Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/3 123 SonSon
23 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Dini Hikayeler...

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Dini Hikayeler...

    Cami ve Kilise
    Hazreti Fatih İstanbul'u fethettikten sonra, Avrupada fütuhata devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve Sırbistan'ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi.
    "Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?" diye fikirlerini öğrenmek istedi.
    Sırplılar ortodoks mezhebine mensup olduklarından, katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:
    -Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine katolik kilisesi inşa ederiz...

    Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine giden elçi şu cevapla dönmüştü:
    -Biz Sırbistan'ı alırsak, İslâmiyetin Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi, kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din olan İslâmiyeti seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Cafer-i Sadık İle Rafizi



    Kûfede bir râfizî var idi. Adı Abdülmecîd bin Abdülgaffâr idi. Ca'fer-i Sâdık 'kuddîse sirrûh' hazretlerinin hûzuruna vardı ve. aralarında şu konuşma geçti
    - Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın torunu. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinden sonra en üstün olan kimdir?
    - Ebû Bekr-i Sıddîkdır 'r.a'.
    - Böyle olduğunu nereden biliyorsun.
    - Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri ona, Resûlullahdan sonra, ikinci buyurdu. Üçüncüleri Allahü teâlâ olan iki kişiden, ikincisi olmak kadar şeref olamaz
    - Hazret-i Alî 'radıyallahü teâlâ anh', Resûlullah 's.a.v.' hazretlerinin döşeğinde, kâfirlerden korkmadan yatmadı mı?
    - Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretleri ile mağaraya girmedi mi?
    - Eğer korkmasa idi, girmezdi. Allahü teâlâ Resûlullaha haber verdi ki, Ebû Bekre korkma, dedi.
    - Onun korkusu, ondan idi ki, kâfirler onların nerede olduğu hakkında bir haber duyup, gelirler. Resûl-i ekremi üzerler. Görmezmisiniz Ebû Bekr-i Sıddîk, kendi ayağını, mağarada bir deliğe koydu. Hattâ yılan onu kaç def'a ısırdı. O acıya katlandı. Ayağını kaldırmadı. Resûlullahı uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi.
    - Mâide sûresinde, (Rükû'da iken sadaka verirler) meâlindeki 58.âyet-i kerîme ile medh olunan Alîdir.
    - Bu âyetden önce, bir âyet-i kerîme vardır ki tahsîs rakamı ondan ziyâdedir. O Sıddîk şânındadır. (Allahü teâlâ, mürtedler ile cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin, öbür âleme göçmelerinden sonra, arablar, dedi ki, biz nemâz kılarız. Ammâ zekât vermeyiz. Ebû Bekr 'r.a.' buyurdu ki, Resûlullah hazretlerine edâ etdikleri zekât malından bir deve dizinin bağını vermeseler ve ondan eksik verseler, ben onlar ile toprak ve kum sayısınca olsalar da muhârebe ederim.
    - Yâ Ca'fer. Hazret-i Alînin şânı için, meâl-i şerîfi, (Mallarını, gece-gündüz, gizli ve gözönünde verenler) olan Bekara sûresinin 274.âyeti gelmemiş mi?
    - (Sûre-i Velleyl), Ebû Bekr-i Sıddîkın şânında nâzil olmuşdur. Şânını çok yükseltmekdedir. Zîrâ Ebû Bekr-i Sıddîk kırkbin altın verdi. Kendisine bırakmadı. Bir kilime sarındı. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, Allahü teâlâ buyurdu ki, ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır? Ebû Bekr-i Sıddîk, ben Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım, dedi.
    - Meâli şerîfi (Hâcılara su vermeği ve Mescid-i Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz. Hâyır, böyle değildir) olan Tevbe sûresinin 20.âyet-i kerîmesi hazret-i Alînin şânını bildirmek için nâzil olmadı mı?
    - Meâl-i şerîfi (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden bir değildir. Önce olanın derecesi dahâ yüksekdir) olan Hadîd sûresinin 10.âyet-i kerîmesi ile Ebû Bekr-i Sıddîk medh olunuyor. Ebû Bekrin muhârebe etmesi önce idi ki, Ebû Cehl, Resûlullah hazretlerine vurmak istedi. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ebû Cehle mâni' oldu.
    - Alî, hiç kâfir olmadı.
    - Öyledir, lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hiç kimsenin, îmânını, Ebû Bekrin îmânı gibi medh etmedi. Meâl-i şerîfi (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz ni'metler vardır) olan Tevbe sûresi 31. âyetinde ve meâl-i şerîfi (Doğru haber ile gelen ve Ona inanan için Cennetde istedikleri herşey vardır) olan Zümer sûresi 33. âyetinde, Allahü teâlâ, Ebû Bekr-i Sıddîkın 'radıyallahü teâlâ anh' îmânını medh etmekdedir. Her ne vakt ki, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' vahy ile bir haber verse idi, kureyş, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekr-i Sıddîk hemen yetişip, doğru söylüyorsun yâ Resûlallah, derdi.
    - Meâl-i şerîfi (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) olan İmrân sûresi 155.âyetinde, Allahü teâlâ şikâyet etmiyor mu?
    - Âyet-i kerîmenin sonunu oku. Meâlen (Onların bu kusûrlarını afv etdim) buyuruyor.
    - Hazret-i Alînin dostluğu farzdır. Kur'ân-ı azîmüşşânda, Şûrâ sûresinde, 23.âyetinde meâlen (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz) buyuruldu ki, bunlar, Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyindir.
    - Ebû Bekre 'radıyallahü teâlâ anh' düâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Allahü teâlâ, Haşr sûresinde 10.âyetinde meâlen (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü'minler, yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi afv et derler) buyuruyor. Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü'minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur).
    - Resûlullah 's.a.v.' (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları dahâ üstündür) buyurmadı mı?
    - Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında bundan iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan işitdim. Ceddim İmâm-ı Alî 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdu ki, Resûlullahın 's.a.v.' huzûrunda idim. Başka kimse yok idi. Ebû Bekr ile Ömer 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' geldi. Server-i âlem ve Seyyid-i veledi âdem 's.a.v.': (Yâ Alî! Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennet erkeklerinin en üstünüdür.)
    - Yâ Ca'fer! Âişe mi üstündür. Fâtıma mı üstündür?
    - Âişe 'r.a.' Resûlullah hazretlerinin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Fâtıma 'r.a.' hazret-i Alînin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Allahü teâlâ hazretlerinin gadabı ve la'neti o râfizî ve mübtedi' üzerine olsun ki, Resûlullah 's.a.v.' hazretlerinin, mü'minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhirâtına 'rıdvânullahi teâlâ aleyhinnâ ecma'în' ta'n eyler.
    - Âişe Alî ile muhârebe etdi. Cennete girer mi?
    - Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, 53.ayetinde meâlen; (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır.) buyuruyor. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, Resûlullah 's.a.v.' vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır.
    - Ebû Bekrin hilâfetini, Kur'ân-ı azîmüşşânda bana göstermeğe kâdir misin?
    - Gösteririm. Hem Kur'ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem de İncîlde gösterebilirim. Kur'ân-ı kerîmde olan şudur: En'âm sûresi 165.âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ sizi yeryüzünde halîfe yapdı) buyuruldu. Nûr sûresi 55.âyetinde meâlen; (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yeryüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâîloğullarını halîfe yapdığım gibi, sizi de birbiriniz ardı-sıra halîfe yapacağım) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur'ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu ve dört halîfesinin 'radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în' meşrû; haklı olduğunu göstermekdedir.
    Tevrâtda ve İncîlde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düşmân olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmekdedir. Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor. Babam, ceddim Alî bin Ebî Tâlibden 'r.a.' ve onun da Resûlullah hazretlerinden bildirdiği hadîs-i şerîfde,
    (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyâmetde mezârdan önce kalkarım. Allahü teâlâ dört halîfeni çağır, buyurur. Onlar kimdir, yâ Rabbî, derim. Ebû Bekrdir, buyurur. Yer yarılıp, herkesden önce Ebû Bekr mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar) buyuruldu. Peygamberimiz 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdu: Ben yer şak olup, dışarı gelenlerin evveli olurum. Allahü teâlâ bana kerâmetlerden verir. O nesne ki benden önce Nebîlerin bir ferdine vermemişdir. Sonra Allahü teâlâ buyurur. Yâ Muhammed, yakın getir o halîfeleri ki, senden sonra geldiler. Ben dedim, onlar kimlerdir. Buyurur, Ebû Bekr-i Sıddîk. Benden sonra yer şak olup, Ebû Bekr kabrden dışarı gelenlerin evveli olur. İki hulle giydirirler. Tâ gelip, Arş önünde durur. Ve hesâbın az görürler. Ve arş önünde ayak üzerine dururlar. Ondan bir münâdî seslenir; Ömer bin Hattâb 'radıyallahü teâlâ anh' nerededir. Onu getirirler. Cerâhetden kan revân olduğu hâlde gelir. Diye ki, yâ Ömer, bunu sana kim etmişdir. Mugîre bin Şûbenin kölesi yapmışdır, der. Ona da buyururlar. Arş önünde durur. Hesâbını görürler. İki yeşil hulle giydirirler. Sonra Osmân 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerini getirirler. Damarlarından kan revân olduğu hâlde gelir. Derler ki, bunu sana kim yapdı. Der ki, filân yapdı. Arş önünde durmasını buyururlar. Hesâbı da kolay olur. İki yeşil hulle giydirirler.
    - Yâ Ca'fer, bunlar Kur'ân-ı azîmde var mıdır.
    - Evet, okumadın mı, Allahü teâlâ onlardan haber verdi. (Peygamberler ve bunların şâhidleri, hesâb için getirilir!) buyuruldu. [Zümer sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi meâli]. Yâhud şehîdleri getirilir, denildi. Ya'nî Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alîyi 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' getirirler.
    - Yâ Ca'fer! Bu zemâna kadar ben onları sevmiyor idim. Şimdi pişmân oldum. Eğer tevbe edersem, Allahü teâlâ kabûl edermi?
    Ca'fer-i Sâdık 'kuddise sirrehül'azîz' buyurdu ki,
    Çabuk tevbe et ki, se'âdetin alâmeti olsun. Eğer, Allahü teâlâ korusun, o i'tikâd üzere dünyâdan gitmiş olsaydın, senin dînin boşa giderdi.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Cennet Komşusu


    Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti.
    Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu.
    Yolu bir mescide düştü.
    İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu.
    Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu.
    Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:
    - Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım.
    Öteki merakla sordu:
    - Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?
    - Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi.
    Gülüstüler.
    Padisah kölesine:
    - Bu mescidi ve adamları unutma! dedi.
    Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler.
    Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler.
    - Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler.
    Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:
    "Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır."

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Cebrail (a.s.)'ın Hocası



    Birgün Server-i Enbiyâ 's.a.v.' mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî 'r.a.' içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân 'r.a.' gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr 'r.a.' gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular.
    Buyurdular ki:
    - Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum.
    Dedi ki:
    - Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
    - Neden dolayı hocandır.
    Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
    - Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı.
    Bana dedi ki,
    - Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuşdum. Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.

    Kaynak:
    Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Cehaletin tek ilâcı sormak...



    Câbir radıyallahü anh anlatıyor: Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık. İçimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına:
    - Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
    Arkadaşları da:
    - Hayır, su mevcut oldukça teyemmüme ruhsat yoktur, diye cevap verdiler. Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile vefat etti. Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldiğimiz zaman, kendisine hadiseyi naklettiler.
    Bunun üzerine Resûlüllah aleyhisselâm:
    - Adamı öldürmüşler, Allah onları öldürsün, buyurdu.
    Ve «Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cehaletin ilâcı sormaktır, o adama teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun diğer yerlerini de yıkardı» diye ilâve etti (Ebû Davud)

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart CİmrİlİĞİn Bu Kadarina Pes!




    Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek:
    - Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi.
    Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona:
    - Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam:
    - Olmaz dedi. Allah Resûlü:
    - Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de:
    - Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu:
    - Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de:
    - Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı:
    - Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, (bu güne kadar) senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Dağ başına mı, şehir içine mi?..



    İki kardeştiler. Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. İyisi mi, ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım.
    Diğeri ise şehre gitti. Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp başladı ayakkabı tamirine.
    Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de nâmahreme nazar etmiyordu. Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu.
    Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi, kerametlere mazhar oldu.
    Düşünüyordu ki, kardeşi şehirde bir sürü günah ve nâmahreme nazar ile manen sukût ediyor...
    Bir ara ona acıyarak ziyaretinde bulunmayı düşündü. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağıp bir bez torbaya doldurarak ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu.
    Sora sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu.
    Torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak hal hatır sormaya başladı. Bu sırada bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi baktı. Tamir edebileceğini söyledi. Hanım çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihnindeki temizlik de gitmeye yöneldi. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Meğer o anda torbadaki süt de damlamaya başlamış.
    Eskici kardeş şöyle bir baktı ve söylendi:
    - İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı şimdi farkı?
    Çoban başını sallayarak cevap verdi:
    - Sen haklısın şehirli kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar. Bunun için düşüş var sende.
    Eskici cevap verdi:
    - Nereden bildin bende düşüş olduğunu?
    - Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin. Düşmemen mümkün mü?
    Eskici cevap verdi:
    - İşte ben de onu söylüyorum sana. Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb'ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşaallah.
    Çoban buna itiraz etti.
    - Beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok.
    Eskici buna bir cevap vermek istiyordu. Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Bir de baktılar ki, şıp şıp diye akan süt anında kesildi.
    Birbirlerine bakıştılar. Bir anlık sessizliği yine çobanın feryadı bozdu. Kucakladığı kardeşine şöyle diyordu:
    - Sen haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş.
    Siz ne dersiniz bu olaya? Dağ başına mı gitmeli, yoksa şehir içinde mi muhafaza olmalı?

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Delik Kova


    Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi.
    Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu.
    Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve ?Ben işimi tam görüyorum? diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi:
    -Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.
    -Niye ki? diye sordu sucu.
    -Neden utanıyorsun?
    -İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun.


    Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi:
    -Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen.
    Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
    -Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine güzelleşti.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Delİnİn Velİye Tavsİyesİ



    Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor:
    -Ne yapıyorsun?
    Hizmetçi:
    -Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.
    -Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?
    -Hastalığını söyle.
    -Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum..
    -Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum..
    Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:
    -Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi.
    Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokularak:
    -Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.
    Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:
    -Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.
    Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:
    -Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.
    Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilâçtır. Yani bu formülün hükmü hâlâ devam etmektedir.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Devlet Hazinesi



    Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul. Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.
    İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar.
    Sahabe sorar:
    - Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?
    Hazreti Ömer (r.a.):
    - Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı.O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:
    -Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!

Sayfa 1/3 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •