Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 3/5 İlkİlk 12345 SonSon
50 sonuçtan 21 ile 30 arası

Konu: 19 Mayıs Şiirleri

  1. #21

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  2. #22

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  3. #23

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  4. #24

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  5. #25

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  6. #26

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  7. #27

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    19 MAYIS'IN ANLAMI

    PROF. DR. DURSUN ALİ AKBULUT (*)

    Türk Tarihinde kutlanması gereken günler vardır. Bunlardan biri 19 Mayıs 1919'dur. 19 Mayıs 1919 Anadolu'da yeni Türk Devleti'nin fiilen temellerinin atıldığı gündür ve Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin başlangıcıdır. Yüce Önder Atatürk'ün Büyük Nutkunu bu olayla başlatması, doğum gününü soranlara 19 Mayıs'ı işaret etmesi bunun kanıtı sayılmalıdır. 19 Mayıs'ın millî bayram olarak ilân edilmesi bu yargıyı daha da pekiştirmektedir. Atatürk, gerek Millî Mücadele döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde yurdumuzun birçok şehrini ziyaret etti. Bu ziyaretler, o şehirlerin mahallî övünç günleri olarak kutlandığı halde sadece 19 Mayıs yasa ile millî bayram kabul edildi.
    Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. İstanbul'da yaklaşık altı ay kaldı. Bu süre içerisinde vatanın kurtuluşu için çeşitli girişimlerde bulundu. Padişahla birkaç kez görüştü ve ona bu konuda düşüncelerini aktardı. Güçlü bir hükûmetin kurulması için çaba gösterdi. Basın yoluyla geniş kitleleri bilgilendirmeye, halkı aydınlatmaya çalıştı. Kurtuluşa giden yolun temel ilkelerini yine bu dönemde ortaya koydu. Bunları çok yakın arkadaşlarına anlattı. Böylece Millî Mücadeleden yana az sayıda, fakat etkin bir grup oluşturmayı başardı. Millî Mücadele Anadolu'dan başlatılacaktı. Bunun için öncelikle birer görevle Anadolu'ya geçilecek, mecbur kalınmadıkça görev terkedilmeyecek, görevi bırakmak gerektiğinde asla İstanbul'a dönülmeyecek, çalışmalar gayrî resmî bir tarzda sürdürülecekti. Samsun'dan başlayan süreçte, onun tutum ve davranışları izlenecek olursa bütün bu prensiplere bağlı kaldığı görülecektir. Başlangıçta kendisiyle birlikte Millî Mücadeleye atılan arkadaşları arasında, zorunlu olmadıkları halde İstanbul'dan verilen emirlere hemen uyarak görevini bırakanları, bununla kalmayıp İstanbul'a dönenleri, söz konusu prensiplere aykırı davrandıkları için Nutuk'ta ağır bir biçimde eleştirmektedir. Yüce Önder'i diğerlerinden ayrı ve üstün kılan, azmi, iradesi, kararlılığı, milletine sevgisi ve güveni, zafere olan mutlak inancıydı. Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atandıktan sonra, heyecanla Harbiye Nezareti'nden çıkarken, "kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa"(1) hazırlanıyordu. Oldukça sıkıntılı, zahmetli bir yolculuktan sonra,Samsun'da milletiyle kucaklaştı.
    Samsun, mülkî taksimatta doğrudan Dahiliye Nezareti'ne bağlı Canik Sancağı'nın merkez ilçesiydi. Karadeniz kıyısındaki bu şirin kasaba, Birinci Dünya Savaşı'nın yükünü taşıyan yerlerden biriydi. Genel savaş sırasında özellikle Rus istilâsına uğrayan Türk topraklarından göç eden çok sayıda insan buraya gelmiş, kasabanın rengi, havası birden bire değişmiş, yeni gelenlerin barındırılması sıkıntılar yaratmıştı. Bunlar bir yana, Samsun aynı zamanda Pontusçu faaliyetlerin yoğun olduğu bir yerdi. Karadeniz'de dolaşmakta olan İtilâf donanmasından, Yunan savaş gemilerinin varlığından cesaret alan ve Samsun Rum metropoliti Germanos tarafından örgütlenen Pontus çeteleri sokaklarda dolaşıyor, asayişi ihlâl ediyor, köylere baskınlar düzenliyor, evleri, binaları ateşe veriyor ve korumasız Türkleri öldürüyorlardı. 9 Mart 1919'da Samsun'a çıkarılan 200 kişilik İngiliz birliği, Pontus çetelerini büsbütün şımarttı. Mütakerenin bozulacağı endişesiyle güvenlik kuvvetleri ya kullanılamıyor, ya da asayişsizliği önlemede yetersiz kalıyordu. Bu durumda sırf nefs-i mûdafaa için Türkler de harekete geçince, bu zamana kadar Pontus çetelerinin terör faaliyetlerini seyreden İngilizler, seslerini yükselttiler ve 21 Nisan 1919'da Osmanlı Hükümeti'ne bir nota vererek Orta Karadenizde Türklerin hırıstiyanları katlettiklerini bildirdiler, bunun önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği tehdidinde bulundular. Esasında olay bunun tam aksineydi. İngilizler gerçekleri tahrif ederek, Pontusçuları korumayı ve karışıklıkların devamını amaçlıyorlar bölgeyi işgal etmek için bahane arıyorlardı. İstanbul Hükümeti hemen bölgeye yetkili birini göndermek için kolları sıvadı. Derinlemesine bir araştırmadan sonra Mustafa Kemal Paşa üzerinde mutabakat sağlandı. Çünkü O, ikinci meşrutiyetin çalkantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer kazanmış başarılı bir kumandandı. İşte bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile Samsun'un dolayısıyla bütün Anadolu'nun ve Türk Milletinin kader çizgisi kesişiyordu. O büyük insan, sebatla, inançla, doğru bildiği yoldan ayrılmadan Türk Milletinin geleceğini kurtaran kahraman oldu.
    Mustafa Kemal Paşa'ya asayişsizliğe neden olan olayları tayin ve tespit ile bunların ortadan kaldırılmasının yanında daha başka görevler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. Atatürk, söz konusu yetkilerini değerlendirirken, bunları çok fazla bulduğunu ve İstanbul Hükümeti'nin bilerek, anlayarak bunları kendisine vermediğini belirtmektedir. Aynı günlerde ve daha sonra Anadolu'ya bir kısmı şehzadelerin başkanlığında olmak üzere heyetler gönderildi. Bunlar da önemli yetkilerle donatıldılar. Nasihat Heyetleri, Tahkik Heyetleri,Teftiş Heyetleri adı altında Anadolu'da dolaşan bu kurulların da vatanın kurtuluşu yolunda büyük sonuçlar elde edecekleri bekleniyordu. Basın, bu beklentilere tercüman oluyor, heyetler hakkında geniş bilgiler veriyor, gittikleri yerlerde karşılanmalarından her türlü faaliyetlerine kadar hemen her konuda kamuoyunu aydınlatıyor, hadiseyle birinci derecede alâkadar oluyordu. Halbuki Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya gönderilmesi İstanbul basınında çok az ve sadece haber niteliğinde yer almaktaydı. Bu da kimden ve ne ölçüde sonuç beklendiğinin bir göstergesi sayılmalıdır.?u halde esas olan görev ve görevin gerektirdiği yetkiler değil, yetkileri yerinde ve zamanında tam bir liyakatla kullanmak, mutlak zafere ulaşabilmektir. Mustafa Kemal Paşa'nın başarı sırlarından biri de budur.
    19 Mayıs, sadece Türk millî kurtuluş hareketinin başlangıcı olmakla kalmadı, yeni Türk devletinin çağdaş değerlerle milletler ailesi içerisinde yerini almasını da sağladı. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı andan itibaren zihnini meşgul eden problem millet iradesinin devlet hayatımıza yansıtılmasını sağlamaktı. Hatta denilebilir ki bunu kurtuluşun önüne koymuş millî mücadelenin vaz geçilemez ilk şartı saymıştı. 19 Mayıs'ı izleyen günlerde yapmış olduğu yazışmalardaki terminolojiye bakılacak olursa, bu açıkça görülür. İzmir söz konusu olduğunda "ordu ve millet bu işgalî tanımayacaktır" derken bunu kastediyordu. Samsun'dan Kâzım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniye"den amacı da buydu. Kurtuluş mücadelesi ancak milletle birlikte kazanılabilirdi. Milletle kazanılan mücadeleyi, yine milletle taçlandırmak lâzımdı. Yayın hayatına başlamalarına öncülük ettiği ilk iki gazeteden biri İrade-i Millîye, diğeri Hakimiyet-i Millîye adını taşıyordu. Bu değerler ve kavramlardır ki onu Türk Milletinin kalbinde "milletin kurtarıcısı", "devletin kurucusu" payesine yükseltmiştir.


    (*) On Dokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.
    (1)Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, İstanbul 1955, s.115.

  8. #28

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    TÜRK ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİNİN BAŞLANGICI

    DR. MEHMET ATAY (*)

    "Türk'ün onuru ve gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür.
    Böyle bir Ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyi.
    Bu nedenle ya bağımsızlık, ya ölüm."
    "Mustafa Kemal : Nutuk"

    Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ne yapmaya gelmişti ?
    Görünürde Gazi, Üçüncü Ordu'ya müfettiş olarak atanmış pek büyük yetkilerle donatılmıştı. Mustafa Kemal'i, Padişah VI.Mehmet, Anadolu'da asayişi sağlamakla görevlendirmiştir.
    İtilaf devletlerinin işgaline karşı kafalardaki mayalaşma, tehlikeli boyutlara varmıştır. Sultan'ın elçisi olan Gazi, ünlü Söylev'inde sonradan yazacağı gibi, kafasında gerçekte bir "Millî Sır" taşımaktadır. İtilaf devletlerince hasım ögelerin kaynaşmasını sınırlayıp önlemek için, Anadolu'ya ayak basmış değildir. Aksine, belli etmekte gecikmeyeceği amacı, yenilgi sonucu morali derinden derine sarsılmış bulunan Ordu'ya güvenini yeniden kazandırmaktır.
    Gazi'nin hedefi Anadolu Türk topraklarındaki bütün direniş hareketlerini, tek bir otorite altında toplamayı denemektir.
    Savaşılması, yenilmesi gereken düşman, sadece yabancı işgalci kuvvetler değildir. Bu hususla ilgili olarak Gazi Mustafa Kemal'in kaleminden şunlar anlatılacaktır: "Her ne pahasına olursa olsun, Osmanlı Hükümetine karşı, Sultana karşı, halifeye karşı ayaklanmak ve ordu ile bütün Milleti başkaldırıya götürmek gerekiyordu."
    Gazi 19 Mayıs 1919 tarihinde yukarıdaki sözlerinden ilerici, devrimci ve laik bir Cumhuriyet kurmayı düşlediğini anlatır gibidir. "Millî Mücadele, başta Yurdu yabancı işgalinden kurtarma amacıyla, geliştiği ve başarılar kazandığı ölçüde, millî egemenliğe dayanan bir yönetimin bütün ilke ve güçlerini gitgide seferber etmesi doğaldı."
    Gazi Mustafa Kemal, Anadolu'ya gelir gelmez, derhal usta bir manevracı olarak, kimi askeri şeflerin desteğini aramaya girişti.
    Gözde kişilikler, özellikle Kazım Karabekir Paşa ile eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey Gazi'nin yanında yer almışlardır. Keza çok kısa bir zaman içinde yani birkaç hafta içinde Gazi, ulusal güçlerin hatırı sayılı bir bölümünü kendi çevresinde toplamayı başarmıştır.
    Böylece 22 Haziran 1919'dan başlayarak, Amasya'dan gönderilen ve Türkiye'nin bütün yurtsever örgütlerine seslenen bir genelge ile Milletin tehlikede olduğu ilan edilmiş ve Ülkenin içinde bulunduğu feci duruma bir çare bulmakla yükümlü bir millî kongrenin toplanacağını haber verecek duruma gelinmiştir.
    Anadolu'daki millî isyanın büyümekte olduğunu değerlendiren Babıâli hükümeti Gazi Mustafa Kemal'in İstanbul'a geri dönmesini teminen Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne kesin bir emir yollayacaktır: "Sultan Hazretleri, Size hemen İstanbul'a dönmenizi buyuruyorlar."
    Gazi'nin, bu gözdağı verici emre cevabı birkaç kelimeden ibaret olacaktır: "Milletin tam bağımsızlığını elde edeceği güne kadar, Anadolu'da kalacağım" (8 Temmuz 1919).
    Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti'nin buyruklarına boyun eğmeyi reddetmekle kalmayıp, onu yaparken, sadece müfettişlik görevlerinden değil, Ordudan ayrılmaya da karar verir.
    Artık Gazi Mustafa Kemal, resmi durumunun gerektirdiği bağlılıklardan sıyrılmış bir halde, daha büyük bir eylem özgürlüğüne sahiptir. Merkezi iktidarla bağlarını kopardığı andan itibaren, ilk büyük siyasal kavgasını vermek riskini göze alabilirdi.
    Böylece 1919 Temmuz ayının sonlarına doğru, Türkiye'nin doğu illerinden gelen ellidört temsilcinin katılacağı Erzurum'da bir kongre örgütleyecektir. Bu ilk siyasal savaş, aynı zamanda ilk siyasal zaferdir.
    Fırtınalı tartışmalarla dolu bir ondört gün yaşanırken Mustafa Kemal "halkın iradesine dayanan bir Millî Meclis'in yaratılmasını ve gücünü yine aynı iradeden alan bir hükümet kurulması" talebini kongreye kabul ettirir. Kabul edilen önergeye göre; "Vatan tektir ve bölünemez. Doğu Anadolu illeri, ortak bir anlaşma içinde, her türlü yabancı işgal ya da müdahaleye karşı direneceklerdir.
    Sultanın hükümeti, milletin bağımsızlığını ve yurdun bütünlüğünü korumakta yetersiz görünürse, devlet işlerinin yürütülmesini ele almak üzere, bir geçici hükümet kurulacaktır."
    Bir ay sonra, bu kez sadece Doğu illerinin değil 4-11 Eylül 1919'da bütün ülkenin temsilcilerini bir araya getiren bir ikinci kongre Sivas'ta toplanacaktır. Sivas kongresinde, Sultan'ın İstanbul Hükümetinin izlediği siyaset reddedilirken, Anadolu insanı kendi iradesi ile kendi yönetimine karar vermiş oluyordu. Sivas'ta Kongreye katılan kırk kişi Mustafa Kemal'in gözünde, Milletin bütününü temsil etmekte kutsal ve tarihsel nitelik taşımaktadır.
    İstanbul Hükümeti yabancı işgali ve ülkenin çöküşü karşısında şaşkın haldedir. Anadolu'da gelişen ulusal direniş hareketi ise ülkenin parçalanmasına karşı faaliyetlerini hızlandırmıştır.
    Bu arada Babıâli Hükümeti, Kemalist direniş hareketini, kan ve yağmaya susamış İttihatçılar topluluğu diye kamuoyuna takdim ederek başarısızlığa uğratmaya çalışacaktır. Bu iftira kampanyasına işgalciler ve Batılı basın da sahip çıkacak ve ortak olacaktır. Ortak işgal ve ihanet cephesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, yoğun bir şekilde, "Ermeni kıyımcıları" ve "militan Alman hayranları" olarak nitelendirmektedir. İstanbul yanlılarının bu, ulusal direniş karşıtı kampanyasında, İttihat ve Terakki Partisi'nin maceracı ve sorumsuz politikalarından çok zarar gören toplumun korkutulması amaçlanmıştır.
    Ne var ki dost düşman herkes Anadolu'da hızla gelişen Türk milliyetçiliğinin varlığından artık haberdardır.
    Türk Milleti, Mondros mütarekesini tevekkülle karşılamıştı. Fakat batılı devletlerin mütareke şartlarını çiğnemeleri, azınlıkların taşkın hareketleri, milletin bağrında derin yaralar açmaya başlamıştı.
    Yeni kurulan dernekler, partiler, barışcı yollarla kurtuluş çareleri arıyorlardı. Yapılan mitingler ve protesto faaliyetlerinde hiçbir direnme fikri yoktu.
    Memleketin bütünlüğünü korumak koşulu ile büyük bir devletin himayesine girmek isteyenlerde vardı. Padişah kurtuluşu, İngiltere'nin gölgesine sığınmakta ve her türlü direnmeyi memleketin yüksek menfaatlerine aykırı görüyordu.
    Ulusal direnme fikri İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra kuvvetlenmeye başlamış 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya ayak basan Mustafa Kemal bu fikrin ve direnme hareketinin ateşini yakmıştır.
    Başlangıçta İzmir bölgesinde silahla direnenlere Kuva-yı Milliye (Millî Kuvvetler) adı verildi, ardından bu ad bütün millî hareketleri kapsar hale geldi.
    Kuva-yı Milliye'yi, çeteci sayan İstanbul Hükümeti, Anadolu'daki bütün hareketlere Kuva-yı Milliye adını vermekte yarar görüyordu.
    Ancak Anadolu'daki direnme hareketi yalnız bir savunmadan ibaret değildi. Bu hareket siyasal ve sosyal yönleri de olması sebebiyle özünde Millî Mücadele (Ulusal Kurtuluş) hareketi olarak gelişmiştir.
    Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıkar çıkmaz Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşalarla irtibatlı olarak. Eyleme geçerek her gittiği yerde tek kurtuluş yolunun düşmanla doğrudan doğruya savaşmak olduğunu bunu ise ulusun kendisinin başarabileceğini anlatıyor ve büyük ilgi görüyordu.
    Gazi İstanbul'da plânladığı fikirlerinin stratejik sistematiğini Samsun'da tamamladı.
    Mustafa Kemal Paşa'nın saptadığı bu stratejiyi "Nutuk" da anlattıklarına dayanarak anahatları ile görmek gerekmektedir.
    Mustafa Kemal Paşa, savaşı, devrimi halka mal etmek istiyordu. Düşüncesinin hep bu yönde oluştuğu anlaşılmaktadır. Düşmanla mücadeleyi doğaldır ki, Ordu yapacaktı. Fakat Ordunun durumu o günlerde pek perişandı. Ateşkes hükümlerine göre pek çok birlikler terhis edilmiş ve silah, cephane ile diğer gereçler yenen devletlere teslim edilmişti. Lojistik destek diye bir şey kalmamıştı. En önemlisi, Ordunun morali bozuktu. Orduyu yaratan ulustur. Bu nedenle, ulusun ordusunun yanında olması ve onu desteklemesi gerekirdi. Bu da ancak, halka inmiş bir yönetimle sağlanacaktı. Daha önce geçirilen demokrasi denemeleri ile halk yönetimi için ilk adımlar atılmıştı. Bunlara dayanılarak yeni bir devlet kurulacaktı. Bu devlet egemenlik hakkını ulustan alacak ve onun temsilcileri ile yönetilecek, Ordu bu ulusal gücün arkasında ve emrinde olacaktı. Ancak bu biçimde, halk, savaşı ve devrimleri onaylayacak ve destekleyecektir. Bir hükümet darbesi ile yeni bir yönetim kurmak mümkündür. Fakat, bu yönetim salt orduya dayanacağından her zaman için tehlikelidir ve kısa ömürlüdür. Zaten Ordu o tarihte ulus tarafından sevilmemektedir. Böylece zayıf ve sevilmeyen bir orduya dayanan yönetimin ihtilali başarıya ulaştırma imkânı yoktur. Yeni ve halkçı devlet kurmak tek çaredir. Bu amaca ulaşmak için hemen örgütlenme başlayacaktır. Yeni devletin kurulmasını İstanbul Hükümeti tepki ile karşılayacaktır. Bu nedenlerle, iyice güçleninceye kadar Osmanlı Hükümeti ile iyi geçinmeli, gerekirse padişahı ve halifeyi kurtarmak gerekçesi ile örgütlenildiği belirtilmelidir.
    İşte, Büyük "Nutuk"da da anlattığı gibi Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan Anadolu'nun içlerine doğru yola çıktığı zaman bu stratejiyi uygulamaya başlamıştı. İlk durak Havza ilçesi oldu. 25 Mayıs 1919'da vardığı Havza'da Mustafa Kemal Paşa, bir genelge hazırladı. Bunu 9'uncu Ordu Müfettişi imzası ile bütün yurttaki askerî ve sivil makamlara gönderdi. Bu genelge ile bütün askerî ve sivil yöneticilerden, bulundukları yerlerde bir an önce işgal olaylarını protesto etmek için geniş destekli mitingler tertip etmeleri, ulusal dernekler kurup halka felaketin büyüklüğünü anlatmaları ve bu işleri köylere kadar yaymaları isteniyordu. 28-29 Mayıs günü gönderilen bu genelgeye pek çok yerdeki yöneticiler uydular ve büyük mitingler düzenlediler. Özellikle İstanbul'daki mitingler pek heyecanlı oldu. İşgal devletleri buna sert tepki göstererek. İngilizler tutuklu bulunan 67 Türk devlet adamını Malta'ya sürdüler.
    Mitingler, İzmir'in işgaline gösterilen olumlu tepkilerle birleşince Gazi'nin umudunu daha da artırmıştı. Özellikle Havza'da halktan gördüğü yakın ilgi O'na güven veriyordu. Çizdiği stratejinin önderi olarak başta bulunabileceğini anlamıştı. Zaten kendisinden başka kimse bu plânı yürütemezdi.
    Mustafa Kemal Paşa, Havza'da bir taraftan askeri işlerle de uğraştı. Bütün kolordu komutanları ile temas kurdu. Birliklerin yerlerini ve güçlerini saptadı ve işgal halinde komutanlara gerekli tedbirleri almalarını telkin etti. Gerilla ve milis örgütleri kurulmasına komutanları teşvik etti. Onlarda karşı koyma düşüncelerinin yerleşmesi için gerekli açıklamalarda bulundu. Gelen cevaplara göre, komutanları değerlendirdi. İçlerinde kendi düşüncelerine aykırı düşenleri, yetkilerine dayanarak işten uzaklaştırdı ya da böylelerinin hareketlerini sıkı denetim altına aldı.
    Bir ay içinde yaptığı çalışmalar, önemli zorluklara rağmen başarılı oldu. Halk ve Ordu karşı koyma fikrine alışmaya başlamıştı. Şimdi artık durumdan yararlanarak, bütün girişimlerin ulusun adına yapıldığının halka anlatılması ve ulusun bu girişimlerin içine girmesinin sağlanması gerekiyordu. Tarihsel "Amasya Tamimi" bu uğurda atılmış ilk adımdır.
    Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'daki etkinliği İstanbul Hükümetini iyice kuşkulandırdı. 8 Haziran tarihinde Harbiye Nezareti'nin kendisini geri çağırması üzerine Mustafa Kemal Paşa, o güne kadar "Ordu Müfettişi" sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını ortaya koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatının tehli***e düştüğünü görüyordu. Bu nedenle giriştiği eylemi kişisel olmaktan çıkarıp, halka maletmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap verdi ve 12 Haziran 1919'da Amasya'ya vardı. Halk kendisini coşkun bir heyecanla karşıladı. 14 Haziranda Amasyada "Müdafaa-i Hukuk" Derneği kuruldu. Bu dernek çerçevesinde yaptığı çalışmalardan sonra Mustafa Kemal Paşa 22-23 Haziran günü tarihsel Amasya Tamimini (Genelgesini) yayınladı. Bu tamimin yayınlandığı gün, Anadolu İhtilalinin gerçek başlangıç tarihidir. Pek çok bilim adamı bu kısa genelgeyi bir "ihtilal beyannamesi"olarak kabul etmektedirler. Bu nedenle tamimi inceleyip açıklamak gerekirse bu önemli tamim şöyledir;
    "1-Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini yerine getirmemektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş tanıttırıyor. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır. Ulusun durumunu saptamak ve haklı sesini dünyaya işittirmek için her türlü etki ve denetimden uzak bir ulusal kurulun varlığı şarttır. Bunun için habeleşme yolu ile her taraftan gelecek ulusal öneri ve istekler üzerine, Anadolu'nun en güven verici yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin acele olarak toplanması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla bütün Osmanlı illerinin her livasından, parti anlaşmazlıkları gözönünde tutulmadan, yetenekli ve ulusun inancını sağlamış, üç kadar kişinin hızla yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun ulusal bir sır olarak saklanması, dağdağaya yer verilmemesi, gerekli görülen yerlerde yolculuğun gizli tutulması.
    2-Doğu illeri adına, 10 Temmuz'da Erzurum'da toplanması kararlaştırılmış kongre için, adı geçen illerin Müdafaa-i Hukuk-i milliye ve Redd-i İlhak derneklerinden seçilen üyeler, zaten Erzurum'a doğru yola çıkarılmışlardır. O zamana kadar diğer illerimizin de temsilcileri Sivas'a ulaşabileceklerinden, Erzurum Kongresinin üyeleri, uygun görecekleri tarihte, genel toplantıya katılmak üzere, Sivas'a hareket edeceklerdir.
    3-Yukarıdaki hükümlere göre temsilciler, Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak dernekleri ve belediyeler tarafından ve diğer şekillerde seçileceklerdir.
    4-Bu kararların uygulanmasına 9'uncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, eski Harbiye Nazırı (Deniz Kuvvetleri Bakanı) Hüseyin Rauf Bey, 15'inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 13'üncü Kolordu Komutan Vekili Albay Cevdet ve 3'üncü Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, 2'nci Ordu Müfettişi Ferik Cemal Paşa, (Korgeneral), 12'nci Kolordu Komutanı Albay Selahattin Bey, 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Bursa'da 17'nci Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey, Edirne'de Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı sivil ve askeri önemli kişilerce çalışılacaktır. Bundan başka Başvezir Müşir Ahmet İzzet Paşa (Mareşal), Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Ferit Bey ve Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin düşünce ve görüşleri alınacaktır.
    5-Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk-i milliye derneklerinin verecekleri telgrafların, yalnız telgrafhanelerde kabul edilerek, çekilmemesi, Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğünden bildirilmiştir. Bu, kesin olarak reddedilecek ve haberleşmenin mutlak olarak serbestçe yapılmasının sağlanması için gösterilerde bulunulacak ve bu sağlanıncaya kadar gösterilere devam edilecektir.
    6-Askeri ve ulusal örgütler hiç bir biçimde lağvedilmeyecektir. Komuta hiç bir biçimde terkedilmeyecek ve başkalarına verilmeyecektir. Vatanın herhangi bir yanına yeniden gelecek düşman işgal eylemleri, bütün orduyu ilgilendirecek ve meydana gelecek duruma göre yurdun savunmasına hep birlikte girişilecektir. Bu nedenle komutanlar derhal birbirlerine haber vereceklerdir. Silah, cephane ve diğer araçlar hiç bir biçimde elden çıkarılmayacaktır".
    Tamimi imza edenler: Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey (Bele). Bu kişilerden başka Kazım Karabekir ve Cemal (Mersinli) paşaların da telgrafla onayları alınmıştır.
    Bu çok önemli Tamim incelenirse aşağıdaki sonuçlara varılabilir:
    -Mustafa Kemal Paşa İhtilal stratejisinin ilk adımını atmıştır. Vatan parçalanmaktadır. Ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Osmanlı Hükümeti bu felaketi önlemek yeteneğinde değildir. Türk ulusu, bu hükümetten artık hiç bir girişim beklememeli ve kendi işini kendisi görmelidir. Bu her tarafa ilan ediliyor. Yani Osmanlı Devletine karşı gelmenin gerekçesi hazırlanıyordu.
    -Bu amacı gerçekleştirme işi, yurdun her yanında kurulmuş olan ulusal derneklere verilmiştir. Bu dernekler ve belediyeler, kendi yönetim birimlerinin kapsadığı alan içinde üçer kişiyi temsilci olarak seçip, Sivas'ta toplanacak ulusal kongreye göndereceklerdir. Böylece hem ulusal dernekler birleşip tek bir kuruluş haline gelecek, hem de seçilecek kimselerin herhangi bir siyasal partiye bağlı olup olmaması önemli görülmediğinden, Kongre'de tam bir dayanışma havası esebilecektir.
    -Toplanacak Kongre, yeni bir devlet kurulmasının ilk adımıdır.
    -İstanbul Hükümetinin bu kongrenin toplanmasını engellemek için aldığı haberleşme yasakları dinlenmeyecektir. Böylece Anadolu ile İstanbul arasındaki son bağların kopması yolu açılmıştır.
    -En önemlisi, Amasya'da alınan kararların uygulanması ile Ordunun görevlendirilmesidir. Böylece Ordu, İhtilal eyleminin içine çekilmektedir.
    Mustafa Kemal Paşa Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı zaman Anadolu iki büyük kongrenin eşiğinde bulunmaktaydı. Batı Anadolu'yu Yunan işgalinden kurtarmak isteyen mahallî teşkilâtlar Balıkesir'de, Doğu'da bir Ermenistan kurulmasını önlemeğe çalışanlar ise Erzurum'da toplanacaklardı. Samsun'dan Amasya'ya geçen Gazi, orada millî bir hareket taraftarı olan Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey ile bir araya gelerek dört hususta mutabakata vardı. Toplantıya katılamayan ve fakat desteklerinin sağlanması gerekli olan XV. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa ve Konya Yıldırım Kıtaları Müfettişi Mersinli Cemal Paşa'ya telgrafla danışılarak onların da alınan kararlara katılması mümkün kılındı.
    Görüldüğü gibi Amasya kararları, bir yandan milliyetçi bir siyasi hareketin örgütlenmesine çalışırken diğer yandan mevcut askeri teşkilâtın milliyetçilerin emrinde olması amacını güdüyordu. Kararların Amasya'da alınmasına rağmen, zeminin İstanbul'da daha önceki tarihlerde hazırlanmış olduğunu da belirtmeye gerek yoktur. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Rauf Bey birbirlerini yakından tanıyan kimselerdi ve millî bir hareket düzenlemek için Anadolu'ya geçmeğe İstanbul'da iken karar vermişlerdi.
    Erzurum kongresi 23 Temmuz 1919'da toplandı. Doğu Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin bir merkezde birleştirilmesi için toplanan Kongre, aldığı kararlar itibarile Millî Mücadelenin prensiplerini de ortaya koyan ilk kongre olmuştur. Alınan kararları tekrar özetlemek gerekirse;
    "a) Millî hudutlar dahilinde vatan bölünmez bir bütündür.
    b) Yabancıların işgal ve müdahalesini Osmanlı Devleti önleyemezse millet önleyecektir.
    c) İstanbul Hükümeti vatanı ve bağımsızlığı koruyamazsa, bunu millî kongrece seçilmiş bir hükümet, kongre toplantı halinde değilse, kongrenin devamlı temsilcisi Heyeti Temsiliyenin seçeceği bir hükümet yapacaktır.
    d) Kuva-yı Milliyeyi millî iradeye hakim kılmak esastır.
    e) Azınlıklara millî egemenliğimizi zedeleyici imtiyazlar verilemez.
    f) Manda ve himaye kabul olunamaz.
    g) Millî Meclisin derhal toplanması ve hükümet icraatının meclisin murakabesine konulması için çalışılacaktır."
    --Bir millî devletin ana unsurlarının bu kararlarda kapsandığı görülecektir: Millî hudutlar, milletin kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı ve topraklar üzerinde mutlak egemenlik esas alınacaktır. Ayrıca Kongrenin devamını bir temsil heyetiyle sağlamış olması mücadelenin bir önderler heyeti tarafından yürütüleceğini ortaya koymuş oluyordu.
    4 ile 12 Eylül arasında toplanan Sivas Kongresi Doğu ve Batıdaki Müdafaa-i Hukuk teşekküllerinin bir merkeze bağlanmasını mümkün kılmıştır. Kongrede alınan kararlar Erzurum Kongresi kararlarını benimsemek mahiyetinde olmuştur. Daha geniş bir Heyeti Temsiliye seçilmiş ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Bu tarihten sonra bütün Anadolu'nun milliyetçi örgütü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olacaktır. Ancak haberleşme güçlüklerinden, Sivas Kongresinin mahiyetinin anlaşılamamış olmasından ve bazı teşkilâtların Sivas'ın kendilerini temsil hakkını haiz olduğunu kabul etmemelerinden dolayı, Cemiyet millî hareketin tek örgütü olduğunu hemen benimsetememiştir. Bu husus, Mustafa Kemal Paşa'nın sözlerinden de anlaşılmaktadır:
    " Maahaza, bu tarihlerde henüz bazı yerlerde maksadın tamamen anlaşılamadığı görülüyordu. Mesala, Reddi İlhak Heyetlerinin kendi namlarına tebligatta bulunmakta olduğu ve 10 Teşrinievvel 1919 tarihine Reddi İlhak Cemiyeti Reisi imzasıyla, Teşrinievvelin yirmisinde bir büyük kongre içtima edeceği ve bu kongreye iki murahhas izamı vilayetlerden talebediliyor ve bir takım tedbirler icrası bildiriliyordu."
    Buna karşılık, önemli bir olay İstanbul'daki Meclisi Mebusan'da Müdafaa-i Hukuk Hareketini destekleyen Felah-ı Vatan grubunun 28 Ocak 1920'de Meclis'e Misakı Millî isimli belgeyi onaylatmış olmasıdır. Bu suretle Anadolu Hareketinin amaçları İstanbul'daki teşrii organca da benimsenmiş oluyor, milliyetçilerle Saray ve Kabine karşı karşıya kalıyordu. Zaten 16 Mart 1920'de cereyan eden İngiliz işgalinden sonra İstanbul'daki Meclis kapanmış ve ileri gelenler Malta'ya sürülmüşlerdi. Milliyetçi üyelerin bir kısmı da Anadolu'ya geçerek Müdafaai Hukukçulara katılmışlardır.
    Meclisi Mebusan'ın kapatılması, milliyetçilerin eline bir koz vermişti. Meclis İngilizler'in baskısıyla kapatıldığına göre, dış etkilerden uzak bir yerde millî bir meclisin açılmaması için artık hiçbir sebep yoktu. Milliyetçiler esasen bir meclis açmayı tasarlamalarına rağmen İstanbul Meclisinin kapanması, kendilerinin meclis açmalarını engelleyecek son sebebi de ortadan kaldırmış oldu.
    Osmanlı Meşrutiyeti kahramanca ölmüştür. Büyük savaşta cephelerde dövüşe dövüşe, Mütareke de düşman istilasına karşı haykırarak son nefesini vermiştir.
    Bu sonuç, büyük Türk imparatorlukları için ortak bir kaderdir. Türk milleti bir yerde devlet kurmuş, çevresini almış, büyük ve fethettiği memleketlerin halkı fatih milletin üstünde, onu içinden yemeye ve kemirmeye çalışan kurtlar halinde kabuklaşmışlardır. Nihayet yenme ve kemirilme Türk unsuru için bir hayat meselesi önemini almıştır. O zaman da Türk milleti silkinmiş ve bütün bu kurtlardan kurtularak kendi kendine kalmış saf bir kitle olarak yeni bir devlet kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş de bu tarihi kaderin bir tekrarlanmasıdır.
    İşte iki belge ki, son Osmanlı Mebusan Meclisi ile ilk T.B.M.M.'ni tarih önünde bütünleştirmiştir.
    1-İmparatorluğun yabancı unsurlarından kurtulan Türk milleti, umumi savaştan sonra hükümetin karışma imkânını bulamadan yapılmış seçimde hür bir şekilde milletvekillerini göndermiş ve bu şekilde idaresi hala imparatorluk yıkıntısından insanlar ve zihniyetlerle işleyen hükümetin karşısında saf ve karışmamış bir Millet Meclisi meydana gelmişti.
    Bu Meclis'in havsalası, mertlik meydanında dövüşerek yenilmiş bir millet ve devletin ölüme mahkum edilmesini bir türlü alamamış ve temsil ettiği milletin barış şartlarını "Millî Misak-Millî Ahit" adı altında bir beyannamede toplayarak, 17 Şubat 1336 (1920) tarihinde dünyaya ilân etmiştir.
    "Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebusan Meclisi azaları, devlet ve milletin istikbalinin haklı ve devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakarlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının sağlanması ile mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir:
    "Madde 1-Osmanlı devletinin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatının, ahalinin serbestçe verecekleri reye uygun olarak tayin edilmesi gerektiğinden, adı geçen mütareke hudutları içinde din, ırk ve soyca birlik olan, birbirine karşılıklı saygı ve fedakarlık hisleriyle dolu bulunan, gelenek ve içtimai hukukuyla yaşadıkları muhitin şartlarına tamamıyla uyan Osmanlı İslam ekseriyetini oturdukları kısımların hepsi hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılık kabul etmez bir bütündür.
    "Madde 2-Ahalisi ile serbest kaldıkları zamanda amme reyi ile ana vatana katılmış olan 'elviveyi selase' -Kars, Ardahan ve Batum-için icap ettiği takdirde tekrar serbestçe amme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.
    "Madde 3-Türkiye ile yapılacak sulha bırakılan Garbi (Batı) Trakya'nın hukuki vaziyetinin tespiti de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.
    "Madde 4-İslam hilafetinin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin emniyeti her türlü ihlâlden korunmuş olmalıdır.
    "Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının umum ticaret ve münakalata (ulaştırmaya) açılması hakkında bizimle diğer bütün alakadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir.
    "Madde 5-İtilaf devletleri ile hasımları ve bazı müşavirleri arasında kararlaştırılan anlaşma esasları içinde azınlıkların hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.
    "Madde 6-Millî ve iktisadî inkişafımız imkân dairesine girmek ve daha asri, muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de inkişafımızın temelinde istiklal ve tam serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamızın temel ve esasıdır. Bu sebeple siyasî, adlî, malî inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
    29 Kanunsani (Ocak),336 (1920)"

    İşte bir belge ki, insana hemen Fransız Devrimi'nin "İnsan Hakları Beyannamesi"ni hatırlatmaktadır.
    Gerek "Millî Misak" ve gerek "İnsan Hakları Beyannamesi" aynı kaynaktan, milliyet prensibinden ilham almışlardır. Her ikisi de milletlerin, mağlup veya galip olsunlar, hür ve bağımsız yaşamalarını bir hayat kaidesi olarak kabul etmişlerdir. Her ikisi de millî varlığı mukaddes, parçalanmaz, el uzatılmaz saymışlardır.
    Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kabul ve ilân ettiği "Millî Misak" beyannamesi bu bakımdan, insanlık tarihinin ortak eseri niteliğindedir.
    "Millî Misak"ın bu insan ve millet hakkını ilân eden prensibi yanında Osmanlı İmparatorluğu'nun şüphesiz tam bir tasfiye senedi olması niteliği de vardır.
    Bu beyannameyle imparatorluk içindeki bütün Türk olmayan unsurlar ayrılmakta, "Din, ırk, soy bakımından bir olan" kitlenin, yani Türk kitlesinin tamlığı tanınmaktadır.
    Türk milleti hiçbir kayda bağlı olmadan yeni bir devlet kurmaya karar vermiştir. Bu devletin temelini Türk milleti oluşturacaktır. 19 Mayıs 1919'dan bu yana aradan geçen 80 yıla rağmen, bugün de üniter ve laik Türk Cumhuriyeti'ni bölmeye ve yıkmaya yönelik, yelpazesi ve gerekçesi ne olursa olsun her türlü iç ve dış tehditlere ve düşmanlara karşı büyük Türk Ulusu, Türk Vatanı'nın ve Devleti'nin bütünlüğü ve birliğini dolayısıyla bekasını koruyacaktır.
    1919'da olduğu gibi bundan böyle dünyada ve bölgede ne tür gelişme ve değişmeler yaşanırsa yaşansın Türk Ulusu'nun, kendine, vatanına ve devletine düşman olan tüm hareket, gayret ve unsurlara karşı gereğinde topyekün bir "Beka Savaşı"nı yapmaktan asla çekinmeyeceğine tarih yakın tanıktır.

    (*) Siyaset Bilimi Doktoru, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı.

  9. #29

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    19 MAYIS 1919'DAN 2000'E

    DOÇ. DR. AYLANUR ATAKLI (*)


    GİRİŞ
    80 yıl önce 19 Mayıs 1919; Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a ayak basması ile başlayan millî mücadeleyi başka bir ifade ile Erzurum, Sivas kongreleriyle kararlaştırılan ve 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı'nı hatırlatmaktadır. 1. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı iç içe olup biri diğerinin devamı ve sonucudur. Kurtuluş Savaşı'nın amacı, tam bağımsız bir devlet kurmaktır.
    Tarihî literatür incelendiğinde görüleceği gibi (1, 2), sadece komutan değil, memleketin dertlerini dert edinen, bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan büyük önder Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları olan Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Ali Fethi Okyar, Kazım Karabekir ve sonradan katılan İsmet İnönü ile İstanbul'da sık sık toplanıp gelecekle ilgili kararlar almaya başlamışlardır. O sırada Samsun,Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Rum Pontus Çetelerinin İslâm halkına saldırıları artmış, fakat itilaf devletleri durumu tam tersine algılayarak bölgedeki olayların sebebini Türklerin Hıristiyanlara saldırıları şeklinde göstermişlerdir. Samsun'un stratejik önemi büyüktür; hem doğal bir liman, hem de Karadeniz'in Anadolu'ya açılan kapısıdır. Toplumsal yapısı ise karışıktır. Bunun üzerine Hükümet, gereken tedbirleri alacak güvenilir birine ihtiyaç duymuştur. Damat Ferit Paşa kabinesi, o bölgeye değerli fakat kendi isteklerine göre davranacak bir komutan görevlendirilmesini istemektedir. O günkü bazı politikacılar da Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan uzaklaştırılmasında kendi hesaplarına fayda görmüşlerdir. Padişaha bağlı sanılan Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşlarının da yardımıyla ve akıllıca kurduğu iyi ilişkiler sonucu Padişah ve Hükümet tarafından 30Nisan 1919'da 9. Ordu müfettişliğine tayin edilmiştir. Anadolu'ya geçmek için bu görevi fırsat sayan Mustafa Kemal Paşa güvendiği 18 subay ile Bandırma vapuruyla 16 Mayıs 1919'da Samsun'a hareket eder. Anadolu'ya giderken kafasında iki düşünce vardır:Bağımsızlık ve özgürlük. Yani düşmanı yurttan atmak, kişisel egemenliğe (padişahlığa) son vermektir. Padişah Mustafa Kemal'in bağımsızlık düşüncesini bilir, hatta destekler. Ancak özgürlük, yani ulusal egemenlik düşüncesini bilmez. Zaten bunu öğrenir öğrenmez Mustafa Kemal'in görevine son verir. Samsun'a vardığı 19 Mayıs 1919 tarihinde,Mustafa Kemal Paşa için tarihî görev başlamış olur. 19 Mayıs 1919 Anadolu ve Türk ulusu için bir dönüm noktasıdır.
    Ulusal egemenliğe dayanan bir devlet kurmayı düşünen Mustafa Kemal Paşa, kuracağı devletin temel organlarını oluşturacak yeni meclisin toplanması çalışmalarını da başlatır. 20 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan meclis TBMM adını alır ve Mustafa Kemal Paşa'yı başkanlığa seçer. TBMM'nin kurulması ile yeni bir hükümet ortaya çıkmış olur. Meclisin ilk amacı ülkenin kurtarılmasıdır. Meclisin çıkardığı bir yasa ile 16 Mart 1920'den itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan tüm sözleşmeler yapılmamış kabul edilir ve yabancı devletler Ankara ile anlaşmak zorunda bırakılır.
    13 Ekim 1923'deAnkara'nın başkent olmasıyla yurt içinde ve dışında saltanat yönetimine dönülemeyeceği yolunda ciddi bir mesaj verilmiş olur. Daha sonra 29 Ekim 1923'de, 1921 tarihli Anayasada yapılan değişikliklerle Cumhuriyet ilân edilir. Buna göre hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu, idare şeklinin halkın kendi kaderini kendisinin tayin edeceği temeline dayandığı görüşü benimsenir.


    19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
    Gençlik ve spor bayramının başlangıcı şöyle anlatılabilir(3):Mustafa Kemal Atatürk'ün millî mücadeleye başlamak üzere 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastığı günün yıldönümü; 20 Haziran 1938 tarih ve 3466 sayılı kanunla millî bayram olarak kabul edilmiştir. Her yıl 19 mayıs günü Türkiye'nin her yerinde beden eğitimi ve spor gösterileri yapılmaktadır. (Türkiye'de ilk beden eğitimi gösterisini 12 Mayıs 1916'da erkek öğretmen okulu öğrencileri yapmışlar, sonra erkek öğretmen okulu öğrencileri her yıl ve genellikle mayıs ayı içerisinde bu gösterileri tekrarlamayı bir gelenek hâline getirmişlerdir."Jimnastik şenlikleri", "mektepliler bayramı", "idman bayramı","Jimnastik bayramı" adı altında devam eden bu gösteriler zamanla bütün okullara yayılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı 1927'den sonra bu gösterilerin düzenlenmesini üzerine alarak her yıl mayıs ayının üçüncü haftasında Türkiye'nin çeşitli yörelerinde bu gösteriler yapılmaya başlanmıştır). 1938'de 19 mayıs gününün"gençlik ve spor bayramı" olarak kanunlaşmasından sonra bu gösteriler de resmî bayram gününe alınmış, bu bayram için"dağ başını duman almış" marşı, gençlik marşı olarak kabul edilmiştir. Atletlerin,Atatürk'ün millî mücadeleye başladığı Samsun'dan aldıkları toprağı, koşarak Ankara'ya ulaştırmasıyla sonuçlanan 19 mayıs koşusu da o tarihten beri yapılmaktadır.
    Millî Mücadele Hareketinin ve Cumhuriyetin Eğitime Yansıması
    Bilindiği gibi, Osmanlı eğitiminin temel kurumu medrese olup eğitim düzeni dine dayanmaktadır. Ayrıca, mahalle okulları ve saray okulları mevcuttur. Osmanlı yönetimi 18. yüzyılda; ilköğretimin zorunlu olması, orta okul, harbiye, tıbbiye gibi yüksek okulların açılması ve okulların sayıca artırılması gibi eğitim alanında bir takım yenilikler yapmıştır. Ancak, eğitim hiçbir zaman orta çağ kalıplarını aşamamış ve bilimsel düzeye ulaşamamıştır. Birlikte sürdürülen eski ve yeni eğitim kurumları, eğitimde kargaşa oluşturmuştur. Bu durumda Osmanlıdan devir alınan eğitim sistemi Cumhuriyetin ilkeleri ile bağdaşmamıştır.
    Millî mücadele hareketinin başarı ile sonuçlanması üzerine Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için köklü inkılâp hareketlerine başlamıştır. Yeni yönetim biçiminin, kendi eğitim düzenini kurma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Millî, lâik ve çağdaş bir toplumun millî bir eğitim ile gerçekleşebileceği düşüncesi ile 1921'de Ankara'da millî bir eğitim programı oluşturmak amacıyla Maarif Kongresi toplanmıştır. Cumhuriyet ile beraber Millî eğitimin amacı; millî egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, millî birlik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak benimsenmiştir. Bu durumda Millî Eğitimin çağdaş ve lâik özellikler taşıması için çalışılmış, temelinde kültür ve medeniyet değişimi yatan Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı esasları Türk Millî Eğitim Politikasının da özünü oluşturmuştur.
    14 Ağustos 1923'de TBMM'de okunan icra vekilleri heyeti programının Millî Eğitim bölümünde Atatürk'ün görüş ve direktifleri doğrultusunda eğitimde izlenecek politika şöyle belirlenmiştir (4):
    1-Maarif siyaseti birlik esasına dayanacaktır.
    2-Maarifin üç görevi; çocukların yetiştirilmesi, halkın eğitimi, millî güzidelerin yetiştirilmesidir.
    3-Maarifin bu görevini yapması için gerekli vasıtalar temin edilecektir.
    4- İlköğretim okulları ile orta okullara öğretmen ve ilköğretim müfettişi yetiştirmek için kız ve erkek orta öğretmen okulları açılacaktır.
    5- Ülkenin belli yerlerine kız ve erkek öğretmen okulları, tam devreli liseler açılacaktır.
    6-Bir beden eğitimi öğretmeni yetiştiren okul açılacaktır.
    7-Kadınların eğitimine önem verilecek, bunun için kız ilk öğretmen okulları ve kız liseleri açılacaktır.
    Atatürk'ün farklı tarih ve yerlerde yaptığı şu konuşmalar; millî eğitimin yurdu işgal eden düşmandan kurtarmak için önemli olduğunun bir göstergesidir(5):"Dünyanın her yerinde öğretmenler toplumun en fedakâr ve saygıdeğer insanlarıdır". "Memleketimizi ve milletimizi gerçek hedef ve mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbâlini yoğuran kültür ordusu". "Hükümetin en önemli ve esaslı görevi, eğitim meselesidir."'Milleti kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir".Ayrıca, İsmet İnönü'nün de "ilköğretim sorunu, millet olmak sorunudur" sözleri eğitime verdikleri önemi göstermektedir. Günümüzle karşılaştırıldığında, Cumhuriyet'in başlangıç yıllarından(1920-1952), eğitimin lâik özellikler taşıması ve öğretmenin saygınlığının yüksek olduğu dönem olması bakımından da gururla bahsedilmektedir."Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyete yaptığı devrimlere sahip çıkan, koruyan idealist öğretmenler yetiştirilmişse bunun en önemli nedeni onları yetiştiren öğretim elemanlarının aynı niteliklere sahip olmalarıdır (6). Diğer taraftan"Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o güzel eğitim atılımlarından sonra bugün nereden baksanız perişan Türk Millî Eğitimi biz eski öğretmenlerin yüreğini sızlatmaktadır. Eğitim düzenimiz neden bu hâle gelmiştir? Çünkü Atatürkçü çizgiden uzaklaşılıp, tam bağımsızlık ilkesi yitirilmiştir"(7).
    Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde eğitimde pek çok yol kat edilmiştir. 1924 yılında ABD'den Prof. John Dewey, 1925'de Almanya'dan Dr.Köhne, 1927'de Belçika'dan Dr.Omer Buyse davet edilip kurulacak yeni eğitim sistemi hakkında görüşleri alınmıştır. Özellikle John Dewey'nin "çocukların hayattaki ihtiyaçlarına uyum sağlayacak programlar ve öğretim yöntemleri" önerisi bugün de önemini korumaktadır. 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması, 1928'de okuma yazma seferberliği olarak başlayan ve halk eğitiminin başlangıcı olan halk dersaneleri, öğretmenlik mesleği ile ilgili kanunlar, karma eğitimin başlaması, harf inkılâbı, Türk Tarih Kurumu'nun kurulması, Türk Dil Kurumu'nun kurulması, köy okulları için öğretmen yetiştirilmesi, 1961 İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 1739 Millî Eğitim Temel Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu, 8Yıllık Zorunlu Temel Eğitim Kanunu, sınıf ve branş öğretmeni yetiştirilmesi çabaları Cumhuriyet döneminin temel taşlarındandır. Bu dönemde güzel sanatlara da önem verilmiş olup ilk iş olarak saraylar müze hâline getirilmiştir. Resim ve heykel müzesi kurulmuş, konservatuarın temeli atılmış, Türk tiyatrosunun gelişimine öncülük edilmiştir.
    Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Cumhuriyet Hükümetleri, eğitimin, günün ihtiyaçlarına daha iyi cevap verebilmesi için eğitim sistemine daima önem vermişlerdir. Ancak her ülkede olduğu gibi, bizde de bir takım sorunlar yaşanmış olması da kaçınılmazdır. Belli başlı sorun alanları şöyle sıralanabilir:Yetersiz finansman, merkeziyetçilik, kalabalık sınıflar, eğitim personelinin yetiştirilmesi sorunu, öğrencinin ilgi ve yeteneğine göre öğrenci merkezli eğitim sisteminin kurulamamış olması, hızlı nüfus artışı ve süreklilik ilkesinin olmamasıdır. "Sürekliliğin değişim kadar hatta bazen değişimden daha çok etkili olduğu genel kabul görmektedir" (8). Diğer bir sorun "öğretmen ögesinin eğitim sisteminin en başat insan kaynağı girdisi olarak değerlendirilmesidir. Eğitim yöneticileri ile deneticileri her zaman eğitim politikalarını belirleyenlerin ilgi alanlarının dışında kalmıştır. Bugüne kadar öğretmen yetiştirmeye yoğunlaşan ilgi ve önceliklerin okul yöneticisi yetiştirme üzerinde yoğunlaştırılması, öğretmen yetiştirmede daha köktenci bir tutum olacaktır. Seçkin öğretmenlerin il, ilçe millî eğitim müdürlükleri ve okullarda yöneticilik statüsü ile uzmanlık alanları dışında çalıştırılmaları doğru değildir" (9).
    SONUÇ
    Yukarıda da bahsedildiği gibi, eğitim sorunu Cumhuriyet sonrası büyük önem kazanmıştır. Bugün de ülkemizde en çok tartışılan konuların başında, çocuklarımıza sunulan eğitim niteliği gelmektedir. Haklı nedenlerle eğitimde sürekli olarak, Cumhuriyetin ilk yıllarına bir özlem, bugüne eleştiri söz konusudur. Ancak önemli olan bir an önce geçmişten ders alıp, geleceğin ışığında bugünü plânlayabilmektir. Bu bağlamda büyük önder Atatürk'ün millî, ilmî, demokratik ve en önemlisi lâik eğitim anlayışına yaraşır şekilde daha sorunsuz bir eğitim sistemi için aşağıdaki öneriler sunulmuştur:
    1-Yönetici, öğretmen, veli, öğrenci etkileşimi güçlendirilmelidir.
    2.Okul yöneticisi ve öğretmen eğitiminde taviz verilmemelidir.
    3.Aileyi eğitmeden çocuğu eğitmenin mümkün olamayacağı düşüncesi ile, aileler için eğitim programları düzenlenmelidir.
    4.Ezber eğitimden kaçınmalı, her tür ve düzeydeki okulda düşünme becerisi geliştirilmeli, başka bir ifade ile beynin bilgilerin seçimi, denetlenmesi, ilişkilendirilmesi, yeniden üretilmesi için bir makine gibi çalışması sağlanmalıdır(10). Düşünce becerisi kazanmada eksikliğin en temel nedeni; eğitimciler tarafından fırsat verilmemiş olmasıdır(11).
    5.Eğitim faaliyetleri öğrenci merkezli olmalıdır.
    6. Eğitimde amaç öğretmek değil, eğitmek olmalı, kazanılmış bilgi davranış olarak gösterilmelidir.
    7.İstihdamda yerel yönetimlere yetki ve sorumluluk verilmeli, böylece haksız dağılım önlenip, yerel şartlara göre daha çok ücret ödeme imkânı oluşturulmalıdır(12).
    8. Eğitim çalışanları personel yasası çıkarılmalıdır.
    9.Nüfus artış hızı azaltılmalıdır.
    10. Eğitimde süreklilik ilkesi benimsenmelidir.


    (*) Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi.

    (1) Mustafa Yılmaz ve diğerleri, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi,
    Ankara, 1998, s.89-91.
    (2)Engin Kansav,Tarih (ÖSS-ÖYS),Yıldırım Yayınları s.269.
    (3)Meydan Larousse Ansiklopedisi,Cilt 5, Meydan Yayınevi,İstanbul, s.98.
    (4) Ziya Karamuk, Cumhuriyetin 50.Yılında Millî Eğitimimiz. Millî Eğitim Basımevi,
    İstanbul, 1973, s.24-25.
    (5)Hüseyin H.Tekışık,"Köy Enstitüleri",Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 242, 1998, s.1-2.
    (6)Galip Karagözoğlu, "Atatürk Devrimleri ve Öğretmenin Rolü", Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyumu Kitabı. Hüseyin H.Tekışık Eğitim Araş. Geliş. Merkezi, 1998, s.70.
    (7)Talip Apaydın,"150Yıl Düşünceleri", Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 241, 1998, s.49.
    (8)Avni Akyol, "2000'li Yıllarda İlköğretim",Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyumu Kitabı, Hüseyin H.Tekışık Araş.Gel.Eğit.Merezi, 1998, s.316.
    (9)Aytaç Açıkalın,"KırkYıl Önce KırkYıl Sonra",Millî Eğitim Dergisi, sayı 137, 1998, s.17-19.
    (10) Hüseyin Başar,"Düşünce Geliştirmeye Yönelik Öğretim", Millî EğitimDergisi, sayı 140, 1998, s.4.
    (11)Lisbeth J.Brown,"Developing Thinking and Problem-Solving Skills With Children's Books" Children Education, vol 63, 1986, p. 102-106.
    (12)Köksal Toptan,"Bilgi Çağına Doğru", Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyum Kitabı, Hüseyin H.Tekışık Eğit. Araş. Gel. Merkezi, 1998, s.323.

  10. #30

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ATATÜRK'ÜN 19 MAYIS 1919'DA SAMSUN'A ÇIKIŞI VE TÜRKİYE'DE MİLLİ EGEMENLİK İLKESİNİN GERÇEKLEŞMESİ

    YRD. DOÇ. DR. BEHÇET KEMAL YEŞİLBURSA (*)
    Millî Mücadelenin Atatürk tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, "1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım" ile başlar. Diğer bir deyişle, 19 Mayıs 1919 Millî Mücadelenin fiilen başladığı tarihtir. 19 Mayıs bir başlangıçtır; fikir ve karar sahibi Atatürk'ün hedefine varan yolda ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir'e göre, "Mustafa Kemal'in yeni hayatı, yeni âlemi, onun, 1919 Mayısının 19'uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine, hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal'in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır."(1)
    Egemenlik(Hakimiyet); egemen olma, hakimlik, üstünlük, amirlik manalarına gelir ve hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün gücü ifade etmek için kullanılır. Egemenlik, devlet kudretinin bir vasfıdır.İç hukukta en üstün kudreti, uluslar arası hukukta da bağımsız bir gücü ifade eder.(2)
    Millî Egemenlik ise; bir milletin kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir. Yani bir milletin kendini idare etmesi, kendine hükümet edecek heyeti seçmesi anlamına gelir. İç görünüşü itibarıyla demokratik rejimi, yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ortaya koyarken, dış görünüşü ile de milletin özgür ve bağımsız yaşamasını, yani dışa karşı millet birliğini ve bütünlüğünü ifade eder.(3)
    Millî Egemenlik, bir kişi veya sınıfın egemenliğinden uzak olarak, milletin kendi yönetiminde söz sahibi olması anlamına geldiğinden, milletin genel iradesinin ortaya konulmasını sağlar ve iktidarın, kayıtsız şartsız millete ait olmasını ifade eder. Millî Egemenlik anlayışında millet, kendisini oluşturan fertlerden ayrı, onların üstünde bir kişiliğe, bir iradeye sahiptir ve egemenlik bu kolektif kişiliğe aittir. (4)
    Millî Egemenlik, millet iradesini hakim kılması münasebetiyle demokrasinin temel şartıdır. Bu sebeple, bütün demokratik rejimlerde en üstün kuvvet ve devlet yönetimi konusunda belirleyici unsur olarak, devlete yön verirken, aynı zamanda devlet fonksiyonlarının oluşmasını da sağlar. (5)
    Millî Egemenlik, insanlık tarihinde başlı başına kuvvet kaynağı olan ve kuvvet doğuran fikirlerden birisi olarak, devletlerin yapısını değiştirebilecek ve tarihin akışını etkileyebilecek kadar etkilidir. Dolayısıyla, insanlık tarihi açısından büyük önemi sahiptir. (6)
    Atatürk'e göre Millî Egemenlik, devlet ve milletin mukadderatında amil ve hakim unsur olması gereken bir değerdir. Çünkü Millî Egemenlik, adaletin, eşitliğin, hürriyetin dayanağı ve milletin namusu, haysiyeti, şerefidir. Bu sebeple Atatürk, Millî Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirmeye çalışmıştır. Bundan amaç ise; siyasî, sosyal ve ekonomik yönden, yabancı etkilerden uzak, millî iradeden oluşmuş bir toplumun meydana gelmesini sağlamaktır. (7)
    Atatürk,"Millî Hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar" ifadesiyle, Millî Egemenlik ilkesinin gücünü ortaya koyarak, devlet hayatındaki önemini
    vurgulamıştır. (8)
    Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesinin gerçekleştirilmesi, tamamen Atatürk'ün bu konudaki düşünce ve çalışmalarının sonucudur. Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basmasıyla birlikte, Türk tarihinde ilk defa kişisel egemenlikten, Millî Egemenliğe geçiş süreci başlamıştır. Atatürk, Samsun'a ayak bastığı andan itibaren, hem içe, hem de dışa dönük olarak, dinî ve batılı fikirleri yanına almış ve bunların senteziyle Anadolu'da tek idare, tek devlet, tek egemenlik, tek kumandan, tek meclis ve tek millet fikirlerinden hareket ederek, her alanda gerçek Millî Egemenlik ilkesini uygulamaya çalışmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesinin genel anlamda ilk defa Atatürk'ün önderliğinde girişilen Millî Mücadele yıllarında uygulandığını söylemek mümkündür. Çünkü bu dönemde, memleketin içine düştüğü kötü durum karşısında, bazı aydınlar memleketin kurtarılması için bir büyük devletin mandasını kabul etmekten başka çare görmezlerken,Atatürk bunlardan çok farklı düşünmüş ve millete güveni esas alan bir hareketin peşinde olmuştur.(9)O, memleketin içinde bulunduğu kötü durumu kastederek Nutukta; "... Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da Millî Hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur."(10)
    Atatürk'ün Samsun'a varır varmaz, müfettişliğin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmek amacıyla hazırladığı 22 Mayıs 1919 tarihli rapor; Ordu müfettişinin birçok noktalarda, talimatın sınırını da aşarak, bütün memleket kaderi ile ciddi bir şekilde uğraştığını göstermektedir. Hazırladığı bu ilk raporunda Atatürk, Samsun bölgesindeki asayişsizliğin sebebinin Rumlardan kaynaklandığını, Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü olmadığını, Yunanlıların İzmir'i işgale haklarının bulunmadığını ve en önemlisi, milletin, millî egemenlik esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul ettiğini ve bunu gerçekleştirmeye çalışacağını belirtmiştir. Dolayısıyla Atatürk, milletin birlik ve beraberliği ile Millî Egemenlik ilkesini Millî Mücadelenin temel dayanağı yapmaya kararlı olduğunun ilk işaretini vermiştir. Millî Mücadelenin ilk ana programını teşkil eden bu rapor, Tevfik Bıyıklıoğlu'na göre, gerçekte, bir ihtilâl programından farksızdır. (11)
    Atatürk, Samsun'un İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunması ve civarındaki Rum çetelerinin faaliyetlerinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir yere naklini gerekli görmüş ve 25 Mayıs 1919'da Havza'ya hareket etmiştir. Atatürk için artık tarihî görev başlamış bulunuyordu. Bundan sonra Osmanlı Devleti bir süre adeta iki elden idare edilecekti. Çünkü Atatürk her gittiği yerde halkın arasına girerek İstanbul Hükümeti gibi halkı sükunete değil, tersine onları harekete geçirmeye çalışacaktı. Yine O, sadece bir komutan olmayacak valiler ve millî teşekküllerle haberleşen,Türk milletini düştüğü kötü durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı. (12)Nitekim, 28 Mayıs 1919'da Havza'dan bütün memlekete, askerî ve mülkî amirlere, Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği bir tamimle İzmir'in işgalini protesto için yurdun her tarafında mitingler yapılmasını, halka felaketin büyüklüğünün anlatılmasını ve bunu köylere kadar yaymalarını istedi. Bunun üzerine memleketin her köşesinde İzmir'in işgaline tepki olarak mitingler yapıldı. İstanbul'da altı miting, Anadolu'nun çeşitli şehir ve kasabalarında toplam 96 miting tertip edildi.(13)
    İstanbul mitinglerine ve Atatürk'ün Havza'daki faaliyetlerine ilk tepki işgal makamlarının onu İstanbul'a geri çağırmaları olmuştur. Atatürk, o güne kadar"Ordu Müfettişi" sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatın tehli***e düştüğünü görüyordu. Bu nedenle başlattığı eylemi kişisel olmaktan çıkarıp halka mal etmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap vererek 12 Haziran 1919'da Amasya'ya gitti. Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey(Bele) ve Rauf Bey'in (Orbay) katkılarıyla 14 Haziran 1919'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bünyesinde, Mustafa Kemal tarafından önceden hazırlanmış metnin üzerindeki çalışmalar tamamlanarak Millî Mücadele tarihimize Amasya Tamimi olarak geçen ilk önemli belge kabul edildi. Tamim, Konya'da bulunan 2.Ordu Müfettişi Cemal Paşa (Küçük, ya da Mersinli Cemal Paşa)ile Erzurum'da 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın da onaylamasından sonra 21/22 Haziran 1919'da tüm ilgililere duyuruldu. (14)
    Amasya Tamimi'nde dikkati çeken noktalar özellikle şunlardır."Yurdun bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir" denilmekle, tehlike çanı çalmakta, alarm işareti verilmektedir. Tamimin ikinci maddesi birinciyi tamamlamakta İstanbul Hükümetinin aczi ortaya konularak, bu durumun milletimizi yok olarak tanıttırdığı açıklanmaktadır. Tamimde yer alan önemli bir hüküm de, "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" parolasıdır. Millî Egemenliğe ve millî bağımsızlığa yer veren bu ilke, daha sonraki tarihî gelişmelerle Türk İnkılâbının bir temel dayanağı olacaktır. Tamim, bölgesel değil, bütün ül***i içine alacak bir kuruluşu öngörmekte ve bu amaçla bir kongrenin toplanması gereğini belirtmektedir(15).
    Amasya Tamimi, Millî Egemenliğe dayalı yeni bir Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Türk milletine bu çağrının gerekçesini ve uygulanacak plânı açıklamaktadır. Artık yüzyıllardır Türk milletinin kaderine hükmetmiş olan Padişah iradesine karşı ayaklanma başlamıştır. Nitekim Tamimle birlikte İstanbul'a gönderilen mektuplarda, artık İstanbul'un Anadolu'ya egemen değil, bağımlı olmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Ordunun Amasya'da alınan kararların uygulanması ile görevlendirilmesi artık ordunun da ihtilâlin içinde yer aldığını göstermesi bakımından önemlidir.(16)
    Tamim, millet gerçeğine dayanarak alt üst olan düzenin yerine yeni bir düzeni öngörmektedir."İstiklâl", bu yeni düzenin parolası, millî iradeye dayanan"Millî Hakimiyet" ilkesi de gücüdür.(17)
    Amasya Tamimi'nin bir diğer önemi de,Türk Milliyetçiliği akımının, inkılâbın bir temel prensibi olarak değerlendirilmiş olmasıdır. Milliyetçilik Amasya Tamimi'nden itibaren millî mücadelenin esası, özü, temel yapısı olmuş, milleti harekete getiren, ona millî şuur ve vicdanının sesini duyuran, politik tutumun hedeflerini gösteren prensip olmuştur.(18)
    Kısaca, Amasya Tamimi,Türk İnkılâp Tarihinde, hukukî ve siyasî önemi ile yeni Türk devletinin kuruluşunu hazırlayan bir temel vesika olması bakımından özel bir değer ifade eder.
    Devletin kaderinde, milletin söz sahibi olması anlamını taşıyan Millî Egemenlik ilkesinin, Millî Mücadele dönemi boyunca ve daha sonra da üzerinde durulacak en önemli hususlardan birisi olduğu, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde kongreler düzenlenerek, halkın istek ve düşüncelerinin belirlenmeye çalışılmasından da açıkça anlaşılıyordu. Zaten sadece bu kongrelerin toplanması bile, millet egemenliğinin gerçekleştirilmesi yolunda atılmış önemli bir adımdı. Çünkü kongrelerde alınacak olan kararlar, milletin temsilcilerinin görüşleri doğrultusunda ortaya çıkacaktı. Bu da milletin girişilecek olan mücadelede söz sahibi yapılması demekti.(19)
    Bu çerçevede, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresinde alınan kararlar arasında; "Kuva-yı Milliyeyi âmil ve İdare-i Milliyeyi hakim kılmak esastır" ibaresinin bulunması, bütün bu çalışmaların Türkiye'de Millî Egemenliği gerçekleştirmek esasına dayandığı açıktır. Yine 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında yapılan Sivas Kongresinin sonunda yayınlanan beyannamede de; "İstiklâlimizin temini için Kuva-yı Milliyeyi âmil ve Millî İradeyi hakim kılmak esastır" denilerek,Erzurum Kongresinde bu konuda alınan kararın aynen tekrarlanması, şüphesiz Atatürk'ün bu konudaki kararlılığının bir göstergesi olmuştur. Bu çerçevede,Atatürk'ün Sivas'ta çıkarttığı gazetenin adının İrade-i Milliye ve Ankara'da çıkarttığı gazetenin adının da, Hakimiyet-i Milliye olması tesadüf değildir.(20)
    Türkiye'de Millî Egemenlik konusunda atılmış önemli adımlardan birisi de Son Osmanlı Mebusan Meclisinde 28 Ocak 1920'de kabul edilen Misak-ı Millî kararlarıdır. Misak-ı Millî ile her şeyden önce millî ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırları çizilmekle birlikte Türkler, tam bağımsızlık şuuruna erişmişler ve millet olarak asgari haklarını istemişlerdir. Bu Misak (Ant), Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarındaki millî kurtuluş programını, millî hudutlarımızı daha geniş ve belirli kılarak tam bir hukuk ve siyaset anlayışı esaslarına oturtmuştur.(21)
    Misak-ı Millî'nin kabulünden sonra İngilizler 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal ederek,Son Osmanlı Mebusan Meclisini de dağıtmışlardır. İstanbul'un işgaliyle birlikte Osmanlı Devleti'nin tamamen etkisiz kaldığını ve milletin içinde bulunduğu kötü duruma bir çare bulmasının artık mümkün olmadığını gören Atatürk, milletin kurtuluşunu yine milletin kendisinin sağlayacağı düşüncesiyle ve Millî Egemenlik ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla, 19 Mart 1920'de bütün valilere, mutasarrıflıklara ve komutanlıklara bir genelge göndererek, Ankara'da "olağanüstü yetkilere sahip" yeni bir meclisin toplanmasını istedi.Bu genelgede yer alan hükümlere uygun olarak yapılan seçimler sonucunda belirlenen milletvekillerinin yanında, İstanbul'dan Ankara'ya gelmeyi başaran milletvekillerinin de katılmasıyla, yeni meclis 23 Nisan 1920'de Ankara'da açıldı.(22)
    Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla,Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesi resmen ve de fiilen gerçekleştirilmiştir. Böylece millet kendi geleceğini kendisi belirleme imkânına kavuşmuştur. Bunda da en büyük pay, hiç şüphesiz Atatürk'e aittir.

    Atatürk, T.B.M.M.'ni açarak en büyük ideallerinden birisi olan,Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirirken, "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" ifadesiyle de, hükümranlık hakkını ve otoritesini sadece T.B.M.M.'ne vermiştir.O, böylece bu konuda milleti tam yetkili kılarken, aynı zamanda diktatörlüğe karşı da bütün kapıları kapatmıştır.(23)
    Atatürk,Meclisin,Millî Egemenlik ilkesi gereği, milletin kaderine nasıl hakim olması gerektiğini de, yine mecliste yaptığı bir konuşmada şu sözlerle ifade etmiştir;"Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hakimiyetini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Ali'de temsil etti. İşte o meclis, Meclis-i Alinizdir;Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir." (24)
    19Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla başlayan Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesini gerçekleştirme çalışmaları, 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla fiilen gerçekleşmiş ve "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" ifadesinin 20Ocak 1921'de kabul edilen ilk Anayasada yer almasıyla da hukukî anlamda güvence altına alınmıştır. Böylece Türkiye'de Millî Egemenlik ilkesinin gerçekleşme evreleri de tamamlanmıştır.

    (*) Gazi Üniversitesi,Kastamonu Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi.


    BİBLİYOGRAFYA
    1. AKGÜN,Seçil; "Atatürk, Konya ve Millî Egemenlik", Millî Egemenlik 1991, Sempozyum ve Panellerde Sunulan Bildiriler, TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1991.
    2.ATATÜRK, Nutuk,C.I, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz,Ankara, 1984.
    3.ATATÜRKÇÜLÜK(1.Kitap), Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, İstanbul, 1988.
    4. ATEŞ, Sami; Millî Hakimiyet Prensibinin Tarihi Gelişimi ve Türk İnkılâbındaki Yeri, Kemalist Atılım Birliği Yayınları, Ankara, 1991.
    5. AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam,Mustafa Kemal, C.I, (1881-1919), İstanbul, 1963.
    6.BIYIKLIO?LU,Tevfik; Atatürk Anadolu'da, (1919-1921),Ankara, 1959.
    7. DEMİRCİ, Sevtap; "Atatürk'te Egemenlik Anlayışı ve Gençlik", Millî Egemenlik Fikrinin Tanımı, Unsurları ve Gelişimi (Panel),Dicle Üniversitesi, Diyarbakır 6 Mayıs 1986, TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1986.
    8. DEVELİO?LU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 7. Baskı, Aydın Kitabevi, Ankara, 2986.
    9.DÖNMEZ,Cengiz; "Atatürk ve Türkiye'de Millî Egemenlik Prensiplerinin Gerçekleştirilmesi", Cumhuriyet'in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,Gazi Üniversitesi,Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını,Ankara, 1998.
    10. ERO?LU, Hamza; Atatürk ve Millî Egemenlik, Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,Ankara, 1987.
    11. ERO?LU, Hamza; Türk İnkılâp Tarihi,MEB Basımevi,İstanbul, 1982.
    12.FEYZİO?LU, Turhan; Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1988.
    13.KARAOSMANO?LU, Yakup Kadri; "Atatürk ve Devlet Kuruculuğu", Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1982.
    14. KODAMAN,Bayram; "Millî Hakimiyet Fikrinin Gelişmesi", Millî Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi, (Panel), 19 Mayıs Üniversitesi,Samsun 22 Nisan 1986, TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1986.
    15.KÖNİ, Hasan; "Millî Egemenlik Kavramının Batıda ve Türkiye'de Gelişimi", Millî Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi, (Panel), 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun 22 Nisan 1986,TBMM Kültür,Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları,Ankara, 1986.
    16. ÖNSOY,Rıfat; "Türklerde Millî Egemenlik ve Atatürk",Atatürk ve Millî Egemenlik Paneli (Bildiriler), M. Kemal Üniversitesi Yayınları, Antakya, 1994.
    17. ÖZTÜRK,Kazım; Atatürk'ün TBMMAçık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C.II,Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara, 1990.
    18. ŞAHİNGÖZ,Mehmet; İzmir,İstanbul ve Maraş'ın İşgaline Tepkiler,Doktora Tezi,(A.Ü. T.İ.T.E.), Ankara, 1986.
    19.TANSEL, Selahattin; Mondrostan Mudanyaya Kadar, C.II, Ankara, 1973.
    20. TURAN,Refik ve diğerleri; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi,Ankara, 1994.
    21.YILMAZ,Mustafa ve diğerleri; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara, 1998.



    (1)Şevket Süreyya Aydemir,Tek Adam, Mustafa Kemal,C.I, (1881-1919), İstanbul, s.390.
    (2)Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 7.Baskı, Aydın Kitabevi,Ankara, 1986, s.375. Hamza Eroğlu,Atatürk ve Millî Egemenlik,Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1987, s.2.
    (3)Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, MEB Basımevi, İstanbul, 1982, s.444.H.Eroğlu, Atatürk ve ..., a.g.e., s.5.
    (4)Cengiz Dönmez,"Atatürk ve Türkiye'de Millî Egemenlik Prensiplerinin Gerçekleştirilmesi",Cumhuriyet'in Kuruluşunun 75. Yıl Armağanı,Gazi Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, Ankara, 1998, s.64-65.
    (5)Sami Ateş,Millî Hakimiyet Prensibinin Tarihî Gelişimi ve Türk İnkılâbındaki Yeri,KemalistAtılımBirliği Yayınları,Ankara, 1991, s.27.
    (6)Turhan Feyzioğlu, Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,Ankara, 1988, s.1.
    (7)Sevtap Demirci,Atatürk'te Egemenlik Anlayışı ve Gençlik, Millî Egemenlik Fikrinin Tanımı,Unsurları ve Gelişimi (Panel), Dicle Üniversitesi,Diyarbakır 6 Mayıs 1986, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1986, s.34. Atatürkçülük(1.Kitap), Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, İstanbul, 1988, s.4-21.
    (8)Atatürkçülük (1. Kitap), a.g.e., s.17.
    (9)C.Dönmez. a.g.m., s.67.
    (10)Atatürk,Nutuk, C.I, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz,Ankara, 1984, s.9.
    (11)H.Eroğlu, Türk ..., a.g.e., s.174-175. Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da, (1919-1921), Ankara, 1959, s.30. Atatürk 16 Mayıs 1919'da 9. Ordu Müfettişliği görevine atanmıştır.
    (12)Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanyaya Kadar, C.II,Ankara, 1973, s.241.
    (13)Bu konuda geniş bilgi için bkz. Mehmet Şahingöz, İzmir, İstanbul ve Maraş'ın İşgaline Tepkiler,Doktora Tezi,(A.Ü.T.İ.T.E.), Ankara, 1986, s.58-271.
    (14)Mustafa Yılmaz ve diğerleri,Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi,Ankara, 1998, s.92.
    (15)H.Eroğlu,Türk..., a.g.e., s.178-179.
    (16)M.Yılmaz, a.g.e., s.93-94.
    (17)Refik Turan ve diğerleri, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi,Ankara, 1994, s.114.
    (18)H.Eroğlu, Türk..., a.g.e., s.183.
    (19)C.Dönmez, a.g.m., s.68.
    (20) C.Dönmez, a.g.m., s.68-69. H.Eroğlu, Türk ..., a.g.e., s.188-191.
    (21)R.Turan, a.g.e., s.130-131. H.Eroğlu, Türk..., a.g.e., s.200-201.
    (22)R.Turan, a.g.e., s.136-137.
    (23)Yakup Kadri Karaosmanoğlu,Atatürk ve Devlet Kuruculuğu, Atatürkçü Düşünce,Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1982, s.473.
    (24)Kazım Öztürk, Atatürk'ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, C.II,Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara, 1990, s.907-908.

Sayfa 3/5 İlkİlk 12345 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •