Saadet Asrının mutlu günlerinden birinde geçer hadise... Hazreti Peygamber (s.a.v), yanında ashabından bazı zatlar, Medine’de bir yerden dönmektedir. Benî Sâide Sofası denilen mevkide istirahat etmek için oturulur. Allah Resulü (s.a.v), Sehl ibni Sa’d’a (r.a) dönerek “Ya Sehl, bizleri bir sulasan” buyurur. Bu emri canına minnet bilen Hazreti Sehl de tahtadan bir kap ile Hz. Peygamber (s.a.v) ile ashabına su dağıtır.

Sekiz yaşında iken Bedir Savaşında babasını şehid veren, Peygamberin (s.a.v) vefatında 15 yaşlarında bir delikanlı olan, Hicri 91 yılında 96 yaşında vefat ettiğinde “Medine’de en son vefat eden sahabi” unvanını alan Sehl, o gün su ikram ettiği ağaçtan mamul kadehi hatıra olarak saklar. Yıllar sonra, bir topluluğun içinde gösterdiğinde kadeh, orada bulunan Ömer bin Abdülaziz tarafından istenir. Sehl de kadehi ona hediye eder.

Sergilediği adalet sayesinde tarihlere “İkinci Ömer” ismiyle geçen yedinci Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz, Hazreti Peygamber’e (s.a.v) son derece hürmetkârdı. Medine’de vali iken Resulullah’ın (s.a.v) ayak bastığı yerleri adım adım dolaşır, onun namaz kıldığı yerlerde namaz kılar, önemli olayların geçtiği yerleri ziyaret ederdi.

Enes bin Malik de (r.a) saklamıştı

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) devamlı su içtiği bir diğer kadehi ise ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden olan ve kendisinin hususi hizmetini gören Enes bin Malik (r.a) tarafından saklanmıştı. Hicaz bölgesinde kap imalatında kullanılan ‘nudar’ ağacından yapılmış, genişliği derinliğinden daha fazla olan kadehin duvara asmaya yarayan demirden bir halkası da vardı. Hazreti Enes (r.a) bu halkayı altın ya da gümüşten başka bir halka ile değiştirmek istediğinde üvey babası Ebû Talha (r.a) “Sakın ha, Resulullah’ın (s.a.v) yapmış olduğu bir şeyi katiyyen değiştirmeye kalkma” diyerek mani olmuştu. Enes, siyah bir kılıf içinde muhafaza ettiği bu kadehle bazı ziyaretçilerine su ikram ederdi.

Zamanla çatladığı için etrafı gümüşle pervazlanan kadeh, Enes bin Malik’in vefatından sonra oğlu Nadır bin Enes’e, ondan da çocuklarına intikal eder. Bu sırada sekiz yüz bin dirheme satılır. İmam-ı Buhari’nin kadehi Basra’da gördüğü, ondan su içtiği kendi ağzından nakledilmektedir. Hatta sekiz yüz bin dirhem verip satın alanın bizzat kendisi olduğuna dair rivayet de mevcut.

Topkapı Sarayı’nda

Yaklaşık üç asır boyunca tam bir emanet titizliği ile korunan ve hikayesi kaynaklara geçen bu kadehin daha sonra ne olduğu bugün bilinmiyor. Ama Sehl bin Sa’d tarafından muhafaza edilen kadeh günümüze kadar gelmiş durumda. Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunan Kadeh-i Şerif, ağaçtan yapılmış. Çapı dıştan 20, içten 16 cm.; yüksekliği dıştan 8, içten 6 cm.; kalınlığı ise 2 cm. Zaman içinde yıprandığı, adeta dağılacak gibi bir hal aldığı için dışı gümüşle kaplanmış. Yıpranan kısımları da siyah bir madde ile doldurulmuş. Dış kısmındaki kalem işi desenlerle bezeli gümüş kaplamanın etrafını sülüs hattıyla Ayete’l Kürsi yazılı bordür çeviriyor. Ağız kısmında ince bir yazı ile kadehin hikâyesi kayıtlı. Aynı kitabe sülüs hattıyla bir madalyon şeklinde dip kısmında da yer alıyor.

Kitabeye göre Hazreti Sehl tarafından muhafaza edilen Kadeh-i Şerif, bir müddet Kalkaşendi ismiyle tanınan bir ulema ailesi tarafından korunmuş, Hicri 921 yılında da Şam emirlerinden Emir Sibay’ın eline ulaşmış. Üzerindeki gümüş kaplama da muhtemelen bu devirde yaptırılmış.

Kalkaşendiler, İslâm tarihinde kıymetli şahsiyetler yetiştirmiş bir aile. Bunlardan Ahmed bin Ali Kalkaşendi, daha ziyade Subhu’l E’şâ fî Kavânîni’l İnşâ isimli eseriyle ünlü. Devletlerarası münasebetlerdeki yazışmalarda kâtiplere yardımcı olmak için kaleme alınan bu eser geniş bir İslâm ansiklopedisi mahiyetinde. Emir Sibay ise Şam’da yaptırdığı Sibaiye Medreseleri ile eğitim tarihine geçmiş.

Kadeh-i Şerifin bu tarihten sonraki hikayesi ise tam bir muamma. Kaplamasında Emir Sibay tarafından teslim alındığı tarih olarak belirtilen Hicri 921, Miladi takvimle 1515/ 16’ya denk geliyor. Şam’ın Osmanlılar tarafından alındığı tarih de Hicri 922. Şam, Memlük ordusunun Mercidabık’ta imhası sonunda 28 Eylül 1516’da kapılarını Yavuz Sultan Selim’e açmış, Yavuz da bir müddet burada ikamet etmişti.

Üzerindeki kitabeyi saymazsak Kadeh-i Şerif’le alâkalı yazılı kaynaklardaki bilgiler en son Ömer bin Abdülaziz devrine kadar ulaşıyor. Bu tarihten sonra nasıl muhafaza edildiği, Osmanlılar’a nasıl intikal ettiği konusu bir tarafa varlığıyla ilgili bilgiye rastlamak dahi mümkün değil. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili isimli eserini yazmadan önce yirmi beş yıl boyunca bu konuları derinlemesine araştırdığını, bütün kaynaklara ulaşmaya çalıştığını ama böyle bir bilgiye rastlamadığını söylüyor.

Topkapı Sarayı 1924 yılında müzeye çevrilirken dini rabıtalarından dolayı Mukaddes Emanetler Dairesine dokunulmamış, eski usul üzere Hırka-i Saadet Başmemurunun nezaretinde kırk Hasodalı tarafından muhafazaya devam edilmiş. Nihayet 1927 yılında o zamanki Hırka-i Saadet Başmemuru olan, eski sarayın en yaşlı mensuplarından Reşit Efendi, müzenin ciddiyetine kanaat getirmiş ve bir zamanlar padişah tarafından kendisine verilen Emanetlerin anahtarlarını Müze Müdürü Tahsin Öz’e kendiliğinden teslim etmiş. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), diğer peygamberlerin, ashab-ı kiramın, İslâm ulularının hatıralarını taşıyan emanetler ve teberrükât asırlardan beri belki ilk kez bohçalara sarılıp konuldukları mahfazalarından tek tek çıkartılıp envanterlenmiş. Varsa üzerlerindeki kayıtlardan okunabildiği ya da hademelerinden nakledildiği kadarıyla kendileriyle ilgili bilgiler not edilmiş. Kadeh-i Şerif de bu sırada 21/37 nolu gümüş tas olarak kayıtlara girmiş. O tarihten bugüne kadar da dikkat çekmemiş olsa bile 1400 küsur yıl öncesinin mutlu bir gününden kalan bu hatıranın muhafazasına devam ediliyor.