Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 4/4 İlkİlk 1234
34 sonuçtan 31 ile 34 arası

Konu: Kısa Hikayelerimiz bu başlıkta toplayalım....

  1. #31

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart SerÇe Ve GÖÇmen KuŞun Hİkayesİ


    İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
    Sadakatin adı ise; bir serçeye

    Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
    Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber

    Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
    Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.

    Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
    Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...

    Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
    Ayrılmayacağız diye.

    Ama kış gelmiş,
    Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,

    Serçe ise her zamanki gibi sadık
    Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.

    Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
    Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.

    O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
    Gel demiş serçeye benle beraber...

    Başka bir bahara uçalım.
    Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı

    Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
    Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz

    Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
    Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.


    Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
    Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye

    Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
    Uçacakmış yeni bir bahara...

    Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
    Ama serçe zayıfmış,
    onun kanatları uzun uçuşlar için değil.

    Dayanamayacakmış bu yola
    Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş

    Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
    Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara

    Bir fırtına yaklaşıyormuş.
    Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış

    Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
    Göçmene duralım demiş artık.

    Biraz dinlenelim
    Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.

    Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
    Ama göçmen yürü demiş serçeye
    birazdan okyanuslara varacağız

    Serçe sevgisine uymuş ve
    peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
    Birazdan varmışlar okyanusa

    Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
    Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları

    Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
    Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi

    Serçe artık dayanamıyormuş,
    Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene

    Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
    Bakmış ve devam etmiş........

    Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
    Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...

    Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
    Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...

  2. #32

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Seven Adamla Papatya



    Sevgisiz insan, bir gün şans eseri bir çiçek
    bahçesinde bulmuş kendini, bahçedeki
    çiçekleri hiç düşünmeden ilerlemiş bir süre.
    Bir düzlüğün ortasında mola vermiş bir ara.
    Etrafına bakmış bir süre, hiç bir çiçek
    bir şey ifade etmemiş ona. Sonradan yıkılan
    bir ağaç görmüş ve onun yanında bir papatya.
    Papatya kendinden emin, o köşede yıkılan
    ağacın yanında çıkan rüzgara göğüs geriyormuş.
    Papatya o kadar güzelmiş ki...Sevgisiz insan
    sevgiyi tanımış. Buna şaşırmış. Alışamamış,
    ne yapması gerektiğini bilememiş. Pek tabii
    bildiğini sanmış... Papatyayı sevmiş, okşamış,
    rüzgar ona zarar vermesin diye araya girmiş
    oturmuş... Papatya bir süre tekrar dikleşmiş.
    Papatyanın zarar görmesinden öylesine
    korkuyormuş ki, böylesi bir güzelliğin sonsuza
    dek sürmesini, o kadar çok istiyormuş ki...
    Papatyanın, ellerine dokunduğu her an, onu
    hissettiği her an kendini dünyanın en mutlu
    insanı hissediyormuş... Sevgiyi öğrenen adam,
    gerek papatyayı korumak için gerekse ona olan
    doyumsuzluğundan dolayı papatyayı koparmayı
    ve yanına almayı istemiş. Onu bu bahçeden
    koparmak ona çok doğru gelmiş çünkü, onu
    yanında hep koruyabilecek, sevebilecekmiş.
    Papatyayı hiç düşünmeden çekmiş,
    koparmaya çalışmış, papatya buna direnmiş,
    direnmiş. Seven adam anlayamamış
    bu direnci, daha da güçle yüklenmiş papatyaya.
    Aklı o zaman neredeymiş, kim bilir...
    Papatya gün geçtikçe solmuş, solmuş...
    Adamın gölgesi onu öyle bir kapıyormuş ki,
    soluk almasını engelliyormuş. İşin garibi
    adam bunu görsede anlayamıyormuş,
    papatya soldukça üzerine daha çok titriyor,
    iyice kapıyormuş güneşini. Sevmeyi yanlış
    öğrenen adam, en sonunda dayanamamış
    ve papatyayı tüm gücüyle kendine çekmiş.
    Tüm dünyaya ne mutlu.. Ve o salak adama
    ne mutlu ki, papatya herşeye rağmen
    direnebilmiş gücü kalmasa da. Ama bu
    direniş o kadar büyük bir güç gerektirmiş ki,
    o herşeyden çok sevdiği papatya boynu bükük
    kalmış... Seven adam işte o noktada her şeyi
    görmüş ve anlamış, yaptığının acısı ona
    öyle bir koymuş ki, sendeleyip yere düşmüş.
    Hayatında tanımadığı acıyı çekmiş adam.
    Hayatta kendini ilk defa haksız, ilk defa
    bencil, ilk defa küçük hissetmiş. Ağlamak
    para etmezmiş, üzülmekte. Güneş de
    hemen fayda etmezmiş papatyaya.
    Sevmiş adam, bir çiçeğe nasıl davranması
    gerektiğini görmüş gözündeki perdeler
    kalkınca... Ağlayarak çiçeğin yanında durmuş,
    rüzgara karşı kendini siper etmiş yine ama
    çiçeği ne koparmaya çalışmış bir daha, ne de
    üzerinde gölge etmeye... Papatya, tekrar mutlu
    bir şekilde bütün asilliğiyle ve gücüyle dimdik
    ayakta durana kadar bekleyecekmiş öylece,
    yakınında olacakmış çünkü, çiçeğin ona ihtiyacı
    olacağı bir zaman olursa o da o anda çiçeğinin,
    papatyasının yanında olacakmış. Seven adam,
    papatya onu bir daha hiç sevmese bile, onu
    sonsuza dek sevecekmiş, çiçek isterse uzakta,
    çiçek isterse yakında... Çünkü seven adam için
    değerli olan tek şey varmış, o da çayırda
    tek başına ayakta durmaya çalışan eşi benzeri
    olmayan güzellikteki o tek papatya.


  3. #33

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Sevİyorum Tanrim !



    İnanç Tarihi dersimin öğrencilerinden biriydi Tommy. Uzun saçlı, değişik
    bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oydu. Tanrı'ya kayıtsız
    şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana imalı, imalı;
    -"Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun hocam? " dedi.
    -"Hayır" dedim, yavaşça.
    -"Yaaa" dedi. "Oysa senin, bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum
    hocam..." Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
    -"Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak bir gün,
    eminim." Tommy, omuzunu silkip yürüdü... Mezuniyetten sonra izini
    kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana...Ölümcül kansere
    yakalanmıştı. Odama girdiğinde; zayıflamış, çökmüştü... Kemoterapi,
    o uzun saçlarını dökmüştü... Ama gözleri halâ pırıl pırıldı...
    -"Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi.
    -"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
    -"Tabii" dedi, "Ne öğrenmek istiyorsun?"
    -"Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?"
    -"Daha kötüsü olabilirdi... 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla
    beraber olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak, sanmak gibi..."
    Sonra niye geldiğini anlattı... "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup
    bulamayacağımı sormuş; "hayır" yanıtını alınca şaşırmıştım. Sonra,
    "ama o seni bulur" dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar
    ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söylediklerinde;
    Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden... Habis ur, diğer hayati
    organlarıma yayılmaya başlayınca, sabahlara kadar dualar etmeye
    başladım... Hiç birşey olmadı. Bir sabah uyandığımda; ilahi bir mesaj
    alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim aniden.
    Ömrümün geri kalan vaktini; Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi
    şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım.
    O zaman gene seni düşündüm... "En büyük mutsuzluk, sevgisiz bir hayat
    sürmektir, bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine
    "Seni seviyorum" diyemeden gitmektir" demiştin...
    Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte...
    En zorundan başladım... Babamdan..." Oğlu yanına geldiğinde;
    babası, gazete okuyormuş.
    -"Baba, seninle konuşmam lazım" demiş Tommy.
    -"Peki, konuş oğlum"
    -"Yani, çok önemli bir şey..."
    Babası, gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı;
    - "Neymiş o bakalım?"
    -"Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim." Tommy,
    gülümsedi, arkasını anlatırken... Babasının elinden yere düşmüş
    gazete... Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış.
    Tommy'ye sarılmış ve ağlamış... Sabaha kadar konuşmuşlar.
    Babası, ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde...
    "Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam
    etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana
    söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar. Bütün bunları
    yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece...
    Ölümün gölgesi üzerime düşünce; kalbimi açıyordum,
    bana, aslında çok daha yakın olması gereken insanlara..."
    Nefes aldı Tommy..." Bir gün baktım, Tanrı, orada...
    Hemen yanıbaşımda duruyor... Ona yalvardığım zaman,
    bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı, kendi bildiği gibi
    yapıyordu. Gerçek olan şu ki, haklıydın...
    Ben, onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelip, beni bulmuştu."
    - "Tommy" dedim. "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm
    insanlığa... Sen, Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun.
    Onu, sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak
    işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o, gelir seni bulur.
    Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim; "Tommy, bana
    bir iyilik yapar mısın, bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?"
    Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün... Ölümle hayatı
    sona ermemişti tabii... Şekil değiştirmiş, büyük bir
    adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti...
    Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
    -"Söz verdiğim derse gelemeyeceğim, halsiz ve bitkinim hocam" demişti..
    -"Anlıyorum Tommy !"
    -"Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam, sen anlatır mısın?
    Herkese, bütün dünyaya, benim için anlatır mısın?"
    -"Anlatırım Tommy" dedim. "Anlatırım, merak etme!"

    İnsanlara; "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize
    gerek yok, şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz...
    Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin..

    Hem, şimdi başlamazsanız,
    belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir..


  4. #34

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Şanssiz Bİr Adam


    Şanssızlık beni her yerde izliyor, eminim ki,
    doğduğum gün gökyüzünde birkaç kötü yıldız,
    gezegen ya da herhangi bir gök cismi vardı.

    Bir süre önce çalışmak için Fransa'da bulunmuş ve dönmüş olan bir
    teknisyenle tanıştığımı anımsıyorum; o da şanssız olduğunu söylerdi.
    Bu teknisyen birkaç delikanlıyla el ele vemişti: Geceleri arabayla
    dolaşıyorlar dükkanların kepenklerine zincir bağlayarak arabayı çalıştırıyorlar,
    böylece kepenk fırlayarak sarılıyor, onlar da içeri girip eşyaları çalıyorlardı.

    Her neyse, bu teknisyenin göğsünde bir giyotin dövmesi vardı. Üzerinde ise fransızca
    sözcüklerle; İtalyanca'da "hiç şansım yok" anlamına gelen şu yazı yazılıydı:
    "Pas de chance" göğsünün kaslarını hareket ettirdiği zaman giyotinin
    bıçağı gibi görünüyor, teknisyende sonunun böyle biticeğini söylüyordu.
    Gerçekten de, giyotine gitmedi ama beş yıllık hapis cezasına çarptırılmayı başardı.

    Şimdi aynı yazıyı benim de göğsüme yazdırtmam gerekiyor. Çünkü herkes
    benim yaptığımı yapar ama onların işleri iyi giderken benimki ters gider.
    Demek ki şanssızım ve birisi kesinlikle kötülüğümü istiyor,
    ya da dünyanın benimle alıp veremediği var.

    Başkalarından daha dürüstçe olmasa da her zaman işlerimi dürüst olarak yürütmeye
    çalıştım. Çünkü, bilindiği gibi hepimiz kusurluyuz yalnızca Tanrı kusursuzdur.

    Evlendikten hemen sonra karımım parasıyla bir dükkan açarak ayakkabı
    tamirciliğine başladım ve bir memur mahallesi seçmekle iyi yaptım. Memur olarak
    çalıştıkları ve işyerinde iyi görünmek zorunda oldukları için, halktan kişiler olan
    bizim gibi yırtık ayakkabıyla gezemezler. Dükkanım, mahallenin tam ortasında,
    içinde en az binlerce memurun oturduğu köhne evlerin arasındaydı.

    Aynı caddede, benim tam karşımda başka bir ayakkabı tamircisi vardı.
    Yetmiş yaşlarında ve nereydeyse önünü göremeyen yarı kör bir ihtiyardı.
    Dükkanı açtığım gün benimle kavga etmeye geldi. Baykuş öyle kötü bir
    adamdı ki, karım bana nazardan korunmam için dikkatli olmamı söyledi.
    Bense ona kulak asmamakla iyi etmedim.

    Başlangıçta herşey iyi gitti. Başarılıydım, gençtim, cana yakındım,
    çalışırken şarkı söylüyor, patronlarının ayakkabılarını getiren hizmetçilere
    her zaman söyliyecek güzel sözler buluyor ve onlarla şakalaşıyordum. Dükkanım
    artık mahallenin salonu haline gelmişti ve kısa zamanda o kötü ihtiyarın
    tüm müşterilerini elinden almıştım. Öfkeleniyordu ama yapacak birşey yoktu
    çünkü ben aramızdaki rekabeti kızıştırmak için daha düşük fiyata çalışıyordum.

    Doğal olarak bir de planım vardı; tüm müşterilerimi avucumum içinde hisseder
    hissetmez onu uyguladım. Bir ayakkabıya kösele taban, diğerine ise kösele taklidi
    olan işlenmemiş bir taban koyarak sırayla yapmaya başladım. Yani birine koyuyor
    diğerine koymuyordum. Daha sonra bu işin farkedilmediğini görerek cesaretlendim ve
    tümüne koymaya başladım. Gerçekte bu tam anlamıyla karton değildi ama savaş
    boyunca üretilmiş olan sentetik bir üründü ve yemin ederim ki, köseleden daha da iyiydi.

    Böylece hep neşeli, hep nazik ve keyifli, hevesle çalışarak yeterince kazanmaya
    başladım. Herkes beni seviyordu. Bilindiği gibi ihtiyar ayakkabı tamircisi dışında.

    O sıralarda ilk oğlum dünyaya geldi. Aynı günlerde nasıl oldu bilmiyorum, belki de
    yağmurdan, ne yazık ki pençe yaptığım ayakabılardan biri açıldı. Müşteri itiraz etmek için
    dükkana geldi. Raslantı eseri tam o günlerde onardığım ayakkabılar açılmaya başladı.

    Bu gibi şeylerin nasıl yayıldığı bilinir. Tüm mahallede herkes olayı biribirine anlattı ve
    o günden sonra hiç kimse bana gelmedi. Müşterilerin tümü ihtiyara döndü. O, dükkanın
    camları ardında kendi kendine gülüyor ve kınnapı batırıp çekmekten başka iş yapmıyordu.
    Bense toptancının beni dolandırdığını, benim suçum olmadığını açıklayarak bas bas
    bağrıyordum ama kimse bana inanmıyordu. Sonunda; devralacak birini buldum
    ve birkaç kuruşla birlikte oradan çekip gittim.

    Ayakkabıcılıkta ısrar etmenin boş olduğunu anlayınca meslek değiştirmeye karar
    verdim. Delikanlılığımda bir sıhhi tesisatçının yanında çalışmıştım, onun için bir
    lehimci dükkanı açmayı tasarladım.

    Bu kez de herşeyi düşünerek yaptım, kentin merkezinde, su boruları çürük ve tüm
    tesisatları yıpranmış olan, tümüyle eski evlerden oluşan bir mahalle seçtim.
    Nemli, güneş görmeyen, tıpkı bir mağaraya benziyen bir sokakta, biri kömürcü diğeri
    ütücü olan iki dükkan arasında yer buldum. Birkaç demir, birkaç kurşun boru, birkaç
    lavabo ve musluk aldım ve üzerinde, şu yazıların bulunduğu bir levha yazdırdım:
    "Sıhhi tesisat ve teknik işler bürosu, evlere sevis yapılır, isteğe göre önceden
    fiyat bildirilir." İş, çabucak iyi gitmeye başladı.

    O yıl şiddetli bir kış oldu ve kar bile yağdı. O, çürük ve eski
    evlerin tümünde patlıyan borular, sayılamayacak kadar çoktu. Öte yandan iyi bir lehimci
    her zaman kolay bulunmadığı için bir banyo ısıtıcısı ya da bir kahve değirmeni bozulunca
    halk su tesisatçısına Tanrı'ya güvenir gibi güveniyordu. Suların akmadığı ya da banyolarının
    su bastığı zaman zengilerin bile ne büyük umutsuzluğa kapıldığını bilemezsiniz. Telefon
    ederler, yalvarırlar, sizi göklere çıkarırlar ve zamanı gelince de soluk almadan parayı öderler.

    Su tesisatçısı çok gereklidir ve gerçekten de tümünün kibirinden geçilmez, onlarla iyi
    geçinmeyenin vay haline! Söylediğim gibi işlerim hemen iyi gitmeye başladı. Dükkan
    küçüktü, karanlıktı, vitrinine bir düzine musluktan başka bir şey koymuyordum
    ama bir çok kişi beni çağırıyordu. Kısa zamanda bütün gün çalışmaya başladım.

    Eğer, benimkinin tam karşısına bir başka tesisatçı dükkanı açmamış olsaydı,
    bu kez işlerim kesinlikle pürüzsüz gidecekti. Bu sarışın, ufak tefek, sezsiz, büyük kafalı
    bir gençti. Hemen hemen hiç boynu olmadığı için kafası göğsüne gömülmüştü.
    İlk iş olarak müşterileri elimden almaya koyuldu. Bana zarar vermeye kararlı
    göründüğü için; eğer, önlem almazsam başarılı olacağına inandım.

    Bunu düşünürken, aklıma müşterileri elimde tutmama, hatta işimi arttırmama
    yarıyacak iyi bir fikir geldi. Diyelim ki, bir banyo ısıtıcısını yerine yerleştiricektim.
    İngiliz anahtarıyla civata somunlarını sıkıştırarak zaten eski ve yıpranmış olan
    boruyu duvarın içinde kırılacak biçimde burkuyordum. Gece evi su basıyor, müşteri
    beni çağrıyor, ben de duvarı yararak boruyu değiştiriyor ve iş yapmış oluyordum.

    Böylece daha önce onarmış olduğum yerlerde yapmamaya dikkat ederek, bazı
    bozukluklar yaratıyordum. Sonunda durumu düzelttim. O sıralarda ikinci
    oğlum doğdu ve derin bir nefes aldım .

    Bu kez gerçekten şanssızlığın etkisi dışındaydım. Fakat hiç bir zaman büyük
    söylememek gerek çünkü, yaptığım bozukluklardan biri önüne
    geçemeyeceğim kadar büyüdü. Bir banyo ısıtıcısı dışarı fırladı. Ateş, bir dolaba,
    sonra da tüm daireye sıçradı. Şanssızlık eseri, teknik işlere meraklı olduğu anlaşılan
    bir çocuk, beni izlemişti. Neler çektiğimi anlatamam.Ceza evine girmeme ramak
    kaldı. Bu kez de dükkanı kapatarak mahalleden çekip, gitmek zorunda kaldım.

    İnat bu ya, üçüncü kez dükkan açmak istedim. Artık paralar azalmıştı. İki çocuk
    bir de yoldakiyle durumumuz pek ümit verici değildi. Kent dışında, mezbaha
    taraflarında fakir halkın otuduğu mahalleye gittim ve ufak bir şilteci dükkanı açtım.

    Bu kez fikir karımındı çünkü, kayınpederim de şilteciydi. Bir dikiş makinesi,
    birkaç demir somya, birkaç portatif yatak, birkaç top şilte kumaşı ve yün ile at
    kılı satın aldım. Zavallı karım, bebek beklemekle birlikte makinede dikiş dikiyor,
    bense yünü tel tarakla taramak gibi daha ağır işler yapıyordum.

    Mahalle çok fakirdi, çok seyrek olarak sipariş geliyordu. Yiyecek yemek bile
    bulamıyorduk. Karıma söylediğim gibi bu kez şanssızlığımı başımızdan savmamız
    çok güç olacaktı. Fakat ilkbahara doğru işler iyi gitmeye başladı.

    Fakirler de temiz olmak isterler, fakir aileler de evi temiz tutmak için her türlü
    özveride bulunurlar. İlkbaharda mahalledeki kadınların çoğu şiltelerini yeniletmek için
    bana geldiler. Bu işlerin nasıl yürüdüğü bilinir. Bir ay önce kimse gelmiyordu, şimdi
    ise elimi hangi işe atacağımı bilemiyordum.

    İşimi yalnız başıma yürütemediğim için yanıma bir çırak aldım. Onyedi yaşında
    haylaz bir çoçuktu. Aynı Etopya imparatoru Negus'u andıran esmer derisi ve
    kıvırcık saçları olduğu için ona Negus diyorlardı. O, şilteleri götürmek ya da almak
    için dolaşıyor, bense çalışmak için dükkanda kalıyordum.

    Bu Negus, çamaşırcılık yapan annesinin baş belasıydı. Onu bir faturayı ödemesi
    için gönderdiğim günlerden birinde geri dönmedi. Futbol maçına ve
    sonra da başka yerlere giderek paraları yemişti. Ama sonunda; dükkana
    gelerek, cüzdanını çaldırdığını söyleyecek kadar yüzsüzlük etti. Ona hırsız
    olduğunu söyledim, o da bana kötü sözlerle karşılık verince bir tokat attım ve
    dükkandan kovmak için zor kullanmak zorunda kaldım.

    Bu olay yeni şanssızlığımım başlangıcı oldu. Bu serseri, bir süre önce beş şilteyi
    onarırken, bunların birinde tahta kuruları bulduğumu ve onları yok etmek şöyle
    dursun diğer dört şiltenin her birine bir çift tahta kurusu koyduğumu, bunu, gelecek
    mevsim, şilteleri yeniden onarılmaya göndermelerini sağlamak için yaptığımı anlatarak
    tüm mahalleyi gezdi. Doğruydu ama bir işi becermek için elden gelen yapılmalı.

    Herkes öyle yapıyor ama benimkinin öğrenilmesi için şanssız olmam gerekiyormuş.
    Kısacası, neredeyse bir ayaklanma oldu. Kadınlar dükkanda etrafımı çevirerek beni
    dövmek istediler. Sonunda polis memuru bile geldi ve benden kuşkulandı. Bu kez son oldu.
    Dikiş makinasını ve birkaç eşyayı sattım. Geceleyin hırsız gibi sessiz sedasız gittim.

    Şimdi soruyorum: Benden daha şanssızı var mıdır? Dürüst ve huzurlu çalışmak
    istiyordum. Dahası, birçok kişinin yaptığından çok değil ama işe biraz da ustalığımı
    katıyordum. Kısacası iyi bir işçi olmak istiyordum oysa, işsizdim işte.
    Hiç olmazsa biraz param olsaydı meyhane açardım. Madem ki,
    şaraba su katıldığını herkes biliyor, belki bu işi kıvırırdım.

    Artık param yok, çırak olmak zorunda kalacağım. Oysa, bilindiği gibi maaşlı
    çalışan açlıktan ölür. Gerçekten çok şanssız, hatta nazara gelen biriyim.
    Karım, cüzdanıma bir aziz resmi dikti, üzerimde ise sayısız nazarlık
    taşıyorum. Sonra evin kapısına da tüm çivileriyle birlikte bir at nalı astım.
    Ama yine de şanssızım, şanssız yaşadım, şanssız ölüceğim.

    Kötülüğümü istiyen kişiyi öğrenmek için gittiğim falcı, elimi görür görmez ellerini
    gökyüzüne kaldırdı ve bağırdı: "Oh! ne görüyorum, ne görüyorum". Beni bir korku
    aldı ve ne gördüğünü sordum. Yanıtladı: "Oğlum siyah mı siyah bir yıdız...
    Herkes senin kötülüğünü istiyor". "Eee öyleyse?" diye sordum.
    "Öyleyse cesur ol ve Tanrı'ya inan" dedi. "Fakat
    ben" diye itiraz ettim, "Ben her zaman görevimi yaptım".

    O, "Oğlum çok kişi senin kötülüğünü istiyor...Böyle olunca görevini yapman
    neye yarar? Yalnızca rahat bir vicdana sahip ol".
    O zaman yanıtladım:
    "Vicdanımın şimdiki gibi rahat olması bana yeter.
    Gerisi beni ilgilendirmez".

Sayfa 4/4 İlkİlk 1234

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •