Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/2 12 SonSon
14 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Güzel sohbet ve hikayeler..

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İbni Teymiye kimdir(bu şahıs ibni teymiyeyi büük bilmekte ve kitaplarıda basılmaktadır)

    Vehhabilerin ve bazı mezhepsizlerin şeyhülislam bilip yolundan gittikleri İbni Teymiye, Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehli sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısırda iki defa hapsedildi.

    İslam âlimleri buyuruyor ki:
    Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir. (İbni Haceri Mekki)

    Arş kadimdir diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)

    Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona şeyhulislam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır. (İmam-ı Sübki)

    İbni Teymiyeye uyanın malı ve canı helaldir. (Miratül-cenan, Nebras haşiyesi)

    Kitabül-Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)

    Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi. (İbni Battuta)

    Abdürrazık paşa diyor ki: Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiyeye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduhdaki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiyeye bağlıdır.
    (Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır.
    Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)
    (Ömer çok yanılmıştır) diyerek, İmam-ı Ahmedin bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömerin dili üzerine koymuştur. O hiç yanılmaz) hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshâb-ı kirâmın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.
    Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazalinin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)

    İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
    (İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) (Tabakat-ül-kübra)

    İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
    (İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) (Kam-ul Muarıd)

    Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki:
    (İbni Teymiyenin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)

    İbni Haceri Askalani hazretleri buyuruyor ki:
    (İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. Hz. Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. Hz. Osman malı çok severdi” dedi, diyerek Eshâb-ı kirâmın büyüklerine dil uzattı.) (Ed-Dürer-ül-Kamine)

    İbni Haceri Mekki hazretleri buyuruyor ki:
    (İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır.
    Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere Eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) (Fetava-i Hadisiyye)

    Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiyenin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.
    İbni Battuta, ibni Haceri Mekki, İmam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusufi Nebhani, İmam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiyeye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen kâfirdir” buyurdu) diyor. (Türkiyenin manzarası)

    İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır. Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilir. Yoksa İslam pınarını, etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından arındırmak mümkün değildir. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli, dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekir. Sımsıkı bağlanılan prensip üçtür:
    1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i şeriflerden kendi anladıkları.
    2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları hükümler.
    3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i şerifler.

    İbni Teymiyeye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır. Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel etmelidir. Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir.

    İbni Teymiyenin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir, Kitap ve Sünnetten anladıklarına tabi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken, onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler, herkesi Kitap ve sünnete el atmaya iterler.
    İbni Teymiyenin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir.

    Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis, başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına islam âlimleri gerekli cevaplar vermiştir.

    Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiyenin görüşlerine uyar ve onun usulüne uyup Kitap ve sünnetten ahkâm çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gâyet normal sayarlar ve buna münezzel din derler.

    Biz de mezhep İmamımız olan İmam-ı a'zam hazretlerinin hükümleriyle amel edince, onun usullerine uyunca, Allahın gönderdiği din ile değil, mezhep imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler. İbni Teymiyeye uyup Kitap ve Sünnete el ve dil uzatan mezhepsizler, bizim de İmam-ı a'zama uymamıza ne hakla karşı çıkarlar ki?

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Seyyit Kutup (büyüüüüüüükkk alim!...)

    Bu yazıda, ismi seyyid, fakat kendisi fellah olan S.Kutbun masonlara nasıl maşalık yaptığını, başta eshab-ı kiram olmak üzere ehli sünnet büyüklerine nasıl dil uzattığını, Kur’an-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir ettiğini, İbni Teymiyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist olduğunu ispat ediyoruz. S. Kutbun kitapları, Türkçeye tercüme edilirken galiz hataların çıkarıldığına da şahid olduk. Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler bulunduğunu okuyuculara ispat için, Türkçe tercümelerini sayfa numaraları vermek suretiyle nasıl din düşmanlığı yaptığını göstermek istiyoruz.

    Bekir Sadak tarafından tercüme edilerek Cihan sulhu ve İslam ismi verilen kitaba bir bakalım.
    S.Kutup, sosyalist hümanistliğe dayanarak diyor ki:
    “İslamiyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dini taassubu asla kabul etmez.” [C. Sulhu s.22]
    Hıristiyan ve Yahudi gibi kâfirleri sevmemek, taassup olarak gösterilmektedir. Halbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmek her Müslümana farzdır. Kur’an-ı kerimde de buyuruluyor ki:
    (Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allahü teâlânın dostluğunu bırakmış olurlar.) [A. İmran 28]
    (Ey müminler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin!) [Maide 51]

    Yine diyor ki:
    “İslam, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hatta İslama göre bütün insanlar yek diğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allahın adaletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayrımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adaleti vâdeder.” [C. Sulhu s.32]

    İslama göre kâfir Müslüman bir aileymiş. Bugüne kadar hangi İslam âlimi böyle söylemiştir? İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz “Ancak Müslümanların kardeş” olduğunu bildirmiştir. Evet dinimizde ırk ve renk ayrımı yapılmaz ama, DİN ayrımı yapılır. Müslümana, zimmiye ve kâfire ayrı ayrı muamele ile emredildik. Müslümandan uşur ve zekat alındığı halde zimmiden zekat değil, harac ve cizye alınır. Müslüman zekat vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. İslam âlimlerinin bu hükümleri mevcutken sosyalist yazar kendi başına kurallar koymaktadır.
    Nisa suresi 95. âyet-i kerimesinde, (Allahın dinini yaymak için, malları ile canlarını feda ederek din düşmanları ile cihad edenler, evlerinde ibadet edenlerden daha üstündür) buyurulurken Mısırlı sosyalist şöyle zırvalıyor:
    “İslamın hiçbir zaman harpten gayesi zorla Müslümanlığı kabul ettirmek değildir.” [C. Sulhu s.32]
    Bu fikirlerine delil olarak T.D Arnold isimli bir ecnebi şahid gösteriliyor. (C. Sulhu s.32)

    S.Kutup (Fi-zılal) Kitabında ise mezkur âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, Allah nizamını beşeri hayata hakim kılmak için yapılmasının gerektiğini yazmak mecburiyetinde kalmış, böylece riyakârlığı meydana çıkmıştır. Fi-zılalde de “İslam kendisine inanmayanları zorla davet etmez” diyor. Bir taraftan dine davet için savaş yapılmasını söylüyor. Az sonra da savaşla, zorla dine davet olmaz diyor. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki:
    “Hak din olan İslamı kabul etmeyen kâfirlere, cizye verinceye veya hak dini kabul edinceye kadar onlarla savaşın.” [Tevbe 29]

    Dinimiz kâfirleri Müslüman yapmak için cihadı emrettiği için, Eshab-ı kiram yer yüzüne dağılıp ölünceye kadar cihad ettiler. İstanbulu fethetmek için kaç kere sefer yapılmıştır. S.Kutuba göre, (Bütün insanlar birbiriyle kardeştir, nasıl olur da zorla savaşılır? Kâfirleri Müslüman yapmak için yapılan cihad barbarlıktır.)

    S.Kutup bir taraftan Müslümanlar ihtilalci olur, ihtilalle başa geçer derken, bu Kitabında da şöyle demektedir: “İktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ulaşır: Halkın mutlak arzusu ile, hür seçim yolu ile” [C.Sulhu s.119]

    Halbuki Hz. Ebu Bekir Sıddık, tayin suretiyle, Hz. Ömer de halife seçimini altı kişilik bir şura’ya havale etmiş, Hz. Osmanı da bu altı kişilik şura seçmiştir. Ondan sonra biatler yapılmıştır. Ancak dinimizde Mevdudinin ve S.Kutubun bildirdiği gibi hür seçim yolu, modern seçim yolu yoktur. Dinimizde insanlar eşit olmadığı gibi Müslümanlar da kendi aralarında bile eşit değildir. İmam-ı Gazalinin oyu ile dağdaki çobanın veya evdeki kocakarının oyu eşit değildir. Hz. Aişe validemizle, Eshab-ı kiramdan başka bir hanımın oyu eşit değildir. Herkesle istişare edilmez. Ancak ilim ehliyle, bilenlerle istişare edilir.

    S.Kutup istişareye bile herkesin iştirak etmesini isteyerek şöyle diyor:
    “Meşveretin icabı, insanların işlerini idare hususunda hepsinin iştirakinden ibarettir.” [C.Sulhu s.120]
    Âlim cahil, salih fasık ayırt etmeden, eşitlik esası üzerine herkesi davet ediyor. Bu sapık fikri de İslam diyor.

    S.Kutup önceleri sosyalist idi. Ancak bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması onu kınamayı gerektirmez. Fakat, dinimizi sosyalist açıdan anlatmakla, Marksistliğin tesirinden kurtulamadığı ve halâ sosyalistliğin devam ettiği görülmektedir. Zekat konusunda ise Marksistliğini gizlememektedir.
    Zekat, malın belli bir kısmını Kur’an-ı kerimde bildirilen sınıflara Müslümana vermektir. Zenginin zekatını, fakirin eline vermesi gerektiğini bütün ehli sünnet âlimleri bildirmektedir. Meşru hükümet, aldığı zekat parası ile yol köprü yaptırmadığı gibi hiçbir hayır kurumuna da veremez. Zekat yalnız bu sınıftakilerin hakkıdır. Kur’an-ı kerimde bildirilen bu hakkı herhangi bir mezhepsizin değiştirmeye hakkı yoktur. Marksist ruhlu diyor ki:
    “Şurası bir gerçektir ki, zekat adını taşıyan bu vergiyi, her vergiyi tahsil ettiği gibi, ancak devlet tahsil eder. Ve yine cemiyetin ihtiyaç ve şartlarına göre değişebilen belirli bir usül dahilinde sarf edilmesi ile vazifeli olan da devlettir.” [C.Sulhu s.152]

    Zekat, fakirin hakkıdır. Cemiyetin ihtiyaçlarına sarf edilmez. Sarf edilmesi dört mezhebe aykırıdır, mezhepsizliktir. Sosyalist Kutbun dini tahrif edici ifadesi de şöyledir:
    “Devlet, ordu kurmak ve onu silahlandırmak için, az olsun, çok olsun, her servetten %2,5 nispetinde bir vergi alınmasını mecburi kılan bir kanun vazetse ve bu vergiden gelen varidatı umumi sarfiyat bölümlerinden askerin masrafına tahsis etse, vay efendim, asker dilencilik etme durumuna düşürüldü, şan ve şerefi ayaklar altında çiğnendi mi denecektir?” [C.Sulhu s.152-53]

    Dinimizde yeni kanunlara ihtiyaç yoktur. Hangi servetten ne miktar zekat, uşur alınacağı bellidir. Bir kere her servetten zekat alınmaz. Her servetin bir limit noktası vardır. Az olsun çok olsun denmez. Din ve mezhep imamları bu ölçüyü koymuştur. Hiç bir devlet bu ölçülerin dışına çıkamaz. Havaciyeyi asliye denilen ihtiyaç eşyası zekata tabi değildir. Zekat her servetten %2,5 alınmaz. Saime hayvanların zekatı verilir. Yük taşımak için, yün için beslenen hayvanların zekatı verilmez. Deve zekatı beşte biridir. Fakat miktar arttıkça verilecek zekat durumu da değişmektedir. At hayvanı için nisap yoktur. Her at için bir miskal altın verilir.

    Belli bir kilodan sonra uşur vermek farz olur. Hayvan gücü, dolap vesaire ile sulanan arazilerde öşür %5 iken salma su ile sulanabilen arazilerde %10dur. S.Kutbun dediği gibi her servetten %2,5 alınmaz. Dinin bildirdiği hudutlardan dışarı çıkılmaz. S.Kutup, imamların bildirdiği hükümleri din kabul etmeyip, kendi aklını din kabul ettiği için böyle saçmalamakta, az olsun, çok olsun her servetten %2,5 vergi alınmak için kanun konabileceğini bahsetmektedir. Dinimiz binek için olan, yük taşımak için olan hayvanın zekatı olmaz derken S.Kutup her servet tabirini kullanmaktadır. Sonra İslam nizamında kanunlar vazedilmiş olup, ehli sünnet âlimlerince de açıklandığı için yeni bir kanuna, S.Kutbun dediği gibi %2,5 luk vergiyi mecbur kılacak bir kanuna ihtiyaç yoktur.

    Yine C.Sulhu Kitabının 153. sayfasında aynı hezeyanı savurmakta, “Zekat bir elden çıkıp diğer ele geçen ferdi bir ihsan ve sadaka değildir. Eğer bugün bazı kimseler, mallarının zekatını bizzat kendi elleriyle ayırıp yine kendi elleriyle dağıtıyorsa, bu İslamın kıldığı bir şekil ve nizam değildir” diyebilmektedir. Halbuki yeminle bildirilen hadis-i şerifte fakir akraba varken başkalarına verilen zekatın makbul olmayacağı bildirilmektedir. Müslüman bir millet zekatını elden fakirlere veriyorsa devlet buna karışamaz.
    S.Kutup, C.Sulhu Kitabında, zekatı verilmiş olan malı saklamak suç diyor. (s.149)
    Halbuki zekatı verilmiş olan malı, saklamak suç değildir. Hadis-i şerifte, (Zekatı verilmiş mal, kenz yani biriktirilmiş, istif edilmiş mal değildir) buyuruluyor. (Ebu Davud)

    Dinin emirlerinin kanun şeklini aldığı Mecellede, Dürr-ül-muhtarda ve hadis-i şerifte, bir kimsenin özel malının onun rızası olmadan alınamayacağı, kullanılamayacağı bildirilmektedir. Fakat Marksist adam, C.Sulhu Kitabında, “Devlet özel mülkiyetten ihtiyacını gerektirdiği kadar iade etmemek üzere alır ve toplumun umumi ihtiyaçlarına sarfeder” diyor. Halbuki hükümet, zimmilerin de mal, can ve ırzlarını korumakla vazifelidir. Özel mallarını almaya hakkı yoktur. Devletin genel ihtiyaçları ancak Beytülmaldan sarfedilir. Beytülmalda tüyü bitmemiş çocuğun hakkı vardır. Beytülmal ile sosyalist devlet hazinesi bir değildir. Halkın elinden özel malını almak sadece komünizmde vardır. Demek ki kapitalizm düşmanlığı komünizm hayranlığını doğurmuş. Hiçbir muteber kitaptan nakil yapmadan kendi kafasına göre yazıyor ve sonunda da şöyle diyor: “İşte İslam budur.” [C.Sulhu s.150]
    S.Kutup, özel mülkiyete devletin el koyabileceğinden bahsetmektedir. (s.149,150)
    Diğer mezhepsizler gibi İslam düşüncesi tabirini kullanmaktadır. (C.Sulhu s.167)

    Bütün mezhepsizler, İslam düşüncesi, İslam nazariyesi, İslam teorisi, faiz nazariyesi gibi tabirleri kullanmaktadır. Düşünce, nazariye, teori gibi ifadeler şüpheyi gerektirir. Mutlak bir hükmü belirtmez. İslam ise kesin bir hükümdür. Faiz nazariyesi değil, faiz hükmü denir. İslam düşüncesi denilmez, İslam dini gibi kesin bir ifade kullanmak gerekir.

    S.Kutbun, İslami Etüdler isimli Kitabını Hasan Beşer tercüme etmiş, 2. baskısında islamiyet ne ne değilmiş: “Dualar mırıldanmak, tesbih tanelerini şıkırdatmak, aman Allahım sen koru, sözlerine dayanmak, gökten hayır, doğruluk , hürriyet ve adalet yağacağına güvenmek.” [İ.Etütler s.35]
    Neler İslamiyet değilmiş? 1- Dua etmek 2- Tesbih çekmek 3- Aman Allahım sen koru demek 4- Yapılan dua vasıtasıyla gökten hayır yağacağına güvenmek.
    1-Allahü teâlâ duayı emrediyor, bu alay ediyor. Halbuki dua müminin silahıdır. Dua hakkında dinimizin emri şudur: “Duayı inkâr eden kâfir olur.” [Fetava-i Fıkhiyye S.149]
    2-Tesbih çekmek dinin emridir. Tesbih şıkırdatmak tabirini kullanarak, sünnet olan tesbihle alay ediyor. Halbuki sünnetle alay da küfürdür.
    3-Aman Allahım demek Allahü teâlânın emridir. Allahü teâlânın emri ile alay etmek küfürdür.
    4-Yapılan dua vasıtasıyla ile gökten hayır yağacağına güvenmek, tevekkül etmek Müslümanlık değilmiş. Rabbimiz dilerse gökten rızık da yağdırır, mezhepsizlerin başına taş da yağdırır. Yağdıramaz sanmak küfürdür.

    Bilindiği gibi komünizmde mal, cemiyetin mülküdür. Dinimizde ise özel mülkiyet vardır. Herkes mülkünün sahibidir. Ancak şahsın, zekatı ve uşru Cenabı Hakkın gösterdiği yerlere, bildirdiği kadar, verme mecburiyeti vardır. Bunun dışında kimseye sadaka vermek, ödünç vermek mecburiyetinde değildir. Ama sevap kazanmak isteyen dilediği yerlere dilediği kadar hayır vermekte serbesttir. Hal böyleyken sosyalist ruhlu adam, müslümanlığı komünistliğe uydurmak için diyor ki:
    “Mal cemiyetin mülkiyetinde olduğundan ve ferdin vazifesi ondan yararlanmaktan öte gitmediğinden, cemiyetin başka fertlerinin de bu mala ihtiyacı olduğundan yahut yararlanmak istediklerinde içtimai tesanüdü tahakkuk ettirmek bakımından fert onlara faizsiz borç vermekle mükelleftir.” [İslami Etütler s.74 ]

    Dediğini tekrarlayalım:
    1-Mal cemiyetin mülkiyetindedir demekle komünistler gibi özel serveti kabul etmiyor.
    2- İçtimai tesanüdü tahakkuk ettirmek için zenginler fakirlere borç para vermekle mükellef diyor. Dinimizde bir kimseyi ödünç vermeye mecbur etmek, zulüm olur, gasb olur.
    S.Kutup, İslam âlimlerinin hükümlerine ters olarak kendi kafasına göre her çeşit zekatı devlete aldırıyor sonra da şöyle diyor: “Zekat, elden ele verilen ferdi bir bağış değildir.” [İ.Etütler s.75]

    Bir zengin, zekatını hadis-i şerifte ve fıkıh kitaplarında bildirildiği şekilde, fakir akrabasının eline verse, S.Kutuba göre bu dine uygun değildir. Dinimizin koyduğu hükmü beğenmeyene ne denir?

    S.Kutup da diğer mezhepsizler gibi, dinimizi vahyi ilahi olarak kabul edemiyor, kesin hükümler topluluğu olarak inanamıyor. Dinimizi bir teori olarak kabul ediyor. Teori yani nazariye demek, henüz kesin olmayan, düşünce alanında kalan bilgi demektir.

    İslam nazariyesi, İslam sosyalizmi, İslam faşizmi, İslam Felsefesi gibi terimler dinde şüphe gerektiren ifadelerdir. S.Kutup İslama nazariye, bâtıl sistemlere de kuvvetli nazariye diyor. Hiç İslam dini bâtıl nazariyeler ile mukayese edilebilir mi? İslam’ı nazariye, insan düşüncesi zanneden cümleleri şöyledir:
    “Bugün onları Peygamber (s.a.s)in zamanında yapmış olduğu şekilde, kısa ve mufassal bilgilerle İslama davet etmemiz kifâyet etmez. O devirde bugünkü gibi İslam nazariyesi karşısında duran teferruatlı ictimai nazariyeler yoktu.” [İ.Etütler s.32]

    Bu cümlede kaç hata vardır?
    1- Bâtıl sistemlere, teferruatlı içtimai nazariye deniyor.
    2- Dinimiz, İslam nazariyesi olarak gösteriliyor, teferruatı veya teferruatsız olup olmadığı bildiriliyor.
    3- Peygamber aleyhisselam ile Eshab-ı kiramın davet şekli kifâyetsiz bulunmaktadır.
    İslama davet bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi bunda da en kamil daveti şüphesiz Peygamber efendimiz yapmıştır.

    S.Kutup, hümanist bir düşünce ile bütün bâtıl ve bozulmuş dinlere de hürriyet verilmesini istiyor. Üstelik, İslam böyle emrediyor diyor: “Marksizm, dünya çapında bir nizama davet ettiğini iddia eder. Fakat hangi nizam olursa olsun inanç hürriyetini sağlamadıkça ikame edilemez.” [İ.Etütler s.84]

    Kendisi Kaddafi gibi sosyalist olduğu için Marksizmin dünya çapında bir nizama davet ettiğini söylemesi yadırganamaz. Fakat hangi nizam olursa olsun ifadesinin içinde İslam nizamı da vardır. Olduğunu zaten az ileride kendisi de açıklamaktadır. İslam inanç hürriyetini sağlar diyor: “Biz bütün inançları aynı eşitlikte ve hürriyetle gölgesinde ilerleyebileceği bir nizama davet ederiz. Bu nizamda inanç hürriyetini korumak devletin ve Müslüman cemiyetin zaruri vazifesidir. Hem bu nizamda gayri müslimler özel hallerinde kendi dinlerine intisap edebilirler. Bütün vatandaşlar imtiyazsız olarak aynı haklara sahip, aynı kanunlara bağlı ve eşit mesuliyetlerle yüklüdür.” [İ.Etütler s.85]

    Allah katında tek din, hak din, gerçek din yalnız İslamiyettir. Bu bakımdan S.Kutubun dediği gibi bütün inançlar aynı eşitliğe ve aynı hürriyete sahip değildir. İslam nizamında bir müslim ile bir gayri müslim imtiyazsız olarak aynı haklara sahip değildir. Eşit mesuliyetlerle yüklü değildir. İslam nizamında Müslümanlar, namaz kılmakla ve zekat vermekle yükümlüdür. Fakat İslam nizamında yaşayan gayri müslimler, yani zimmiler ise namaz kılmakla ve zekat vermekle yükümlü değildir. Onlar sadece harac verirler. Kanunlar eşit olarak uygulanmaz. Fasığın da, kâfir in de şahidliği muteber değildir. Zimmiler imam olamadığı için halife de olamaz. Hakim de olamaz. Daha birçok görevler bunlara verilmez. Nerede imiş o eşit hükümler?

    S. Kutup insanları nereye çağırıyor:
    “Biz bütün vatandaşları, umum gelir kaynaklarından müsavi hakka sahip olacakları bir nizama çağırırız. Çünkü bu nizamda, mülkiyet esas itibariyle Allah tarafından yetki verilmiş olan cemiyete aittir. Ferdi mülkiyet geçicidir ve ancak faydalanma şuurları dahilindedir. Lüzum görüldüğünde fazla malları alma hakkı cemiyetindir.” [I. Etütler. s.86]
    S.Kutubun çağırdığı nizam budur. Bu nizamda mülkiyet esas itibariyle cemiyete aitmiş. Mülkiyet yalnız komünizmde cemiyete aittir.

    S.Kutup s.89 da, “İslam'ı ya bütün olarak alın yahut bırakın” diyor. Halbuki İslam âlimleri bir şeyin tamamı mümkün değilse, mümkün olanı almak gerektiğini belirtmişlerdir. Oruç tutmayana veya tutamayana namaz da kılma denir mi? Dinimizde zengin, sadece zekat, uşur, sadaka-i fıtır gibi mali ibadetleri yapmakla yükümlüdür. Bunun haricinde kimse zenginden bir şey alamaz. Ama S.Kutup diyor ki: “Devlet lüzumu halinde cemiyetini korumak için ihtiyacı olan parayı varlıklı fertlerden kayıtsız şartsız alabilir.” [İ. Etütler s.92]

    Dinimiz, zimmilerden haraç cizye gibi vergilerin haricinde başka bir mal alamaz. S.Kutubun hiç bir mezhebe uymayan bu bozuk fikirleri komünistliğe oldukça uygundur. Komünistler, S. Kutubun heykelini dikseler kendilerince uygun iş yapmış olurlar. S.Kutup ya hep ya hiç fikrinde şöyle ısrar etmektedir:
    “Bugün İslam adına, kadının parlamentoya girmesini istemeyen, çalışmaktan men edilmesi için haykıranlar, kendilerini bu tarafa iten duygularına saygımla birlikte meselelerin hepsini bu ayrıntılara inhisar ettirmekle İslam'ı kolaya ve eğlenceye aldıklarını söylememe müsaade etsinler.” [İ. Etütler s.94]

    Mısır'da bazı Müslümanlar, dinin tamamının tatbikinin, dejenere olmuş bir hükümetten istemenin abesliğini düşünerek, bir kısmının olsun şimdilik tatbik edilmesini istemişlerdir. S.Kutup bunlara kızıyor, ya tamamını isteyeceksiniz veya hiç diyor. Sonra bu Müslümanları İslam'ı eğlenceye almakla itham etmektedir. Eğer bunlar İslam'ı eğlenceye almışlarsa küfre düşmüşlerdir. Küfre düşen bu insanların bu fikirlerine nasıl saygı duyulur? Küfür olan bir fikre saygı duymak küfür değil mi? S.Kutup bu Müslümanların bu duygularına saygı duyduğunu da belirtiyor, S.Kutup için fikir fikirdir. Bâtıl da olsa saygıya layıktır.
    İslam'da sosyal adalet Kitabının 5. Baskısında, S. Kutup, mezheplerin birleşmesini istiyor: “İslamiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleşmeli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır.” [İ. S. Adalet s.35]

    Dört hak mezhebi ihtilaf olarak kabul etmektedir. Bu ihtilaflar birleşmelidir diyor. İhtilaflardan maksadı sapık mezhepler değildir. Öyle olursa daha tehlikeli olur. Hak ile bâtılın birleşmesine zaten imkân yok. Hak mezhepleri de birleştirmek Telfîk oluyor ki bu da icma-i ümmet ile bâtıldır. Hocası mason Abduh gibi mezhepleri ayrılan cüzler kabul etmekte ve birleşmesini istemektedir. Mezheplerin çıkması, ihtilafları rahmet iken, S. Kutup diğer mezhepsizler gibi bunları birleştirmek, yani kaldırmak istemektedir. “Aralarındaki farklı mezhepler (doktrinler) birbirlerine yardımcı olmalıdırlar ki emniyet ve salah için tabiat kuvvetlerinden elbirliği ile istifade mümkün olsun.” [İ.S. Adalet s.35]

    Bu cümlesi ile mezheplerden maksadı hak mezhepler mi, yoksa sapık mezhepler mi? Hak mezhepler ise onlar zaten icma-i ümmet ile bir rahmet olarak çıkmıştır, birbirine yardımcı olmalıdır gibi bir ifade kullanılamaz. Eğer sapık mezheplerin birbirine yardımcı olmasını istiyorsa bu daha kötüdür.
    S. Kutup Din zamana göre değişir diyor, İslam'ın insan düşüncesi olan bir görüş diyor. Şöyle devam ediyor: “insanlık hakkındaki İslam'ın görüşü ile yapılan bu fikri hamlenin bir eşini henüz tarih kaydetmemiştir.” [İ.S. Adalet s.69]

    Feminist bir zihniyetle de diyor ki: “İslam, (iki cins arasında) erkekle beraber kadın için tam bir eşitliği teminat altına almıştır.” [İ.S. Adalet s.75]

    Halbuki kadın erkekle hiç bir zaman eşit değildir. Nikahta ve boşamada eşit değildir. Şahidlikte iki kadın bir erkektir. Kadın hakim ve devlet reisi olamaz. Mirasta erkeğin aldığı hisseyi alamaz. Bütün bunlar eşitlik değildir. S. Kutup böylece kafasındaki komünizmi İslam olarak anlatmaktadır. Her komünist gibi, S. Kutup zenginin köşk ve saray yaptırmasına karşı çıkarak diyor ki: “Milyonlarcasının basit bir meskene yirminci asırda sac veya adi tenekeden, kerpiçten başını sokacağı bir elbiseye muhtaç bulunduğu bir memlekette, milyonlarca lira sarf ederek muhteşem köşkler ve saraylar yaptırmak israf ve haramdır. Ölçü budur.” [İ. S. Adalet s.189]

    Sosyalist ölçüyü gördük. Devamlı şekilde zenginlik ve servet düşmanlığı... Adam meşru yoldan
    kazanıp, meşru yollarda harcıyorsa, zekat ve uşurunu veriyorsa ne diye düşmanlık beslenir? Hiç bir delile dayanmadan köşk yaptırmaya haram demek mezhepsizce bir cürettir. İmam-ı Şafii çok fakir, İmam-ı a'zam çok zengin idi. Sapık olan İbni Hazmı övmekte, “Büyük İslam âlimlerinden El-imam İbni Hazm'ın bir fetvasına göre” demektedir. [İ. S. Adalet s.252]

    Eshab-ı kirama saldırdıktan sonra mütercim s. 254'de dipnotta şöyle diyor: “Müellif bu görüşlerin şahsi kanaati olduğunu tasrih etmektedir.”

    Sanki kitap nakil esası üzerine yazılmış da ara sıra böyle birkaç da kendi görüşünü ilave etmiş gibi bir dipnot eklenmiş. Baştan sona kendi görüşü bulunmaktadır. Bariz hatalar müellifin şahsi görüşüdür demek mütercimin işgüzarlığıdır. Müellif yani S. Kutup bunlar benim şahsi görüşüm, şunlar da Ehli sünnet âlimlerinin hükümleridir dediği varit midir?

    Ehli sünnet olmadığı için devamlı hataya düşmektedir. Hayır ve şer Allahtan olduğu halde S. Kutup tesadüfe bağlamakta ve şöyle demektedir: “Yine tesadüf, ama iyi bir tesadüf hilafet ruhuna sahip bir hükümdarı Ömer İbni Abdülaziz'i İslamın başına getiriyor.” [İ.S. Adalet s.256]

    Ömer bin Abdülaziz'i İslamın başına kim getiriyor? Tesadüf getiriyormuş. Hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmayan bir kimse için böyle sözler normaldir. Aynı sayfada deniyor ki: “Buna dün Ömer bin Abdülaziz muktedir olmuş, bugün de bütün Müslümanlar olabilirler.” [s.256]

    Yavuzlar, Kanuniler ve Abdülhamidler halifeliği iyi idare edememiş de bugün Mısırın sosyalist yazarları Ömer bin Abdülaziz gibi iyi idare edeceklermiş. Pisi pisine ölmek marifet değildir. Peygamber aleyhisselam Hendek kazdırmıştır. Düşmanın üzerine gidip de birçok şehid verdirmek istememiştir. Sosyalist bir dava için dinsiz Nasır'a kellesini vermek ahmaklıktır, ihvanı müsliminin fitnesi yüzünden bugün Mısır'da dinden kopmalar çoğalmış, mevcut Müslümanlara da baskılar artmıştır. Hükümet adamları devamlı Müslümanların peşindedir. Bunlar ihtilal yapacak diye devamlı kontrol altında yaşıyorlar. Bunun vebali büyüktür.

    Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömeri solculukla suçluyor: “Hz. Ömer'in siyaseti, Hz. Ebu Bekir'in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını alıp fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi.” (İ. S. Adalet s.254)

    Burada sadece Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer suçlanmakla kalmıyor. Eshab-ı kiramın, zenginleri fakirlere yardım etmediği iftirası da yapılmaktadır. Zenginler vazifelerini yapmayınca Halife müdahale ediyor, mallarını alıp fakirlere eşit olarak dağıtıyormuş. Kurmak istediği düzene İslam komünizmi demek istiyor galiba.

    Allahü teâlâ İsa aleyhisselamı öldürmediğini, asılmadığını Kur’an-ı keriminde bildirirken S. Kutup, Maide suresinin 115. âyetini tefsir ederken şöyle diyor: “Hz. İsa'nın vefatından çok sonra kaleme alınmış bu incillerde...”

    İbni Teymiye nasıl vahdeti vücud evliyasından Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi hazretlerine kâfir diyorsa, S. Kutup da vahdeti vücud mensuplarına gayri müslim diyor. Bekara suresinin 117. âyet-i kerimesini tefsire kalkarken “Vahdeti vücud felsefesi tamamen İslami tasavvurun dışında kalır” diyor. Vahdeti vücuda felsefe demekte, vahdeti vücud evliyasına da gayri müslim demektedir.

    Necip Fazıl der ki: S.Kutup bir İbni Teymiye meddahıdır. Ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hz. Osman'a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır. (Tercüman Gazetesi)
    M. Şevket Eygi de diyor ki:: “S.Kutup selefi ve mezhepsiz bir zihniyete sahiptir.” (Büyük Gazete)

    Necdi (vehhabi) olduğunu gizlemiyor
    Türkçeye birçok kitabı tercüme edilen S.Kutup, İslamın iktisad sistemini sosyalizme göre açıklamış, mason Abduhun dinde reform yolunu tutmuş ve çıkardığı fitneler yüzünden birçok müslümanı sıkıntıya sokmuştur. Hadis-i şerifte, (Uyuyan fitneyi uyandırana Allah lanet etsin) buyuruluyor. (İ. Rafii)
    Hz. İsa’nın ölmediği Kur’an-ı kerimde bildirilirken, (Hz. İsa vefat etti) diyor. [Bu ifade, başka bir tercümeden çıkarılmıştır. Böyle fahiş hatalar kasten çıkarılmaktadır.]

    Prof. S.Kutup, (İslam toplumunu inşa ederken, İslam fıkhına bağlı kalmamak gerekir. Fıkıhla meşgul olmak ömrü ve sevabı zayi etmektir) diyor. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Her şeyin direği vardır. Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki]

    Ancak mezhepsiz olan, bazen Hanefinin hükmüne, bazen Şafiininkine uygun der. Maide suresinin 33. âyetinin tefsirinde 4 mezhebin hükmünü yazıp, (Biz bu hususta, İmam-ı Malikin fikrini tercihe şayan görürüz) diyor. Mezhepler arasında hakemlik yapıyor. Kendisini her mezhebin üstünde görüyor.
    Zümer suresinin 3. âyetinin tefsirinde, (Bugün İslam ülkelerinde Evliyaya ibadet ediliyor, onlardan şefaat isteniyor) diyerek necdi olduğunu gizlemiyor. Tasavvufu da inkâr ediyor, İbni Arabi hazretlerine gayri müslim diyor. Böyle mezhepsiz kimselerin kitaplarını okumak çok tehlikelidir.

    Cemıyyet-ül-meşari tarafından neşredilen Nehc-üs-Seviy... kitabında deniyor ki:
    Hakiki ilim kitap okumakla elde edilemez. Taberanideki hadis-i şerifte (İlim ancak üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Hiçbir âlimden ilim okumamış olan S.Kutup, Allaha, mucize kalem, Yaratıcı kalem, diyor. Nebe suresini tefsir ederken de Allaha "Akli müdebbir" diyor. [Akıl ve şuur mahluktur. Mahluka ait bir sıfatı Allah için söylemek küfürdür.] Böyle söylemek ilhaddır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
    (En güzel isimler Allahındır. Ona onlarla dua edin. Onun isimleri hakkında sapanları bırakın.) [Araf 180]

    "Küçük meselelerde de olsa idareciler Allahın hükmü ile hükmetmedikleri müddetçe yeryüzünde müslüman yoktur" diyor. Halbuki İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki: (Allahın hükmü ile hükmetmeyenler hakkındaki âyet-i kerimenin manası şöyledir: Kur’an-ı kerimi reddederek ve Resulullahın sözünü inkâr ederek Allahın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir.) [Ahkâm-ul-Kur'an]
    Hz. İkrime de bu âyetin tefsirinde, (İnkâr ederek, Allahü teâlânın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir. İnanıp da hükmetmeyen zâlimdir, fasıktır) buyurdu. [Ehli sünnette amel, imandan parça değildir. Günah işleyene kâfir denmez. S.Kutup, günah işleyene kâfir demekle de Ehli sünnetten ayrılıyor.]
    S.Kutup, herkesi mürtedlikle itham ederek diyor ki:
    "Bütün beşer mürted olmuştur. İslam, bütün hayatı içine alır. Bir meselede de ona uymayan, imandan ayrılmış, dinden çıkmıştır. Küçük bir meselede beşer kanununa uyan La İlahe illallah dese de müşrik olur, dinden çıkar. Bugün islamiyet yoktur. Biz müşrik bir toplumda yaşıyoruz. Bütün beşeriyet mürteddir, cahiliyet devrine dönmüştür. Bugün müslüman hükümdar ve müslüman tebaa yoktur. Müslümanlar asırlar önce yok olmuştur."
    [Bu sözlere kendi yolunda olanlar da dahil midir? Dahil değildir denemez. Çünkü, kâfir sultana sadece uyan değil, uymayan da kâfirdir diyor. Dünyadaki herkese kâfir diyor. Ne hayrettir ki, kendilerine kâfir denilen kimseler onu savunuyorlar.]

    S.Kutbun izinden gidenlerin bir kısmı avukat, bir kısmı da, pasaport çıkarmak gibi işlerde beşeri kanunlarla hareket ediyorlar. Onların başka bir kısmı da, bu beşeri kanunlar çerçevesinde eserlerini izinsiz basmıyorlar. Yani beşeri kanunlara tabi oluyorlar. Hani beşeri kanuna uyan kâfir idi?

    S.Kutup, "O [Allah], nerede olursanız olun, sizinledir" mealindeki âyet-i kerimenin manasında da bütün islam âlimlerine muhalefet ederek "Allah herkesle, her şeyle beraberdir ve her yerdedir" diyor. Bu görüş küfürdür. Halbuki bütün İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin "Allahü teâlânın ilminin bütün mahlukatı kuşattığı" manasında olduğunu bildirmişlerdir. Hz. Yusuftan sonra, Hz. Musayı kötüleyerek diyor ki: (Hz. Musa, asabi mizaçlı, atak bir liderdir. On sene sonra hayatının ikinci devresinde onunla buluşmak üzere onu şimdi burada bırakalım. Belki sükunete kavuşmuş, sakin tabiatlı ve halim selim olmuştur. Ama hayır olmamıştır.)

    S.Kutbun bu sözleri, Peygamberlerin, büyük küçük günahlardan masum olması gerektiğini kesin olarak ifade eden İslam akidesine tamamen zıttır. Hz. İbrahimin Yıldızı, Ayı, sonra da Güneşi görünce, "Bu benim Rabbim" sözü, istifhamı inkârı takdiri üzerinedir. (Sizin zannettiğiniz gibi bu benim Rabbim mi? Yani bu benim Rabbim değil, bu, Rab olmaya layık değildir. O halde siz onun Rab olduğuna nasıl inanıyorsunuz) buyurmuştur. Hz. İbrahim, bunları söylemeden önce de yegane ilahın Allah olduğunu, Ondan başka ilah olmadığını kesin olarak biliyordu. Çünkü Allahü teâlâ "Biz daha önce İbrahime rüştünü verdik" buyuruyor. (Enbiya 51)

    S.Kutup, Enam suresinin "Hüküm ancak Allahındır" mealindeki 57. âyet-i kerimeyi, murad olan manasının tam aksine anladığından, Hz. Aliyi ve onu sevenleri de tekfir etti. A.İmran suresinin (Sana tabi olanları Kıyamete kadar küfredenlerin üstünde tutacaktır) mealindeki 55. âyet-i, bu ümmetin Kıyamete kadar, kendi dinleri üzerine kalacaklarını bildirmektedir. Bu ümmetin ilk asırda İslamiyet üzere, ondan sonra cahiliyet üzere yaşadığı nasıl söylenebilir? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Allahü teâlâ, her asırda dini tecdid eden bir zat gönderir.) [Ebu Davud]
    (Kıyamete kadar hak üzere olan bir cemaat mutlaka bulunur.) [Buhari ]

    [Nehc-üs-Seviy... kitabının Arabi aslı Hakikat Kitabevi tarafından da neşredilmiştir. P.K. 35 Fatih-İstanbul adresinden temin edilebilir.]

    Hz. Osmana saldırıyor
    S. Kutup, İslamda Sosyal Adalet Kitabının Arapça aslı olan (El Adaletül ictimaiyyetü Fil islam) Kitabında, başta Aşere-i mübeşşereden; (Cennetlikle müjdelenen on kişiden) biri olan Hz. Osman olmak üzere Eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzatmaktadır: “Pek yaşlı olan Osman'ın hilafete geçmesi kötü bir talihin eseridir. Müslümanların mallarını gelişigüzel harcamıştır. Çok müsrif idi. Zübeyr'e 600.000, Talha'ya 200.000, Mervan'a ise Afrikıyye haracının beşte birisini verdi. Muaviye'nin mülkünü genişletip Filistin'i de ona verdi. Akrabalarını vali yaptı. Bu İslamın ruhuna aykırı idi.” [s.186-92)

    Bunlar ne çirkin iftira böyle? Hz. Osman hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Osmanın şefaati ile Cehennemlik olan yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz Cennete girecektir.) [İ. Asakir]
    (Her peygamberin bir arkadaşı var. Benim cennette arkadaşım Osmandır.) [Tirmizi]
    (Ya Osman, benden sonra sana da hilafet verilecektir. Münafıkların sözüne bakıp da hilafeti terk etme! O gün oruçlu ol, benim yanımda iftar edersin.) [İbni Adi]
    (Ya Osman, Allahü teâlâ sana hilafet gömleğini giydirecek, münafıklar çıkartmak isteyeceklerdir. Bana kavuşuncaya kadar onu çıkartma!) [İbni Mace]
    Resulullah efendimiz, kızı Hz. Rukayyeye buyurdu ki:
    (Ey canım kızım, Osmana çok sevgi göster! Zira Eshabım arasında ahlâkı bana en çok benzeyen odur.) [Mesabih]

    Mirat-ı Kâinatta deniyor ki:
    Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın emri ile kızı Rukayyeyi Hz. Osmanla evlendirdi. Hz. Rukayye vefat edince, Hz. Osmanın gözlerinden yaşlar akmaya, yani ağlamaya başladı. Bunu gören Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    (Ya Osman ağlama! Allaha yemin ederim ki, yüz kızım olsa ve vefat etseler, bir tane kalmayıncaya kadar sana verirdim. İşte, Cebrail aleyhisselam geldi. Allahü telalanın, ölen kızımın yerine kardeşini, [Ümm-i Gülsümü] aynı mehr ile sana vermemi emrettiğini bildirdi.) [İbni Asakir]
    Kızı Ümm-i Gülsüme de, (Kızım, zevcin Osman, Ceddin İbrahim peygambere ve baban Muhammede [aleyhisselam] herkesten daha çok benzemektedir) buyurdu. Hz. Osman gelince Peygamber efendimiz, mübarek ayaklarını örttü. Sebebi sual edilince, (Osmandan melekler haya eder, ben haya etmez miyim?) buyurdu. Tebük gazvesinde Hz.Osman, kendi ticaret malından üç bin deve, 70 at, on bin altın getirdi. Resulullah efendimiz, bunları askere dağıtıp, (Bugünden sonra Osmana günah yazılmaz) buyurdu.[Bundan sonra Allah Osmanı günah işlemekten korur.] (Tirmizi) ve (Ya Rabbi, Osmanın geçmiş, gelecek, gizli-açık ve kıyamete kadar işleyeceği günahları affet!) diye dua etti. (Ebu Nuaym)

    Hz. Ali, bir gün Hz. Fatımayı incitmişti. Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömerin ricalarını kabul etmedi; fakat Hz. Osmanınkini kabul etti. Sebebini sorduklarında buyurdu ki:
    (Öyle birinin şefaatini [ricasını, af talebini] kabul ettim ki, yer ile göğün yerini değiştir diye, Allahtan istese, Allahü teâlâ bunu kabul edip değiştirir. Yahut "ya Rabbi bu ümmetin hepsinin günahlarını affet!" dese, affeder) [Mesabih]

    Resulullahın yanına bir cenaze getirildi. Namazını kılmayıp, (Bu adam Osmana düşman idi. Onun için, Allahü teâlâ da, buna düşmandır) buyurdu. (Tirmizi)

    Peygamber efendimiz, Ebu Musa Eşariye, (Kapıdan girenleri Cennetle müjdele!) buyurdu. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer girdi. Kapı tekrar çalınınca, (Kapıyı aç! Gelenin cennetlik olduğunu müjdele! Başına belalar geleceğini de söyle!) buyurdu. İçeri giren Osman idi. (Buhari)

    Cennetle müjdelenen on sahabi şunlardır:
    (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Said bin Zeyd) [Tirmizi]

    S. Kutup mezhepsizi işte böyle büyük bir zata saldırmaktadır.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Süleyman Ateş(maymundan geldik diyen başka bir alimimiz?)

    Muhtasar islam İlmihali isimli kitabında Kamil Miras'ın alyans hakkındaki (Altından mamul nişan yüzüğü hakkındaki) yazısını aynen Karaman gibi benimsemiş, altın nişan yüzüğü takmak caiz diyor.
    Süleyman Ateş de Muhyiddin-i Arabi gibi tasavvuf büyüklerine karşıdır. Vahdeti vücut isimli tasavvufun Hint ve Yunan felsefesinden geldiğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir. İslam Tasavvufu isimli kitapta diyor ki:
    “Vahdeti vücut, Hint ve Yunan felsefelerinin Arapçaya çevrilmesi ve Müslümanların diğer milletlerle teması sonucu İslam tasavvufuna geçmiştir, İslamın öz malı değildir.” (s. 99)

    Evliyanın büyüklerinden, silsile-i aliyyenin 15.si olan Şahı Nakşibend Bahaeddini Buhari hazretlerine de sataşıyor:
    “O da aşağı yukarı ibni Arabi'nin fikirlerini benimsemiş görünmektedir.” (s. 04)

    Kur’an-ı kerime göre evrim teorisi isimli yazısında diyor ki:
    “Burada bulutları sevk eden melek, basınç değişikliği ile meydana gelen rüzgardan başka bir şey değildir. Bir hadise göre de sesleri kulaktan kulağa nakleden melektir. Şüphesiz bu melek de seslerimizi titreşimiyle etrafa yayan atmosferdir. Demek ki tabiat kuvvetleri de melek olmaktadır. Zira melekler Allah'a isyan edemeyen, yani hür irade yeteneğinden yoksun, emredildiği şeyi yapan güçlü varlıklardır. Tabiat kuvvetleri de aynı niteliğe sahip değil midir? İşte Adem'e secde eden melekler, irade yeteneğini, akıl gücünü insana boyun eğen tabiat kuvvetleridir. İnsan akıl gücünü kazanınca tabiat kuvvetlerini emri altına almış, onlardan yararlanmasını, onların korkunç etkilerini önlemesini bildirmiştir. (İlahiyat Fakültesi Dergisi c. 20, s. 143-144)

    Necip Fazıl, bu ifade için şöyle diyor: “Dehşet ki dehşet, bu adam hem meleklere itikadı elden bırakmıyor, hem de onları tabiat kuvvetlerinin aynı ve ta kendisi kabul ederek, şuursuzlaştırıyor, iradeden mahrum cemadlar olarak görüyor, küfrün böylesine hiç rastlanmamıştır.” (Rapor 3, s.34)

    Mason Abduh'un düşük faizlere cevaz verdiği gibi % 3 faize cevaz vermektedir: “Her muamelesinin faizle işlediği bir toplumda yaşayan fert de ister istemez faize bulaşır. Onun korunmak için bankalara yatırdığı paradan banka % 50, % 100 kazanırken kendisinin aldığı % 3'lü faiz aslında parasının süre içinde uğradığı değer kaybını bile karşılamaz. Zarurete binaen o da parasının faizini alır, ama içi tutmuyor, takvası müsaade etmiyorsa faiz olarak aldıklarını fukaraya, hayır kurumlarına verir.” (Tefsir dersi notları s.12)

    Necip Fazıl, bu ifade için şöyle diyor: “Deminki, İslamın madde ötesi itikatlarına tam aykırılık halinde küfür... Bu da yeryüzü muamelesine ait bir kanunun, hem mahiyet olarak bilinmemesi, hem de küçümseyici bir eda içinde tatbik imkânından mahrum sayılması bakımından küfür çapında bir dalalet....” (Rapor 3, s.35)

    Evrim hakkında da diyor ki:
    Hayatın, ilkel hücrelerden evrimleşe, evrimleşe önce basit canlıların, sonra daha üstün yapılı canlıların ve sonunda da insanın meydana geldiği kesin kanıtlarla ortaya konmuştur. İnsanın maymundan değil, maymunun insandan türediği de düşünülebilir. (İ. Fak. Derg. c. 20, s.131)

    Görüldüğü gibi insanın Adem aleyhisselamdan geldiğine dair en küçük bir ifade bile yoktur. İlkel canlılardan evrimleşerek insan meydana gelmiş, hem de bu kesinmiş. Biraz daha ileri giderek aynı sayfada şöyle diyor:
    “İnsanın şu veya bu hayvandan tekamül etmiş olması onun değerini düşürmez. Çünkü Allah kâinatı tekamül kanununa göre yaratmıştır.”
    Görüldüğü gibi insanın bir hayvandan [maymundan, domuzdan, eşekten] gelmesi, onun değerini düşürmezmiş. Hemen aşağıda şöyle diyor:
    “Belki de insan, bugünkü hayvanların hiç birinden değil de, doğrudan doğruya çamurdan yaratılan ilkel bir varlıktan evrimleşerek ortaya çıkmıştır. Muhakkak olan nokta insanın bir evrim geçirdiğidir.” (İ.F. Dergisi c. 20 s.131)

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mevdudi (iskoç masonu alimimiz??)

    Sual: Mevdudi’nin Peygamberimize, eshabına ve arkadaşlarına dil uzattığını duydum. Doğru mu? Kimdir bu adam?
    CEVAP
    1903 senesinde Hindistan’da doğup, 1979 da Amerika’da vefat etti. İbni Teymiye’nin fikirlerine saplanmıştır. Siyasi düşüncelerini İslamiyet olarak tanıtarak (Cemaat-ül İslamiyye) dediği bir fırka meydana getirdi. İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmed Davudoğlu Din tahripçileri kitabında, (Mevdudi bir filozoftur, şaşırabilir) diyor.

    Üstad Necip Fazıl diyor ki:
    (İslam’da İhya Hareketleri adlı eserinde, kuru aklı biricik metot olarak kullanıyor, bu metodun baş temsilcisi İbni Teymiye’yi göklere çıkarıyor, imam-ı Rabbani hazretleri gibi beyninin her zerresi güneş olan bir kahramanı yalnız dış cephesiyle ele alıp içini görmezlikten geliyor. İmam-ı Gazali hazretlerini güya “müceddid-yenileyici” tanıdıktan sonra onda bir takım zaaflar buluyor. (s.64-77)

    Bende el yazısı mevcut bir şehadete göre, (Mezhebiniz nedir?) sualine mezhebim yok cevabını veren sapık...) [Türkiye’nin manzarası]

    Mevdudi, Hilafet ve saltanat isimli kitabının çeşitli yerlerinde, “İslam nazariyesi” tabirini kullanıyor. Halbuki İslam nazariyesi olmaz, İslamiyet bir nazariye yani teori, görüş değildir. Allahü teâlânın dinidir. Genellikle bu tabiri ve İslam düşüncesi tabirini, Peygamber efendimizin peygamber olduğuna inanmayan, İslamiyet’i hak din kabul etmeyen, Peygamber efendimizin kendi görüşü kabul eden yabancı müsteşrikler kullanır. Müslümanlar böyle, İslam nazariyesi, İslam düşüncesi gibi tabirleri kullanmazlar.

    İsmi geçen kitabındaki bazı ifadeleri nakledelim:

    1- Gayri müslimler, müminlere verilmiş bütün medeni haklardan aynı şekilde istifade eder. (s.58)
    [Yanlıştır, bir gayri müslim, mümin kadınla evlenemez, seçme ve seçilme hakkına sahip olamaz.]

    2- Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Bizden olsun veya olmasın. (s.68)
    [İnsanlar, insan olarak eşitse de, bir müslümanla bir kâfir asla eşit değildir. Müslüman namaz kılması için zorlanır, fakat kâfir zorlanamaz. (Ancak müminler kardeştir) âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarıyor. s.69-70 ]

    3- Sahabeden Hz. Sa'ad bin Ubade’ye, farklı ictihadı için kabilecilik taassubu diyor. (s.112)

    4- Dördünün değil de, ilk iki halifenin icraatı numune kabul edilir diyor. (s.114)
    [Hadis-i şerifte ise, (Benden sonra ihtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun! Onlara azı dişlerinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) buyuruluyor. (Tirmizi, İbni Mace)]

    5- Hulefa-i raşidinin aydınlattığı meşaleyi [Hz.] Osman söndürdü diyor. (s.117)

    6- Hulefa-i raşidinin doğru yolu gösterdiklerini, fakat o yolda gitmediklerini belirtmek için, “Bu zevat-ı kirama hulefa-i raşide - doğru yolda giden halifeler – değil de, Hulefa-i mürşide - Doğru yolu gösteren halifeler - demek daha doğrudur” diyor. (s.122)

    7- Beni Ümeyye [yani Hz. Osman sülalesi]nin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyetle izahı mümkün olamaz diyerek iltimas olduğunu iddia ediyor. (s.30)

    8- İbni Teymiye'den bile nakiller yapıyor. (s.135)

    9- [Hz.] Osman'ın siyaseti hatalı idi diyor. (s.141)

    10- İslam’ın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçimin İslam’ın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyla Hz. Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için, “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hz. Ali kazanacaktı” diyor. (s.151)

    11- “Talha, Zübeyir ve diğer kan davası peşinde koşanlar” diyor da, şer’i kısas isteyenler demiyor. Aşere-i mübeşşereden bu iki zatı "kan davası peşinde koşanlar” diye suçluyor. (s.164)

    12- Hz. Ali'nin karşı taraftakilerin şehitlerine hürmet gösterdiğini ve mallarını ganimet saymadığını yazdığı halde hainliğinden karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor. (s.167)

    13- Resulullahın kayınbiraderi, vahiy katibi Hz. Muaviye'ye uzattığı kirli diline bakın:
    Muaviye, Osman'ın kanını istemek hususunda gayri kanuni yolda yürüyordu. (s.169)
    Muaviye, Osman'ın katillerinden değil, o zamanın halifesinden kan istiyordu. (s.171)

    14- Hz. Osman'ın katilinin Hz. Ali'nin olduğunu söylemesi için, sahabeden 5 tane yalancı şahit bulundu diye iftira ediyor. (s.173-174)

    15- Hakem olayında haklıyı haksızı tespitin, hakemlerin yetkisinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamen yolsuz ve yersiz olduğunu söyleyerek, bu işe rıza gösteren Hz. Ali ile bütün Eshab-ı kiramı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor. (s.182-183-187)

    16- Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptı diyerek, “İşte Hz. Ali'nin tek hatalı meselesi budur” diyerek Hz. Ali'yi suçluyor da, ictihadı böyle idi diyemiyor. (s.187-197)

    17- Hz. Ebu Bekir’in Hz. Ömer'i yerine hilafete seçtiği gibi, Hz. Muaviye'nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshab-ı kiramın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği için Resulullahın arkadaşlarına yükleniyor. (s.197)

    18- Hz. Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun Hz. kelimesini bile uygun bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabi olması hasebiyle hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, o haddini bilmeyen bir kimsedir. (s.204)
    [Hem hürmete layık diyor, hem de bir Hz demekten kaçınıyor. Mevdudi’nin samimiyetsiz olduğuna bu cümlesi yetmez mi?]

    19- Hz. Muaviye için, “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti” diyor. (s.235)

    20- Şöyle bir iftira ediyor: “Bu hadise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı.” (s.247)
    [Mevdudi, Eshab-ı kiram ve onların çocukları olan Tabiine bu ırz düşmanlığını nasıl layık görür ki? Hâşâ zina etseler bile gebe kaldığını hain nasıl tespit etmiş ki?]

    21- Şirkten başka günahların affedilebileceği Mürcienin itikadı olduğunu söylüyor. (s.302)
    Halbuki Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
    (Allahü teâlâ, şirki asla affetmez ve şirkten başka olan bütün günahları dilerse affeder.) [Nisa 48]

    22- İmam-ı a'zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yâdettiğini yazmasına rağmen, kendisi hain olduğu için Hazret-i Muaviye'ye, Hazret kelimesini bile çok görüyor. (s.326)

    23- İslam âlimleri cumhuriyet esasları korunması şartıyla birlik için çalıştılar diyor. (s.360)

    24- Sahabiler için, “Bilerek hata yapmaz” diyor ve ictihadi hataları olabilir demiyor. (s.436)

    25- Es-sahabetü küllühüm adül, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varit olduğunu söylediği halde, yine de çokları adil iş yapmadı, şeriatı tahrif etti diyor. (s.437)

    26- Bir hata işlemekle bir kimsenin derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini belirterek “Eshab-ı kirama dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor. (s.441)

    27- “Benim düşüncem şöyle” diyerek kendini, Resulullahın arkadaşlarını, akrabasını hâşâ hesaba çeken savcı olarak görüyor. (s.443)

    28- (Eshabım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz) hadis-i şerifine rağmen Sahabe-i kirama kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışıyor. (s.444)

    29- Sapıkların şahitliği kabul edilmediği halde iftiralarına ibni Sebecilerden delil getiriyor. İntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebi Hadid'in ehl-i sünnet olmadığını kendi de itiraf ediyor. (s.445)

    30- İbni Kuteybeyi mehaz olarak gösteriyor. İbni Kuteybe’nin ehl-i sünnet olmadığı bir tarafa, Hz. Ali'yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. (s.446, 447)
    [Sanki Hz. Ali düşmanı olunca sözü senet mi olur?]

    31- İbni Teymiye’yi imam diye övüyor. (s.452) [Burada imam, mezhep sahibi büyük âlim demektir.]

    32- İbni Arabi'nin, İbni Teymiye'nin ve Şah Abdülaziz'in Şiileri reddiye hakkında yazdıkları kitapların mehaz olamıyacağını beyan ediyor. (s.463-464)

    33- Kendi fikirlerini yazdıktan sonra, “Kendi icthad-i fikrimi ortaya koysaydım” diyor. (s.463)

    34- [Hz.] Osman'ın niyeti değil, düşüncesi yanlıştı diyor. (s.465)

    35- Hz. Osman'ın firasetinin noksan olduğunu ispat için, “Herhangi cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi” diyor. Hz. Osman'ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. (s.467)
    [Hâşâ Allah onu aşere-i mübeşşereden Cennetlik biri olduğunu bildirmekle, Resulullah iki kızını ona vermekle ve sahabe-i kiram, halife seçmekle hata ettiği söylenmiş oluyor.]

    36- Hz. Osman'ın Hz. Muaviye'yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor. (s.472)

    37- Hz. Osman'ın akrabalarına karşı olan tutumunu zaaf olarak vasıflandırıyor. (s.476)
    [Mevdudi’yi savunan müslüman kardeşlerimiz, Hz.Osman’ı savunsalardı kendileri için daha hayırlı olurdu. Bize ne kadar kızarlarsa kızsınlar, biz Hz.Osman’ı savunuyor ve onun tarafını tutuyoruz.]

    38- [Hz.] Osman, bazı valileri değiştireceğine söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktı diyerek, onu yalancılıkla suçluyor. (s.483)

    39- Eshab-ı kiramın en büyüklerinden Amr İbni As hazretleri için, “Bu zatın yaptığı iş, düpedüz haksızlıktı” diyor. (s.498)

    40- Mekke'nin fethinde [Hz.] Osman'ın iltiması ile bir zatın suçundan vazgeçildi diyor. (s.506)
    [İltimas, bir haksızlığı meşru kılmak için yapılır. Hz. Osman iltimas yaptı demekle hem Hz. Osman suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul eden Resulullah efendimiz suçlanmış oluyor.]

    Mevdudi, (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Efendimizin üzüntüsünün ve sıkıntısının arttığını, bazen Sebir, bazen Hıra tepesine gidip oradan kendini atmak, yani intihar etmek istediği yazılıdır.
    Halbuki kitaplarda diyor ki:
    Resulullah, (Cebrail aleyhisselam gözümden gaib oldu, lakin onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı. Bana mecnun diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum. Hatice’nin yanına geldim. Vücudum titriyordu. Kendimden geçmiştim. Gördüğüm şeyleri Hatice’ye anlattım ve bana kahinlik arız olacağından korkuyorum dedim) buyurunca, Hz. Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder. Hayrından başka şey dilemez. Allah hakkı için benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Zira sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin kimsesin. Acizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. Ve iyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olana korku ve ürkmek olmaz) dedi. (Medaric-ün-nübüvve)

    Mevdudi, Peygamberimize dil uzatıyor
    Üstad Ahmet Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında, Mevdudi’yi tenkit ederek özetle diyor ki:
    Felsefe ile meşgul olan Mevdudi, kolay tarafından din âlimi olmaya heves etmiş, dinde reformcu bir cemaat meydana getirmiştir. Mısır’ın reformcu yazarları onu göklere çıkarırken, Pakistan uleması da yerin dibine batırmıştır. (s.168)
    Mevdudi, ulemasıyla, muhaddisiyle, fukahasıyla bütün İslam âlimlerine cahil demiştir. (s.173)
    “Peygamber SAV, peygamberlik farzında kusur ettiği için Allah ona istiğfar emretmiştir” diyor. (s.173)
    “Bütün peygamberler günah işlerler” diyor. (s.174)
    “Peygamberimiz Kur’anın eşitlik esası ile ameli terk etti” diyor. (s.176)
    Mevdudi, Resail Mesail isimli eserinde (s.57 de) “Resulullah Deccalin kendi zamanında çıkacağını sanıyordu, ama bu zannı üzerinden 1350 sene geçmesine rağmen, peygamberin zannı doğru çıkmamıştır” diyor. (s.179)
    Yazılarında bunlara benzer saçmalar çoktur. (s.178)

    Son söz olarak Mevdudi’nin kim olduğuna bakalım:
    (Hindistan’daki dinde reformculardan, İngiliz casusu Ebülula el Mevdudi İskoç masonu idi.) [Faideli Bilgiler s.303]

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Muhammed Abduh (büüüyyük alim yine)(ne çok büyyük alim varmış bitmiyo ya)

    Sual: Günümüzdeki mezhepsizlerin, mutlak müctehid diyerek övdükleri Abduh, nasıl birisidir?
    CEVAP
    (Mutlak müctehid), mezhep sahibi büyük imam, büyük âlim demektir. Halbuki M. Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü, üstünlüklerini bile anlayamayan bir zattır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin-i Efgani’nin din adamı perdesi altında İslam’ı içerden yıkmak propagandalarına aldanmıştır. Müctehidlik bir yana avam müslüman olarak bile kalamamıştır. 1849 yılında Mısır’da doğup, 1905 de vefat etti.

    Abduh hakkında kitaplardaki bilgiler özetle şöyledir:

    Beyrut mason locası başkanı diyor ki:
    (Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti.) [Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197]

    Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les franco-maçons s. 127)

    “Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer” diyor. Hayranı Seyyit Kutup bile, “Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor” diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde]

    Fil suresindeki kuşlara, sivrisinek; attıkları taşlara da mikrop diyor. Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87)

    İslamiyet ve nasraniyyet kitabında, “Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir” diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O zaman, Tevrat ve İncil ve Kur'an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her yerde okunur) diyor. [Yoksa diyalogcular Abduh'un tavsiyesini mi uyguluyorlar?]

    Yine İslamiyet ve nasraniyet kitabında, “Bir kimseden, yüz bakımdan kâfirliği, bir bakımdan imanı bildiren bir söz işitilse, o kimse imanlı kabul edilir. Herhangi bir filozofun, fikir adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği halde, bir bakımdan imanı göstermeyen söz söylemiyeceğini düşünmek, ahmaklıktır. O halde, herkes imanlı bilinmelidir. İslamiyet'te zındık kelimesi yoktur. Sonradan meydana çıkmıştır” demektedir. Küfrü açıkça görülmeyen bir Müslümanın sözündeki bir iman, onu küfürden kurtarır, kaidesini yanlış anlatarak, bütün kâfirlere, filozoflara mümin demektedir. Kendi de zındık olduğu için, bu kelimenin söylenmesini istememektedir.

    C. Zeydan, “Abduh, eski âlimlerin koyduğu kuralları beğenmezdi” diyor. (Medeniyet-i İslamiyye)

    Mehmet Sofuoğlu, “Abduh faize helal der, Kur’anı mahluk kabul eder” diyor. (Tefsir kitabı s.41)

    İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmed Davudoğlu Hoca, Din Tahripçileri kitabında diyor ki:
    1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin Mevkıful akl kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81)

    2) Ezher Mecellesinde, “Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur” diyor. (s. 81)

    3) Şeytan, Cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hz. Musa’nın denizi yarma mucizesine med-cezir olayı der. (s. 82, 83)

    4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82)

    5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82)

    Büyük İslam âlimi, 14. asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
    (Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.)

    İngilizler, yüzyıllardır İslam ülkelerini binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bir çok paşa, maşa olarak kullanılmıştır. Mesela, Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri [Reşit Rıza gibi] çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır. (Faideli Bilgiler)

    Abduh da, üstadı Efgani gibi mason olmuş, mucizeleri inkâr etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını söylemiştir. Abduh yabancılar tarafından destek görmüştür.

    Mısır sömürge valisi Lord Cromer diyor ki:
    (Elbette İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh'un çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa'nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktır.) [M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, Tercüme Sezai Özel]

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hayrettin Karaman (anlayana)

    Zaruri Açıklama isimli yazısında kendisinin mezhepsiz, vehhabi, müctehid, müctehidlere karşı saygısız, reformcu, İbni Teymiyeci, Efganici ve Abduhcu olmadığını, tavizli fetvalar vermediğini, Diyanetçe neşredilen Mezhepsiz Reşit Rıza'nın Kitabında ehli sünnetin icma ve ittifakına aykırı bir şey bulunmadığını belirtiyor.
    İddialarını kendi maddelerine göre sıralıyoruz:
    1- Mezhepsizlik iddiası: “Biz itikaden Maturidi, amelen Hanefiyiz, Müslümanların bir mezhebe bağlı kalmalarını caiz görürüz” diyor. Halbuki caiz demek, olması da olmaması da dine uygundur demektir. Müslümanların dört mezhepten birine bağlı kalmaları şarttır demeyip de caiz demekle bir mezhebe bağlanmamaya cevaz vermiş oluyor ki bu da mezhepsizlik olur. Tefsiri Mazheri'de “Dört mezhepten ayrılmak dinden ayrılmak olur” buyurulmaktadır. Oku Dergisinin 152. sayısında bir açıklama başlığı altında Mevdudi'nin “Benim mezhebim yoktur” sözünü açıklarken “Muayyen bir mezhebe bağlı kalmadan islami problemi açıklamak, çözmek ve karara varmaktır. Bu yol ise gerçek âlimlerin takip edecekleri tek yoldur” diyor. Görüldüğü gibi “Mezhebim yok” demenin “gerçek âlimlerin takip edeceği tek yol” olduğunu söylüyor. Karamana mezhebi yok diyen Oku Dergisindeki Karaman değil mi?

    2- Vehhabilik iddiası: “Elimizdeki deliller, onlara kâfir veya ehli bidat demek kafi değildir ve benim vehhabi olduğuma dair tek delili olan ortaya çıksın” diyor. Hak mezhep dört tane değil midir? Vehhabiliğin sünni bir mezhep olduğunu hangi Ehli sünnet âlimi söylemiştir, Vehhabiliğin ciltleri dolduran sapıklıkları vardır. Ehli sünnet âlimleri sayısız reddiyeler yazmıştır. “Vehhabi değilim” demek, bazı siyasilerin komünizmi kötülemeyip de sıkışınca “Ben komünist değilim” demelerine benziyor. Kitab-üs-sünne isimli vehhabi Kitabının 35. sayfasında, “Peygamber, Allahı dört meleğin taşıdığı altın bir kürsü üzerinde görmüştür” diyor. Böyle inanmak küfür değil midir?

    3- Müctehidlik iddiası: “Hiçbir yerde yazılı veya sözlü olarak ben müctehidim demedim” diyor. Çorum'da kursiyerlere yaptığı konuşmada, Türkiye'de uşurun verilmesi gerektiğini, Ömer Nasuhi Bilmen'in ise verilemez dediğini söylüyor. Bunun üzerine sakallı bir imam: “Sizin ve Ömer Nasuhi Bilmen'in söylediği bir müctehide mi aittir, yoksa kendi görüşünüz mü?” sorusuna: “Verilmez sözü Ömer Nasuhi Bilmen'in ictihadıdır, verilmesi gerekli sözü de benim ictihadımdır. O haram işletiyor, ben ise bir farzı işletiyorum” diye cevap veriyor. Ona müctehid diyen, kursiyerlere konuşan Karaman'dır.

    4- Müctehidlere saygısızlık iddiası: Müctehid bulunmadığı için ictihad kapısının kendiliğinden kapandığını söyleyen EI-Kerhi, EI-Kaffal, Kadihan, Abdulkerim-i Rafii, İbni Ebiddem, Eş-Şihaburremli, İbni Haceril Heytemi, Eş-Şemsür-remli, Münavi, Davud bin Süleyman, Yusuf-i Nebhani gibi âlimleri zikrettikten sonra bunların ictihad hareketine karşı çıkmalarına sebep olarak İ.H.İctihad kitabında “Mezhep taassubu, cehalet, menfaat ve ademi basiretin en büyük rolü oynadığını söylemek mümkün” diyor. Bu mübarek âlimlere mutaassıp, cahil, menfaatperest ve basiretsiz demek bir saygı ifadesi mi?

    5- Reformculuk iddiası: Mezhepsizlik= reformculuktur. Mezhepsizlik varsa reformculuk da vardır.

    6- Tavizli fetvalar iddiası: “Hiçbir yerde nikah dini değildir demedik” diyor. Mukayeseli İslam Hukuku isimli kitabında “Esas ve şartlarını dini nasların ve bunlara müstenid ictihadların tesbit etmiş olması, evliliğin dini bir akit olmasını icap ettirmez” denmektedir. Evet nikah dini değil, dememiş de Kitabına yazmış. Demek tavizli fetva verdi diyen kendi eseri oluyor.

    7- İbni Teymiyeci, Efgani ve Abduhcu iddiası: “İbni Teymiye'nin kâfir ve sapık olmadığını, ancak bazı ifratları ve ictihad hataları olduğunu” söylüyor. Eğer İbni Teymiye müctehid ise kimse onun hatasını bilemez. İctihadla ictihad nakzolunamaz. Onun ictihadının hatalı olduğunu nasıl bildi ki? İbni Teymiye'nin cihete kail ve arşın kıdemine kani bulunduğu ve mücessimeden olduğu muteber kitaplarda yazılıdır. Bu ise Ehli sünnete aykırıdır. İbni Teymiye, kâfirler de cehennemde ebedi kalmaz” diyor. Bu ise Kur’ana aykırıdır. Cennet de cehennem de ebedidir. (Bekara 25, 81,82)

    Efganici iddiası: “Peygamberlik sanatlardan bir sanattır” diyen, çeşitli sapıklıkları bulunan Efgani hakkında “Efgani masonluğu bıraktı” diye âdeta müdafaa edişi onu sevdiğini göstermez mi?

    Abduhcu iddiası: İ. H. İctihad isimli eserde mezhepsiz Abduh'u da müctehidler arasında zikretmiş. Hocası Davudoğlu, Din Tahripçileri isimli eserinde çeşitli mucizeleri tevil ve inkâr eden ve Mısır'da ilk mason locasını kuran Abduh'un “Teselsülün butlanı meselesine muhalif” olduğu ispatlanmıştır. Artık Abduh'un masonluğu bırakıp bırakmaması mühim değil, bu görüşü bile küfür olarak yeter ona.
    Mehmet Sofuoğlu,Tefsir Kitabında Abduhu şöyle övüyor: “En mühim fetvaları, Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından kesilen hayvanların eti ile, faizin cevazına dair verdiği fetvalardır.” (s. 41)
    Faize helal ve Kur'ana mahluk diyen masona nasıl olur da müctehid diyebilir? Zırva tevil götürmez.

    8- Diyanetin neşrettiği kitap: Bu kitapta taklidin batıl olduğunu söyleyen mezhepsiz Reşit Rıza, mukallidin ağzından s. 169'da “Adam Muhammedi olmayı bırakıyor da Hanefi veya Şafii oluyor” diyor. Hanefi veya Şafii olmayı Muhammedi olmaktan başka bir şey zannediyor mezhepsiz. Muhammedi olmayan kâfirdir. Bütün Hanefiler, Reşit Rıza'ya göre Muhammedi olmadığı için kâfir olmuş olmuyor mu? Şakkulkamer mucizesini inkâr ettiği, Hz. Musa’ya kâhin dediği Davudoğlunun Din Tahripçileri isimli eserinde vesikaları ile bildirilmekte olan Reşit Rıza'nın kitabı nasıl yayınlanabilir?

    Karamana bazı sorularımız var:
    1- Hocanız, Emekli postacı İhsan Oğuz, “Elhamdülillah yarım asra yakın bir zamandan beri cumhuriyet idaresini kurmuş oluyoruz” diyor. Siz ondan farklı mı hamd ediyorsunuz?

    2- Dört hak mezhebin dördüne göre de özürsüz kaçırılan namazların kazası da farzdır. Ancak İbni Teymiye ve diğer mezhepsizlere göre, özürsüz kaçırılan namazların kazası farz değildir. Bizdeki bir mektubunuzda, İbni Teymiyenin görüşünü savunuyorsunuz. Şimdi bu görüşten vazgeçtiniz mi?

    3- Mezhepsizler, müctehidlerin Selefiye mezhebinden olduğu iftirasını yayıyorlar. Selefiye'de tevil asla caiz olmadığına göre, tevil edilmesi gerekli birçok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Tevil edilmeyip o şekilde itikad edilirse küfür olur. Mesela A'raf suresi 190, Bekara 10, Feth 2, Enbiya 87, Yusuf 24, Enam 76-77-78, Tevbe suresi 43. gibi âyet-i kerimeler tevil edilmezse insan küfre düşer. Tevili gerekli nasları tevil etmeyerek, Allah yer semasına iner kabul etmek küfür değil mi? Nasları okuyup hikmetini Allah bilir demek başka, o şekilde inanmak başkadır.

    4- Selefiyeci emekli postacıya yazdığınız mektubun cevabını arkadaşlarınız, bana okudu. Feth suresindeki zenb kelimesini sormuşsunuz. O da “Oğlum Hayrettin..” diye başlayan mektubunda “Bu kâinatın Efendisinin günahıdır” diyerek tevili caiz görmemiştir. Siz de buna inanarak peygamberlerden ismet sıfatını kaldırdınız mı?

    Aradan çeyrek asır geçmesine rağmen Karaman bu suallere cevap vermemiştir.

    Karaman – Yavuz münakaşası
    İstanbulun eski müftülerinden A. Fikri Yavuz, Hayrettin Karaman tarafından sadeleştirilen mezhepsiz Reşit Rıza'nın “Mezahibin Telfîkı” isimli Kitabına reddiye mahiyetinde bir risale hazırlamış. Karaman durur mu, o da bu risaleye cevap olmak üzere bir broşür hazırlamış. Risaleler danışıklı dövüş gibi hazırlanmış. Aynı matbaada ve aynı yayınevi tarafından basılmış. İşin tuhafı Yavuzun bazı kitapları, Karaman'ın broşüründe de reklam edilmektedir. Yavuz, şöyle ilmi bir tenkit vücuda getirmiş:
    “Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu. Eninde sonunda oyun meydana çıkar ve çıktı işte Karaman” diyor.
    Karaman da bir cevap veriyor: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.”

    Yavuz'un risalesinde mason ve mezhepsiz Abduhun “Bulunduğumuz asır, bir mezhep üzerine saplanıp kalacak zaman değildir” cümlesini Kitabın kapağından niçin çıkarıldığı soruluyor. Karaman ise, yanlış anlaşılmasın diye kapaktan çıkardığını, fakat Kitabın 21. sayfasında bu cümlenin de yer aldığını belirtmektedir.
    21. sayfaya bir göz atalım: Müslümanların yaşayabilmesi için iki çare gösteriliyor:
    1- İnanç itibariyle birbirine muhalif olan Ehli sünnet ile Şia âlimleri arasında tam bir anlaşma vücuda getirmek,
    2- Fıkıh mezheplerini birleştirerek.

    Yavuz soruyor: “Şia mı Ehli Sünnete taviz verecek, yoksa Ehli Sünnet mi Şiaya taviz verecek?”
    Tabii Karaman buna cevap vermez. Çünkü Karaman, hak ile batılın birleşmeyeceğini iyi bilir.
    Yavuz, “İslam âleminin kurtuluş çaresi, asırlardır gelen hurafeleri hakikate tebdil edip dini, bir nokta etrafında toplamakla mümkün olacaktır” ibaresindeki hurafe nedir? Diyor. Bizimki susuyor, halbuki herkes bilir ki hurafe, onlara göre dört hak mezheptir. Mezheplere ayrılmak rahmet iken, ne diye bir noktaya toplamaktan bahsedilir? Mezhebin dört olması hurafe mi, rahmet mi? Cevap yok tabii.

    21. sayfada, “Bugün fetva makamından çıkan fetvalar, hiç olmazsa dört mezhep üzerinde olmalı değil mi?” deniyor. Ne demek bu? Hanefi olan bir Müslümana dört mezhep haricinde fetva verilmez. Ama bir ihtiyaç varsa, kendi mezhebinde bir çare yoksa, o zaman diğer üç mezhepten birisi taklit edilir. Mezhepler üstü fetva olmaz.

    Karaman, “Mezheplerin birleştirilmesinden maksat, mezhepleri ortadan kaldırmak değil, fetva verilirken çeşitli fıkıh mezheplerinin hepsinden istifade etmektir” diyor. Mezhepler yerinde dursun, istediği kadar istifade etsin, kim ne der? Niye mezhepleri birleştirelim deniyor ki?

    Karaman, “İslam, bir mezhebin ihata edemeyeceği kadar geniştir. İslam bir derya ise mezhep bir göldür” diyor. Halbuki Zaruri açıklama yazısında bir mezhebe bağlanmak caizdir ve ben Hanefiyim diyordu. Nasıl olur da derya varken bir göl ile iktifa edebilir? Bu iki ifadeden hangisi samimidir?
    Karaman, Reşit Rıza'nın Türk düşmanı ve İngiliz taraftarı olmadığını, “Onun düşmanlığı Türk milletine değil, o günkü idareyedir.” O idarenin ne olduğunu da açıklıyor: “Abdülhamid'in istibdadına çatmıştır” diyor. Cennetmekan Ulu Hakanın müstebit olduğunu başta Yahudiler olmak üzere yabancılar söylemiştir. Ehli sünnet olan hiç bir din adamı ona müstebit dememiştir. Ulu Hakan, HATIRA DEFTERİ'nde Efgani'nin bir İngiliz ajanı olduğunu söylerken, Karaman, 4. maddede, “Efgani ömrünü İngilizlerle mücadele halinde geçirmiştir” diyor. İsteyen Ulu Hakana inanır, isteyen Karamana.
    Karaman, Reşit Rıza'nın İmam-ı Gazali'nin İHYA'sını çok okuduğunu, bu ilmi İmam-ı Gazali'ye borçlu olduğunu naklen bildiriyor. Az sonra da, Mason Efgani'nin yön verdiği ve mason Abduh'un yazarı bulunduğu bir mecmua Reşit Rıza'nın eline geçiyor. Karaman, “Gazetenin iki nüshasını tesadüfen ele geçiren Reşit Rıza, onları okuyunca adeta sihirlenmiş, din anlayışı değişmiştir” diyebiliyor. Hani derler ya, şecaat arz ederken sirkatini söylemek... Tıpkı böyle. Adam İmam-ı Gazali'nin eserlerinden DİN'i öğreniyor, iki mezhepsizin gazetesini okuyunca din anlayışı değişiyor. Yani İmam-ı Gazali'nin din anlayışından başka bir anlayış. Efgani ve Abduh tipi bir anlayış. Buna intak-ı Hak derler, yani Allah söyletiyor bunu. İkinci bir intak-ı Hak da şöyledir: Reşit Rıza, Egani Kitabı ile Nehcülbelaga'yı çok okurmuş. Halbuki Egani’nin yazarı olan Ebulferec Ali bin Hüseyin İsfehani şiidir. Nehcülbelaga'nın da yine bir rafizi tarafından yazıldığını İmam-ı Askalani ve İmam-ı Zehebi gibi âlimler açıklamışlardır. Karaman, Reşit Rızayı öveceğim derken içinden çıkılmaz, tevili mümkün olmayan hatalara düşüyor. Allahü teâlâya hamd olsun ki Karaman kendi ağzı ile Reşit Rıza'nın hangi kitapları okuduğunu bize bildirdi. Rafizi kitapları okuyan ve din anlayışı İmam-ı Gazali'ninkinden başka olan Reşit Rıza'nın nasıl bir mezhepsiz olduğunu böylece öğrenmiş olduk.

    Karaman “Mezhepsizlik Ehli sünnet dışı kimseler için kullanılır. Bu Kitabı okuyan, böyle bir mezhepsizlik yapıldığını iddia edemez, ederse iftira etmiş olur” diyor. Reşit Rıza'nın dört mezhepten birisine mensup olmadığını selefi olduğunu söylüyor, hem dört mezhebin dışında ol, hem de Ehli sünnet ol, olmaz böyle şey...

    Karaman, “Tek mezhebe bağlanmak, dördüncü asırdan sonra ortaya çıkmış bir âdettir. Ondan önce bir mezhebe bağlılık yoktu. İmdi tek mezhebe bağlı kalmayanı kötüleyen bu nesilleri de kötülemiş olur” diyor. Bu söz, şarabın henüz haram edilmediği zamanı kastedip “Asr-ı saadetin ilk zamanlarında şarap içen İslamın en faziletli nesilleri vardı. Şarap içeni kötüleyen o faziletli nesilleri de kötülemiş olur” demeye benzer veya “Hz. İsa’nın dininde şarap haram değildi. Büyük Peygamber Hz. İsa’nın haram etmediği şarabı haram saymak, Hz. İsa’yı kötülemek olur” demekten ne farkı var?

    Bütün mezhepsizler, “Sahabe ve tabiin devrinde mezhepler yoktu. Biz de mezhepsiz olsak ne çıkar” diyorlar. İmam-ı a'zam gelmeden önce, Hanefi mezhebine tabi olmak olur mu? O zamanlar İmam-ı Sevri'ye, İmam-ı Evzai'ye tabi olanlar olmuştur. Fakat şimdi, bütün hükümleri tedvin edilmemiş olan bu mezheplere tabi olunamayacağını Ehli Sünnet âlimleri beyan etmişlerdir.

    Mezhepsiz Reşit Rıza'nın mezhepsizliği teşvik Kitabı için Karaman, “Bu kitap, cehalet ve taassubu izale için yazılmıştır” diyor. Dört mezhepten birine bağlanmak, mezhepten çıkmamak ve beşinci mezhepleri kabul etmemek cehalet ve taassupmuş. Asırlardır dört hak mezhebin birisine bağlanan sünniler, yıllardır bu gericilik çemberini kıramadılar demek ki...

    Karaman, “Allah ve Resulü, bizi Hanefi, Şafii, Maliki gibi bir mezhebe bağlanmak, bunları müdafaa etmekle mükellef kılmamıştır, İslama bağlanmak onu müdafaa etmekle mükellef kılmıştır” diyor. Yani asırlardır bir mezhebe bağlanan sayısız ulema, evliya ve diğer Müslümanlar, İslama değil mezhebe bağlanmışlar, dolayısıyla bunlar Allahü teâlânın emrinin aksini yapmışlardır. İslamla mezhebi farklı olarak gösteriyor.

    Hanefi olduğunu söyleyen Karaman, canı isteyince İmam-ı a'zamı tepebileceğini göstererek ağzından baklayı çıkarıyor: “Ebu Hanife'ye göre bir kimseyi ölümle tehdit edip zorla karısını boşatsalar bu boşanma muteberdir. İmam-ı Şafii'ye göre boş düşmez” diyor. İmam-ı Şafii'nin ictihadının İslamın ruhuna daha uygun olduğunu çekinmeden söylüyor. İmam-ı a'zam, Karaman kadar İslamın ruhuna vakıf değil miydi?

    İmam-ı Rabbani hazretleri, Mebde ve mead Risalesinin 30. fıkrasında buyuruyor ki:
    “Namazda kıraat farzdır. Hadis-i şerifte de (Fatihasız namaz olmaz) buyurulduğu halde hakiki kıraati bırakıp kıraat-ı hükmiye karar verilişinin sebebini anlayamadım. Mezhebimiz Hanefide imam arkasında kıraata dair açık bir delil bulunmamasına rağmen mezhebe uyarak imam arkasında FATİHA okumazdım. Zira okusam mezhepten çıkmış olurdum, halbuki mezhepten çıkmak ilhaddır.”
    Demek oluyor ki, İmam-ı Rabbani gibi müceddid ve müctehid bir veliyyi kamil, delilini bilsin veya bilmesin istisnasız mezhebinin bütün hükümlerine tabi oluyor, bir hükme bile tabi olmamayı mezhepten çıkmak ve ilhad kabul ediyor. Şu halde zahir ve batın ilimlerinde mütehassıs senet âlim, İmam-ı Rabbani hazretlerinin bildirdiğine göre, Hanefi bir Müslüman, Şafiiye uyarak karısını boşamazsa mülhid oluyor, mezhepsiz oluyor.

    Karaman, “Mahremi bile olsa kadına dokununca da abdest bozulur” diyerek İmam-ı Şafinin ictihadını İslamın ruhuna uygun bulmuyor. Şafii mezhebinde mahremi olan kadına dokununca abdest bozulmaz. Karaman, niçin bozar diyor? Mezheplerde doğru yanlış aramaktan öğrenmeye acaba vakit bulamadı mı ki? Yoksa mahrem kelimesini mi bilmiyor? Bir insanın hanımı, kendisine mahrem değildir.

    Karaman mezheplerde doğruyu yanlışı arayacağına, kendisi nasıl olsa en doğruyu bilebiliyor. En doğru bir mezhep kursun. Buna kim ne diyebilir? Lütfen dört hak mezhebi birbirine karıştırmasın.
    “Vehhabilik sünni bir mezhep olmakla beraber, şirkten kaçmak, tevhidi korumak için, bazı ifratlara düşmüştür” diyor. Burada üç büyük hata var:
    1- Hiç bir Ehli sünnet âlimi Vehhabiliğe sünni mezhep dememiş, aksine sayısız reddiyeler yazmıştır. “Nimeti İslam” Kitabının nikah bahsinde Vehhabilliğin zındıklık olduğu bildirilmektedir.
    2- Vehhabilik sünni bir mezhepmiş de yalnız bazı ifratları varmış, ifrat ne ile bilinir? Kitap ve Sünnete göre bilemeyiz. Bütün sapık mezhepler, kendi mezheplerinin de Kitap ve Sünnete dayandıklarını iddia etmişlerdir. İfrat ve tefrit Ehli Sünnet akidesine göre ölçülür. Vehhabilik eğer sünni bir mezhep ise ifratı olmaz onun. Çünkü farklı ictihad rahmettir, ifrat değildir.
    3- Vehhabilerin şirkten kaçmak ve tevhidi korumak gibi iyi niyetleri varmış. 72 sapık mezhebin hepsi de iyi niyetli idi, fakat hepsi de Ehli Sünnetin dışına çıktığı için sapıttı. “Cehennem iyi niyetlilerle doludur” mealindeki hadis-i şerife göre iyi niyetle işlenen günah ve küfürlerin mazeret sayılmaz.

    Karaman, Reşit Rıza için “Müellifin selefi oluşunu, Vehhabilikle karıştırmışlardır” diyor. Demek ki, Reşit Rıza'nın mezhebi yokmuş, dört mezhepten birisine mensup değilmiş, selefi imiş. Halbuki selefilik vehhabiliğin diğer adıdır. Vehhabiler selefiyiz diyorlar.

    Karaman, Reşit Rıza'nın kitabından şu dört cümleyi seçiyor:
    1- Bugün fetva makamından çıkan fetvalar İslam fıkhı, hele hiç olmazsa 4 mezhep üzerine olmalı.
    2- Bugün hiç olmazsa 4 mezhep imam ve fakihlerinin görüşlerinden süzülmüş bir kitap telif edilmeli.
    3- Müminlerin ibadetler konusunda herhangi bir müctehidi -mezhebi- taklit etmelerinde mahzur yok.
    4- Fakat bir kimse müctehid imamların hepsini sever ve sayar da sünnete uygun olduğuna kanaat getirdiği yerlerde onların her birine tabi olursa davranışı övgüye layık olur.
    Bu cümleleri inceleyelim:
    1- Birinci cümlede tek mezheple değil, İslam fıkhı ile fetva verilmesi isteniyor ki, tek mezhebe bağlılığın islam fıkhı demek olmadığı açıkça söylenmektedir, İmam-ı a'zam tek mezheple amel etmiştir, hanefiler, şafiiler, Malikiler tek mezheple amel etmiştir. Selefi meşreplilere göre bunlar İslam fıkhı ile amel etmiş sayılmıyor. “Hiç olmazsa dört mezhep üzerine fetva verilmeli” demek de, dört mezhepten seçilerek verilmeli demektir. Yine tek mezhebe düşmanlık.

    2- “Dört mezhebin hükümlerinden süzülmüş bir kitap telifi” ne demektir? Açık şekilde dört mezhebi tek mezhep halinde birleştirmek değil midir? Bu mezhep böyle diyor, öteki müctehid şöyle diyor, diyerek fıkıh anarşisi çıkarmak değil midir? Dört mezhebin kitaplarını bir kitap halinde, dört yolu bir yol halinde birleştirmek dört mezhebi kaldırmak değil midir?

    3- Üçüncü cümle ile de tek mezhebe bağlı kalma mecburiyeti kaldırılmak isteniyor. Bir müctehide bağlanılabilir deniyor. Karaman parantez açmış, müctehidden kasıt mezhep diyor. Halbuki Reşit Rıza'ya göre müctehidlik iddia eden herkes mezhep sahibidir.

    4- Dördüncü cümle de çok enteresan... Mükellefin müctehid imamların sünnete uygun olduğuna kanaat getirdiği yerlerde onların her birine tabi olması övgüye layıkmış. Ne demek bu? Müctehid imamların sünnete uygun olup olmadığını kim tespit edecek? Cevap olarak “bir kimse” deniyor. Yani önüne gelen mezhep imamlarının hatasını araştıracak. Hak olan mezheplerde sünnete aykırı taraf bulunmadığı için hak mezhep denmiştir. “Sünnete uygun olduğuna kanaat getirdiği yerlerde” tabirini kullanmakla “Sünnete uymayan yerleri de var” denmek istendiği gizli değildir. Bir kimse, sünnete uygun olduğuna kanaat getirdiği yerlerde bazen bu müctehidi, bazen ötekini taklit ederse, yani her mezhepten işine gelen yerleri alırsa, buna mezhepsizlik derler.

    Karaman Yavuz'a soruyor: “Kendinizi Ehli Sünnetin mihengi mi zannediyorsunuz? Size böyle bir ehliyet diplomasını veya icazetini kim verdi?”

    Mezhepsizlere göre mihenk taşları, mezhep imamları ile müctehidler değildir. Mezhep imamları da insan olduğu için hata ederlermiş, mezhep imamlarının Kitap ve Sünnetten çıkardığı hükümler ölçü olmazmış. ancak mezhepsizlerin Kitap ve Sünnetten çıkardığı hükümler ölçü ve mihenk taşları oluyormuş. Mezhep imamları insan olduğu için yanılıyor, fakat mezhepsizler insan olmadıkları için hata etmezlermiş. Davudoğlu hoca, Mezhepsizler için onlar insan değil, belhüm edal derdi.

    Karaman, Yavuz'a soruyor: “İslam davasına bizden fazla sahip çıkma hakkını nereden alıyorsunuz? Size böyle bir ehliyet diplomasını veya icazetini kim verdi?”

    Karaman'a mezhepler arasında tercih yapma, bir hükmün İslam'ın ruhuna daha uygun olduğunu, diğerinin uygun olmadığını söyleme icazetini kim vermişse, Yavuz'a da böyle bir işin caiz olmadığını söyleme icazetini o vermiştir.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kâfirlerin iyi işleri( newton cennete gitmeyecekte kim gitcekk diyenlere)


    Sual: İnsanlığa bir çok hizmet veren kâfirlerin iyi işleri, keşifleri, nazarı itibara alınacak mı? Yoksa topluma büyük zulümleri olan bir kâfir ile aynı kefeye mi konacaktır?

    CEVAP

    Hayır aynı kefeye konmaz. Sekiz Cennet, yedi Cehennem vardır. Cennettekilerin, ihlaslarına ve amellerine göre dereceleri farklıdır. Peygamberlerle, şehitlerle sıradan bir Müslüman’ın derecesi aynı değildir. Cehennemdeki kâfirlerin durumu da böyledir. Firavun gibi ilahlık davası güdüp yeni doğan masum çocukları kesen bir zalim ile, kendisinden başka hiç kimseye zararı olmamış, topluma çeşitli hizmetler veren bir kâfirin durumu aynı değildir.



    Cehennem 7 tabakadır. Her birinin azabı üstündekinden daha şiddetlidir. (Feraid-ül-fevaid)

    1. tabaka: Adı Cehennem’dir, azabı en hafiftir. Burada, günahkâr Müslümanlar azap görür.

    2. tabaka: Adı Sair’dir. Ateşi ve azabı şiddetlidir. Burada, Yahudiler azap görür.

    3. tabaka: Adı Sekar’dır. Bu daha şiddetlidir. Burada Hıristiyanlar azap görür.

    4. tabaka: Adı Cahim’dir. Burada, güneşe, yıldızlara tapanlar azap görür.

    5. tabaka: Adı Hutame’dir. Burada Mecusiler, Budistler, Brehmenler azap görür.

    6. tabaka: Adı Lazy’dir. Ateistler, müşrikler, dinsizler azap görür.

    7. tabaka: Adı Haviye’dir. En şiddetlisidir. Burada münafık ve mürtedler azap görür.



    Her tabakadaki kâfirlerin de azabı farklıdır. Aynı tabakada olan cömert bir kâfir ile zalim bir kâfirin azabı aynı değildir. Her kâfir, zulmünün derecesine göre farklı azap görür. Yerleri aynı olmasına rağmen azapları farklı olur. Zalim kâfir, diğer kâfirlere göre azabı daha şiddetli hisseder.



    Cennet nimetleri de böyledir. Derecesi yüksek olan daha çok faydalanır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Dünyada İslamiyet'in yalnız suretine kavuşanlar, Cennetin de yalnız suretine kavuşacaklar, yalnız onun zevkini, tadını alacaklardır. Dünyada İslamiyet'in hakikatine kavuşanlar, Cennetin de hakikatine kavuşacaklardır. Cennetin yalnız suretine ve yalnız hakikatine kavuşanlar, aynı nimetlerden mesela aynı meyvesinden yedikleri halde, farklı lezzet duyacaklardır. Resulullahın zevceleri, müminlerin anneleri olup, Cennette Resulullahın yanında bulunacaklar, aynı meyveyi yiyecekler, fakat, farklı tad alacaklardır. Duydukları lezzet, hep aynı olsa idi, müminlerin annelerinin, bütün insanlardan [Peygamberlerden de] daha üstün olmaları lazım gelirdi. (2/50)



    Cehennemden kurtulmak yalnız Müslümanlara mahsustur. Kâfirlerin iyi işleri, ne kadar çok olursa olsun, onları Cehennemden kurtaramaz ve azaplarını hafifletemez. Birkaç âyet meali şöyledir:

    (Kâfirlerin faydalı işleri fırtınalı bir günde rüzgarın savurduğu küller gibidir. Ahirette o işlerin hiç faydası olmaz.) [İbrahim 18]



    (Deki: Size en çok ziyana uğrayanları haber verelim mi? Onlar dünya hayatında iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve Ona kavuşmayı [dirilmeyi, hesabı, ceza ve mükafatı] inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir. Onlar için, kıyamet günü, hiç bir terazi tutmayız. [İyilikleri ile kötülüklerini ölçmeyiz çünkü amelleri boşa gitmiştir, tartıya girecek makbul şeyleri kalmamıştır.]) [Kehf 103, 104, 105]



    (Kâfirlerin iyi işleri engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır. Ama, yanına varınca, umduğunu bulamaz.) [Nur 39]



    Kâfirlerin azapları hafiflemez. Birkaç âyet meali şöyledir:

    (Kâfirler orada temelli kalırlar, azapları hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Al-i İmran 88]

    (Kâfirler öldürülmez ki ölsünler, Cehennem azabı da hiç hafifletilmez.) [Fatır 36]



    (Onlar, Cehennemin bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin” derler. Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.) [Mümin 49,50]



    Demek ki, kâfirlerin dünyada yaptıkları iyilikler ve faydalı işleri azaplarını yok etmez, aşağıda açıklandığı gibi, sadece azabı daha hafif olan Cehennemin bir tabakasına girmelerine yardım eder.



    Bazı âlimler, (Kâfirlerin azabı hafifletilmez) âyetini açıklarken, “Zaman bakımından hafifletilmez, sonsuz azap görür, ama iyilikleri yüzünden azabı hafifletilen olur” diyerek şu âyetleri bildirmişlerdir:

    (Kıyamet günü adalet ölçüsünü ortaya koyarız. Kimseye bir zulüm yapılmaz, [kötülüğün cezası adaletle verilir], hardal tanesi kadar iyilik eden karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47]



    (Herkes [iyi kötü] ne getirmişse, onu görecektir.) [Tekvir 14]

    (Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]



    Kâfirlerin azapları sonsuzdur, hafifletilmez ama, cezası hafif olanlar olabilir, ayda, yılda bir gün azap görmeyenler olabilir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

    (Cuma hariç, zeval vakti namaz kılmak mekruhtur. Çünkü Cuma günü Cehennem kızdırılmaz, diğer günler Cehennem ateşinin hızı arttırılır.) [Ebu Davud, Beyheki, İ. Adiy]



    (Zeval vakti Cehennem çok şiddetlenir.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]



    (Cehennemde en hafif azap gören, beynini kaynatan ateşten iki nalın olan bir kimsedir. Bazıları topuğuna kadar ateşe girmiş olarak azap görür. Kimisi dizlerine kadar, kimisi göğsüne kadar, kimisi burnuna kadar, kimi de tamamen ateşe batmış olarak azap görür.) [Hâkim]



    (Allahü teâlâ, Cehennem kapıcısına, cömert kâfir için, “Bunu cömertliği derecesinde hafif yere koy” buyurur.) [Deylemi, Ebu-ş-şeyh]



    (Cehennemde en hafif azap Ebu Talib’e yapılır. Ateşten iki nalın sebebiyle beyni kaynar.) [Müslim] (Ebu Talibin diriltilerek iman ettiği Muhtasarı Kurtubi’deki hadis-i şerifte bildirildi.)



    (Kıyamette en şiddetli azabı zalim hükümdar görür.) [Ebu Nuaym]



    Resulullah efendimiz, kâfirlerin, dünyada yaptığı iyilikler, onları Cehennemin ebedi azabından kurtarmayacağını, ama, zalim kâfire göre azabı daha az hissetmesine sebep olacağını bildirip, şu mealdeki âyeti okudu: (Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.) [Mümin 46] (Hakim)



    Ebu Leheb, Resulullahın dünyaya geldiğini müjdeleyen Cariyesi Süveybe’yi sevincinden dolayı azat etmişti. Bunun için, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabı hafifler. İki parmağı arasından çıkan serin suyu emerek ferahlar. (M. Nasihat)



    Demek ki, kâfirler sonsuz Cehennemde kalmakla beraber, içlerinde haftada, ayda veya yılda bir kere azapları hafifleyenler olabilir. Bunlar istisnadır, istisna ise kaideyi bozmaz.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kâfirler Cehenneme gider (hristiyanlarda cennete gidecek diyen müslümanlara(benim bildiğim böyle demek küfürdür))


    Sual: Bazı kimseler, ateist, Budist, ateşperest, Hıristiyan ve Yahudi Cennete girer diyorlar. Bunlar kâfir değil mi? Kâfir Cehenneme girmeyecek mi?

    CEVAP

    Bir hoca da, yukarıda bildirilen kâfirlerin hepsinin Cehennemlik olduğunu anlatınca, esnaftan birkaç kişi geliyor, (Hocam biz sizin görüşünüze katılmıyoruz. Kâfirlerin de Cennete gireceğini bildiren başka hocalar vardır) diyorlar. Hoca, (Bu benim kendi görüşüm değildir, zaten hiç kimsenin kendi görüşü dinde senet olmaz. Bu Allah’ın, Kur’an-ı kerimde açıkça bildirdiği bir hükmüdür) diyor. Ama esnaflar, (Allah’ın açık bir hükmü olsa hiç öteki hocalar böyle söyler mi) diye itirazlarına devam ediyorlar. Onun için kâfirleri bile Cennete koymaya çalışanlara cevap olması için bu yazıyı yazmak zorunda kaldık.



    Dinimizde dört delil var. Bunlardan kıyas-ı fukahayı ve icma-i ümmeti kaldırmaya çalışıyorlardı, sadece Kitap ve sünnet diyorlardı, son zamanlarda, Sünneti de devreden çıkarmaya çalıştılar. Sadece Kitap [Kur’an] kalmıştı. Demek şimdi Kur’an-ı kerime olan itimadı da sarsmaya çalışıyorlar.



    Müslüman olmayan herkesin ebedi Cehennemlik olacağı hükmü, bizim görüşümüz değil, yüce Allah’ın kesin emridir, âyet ve hadislerle sabittir. Bunu inkâr eden Müslüman kâfir olur. Bu konuda yüzden fazla âyet vardır. Birkaçının meali şöyledir:

    (Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]



    (Sizden dininden dönüp kâfir olarak ölenlerin yaptıkları [iyi] işler dünya ve ahirette boşa gider. Cehennemde devamlı kalırlar.) [Bekara 217]



    (Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının!) [Al-i İmran 131]



    (Allah’a ve Resulüne karşı isyan edip sınırlarını [dinin hükümlerini] aşanı Allah ebedi kalacağı bir ateşe sokar.) [Nisa 14]



    (Resule karşı gelip, müminlerin yolundan başka bir yola gideni, o yönde bırakır ve Cehenneme sokarız; orası ne kötü bir yerdir.) [Nisa 115]



    (İnkârcıları, zalimleri Allah asla affetmez, onları içinde ebedi kalacakları Cehennem yoluna iletir. Bu da Allah'a kolaydır.) [Nisa 169]



    (Allah, Meryem oğlu Mesîh’tir diyenler kâfir olmuştur. Allah, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcı yoktur.) [Maide 72]



    ([Allah, Şeytana] dedi ki: Yerilmiş ve rahmetten kovulmuş olarak, oradan çık, defol; and olsun ki sana uyanları ve sizin hepinizi Cehenneme dolduracağım.) [Araf 18]



    (Kâfirlerin akıbeti ateştir.) [Rad 35]

    (İçinde ebedî kalacağınız Cehenneme girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.) [Nahl 29]



    (Biz, Cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık.) [İsra 8]

    (Tartıları hafif gelip hüsrana uğrayanlar, Cehennemde ebedi kalır.) [Müminun 102,103]

    (Allah’a ve Resûlüne inanmayan o kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Fetih 13]



    (Ey Nebi, kâfirlerle [kılıç ile] ve münafıklarla [öğüt ve vesikalarla] cihad et, [öğüt de kâr etmezse] onlara sert davran. Onların gidecekleri Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tahrim 9]



    (Cehennem, tagutları [kâfirleri] bekleyen yerdir.) [Nebe 21-22]

    (Facirler [kâfirler] Cehennemdedir.) [İnfitar 14]



    (Kâfirlere Cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler [de kurtulsunlar] Cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri gideni böyle cezalandırırız.) [Fatır 36]





    Sual: Bir tanrıya inansa da, inanmasa da bütün gayri Müslimler Cehenneme gidecek mi? Bu konuda âyet var mı?

    CEVAP

    Bir çok âyet ve hadis vardır. Âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir:

    (Kâfirler için hazırlanan, yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının.) [Bekara 24]

    (Âyetlerimizi yalanlayan kâfirler, Cehennemliktir, orada ebedi kalırlar.) [Bekara 39]



    (Kötülükleri [günahları] kendilerini çepeçevre kuşatanlar Cehennemliktir, orada ebedi kalırlar.) [Bekara 81]



    (İnkârcının [kâfirin] az bir süre rızkını verir, sonra onu Cehennem azabına maruz bırakırım. Orası ne kötü yerdir.) [Bekara 126]



    (Allah’tan kork denilince işlediği günahlar sebebiyle daha çok gurura kapılan kimseye, Cehennem yetişir. Ne kötü yataktır orası.) [Bekara 206]



    (İnkârcıların [kâfirlerin] dostları tâğuttur, onları aydınlıktan karanlığa sokar. İşte bunlar Cehennemliktir, orada ebedi kalırlar.) [Bekara 257]



    ([Mubah bilip] tekrar faizcilik yapanlar Cehennemliktir, orada temelli kalırlar.) [Bekara 275]



    (İnkârcıların [kâfirlerin] malları da, evlatları da Allah indinde bir fayda sağlamaz [onları cezadan kurtaramaz.] Onlar Cehennem yakıtıdır.) [Al-i İmran 10]



    (İnkârcılara de ki: Mağlup olacak ve Cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir yerdir!) [Al-i İmran 12]



    (Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Ona ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalblerine korku salacağız. Gidecekleri yer de Cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!) [Al-i İmran 151]



    (İnkârcıların diyar diyar [refah içinde] gezip dolaşmaları seni [ümmetini] aldatmasın! Bu [tez gelip geçen] az bir menfaattir, sonunda onların varacakları yer Cehennemdir. Orası ne kötü yerdir!) [Al-i İmran 196, 197]



    (Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları yarın [elbette] ateşe sokacağız.) [Nisa 56]



    (Bir mümini [mümin olduğu için] kasten öldürenin cezası, içinde ebedi kalacağı Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.) [Nisa 93]



    (İşte onların [Allah’ı bırakıp şeytanı dost edenlerin] yeri Cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamazlar.) [Nisa 121]



    (İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, Cehennemliktir.) [Maide 86]

    (Âyetlerimizi yalanlayıp büyüklük taslayanlar, Cehennemliktir, orada temelli kalırlar.) [Araf 36]



    (And olsun, Cehennem için birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri var ama anlamazlar; gözleri var, görmezler; kulakları var, işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdır.) [Araf 179]



    (Kâfirlikte ısrar edenler Cehenneme toplanacaktır.) [Enfal 36]



    (Müşriklerin, Allah'ın mescitlerini imar etmeye yetkileri yoktur. [Beğendikleri] bütün işleri boşa gidecek; ebedi olarak ateşte kalacaklardır.) [Tevbe 17]



    (Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.) [Tevbe 49]



    (Şu gerçeği anlamıyorlar mı: Allah'a ve Resulüne karşı gelene muhakkak içinde ebedi kalınacak Cehennem ateşi vardır.) [Tevbe 63]



    (Allah, erkek kadın münafık ve kâfirlere Cehennem ateşini ebedi olarak vaad etti. O ateş onlara yeter. Allah onlara lanet etti. Onlara bitmez tükenmez bir azap vardır.) [Tevbe 68]



    (Ey nebi, kâfirlere karşı silahla, münafıklara delil ve hüccet getirerek cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların barınağı Cehennemdir.) [Tevbe 73]



    (Müşriklerin Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akrabaları bile olsa, artık onlar için, Peygamber de, müminler de istiğfar edemezler.) [Tevbe 113]



    (Şakiler [azaba maruz kalanlar] ateştedir, orada feci şekilde inleyip, solurlar.) [Hud 106]



    (Şaşacaksan, onların, "Biz toprak olduktan sonra mı yeniden yaratılacağız?" demelerine şaşmak gerekir. İşte onlar Rablerini inkâr edenler, boyunlarına demir halka vurulanlardır. Onlar Cehennemliktir, orada temelli kalırlar.) [Rad 5]



    (Sağlam söz verdikten sonra Allah’a verdiği sözde durmayanlara, Allah'ın emrettiği bağları koparanlara [akrabalık bağlarını kesenlere] ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara lanet olsun, kötü yurt, [Cehennem] onlaradır.) [Rad 25]



    (Allah’ın nimetine nankörlük eden ve kavimlerini helâk yurduna [Cehenneme] sürükleyen [müşrikler] ler, oraya girecektir. Orası ne kötü bir karargahtır.) [İbrahim 28, 29]



    (Kıyamette onları [kâfirleri] kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzüstü haşrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer Cehennemdir.) [İsra 97]



    (Biz Cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık.) [Kehf 102]

    (Allah'tan başka taptıklarınız [putlar] ile birlikte siz Cehennem yakıtı olacaksınız.) [Enbiya 98]



    (Âyetlerimizi bozmak için tartışanlar, fesat çıkaranlar, Cehennemliktir.) [Hac 51]



    (Senden bir an önce azabın gelmesini isteyen kâfirleri Cehennem çepeçevre kuşatacaktır.) [Ankebut 54]



    (Allah kâfirleri lanetlemiş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.) [Ahzab 64]



    (Kâfirler, zümreler halinde Cehenneme sürülür. Orada, bekçiler, “Size, Rabbinizin âyetlerini bildiren ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden resuller gelmedi mi” derler. Onlar, “Evet geldi” derler. Ama, azap vaadi [Elbette Cehennemi (kâfir olan) cin ve insanlarla dolduracağım vaadi] kâfirlerin üzerine gerçekleşmiştir.) [Zümer 71]



    (Yoldan çıkanlar [kâfirler] Cehenneme odun olmuştur.) [Cin 15]

    (Biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.) [İnsan 4]



    (Facirler [kâfirler] Cehennemdedir. Ceza gününde oraya atılan kâfirler, artık bir daha çıkamazlar.) [İnfitar 14-16]

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Cennete ancak Müslüman girer


    Sual: Bazı kimseler, Allah kerim diyerek günah işliyorlar. Bu yanlış değil mi?

    CEVAP
    Ş. Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:

    Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve rezzak olduğu halde, çiftçilik sıkıntısı çekmeyene mahsul vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu halde, yiyip içmeyen kimseyi yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor.

    Yaşamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de, ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Küfrün ve cahilliğin tek ilacı, ilimdir. Tembelliğin ilacı da, namaz kılmaktır. Bir kimse, zehir yer ve (Allah rahimdir, rahmeti her şeyi kuşatmıştır, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan müshil içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar.



    "Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yok. İbadet yapan, boşuna sıkıntı çekiyor" veya "Ben içki içersem, zina edersem Allah’a ne zararı olur ki" diyen de çıkıyor. Böyle yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Evet doktora zararı olmaz, fakat kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur, uymazsa ölür gider.



    Bazıları, dört delile aykırı olarak, "Mazlum olarak ölen Hıristiyanlara şehiddir. Çünkü Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır" diyorlar. Halbuki âyet-i kerimede, (Rahmetim her şeyi kaplamıştır) buyurulduktan sonra, ([Rahmetim] Allah’tan korkup, haramlardan kaçan, zekatlarını veren ve âyetlerimize inananlar içindir) buyuruluyor. (Araf 156) Bundan sonraki âyette de, (Ümmi peygamberime (Resulullaha) uyanlar için) buyuruyor. Bektaşi gibi yarısını gizlemekle, Hıristiyanlar Cennete mi gidecektir? Onlar âyetlerimize (Kur'ana) ve ümmi peygambere (Muhammed aleyhisselama) inanıyorlar mı? (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [A.İmran 19] (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran 85] mealindeki âyetlere inanıyorlar mı? İnansalar zaten Hıristiyanlıkta kalmazlar. İnanmayan Hıristiyan kâfiri şehid olur mu hiç? Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Müslümana kâfir, kâfire Müslüman diyen kâfir olur. (Birgivi)



    Allah’ın 99 "Esma-i hüsna"sından biri de Kahhar’dır, istediğini kahreder. İki âyet meali şöyledir:

    (Bugün hükümranlık Kahhar olan tek Allah’ındır.) [Mümin 16]

    (Allah’ın kahrı da, cezası da pek şiddetlidir.) [Nisa 84]



    Esma-i hüsnadan biri de Müntekim’dir, intikam alıcıdır. (A.İmran 4, Maide 95, İbrahim 47, Zümer 37), Peygamberimize, Kur'ana inanmadıkları için mazlum olarak ölen Hıristiyanlardan intikam alacak, sonsuz olarak Cehennemde bırakacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

    (Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari]

    (Bana inanmayan Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hakim]



    Cennete girmek için Müslüman olma şartı [Amentüdeki altı esas] vardır. Hıristiyanlar, onların istemesiyle Cennete, bizim istememizle Cehenneme girmez. Hıristiyanlar Müslüman olmadıkları için Cehenneme girer. Müslüman olsun herkes girsin.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kâfirlerin âyinlerini yapan kâfir olur


    Sual: Bir bayan arkadaşım var. Hıristiyanlarla diyalog içinde. Amentüdeki altı şarta inanıyor. Yani Allah’a, Kuran-ı kerime, meleklerine, kaza ve kadere, öldükten sonra dirilmeye, Cennete Cehenneme, Peygamber efendimizin Allah’ın resulü olduğuna inanıyor. Ama; (ben Hıristiyanlığın da hak din olduğuna inanıyorum, Hıristiyanların âyinlerine gidiyorum, onlar gibi ibadet yapıyorum, put önünde dua ediyorum) diyor. Bu bayan Müslüman mıdır, bu haliyle ölürse kâfir midir?

    CEVAP

    Bu bayan bu haliyle kâfirdir. Çünkü kâfirlerin âyinlerini yapan kâfir olur. Hak din yalnız İslamiyet’tir. Hıristiyanların kâfir olduğu bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır. Hıristiyanlığı hak din bilmek Al-i İmran suresinin 19. âyetini inkâr olur. Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:

    (Hak din yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19]



    (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51]



    (İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan hanif, doğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67]



    Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa da her peygamber gibi müslüman idi. Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya o zaman inanan kimseler de müslüman idi. Şimdiki yahudi ve hıristiyanlar, müslüman olmadıkça ebedi Cehennemliktir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:

    (Cennete ancak müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]

Sayfa 1/2 12 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •