Bunları göstermişken bir kaç tane de 1.85:1 den full frame'e aktarılan görüntü gösterelim de "Olsun belki de 1.85:1 filmdir. Fazla kaybımız olmaz" diyenler kızarıp bozarsınlar. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki burada kayıplar bir önceki kadar değil ve filmin bütünlüğüne etkisi de çok daha az


Yukardaki resim Jason And The Argonauts'tan alınma bir resim. Filmde metalden yapılmış bir heykel canlanıyor ve Jason ve ekibine saldırıyor. İki resim arasındaki yedi farkı bulabildiniz mi? Yedi mi daha fazla mı bilmiyorum ama önemli bir fark olduğu kesin. O da bahsi geçen Jason ve ekibinin heykeli resimde yalnız bırakmış olmaları


Bu resim de As Good As It Gets'ten. Carol(Helen Hunt) ve Melvin (Jack Nicholson) karşılıklı konuşmaktalar. Ve gördüğünüz sahnede konuşan Carol olduğundan kamera ekranın büyük kısmını Carol'a ayırıyor. Tabii bu sırada Melvin'e biraz haksızlık etmiyor da değil.

LETTERBOX

Başta da söylediğim gibi widescreen formatı ekrana yansıtmanın iki yolu var. Birinci yol olan pan&scan'i anlatmış bulunmaktayım. Bu yüzden yolun yarısına geldim sayılır. Şimdi gelelim ikinci yönteme. Bu yöntemin adı, başlıktan da anlayacağınız gibi letterbox yöntemi. Belki adını yeni görüyorsunuz ama birazdan okuyacaklarınızdan sonra bu yolla yapılan filmlerin size pek de yabancı olmadığını göreceksiniz.

Pan&scan yönteminin temeli televizyon ekranının tamamını doldurmaya dayanıyordu. Fakat letterbox'ta tv ekranının ne kadar dolduğu bizim için önemli değil. Filmi orjinal oranlarında göstersin de gerisi boş kalsın ne fark eder? Boşlukları ne mi yapacağız? Canım siyah bantlar ne güne duruyor? Birini alta birini de üste koyduk mu iş tamam. Ne kadar kolaymış değil mi?

Üstteki açıklama bilimsellikten biraz uzak olduğundan bir de şu şekilde anlatalım. Biraz önce pan&scan'i açıklarken görüntünün yüksekliğini ekranın yüksekliğiyle çakışacak şekilde ayarlamış ve bu yüzden yatayda görüntü kaybıyla karşılaşmıştık. Şimdi letterbox yönteminde görüntünün eni ekranın eniyle örtüşecek şekilde görüntüyü yerleştiriyoruz. Tabii haliyle görüntünün yüksekliği ekranınkinden daha kısa kalıyor. Şimdi görüntüyü ister ekranın altına, ister üstüne isterseniz de düşey eksende hareket ettirerek istediğiniz yere koyun. Tabii pek çok tv yayıncısı ya da cd ya da video kaset üreticisi görüntüyü alttan ve üstten eşit uzaklığa yani ekranın ortasına koymayı daha uygun buluyor. Sanırım hepimiz de öyle düşünüyoruz. Artık filmimizi, aynen yönetmenin kameraya aldığı gibi görebiliyoruz. Hiçbir kayıp olmadan.

Gelelim letterbox'ın dezavantajlarına. Aslına bakarsanız ayrı bir paragraf ayıracak kadar dezavantajı yok. Hatta tek bir dezavantajı var: Görüntü biraz küçük oluyor. Pek çok tv seyircisi ekranlarında iki tane siyah bant görmekten memnun olmuyorlar. E bazen hak vermek de lazım. Düşünsenize aylar boyu biriktirdiğiniz ve herkesten gizli tuttuğunuz yüz milyonlarınızı 70 ekran bir düz kare ekran televizyona veriyor, patlamış mısırınızı elinize alıp ışığı kapatıyor ve tv'nin (tabii o şu anda sizin için bir tarihi eserden farksız) karşısına geçiyorsunuz. Bir de ne göresiniz ekranın yarısı siyah bantlarla kaplı. Şimdi ne mi yapacaksınız? Öncelikle filmi bu şekilde yayınlayan kanalı kutlayacaksınız çünkü en doğrusunu yapıyorlar. Ne yapalım canım, biz de maçları rahat seyrederiz deyip ***ifle filmi seyretmeye devam edeceksiniz. Hem zaten sonuçta 57 ekran bir televizyona göre yine de daha büyük bir görüntü var karşınızda. Ben şahsen okuduğum yazılarda bundan başka bir dezavantajına rastlamadım. Bu da zaten görüntünün bir kısmını kaybetmeye oranla çok çok önemsiz bir deazavantaj bana göre. Siz farklı düşünen ve letterbox'ı lanetleyip şeytan icadı diye korkanlardan olabilirsiniz. Ama umarım hala bu siyah bantların televizyondaki ya da kanaldaki bir hatadan kaynaklandığını düşünenlerden değilsinizdir çünkü inanın böyle düşünenler de var ve bunun en büyük nedeni bu konuda halkın pek de fazla aydınlatılmamış olması. Eğer o bantları görmek istemezseniz size önerim paraya kıyıp mis gibi bir widescreen tv almak.

Aşağıda widescreen'in en yaygın kullanılan hali olan flat ve scope formatlarına birer örenek görüyorsunuz. İlk resim Good Will Hunting'den ve 1.85 formatında. İkincisi de 2.35'e 1'lik Rushmore'dan. Resimlerde bantların dışında kalan gerçek görüntüler filmin orjinal boyutlarındaki ve hiç bir kayıp olmadan tv ekranına yansımış halleri




BAŞKA YÖNTEMLER

Hatırlarsanız pan&scan yönteminden bahsederken bu yönteme bazen full frame de dendiğini söylemiştik. Fakat artık bu tabirin yanlış bir tabir olduğunu söylemenin zamanı gelmiş bulunmakta. Biliyorum önce yanlışları öğretip sonra bunları yanlış olduğunu söylemek Türk eğitim sistemine özgü bir özellik ama ne yapalım, biz de bu okullardan çıktık işte. Aslına bakarsanız bunu sadece espri olsun diye söylüyorum çünkü bu tip eğitim bazen çok yararlı oluyor. Tıpkı şimdi olacağı gibi: İngilizce bilenleriniz full frame'in tam ekran, tam pencere ya da tam çerçeve gibi anlamlara geleceğini çoktan idrak etmişlerdir. Bilmeyenlerin de sanıyorum teşekkür etmeleri gerekiyor. Şimdi gelelim paragrafın başında bahsettiğim yanlışlığa. Full frame pan&scan'le tabii ki aynı şey değildir. Sadece görüntünün ekranın tamamını doldurmasına verilen addır. Çoğu zaman bunu yapmak için pan&scan kullanıldığından bu ikisi aynı anlamda kullanılmaktadır.

Şimdi size widescrenn filmleri full frame olarak tv ekranına getirmenin başka yöntemlerinden bahsedeceğim. Bunlarda biri bazı ünlü yönetmenlerin de (James Cameron gibi) kullandıkları, özel bir film/kamera lensi (merceği) yardımıyla gerçekleştirilen super 35 yöntemi. Burada filmi çeken yönetmen filmi full frame olacak şekilde çekiyor fakat sinemalarda gösterilen film, çekilen filmin bir kısmının atıldıktan sonra geriye kalan kısmı. Buna örnek olarak Wolfgang Peterson'ın çektiği Harrison Ford'un başrolde oynadığı Air Force One'dan.



İlk resim sinemada gösterilen widescreen, ikincisi ise televizyon ekranını dolduracak boyutlardaki full frame versiyonu. Film sinemada soldaki 2.35'e 1 haliyle gösterilmişti. Video kasetlerdeki görüntü ise sağda gördüğünüz resimdeki gibi. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi sağdaki resimdeki beyaz çerçeve soldaki resmin aynısı. Çerçevenin dışındaki bölüm ise biz televizyon izleyicilerine sağlanan bir ayrıcalık sayılabilir. Bu yöntemi James Cameron Terminator 2, Titanic ve The Abyss filmlerinde kullandı.Hatta kendi filmlerinin full frame hallerini widescreen versiyonlarına tercih ettiğini bile söyleyen Cameron, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sitesinin söylediğine göre widescreen hayranlarını oldukça şaşırtmış.

İkinci yöntem biraz daha farklı ancak önemli bir dezavantajı var o da yalnız tamamı bilgisayarla yapılmış filmlerde kullanılabiliyor olması. Aşağıda Pixar'ın A Bug's Life filminden bir görüntü var. Siz önce ona bir bakın, açıklamayı sonra okursunuz.



Bu film bu yöntemin kullanıldığı tek film aslında çünkü oldukça zor ve zaman alan bir yöntemden bahsediyoruz. Bu filmde Pixar'ın animatörleri full frame görüntüyü oluşturmak için widescreen'deki karakterlerin yerini deiştiriyorlar. Tabii yine görüntüden çalmış oluyorlar. Yukardaki resimlerde olan da bu. Full frame'de gördüğünüz iki beyaz okla anlatılmak istenen şey ilk resimde önce sağdaki karıncanın yaprak üzerinde biraz sola taşındığı, sonra da yaprağın üzerindeki karıncalarla birlikte resmin biraz sağına ötelendiği

Alıntı ve derlemedir