askevim.net OsmanLi TarihiOsmanlıların İlk Devirlerinde Yazılmış Olan Bazı Eserler
Âlim ve mütefekkirleri himaye
Osmanlı devletinin temeli atılıp teşkilâtı yapıldığı sırada İznik medresesi ile de ilk ilmî hareket başlamıştı; devlet hudutlarının genişlemesi ve ilim adamlarına karşı gösterilen himaye, Orta Asya, İran, Suriye ve Mısır'dan ve Anadolu beyliklerinden buraya bir hayli fikir adamlarının ve sanatkârların gelmelerine vesile olmuştu.
Diğer Anadolu beyleri gibi ilk Osmanlı hükümdarlarıyla devlet adamlarının pek çoğu ana dil olan Türkçeden başka dil bilmedikleri için kendilerine ithaf edilen eser veya tercümeler de -bazı ilmî eserler hariç- Türkçe olurdu; bu hal, Türk lisanının tekâmülü ve Türkçe eserlerin artması cihetiyle Anadolu ve Rumeli'de kültür hayatının süratle inkişafını gerektirmiştir.
Hükümdarlarla Şehzade ve Devlet Adamlarına İthaf Edilen Bazı Eserler
XIV. Yüzyılda Süleyman Paşa ve kardeşi I. Murad ve onun oğlu Yıldırım Bayezid ile Çandarlı Halil Hayreddin ve oğlu Ali Paşa'ların ve XV. yüzyıl ortalarına kadar Emîr Süleyman, Çelebi Mehmed, II. Murad, Tokatlı Hacı ivaz Paşa ve Timurtaş Paşa-zade Umur Bey ve Çandarlı-zade II. Halil Paşa ve Burgazlı diğer Halil Paşa ve saire gibi hükümdar ve devlet adamlarının gösterdikleri himaye ve teşvik sayesinde Osmanlılarda siyasî ve askerî muvaffakiyetlerin yanında ilmî ve fikrî hareketler de süratle genişlemiştir. Bu himayeye nail olan âlimler ve edipler muhtelif mevzularda ekseriyetle Türkçe eserler telif veya tercüme ederek daha evvelki yüzyıldan beri Anadolu'da devam edip gelen ilmî ve fikrî hayatı daha mükemmel ve daha geniş olarak idame ettirmişlerdir.
Osmanlılarda yazılan ilk eserler arasında İznik'teki ilk Osmanlı medresesi' nin müderrisi Kayserili Davud bin Mahmud'un (vefatı 751H./1350M.)Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî'nin Füsusü’l-hikem isimli eserine Matla-ı husûsu'l-kilem fi şerh-i Fusûsi'l hikem isimli vâkıfâne şerhi görülmektedir. 1299 (1882 M.)'da Tahran'da basılmış olan bu şerh XIV. yüzyıl ortalarında tasavvufun Osmanlı ülkesinde yayılmasına yardım etmiştir. Bundan başka Ankaralı Mustafa bin Mehmed tarafından Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa adına kaleme alınmış olan Sure-i Mülk tefsiri ve I. Murad namına Kara Hoca Alâaddin Ali (Alaeddin Esved) tarafından yazılan fıkıhtan Künûzü'l-envar isimli şerh ve yine bu hükümdara ithaf olunan Mecma’u’l-Fuad adındaki muhtasar miftah şerhi ve şehzadeliği zamanında Yıldırım Bayezid adına Şerh-i müskilât-i Kur'ane serh-i müşkilât-i ahâdis adındaki teliflerle Çandarlı Halil Hayreddin Paşa'ya ithaf olunan Keşşaf tefsiri haşiyesi görülüyor.
Candar oğulları'nın Sinop'taki küçük beyliği müstesna olarak Anadolu beyliklerini ortadan kaldırmış olan Yıldırım Bayezid, o beyliklerdeki bütün vakıf müesseselerini vakfiyeleriyle beraber tanımış olduğundan bu sayede Anadolu'daki fikir hayatı sarsıntıya uğramadan devam etmiştir; bundan dolayı hükümdarlığı zamanında Yıldırım Bayezid namına Ali bin Hibetullah tarafından telif edilmiş olan Arapça küçük kıtada Hulâsat-ül-minhacfi ehli'l-hisab ve Şeyh Hasan'ın Arapça ve Farsça eserlerden tercüme suretiyle vücuda getirdiği Fütuvvet âdabına dair Fütuvvet-nâme ile İbn Melek oğlu Mehmed'in Arapça ahlâk ve mevizeden bahseden Bedrü’l-vâızin ve zahrü'l-âbidin isimli eseri hep Yıldırım Bayezid'e takdim edilmiştir.
800 Hicri/1398 M. de Mehmed bin Süleyman tarafından tercüme edilen Hayatü’l-Hayevan da bu devre ait olup bir nüshası Topkapı sarayı Revan odası kitapları arasında 1660 numaradadır. Eserin aslı Şeyh Kemalüddin bin Îsa E’d-Demirî'nin olup hayvanat kitabıdır. Bunlardan başka Bursalı Niyazî, divanını Yıldırım Bayezid'e ithaf ettiği gibi Hurşid ü Ferahşad adını taşıyan manzum eser de yine Yıldırım Bayezid adınadır. Şeyhoğlu'nun manzum Ferahnâme'si de bu devre aittir.
Yıldırım Bayezid'in şehzadeleri içinde iyi bir tahsil görmüş olan Emîr Süleyman Çelebi'nin Edirne'deki sarayı bir çok âlim, şair ve musikişinasların toplandıkları bir yerdi. Bu hükümdar namına muhtelif mevzularda eserler yazılmıştır. Ok talimine dair Mehmed bin Şeyh Mustafa tarafından Arapçadan tercüme edilmiş olan Kavis-nâme ve Mehmed adında birinin âşıkane bir hikâyeyi içeren kaleme almış olduğu manzum Işk-nâme ve Hızır bin Yakub'un dinî ve felsefî Siyaset-nâme isimli eseri Emîr Süleyman Çelebi namına yazıldıkları gibi Şair Ahmedî ile Ahmed-i Dâî'nin de Emîr Süleyman'a ithaf ettikleri eserlerini de edebî cereyanları yazarken göstermiştik.
Çelebi Sultan Mehmed'in kısa süren hükümdarlığı zamanında onun adına Zekeriya bin Mehmed Kazvinî'nin Ansiklopedi tarzında heyet, coğrafya, tıb, nebatat, madenler ve ilâçlardan ve meşhur şehir ve kasabalardan bahseden Acaib-ül mahlûkat adlı eseri Rükneddin Ahmed tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Abdülvehhab b. Yusuf b. Ahmed el-Mardanî tarafından Çelebi Sultan Mehmed'in hazinesi için telif edilen Kitabü’l-müntehab fî't-tıb isminde tıbbî eserlerden seçimiş bir kitab Tire'de Necib Paşa kütüphanesinde 591 numarada bulunmaktadır.
Yazıcıoğlu Selâhaddin'in 1408'de Ankara'da yaşayan Devlet Han ailesinden İskender bin Hacı Paşa namına kaleme aldığı heyetten manzum Şemsiye şerhi ve aslı Farsça olup ilâvelerle genişletilmiş olan Melheme isimli eser —ki Şair Cevrî, Yazıcı-zâde'nin bu eserini tadil etmek suretiyle kaleme almıştır— ve Hatipoğlu'nun Ruhü'l-kulûb adındaki ilm-i hali ve Cacaoğlu Nureddin Hamza Bey namına yazılmış olan El-kasidetü'n-nasiha bi lûgat-i Türkiye ismindeki iki yüz altmış dört beyitli kaside şerhi de XV. yüzyıl başlarına aittir.
Ebu'l-hayr diye anılan Sultan II. Murad Osmanlı hükümdarları içinde şimdiye kadar lâyikiyle takdir edilmemiş olan yüksek şahsiyettir. Muasırı İslâm ve Hıristiyan bütün tarihçiler kendisinin karakterini siyasî hüviyetini adalet ve hakkaniyetini takdirle kaydederler. Sulh zamanlarında haftada iki gün ilmî mübahaselerde bulunurdu. Millî lisan ve edebiyatın inkişafında mühim âmil olmuştur. Müsaid zamanlarını musiki ve sohbetle geçirirdi; devlet işlerini baba oğul iki vezir-i âzami olan Çandarlı-zâde İbrahim ve Halil Paşalara bırakmış olduğundan bu cihetle hemen hiç meşgul olmazdı; fakat memleketinin bir tehli***e ve bir tecavüze mâruz kaldığını haber alır almaz eğlence ve musahabeleri bir tarafa bırakarak ordusunun başında ser hadlere koşardı. Onun saltanatı zamanında Osmanlı ülkelerinde ilmî cereyan artmış, şiir ve musuki zevki yükselmiştir.
Sultan Murad bazan şiir de söylemiştir. Aşağıdaki güzel bir beyit kendisine ait olmak üzere şuara tezkirelerinde görülüyor:
Gerçi kim haddim değildir buseni kılmak dilek
Ârif olan çün bilür anı ne lâzım söylemek
II. Murad devrinden itibaren yazılmış olan eserler evvelkilere nazaran daha çok olup hemen hepsi de yüksek kıymeti hâiz idiler. Kütahya'da Vacidiye medresesi müderrisi Abdülvacid Mehmed'in 838 H/1434 M de fıkıhtan Burhanü’ş-Şeria'nın muhtasar Vikaye'sine Vikaye fi ilmihi-daye ismiyle bir şerhi olup bunu II. Murad'a takdim etmiştir. Yine II. Murad adına on yedi bab üzerine Bah-name tertibi üzere cinsel ilişkiye dair Musa bin Mesud tarafından Farsçadan Türkçeye bir risale tercüme edilmiştir. Tabib Mümin bin Mukbil tarafından Zahire-i Muradiye isimli izahlı tıbbî eser 841 H./1437 M. de II. Murad adına kaleme alınmıştır; yine aynı tabibin aynı hükümdara ithaf etmiş olduğu kısaca açıklamalı, hıfzıssıha ve ayrıntılı olarak göz hastalıklarından bahseden Miftahü'n-nur ve hazainü's-sürur adlı eseri ve mücevherlerin türlerinden ve hassalarından bahseden ve Mustafa bin Şeydi tarafından Nasir-i Tusî'nin Farsça bir risalesinden genişletilerek tercüme edilen yedi bâb üzerine tertib edilmiş Cevahir-nâme ve Karahisarlı Kasım bin Mahmud'un Necmeddin Dâye'nin Farsça eseri olan Mirsadü’l-ibad tercümesi ve İbn-i Melek bin Mehmed'in ilm-i ahlâk ve muhâdarattan behseden Bahrü'l-Hikem adlı büyük telifi ve Balıkesirli Devletoğlu Yusuf'un Hidaye ve Vikaye tercümeleri ile Serezli Nazmî'nin Süleyman-nâme'si, El-bidayetü ve'n-nihaye adındaki İbn-i Kesir tarihi tercümesi, Yazıcıoğlu Ali Çelebi'nin Selçuk-nâme'si, Yahya bin Mehmed'in Minhacü’l-inşa isimli inşa kitabı ve İznikli Musa'nın 833 H./İ429 M de İkinci Murad namına kaleme aldığı manzum Camasb-nâme'si, Çelebi Mehmed'in Nişancısı ve II. Murad'ın hocası İbn-i Arabşah Ahmed'in Çelebi Sultan Mehmed'in emriyle Farscadan Türkçeye çevirdiği altı cilt üzerine Câmi’u’l-hikâyat ve Lâmiu’r-rivâyat ve Ömer bin Mezid tarafından XV. yüzyıl şairlerinin şiirlerinden toplanarak 840 H./1436 M.de Timurtaş Paşazade Umur Bey'e ithaf edilmiş olan Mecmu’atü’n-nezâir ile yine Umur Bey adına Kadı Burhaneddin Ahmed'in İksirü’s-saadet isimli eserinin tercümesi olan Kurretü’l-ayni’t-talibîn ve tıbba dair Müfredat-ı ibn-i Baytar tercümesi Osmanlı Türklerinde ilim adlı eserde bu tercümenin Aydınoğlu Umur bey adına olduğu hakkındaki mutalea yanlıştır ve Şair Ahmed-i Dâî tarafından telif edilen Şifa fî't-tıb el-müsned alel-Mustafa adındaki tıbbı nebevî tercümesi ve Mehmed bin Mahmud Şirvânî tarafından yazılan Tuhfe-i Muradı fi esnafi'l-cevâhir ve ismi zikredilmiyen Bergama kadısı tarafından kısmen Türkçeye çevrilen tıbba dair Kâmilü’s-sınâa ve veziriâzam Çandarlı-zâde Halil Paşa'ya takdim edilmiş olan İznikli Hümamî'nin Sîname ve Ebu'l Hayr Ahmed tarafından yine aynı vezire ithaf edilen Saydele-i Ebî Reyhan ile Hacı İvaz Paşa'nın biraderi Çırak Bey'e sunulan Şir'atü’l-İslâm tercümesi ve bunlardan başka adedi yirmiyi geçen muhtelif Türkçe telif ve tercümeler II. Murad devrine ait olup bir haylisi da bu hükümdar namına kaleme alınmıştır. Şakayik tercümesinde Fakih Bahşayiş adında ulemadan birinin II. Murad adına bazı risaleleri olduğu yazılmışsa da bunların isimleri gösterilmiyor; fakat Şakayik sahibi bu risaleleri görmüş olduğunu söylüyor. II. Murad devri âlimlerinden İbn-i Meddas yani Çizmecioğlu denilen Tokatlı Hüsameddin Kavs-i Kuzah yani alâim-i semaya âid bir eser yazmıştır. Bu eserdeki malûmatın fennî olmasından dolayı itikadsızlıkla itham edileceğinden korkmuş olmalıdır ki yapmış olduğu tetkikatın mezheb-i hükema üzere olduğunu ve müteşerrilerin buna inanmamalarını beyan etmiştir. Yine bu XV. yüzyılın ilk yarısı içinde Manyas kadısı Mehmed'in Acâibü'l-uccâb isminde melek ve şeytanlardan bahsedilen eserin sonuna küçük kıtada bir de hisab kitabı ilâve edilmiştir ve yine aynı zatın II. Murad adına Gülistan tercümesi olup güzel bir nüshası Muhterem Raif Yelkenci’dedir. Ali bin Hibetullah'ın Yıldırım Bayezid'e takdim etmiş olduğu hisab kitabından sonra bu eser Osmanlılar devrinde yazılmış ikinci bir eser olarak görülüyor. Yine bu XV. yüzyıl sonunda Seyyid Mehmed bin Seyyid Hasan'ın Şehzade Mehmed (Fatih) adına 854 H. de telif ettiği Cami’u’l-Lüga adlı eseri de vardır. Gelibolulu Zaifî, II. Murad'ın gazalarını nazmetmiştir.
Osmanlı pâdişahlarıyla vezir ve beyleri adına yazılarak onları ithaf edilmiş eserlerden başka başlı başına telif ve tercüme olarak bu asırlarda (XIV. yüzyılın ikinci yarısıyla XV. yüzyılın ilk yarısı) daha bir hayli çeşitli ve muhtelif mevzularda yazılmış eserler varsa da bunlar, kısa tutulmuş olan bu cilde konulmamış ve zaten yukarıda bahsettiğimiz eserler de teşekkül devrinde Osmanlılardaki ilmî ve fikrî hayatı göstermeleri itibariyle bu kadarı yeter görülmüştür.
Madem Fransızlar'ın soykırım arama hevesleri depreşmiş, bunu niçin önce kendi tarihlerinde değil de yanlış adreslerde ararlar? Kendilerinde bunun çok acımasız örneklerini bulacaklarından ve eli soykırım kanıyla kirlenmiş milletler listesinde en üst sırada yer alacaklarından kuşkuları olmasın!
Arkadaşına gönder Yazıcı uyumlu sayfa
MUSTAFA ATALAR (*)
Batılıların “Muhteşem” diye niteledikleri Kanuni devri, Türk imparatorluğunun en parlak dönemi idi. Bu devir, millî monarşilerin doğuşunun ve modern Avrupa ulus devletlerinin ortaya çıkışının da başlangıç dönemi olarak kabul edilir. Avrupa'nın bugünkü siyasî haritası, Osmanlıların dünya siyasetini yönlendirme gücüyle, aşağı yukarı o zamanlarda şekillenmişti.
VARLIKLARINI OSMANLI'YA BORÇLULAR
Başta Fransa olmak üzere, günümüzdeki Avrupa devletlerinin çoğu, varlıklarını Osmanlı Devletine borçludurlar.
Kanuni'nin saltanat yıllarının başında Fransa, dört bir yandan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun kuşatması ve tehdidi altındaydı. Bu tehdit, Fransa'yı tarih sahnesinden silinme noktasına getirmişti. On altı yaşında Carlos I adıyla İspanya kralı, on dokuz yaşında Kutsal Roma-Germen imparatoru olan, üç hanedanın vârisi Karl V (Şarlken) (1500-1558), başta İspanya ve sömürgeleri, Flandre, Avusturya ve Almanya olmak üzere son derece geniş topraklara hükmediyordu. Macaristan'ı kontrolü altına almış, sıra Fransa'ya gelmişti.
Şarlken, Fransa'yı da ele geçirebilmek için Fransa kralları François I ve ardından da oğlu Henri II döneminde otuz yılı aşkın bir süre Fransa ile sürekli savaştı. Eğer Osmanlıların hayati önemdeki yardımları yetişmeseydi daha işin başında Fransa'nın işi bitecekti. Çünkü 1525 yılında Pavia'da yapılan savaşta Fransızlar yenilmişler ve Fransa Kralı I. François, Şarlken'e esir düşmüştü. Oğlunun esaretten kurtarılması için I. François'in annesi Kanuni'ye mektup yazıp, yardım istedi. Kanuni bu yardım talebini boş çevirmedi. Kanuni François'ya yardım etmek için önce Macaristan, sonra da Viyana üzerine yürüdü. 1526 Ağustos'undaki Mohaç Meydan Savaşı'nı kazanan Kanuni, Şarlken'in elinde esir bulunan Fransa Kralı'nın serbest bırakılmasını sağladı.
Bu yardım isteği ile başlayan Türk-Fransız münasebeteri, Kanuninin saltanatı boyunca yoğun bir şekilde devam etmiş, Fransızlar her başları sıkıştığında Osmanlıları imdada çağırmışlar ve her defasında da onları yanlarında bulmuşlardı. Bu yardımlar bazen denizden veya karadan düzenlenen askeri seferler, bazen Fransa'nın düşmanlarına siyasi veya askeri yönden tazyik, bazen de Fransa'ya ekonomik menfaatler temini şeklinde oluyordu.
FRANSIZ İKİYÜZLÜLÜĞÜ YENİ DEĞİL
Fakat şimdiki Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac'ın Erivan'da Ermenilere başka, telefonda Türk Başbakanı'na başka konuşması gibi, Fransa Kralı I. François de, Osmanlılara karşı ikiyüzlü siyaset izlemekten geri kalmıyordu. Zira Katolik âleminin tepkisinden çekiniyor, münasebetleri gizlice sürdürmeyi yeğliyordu.
Fransa kralları, Osmanlılarla aralarındaki işbirliği ve yakınlığı hem kendi milletlerinden, hem de diğer Avrupa kamuoyundan gizlemişler, bazen inkar ve tevile çalışmışlar, bazen de Türkler aleyhine ittifaklara girmişlerdir. Fransızların bu ahde vefasızlıkları zaman zaman Türk devlet adamlarını öfkelendirmişse de ilişkiler hiçbir zaman kopmamıştır.
Esaretten kurtulduktan sonra Türklerle münasebetini inkara kalkışan I. François, 1527'de Şarlken'le tekrar savaşa tutuşunca, bir kere daha Türk yardımına muhtaç oldu. Rinçon adlı elçisini göndererek, Kanuni'den Macaristan üzerine yeni bir sefer va'di aldı. Kanuni, 1529 yılındaki Viyana Kuşatması'yla François'in yükünü büyük ölçüde hafifletti. Şarlken, Türk tehdidi karşısında François ile Ağustos 1529'da Kambre Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.
Fakat Türklerin Viyana'yı kuşatması nedeniyle Luther'in ateşli nutukları, Erasmus'un Türkler aleyhindeki yazıları ve benzer diğer tepkiler üzerine I. François yine Osmanlılardan uzak durma gereğini hissetmeye başladı. Hatta Papa'nın ağırlığını koymasıyla Osmanlılara karşı Şarlken'le ittifaka bile girdi. Ama yine de el altından Osmanlılarla iyi ilişkilerini sürdürmekten başka çare göremiyordu. Avrupa'daki siyasi havayı çok iyi tahlil eden Kanuni, her türlü dönekliklerine rağmen yine de Fransızlardan yardımını kesmedi. Osmanlıların 1529'daki İkinci Macaristan Seferi, 1532'deki Üçüncü Macaristan (Alaman) Seferi, Fransa'ya Almanya karşısında nefes aldırdı.
FRANSIZLARI KURTARAN OSMANLI
Daha sonra Almanlar ve İngilizler, Fransa'ya karşı ittifaka girerek Fransa'yı iyice köşeye sıkıştırdılar. İngilizlerin Manş kıyılarını işgale başlamaları, Almanların da kazandıkları askeri başarılarla Paris'e 50 km kadar yaklaşmaları üzerine Fransızlar bir kere daha Türkleri imdada çağırdılar. Osmanlılar, 1543 yılında karadan ve denizden Fransızların yardımına koştu. Fransa, düştüğü bu ümitsiz durumdan da Osmanlı ve Fransız donanmalarının birlikte giriştikleri deniz harekatları ve Osmanlıların Macaristan seferi ile kurtarıldı.
Fransızların Şarlken'e karşı yardım istekleri yalnızca kara hareketleriyle sınırlı kalmadı. Osmanlılar deniz yoluyla yardım çağrılarına da değişik zamanlarda donanmalar göndererek karşılık verdiler. Fransa Kralının talebi üzerine, Kaptanıderya Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki 154 parça savaş gemisinden oluşan Osmanlı donanması, Fransa'ya yardım etmek için 28 Mayıs 1543'de İstanbul'dan yola çıktı. Türk Donanması 11 Temmuz'da Fransa'nın Tulon limanına vardı. Türk gemileri Marsilya, Tulon, Antib gibi önemli Fransız şehir ve limanlarına uğradılar. O zaman Şarlken'in himayesindeki Nis şehrini alarak Fransızlara teslim ettiler.
Fransız halkı Barbaros ve donanmasını büyük bir sevinç, yoğun ilgi ve sevgi ile karşıladı. Onları yakından görebilmek için sahilleri doldurdular. Fransa sahillerindeki Türk donanmasını ve Türkleri gösteren pek çok resimler, tablolar yapıldı, şiirler yazıldı.
FRANSA'DA OSMANLI ADALETİ
Tulon Belediye Sarayına asılan ve limandaki Türk donanmasını gösteren tablonun üzerine, bir Fransız şair tarafından yazılan şiirin şu iki mısraı konmuştu: “Bu gördüğünüz, hepimizin imdadına yetişen Barbaros ve ordusudur.” Türk Donanması kışı Tulon'da geçirdi. Tulon o zaman 5000 nüfuslu küçük bir liman kentiydi. Türk donanmasında ise forsalar hariç, 29.440 kişi vardı. Bir yıl için Tulon'da Fransızlar azınlıkta kalmış, şehre Türk bayrağı çekilerek, beş vakit ezan okunmaya başlamıştı. Fransız halkı Türk idaresinden ve getirdiği yeniliklerden son derece memnundu. Bu bir yıl içerisinde şehirde en küçük bir zabıta olayı olmamış, şehir ve çevresinde tam bir huzur ve sükûn hüküm sürmüştü. İspanya kıyıları ve limanları defalarca bombalandığı halde, İspanyollar Türk donanmasının karşısına çıkmaya cesaret edemediler. Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken, çaresizlik içinde ömrünün en acı günlerini yaşadı. Bir yıl üç ay süren bu seferden sonra donanma İstanbul'a geri döndü.
Sayısız başarılarına rağmen Şarlken'in, Fransa'yı işgal girişimleri Osmanlılar yüzünden sonuçsuz kaldı. Fransa'dan bir karış bile toprak alamadı. Yorgun ve hasta düşen Şarlken, oğlu Felipe II (1555) ve kardeşi Ferdinand (1556) lehine tahttan çekildi.
Şarlken'den sonra İspanya tahtına oturan oğlu II. Felipe zamanında Avrupa'nın en büyük devleti haline gelen İspanya, Türklere karşı Akdeniz'de ve Kuzey Afrika'da bir başarı elde edemeyeceğini anlayınca Avrupa'ya yöneldi. Kuzey Afrika'yı işgale kalkışan Portekiz kralı ve ordusunun Türkler tarafından Kuzey Fas'ta yok etmesi üzerine İspanya Kralı II. Felipe, zamanın büyük devletlerinden olan Portekiz ve sömürgelerine el koydu. Bununla da yetinmeyip başta Fransa, İngiltere, Hollanda olmak üzere diğer Avrupa devletlerini de yutmak için harekete geçti.
(*) Kültür ve Turizm Bakanlığı Başmüfettişi
Avrupa'nın ”kurucu”su ve koruyucusu Osmanlı
İspanya'ya karşı Avrupa devletlerinden Osmanlılara, ardı arkası kesilmeyen imdat çağrıları ve yardım talepleri gelmeye başladı. Osmanlılar bu taleplere de kayıtsız kalmadılar. Türkler, Portekiz'de İspanya'ya karşı gelişen milliyetçi hareketleri destekleyerek Portekiz'in tekrar bağımsızlığına kavuşmasını sağladılar. Osmanlı donanması, bütün denizlerde İspanyol donanmalarını vurarak İspanya'nın gücünü kırdı, tehdit altındaki komşularını rahatlattı. Osmanlılar, ekonomik yardımlar ve ticari imtiyazlarla İspanyol tehdidi altındaki ülkeleri güçlendirdiler.
Büyük ekonomik sıkıntılar içerisinde olan Fransa'nın güçlenebilmesi için, şubat 1536'daki bir Ahidname ile Fransa'ya pek çok ticari ve ekonomik imtiyazlar (Kapitülasyonlar) verildi. O zamanlar galibin mağluba, büyüğün küçüğe lütuflarını ifade eden Kapitülasyonlar daha sonra devletin başına bela oldu. Kanuninin bir lütuf olarak ve yalnızca kendi saltanatı dönemi için verdiği, karşılıklılık esasına dayanan bu imtiyazlar, daha sonra sürekli hale getirilmiş ve devletin zayıfladığı dönemlerde aleyhine işlemiştir.
Peki kendileri için ölüm kalım meselesi olan Osmanlı yardımlarına acaba Fransızlar nasıl teşekkür ettiler?
FRANSIZ TEŞEKKÜRÜ: ARKADAN VURMAK
Türklerden hep iyilik gören Fransızlar, teşekkürlerini nedense hep düşmanlıklarla göstermişlerdir. 19. yüzyılın başlarında Türk toprakları olan Tunus ve Cezayir'i işgale girişmeleri bu düşmanlıkların başlangıcı olmuş, Kırım Harbi hariç hep karşı cephede yer almışlar ve hemen her vesile ile Türk düşmanlığının ayrı bir örneğini sergilemişlerdir. Napolyon'un Mısır ve Akka çıkarmalarının Cezzar Ahmet Paşa tarafından def edilmesinden sonra, varlıklarını borçlu oldukları Osmanlı'nın yıkılışını hazırlamakta İngilizlerle birlik olmuşlar, Osmanlı topraklarında asırlardır huzur ve güven içinde yaşayan etnik ve dini azınlıkları kışkırtarak geniş Osmanlı topraklarını kan gölüne çevirmişlerdir.
Çanakkale'de 250 bin Türk askerinin şehit edilmesinde başrol oynamışlar, Maraş, Antep, Urfa, Suriye, ve Adana'yı işgal etmişler, işgal ettikleri yerlerde Ermeni militanlarına da Fransız askeri üniformaları giydirerek yüz binlerce Türk'ün kanına girmişlerdir.
Şimdi de Osmanlılara karşı kışkırttıkları Müslüman olan olmayan milyonlarca masum insanın kanının heder olmasına neden oldukları karışıklıklar sonucu meydana gelen ölümlerden dolayı da dünyanın gelmiş geçmiş en adil devleti olan Osmanlıları ve Türkleri suçluyorlar. Fransızları ve onlar gibi nicelerini soykırımdan kurtaran, tarih boyunca hiç kimsenin dinine ve inançlarına karışmamış olan Türkleri soykırım yapmakla suçlamaya bu amaçla kendi parlamentolarından kanunlar çıkarmaya kalkışıyorlar.
Demek ki, Fransız teşekkürü böyle oluyormuş!
Fakat yine de sormadan edemeyeceğim. Madem Fransızların soykırım arama hevesleri depreşmiş, acaba bunu niçin önce kendi tarihlerinde değil de yanlış adreslerde ararlar? Kendi tarihlerinde bunun çok değişik ve acımasız örneklerini bulacaklarından ve eli en fazla soykırım kanıyla kirlenmiş milletler listesinde en üst sıralarda yer aldıklarını göreceklerinden hiç kuşkuları olmasın!
Haçlı Seferleri ve sömürgecilik faaliyetleri… gibi nedenlerle başka milletlere yaptıkları soykırımlar bir tarafa, kendi milletlerinden ama başka din, mezhep ve inançtan milyonlarca insanın hem de akıl almaz işkence ve zulümlerle yok edildiği Engizisyonlar, Aziz Bartolomeus Yortusu Katliamları gibi soykırım olayları Fransız tarihinde oldukça geniş yer işgal eder. Başkalarına haksız suçlamalarda bulunmak yerine, kendi geçmişlerinden ders almayı deneselerdi daha yararlı bir iş yapmış olurlardı.
Yer imleri