Tebliğ ve İrşatta Şefkat
Peygamber Efendimiz, ilahi mesajı tebliğ ve temsil ederken hep şefkat eksenli davranmıştır. Maruz kaldığı kabalıklara, eziyetlere katlanmış bunları reva görenlerin başlarına bir şey gelir diye titremiş, onların bile hidayetini arzu etmiş; hata ve kusurları şefkatle ikaz etmiştir. Bu hususla alakalı bir-kaç misal zikretmek istiyoruz.
Yeni müslüman olmuş birisi, Efendimizin yanına gelerek O'ndan yardım talep etmişti. Allah Resûlü adama bazı şeyler vermesine rağmen adam hoşnutsuzluk izhar edip edep sınırlarını zorlayınca, Sahabe Efendilerimiz o şahsın üzerine yürümüş ve saygısızlığını cezalandırmak istemişlerdi. Fakat, Peygamber Efendimiz onlara mani olmuş ve başka şeyler de verip o adamı memnun etmişti. Sonra da ashabına dönüp şöyle buyurmuştu: “Benimle bu köylünün durumu kaçan bir deve ile sahibinin durumu gibidir. İnsanlar devenin peşinde koşmuş, hep beraber onu yakalamaya çalışmışlardır ama deve kalabalıktan daha çok ürkmüştür. Sonunda deve sahibi, “Devemi benimle başbaşa bırakın. Ben onu sizden daha iyi bilirim, ona karşı sizden daha yumuşak davranırım” diye seslenmiş; eline bir tomar ot alarak ona ön tarafından yavaş yavaş yaklaşmış ve sonuçta devesini sakinleştirerek boynuna zimamı vuruvermiştir. Eğer siz de o adamı bana bırakmasaydınız onu ateşe atmış olurdunuz. Benimle ümmetimin arasına girmeyin, ashabımı bana bırakın.”23
Allah Resûlü, ümmetinin hata ve kusurlarını affederek kırmadan, incitmeden şefkatle kucaklayarak irşat etmiştir. Helal dairesi keyfe kafi iken şeytani cazibesine kapılarak haramlara ve günahlara sürüklenmelerini ve böyle bir durum karşısında kendisinin onları kurtarmak için cehd ve gayretini bir temsille şu şekilde ifade etmiştir:
"Benimle sizin misaliniz, ateş yakan bir adamın misali gibidir ki; hemen pervaneler, kelebekler o ateşin içine düşmeye başlarlar. O bunları kovar. Ben de ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum. Halbuki siz elimden kaçıyorsunuz."24
Peygamber Efendimiz hata, kusur ve zaaflara şefkatle yaklaşır, akıl ve mantığa hitap ederek irşat ederdi:
Allah Rasulü’nün huzuruna bir gün bir genç gelmiş ve: “Ya Rasûlallah, zina için bana izin ver, çünkü tahammül etmem mümkün değil” demişdi. O anda orada bulunanlar böyle bir talebe farklı şekilllerde reaksiyon göstermişlerdi: Kimisi ağzını kapamak istemiş ve “Rasûlullah’a karşı böyle terbiyesizce konuşma!” imasında bulunmuş, kimisi eteklerinden tutup çekmişti. Kimisi de suratına bir tokat vurmak niyetindeydi. Ama, bütün bu olumsuz davranışlara sadece şanı yüce Nebi, şefkat peygamberi ve merhamet âbidesi, susmuş, sonra da o genci yanına çağırarak, dizlerinin dibine oturtmuş ve ona şöyle sormuştu:
-Böyle bir şeyin senin annenle yapılmasını ister miydin?
—Anam babam Sana feda olsun Ey Allah’ın Rasûlü, istemezdim.
—Hiç bir insan da, annesine böyle birşey yapılmasını istemez!
—Senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını ister miydin?
—Canım Sana feda olsun Ya Rasûlallah, istemezdim.
—Hiçbir insan da, kızı için böyle birşey yapılmasını istemez!
—Halanla veya teyzenle böyle birşey yapılmasını ister miydin?
—Hayır, Ya Rasûlallah, istemezdim!
—Kız kardeşinle ister miydin bir başkası onunla zina etsin?
-Hayır, hayır, istemezdim.! Ve son söz,
—Hiç kimse de, halasıyla, teyzesiyle ve kızkardeşiyle zina edilmesini istemez.
Şefkat ve merhametle gence bu şekilde yaklaşarak onu aklen ve mantiken doyurarak ikna eden Allah Resûlü, sonra da ellerini kaldırıp dua etmişti. Bu genç bu hadiseden sonra Medine'nin en iffetli gençlerinden biri olmuştu.”25
Ahirette ümmetine şefaati
Hayatı boyunca ümmeti diyen, sıkıntı, keder ve ızdıraplarını herkesten derince vicdanında duyan Allah Resûlü, ümmetinin dünya ve ahirette takılıp yollarda kalmaması; en önemlisi de cehennem azabına düşmemesi için çırpınıp durmuş, dua dua Allah’a yalvarmıştır.
Ümmetinin ebedi helake götürecek yollara makas gibi kollarını gererek çıkmaz sokak diyen Allah Resûlü, her fırsatta Yüce Mevla’dan ümmetinin affını, ahiret saadetini istemişti. İşte bir gece sabaha kadar, Hazreti İbrahim'in duası olan, “Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar) insanların çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafûrsun, Rahîmsin.” (İbrahim, 14/36) mealindeki ayet ile; Hazreti İsa'nın duası olan, “Ya Rabbî! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen'in kullarındır. Onları affedersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen'sin!” (Mâide, 5/118) mealindeki ayeti tekrar tekrar okumuş, ellerini kaldırıp "Allahım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)" diye yalvarmış ve ağlamıştı. Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri: "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve O'na de ki: "Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla kederlendirmeyeceğiz." buyurmuştu.26
Ve yine Peygamber Efendimiz’e “Elbette Rabbin sana ileride çok ihsanda bulunacak, tâ ki sen de O'ndan ve verdiğinden razı olacaksın.” (Duha, 93/3) buyurulmuştu. Selef-i salihinden bazıları, “Kur'ân'da en ümit verici ayet budur, zira kendisine ümmet olma şuur ve şerefini taşıyan kimseler kurtulmadıkça Efendimizin razı olması düşünülemez.” demişlerdir.27 Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine karşı duyduğu büyük şefkat de bunu gerektirmektedir.
Peygamber Efendimiz, hiçbir kimseye nasip olmayan bir hususiyet olarak şefaat-ı uzmâ28 ve makam-ı mahmudla müjdelenmiştir.29
Sürekli ümmetini düşünen ve ümmetinin afv ve mağfirete mazhar olması için dua dua yalvaran Şefkat Peygamberi, gökler ötesinden gelen teklife tercih hakkını ümmetine ebedi hayatta en faydalı olanı seçmekle cevap vermişti: “Rabbimin nezdinden bir melek geldi ve ümmetimin (ümmeti icabet)yarısını Cenab-ı Allah cennete koymak ile şefaat arasında bir tercih yapmamı istedi. Ben şefaati tercih ettim. Zira şefaat daha umumi ve kifayetlidir. Siz bu şefaatin ümmetimin müttakilerine mi olduğunu sanıyorsunuz. Hayır! O ümmetimin hata ve günah işlemiş, günahlarla kirlenmiş olanları içindir.” (İbn-i Mace, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/75)
Peygamber Efendimizin şefaatinden bütün insanlık istifade edecektir. Mahşer günü, güneşin iyice yaklaşmasıyla kanter içinde kalan insanlık, sıkıntı ve dehşet içinde bir an evvel bu atmosferden kurtulmaya çalışacak “Aman ne olur şefaat edecek birini bulalım” diyerek insanlığın babası Hz. Adem’e koşacak. Hz. Adem, kendisinin böyle bir hususiyetinin olmadığını söyleyerek insanları Hz. Nuh’a gönderecek; Hz. Nuh, Hz. Musa’ya; Hz. Musa’da Hz. İsa’ya gönderecek. Hz. İsa da bu hususiyetin Hz. Muhammed’e ait olduğunu söyleyerek onları Peygamber Efendimiz’e gönderecek. Zira o gün herkes kendi derdine düşecek ulü’l-azm olan peygamberan-i âli şan bile “nefsi nefsi” diyecek, kendilerinin umum insanlığa şefaat etme gibi bir kredilerinin olmadığını söyleyeceklerdir.30
Mahşer yerinin eşi-benzeri görülmemiş bir şekilde insanın kan-ter içinde kaldığı bunaltan atmosferinden bir an evvel uzaklaşmayı isteyen beşer, Peygamber Efendimiz’in kapısına dayanacak ve ondan şefaat etmesini isteyecek. Allah Resûlü, arşın altına gidip Yüce Mevla’ya secde ederek O’nun ilham ettiği dualarla rabbini tesbih edecek yakarışa geçecek ve kendisine vaad edilen umum insanlar için şefaat etme kredisinin yerine getirilmesini, kendisine lutfedilmesini isteyecek, Peygamber Efendimizin nezd-i ilahideki hiçbir varlığa nasip olmayan fazilet ve şerefi bütün insanlığa gösterilerek insanlar arasında hüküm verilerek mahşer yerinde dehşet içinde beklemenin ızdırabından Allah’ın şefaat dalga boyundaki rahmeti ile kurtulacaklardır.
Allah Resûlü (s.a.s), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!" diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!" deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!" diye inleyecektir.31
Böylelikle Şefkat Peygamberi’nin şefaatinden olabildiğince istifade edecek olanlar ise O’nun getirdiği mesaja iman ederek icabet eden ümmeti olacaktır. Zira Peygamber Efendimiz’e kimlere şefaat edeceği sorulduğunda “Benim şefaatim dili kalbini tasdik ederek yürekten kelime-i tevhidi getirenleredir.” buyurarak samimi olarak La ilahe illallah Muhammedün Resûlüllah diyenlerin şefaat atmosferinden istifade edeceğini bildirmiştir. 32
Mücessem rahmet olan ve Allah’ın engin rahmetinden istifade yollarını gösterip rehberlik eden Allah Resûlü’nün şefaati ile ümmeti, kabirden, haşirden, mahşer yerinden, sırattan, hesaptan, cennet ve cehenneme uzanan uzun yolda en tehlikeli yerleri Peygamber Efendimiz’e iman ve O’nun şefaati sayesinde geçecek ve hayal ufuklarını aşkın nimetlere mazhar olacaktır.
Ümmeti içinde de Efendimizin engin şefaat kredisinden en çok istifade edecek olanlar ise en çok darda kalanlardır. “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” Buyurarak şefaat dairesinin ne kadar geniş olduğunu bildirmişlerdir.
Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir.. evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ - Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.” İşte bu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Rasulü’nün, günah-ı kebâir işlemek suretiyle cennet yolundan aşağıya düşmüşlere yeniden çizgilerini bulma manasında bir rahmet tecellisidir.
Allah Resûlü’nün şefaatinden en çok büyük günah işleyip cehenneme düşmüş olanlar istifade etmekle birlikte her mümin de Allah’ın rahmetinin farklı bir tecellisi olan şefkat atmosferinden istifade edecektir.
Ümmetinden tevhid hakikatini arızasız inanıp temsil eden yetmiş bin insan Efendimizin şefaati ile sorgusuz-sualsiz, hesaba çekilmeden cennete girecektir.33
Ve yine Allah Resûlü’nün şefaati ile ümmetinden cennete girenler, sevaplarının üstünde makamlara, lütuflara nail olacaklardır.34
Tabii ki Efendimizin şefaatinden istifade nisbeti, O’na iman etmeye, O’nun getirdiği dini rızay-ı ilahi eksen ve hedefli yaşamaya bağlıdır. Cenab-ı Allah, Peygamber Efendimizin ruhaniyatından, şefaatinden istifadeyi rızasına ve Efendimiz’e karşı duyulması gereken saygıya bağlamıştır. Efendimizin şefaatinden olabildiğince istifade Allah’ın hoşnutluğu dairesinde inanmaya ve o çizgide hayat yaşamaya bağlıdır. Allah’ın hoşnutluğuna, rızasına götüren yol da Efendimizin tebliğ ve temsil ettiği mesaj çizgisinde yaşamaktan geçmektedir.
Peygamber Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) şefaat atmosferinden olabildiğince istifade edebilmenin en önemli yolu nam-ı celil-i Muhammedî’yi her yerde dalgalandırmak, insanlığın ızdırap ızdırap üstüne kıvrandığı günümüzde O rahmet ve şefkat peygamberi ile insanları tanıştırmak, O’nu sevdirmek ve hayatımızı sünnet-i çizgisinde yaşamaktır. O’nun şefaatinden istifade yollarının en önemlilerinden biri de her fırsatta Allah Resûlü’ne salat u selam okumak, ezan-ı Muhammedî’den sonra dua etmektir.
Cenab-ı Allah, Peygamber Efendimizin şefaat atmosferinden olabildiğince istifade eden kullarından eylesin…


Teşekkur:
Beğeni:

Alıntı




Yer imleri