Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon
29 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: ^^Peygamberlerimizin Biyografileri^^

  1. #11

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz.YÛSUF (a.s)

    Kur'n'da ismi geçen Beni İsrail peygamberlerinden biri.
    Hz. Yûsuf Kurân'da adı geçen peygamberlerden birisi olup, Yakub Peygamber'in oğludur. Nesebi Hz. İbrahim'e kadar varır (Kamil Miras, Tecrid Tercemesi, IX, 139).

    Kur'ân-ı Kerîm'de kendi adını taşıyan bir sûre vardır. Tamamı 111 âyet olan bu sûrenin 98 âyeti (4-101) Hz. Yûsuf'tan bahseder. Bu âyetlerde anlatıldığına göre Hz. Yûsuf'un hayat hikâyesi özetle şöyledir:

    Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardeşi vardı. Yûsuf fevkalâde güzel ve son derece zekî idi. Babaları Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi ağabeyleri kıskanıyorlardı.

    Yûsuf (a.s) bir gece rüyasında on bir yıldızın, güneş ve ayın kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yûsuf'un büyük bir adam olacağına işaret olduğunu anladı ve Yûsuf'a rüyasını ağabeylerine anlatmamasını tembihledi. Ancak, ağabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u öldürüp bir yere atmayı planladılar. Babalarından izin alarak, gezip eğlenmek bahanesiyle Yûsuf'u alıp kırlara,götürdüler. Onu bir kuyuya attılar, gömleğini da kana bula*****, "Yûsuf'u kurt kaptı" diye babalarına yalan söylediler.

    Kuyunun yanından geçmekten olan bir kafile Yûsuf'u buldu ve köle olarak satmak üzere alıp, Mısır'a götürdüler. Orada az bir fiyatla onu Azîz (maliye bakanı)'e sattılar.

    Azz'in hanımı Yûsuf'a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çağırdı. Yûsuf (a.s) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikayet etti ve hapse attırdı.

    Hz. Yûsuf senelerce hapiste kaldı. Orada hükümdarın şerbetçisi ve aşçısı ile tanıştı. Onların gördükleri dünyaların yorumunu yaptı. Birisinin, kurtulup efendisinin hizmetine devam edeceğini, diğerinin ise öldüreceğini söyledi. Sonunda dediği çıktı. Hz. Yûsuf, kurtulana, kendisini efendisinin yanında anmasını istedi.

    Hükümdar bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Bu rüyanın yorumunu yaptırmak istedi. Hz. Yûsuf'un rüya yorumu yaptığını öğrendi ve onu hapisten çıkarıp, rüyasını anlattı. Hz. Yûsuf, yedi sene bolluk olacağını, peşinden gelen yedi senenin ise kıtlıkla geçeceğini söyledi. Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yûsuf'u maliye bakanlığına getirdi. Yûsuf (a.s) bolluk yıllarında bütün ambarları zahire ile doldurttu; kıtlık yılları gelince bu zahireyi halka dağıtmaya başladı. Aynı kıtlık, Hz. Yûsuf un babasının memleketi olan Ken'an diyarında da yaşandı.

    Yûsuf (a.s)'un kardeşleri de zahire almak için iki kez Ken'an ilinden Mısır'a geldi. Sonunda Yûsuf (a.s) kardeşlerine kendini tanıttı ve onları affettiğini belirterek, "Bugün azarlanacak değilsiniz, Allah sizi bağışlar, o merhametlilerin merhametlisidir" (Yûsuf, 92) dedi. Yûsuf (a.s), babası, annesi ve kardeşlerinin tamamını Mısır'a davet etti.

    Ailesi Mısır'a vardığında Yûsuf (a.s) anne ve babasını tahta oturttu; diğer onbir kardeşi ise Hz. Yûsuf'un önünde eğildiler. O zaman Yûsuf (a.s); "Babacığım, işte bu vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim, bana pek çok iyiliklerde bulundu. Doğrusu Rabbim, dileğine lütufkardır. O şüphesiz, bilendir, hâkimdir" (Yûsuf,100) dedi. Bu şekilde İsrail oğulları, Filistin'den Mısır'a gelip yerleşmiş oldu. Bir süre sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ'ya şöyle münacatta bulundu: "Rabbim, bana hükümdarlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve âhirette koruyanım sensin! Benim canımı, Müslüman olarak al! Ve beni iyilere kat!" (Yûsuf, 101). Yûsuf (a.s)'un hayat hikayesi Kur'ân-ı Kerîm'de "Ahsenü'l-Kasas, Kıssaların en güzeli" ünvanını aldı. Pek çok olayları içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Ândolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır" (Yûsuf, 7).

    Yûsuf (a.s)'un defnedildiği yer, rivâyetlere göre, İbrahim (a.s)'in medfun bulunduğu Kudüs yakınlarında Halilü'r-Rahman kasabasındadır.

  2. #12

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    HZ. EYYÛB (a.s.)

    Hz. İbrahim soyundan gelen bir peygamber.
    Eyyûb (a.s.)'dan Kur'an'da dört yerde bahsedilir ve sabır örneği olarak takdim edilir (en-Nisâ, 4/163; el-En'âm, 6/84; el-Enbiyâ, 21/83; Sâd, 38/41). Tevrat'ta da "Eyûb" adıyla müstakil bir kitap, Hz. Eyyûb'un kıssasına tahsis edilmiştir.

    İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir. Sabah-akşam ümmeti ve Allah'a ibâdetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihânına mârûz kalmış, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili hâriç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı. Bu durumda kocasına hizmete sebât eden eşi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk'a bağlılığını kaybetmemiştir. Farklı rivâyetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihânı kazanan Eyyûb (a.s.) Cenâb-ı Hakk'ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsân edilmiştir.

    Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan Hz. Eyyûb, şifâ bulduktan sonra yirmi yıl daha yaşamış, diğer bazı rivâyetlere göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır.

  3. #13

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. ŞUAYB (a.s)


    Kur'an'da adı geçen peygamberlerden. Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderildi. Bu iki ülkede ayrı ayrı mücadelede bulundu. Bu iki toplumla yaptığı mücadelesi, çeşitli ayetlerde geçmektedir.
    Medyen ve Eyke, dağlık ve ormanlık olan iki ülke idi. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzey batısında, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, güney Filistin'e, Akabe Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır.

    Kur'an'ın Medyen halkı hakkında anlattıklarının önemini kavramak için, bu insanların, Hz. İbrahim'in üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midyan'ın soyundan geldikleri iddialarına dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş oldukları halde, tümü onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük bir zata bağlı olan herkes, daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz. İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen bütün Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'ın soyu (İsrailoğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'ın çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge halkına Bena Medyen (Medyenoğulları) ve onların oturduğu yerlere de, Medyen bölgesi dendi (ez-Zirikl, Kâmûsû'l-A'Iâm, VI, 4244; Yakut el-Hamev, Mu'cemü'l-Büldan, Beyrut 1956, V, 77).

    Şuayb (a.s), Hz. İbrahim'in torunlarından Mikâil'in oğludur. Annesi ise Hz. Lut'un kızıdır (et-Taber, Tarih, Mısır 1326,I, 167; es-Sa'leb, el-Arâis, Mısır 1951, s. 164; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1990, I, 327).

    Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitab veya sahife gönderilmedi. O, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri okudu ve onlarla tebliğde bulundu (İbn Asakir, Tarih, Beyrut 1979, VI, 322).

    Şuayb (a.s) büyük bir hatipti. İnsanları güzel söz ve nasihatlarla aydınlatmaya çalıştı. Dolayısıyla ona peygamberler hatibi denilmiştir (ez-Zemahserî, el-Kesşâf, Kahire 1977, II, 118).

    Şuayb (a.s) aynı zamanda Musa (a.s)'ın kayınpederi idi. Kızı Safura'yı Musa (a.s) ile evlendirmişti (İbnü'lEsir, el-Kâmil, Beyrut 1965, 177).

    Şuayb (a.s)'ın Peygamber olarak Medyen'e gönderilmesi ve Medyenlilerle mücadelesi, Kur'an'da şöyle bildirilir:

    "Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan (insan)lar iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çoğalttı ve bakın bozguncuların sonu nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hükmedenlerin en iyisidir" (el-A'raf, 7/85,86,87).

    Görülüyor ki Şuayb (a.s) onları Allah'a kulluk etmeye, insan haklarına saygılı olmaya, her türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye davet ediyordu. Fakat Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlarını dinlemediler ve kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları, Kur'an'da şöyle haber verilir.

    "Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlarla(öldürür)dük! Senin bize karşı hiç bir üstünlüğün yoktur!” (Hd 11/91).

    Şuayb (a.s) onların bu taşkınlıklarına karşı nasihat ediyor ve onları büyük bir azap ile kokutuyordu:

    (Şuayb onlara de ki): Ey kavmim, size göre kabilem Allah'tan daha mı üstün ki, O'nu arkanıza atıp unuttunuz? Şüphesiz Rabbim, yaptıklarınızı kuşatıcıdır. (Ondan bir şey gizli kalmaz.)

    Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözetmekteyim.”(Hd, 11/92-93)

    Her türlü mücadelede, tebliğ ve nasihate rağmen, Allah'ın emirlerini dinlemeyen, zulüm, taşkınlık ve kötülükte ısrar eden Medyen halkı, azabı hak etmişti: Derken o (müthiş) sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şuayb'ı yalanlayanlar... İşte ziyana uğrayanlar, onlar oldular” (el-A'raf, 7/91-92).

    Medyen halkı, kfirlerin kaçınılmaz sonu olan azaba maruz kaldıktan sonra Şuayb (a.s) onlara acımıştı. Bu durum, Ku'an'da şöyle bildirilir:

    (Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim, ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!..” (el-A'raf, 7/93)

    Buna göre, Allah'ın emirlerini dinlememede ısrar eden ve bunun neticesinde Allah'ın azabı ile cezalandırılanlara acımamak gerekir. Çünkü bu cezayı hak etmiş oluyorlar.

    Şuayb (a.s) Medyenlilerle beraber, Eyke halkına da peygamber olarak gönderilmişti. Onlarla da önemli mücadelelerde bulundu. Onlarla olan mücadelesi ve onların isyankârlığı, Kur'an'da şöyle özetlenmektedir.

    Gerçekten Eyke halkı da zalim kimselerdi” (el-Haşr, 15/78).

    Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. Şuayb, onlara demişti ki: (Allah'ın azabından) korunmaz mısınız? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, Sizi ve önceki nesilleri yaratan(Allah)tan korkun” (eş-Şuar, 26/176,177,178,179,180,181,182,183,184).

    Eykeliler, Şuayb (a.s)'ın telkinlerine karşı ters hareket ettiler. Söz dinlemeyip isyanda bulundular. Hatta, Şuayb(a.s)'a hakaret ettiler. Onların bu isyanı, Kur'an'da şöyle dile getirilir:

    "Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz" (eş-Şuarâ, 26/185, 186) .

    Eykeliler bununla bile yetinmediler. Azab isteyecek kadar, ileri gittiler: "Eğer doğrulardansan, o halde üzerimize gökten parçalar düşür" (eş-Şuarâ, 26/187) diyerek Şuayb (a.s)'a meydan okudular. Şuayb (a.s) onlara şöyle cevap verdi: "Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir” (eş-Şuara, 26/188). Yüce Allah da, onlara verilen azabı, şöyle haber veriyor: "O'nu yalanladılar. Nihâyet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmazlar" (eş-Şuarâ, 26/189, 190).

    Ayette söz konusu olan "gölge gününün azabı" hakkında, müfessirler şöyle bir açıklamada bulunuyorlar: Eykeliler azab isteyince, güneş yedi gün müthiş bir sıcaklığı yaydı. O sırada gökyüzünde bir bulut belirdi ve serin bir rüzgar esti. Eyke'liler bulutun gölgesinde toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve Eyke halkı yeryüzünden silindi (el-Beydav, Envaru't-Tenzl, Mısır 1955, II, 84).

    Medyen ve Eyke halkı Hz. Şuayb'ı dinlemediler ve bunun neticesinde, yukarıda sunulan âyetlerde ifâde edildiği gibi helâk oldular. Allah'ı dinlememenin, peygambere uymamanın ve yanlış yollara sapmanın cezasını buldular. Şuayb (a.s), kendisine uyanlarla birlikte Mekke'ye gidip yerleşti.

    Orta boylu, buğday benizli biri olan Şuayb (a.s), hayatının sonuna doğru gözlerini kaybetmişti, amâ olarak yaşıyordu. Mekke'de vefât etti. Türbesinin, Kâbe'nin batısında, Darünnedve ile Benu Semh kapısının arasında olduğu rivâyet edilir (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167; İbn Kuteybe, Kitabü'l-Maârif, Beyrut 1970, s. 19: İbn Asakir, Tarih, Beyrut, 1979, VI, 322)

  4. #14

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. MÛSA (a.s)


    Allah Teâlâ'nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu'l-Azm* peygamberlerden biri. Hz. İbrahim (a.s)'in soyundan olup, İsrailoğullarının akidelerini islah etmek ve onları Allah Teâlâ'nın dilediği nizama kavuşturmakla görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kur'ân-ı Kerim'de uzun uzun anlatılmaktadır.
    Hz. Adem (a.s)'den, Rasulullah (s.a.s)'e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teâlâ'ya iman etmeye çağırmışlar; bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar; ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.

    Mûsa (a.s) da, Allah Teâlâ tarafından İsrailoğulları'na gönderilmiş bir rasul idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini Allah'a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan Firavun'a karşı tevhid yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teâla Kur'ân-ı Kerim'de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)'dan şöyle bahsediyor: "Kur'ân'da Musa'yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve İsrailoğulları'na gönderilmiş bir peygamber idi"(Meryem, 19/51).

    Hz. Musa (a.s)'nın Firavun ile olan kıssası, Kur'an'ın bazı sûrelerinde çeşitli üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de boğulmaları olayından sonra, İsrailoğulları ile ilgili kıssasına da genişçe yer verilmiştir.

    Musa (a.s)'nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir. Bilâkis bu hak ile bâtıl'ın çatışması, Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusunun kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile bâtıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam edegelmektedir.

    Sapıklık ve bâtıl, daima İblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş, imana, tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan daima Hak olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin Şahid olacağı günde muzaffer kılacağız" (el-Mü'min, 40/51).

    Hz. Musa (a.s)'da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu. Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah Teâlâ'nın izniyle kazandı.

    Hz. Musa (a.s)'nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı

    Musa (a.s)'nın babası, İmran'dır Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir. Nesebi Yakub (a.s)'a ulaşır; ki, onun babası Hz. İshak (a.s), onun da babası Hz. İbrahim (a.s)'dir. Musa (a.s)'nın yanında gördüğümüz Harun (a.s) onun kardeşidir. Allah Teâla, Musa (a.s)'yı Firavun'a, imana davet için gönderdiğinde, Hz. Harun (a.s)'u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa (a.s) Allah Teâla'ya şöyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)'u kendisine yardımcı yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim Harun'u (ver)" (Tâhâ, 20/29-30).

    Hz. Musa (a.s), Mısır'ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada, ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, İsrailoğulları halkına dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu. İsrailoğulları, Kıpt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından bıkmışlardı. Mısır'da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her işinde istifade eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; "Biz sana Musa ve Firavun'un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır'da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine bağlamıştı" (el-Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.

    Firavun, saltanatı sırasında İsrailoğullarına çok kötü eziyetlerde bulundu; onları köle yaptı, en çirkin ve adî işlerde çalıştırdı. Allah Teâlâ, İsrailoğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavun'un şerrinden, zulüm ve taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)'yı gönderdi.

    Sa'lebî, Kısas-ı Enbiya'sında İmam Suddî'den; Firavun'un bir rüya gördüğünü, korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş gördü. Bu ateş, Mısır'a kadar uzanıp, Firavun'un evlerini yaktı. Fakat sadece Kıpti'lere zarar verdi, İsrailoğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki; "İsrailoğulları içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helâkına ve senin krallığının yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."

    Bu haber üzerine telaşlanan Firavun, İsrailoğulların'dan doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kur'ân-ı Kerim'de bu olay şöyle anlatılıyor: "Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (el-Kasas 28/4).

    İsrailoğulları arasında iş yapabilecek insanların azalması üzerine Kıptîlerin ileri gelenleri Firavun'a giderek, "Eğer böyle öldürmeye devam ederseniz, ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız" dediler. Firavun da erkek çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek çocukların öldürülmediği sene Harun (a.s) doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa (a.s)...

    Musa (a.s) doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teâlâ ona korkmamasını, üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kur'an'da şöyle anlatılıyor: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik" (el-Kasas, 28/7).

    Musa (a.s)'nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Musa (a.s)'yı taşıyan sandık, Allah'ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun'un sarayına ulaştı. Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun'un karısına götürdüler. Allah Teâlâ, Firavun'un karısı Asiye'nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kur'an-ı Kerim, bunu şöyle anlatıyor: "Firavun'un karısı: Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında işin farkında değillerdi" (el-Kasas, 28/9).

    Hz. Musa (a.s) acıkınca onu emzirmek icab etti. Fakat o kimseden süt emmek istemiyordu. Allah Teâlâ, bunu şöyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; "size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler" (el-Kasas, 28/12-13).

    Musa (a.s) böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik Firavun'un sarayında büyüdü. Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız" (el-Kasas, 28/14).

    Yetişip delikanlılık çağına gelen Musa (a.s) bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi. Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kur'ân-ı Kerim'de, şehirde geçen hadise şöyle anlatılıyor; "Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre idi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı dövüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi. Şehirde, korku içinde, etrafı gözeterek sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kimse, bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa, ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden değil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (el-Kasas, 28/15-19).

    İsraillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Musa (a.s)'nın Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi.

    "Musa korku ipinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi. Medyen e doğru yöneldiğinde: "Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım ", dedi" (el-Kasas; 28/21-22).

    Musa (a.s) böylece yurdundan uzaklaştı. Yanına yiyecek hiç bir şey de almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır ile Medyen arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teâlâ'nın bu seçkin kulu, aç ve bitap düşmüş olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet Medyen'e ulaştı. Kur'ân-ı Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:

    "Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır (onun için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi" (el-Kasas, 28/23-24).

    İbn-i Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye'de bu olayı şöyle anlatıyor: "Medyen suyunda çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir kaya koyarlardı. Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya çalışırlardı. Musa (a.s), kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı, su çekti ve kadınların koyunlarını suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koydu. Bu kayayı ancak on kişi kaldırabilirdi. Musa (a.s) ise, on kişinin halledebileceği bu işleri tek başına halletmişti. Kızlar babalarına gidip Hz. Musa'yı ve yaptığı iyiliği anlattılar. Kur'an-ı Kerim'de kıssa şöyle devam ediyor:

    "O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. O: "Korkma! Artık zâlim milletten kurtuldun"dedi. İki kadından biri: "Babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek islemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi" (el-Kasas, 28/25-28).

    İbn-i Kesir şöyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunun Şuayb (a.s), olduğu hususunda kanaatler vardır. Ulemanın çoğunluğu da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes'den naklolunan bir rivayeti delil getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helâk olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış, tâ ki Musa (a.s)'a ulaşmış ve kızını ona nikâhlamıştır.

    Hz. Şuayb (a.s)'ın kızıyla nikâhlandıktan sonra Musa (a.s), Medyen'de kalıp, hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete göre, Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on sene olduğunu buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl çobanlık yapmıştır.

    Hz. Musa (a.s) ya Peygamberliğinin Bildirilmesi

    Musa (a.s) Medyen'de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır'a dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak taşıyla bir şeyler tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Kansı da hamileydi ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Musa (a.s) ve ailesinin gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Kur'an-ı Kerim'de, bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tür tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya tutuşmuş, bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön, gel. Korkma. Şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. "Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkânına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz, ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (el-Kasas, 28/29-35).

    Tâhâ sûresinin ilk ayetlerinde, Allah Teâlâ ile Musa (a.s) arasında geçen konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. Şu ayetler Allah Teâlâ'nın Musa (a.s)'yı rasul olarak görevlendirdiği zamanın anlaşılmasında yardımcı oluyor: "Ben seni seçtim, artık vahyolunanı dinle. Şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kıl!" (Tâhâ, 20/13-14).

    Ve daha sonra Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya şöyle buyuruyor: "Firavun'a gidin; doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar" (Tâhâ, 20/43-44).

    Allah Teâlâ'nın, Musa (a.s)'ya bunu emretmesinden sonra, Musa (a.s) ile Firavun arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile bâtıl'ın amansız savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras bıraktıkları tevhid mücadelesi...

    Hz. Musa (a.s), Allah Teâlâ'nın bu emriyle Firavun'a gitti. Onu güzellikle Allah'a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim! Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrailoğulları'nı benimle beraber salıver" (el-A'raf, 7/104-105).

    "Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Tâhâ 20/49-50).

    Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Musa (a.s)'yı zindana atmakla tehdit etti. Musa (a.s)'da Firavun'a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir yılan oldu. Elini koynuna sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş parçası oluverdi. Musa (a.s)'nın gösterdiği bu mucizeler karşısında Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o da sihirbazlarını toplayıp, Musa'yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki bütün ünlü sihirbazları çağırttı ve onlardan Musa (a.s)'nın yaptıklarından daha büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Musa (a.s) ile yarışmaya başladılar.

    "Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler. Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar. Biz de Musa'ya: "Asanı koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada yenildiler, küçük düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler" (el-A'râf, 7/115-122).

    Sihirbazların iman etmeleri, Firavun'u çok kızdırdı. Onları öldürmekle tehdit etti. İşte küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya koymuş oldu.

    Gelişen bu olaylar, Firavun'u yola getireceği yerde, onu daha çok azdırdı. Ve Musa (a.s) ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata kavuşamayacağına inanıp, bu arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Musa (a.s), Firavun ve kavmini, imana çağırmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teâlâ onun kavmine tufan, çekirge, haşarat, kurbağa, kan gibi çeşitli azablar gönderdi. Ancak bunların hiç biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.

    Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Musa (a.s)'nın davetine de icabet etmemeye devam etti. Allah Teâlâ, Musa (a.s)'ya İsrailoğullarını bir gece Mısır'dan çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi şehirden çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz'e yöneldiler. Firavun şehirde İsrailoğullarından hiç bir iz göremeyince, kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu seferber ederek, peşlerine düştü. Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet edilmektedir. Firavun iki gün sonra İsrailoğullarına yetişti. İsrailoğullarının önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı. İsrailoğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kur'ân-ı Kerim'de olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa ya: "Değneğinle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi. İşte oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık" (eş-Şuara, 26/62-65).

    "Firavun, ordusuyla onları takib etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de ne alış!" (Tâhâ, 20/78).

    Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, bir zâlimin, kâfirin sonunu böyle anlatıyor; ve bir kavmi nasıl kurtardığını da. İşte Hak, Bâtıl'ın tepesine böyle inip, onu ortadan kaldırabiliyor.

    Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise, ölümün geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı anda: "İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben de ona teslim olanlardanım" dedi. Ona: "Şimdi mi (inandın)? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).

    Bu olaydan sonra Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s)'ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis'e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bir susuzluğa kapıldılar. Gelip Musa (a.s.)'a sitem ve şikayette bulundular. Allah, Musa (a.s)'a, âsâsını taşa vurmasını emretti. Vurunca taşın oniki yerinden su fışkırdı. Her Yahudi kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teâlâ İsrailoğullarına, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat İsrailoğullarının o ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze, kabak, sarmısak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz istediğiniz vardır" demişti" (el-Bakara, 2/61).

    Sonra Allah Teâlâ Hz. Musa'ya, Filistin'e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karşılaştılar. Musa (a.s) kavmine, buraya girip bu zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu mukaddes beldeden çıkarmalarını emretti. Fakat, İsrailoğulları buna cesaret edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (el-Maide, 5/24).

    Çünkü İsrailoğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir manâ taşımıyordu. Allah'da onları Tih çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Kavmine söz geçiremediğinden yakınan Musa'ya, Allah Teâlâ: "Orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet için tasalanma" dedi" (el-Maide, 5/26).

    Zamanla, bu zillet içinde yaşayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle yaşayan bir nesile terketti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-ı Mukaddes'e girmeye muvaffak oldular.

    İsrailoğulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Hz. Musa'nın Tur dağında kırk gün geçirdiği bir zamanda, Sâmirî isimli bir şahsın imal ettiği ve "işte sizin de Musa'nın da tanrısı" dediği altından bir buzağıya tapmaya başladılar. Musa (a.s) döndüğünde onları buzağıya tapınır görünce çok üzüldü. Harun (a.s)'a çıkıştı. İsrailoğulları'nı buzağıya tapınmaktan vazgeçirmeye çalıştı. İsrailoğulları ise, her fırsatta iki yüzlülüklerini sergilediler (Sâmirî olayı bak. Daha fazla bilgi için bk. Sâmirî mad.). Musa (a.s), hayatı boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu uğurda pek çok eziyetle karşılaştı. Yurdundan çıkarıldı, ölümle tehdit edildi ve etrafında kendisiyle beraber, inanan pek az insan bulabildi.

    Musa (a.s), Tih çölünde, Harun (a.s)'dan sonra öldü. İsrailoğullarını Arz-ı Mukaddes'e sokamadı. Öldüğünde yüz yirmi yaşında idi. Buhârî, onun ölümü ile ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Musa (a.s) onun yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı. Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru eyledi. Allah Teâlâ, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa'ya gönderdi: "Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm şimdi gelsin" niyazında bulundu. Sonra Allah Teâlâ'dan, kendisini bir taş atımı Beyti Makdis'e yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi. Ebu Hureyre (r.a) şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım, onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim" buyurdu".

  5. #15

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. HARÛN (a.s)

    Hz. Harûn (a.s), İsrailoğulları peygamber-lerinden, Hz. Musa (a.s)'ın kardeşi. Hz. Yusuf'un vefatından sonra Mısır'da yaşayan İsrailoğulları ve diğer insanlar, bir müddet onun gösterdiği yoldan yürüdüler; ancak daha sonra hakikatı unuttular. Bu arada Mısır'ın idaresi Kıbtîlerin eline geçti. Kıbtîler ise yıldızlara ve putlara tapıyorlardı.
    Kıbtîler, İsrailoğullarını hor görmeye başladılar. Onları ağır, zor işlerde kullandılar.

    İsrailoğulları çok kalabalık bir topluluk olup Hz. Yakub'un oğullarına nisbetle on iki kola ayrılıyordu. Onlar Kıbtîlerin zulmünden kurtulmak istiyorlardı. Dedelerinin ülkesi olan Kenân bölgesine gitmek için izin istemelerine rağmen onlara izin verilmemekteydi.

    Her dönemde olduğu gibi, o dönemin Firavun'u da zulmü temsil ediyor ve insanları eziyet altında inletiyordu.

    İsrailoğullarının çoğalması Kıbtîleri ve onların hükümdarı Firavun'u endişelendiriyordu. Onlar, İsrailoğullarının isyan ederek kendilerine zarar vermesinden korkuyorlardı.

    Firavun, bir gün kâhinlerini yanına topladı. Gelecekle ilgili onlardan bilgi istedi. Kâhinlerden birisi Firavun'a İsrailoğullarından bir çocuğun doğacağını ve saltanatına zarar vereceğini bildirdi. Firavun, bunu duyar duymaz korktu ve tedbirler almaya başladı. Bunun için de İsrailoğullarının doğacak erkek çocuklarının tamamının öldürülmesini emretti.

    Hz. Musa, bu dönemde doğdu ve öldürülmesin diye bir sandığın içine bırakılarak nehre atıldı. Firavun'un sarayında büyüdü. Allah diledi ve Musa'yı Firavun'un kucağında büyüttü.

    Harun Peygamber, Hz. Musa'nın büyüğüdür. İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir.

    Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)'dan daha uzun boylu, daha etli, daha beyaz tenli, daha geniş sırtlı olup açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Alnında da bir ben vardı (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).

    Harun peygamberle ilgili Kur'ân-ı Kerîm'de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir.

    Medyen'den dönerken Hz. Musa'ya Peygamberlik verildi. Peygamberlikle şereflendi.

    Yüce Allah Hz. Musa'ya emretti: "Firavun'a git, çünkü o azdı" (Tâhâ, 20/24).

    Musa Peygamber "Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorunı" (eş-Şuarâ, 26/ 12), "Kalbim sıkılır, dilim açılmaz olur. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver" (eş-Şuarâ, 26/l3),

    "Bir de onların aleyhimde de bir kısas davaları var, bu sebeple beni öldürmelerinden korkarım" (eş-Şuarâ, 26/14), "Bana ailemden bir vezir ver. Biraderim Harun'u. Onunla arkamı kuvvellendir. Onu içimde ortak kıl. Ta ki seni çok çok tesbih edelim ve seni çok çok zikredelim. Şüphesiz sen bizi hakkıyla görensin" (Tâhâ, 20/29-35) dedi.

    Cenâb-ı Allah, Musa'nın bu duasını kabul etti. "Ey Musa! İstediğin sana verildi" (Tâhâ, 20/36) buyuruldu. Böylece Harun'a da peygamberlik verildi. "Firavun'a gidin, biz âlemlerin Rabbinin Peygamberleriyiz, bizimle beraber İsrailoğullarını gönder" deyin " (eş-Şuarâ, 26/16-17) buyuruldu.

    Hz. Mûsa ve Hârun (a.s.) "Ey Rabbim! Doğrusu biz Firavun'un, bize karşı aşırı gitmesinden, yahud taşkınlığını artırmasından endişe ediyoruz" diye Allahu Teâla'ya dua ettiler. Yüce Allah: "Korkmayınız! Çünkü ben sizinle beraberim. Ben (her şeyi) işitirim, görürüm! Hemen gidiniz ve ona şöyle deyiniz. "Biz Rabbinin iki elçisiyiz, artık İsrailoğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme! Biz sana Rabbinden, hakiki bir âyet getirdik selam (ve selamet) doğruya tâbi olanlaradır. Bize, şu hakikat vahy olundu ki: hiç şüphesiz azab yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerinedir" (Tâhâ, 20/45, 48) buyurdu.

    Bunun üzerine, Hz. Musa ve Hârun geceleyin Firavun'un yanına gittiler. Kapıyı çaldılar. Firavun kapının açılmasından dehşete düştü. Hz. Musa ve Hârun, Firavun'a kendilerinin Rabbûlâlemin olan Allah'ın elçileri olduklarını, kendisini dine davet etmek için geldiklerini söylediler. Firavun "Ben sizin en yüce Rabbinizim " (en-Nâziât, 79/24) diyerek onları reddetti.

    Hz. Musa'ya vahyedildi. "Kullarımla geceleyin yola çık. Onlara denizde kuru bir yol aç. Size yetişmelerinden korkma" (Tâhâ, 20/77) buyuruldu.

    Bu iki peygamber İsrailoğullarını geceleyin yola çıkardılar. Bu durumdan haberdar olan Firavun ve askerleri onları izledi. Hz. Musa, Hârun ve İsrailoğulları, denizi geçerek kurtuldular. Firavun ve askerleri de denizde boğuldular.

    İsrailoğulları Tih sahrasına geldiler. Rızık olarak kendilerine kudret helvası, bıldırcın kuşu verildi (el-Bakara, 2/57); onlar itirazlarını sürdürdüler.

    "Biz bir çeşit yemeğe dayanamayız. Bizim için Rabbına dua et de bize toprağın bitirdiği sebzeden, acurdan, sarımsaktan, mercimekten ve soğandan çıkarsın" (el-Bakara 2/61) dediler.

    Musa peygamber, onlara öğütler de bulundu. Tûr dağına çağırıldığında ağabeyi Harun'u kendi yerine vekil bıraktı.

    İsrailoğulları Mısır'dan çıkarken altınlarını, gümüşlerini de yanlarına almışlardı. Hz. Musa (a.s)'ın Tur'a gitmesiyle İsrailoğullarının münafıklarından Sâmiri bu altınları topladı ve bir kapta eriterek bir buzağı yaptı. Gönüllerinde yatan putçuluğu bir türlü tepeleyemeyen bu kavim buzağıya tapmaya başladı.

    Hz. Hârun, onlara öğütlerde bulundu. "Ey kavmim! Bununla imtihan edildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman olan Allah'tır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin" (Tâhâ, 20/90) buyurdu. İsrailoğulları, Hz. Hârun'u dinlemediler. "Musa, bize dönüp gelinceye kadar, biz o buzağıya tapmaya devam edeceğiz" (Tâhâ, 20/91) dediler.

    Hz. Musa (a.s), Tûr Dağı'ndan döndüğünde kavminin buzağıya tapmakta olduğunu gördü. Buna çok üzüldü. Ağabeyine kızdı. "Ey Hârun! Onların saptıklarını gördüğün zaman hana uymaktan seni alıkoyan nedir? Emrime isyan mı ettin?" (Tâhâ, 20/92-93) dedi. Hârun Peygamberin yakasına yapıştı.

    Hârun Peygamber; Hz. Musa'ya İsrailoğullarının kendisini dinlemediğini anlattı. Musa peygamber öfkelendi ve Samiri'yi kovdu.

    Allahu Teâla, Musa (a.s)'ya Hârun (a.s)'u vefat ettireceğini, onu dağa getirmesini bildirdi.

    Musa (a.s), Hârun (a.s)'un elinden tutarak dağa çıktılar. Hârun (a.s)'un Şibr ve Şibbîr adındaki oğulları da yanlarındaydılar. Dağın üzerinde görülmemi:ş güzellikte bir ağaç, yapılmış bir ev, evin içinde bir sedir, ve sedirin üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu. Hz. Musa ile birlikte Hârun yatağın üstüne yattılar. Allahu Teâla Hârun (a.s)'un ruhunu bu halde iken aldı, sonra ağaç kayboldu, ev ve sedir semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)'un cenaze namazını orada kılarak onu dağa defnetti. Yahudiler bu dağa Tûr-u Hârun adını vermişlerdir (Taberî, Tarih, I, 223).

    Hârun (a.s)'un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi, yüzyirmi veya yediyüzyirmiüç yaşında olduğu söylenir (Yâkubî, Tarih, I, 41).

    Hârun Peygamber uzun müddet yaşadı. Musa Peygamberle birlikte kavmine öğütlerde bulundu, kavminin nankörlüklerine göğüs gerdi.

    Zaman geldi; Rabbine kavuştu, o da ölümü tattı.

  6. #16

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. DAVUD (a.s.)


    Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen İsrailoğulları peygamberlerinden biri.
    Yahuda kabilesinden İsa (Yasa)'nın sekizinci oğludur.

    İnsanoğlu yoldan çıkıp da bataklığa düştükçe, yüce Allah, onlara peygamberler göndermiştir. Onlar bu peygamberler vasıtasıyla uyarılmıştır. İsrailoğullarına da peygamberler gönderilmiştir. Onlar, umumiyetle bu peygamberlere isyan hatta ihanet etmişlerdir.

    Hz. Musa'nın vefatından sonra, yine İsrailoğulları isyanın karanlığına daldılar. Azgınlık yaparak Hz. Musa'nın Allah'tan getirdiği akîdeyi terk etmeye başladılar. Cenâb-ı Allah, onların üzerlerine başka bir kabîleyi musallat etti.

    Hz. Musa'nın vefatından sonra İsrailoğullarının idaresi Yuşa'ya kaldı. İsrailoğullarını çölden çıkararak onları dedelerinin ülkesine yerleştirdi. Bu ülke, Hz. Yakub'un yaşadığı Ken'an bölgesi olup, İsrailoğulları için mukaddes ülke sayılır.

    İsrailoğulları Hz. Musa'nın vefatından sonra Filistin çevresine yerleşmiş bulunan Amâlika Kabilesi ile karşı karşıya geldiler. İsrailoğulları Amâlika ile yaptıkları bir savaştan mağlup çıktılar. Kendilerini toparla***** yeniden bu düşman ile çarpışmak istediler. Yüce Rabbimiz onların bu durumunu şöylece anlatmaktadır: "İsrailoğullarından bir cemaat Musa'dan sonra peygamberlerine: "Bize bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savaşalım" dediler. Peygamber. "Size muharebe farz olunursa korkarım ki, savaşmazsınız" dedi. Onlar: "-Niçin Allah yolunda savaşmayalım? Yurdumuzdan ve evlatlarımızın yanından çıkarıldık" dediler. Onlara farz kılındığında, birazı müstesna olmak üzere, savaştan yüz çevirdiler. " (el-Bakara, 2/246)

    "Peygamberleri onlara: Allah, Teâlâ size hükümdar olarak gönderdi dediğinde, onlar: O, bize nasıl hükümdar olur? Biz hükümdarlığa ondan daha layıkız. Onun malı da çok değildir. dediler. Peygamber. "Allah onu, sizin üzerinize namaz kıldı. Ona ilimde ve cisimde fazlalık (üstünlük) verdi. Allah, mülkü dilediğine verir. " (el-Bakara, 2/247).

    İsrailoğulları tarafından kutsal kabul edilen bir sandık vardı. Kur'ân-ı Kerim'de bu sandığa "Tâbût"* adı verilmektedir. Amâlikalılarla yapılan savaş sonucunda bu sandık Câlût (Golyat)'ın eline geçmişti. İsrailoğulları bunun acısını duyuyorlar, fakat Tâlût'un da hükümdarlığına itiraz etmekten geri kalmıyorlardı.

    "Peygamberleri onlara şöyle dedi: Onun hükümdarlığına alamet; size, içinde Rabbiniz tarafından sekînet ve Musa ailesi ile Harun ailesinin mirası bulunan Tâbût'u meleklerin yüklenip getirmesidir. Eğer siz iman edenlerdenseniz, bunda sizin için ibret ve mûcize vardır. " (el-Bakara, 2/248). Tâbût'un İsrailoğullarının eline geçmesi onları yüreklendirdi. Yeniden toparlanarak Amâlika kabilesi üzerine yürüdüler. Tâlût, İsrailoğullarına öğütte bulundu. Onlara şöylece seslendi: "Allahu Teâlâ sizi bir nehir ile imtihan ediyor. O nehirden içen benden değildir. Ondan eli ile ancak bir avuç içen bendendir" dedi. Onların pek azı müstesna, diğerleri içti. Tâlût ile iman edenler nehri geçtiklerinde: Bugün Câlût ve askerlerine karşı duracak takat bizde yoktur dediler. Allah'a kavuşacaklarını bilenler. Nice az bir topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile daha çok olana galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir. ' dediler. " (el-Bakara, 2/249)

    Amâlika ordularının başında Câlût (Golyat) bulunuyordu. Câlüt'un ordusuyla karşı karşıya gelen mümin kitle şöyle dua etti: "Ya Râb, üzerinize sabır ve sebat ihsan eyle, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir kavme karşı bize yardım et. " (el-Bakara, 2/250)

    Tâlût'un ordusunda Dâvûd (a.s.) bulunuyordu. Dâvûd (a.s.), Hz. Yakub'un neslinden idi. İsrailoğullarından olan Dâvûd, daha küçük yaşta bir delikanlı iken, hak davanın amansız düşmanı, zorba ve güçlü ordulara sahip olan Câlût ile yaptığı mücadeleyi kazanmış ve bu savaşta Câlût'u sapan taşıyla öldürmüştü. Bu olayda Allah'a tevekkül eden müminlerin zalimleri nasıl yendiği gösterilmektedir.

    Câlût, zalim zengin ve korkunç bir hükümdardı. Onun açıkça belli olan büyük üstünlüğü vardı. Fakat Allahu Teâlâ, o zaman işlerin yalnız zahiriyle meydana gelmeyip, gerçek anlamıyla vukû bulduğunu göstermek istedi. İşlerin hakikatini sadece O bilir. Her şeyin ölçüsü yalnız O'nun elindedir. Aslında insanlara güçlü görünenin zayıf, zayıf görünenin de Allah'ın yardımıyla güçlü olduğu ölçüsü Allahu Teâlâ'ya aittir. İnsanlar ise vazifelerini yerine getirmek, Allah'u Teâlâ' ya verdikleri ahitlerini ifa etmekle yükümlüdürler. Bundan sonra Allah'ın istediği şeyler istediği şekilde olur. İnsanlara, kendilerini korkutan zâlimlerin zayıf, çok zayıf olduklarını, Allah onların ölmesini istediği zaman küçücük delikanlıların bile mağlup edebileceğini göstermek için bu zalim diktatörün ölümünü, daha genç bir bir delikanlı iken Hz. Dâvûd'un eline verdi. Burada Allah'u Teâlâ'nın tahakkukunu istediği gizli başka hikmetler de vardı. Allah, Tâlût'dan sonra mülkü Hz. Dâvûd'un almasını ve onun yerine oğlu Süleyman (a.s.)'ı varis kılmayı istedi. Bu sebeple Hz. Dâvûd (a.s.)'ın gücü, Câlût'u öldürmesiyle gösterilmiş oluyordu.

    "Allah'ın izniyle, onları hemen hezimete uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğu şeylerden de ona öğretti." (el-Bakara, 2/251).

    Câlût'un öldürülmesiyle Amâlikalılar bozguna uğradılar, darmadağın oldular. Bu olaydan sonra halk, Hz. Dâvûd (a.s.)'a daha çok sevgi ve saygı göstermeye başladı.

    Tâlût'un ölümünden sonra yerine Dâvûd (a.s.) geçti. Ona hem yönetim, hem peygamberlik verildi; "...Dâvûd'a dağları ve kuşları boyun eğdirdik. Onunla beraber tesbih ediyorlardı. Biz (bunları) yaparız." "Ona, sizi savaşın Şiddetinden korumak için zırh yapmayı öğretmiştik. Ama siz, şükrediyor musunuz ki?" (el-Enbiya, 21/78, 80)

    "Andolsun Dâvûd'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey dağlar, onunla beraber tesbih edin ve ey kuşlar (siz de). Ve ona demiri yumuşattık.", "Geniş zırhlar yap, dokumasını ölçülü yap ve (hepiniz) iyi işler yapın. Çünkü ben, yaptıklarınızı görmekteyim. diye vahyettik." (Sebe, 34/10-11). Hz. Dâvûd (a.s.) hakkında Kur'ân-ı Kerim'den gelen rivâyetler; Dâvûd'un çok güzel bir sesi olduğunu, kendisine verilen Zebur'u okumaya başlayınca, dağların ve kuşların onu dinlemek üzere etrafında toplandıklarını bildirmektedir. Zebur dört büyük semâvî kitaptan birisi olup, yüzelli sûreden ibarettir. Bu kitap, şer'î hükümleri taşımadığı için Hz. Dâvûd, Hz. Musa'nın şerîatı ile hükmetmiştir.

    Yahudi kaynaklarında Hz. Dâvûd'un, Mizmar denen bir musiki âleti çaldığı kayıtlıdır. Kur'ân'da da: "(Her taraftan) gelen kuşlar da ona icabet ederler, hepsi onun nağmesine katılırlardı ", "Onun mülkünü kuvvetlendirmiştik. Kendisine hikmet ve açık konuşma, güzel konuşma vermiştik. " (Sad, 38/19-20) buyuran Allah, aynı sûrenin 21. âyetinde, Hz. Dâvûd (a.s.) zamanında olan bir hâdiseyi de, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e şöyle haber vermiştir: "Dâvûd'un yanına gelmişlerdi de, onlardan korkmuştu. Korkma dediler, Biz, iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet. Zulmetme. Bizi yolun ortasına (adalete) götür. " (Sad, 38/22)

    Kur'ân'da anlatıldığına göre bunlar iki kardeştiler. Birisinin doksandokuz koyunu, ötekinin bir tek koyunu vardı. Böyle iken doksandokuz koyunu olan öteki kardeşinin tek koyununu ister, aralarında tartışma çıkar. Tek koyunu olanı bu tartışmayı kaybeder. Hz. Dâvûd (a.s.)'a müracaat ederler. O, davacı olanlardan birini dinler, ötekini dinlemeden hükmünü verir. Bunu da Allah'u Teâlâ'nın kendisini imtihanı sanır. Ancak bu yaptığı hareket sebebiyle Allah'dan mağfiret dileyip secdeye kapanır, tövbe eder. Allah, onu affettiğini bildirir ve ona şu vahyi indirir: "Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet, aaafine uyma. Sonra seni Allah yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlara, Allah'ın hesap gününü unuttuklarından dolayı, çetin bir azap vardır. " (Sad, 38/26)

    İsrailoğulları, Hz. Dâvûd zamanında en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Dâvûd (a.s.) Kudüs'ü fethetmiş, kendisine başkent yapmıştı.

    Hz. Dâvûd, hem hükümdar, hem peygamberdi. Bir nimet olarak bu iki özellik ona verilmişti. O, İsrailoğullarını kırk yıl yönetti ve Rabbine kavuştu. Hz. Dâvud (a.s.)'ın yerine oğlu Hz. Süleyman (a.s.) geçti ve ona da peygamberlik geldi. Hz. Dâvûd, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi.

    Abdullah b. Amr'dan rivâyetle, Abdullah, her gün gündüzleri oruç tutar, geceleri de (nâfile) namaz kılardı. Onun bu durumu Rasûlullah'a bildirildiğinde Hz. Peygamber onu çağırdı ve şöyle buyurdu: "Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. İşte bu Dâvûd (a.s.)'ın orucudur."

    Bir başka rivayette ise, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah'u Teâlâ ya en sevimli oruç, Dâvûd (a.s.)'ın orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah'a en sevimli namaz da Dâvûd namazı idi. O, her gecenin yarısında uyur. Üçte birinde (nafile) namaz kılardı. Altıda birinde de yine uyurdu." (Müslim, Siyam, 183; Nesâî, Siyam, 69).

  7. #17

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. SÜLEYMAN (a.s)


    İbrânice Şlomo (Salomon). Hz. Davud'un oğlu, O'ndan hemen sonra İsrail oğullarının peygamberi "akl-ı selim" ve "nazik" manalarına gelen "selim"in eş anlamlısı.
    Kitab-ı Mukaddes'e göre Hz. Süleyman, israiloğullarının icraatlar yapmış büyük peygamber ve hükümdardır. Kur'ân-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın bir İsrailoğulları peygamberi olduğunu açıklarken; Hıristiyanların mukaddes kitabı İncile göre O, bir İsrail kralıdır. Devrinin en önemli hadisesi, Ken'anlıların kesin olarak itaat altına alınmasıdır. Bundan ayrı olarak Hz. Süleyman memleketini 12 eyalete ayırarak her birine birer vali tayin etmiş; böylece ülkenin daha iyi idaresini sağlamıştır. 12 eyalet olmasının sebebi her bölgeye yılda bir ay devlete karşı mükellefiyetler koymasındandır.

    Hz. Süleyman, saltanatlı ve azametli bir peygamberdir. O'nun krallığı bu günkü Filistin, Ürdün'ün tamamı ve Suriye'nin bir kısmını içine almakta idi. Hz. Süleyman'ın eserleri arasında, memleketin savunması için inşa ettirdiklerini ilk sırada saymak lâzımdır. Asker sevki için seçilen kilit noktalarda yaptırılan istihkâmlar bu bakımdan çok önemlidir.

    Hz. Süleyman'ın en mühim eseri , Siyon dağı'na inşa ettirdiği Mâbed'tir. Babası Hz. Davud zamanında aynı yerde yalnız bir çadır vardı ve bu çadıra Tâbutül-ahd (Ahid sandığı) konulmuştu. Süleyman Mâbedi veya sadece Mâbed denilen yapının bugün temel duvarlarından bir bölümü kalmıştır. Ağlama duvarı olarak isimlendirilen kısım da bu temeldir. Süleyman Mâbed'i, Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlarca mukaddes sayılmaktadır. Hz. Süleyman, Sur kralı Hiram ve Mısır Firavunuyla dostluk kurduğu için, her iki ülke ile ticari ve kültürel münasebetlere girişmiştir. Böylece yabancı kültür ve müesseseler israiloğulları arasına da girmeğe başlamıştır. Nitekim o tarihten sonra Kudüs'te hem yabancı mallar satılmaya başlanmış; hem de yabancı hükümdarlar Hz. Süleyman'ı ziyarete gelmişlerdir. Bu konuyu vurgulayan Kitab-ı Mukaddes (Tevrat, I. Krallar, X, 22). Hz. Süleyman'ın büyük bir deniz ticaret filosu kurduğunu zikreder.

    İsrailoğulları Hz. Süleyman zamanında sosyal ve medenî açıdan en üst düzeyde bir gelişme sergilemişlerdir. Tarihçiler Hz. Süleymanı âlim, imarcı ve saltanat seven bir kişi olarak tasvir eder (A. Refik, Tarih-i Umumi, İstanbul 1328, I, 266). Hz. Süleyman, babasından devraldığı büyük devleti daha da güçlendirerek, idaresi altındaki bütün toprakları askerî açıdan kontrol altına almayı başarmıştır.

    Hz. Süleyman'ın hayatı ve faaliyetleriyle ilgili bilgileri daha çok Tevrat ve Kur'ân'da bulmaktayız. Kur'ân-ı Kerim dışındaki kaynaklarda O'nun hayatı hakkında efsanevî nakillere rastlanmaktadır. Gerçek bilgilerle bu esâtirî nakilleri birbirinden ayırmak oldukça zordur.

    Hz. Süleyman, tahta çıkar çıkmaz öncelikle kendisine karşı olanları etkisiz hale getirmiş; yakın dostları ve güvendiği kişilere askerî, idarî ve dinî görevler vermiştir. Hz. Süleyman'ın kurduğu devletin temeli daha ziyade ticarete dayanmaktadır. Bundan dolayıdır ki, çevresindeki devletlerden bazıları O'nunla ticaret ortaklıkları kurmuşlardır. Hz. Süleyman özellikle başkent Kudüs için büyük çapta harcamalara girişmiş; burada bir sur, Millo adı verilen bir bina ve meşhur Kudüs Mâbedi'ni yaptırmıştır. Bu Mâbet zamanla Yahudiliğin ve ilk dönem Hıristiyanlığının tek dinî merkezi durumuna gelerek, fiziki yapısının ötesinde bir önem kazanmıştır. Diğer taraftan Hz. Süleyman zamanında gelişen milletler arası ticaret ağı, İsrailoğulları arasında fikrî ve dini açıdan evrensellik anlayışının doğmasını sağlamıştır (Bertholet, Wörterbuch der Religionen, Stuttgart 1962, s. 482).

    Hz. Süleyman'ın hakîm ve şair yönü de meşhurdur. Kitab-ı Mukaddes (Tevrat)'de 31 babtan meydana gelen Süleyman'ın Meselleri'nin O'na ait olduğu Yahudi kaynaklarında zikredilir. Bu bölümde Hz. Süleyman'ın hikmetli sözlerinden örnekler bulunmaktadır: "Rab korkusu bilginin başlangıcıdır"; "Sefihler ise hikmet ve terbiyeyi hor görürler" (I. bab, 7. cümle). Bunun yanı sıra, yine Kitab-ı Mukaddes (Tevrat)'de 8 babtan meydana gelen ve O'nun yazdığı iddia edilen Neşidelerin Neşidesi bölümünde, bir peygambere hiç de yakışmayacak aşk ve harem hayatından bahseden cümleler vardır. Bunlar da Tevrat'ın tahrife uğradığını açık seçik göstermektedir. Neşidelerin Neşidesi baştan sona okununca bu cümlelerin bir peygamber ağzından çıkmayacağını dindar yahudiler dahi kolayca kabul edebilir. Saydıklarımızdan ayrı olarak Yahudi mezheplerinden Ferisiliği desteklemek için Süleyman'ın Mezmurları adıyla uydurulmuş 18 Mezmur daha vardır. Bunlar Tevrat'a alınmamıştır. Tevrat'taki Mezmurlar O'nun babası Hz. Davud'undur.

    Hıristiyan literatüründe Hz. İsa'nın "Davud oğlu" diye anılması, O'nun yalnızca Hz. Davud neslinden geldiğini belirtmek için değildir. Hz. İsa'nın aynı zamanda, Hz. Süleyman gibi insanlar ve cinlere hükmeden gerçek bir "Davud oğlu Süleyman" olduğunu vurgulamak içindir (Ana Brit. XX,169). Arap tarihçileri Hz. Süleyman'ın ihtişamlı şahsiyetini, O'nun sihir ve kehanetteki fevkalâde üstünlüklerini, en karmaşık problemleri keskin zekâsıyla çözüşünü vb. fetanetini anlatmak için müstakil eserler yazmışlardır. Kur'ân-ı Kerim ve İslâm kaynaklarının Hz. Süleyman hakkında verdiği bilgiler Divan edebiyatına da ilham kaynağı olmuştur. Süleymannâme ve Kitab-ı Süleyman, O'nun dini destanî hayatını konu edinen değerli eserlerden sadece ikisidir.

    Arap ve Süryani yazılarının icadını Hz. Süleyman'a isnat edenler bulunduğu gibi; Arapça bir çok sihir kitabını O'nun yazdığını iddia edenler de vardır. Hz. Süleyman'la ilgili efsanelerdeki İran tesiri, O'nun Çemşid'le mukayese edilmesine zemin hazırlamıştır (J. Walker, XI,174). Hz. Süleyman'ın mezarı belli değildir. Ancak Kubbetü's-sahrâ (Kudüs) veya Taberiye gölü yakınında bulunduğunu bazı eserler zikretmektedir.

    Hz. Süleyman'la ilgili en sağlam bilgiler şüphesiz Kur'ân-ı Kerim'de mevcuttur. Kur'ân'da, Hz. Süleyman'ın ismi çok geçer. Kur'ân O'ndan Allah'ın gerçek bir rasulû, bir nebi ve peygamberlerin bir numunesi olarak söz ederken, kendisine has meziyetlerini de açıklar. Cenab-ı Hakk'ın zaman ve şartlar gereği her peygamberine ihsan ettiği mucizelerden farklı olarak Hz. Süleyman'a da verdiği bir takım mucizeleri vardır. Kur'ân, öncelikle Hz. Süleyman'ın asla kâfir olmadığını (el-Bakara, 2/102) vurgulamakta ve Allah'ın O'na vahyettiğini açıklamaktadır (en-Nisa, 4/163). Kur'ân'ın bir diğer ayetinde (el-En'am, 6/84). Hz. Süleyman'ın hidayet ve nübüvvete kavuşturulduğu; adaleti tatbik konusunda babasını dahi geçtiği (el-Enbiya, 21/78, 79); kendisine ilim verildiği (en-Neml, 27/15); kuşların dilini anladığı (en-Neml, 27/16); cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular topladığı (en-Neml, 27/17) bildirilmektedir. Hz. Süleyman'ın en önemli hizmetlerinden biri, Sebâ Melikesinin O'nun maiyyetinde müslüman oluşudur (en-Neml, 27/44). Rüzgârın Hz. Süleyman'ın emrine verildiği; erimiş bakır madenlerinin O'nun için sel gibi akıtıldığı; cinlerden bir kısmının O'nun emrinde çalıştığı (es-Sebe', 34/12) yine Kur'ân'dan öğrendiğimiz hususlardır. Hz. Süleyman'ın daima Allah'a yöneldiğini (Sa'd, 38/30); imtihan edilmesi üzerine Rabbından bağışlanma dileğinde bulunduğunu ve kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlığı Rabbından istediğini (Sa'd, 38/34-35) Kur'ân bize haber vermektedir.

    Kur'ân-ı Kerim'den hayat hikâyesini oldukça ayrıntılı bir şekilde öğrendiğimiz Hz. Süleymanın, özellikle Tevrat ve Yahudi kaynaklarında farklı anlatılışı dikkat çekmektedir. Kur'ân-ı Kerim Hz. Süleyman'ın bu yük saltanat ve güçlerini büyülerle elde ettiği yolundaki Tevrat (I Krallar ve II. Krallar)'dan kaynaklanan isnadı şiddetle reddeder. Bir diğer husus da şudur: Hz. Davud ve oğlu Hz. Süleyman, bir kavmin çobansız kalan sürüsünün geceleyin başkasına ait bir arazide yayılması üzerine, ortaya çıkan zararla ilgili olarak hüküm vermek durumunda kalmışlardır. Bu meselede Hz. Süleyman'ın hükmü babasının verdiği hükümden daha isabetli olmuştur. Bu önemli hadiseye Kitab-ı Mukaddes ve Yahudi kaynakları yer vermediği halde; bu konuda da doyurucu bilgileri ancak Kur'ân tefsirlerinden almaktayız.

    Yine Kur'ân-ı Kerim, Hz. Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular topladığını (en-Neml, 27/17) açıkladığı halde, gerek Tevrat, gerekse İncil bu konuya hiç temas etmemiştir. Kur'ân dışında hadiseyi ayrıntılı bir şekilde ancak Talmud ve hahamlara ait rivayetler ele almıştır. Ayni şekilde Hz. Süleyman'a kuş ve hayvan dillerinin öğretilmiş olduğuna dair Kitab-ı Mukaddes'te bilgi bulunmamasına karşılık Kur'ân-ı Kerim önemine binaen bu meselede bizleri bil gilendirmiştir. Biraz farklı olmakla beraber bu konuda İsrail kaynaklı eserlerde (Yahudi Ansk. XI, 439 vd. ) bilgi bulunmaktadır.

    Hz. Süleyman adının geçtiği her yerde, Sebâ Melikesinin adı da hemen hatırlanmaktadır. Bilindiği gibi Yemen'deki Sebâ devleti, melike Belkıs tarafından idare edilmektedir. Belkıs'ın müslüman oluşu Hz. Süleyman'ın, Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlayan mektubuyla gerçekleşmiştir. Hz. Süleyman'la Sebâ Melikesi arasında geçen kıssa Kur'ân-ı Kerim (en-Neml, 27/20-44), Tevrat (II. Tarihler, IX,1-12) ve İncil (Matta, XII, 42; Luka, XI, 31)'de çeşitli şekillerde zikredilmiştir. Ancak bu kıssanın Yahudi şifâhî rivayetlerinde geçen şekliyle Kur'ân'daki anlatılışı arasında büyük bir benzerlik tesbit edilmektedir (Mevdudi, Tefhim, (Türk. çev.) İstanbul 1987, IV,103). Ancak Hz. Süleyman ile çağdaş olan Sebe kraliçesinin Belkıs olup olmadığı değildir. Zira Milattan sonra 250'li yıllarda yaşayan ve adı Belkıs olan bir Himyeri Kraliçesi bilinmektedir. Müfessirlerin yakın tarihte ismi bilinen Belkıs ile Hz. Süleyman'ın çağdaşı olup, ismi bilinmeyen kraliçeyi barıştırmış oldukları görülmektedir.

  8. #18

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. İLYAS (a.s)


    Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberlerden biri. Hz. Musa (a.s)'dan sonra gelen nesebi Hz. Harun (a.s)'a dayandığı rivayet edilen bir İsrailoğulları Peygamberi.
    Hz. Musa'dan sonra İsrailoğullarının çeşitli boyları. Şam civarına yerleşmiştir. Şam bölgesindeki "Bek" şehrine yerleşen ve zamanla Allah'a isyan ederek haddi aşan bir Benu İsrail kabilesine Hz. İlyas (a.s)'ın gönderildiği rivayet edilmektedir. İlyas (a.s) Kur'an-ı Kerîm'de iki değişik sûrede anılmıştır. Bir yerde diğer Peygamberler ile birlikte ismi geçmiştir: "(İbrahim'e) Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da bağışladık. Hepsi salihlerdendi" (el-Enbiya, 21/85). Diğer sûrede ise İlyas (a.s)'ın kıssası özetle anlatılmıştır. Musa ve Harun (a.s)'dan bahsedilmiş, onların Allah'ın salih kulları olduğu anlatıldıktan sonra İlyas (a.s)'ın kıssasına geçilmiştir: "Muhakkak İlyas da peygamberlerdendi" (es-Sâffat, 37/123). Bu ayet-i kerime İlyas (a.s)'ın etrafında Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından oluşturulmuş olan efsanevî kimliği aralamakta, onun Allah'ın diğer Peygamberleri gibi bir peygamber olduğunu anlatmaktadır. Buhârî, Kitâbu'l-Enbiyâ bölümünde İlyas (a.s) için bir bab açmış ve onun kıssasını anlatan es-Sâffât suresindeki ayetleri bu babda zikretmiştir. ibn Mes'ûd ve ibn Abbas'ın rivayetine göre Hz. ilyas ile idris (a.s) aynı şahıstır (Buhârî, Enbiyâ, 4). idris (a.s) da Nuh (a.s)'ın babasının dedesidir (Buhâri, Enbiyâ, 5).

    İlyas (a.s) Peygamber olarak gönderildiği insanları dine davet etmiştir: "(Hz. İlyas) milletine: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbınız önceki babalarınızın da Rabbi bulunan Allah'ı bırakıp da Ba'l putuna mı taparsınız?" demişti (es-Sâffât, 37/124-126).

    Ayet-i Kerime'de geçen "Ba'l" o kavmin tapındığı putun ismidir. Oturduğu şehirlerinin ismi "Bek" olan bu halkın, tapındıkları puttan dolayı şehirlerinin isminin "Ba'lebek" olduğu rivayet edilmektedir.

    Rivayete göre Hz. İlyas İsrailoğullarına Hızkil (a.s)'dan sonra gönderilmiştir. İnsanları Allah'a imana çağıran Hz. İlyas, kavminin Ba'l putuna tapmamasını emretmiştir. O bölgenin kralı önce iman etmesine rağmen daha sonra irtidat ederek Hz. İlyas (a.s)'ı öldürmeye kalkmıştır. Hz. İlyas yedi sene kadar dağlarda bayırlarda dolaşmış, insanları Tevrat'ın emirlerine davet etmiş, iman etmemeleri üzerine, o beldeye üç yıl hiç yağmur düşmemiştir. Daha sonra Hz. İlyas'ın duasıyla yağmur yağmasına rağmen yine İlyas (a.s)'a iman etmemişlerdir. Kendisinden sonraki Benûisrail Peygamberlerinden Kur'an'da ismi zikredilen Elyas'a (a.s)'ı Hz. İlyas yetiştirmiştir. Rivayete göre kavminin imansızlığına kızan İlyas (a.s), Allahu Teâlâ'dan kendisini gökyüzüne kaldırması için dua etmiş, bunun üzerine belirlenen bir yerde yanında Elyas'a (a.s) da varken gökten gelen ateş gibi bir ata binip havalanmış, nübüvvet simgesi olarak da aşağıda kalan Elyas'a hırkasını atmış ve semâya refedilmiştir.

    Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu rivayetler İsrailoğullarının Tevrat kökenli rivayetleridir. İşin doğrusunu en iyi Allah bilir (İbn Kesîr, Tefsiru'l Kur'ani'l Azîm, VII, 31). Hz. İlyas (a.s)'ın, Hızır (a.s) ile yılda bir kez buluştuğuna inanılır, halk arasında bu buluşma Hızır İlyas (Hıdrellez*) şeklinde simgelenmiştir.

  9. #19

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    HZ. ELYESA' (a.s.)

    İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerden biri.
    Elyesa' (a.s.)'ın ismi Kur'an'da iki defa geçmekte (el-En'âm, 6/86 ve Sid, 38/48). Ahd-i Atık'te de Elîşa' seklinde zikredilmektedir (Ahd-i-Atık, I. Kırallar, XIX, 16, 17, 19). İslâm kaynakları ondan Elyesa' b. Uhtûb ismiyle bahsederler.

    Elyesa' (a.s.), küçüklüğünde kötürüm bir vaziyetteydi. O sırada İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. İlyâs, bir gün yahudilerin azgınlığından kaçarak dul bir kadın olan Elyesa'ın annesinin evine sığınmış, kendisini koruyan bu kadının kötürüm oğluna yaptığı dua kabul olunarak Elyesa' sıhhatine kavuşmuştu. Bunun üzerine Elyesa', Hz. İlyâs'a iman edip ona tâbı oldu, hizmetinde bulundu, her gittiği yere onunla birlikte gitti.

    Hz. İlyâs'tan sonra İsrailoğullarının ıslâhı ile meşgul olan, onlara va'z ve nasihatlerde bulunan Elyesa' (a.s.) Cenâb-ı Hak tarafından peygamberlikle görevlendirildi. Hz. Elyesa', hak dini tebliğ görevini var gücüyle yerine getirmeye çalışmasına rağmen İsrâiloğulları günden güne azıtıyorlardı.

    Tevhîd düşüncesini yerleştirdikten sonra ruhunun alınmasını niyâz eden Elyesa' (a.s.)'ın bu duası kabul olundu ve o, yerine halef olarak Zü'l-Kifl (a.s.)'ı bırakarak vefât etti.

  10. #20

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. ZÜLKİFL (a.s)


    Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biri.
    Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk. Şüphesiz onlar salih olanlardandı" (el-Enbiyâ, 21/85, 86).

    Âyette geçen "Zülkifl" adı değil lakabıdır ve "nasib ve kısmet sahibi" anlamına gelir. Fakat burada dünyevî zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve âhiretteki derecesini kastetmek için kullanılmıştır. Onun gerçek adı hakkında çok farklı rivayetler vardır. Yahudiler O'nun, İsrailoğullarının esâreti sırasında peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir bölgede yapan Hereksel olduğunu iddia etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da onun Eyyub (a.s)'ın kendisinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu görüşlerin hiç biri kesinlik derecesine sahip değildir.

    Zülkifl (a.s)'ın peygamber olmadığı söyleyenler olmuşsa da, âlimlerin ekseriyetine göre peygamberdir ve makbul olan görüş de budur (el-Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut t.y., XVII, 82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, İstanbul 1991, III, 327).

    Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kıssasını arzettikten sonra, peygamberlerinden bazılarını anmış ve onları övmüştür. İnsanları tevhide çağıran, Allah'ın sevgi ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki âyetlerin meâli şöyledir:

    "Kuvvetli ve basiretli kullarınız İbrahim'i, İshâk'ı ve Yâkub'u da an. Biz onları ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık. Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır. İsmâil'i, Elyesâ'ı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (Sad, 38/45, 46, 47, 48).

    Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl (a.s) Şam'da otururdu. Oradaki halkı Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir şekilde yaşamaya çağırdı ve orada vefât etti (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167).

Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •