Güneydoğu''nun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim, ilçe dışındaki
lojmanından görünen karakolun bir gecesini Hakan EVRENSEL*in kitabında
şöyle anlatır:



"Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her
istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik
baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı
söyleniyordu. Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına
mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın
beklenmeye başlandı."



"En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist
sayısı bile veriliyordu. 22.10 , beş yüz terörist. Karakol o gün
basılmadı."



"Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan
izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin,
dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları
ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin
patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine
almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik.
Karakolun merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarını
bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara
cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif
ediyorlardı."



"Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine
yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste,
defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu.
Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir
yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden
bitkin bir ses duyuldu: "Yaralılarım var, yaralılarımı alın." Tüylerimiz
diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az
sonra birlik çıkacak." Ilk yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden
gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu.
Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim
komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar
çağrı yapıldı. "Suat 3 , irtibatı kesme. Sakin olun!" Cevapta bir
değişiklik olmadı : "Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar.
Yaralılarımı alın!"

"Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere
aynen bu sözlerle sürdü : "Yaralılarımı alın" , "Sakin olun, geliyoruz."
Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk.
Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan
teröristler baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı. Kimsenin,
değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi
olmadığı apaçıktı."

"Bir süre sonra, Suat 3''ün telsizinden hırs dolu kelimelerini
işittik:"Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü
tarayacağım." Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi.
Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı.
Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı "Yaralılarımı alın!" dışında başka bir
şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat
kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan
yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit
olduğunu düşünüyorduk. Içim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum
bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan
devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap
beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya aşladı :
"Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak
destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme
olur mu?"

"Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka,
duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş
bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem, bölük komutanı nerde?" Hepimiz derin
bir "Oh!" çektik. Telsizden, "Izinde devrem" yanıtı verildi. Suat 3 ,
artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü : "Ne olur yaralılarımı
alın. Bende yaralıyım."

"O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup
kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine
mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta
duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi
düşünüyordum. "Ben de yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi.
Sabaha kadar hiç konuşmadı Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi.
Artık onun şehit olduğuna ben de inanmıştım."

"Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3,
Konuşan Suat, Cevap ver!" çağrısından bıkmış halde bir köşede
yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark
ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on on beş saniye sonra
hayatım boyunca unutamayacağım bir Istiklal Marşı dinlemeye başladım.
MAndala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkanı
durmuştu."

"Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği
Istiklal Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum
en güzel Istiklal Marşı''ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. Ikinci
dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi
bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam
etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim."



"Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o
baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği
Istiklal Marşı''nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise hala
inanamıyorum.



Hakimin anıları burada sona eriyor. Işte benim Türk subayından
anladığım budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde makamı ile
istiklal Marşı söyleyen adamdır. Vatan Toprağı Kutsaldır,Kaderine Terk
Edilemez

HEPIMIZ ALPARSLAN'IZ, FATIH'IZ, ATATÜRK'ÜZ INADINA MÜSLÜMAN INADINA
TÜRKÜZ.