Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
50 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Sağlıklı Yaşam Önerileri

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ACI BİBER KANSERE KARŞI KORUYOR


    Acı kırmızı biberin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri, özellikle kanser hücrelerini yok eden özelliği, İngiltere de yapılan bir araştırmayla bir kez daha doğrulandı.

    Nottingham Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, jalapeno biberinin (acı kırmızı biber) içinde bulunan "kapsaisin" maddesinin, hücrelerin enerji üreten ısı odası mitokondriye saldırarak, kanser hücrelerinin ölümünü tetiklediği belirlendi.

    Araştırmaya göre, kapsaisindeki molekül ailesi vaniloidler, kanser hücrelerindeki protein gelişimine engel olarak "apostosis"i veya hücre ölümünü tetikliyorlar. Vaniloidler, bunu yaparken, etraftaki sağlıklı hücrelere zarar vermiyorlar.

    Kapsaisin etken maddesini akciğer ve pankreas kanser hücrelerinde deneyen bilim adamları, bu etken maddenin tümörlü hücrenin tam kalbine saldırdığını belirterek, "Tüm kanserlerin (Aşil topuğunu) keşfettiğimizi düşünüyoruz" diye konuştular.

    Araştırmaya başkanlık eden Timothy Bates, kanserli hücredeki mitokondrinin biyokimyasal yapısının normal hücrelerdekinden çok farklı olduğunu kaydetti. Bates, bir doz kapsaisinin bir kanser hücresinin apostosise girmesine yol açtığını, ancak normal hücrede bu sonuca yol açmadığını belirterek, "Bu, kanserli hücreleri doğuştan diğerlerinden ayıran ve savunmasız olduğunu gösteren bir durum" dedi.

    Türkiye de sıklıkla tüketilen acı kırmızı biberde de yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisinin başta kanser olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu hekimlerce daha önce dile getirilmişti.

    TÜRKİYE VE ABD DEKİ ÇALIŞMALAR

    Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi nde geçen yıl yapılan bir araştırmada da acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisinin, kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu belirlenmişti.

    ABD nin Los Angeles kentindeki Cedars-Sinai hastanesi Kanser Enstitüsü ve Kaliforniya Üniversitesi nde yapılan bir başka araştırmada da kırmızı biberin içinde yoğun olarak bulunan ve acılığını veren kapsaisinin, prostat kanseri hücrelerini yok eden etkisi ortaya çıkarılmıştı. Los Angeles taki Cedars-Sinai Hastanesi Kanser Enstitüsü ve California Üniversitesi nde yapılan araştırmaya göre, acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisin, kanserli prostat hücrelerine enjekte edildiğinde, bunların parçalanarak yok olmalarını sağlıyor.

    İSOT-CAPSICUM-ANITUM

    Türkiye de isot (ısı otu), bilim çevrelerinde ise “capsicum anitum” adıyla bilinen kırmızı acı biber, sevilerek tüketilen ve kültürü yapılan bir bitki. Anavatanının Meksika olduğu sanılan ve Azteklerin yazılı belgelerinde söz ettikleri kırmızı acı biber, Avrupa ya 15. yüzyılın sonlarında geldi, 16. yüzyılda kıta ülkelerine ve Osmanlı topraklarına yayıldı.
    Kırmızı biberi en çok tüketen ülkelerden olan Hindistan a ise bu bitki 17. yüzyılda Portekizliler tarafından ulaştırıldı. Hint ve Meksika mutfağında çok sık kullanılan kırmızı acı biber, Türkiye de en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgesi nde yetiştirilmekte ve tüketilmekte. L.T. Tresh adlı bilim adamı, 1846 yılında bibere acılığı veren maddenin kristal yapısında olduğunu tespit ederek, adını “capsaicin-kapsaisin” koymuştu.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    AKCİĞER KANSERİ


    Tüm dünyada erkeklerde ve aynı zamanda dünyanın bir çok ülkesinde kadınlarda en sık rastlanan kanser türüdür. Bir çok kanser türünde giderek azalma söz konusu iken akciğer kanserine rastlanma sıklığı maalesef giderek artmaktadır. Tüm dünyada erkek ve kadınlarda halen en öldürücü kanser türüdür. Genel ölüm nedenleri arasında dünyadaçilmesidir. Bazı mesleklerde çalışma, hava kirliliği, radyasyon, genetik faktörler, beslenme alışka ikinci sırada yer almaktadır.

    En iyi bilinen neden sigara inlıkları gibi...Adı geçen diğer nedenlerin hiç birisi sigara ile mukayese edilecek kadar önemli değildir.

    Ülkemizin bazı yörelerinde bulunan ak toprak, gök toprak olarak bilinen asbest veya zeolit içeren toprakla temas akciğer kanseri yapmaktadır. Duvar sıvama ve yer döşeme amaçlı kullanılan ve bebeklerin altına konan bu toprağın bulunduğu alanlarda yaşayanlarda akciğer ve akciğeri örten zardan köken alan kanserlere çok sık rastlanmaktadır.

    Bazen akciğer kanseri bir meslek hastalığı şeklinde ortaya çıkar. Örneğin radyolog hekimler ve diğer radyasyonla çalışanlarda ve asbest sanayinde çalışanlarda akciğer kanserleri çok daha fazladır. Asbest bir ses ve ısı yalıtım maddesi olarak sanayide kullanılmaktadır. Bu iş kollarında (fren ve balata üretimi, gemi ve uçak sanayi, asbestli tuğla ve yapı malzemeleri üretimi gibi...) çalışanlarda akciğer kanserleri bir meslek riski olarak ortaya çıkmaktadır.

    Akciğer kanserinin sigaradan olduğu kesin midir?

    Sigara ile akciğer kanseri arasındaki sebep-sonuç ilişkisi doğru orantılıdır. Bir kişi sigaraya ne kadar erken yaşta başlarsa, günde ne kadar çok sayıda ve ne kadar uzun süre sigara içerse, içtiği sigaradan ne kadar derin dumanı içine çekerse akciğer kanseri olma riski o kadar fazladır.

    Sigara içmeyen akciğer kanseri olmaz mı?

    Bu, çok daha az rastlanır bir durumdur. Oysa, sigara içen bir kişinin akciğer kanseri olma riski içmeyene göre 13 ile 22 kat daha fazladır.

    Sigaranın kanser yapıcı etkisi uzun yıllar kullanıldıktan sonra kendini göstermektedir. Sigara içen bir kişi sigarayı kaç yıl içerse içsin bıraktıktan sonra akciğer kanseri olma riski giderek düşmekte ve 5-10 yıl içerisinde hiç içmeyenlerle ayni oranda risk taşır duruma gelmektedir.

    Akciğer kanserlerinin %95 inde sebep sigaradır.

    Önlenebilir kanser ne demektir?

    Bazı hastalıkların -örneğin genetik hastalıklar gibi- nedenleri çok iyi bilinmez ya da, bilinse bile bunlardan kaçınmak olası değildir. Oysa diğer bazı hastalıklar değiştirilebilir çevresel faktörlerle -mikroorganizmalar, beslenme alışkanlıkları, is ve çalışma koşulları, hava kirliliği gibi- ilişkilidir. Bu faktörler kontrol altına alınabilir ve değiştirilebilirse hastalık önlenebilmektedir.

    Akciğer kanseri olmamak için ne yapmalıyım?

    Akciğer kanserleri sigarayla ortaya çıktığından önlenebilir kanser türü olarak kabul edilmektedir. Sigara kullanmamakla bir kişi akciğer kanseri olma olasılığını çok büyük ölçüde ortadan kaldırmış olmaktadır.

    Akciğer kanseri genetik midir?

    Ailede akciğer kanseri öyküsünün olması sigara içmemek için en önemli nedenlerden birisidir. Çünkü akciğer kanserinin ortaya çıkısında genetik faktörler de rol oynamaktadır. Amcanızın, babanızın, kardeşinizin akciğer kanserine yakalanmış olması eğer sigara içiyorsanız sizin için bir erken uyarıdır. Bu uyarıyı dikkate almazsanız sizin yakınlarınız da sizin yaşadığınız türden bir acıya hazırlıklı olmalıdırlar.

    Sağlıkla ilgili her hangi bir yakınmanızın olmaması çok güzel. Ancak, bu yanıltıcı olabilir. Bazen hastalık uzun süre kendini belli etmeden ilerleyebilmektedir. Sigara içiyorsanız korkmalısınız! Gerçekten sizi rahatlatacak bir sözü söyleyebilecek durumda değiliz.

    Akciğer kanserinin belirtileri nelerdir?

    Tüm kanserlerde olduğu gibi kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık yanında; öksürük, balgam çıkarma, kan tükürme, göğüs ağrısı, nefes darlığı, hırıltılı solunum gibi akciğerlerle ilişkili yakınmalar olabilir. Bunlara bazen kanserin diğer organ ve dokulara yayılmasına bağlı olarak vücudun değişik alanlarında ağrılar, yutma güçlüğü, baş ağrısı, görme, denge bilinç bozuklukları vs gibi bir çok farklı şikayetler eklenebilir.

    Bunların hepsinin birlikte olması gerekli midir?

    Bazen hiçbirisi bulunmayabilir veya bir ikisi bulunabilir. Bazen de bu yakınmalar vardır ancak, hasta akciğer kanseri değildir. Bu belirtilerin hiç biri kansere özgül değildir.

    Eğer uzun yıllar sigara içiyorsanız, yaşınız 40 in üzerindeyse ve yukarıdaki yakınmaların biri veya bir kaçı mevcut ise hekime başvurmanız ve akciğer kanseri bakımından değerlendirilmeniz önerilir.

    Yukarıda bahsedilen belirtilere sahip bir kişinin öncelikle göğüs röntgeninin çekilmesi ve balgam incelemesinin yapılması ilk adımdır. Bunu bronkoskopi ve bilgisayarlı tomografiler ve tetkikler izler.

    Bronkoskopi nedir?

    Ağız veya burundan ince ve bükülebilir, ışıklı hortum veya rijit borularla akciğerlerimize kadar girilip solunum yollarımızın içten gözlenerek muayenesidir.

    Solunum yollarında yerleşmiş hastalıkların teşhisi ve tedavisi için kullanılan bir yöntemdir. Hastalığın doğrudan görülebilmesine, hasta alandan parça alınarak biyopsi vb. işlemlerin yapılarak teşhis konulmasına yarar.

    Bronoskopi, solunum sistemini tutan ve bilhassa solunum yollarında yerleşen bir çok hastalığın teşhisinde rutin olarak kullanılmaktadır.

    Hayatimiz boyunca attığımız her adımın, yaptığımız her işin bir riski vardır. Trafiğe çıkmanın, uçağa binmenin, yüzmenin ve yaptığımız nice işin taşıdığı risk bronkoskopinin risklerinden az değildir. Bronkoskopi ve bilhassa bükülebilir cihazlarla yapılan bronkoskopi güvenli muayene yöntemlerinden birisidir. Dikkatli çalışıldığı sürece ciddi bir sorunla karsılaşma olasılığı son derece düşüktür.

    Bronkoskopi öncesinde hastaya anestezi uygulanır. Yani agri, öksürük, bulantı hislerinin uyanmasına mani olmak üzere solunum yolu boyunca geçici süre uyuşma sağlayan bir ilaç nefes yoluyla hastaya verilir. Bu işlem usulüne uygun olarak yapılırsa hasta ağrı, acı çekmeden bronkoskopi yapılabilir.

    Akciğer kanseri bir kaç çeşit midir?

    Akciğer kanserleri farklı hücre tiplerine göre gruplandırılır. Her türün seyri, tedaviye cevabı, farklıdır. Tedavi planlanırken kanserin türü de bilinmelidir. Hastalığın ağırlığı da türüne göre farklılık gösterebilir.

    Akciğer kanseri teşhisi konan hastaya ne yapılmalıdır?

    Öncelikle kanser olduğu mutlaka biyopsi ile kesinleştirilmelidir. Sadece muayene veya röntgenlerine bakarak kanser teşhisi konamaz. Bunu takiben, kanser tipi belirlenmelidir. Bundan sonra ise kanserin büyüklüğü, yerleşim yeri, yayıldığı diğer bölgeler araştırılmalıdır. Bu işlemlere evreleme diyoruz. Son olarak hastanın direnci, günlük yaşamını devam ettirirken sahip olduğu performans tayin edilip, hasta ile konuşarak tedavi kararı verilmelidir.

    Bazı hastalar parça alınmasına (biyopsi) pek sıcak bakmıyorlar. Oysa, bu yapılmadan kanser tedavisine başlanamaz. Kanser tedavisinde kullanılacak yöntemler ve ilaçlar hastaya bir çok bakımdan riskler getirecektir. Bu riskleri üstlenmesi için öncelikle kanser teşhisinden ve tipinden emin olmak gerekir. Rastgele kanser tedavisi olmaz.

    Akciğer kanserinin tedavisi var mı?

    Akciğer kanserli hastalarda da hastanın durumuna göre çeşitli tedavi şekilleri vardır. Ameliyat, radyoterapi (ışın tedavisi), kemoterapi (ilaç tedavisi) destek tedavisi ve ismi burada verilmesine gerek olmayan diğer tedavi yaklaşımları halen uygulanmaktadır.

    Hangi hastalıkta olursa olsun uygulanacak tedavinin %100 başarılı olacağını önceden bilmek olası değildir. Akciğer kanserinde de bu tedaviler ile bazen tam şifa, bazen düzelme bazen ise sadece hastalığın ilerleyişini durdurmak mümkündür. Kuşkusuz başarısız kalınan olgular da söz konusudur. Hastanın, hastalığın ve uygulanan tedavinin türüne göre bu sonuçlar değişebilir.

    Bazı kanserlerde elimizdeki tedavi şekilleriyle kanseri tamamen yok etme şansı akciğer kanserlerine göre çok daha yüksektir. Ancak, akciğer kanserli olgularda da bu şans vardır. Hastanın bu şansını kullanması uygun olan tercihtir. Hastayı tedavi ederken amacımız onu ölümsüz kılmak değildir. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak, hastalığı yok etmek, küçültmek, sınırlamak, sağ kalımı uzatmak, hastanın yasam kalitesini artırmak gibi amaçlarımız vardır. Bunlardan hangisine ne ölçüde ulaşılırsa ulaşılsın tedavi başarılı olmuş sayılmalıdır.Bazen ameliyat, radyoterapi ve/veya kemoterapi birlikte uygulanabilir. Bu eş zamanlı da olabilir. Birbirini takip edecek şekilde de olabilir.

    Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar belirli aralıklarla tekrarlayacak şekilde (kürler halinde) verilir. Hastanın ve hastalığın tedaviye cevap vermesi durumuna göre kürlerin sayısı değişmektedir.

    Kanser tedavisinin yan etkileri nelerdir?

    Yan etkiler kullanılan ilaca, ilaç veya ışını uygulama tekniğine, ilaç veya ışının dozuna, hastanın yaşına ve organ fonksiyonlarına, birlikte kullanılan diğer ilaç veya tedavilere bağlı olarak değişir.

    Kanser tedavisi, saç dökülmesi, bulantı, kusma yapar mi?

    Bu şekildeki yan etkiler kanser tedavisi sırasında sık görülmektedir. Ancak, bunların hepsi de tedavi tamamlandıktan sonra geri dönüşlüdür. Bazı ek ilaçlarla bulantı önlenebilir. İshaller, enfeksiyonlar, radyoterapi alanında cilt yanıkları, yutma güçlüğü, ağızda yaralar ve akciğerlerde fibrozis oluşabilir. Bu durumlarla karsılaşmamak için gerekli önlemler alınmalı ancak, buna rağmen oluştuğunda ise uygun şekilde tedavi edilmelidir.

    Kanserle basa çıkmak için bu tedaviler dışında nelere dikkat edilmeli?

    Kanser teşhisi çoğu kez hastada bir psikolojik travmaya yol açmakta ve bunu bazen depresyon izlemektedir. Hastalığın adının kanser olması her şeyin bittiği anlamı taşımaz. Kişinin olayı gerçek boyutlarıyla tanıması, hastalığını, tipini, ağırlığını öğrenmesi, kendisini bekleyen risklerden haberdar olması, planlanan tedavi biçimleri hakkında ve en doğru kararı vermek üzere bilgilenmesi gereklidir. Bu hekimiyle çok iyi bir ilişki kurmasını gerektirir. Kanser tanısı aldı diye kendini sosyal sorumluluk ve çevresinden dışlamamalı, hastalığı elverdiğince uğraşılarını sürdürmeli, ancak yeterli uyku, dengeli beslenme ve stresten uzak kalmaya özen göstermelidir. Hastada ağrı, öksürük gibi yaşam kalitesini bozan yakınmalar varsa bunlara dönük tedaviler ihmal edilmemelidir. Tedavi sırasında ve tedavi sonrasında gerekli kontrollerini zamanında yaptırmalıdır.

    Kanser ağrısını nasıl kesebiliriz?

    Bazen akciğer kanseri çevre dokulara veya uzak organlara yayılarak şiddetli ağrılar oluşturabilir. Bu durum hastayı fazlasıyla rahatsız eder ve bezdirir. Kanserle baş edilemese bile bu ağrının giderilmesi çok önemlidir. Ancak, ağrıyı gidermek için bazen doğrudan morfin vb ilaçlara başlanmaktadır. Gerçi bu ilaçlar kanser ağrısının tedavisinde kullanılırlar ve çok da etkin ilaçlardır. Ancak, bu ilaçlara bir süre sonra tolerans gelişir ve başlangıçtaki etki artık görülmez olabilir. Bu nedenle ağrı tedavisinde basamak ilerlemeli, önce basit ağrı kesicilerle ise başlanmalıdır. Gereğinde doz artırılarak kombinasyonlar uygulayarak zaman kazanılmalıdır. Morfin vb ilaçlar ileri dönemler için rezerv tutulmalıdır.

    Kanser teşhisi hastaya söylenmeli midir?
    Hastaya asla ve hiçbir zaman yalan söylenmemelidir. Hastanın hastalığı hakkındaki sorularına doğru cevaplar verilmelidir. Ancak, bütün doğruları hemen söylemek doğru olmayabilir. Yavaş ve kademeli olarak bilgi aktarılmalı, sorun açıklanırken çare ve tedavi biçimi birlikte anlatılmalıdır. Hastanın yaşamla bağı ve iyileşme umudu sarsılmamalıdır. Kuskusuz bu bir üslup sorunudur. Hastasını önemseyen, acısını paylaşan, ona zaman ayıran, sabırla dinleyen, onun sorununa çare arayan, umudunu artıran empatik bir hekim davranışı iyi bir tedavi kadar önemlidir.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    AKCİĞER KANSERİ - TEDAVİ VE KORUNMA


    Akciğer tümörü tedavisi üç temel yönteme dayanır: Cerrahi girişim, ışın tedavisi (radyoterapi) ve ilaç tedavisi (kemoterapi). Bu üç ana yönteme bazı özel durumlarda laser tedavisi ya da bağışıklık tedavisi de eklenir. Hangi tedavinin seçileceğini hastanın genel durumu, tümörün içinde bulunduğu gelişme evresi ve tümörün tipi belirler.

    • Cerrahi girişim

    Küçük hücreli kanser (mikrositom) dışındaki bronş kanserlerinde erken tanı koşuluyla en çok yeğlenen tedavi yöntemi cerrahi girişimdir.

    Cerrahi girişim kararının verilebilmesi ve girişim yönteminin seçilmesi her şeyden önce tümörün ameliyat edilebilirliğinin kanıtlanmasına bağlıdır. Şu durumlarda tümör cerrahi yöntemlerle çıkarılamaz:

    - Uzak yayılım odaklarının bulanması.

    - Akciğer zan boşluğunda kötü huylu hücre içeren sıvı toplanması (kötü huylu hücre içermeyen aşırı sıvı toplanmaları da akciğer göbeğindeki ya da akciğerler arası bölgedeki büyük tümörleri düşündüreceğinden bu olgular da genellikle ameliyat edilemez).

    - Soluk borusunda da tümör bulunması.

    - Akciğerler arası bölgedeki lenf düğümlerine yayılan tümörün diyafram ve gırtlak sinirlerinin felcine yol açması.

    - Küçük hücreli akciğer kanserleri (mikrositom).

    - Hastalığın son dönemlerinde solunum, böbrek ve karaciğer yetmezliği, kalp hastalığı gelişmiş olması.

    Ameliyat edilebilir hastalarda girişimin temel amacı, tümörün bütünüyle çıkarılmasıdır. Tümör lezyonlarının yalnız bir akciğer lobunda olduğu ve merkezi lenf düğümlerine yayılmadığı olgularda kanserli lobun çıkarılması (lobek-tomİ) gereklidir. Bu yöntemde akciğer dokusunun büyük bölümü sağlam kalır. Ameliyat sonrası hastalık ve ölüm oranları da düşüktür. Bir akciğerin tümüyle çıkarılması (pnömonektomi) daha büyük ve yayılmış tümörler için geçerli bir yöntemdir. Bu girişim genellikle solunum yetmezliği, kalp ritminde bozukluk gibi komplikasyonlara yol açar. Ameliyat sonrası ölüm oram 70 yaşın üzerindeki hastalarda yüzde 30 u bulur.

    Bronş-akciğer kanserli hastaların ancak yüzde 40-50 sİ ameliyat edilebilir durumdadır. Bu gruba giren hastaların yüzde 30 unda tümör çıkarılır; yüzde 10 unda yalnız tanı için doku Örneği alınır; yüzde 5 inde ise yalnızca geçici çözüm sağlayan girişimler uygulanır. Bronş-akciğer kanserinde yaygın olarak uygulanan cerrahi tedavinin çok olumlu sonuçlar verdiği söylenemez. Ameliyattan sonra 5 yıldan çok yaşayabilen hastaların oranı yüzde 10 u geçmez. Bununla birlikte bazı tümör tiplerinde daha olumlu sonuçlar alınabilmektedir.

    • Işın tedavisi (radyoterapi)

    Bronş-akciğer kanserlerinin önemli bir bölümünde kesin tedavi değeri olmadığı halde, hem tedavi edici olarak, hem de belirtilerin hafiflemesini sağlamak amacıyla ışın tedavisi kullanılır. Bu tedavi lenf düğümlerine yayılma bulunmayan, mediyastin ve aynı yandaki köprücük-kemiği üstü lenf düğümleri temiz olar ve tümörün yalnızca bir akciğerle sınırlı olduğu hastalara uygulanabilir. Tümörün uzak organlara yayıldığı ve genel durumu bozuk hastalara ışın verilemez. Işın tedavisi yapılabilmesi için hastanın

    - hemoglobin miktarı 100 ml kanda 10 gramın üzerinde olmalı;

    - fiziksel etkinliğe bağlı nefes darlığı bulunmamalı;

    - solunum kapasitesi sağlıklı insanların en az yarısı kadar, yedek soluk verme hacmi de en az 700 ml olmalı;

    - geçirilmiş ya da geçirilmekte olan bakteriyel zatürree ve verem uygun antibiyotiklerle tedavi edilmiş olmalıdır.

    Işın tedavisinin kesin çizgilerle belirlenmiş tek bir biçimi yoktur. Tedavi sürekli ya da aralıklı olabilir. Birincisi değişken dozlarla en az 2 hafta, en çok 6-7 hafta sürebilir; ikincisinde 5 günlük tedavinin ardından 3 hafta ara verilerek gene 5 günlük tedavi uygulanabilir. Ya-Şam beklentisi açısından önemli bir değişikliğe yol açmamasına karşın, birçok uzman şu nedenlerle aralıklı tedaviyi yeğler:

    - Tedaviye uyum daha iyidir.

    - Tedavinin ilk ve İkinci bölümleri arasında değerlendirme yapılarak uzak yayılım odaklan saptanırsa tümör kütlesine gereksiz ışın verilmez.

    - Tedaviye başlarken genel durumları çok iyi olmayan hastalar ara dönemde kendilerini toparlama olanağı bulurlar. Böylece tedavinin ikinci yansı rahatça tamamlanabilir.

    - Ara dönemde kan kimyası incelemeleri, sintigrafi ve biyopsi gibi yöntemlerle karaciğerin durumu kontrol edilerek yayılım olmadığı kesinleştirilir. Karaciğerde tümör yayılımı yoksa tedavinin ikinci bölümüne geçilebilir; varsa yeni bir tedavi yöntemine başvurulur.

    Kanserin başlangıç evrelerinde bile ışın tedavisiyle sağlanan yaşama süresi, tek başına uygulanan cerrahi girişimle sağlanan süreden daha kısadır. İleri evrelerde sonuçlar daha da olumsuzdur: Hastaların yüzde 38 i 1 yıl, yüzde 5 i 5 yıl yaşar. Işın tedavisinin olguların yaklaşık yüzde 50 sinde tümörü öldürdüğü (kısırlaştırdığı) göz önüne alınırsa bu oranlar çok düşüktür. Küçük hücreli akciğer kanserinde cerrahi girişimden çok ışın tedavisi uygulanır. Belirtileri geriletir ve hastalann yüzde 9O ı tedaviye iyi yanıt verir. Ama 5 yıl yaşayan hastaların oranı yüzde 2-5 i geçmez. Yakınmaları hafifletmeye yönelik ışın tedavisi birincil tümöre ya da yayılım odaklarına bağlı belirtileri denetim altında tutarak kanserli hastalann yaşam koşullarını kısa süre için de olsa iyileştirir. Değişen dozların verildiği 1 ya da 3-4 haftalık hafifletici ışın tedavisi belirti ve bulguları önemli ölçüde azaltır: Kan tükürme (yüzde 95), öksürük (yüzde 55), ağn (yüzde 70-75), akciğer zarında sıvı toplanması (yüzde 50-80), Paricoast sendromu (yüzde 70), nefes darlığı (yüzde 60), mediyastin sendromu (yüzde 75), kafaiçi komplikasyonlar (yüzde 80), kalp dış zarıyla ilgili yakınmalar (yüzde 40) azalır. Olgulann yüzde 70 ten fazlasında genel bir iyileşme gözlenir. Küçük hücreli akciğer kanserinde beyne yayılma olasılığı öbür tiplerden daha yüksek olduğundan beyne koruyucu ışın tedavisi uygulanır. Beyne yayılma hastaların yüzde 8-10 unda görülür. Koruyucu beyin ışınlaması yapılmayan olgularda bu oran yüzde 80 e yükselir. Bu olumlu etkisine karşın, beyne uygulanan koruyucu ışın tedavisi yaşama süresini uzatmaya yaramaz. Ayrıca ışın tedavisinin uygulanma süresi konusunda da kesin bilgi yoktur. Deneyimlere dayanarak ideal dozun, ışın tedavisine yanıt alındıktan sonraki 6 ay içinde 2-3 hafta süreyle beyne ışın verme olduğu düşünülmektedir.

    • İlaç tedavisi (kemoterapi)

    İlaç tedavisi olguların büyük bir bölümünde uygulanmakla birlikte etkili tedavi programlarının seçilmesi hâlâ Önemli sorunlar yaratmaktadır. Tümörün üremesini önleyecek ilaçlarla yapılan tedavilerin sonuçlan, birçok etkene bağlıdır. Tümörün tipi, hastalığın hangi evrede olduğu, hastanın genel durumu, yaşı ve daha önce uygulanan tedaviler sonucu belirleyen başlıca etkenlerdir.

    Bütün tümörlerde olduğu gibi, bronş akciğer kanserinde de ilaç tedavisine tümör küçükken ve yalnız çok küçük yayılım odaklan varken, yani erken evrede başlanması büyük önem taşır. Tedaviye alman yanıtı nesnel olarak değerlendirmenin zorluğu kadar kullanılan ilaçların gerçek etkisi konusundaki verilerin yetersizliği de önemli sorunlar yaratır. Üstelik tedavinin olumlu yanıt verdiği olgularda bile yaşam süresi genellikle fazla uzamamaktadır. Bunun nedeni birçok olguda hastalığın gerileme belirtilerinin aşın iyimserlikle algılanması dır.

    Birleşik tedavi yöntemleri

    1. Işın tedavisi + cerrahi girişim.

    Ameliyat Öncesi ışın tedavisi beklenen sonuçlan vermemiştir. Yani ışın tedavisi tümörün çıkarılabilirliğini sağlamak, cerrahi girişimle çıkarılması olanaksız lenf düğümlerinde hastalığı sınırlamak, tümör hücrelerinin uzaklara yayılmasını önlemek ve ameliyatla çıkarılacak akciğer bölümüne komşu dokuları kurutmak amaçlarına ulaşmamıştır. Bu durumda çeşitli dozlarla uygulanan ışın tedavisinden 4-6 hafta sonra cerrahi girişim yapılabilir. Ama birkaç seçilmiş küçük hücreli kanser olgusu dışında ameliyatın yaşam süresini uzatıcı hiçbir etkisi görülmemiştir.

    2. Cerrahi girişim + ışın tedavisi.

    Cerrahi girişim sonrasında ışın tedavisi uygulanması konusundaki tartışmalar hâlâ sürmektedir. Ama bu yöntemin aynı yerde yeniden gelişen tümörleri azalttığı, tümörün akciğer göbeği ve akciğerler arası bölgedeki lenf bezlerine yayılmış hastalarda yaşam süresini üç yıl uzattığı görülmüştür. Lenf bezlerinde yayılma olmayan hastalarda ise hastalığın gidişini düzeltmediği İçin uygulanmaz.

    3. Cerrahi girişim + ilaç tedavisi.

    Cerrahi girişimle birlikte ilaç tedavisinin amacı öbür tümörlerde olduğu gibi akciğer tümörlerinde de küçük yayılım odaklarını yok etmektir. Ama bu yöntem bronş-akciğer kanserinde etkisiz kalmaktadır. Bir ilacın tek başına ya da başka, örneğin bağışıklık sistemini uyarıcı ilaçlarla birlikte kullanılması hastanın yaşama süresini uzatmamaktadır. Koruyucu amaçlı ışın tedavisiyle birlikte uygulanan ya da ışın tedavisinden 18 ay sonra yapılan ilaç tedavisi de iyi sonuçlar vermemiştir. Birleşik tedavilerin sonuçları, tedaviler ayn ayn uygulandığında alınan sonuçlardan daha olumsuzdur.

    Tedavinin yan etkileri

    1. Cerrahi girişim.

    Ölüm oranı yüzde 5-10 arasında değişir. Başlıca komplikasyonları derialtı amfizemi, akciğer zarı boşluğunda irin birikmesi (ampiyem), bronş-akciğer zan fıstülü ve kalbin kendi ekseni çevresinde dönmesidir (torsiyon). Bu olumsuz sonuçlardan olabildiğince kaçınmak için cerrahi girişimin çok dikkatli yapılması ve ameliyat sonrasında hastanın sürekli bakım ile denetim altında tutulması gerekir. Bu yapısal komplikasyonların tedavisi de cerrahidir. Cerrahi girişimden kaynaklanabilecek işlevsel komplikasyonlar ise kalp ritmi bozuklukları, solunum yetmezliği, miyokart enfarktüsü, kalp durması, akciğer sönmesi (atelektazi), ödem ve akciğer embolisidır. Bu sorunlar uygun ilaç tedavileriyle giderilmeye çalışılır.

    2. Işın tedavisi. En önemli komplikasyonları omurilik iltihabı (miyelit), kalp bozuklukları ve ışınım zatürreesidir.

    - Omurilik iltihabı (miyelit). Yüksek ışınım dozuna bağlı olarak tedaviden bir yıldan uzun bir süre sonra hastaların yüzde 1-5 inde görülür.

    - Kalp bozuklukları. Kalp kasının kalınlaşması biçiminde ortaya çıkan kalp kası iltihabı (miyokardit) yavaş gelişen bir komplikasyondur. Gene sık görülen bir sorun da konstriktif perikardittir; kalp dış zarı iltihabına ve sertleşmesine bağlı olarak kalp hareketlerinin sınırlandığı bu bozukluk tedaviden yaklaşık bir yıl sonra gelişir.

    - Akciğer hastalıkları. Işın tedavisi sonrasında fıbroz, yaş ya da kuru akciğer zarı iltihabı (plörezi) ve akut ışınım zatürreesi gelişebilir. Işınım zatürreesi tedavi kesildikten yaklaşık 6 hafta sonra ve akciğerde bağdoku artışıyla ortaya çıkar. Başlıca etkenleri verilen ışının toplam dozu, ışınlanan alanın genişliği, ışınlanan toplam doku miktarı ve tedavinin süresidir. Duyarlılık eşiği yüksek bazı hastalarda uzun süre belirtisiz kaldığı da görülmüştür. Normal koşullarda röntgen filminde ilk bulgular ışın tedavisinden 2-6 ay sonra ortaya çıkar. Bağdoku artışının belirginleşmesi içinse 12 ay gereklidir. Işınım zatürreesinde tedavi yalnız belirtileri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Nefes darlığı için kortikosteroitler, balgam kültürü sonuçlarına göre de gerekli antibiyotikler verilir. Işın tedavisinin iştahsızlık, halsizlik, bulantı ve kusma gibi yan etkileri fazla yaygın ve önemli değildir. Kansızlık da sık görülmez. Yemek borusu ışınım alan hastaların yaklaşık yansında ortaya çıkan yutma güçlüğü 1-2 haftada kendiliğinden kaybolur. Hastaların daha küçük bir bölümünde ise deri bozuklukları ve saç dökülmesi görülür. Işın tedavisi yan etkilerinden kaçınmak için şunlara dikkat edilmelidir:

    - Işın verilen alanda sağlam akciğer dokusu kesinlikle bulunmamalıdır.

    - Işın tedavisine cerrahi girişimden en az 2-4 hafta sonra başlanmalıdır.

    - Tedavi planı dikkatle düzenlenmeli, tümöre gereğinden fazla ışın verilmemelidir. Böylece sağlıklı dokular gereksiz ışın almaz.

    3. İlaç tedavisi.

    Tümörün üremesini Önleyen ilaçların en Önemli yan etkisi kemik iliğinde görülür. Bunların başında kemik iliğinde akyuvar üretiminin azalmasına bağlı lökopeni (kanda akyuvar eksikliği) gelir. Etkiyi artırmak amacıyla değişik ilaçların bir arada kullanıldığı tedavi programları kemik iliğini daha çok etkiler. İlaç tedavisinde akyuvar sayısının azalmasından başka kullanılan ilaca göre saç dökülmesi, kalp bozuklukları, sinir sistemi bozuklukları ve akciğer bozuklukları gibi yan etkiler de görülür.

    4. Işın tedavisi + ilaç tedavisi.

    İki tedavinin bir arada uygulanması, istenmeyen yan etkilerin birbirine eklenerek ortaya çıkmasına yol açar. Metotreksat gibi ilaçlarla birlikte uygulanan ışın tedavisi düşük dozlarda bile akciğerde bağdoku artışına neden olur ve zatürree tehlikesini artırır. Siklofosfamit, vinkristin ve hidroksiüre gibi ilaçlar ışın tedavisinin istenmeyen yan etkilerini şiddetlendirir. Toplam dozu 400 mg/m2 gibi düşük bir düzeyde de olsa adriamisin daha önce kalbi de kapsayan ışın tedavisi görmüş hastalarda kalp bozukluklarına yol açabilir. Üçten çok ilaç verilen hastalara eşzamanlı olarak ya da ilaç tedavisinin ardından ışın tedavisi de uygulanırsa, enfeksiyon sıklığı Önemli ölçüde artar: Darlıklara yol açan yemek borusu iltihabı, ışınım zatürreesi, deri enfeksiyonları yaygındır. Böyle ağır ilaç tedavilerinde Ölüm oranı yüzde 20 ye yaklaşır.

    KORUNMA

    Günümüzde kesin tedavisi olmayan, yalnız yakınmaları hafifletici geçici çözümler bulunabilen akciğer kanserinden korunmak birincil önem taşır. Öncelikle gençlere sigaranın zararları anlatılmalıdır. Hava kirliliği son yıllarda kamuoyunun dikkatini çekmekte ve çeşitli girişimlerle Önlenmeye çalışılmaktadır. Hava kirliliğine yol açan başlıca etkenler fabrika dumanı, egzoz gazı ve ısıtma sistemlerinin gazlarıdır.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    KOMPLİKASYONLARI


    Akciğer tümörlerinin yayılım olasılığını belirleyen en az dört etken vardır;

    - bölgede çok sayıda damar bulunması;

    - akciğer lenf ağının geniş olması;

    - tümörün hızlı gelişen tip olması (mikrositom denen küçük hücreli akciğer kanseri gibi);

    - göğsün sürekli hareket ederek yayılmayı kolaylaştırması. Tümör lenf dolaşımı yoluyla göğüs boşluğu ve soluk borusu yanlarındaki lenf bezlerine yayılır. Aynı yolla diyaframı aşarak yemek borusu, aort ve böbrek çevresindeki lenf bezlerine de yayılabilir. Tek taraflı akciğer tümörleri genellikle aynı yandaki böbreküstü bezine de sıçrar. Otopsi sonuçlan bu tümörlerin uzaklık ayrımı olmaksızın geniş bir alana yayıldığını göstermektedir. Yayılımdan etkilenen başlıca organlar beyin (yüzde 45), karaciğer (yüzde 45), böbrek üstü bezleri (yüzde 35), kemikler (yüzde 30), böbrek (yüzde 25), pankreas (yüz de 10), dalak (yüzde 10), tiroit ve deridir (yüzde 3).

    Çeşitli tümör tipleri arasında en geniş yayılım küçük hücreli akciğer kanserinde (mikrositom) görülür. Mikrositom olgularında yapılan otopsilerin yüzde 99 unda yayılım saptanmıştır. Bunun ardından sırasıyla büyük hücreli karsinom, adenokarsinom ve iğne hücreli karsinom gelir. Bronşçuk-hava keseciği (bronşiyol-alveol) tümörleri daha çok akciğer göbeğine yayılır. Bu olguların yüzde 10 unda tümör lenf bezleri, karaciğer ve kemiklere de sıçrar. Bronş-akciğer tümörlerinin yerinde büyümesi ve uzak organlara yayılabilmesi bir dizi önemli komplikasyona yol açar.

    • Pancoast sendromu

    Akciğer tepesinde yerleşen en tipik tümördür. Tümör aynı zamanda göğüs duvarındaki yapılarda, yani akciğer zarında, üzerindeki yumuşak dokularda, altındaki iskelet ve kemiklerde de gelişir. Aşınma ve baskı yapması nedeniyle bir dizi tipik belirtiye yol açar. Kürekkemiği ile omuz başı arasındaki bölgede, köprücükkemiğinin üstünde, boyunda ve aynı taraftaki kolda gittikçe şiddetlenen İnatçı ağrılar ortaya çıkar. Benzer belirtiler tümörün köprücükkemiği üstü ve boyun alt yanındaki lenf bezlerine yayılması durumunda da görülür.

    • Metastaz

    Bronş-akciğer kanseri vücudun birçok yerine yayılabilir. Yayılımdan en çok göğüs boşluğundaki ve köprücükkemiği üzerindeki lenf düğümleri etkilenir. Böylece kansere bağlı lenf daman iltihabı (karsinomatöz lenfanjit) gelişebilir. Tümörün karaciğer ve kemiklere yayıldığı durumlara da rastlanır. En çok küçük hücreli kanser türünde görülen beyin metastazları bazen tümörün ilk belirtilerini oluşturur. Akciğer tümörü tedavisi gören hastanın genel durumunun bîrden bozulması, konuşma bozukluklan, felç gibi belirtilerin ortaya çıkması tümörün beyne sıçradığının en açık işaretidir.

    • Tümör dışı sendrom

    Akciğer tümörünün ilk belirtileri vermeden geliştiği durumlarda bu gelişmeye tümör dışı sendrom eşlik edebilir. Sinir, iç salgı ve metabolizma sistemlerini ilgilendiren klinik belirtilerle ortaya çıkan bu sendrom tümör tanışma yardımcı olduğu için çok önemlidir.

    • Üst anatoplardamar tıkanması

    Bronş-akciğer kanseri akciğerler arasındaki bölgeyi kaplayarak üst anatoplar-damarın sıkışmasına ya da tıkanmasına neden olur. Bunun sonucunda tipik bir hastalık tablosu ortaya çıkar:

    - Boyun, kollar ve yüzde morarma ve ödem görülür.

    - Kollarda toplardamar tansiyonu yükselir.

    - Göğüs kafesinin ön yüzünde yüzeysel toplardamarlar genişler.

    • iltihaplı komplikasyonlar

    Bronş tıkanıklığına bağlı zatürree sık görülen bir komplikasyondur. Akciğer apsesi de tıkanıklık ötesinde gelişen enfeksiyonlara ya da tümör çıkarıldıktan sonraki doku ölümüne bağlı olarak ortaya çıkar.

    • Akciğer zarında (plevra) sıvı toplanması

    Genellikle tümörün doğrudan akciğer zarında geliştiği olgularda görülür. Zar boşluğunda biriken sıvı çoğunlukla kanlıdır ve içinde kötü huylu hücreler bulunur. Tekrarlanan tahlillerle kötü huylu hücre içerdiği saptanmayan, ama çok uzun süren sıvı toplanması da çoğu kez bronş-akciğer tümörü belirtisidir.

    • Kalp dış zarında sıvı toplanması

    Tümörün kalp dış zanna doğrudan yerleşmesi ya da akciğerler arası bölgedeki lenf düğümlerine yayılarak dolaylı yoldan buraya ulaşması sonucunda gelişir.

    • Diyafram siniri felci

    Tümörün akciğer göbeği lenf düğümlerine yayılması sonucunda diyafram siniri felce uğrar.

    BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ)

    Tedavi edilmeyen bronş-akciğer kanseri çok hızlı ilerler. Kanser türüne göre ortalama yaşam beklentisi 6 ile 13 hafta arasında değişir. Bu süre farklılaşmamış hücreli karsinomlarda en kısa, adenokarsinom ve yassı hücreli karsinomlarda biraz daha uzundur. Hastalığın gidişini belirleyen çeşitli etkenler vardır. Ama günümüzdeki tedavi olanaklarıyla akciğer tümörünün gidişinde önemli bir iyileşme sağlanamamaktadır. Son on yıl içinde de hastalığın gidişiyle ilgili beklentiler değişmemiştir. Bununla birlikte araştırmalar sürdürülmekte ve tedavi yöntemlerinin bulunmasına çalışılmaktadır. Bronş-akciğer kanserinde erken tanı ve tedavi zordur. Bu nedenle ölüm oranının azaltılması, hastalığın kanser yapıcı çevresel etkenlerin ortadan kaldırılmasıyla Önlenmesine bağlıdır.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ALKOL REKTUM KANSERİNE NEDEN OLUYOR


    Haftalık içilen toplam alkolün üçte birini şarap olarak tüketenlerdeyse bu riskin bir miktar azalabildiği gözlendi.

    Danimarka da, yaş ortalaması 23-95 olan 29 bin kadın ve erkek denek üzerinde araştırma yapıldı.

    Deneklerin haftada tükettiği bira ve şarabı belirleyen uzmanlar, ayrıca deneklerdeki bağırsak kanseri riskini araştırdı. Bu riskler, sigara tüketimi, kilo durumu ve deneklerin egzersiz alışkanlığı göz önüne alınarak değerlendirildi.

    15 yıl izlenen denekler arasında 114 kalın bağırsak, 202 rektum kanseri vakası belirlendi.

    Haftada 41 bardaktan fazla bira veya alkollü içki tüketen deneklerde, içki tüketmeyen deneklere göre, rektum kanseri oluşumunun 3 buçuk kat artabildiği saptandı.
    Aynı oranda alkolün haftada üçte birini şarap olarak tüketen deneklerdeyse bu risk içki tüketmeyen deneklere göre, iki kattan biraz daha az bulundu.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ASPİRİN BAĞIRSAK KANSERİNDEN KORUYOR


    İngiliz bilim adamları, uzun süreli aspirin kullanımının bağırsak kanserini önleyebildiğini tespit etti.

    Oxford üniversitesi bilim adamları, sonuçlarını tıp dergisi The Lancet’de yayımladıkları araştırmalarında, beş yıl süreyle günde 300 miligramlık doz aspirin kullanımının, bu süreyi takip eden 15 yılda bağırsak kanserine yakalanma ihtimalini yüzde 74 oranında azalttığını gördü.

    Mide rahatsızlıkları ve hatta mide kanamasına kadar varan yan etkilerinden dolayı uzun süreli aspirin kullanımının ancak bağırsak kanserine yakalanma riski yüksek olan kişilere tavsiye edilebileceğini belirten bilim adamları, araştırmalarını 7500 kişi üzerinde yaptı.

    1970’li ve 80’li yıllarda başlayan araştırmaya katılanlara, günlük 300, 500, 1200 miligramlık doz olarak aspirin ve bir gruba placebo verildi. Araştırmaya katılanlara aspirin beş ve yedi yıl süreyle kullandırıldı. Daha sonra katılımcıların sağlık durumu 20 yıl süreyle izlendi.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ATEŞTE PİŞİRİLEN ET KANSERE NEDEN OLABİLİYOR


    Araştırmacılar, mangalda olduğu gibi yüksek ateşte ızgara yapılan etlerde oluşan bir bileşimin, farelerde prostat kanserinin ilerlemesine yardımcı olduğunu öne sürdüler.

    Baltimore daki Johns Hopkins Üniversitesi nden doktor Angelo De Marzo ve meslektaşları, yaptıkları açıklamada, PhIP adlı bu bileşimin, etin çok yüksek ateşte kızartılması sırasında oluştuğunu bildirdiler.

    Bu bileşimin, farelerdeki prostat kanserini hem başlattığı, hem de ilerlettiğinin üzerinde durulduğunu belirten De Marzo, farelerde pişmiş etin hazmedilmesiyle kanser arasında olası bir etkileşime rastladıklarını ifade etti.

    De Marzo, etin pişirilmesi sırasında değişik miktarlarda PhIP oluştuğu için insanlarda bu bileşimin ne kadarının hazmedildiğini söylemenin çok zor olduğunu belirtti.

    De Marzo ve ekibinin 8 hafta süren araştırmalarında, farelere PhIP karıştırılmış gıda verildi. Daha sonra farelerin prostatları, bağırsakları ve dalakları incelendi. Ekip, bu incelemenin sonunda, 4 haftadan sonra farelerin tüm organlarında genetik mutasyon olduğunu tespit ettiler.

    Amerikan Kanser Araştırmaları Derneği ne sunulan bu araştırmanın, et tüketimiyle yüksek prostat kanseri riski arasındaki bağlantının açıklanmasına yardımcı olabileceği belirtildi.

    Bu araştırmanın ayrıca, kızartılırken kömürleşen etin kansere neden olabileceğine ilişkin diğer araştırmaları desteklediği kaydedildi.

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •