazýlýr. Âþûre günü bir yetimin baþýný okþýyana, Allahü teâlâ o yetimin baþýndaki kýllar kadar Cennet'te derece verir. (Hadîs-i þerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
    Muharrem ayý, Ýslâm dîninde kýymetli olduðu bildirilen dört aydan biridir. Aþûre gecesi bu ayýn en kýymetli gecesidir. Nûh aleyhisselâm tûfânda gemisinde aþûre tatlýsý piþirdiði için müslümanlarýn, Muharrem'in onuncu günü aþûre piþirmesi ibâdet olmaz . Bugün aþûre piþirmeyi ibâdet sanmak günâhtýr. (Muhammed Sýddîk bin Saîd)

    ATÂ:
    Ýhsân, lütuf, baðýþ. Buna atiyye de denir. (Bkz. Atiyye)
    Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki:
    Biz (dünyâyý isteyenlerin de, âhireti isteyenlerin de) her birine, kýsmet ettiðimiz rýzký veririz. Bu, Rabbinin atâsýndandýr. (Ýsrâ sûresi: 20)

    ATEÝST:
    Dehrî, dinsiz.
    Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak (ateist olmak) týr. (Hadîs-i þerîf-Berîka)
    Ateistler, Allahü teâlâya inanmazlar. "Her þey tabîat kânunlarý ile vâr oluyor. Bir yaratýcý yoktur. Dehr yâni zaman ilerledikçe, her þey deðiþmektedir" derler. (Seyyid Þerîf Cürcânî)
    Kitablarýnda din ile mücâdele eden ve "Dinleri yok etmek, materyalizmin, marksizmin alfâbesidir" diyen Lenin, iktidârý ele geçirdikten sonra Rusya'da ateistler birliðini kurmuþtur. (Seâdet-i Ebediyye)
    Kendilerini akýllý, ilim adamý ve hiç yanýlmaz sanan dinsizler üç kýsýmdýr: 1) Ateistler. 2) Herþeyi tabîat yapýyor diyen tabî'iyyeciler. 3) Yunan filozoflarý ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo'nun yolunda olanlar. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    ATEÞPEREST:
    Ateþe tapan, mecûsî. Zerdüþt tarafýndan kurulan bâtýl dîne inanan.
    Ateþperestler Cehennem'in Hutame denilen beþinci tabakasýnda yanacaklardýr. Birini görünce kendi elini veya onun elini öpmek ve eli göðse koymak ve eðilmek ve yere kapanmak ateþperest âdetidir. (Muhammed Rebhâmî)
    Horoz, tavuk ve vahþî hayvanlarý, meselâ geyiði kurban etmek haramdýr. Ateþperestlere benzemek olur. (Ýbn-i Âbidîn)
    Nevrûz günü, ateþperestlerin bayramýdýr. O gün, onlarýn yaptýklarýný yapan, bayram yapan müslümanýn îmâný gider de haberi olmaz. (Kerderî)

    ATEÞPERESTLÝK:
    Mecûsîlik, ateþe tapma.
    Ateþperestliðin (mecûsîliðin) kurucusu Zerdüþt, mîlâddan altý yüz sene önce Hindistan'da doðdu. Brehmen din adamlarý tarafýndan kovuldu. Ateþperestliði Belh þehrinde yaydý. "Ýyilik tanrýsý (Îzed) veya (Ormüzd) ile kötülük karanlýk tanrýsý (Ehrimen) o lmak üzere iki tanrý vardýr" dedi. (Zend) adlý kitabý ve (Avesta) denilen þerhi Avrupa'da basýlmýþtýr. Ateþperestlik Ýran Þâhý Ýsfendiyâr tarafýndan Ýran'da yayýldý. Hazret-i Ömer Ýran'ý fethedince acemler müslüman oldu. Ateþperestlik Hindistan'da kaldý. (Þemseddîn Sâmî)

    ATÝYYE:
    Ýhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapýlan baðýþ. (Bkz. Atâ)
    Kim dilencilik kapýsýný açarsa, Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ona fakirlik kapýsýný açar. Kim Allahü teâlânýn rýzâsýný kasdederek atiyye kapýsýný açarsa, Cenâb-ý Hak ona hem dünyâ, hem âhiret seâdeti ihsân eder. (Hadîs-i þerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)
    Peygamberler, ümmetleri için Allahü teâlânýn atiyyesidir. Fakat Resûl-i ekrem efendimiz hediyyedir. Hediyye ile atiyye arasýnda fark vardýr. Atiyye muhtaçlara, hediyye ise sevilenlere verilir. (Ebü'l-Abbâs-ý Mürsî)

    AVÂM:
    Amme'nin çoðulu, halk, topluluk.
    1. Müctehid (âyet ve hadîslerden þer'î yâni dînî hükümler çýkaran Ýslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayýp taklîd eden).
    Müctehid olmayan âlime nâkil, yâni haber iletici denir. Müctehid olmayan müftîler mukalliddir. Avâm, hadîs-i þerîflerden doðru mânâ çýkaramaz. Bunun için müctehidlerin anladýklarýna uymalarý, yâni onlarý taklîd etmeleri lâzýmdýr. (Feth-ul-kadîr)
    Dînî mes'elelerde, þöyle veya böyle yapýlabilir þeklinde ruhsat (izin vermek) avâmýn sözü ile olamaz. Burada ancak müctehidler yetkilidir. (Reddül-Muhtâr)
    2. Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.
    Avâm, fetvâ kitablarýný anlýyamaz. Bunlarýn, îmân ve ibâdet bilgilerini arayýp, sorup, öðrenmeleri farzdýr. Müctehid âlimlerin de, sözleri, vâzlarý ve yazýlarý ile önce îmân, sonra dînin temeli olan beþ ibâdeti öðretmeleri farzdýr. (Muhammed Es'ad)
    Sultanlar, milletin malýný, zâlimler ve haydutlardan koruduklarý gibi; havâss yâni müctehid âlimler de, avâmýn îtikâdýný (inancýný) bid'atçilerin (sapýklarýn) þerrinden korurlar. (Ýmâm-ý Gazâlî)
    3. Olgunlaþmamýþ, irþâda (öðrenip, aydýnlanmaya) muhtaç. Kulluk zevkini tatmamýþ; nefs-i emmâresinin te'sirinden kurtulamamýþ olan. Tasavvufta; takvâ, ihlâs derecelerinin en aþaðýsýnda bulunan kimseler.
    Avâmýn orucu, yemek içmek gibi þeylerden sakýnmaktýr. (Ýmâm-ý Gazâlî)

    AVL:
    Ýslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ý ferâizin) mîrâstan alacaklarý paylarýn toplamýnýn ortak paydadan fazla olma hâli.
    Avlde, hisse sâhibi mîrâscýlarýn hisseleri orantýlý olarak eksilir. (Seyyid Þerîf Cürcânî)
    Zevce, ana, iki kýz kardeþ ve anadan iki kýz kardeþ bulunduðu zaman, mîrâs on ikiye taksim edilip, zevceye 3 hisse, anaya iki hisse, iki kýz kardeþe sekiz hisse (her birine dörder hisse), ana bir iki kýz kardeþe dört hisse (her birine ikiþer hisse) v erilir ki, hisseler toplamý on yedi oluyor. Þu hâlde problemin aslý on yediye (Avl) etti denir ve mîrâs on yediye taksim edilir. (Mevkûfât)

  10. #10

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    AVRET:
    1. Ýslâmiyet'te akýllý ve bâlið (ergen ve evlenecek yaþa gelmiþ) olan kimsenin namaz kýlarken açmasý veya her zaman baþkasýna göstermesi ve baþkasýnýn bakmasý haram (günâh) olan yerleri.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Ey Resûlüm (sallallahü aleyhi ve sellem) ! Mü'min erkeklere söyle, harama bakmasýnlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar. Îmâný olan kadýnlara da söyle, harama bakmasýnlar ve avret yerlerini haram iþlemekten korusunlar. (Nûr sûresi: 30)
    Avret yerinizi açmayýnýz (yâni yalnýz iken de açmayýnýz). Çünkü yanýnýzdan hiç ayrýlmayan kimseler (melekler) vardýr. Onlardan utanýnýz ve onlara saygýlý olunuz. (Hadîs-i þerîf Eþi'at-ül-Lemeât)
    Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri göbek altýndan diz altýna kadardýr. Diz avrettir. Kadýnlarýn ellerinden ve yüzlerinden baþka yerleri, bilekleri, sarkan saçlarý ve ayaklarýnýn altý avrettir. Ancak, kadýnlarýn elleri örtecek kadar uzun kollu na mazlýk veya geniþ baþ örtüsü ile elleri örtülü olarak kýlmalarý daha iyi olur. (Ýbn-i Âbidîn)
    Konuþmaya baþlamamýþ olan küçük çocuklarýn avret yerleri yalnýz sev'eteyn'i yâni önü ile arkasýdýr. Erkek çocuklarýn on yaþýna kadar, kýzlarýn ise gösteriþli oluncaya kadar galîz (kaba) avretlerine (göðüs, koltuk, böðür, uyluk, diz ve sýrtlarýna), bu ndan sonra bütün avretlerine bakmak câiz deðildir, günâhtýr. (Ýbn-i Hümâm)
    Hamamda çok oturma. Hamamda göbeðin ile dizlerinin arasýný açma. Erkeklerin ve kadýnlarýn, hamamda da avret yerlerini açmalarý haramdýr, günâhtýr. Açan da, bakan da mel'ûndur. (Süleymân bin Cezâ)
    2. Kadýn, haným.
    Bir erkek, avretini döðerse, ben onun dâvâcýsý olurum. (Hadîs-i þerîf-Zevâcir)

    ÂYÂT-I HIRZ:
    Okunduðunda veya üzerinde taþýndýðýnda Allahü teâlânýn muhâfazasýna (korumasýna) kavuþmaya vesîle (sebeb) olan âyet-i kerîmeler.
    Bir köylü, Resûlullah'ýn (sallallahü aleyhi ve sellem) yanýna geldi. Kardeþinin aðýr hasta olduðunu söyledi. "Hastalýðý nedir?" buyurdukta, cin çarpmasý dedi. "Kardeþini buraya getir" buyurdu. Resûl-i ekrem bâzý âyetleri okuyup, hastaya üfledi. Hemen iyi olup kalktý. Bu âyet-i kerîmeler þunlardýr:Fâtiha, Bekara sûresi baþýndan dört âyet, (Ve ilâhiküm) 'den baþlayarak ( Ya'kýlûn 'e) kadar, iki defâ 163 ve 164. âyetleri, Âyet-el kürsî ( Hâlidûn 'e) kadar, Bekara sûresi sonundaki (Lillahi) 'den baþlayan üç âyet, Âl-i Ýmrân sûresinin (þehidallahü) ile baþlayan on sekizinci âyeti, A'râf sûresinin (Ýnne Rabbeküm) ile baþlayan elli dördüncü âyeti, Mü'minûn sûresinin (Fe-teâlellahü) ile baþlayan yüz on altýncý âyeti, Cin sûresinin (Ve ennehû teâlâ) ile baþlayan üçüncü âyeti, Sâffât sûresinin baþýndan on âyet, Haþr sûresinin sonunda (Hüvallâhü) ile baþlayan üç âyet, Ýhlâs ve Mu'avvizeteyn sûreleridir. Abdest alýp, yedi istigfâr ve on bir salevât okuyup hastanýn sýhhatine niyyet ederek,güneþ doðduktan ve ikindi namazýndan sonra günde iki defâ âyet-i hýrzý okuyup hasta üzerine üflemeli, þifâ buluncaya kadar (kýrk gün kadar) devâm etmelidir. (Abdülazîz Dehlevî)

    AYB:
    Kusur ve utanýlacak þey.
    Her kim bir müslüman kardeþinin ayblarýný, kusurlarýný, kimsenin görmesini ve iþitmesini istemediði þeylerini örterse, Allahü teâlâ da kýyâmet gününde onun ayblarýný örter. Her kim müslüman kardeþinin meydana çýkmasýný istemediði bir þeyini ortaya çýkarýr ve dile verirse, Allahü teâlâ da onun ayblarýný, kimsenin bilmesini istemediði hallerini meydana çýkarýr ve bu sûretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeþinin ayblarýný örten, bir ölüyü diriltmiþ gibidir. (Hadîs-i þerîf-Müslim)
    Ýnsanlarýn ayblarýný görme. Ýnsanlarýn ayblarýný gören onlarýn hedefi olur. (Câfer-i Sâdýk)
    Kendisinde gördüðün bir aybdan dolayý, müslüman kardeþini kötüleme. Olur ki, ayný hataya sen de düþersin ve ondan da kötü olursun. (Ebû Câfer bin Sinân)
    Bir kimse satýn aldýðý bir malda ayb bulsa, tam fiyatý ile almakta veya red etmekte muhayyerdir, serbesttir (alýþ veriþten vaz geçebilir). (Ýbn-i Âbidîn)

    ÂYET:
    Alâmet, iþâret, mûcize, ibret.
    1- Kur'ân-ý kerîmdeki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her biri. Çoðulu âyâttýr.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
    Biz sana apaçýk âyetler (helâl ile haramý, doðru ile yanlýþý açýklayan) indirdik. Onlarý fâsýklardan (kâfirlerden) baþkasý inkâr etmez." (Bekara sûresi: 99)
    Kur'ân-ý kerîmde 114 sûre, 6236 âyet vardýr. Âyetlerin sayýsýnýn 6236'dan az veya daha çok olduðu bildirildi ise de, bu ayrýlýklar, büyük bir âyetin, bir kaç küçük âyet sayýlmasýndan veya bir kaç kýsa âyetin bir büyük âyet yâhut sûrelerin evvelindeki besmelelerin bir veya ayrý ayrý âyet sayýlmasýndan ileri gelmiþtir. (Ebülleys Semerkandî)
    Âyet-i kerîmeler kýsa ve tam tercüme edilemez. Müfessirler âyet-i kerîmeleri tercüme deðil, uzun tefsîr ederek açýklamaya çalýþmýþlardýr. (Ýbn-i Hacer-i Mekkî)
    Âyet-i kerîme yazýlý herhangi bir kâðýdýn âyet kýsmýna abdestsiz dokunmamalý, o kâðýdý belden aþaðý koymamalýdýr. (Hâdimî)
    Sübhâne rabbike âyet-i kerîmesini, sübhâne rabbinâ þeklinde deðiþtirmeden okumak lâzýmdýr. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
    2. Allahü teâlânýn varlýðýný, birliðini ve kudretini gösteren alâmet, ibret, iþâret.
    Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
    Þüphesiz göklerin ve yerin yaratýlýþýnda, gece ile gündüzün birbiri ardýnca geliþinde insanlara yarar þeyleri, denizde akýtýp taþýyan o gemilerde, Allah'ýn semâdan indirdiði suyla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, deprenen her hayvaný orada üretip yaymasýnda, gökle yer arasýnda (Allahü teâlânýn emrine) boyun eðmiþ olan rüzgârlarý ve bulutlarý evirip çevirmesinde aklý ile düþünen bir kavm (topluluk) için nice âyetler vardýr. (Bekara sûresi: 164)
    3. Mûcize.
    (Hakîkati) bilmeyenler (veya bilip de bilmez gözükenler); "Ne olur, Allah bizimle (senin hak peygamber olduðuna dâir) konuþsa, yâhut (bu hususta) bize bir âyet gelse" dediler. Onlardan evvelkiler de, týpký onlarýn söyledikleri gibi söylemiþ (ler) di. Kalbleri birbirine ne kadar da benzemiþ. Bu hakîkatleri iyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi apaçýk göstermiþizdir. (Bekara sûresi: 118)

Sayfa 1/7 1234567 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •