Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/4 1234 SonSon
34 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Kısa Hikayelerimiz bu başlıkta toplayalım....

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Kısa Hikayelerimiz bu başlıkta toplayalım....

    BEBEK

    Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında
    büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri,
    kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla
    bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar
    gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu.
    Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve
    cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde :
    "Dokunma bana ..." diye bir ses duydu.
    "Beni okşamaya hakkın yok senin..."
    Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı.
    Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu.
    Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü.
    Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen
    konuşan oydu. "Bana yaklaşmanı istemiyorum"
    diye devam etti. "Hemen uzaklaş benden..."
    Kadın, biraz olsun kendini toplayarak :
    "Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi.
    "Onlar da güzel ama kız çocukları başka.
    Bu yüzden seni öpmek istedim."
    "Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek.
    "Benim de seni öpemeyeceğim gibi..."
    "Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?"
    Bebek, hıçkırıklara boğulurken :
    "Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi.
    "Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup
    bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi.
    Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor
    ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu.
    Aile dostları olan tanınmış doktor,
    odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini
    vazodan çıkartıp kadına uzatırken :
    "Geçmiş olsun hanımefendi" dedi.
    "Başarılı bir kürtajdı doğrusu.
    Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."

    Cüneyt Suavi

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Bİr Masal Gİbİ



    Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için
    hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm..
    Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye
    acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri
    yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...


    Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi
    yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu
    bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için
    zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım.
    Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda,
    özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael"
    diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için
    onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak
    devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima
    seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..


    Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun
    yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez
    hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine
    bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını
    vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat
    ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi.
    "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar
    Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.."
    dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi..
    "Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma
    "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.

    "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden
    aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
    "Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip
    ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin
    adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..
    Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan
    bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim
    kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce
    yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak
    için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..

    Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde"
    dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;
    "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu
    ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için..
    Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş
    saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl
    ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..
    Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi,
    "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle
    seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu
    meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm
    diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha..
    "Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz
    ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak
    sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."
    İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden..
    "Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.."
    Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.

    Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız
    "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç
    değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..
    Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran
    hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın
    cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde
    görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten..
    Üç kere ben buldum, koridorlarda..

    "Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım
    tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında
    kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.
    Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet
    bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş
    sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum."
    "Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim.
    İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum."
    "Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım.
    Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi?
    Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.."
    "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun
    telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım."
    Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu
    öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup
    geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
    "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."

    Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı.
    Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..
    Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah"
    dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini
    ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
    "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
    "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
    "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..
    Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael
    Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.
    Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı..
    "Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması
    gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."


    ***

    Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar.
    Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?

    Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael
    beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık
    bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de
    lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..
    Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…


    Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan
    76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında
    keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği
    sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı
    yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Bİr ÖykÜ

    Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip
    utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından
    fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların
    Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

    Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..
    Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..
    Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı...
    Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan
    masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter,
    dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa
    gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..

    Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini
    bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.
    Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu?
    Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.

    Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce
    bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun
    anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.

    Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam"
    dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için
    bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."

    "Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a
    bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar
    fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu
    biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan
    fazlasına çıktı..."

    Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan
    kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite
    inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin
    kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"

    Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı.
    Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya,
    Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için
    onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.

    Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Birakip Da Gİdene...

    Burnu bir karış havada, gözü
    yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde.
    Hele hele benim aşkımı
    yerden yere vurup,
    nasıl kırmıştı kalbimi zalim.
    Dudaklarından dökülen acı sözleri;
    öyle ki, bugün bile unutamadım.
    Ne tebessümdü o , zehirden beter.
    Her olayda içim paramparça,
    gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu.
    Yorgun düşerdim onsuz geçen,
    onunla dolu, koyu siyah gecelerden.
    Pişmanlıktan kendime lanetler eder,
    sevgimi söylediğim günü düşündükçe,
    kaleme sarılıp yazardım ona nefretin
    aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
    Derdim ki; alın yazımdı,
    onbeşimin çocuksu aşkıydı.
    Nasıl da gülerdi canı istedi mi...
    En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir,
    ardından bir uçurumun kenarına
    yapayalnız bırakır giderdi.
    Ben çaresiz, ben yorgun,
    ben bıkkın bu sevdadan.
    Ah bilirdi o insafsız,
    diri diri yanardım o böyle yaptıkça...
    Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda;
    onda ne bulduğumu bugün bile bilemem.
    Ama o günlerde hayatımın amacı,
    varolma gibi gelirdi bana.
    Çocukluk mu, yoksa gençliğimin
    safça tutkusu muydu bu
    kölesiye bağlanış,
    içten içe kopan fırtınalar,
    bu delice yakarış?
    Kimbilir, belki de
    sevilmeye muhtaç bir kalbin
    bitmek bilmeyen kaprisi...
    Ondan hiçbir şey istememiştim.
    Sadece sevgi...
    Evet, şimdi yıllar sonra ben,
    onu düşünüyorum ilk defa
    kucağımda resimler, hatıralarla.
    Hava yine soğuk, yine kasvetli
    gözleri gözlerimde yine
    sevgi, derin yüreğimde.
    Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım,
    ağladım saatlerce.
    Bu onun "ölüm yıldönümü"dür.
    17'sinde toprakla kucaklaşan,
    o zalimin hikayesidir anlatılan.
    Bir melodidir kırık, umutsuz...
    Doldururken sensizlik o an odayı
    gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı.
    Bir feryat yankılanmıştı acı dolu
    tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda.
    Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu.
    Benim kadar çaresizdi her köşe.
    Kendi kendime konuşarak
    yaklaştım sırasına;
    "Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin
    Dileğince nefret et, alay et duygularımla Kızmam sana
    Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka.
    Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun.
    Herşeyini özledim...
    Allahım son defa göreyim yeter bana"
    Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü
    ta ki, ölümün o sinsi kokusunu
    içimde duyana kadar.
    Hıçkıra hıçkıra ağladım,
    sıraya kazıdığın ismini öptüm.
    Sonra, ona ait birşeyler bulmak için
    aradım her köşeyi...
    Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa,
    rengi solmuş.
    Yazı, onun yazısı.
    Bir mektuptu, özenilerek yazılmış,
    belki de çok emek verilmiş her satırına...
    Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi.
    Korkakça, kaybolmasından korkarak,
    acıyla okudum her cümleyi
    kalbimde büyüyen bir özlemle...
    Hele hele o ilk satırı...
    Öyle ki, bugün bile unutamam,
    okudukça ağlarım.
    "İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş
    bir tanem, AFFET BENİ !!!..."

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart ÇİÇekle Suyun Hİkayesİ

    Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.

    İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
    birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.


    Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
    içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.


    İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
    "Sırf senin hatırın için ey su" diye...


    Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
    birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
    çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.


    Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
    "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.


    Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
    alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.


    Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
    seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
    yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
    Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...


    Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
    etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.


    Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
    ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
    artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
    Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
    çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...


    Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
    başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
    gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
    karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
    nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
    çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
    ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."


    Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
    nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
    bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
    Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.


    Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
    "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Denİz Yildizi

    Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
    bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
    gibi hareketler yapan birini görür.
    Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
    vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
    adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
    - Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
    Genç adam yanıtlar;
    - Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
    Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
    - Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
    Ne fark eder ki?
    Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
    daha alır, okyanusa fırlatır.
    - Onun için fark etti ama...

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Dolunay

    Çoook çok eskiden, yeşil bir vadinin içinde
    bir Irmak kıyısında kurulu bir köy varmış,
    taa dünyanın öbür ucunda.
    Çok eski dedik ya,
    o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş,
    yağmur yağmadıkça;
    geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça.
    Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış,
    hayvanlar avlarlarmış, uçsuz, bucaksız arazilerinden,
    sularını, kaynağı çok uzakta olan köylerinin içinden geçen,
    ırmaktan alırlarmış.
    Köyde herkes birbirini sever,sayarmış.
    Köyde bir tek kişinin kalbinde, öyle büyük bir sevgi
    varmış ki, bütün köyünküne bedelmiş;
    Dolun'un İntera'ya olan aşkıymış bu.
    Kız, Dolun'u bilirmiş de tanımazmış yakından.
    Dolun dayanamamış; bir gün gitmiş kızın yanına,
    sormuş İntera'ya onunla evlenip evlenmeyeceğini.
    İntera demiş ki, Dolun'a: "Evlenirim evlenmeye ama
    benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden
    aynı şeyi ister benim babam. Ancak babamın
    bu isteğini yerine getiren benimle evlenir.
    "Dolun şaşırmış. "Sensin benim kalbimin sahibi"
    diyerek başlamış sözüne "Senin dileğin benim için bir
    emirdir, söyle isteğini hemen yapayım" demiş aşkına.
    İntera demiş ki; "Bir çiçek vardır;
    yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan,
    onu ister babam, benle evlenmek isteyenden".
    Dolun, "Bekle beni" demiş İntera'ya,"hemen
    gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri?
    "İntera parmağıyla göstermiş akan ırmağı;
    "işte bu ırmağın kaynağındadır der babam,
    kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için
    ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek çünkü
    oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş
    çünkü, buralardan çok daha güzelmiş oralar.
    Dolun; "Senden daha güzel ne olabilir ki,
    bu dünyada" demiş İntera'ya "Döneceğim, o çiçekle,
    döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz
    anlamı olmaz benim için o güzelliğin".
    Dolun çıkmış yola sonra.
    Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep
    ne kadar sevdiğini düşünmüş İntera'yı yol boyunca.
    Aklındaki İntera'ymış, tek amacı ise; o çiçek.
    Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden,
    yüzünü yıkamış ırmaktan,
    anlamış çok yaklaştığını kaynağına
    ırmağın suyunun serinliğinden.
    Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış
    kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmış
    kaynakta, gölün ortasında bir adacık,
    adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş.
    Anlamış İntera'nın anlattığı çiçek olduğunu, güzelliğinden.
    Yüzmeye başlamış adaya doğru hemen.
    Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun'un.
    Adam Dolun'a; "Her gülün bir dikeni, koruyucusu
    olduğu gibi, bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer
    almaya geldiysen; ben Salut, izin vermem buna" demiş.
    Dolun şaşkın ve de kararlı bir tonla
    "Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım"
    demiş. "Hiç bir şey beni kararımdan çeviremez".
    "O zaman beni biraz dinleyeceksin" demiş Salut...
    "Sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım,
    eğer halâ ikna olmazsan o zaman izin veririm
    almana". Dolun ikna olmuş ve çökmüş
    yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye...
    "Eğer bir şeyi çok fazla istersen
    ve engelin yoksa önünde; onu alırsın.
    Hayat da böyledir, insan engelleri aşarsa
    yaşamına devam edebilir. Bu çiçek de
    sadece yaşam için bir şeyler yapacaksan
    engelleri kaldırır önünden çünkü, onun da bir görevi
    var. Bu çiçek, sadece 28 gecede bir açar
    yapraklarını ve döker parlayan tohumlarını göle,
    bu sayede buradaki sular yükselir ve
    ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde
    yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar."
    demiş Salut. Dolun başlamış düşünmeye,
    eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine
    ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında.
    Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun.
    Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun, çiçeğin.
    Yanında İntera vardır ama niye mutsuzdur ikiside.
    Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun.
    Zaman geçtikçe Dolun'un düşünceleri
    yoğunlaşır kafasında.
    Mutsuzluğunu düşünür,
    çiçeksiz, İntera'sız bir yaşam düşünür.
    Koparamaz çiçeği günlerce Dolun,
    artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece
    aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları.
    Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle
    bir tomurcuk da Dolun'un
    sertleşmiş kalbinin üstüne düşmüş,
    aniden Dolun kalbindeki aşkının
    büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönmüş,
    taş o kadar büyükmüş ki, dünyaya sığmamış,
    gökyüzüne yükselmiş ve Dünya ile dönmeye başlamış.
    Böylece Ay olmuş Dolun'un kalbi Dünya'ya.
    O günden sonra sadece 28 gecede bir göstermiş
    Dolun kalbinin tüm yüzünü,
    aşkının bütün parıltısını diğerlerine;
    sadece o gecelerde aydınlatmış Dünya'yı
    aynı çiçek gibi...

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart HİÇ Hayallerİnİzden Sifir Aldiniz Mi ?



    Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
    atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
    genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
    çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
    Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
    istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
    Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
    sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
    kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
    Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
    Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
    Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
    metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
    Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
    tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
    Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
    "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
    "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
    "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
    dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
    Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
    Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
    alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
    "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
    yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
    Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
    "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
    Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
    Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
    değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
    "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
    "Ben de hayallerimi..".....

    O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
    1000 metrekarelik evinde oturuyor.
    Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
    çerçevelenmiş olarak asılı.
    Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
    geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
    Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
    "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
    hayal hırsızıydım. O yıllarda
    öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
    Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Dostluk



    İskoçya'da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Fleming'di adı. Günlerden bir
    gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir
    de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp
    duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi
    çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün
    Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat
    indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ‘‘Oğlumu
    kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi. yoksul ve
    onurlu
    Fleming ‘‘Kabul edemem!’’ diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan
    çiftçinin küçük oğlu göründü. ‘‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat.
    Çiftçi gururla ‘‘Evet!’’ dedi. Aristokrat devam etti: ‘‘Gel seninle bir
    anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer
    karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.
    ‘‘ Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim
    gördü.
    Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mari's Hospital
    Tip Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adini penisilini bulan Sir
    Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratin oğlu zatürreye
    yakalandı. Onu ne mi kurtardı?

    Penisilin!

    Aristokratin adi: Lord Randolp Churchill.
    Oglunun adi: Sir Winston Churchill.
    Kurtaran doktor: Çiftçinin oglu Sir Alexander Fleming.

    Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın.
    Hiç acı çekmemiş gibi sevin.
    Hiçbir şey beklemeden verin.
    Karşılığı nasıl olsa gelecektir.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Mucİze....



    Sally, küçük kardeşi George hakkında
    anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman
    yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu
    kurtarabilmek için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardı.
    George'nin yalnızca çok pahalıya malolacak bir ameliyatla
    kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu.
    Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını
    duymuştu Sally: "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu
    sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally.
    Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden
    çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek
    saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam
    üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk
    paraları. Sonra hepsini cebine koyarak
    aceleyle evden çıkıp, köşedeki
    eczaneye gitti.

    Eczacının dikkatini çekebilmek
    için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı
    çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl
    kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın
    arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye
    hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce
    "Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et,
    gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki
    şık giyimli adamı gösterdi. Sally "Kardeşim" dedi. Sessizce
    yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta,
    bir mucize almak istiyorum." Eczacı Sally'e bakarak:
    "Anlayamadım" dedi. "Şeyy, babam 'Onu ancak
    bir mucize kurtarabilir' dedi, bir mucize kaç
    paradır, bayım?" Eczacı Sally'e sevgi ve
    acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm
    küçük kız, biz burada mucize
    satmıyoruz, sana yardımcı
    olamayacağım" dedi.

    Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi.
    Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını
    ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını
    söylemeniz yeterli" dedi. Bu arada Sally ve eczacının
    yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür
    bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? diye sordu.
    "Bilmiyorum" dedi Sally. Sonra gözlerinden aşağı süzülen
    yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta
    ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin
    de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam
    "Onu ancak bir mucize kurtarabilir" deyince ben de
    paramı alıp buraya geldim." "Peki, ne kadar paran
    var?" diye sordu iyi giyimli adam. " Bir dolar
    ve onbir sent" dedi Sally. "Ve dünyadaki
    tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük
    kardeşini kurtarmak için gerekli olan
    mucize için yeterli bu para"
    dedi, iyi giyimli adam.

    Adam bir eline parayı aldı, öteki
    eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni
    yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye
    sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum"
    dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George
    için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı.
    Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı.
    Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ
    yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne:
    "Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu
    maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally
    kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça
    malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam
    tamına bir dolar ve onbir sent!

Sayfa 1/4 1234 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •