REKLAM

Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/6 İlkİlk 123456 SonSon
54 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Şair ve Yazarların Biyografileri...

  1. #11

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    1825'te İstanbul'da doğdu, 1898'de yaşamını yitirdi. Sultan II. Mahmut ile eşlerinden Zernigar Sultan'ın kızı, Sultan Abdülmecit'in kız kardeşi. Sarayda özel eğitim gördü. Kaptan-ı Derya ve sonradan Sadrazam olan Mehmet Ali Paşa ile evlendi. Önce üç çocuğunu, sonra kocasını ve ardından da genç kızı Hayriye Sultan'ı kaybedince acıya boğuldu. Nakşîbendi tarikatına girdi. Şiirleri 1996'da 'Adile Sultan Dîvânı' adıyla yayınlandı. Şiirleri genellikle çocukları, eşi ve kızı Hayriye Sultan'ın ölümlerinden duyduğu derin üzüntüyü yansıtan manzumelerden oluşur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şair sayılır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazdı. Türbesi İstanbul Eyüp'te Bostan İskelesi yakınında. İstanbul'da pek çok hayır eseri bıraktı, ayrıca babası onun adına birçok eser yaptırdı. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağladı.

  2. #12

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Dünyaya 1447 yılında Dimetoka’da gelen II. Bayezid, 1481'de Fatih'in ölümü üzerine Osmanlı tahtına XIII. padişah olarak geçmiştir. Rakibi olan şehzade Cem'in saltanat arzusuna, yeniçerilerin kendisine taraftar olmaları ve vali bulunduğu Amasya'dan merkeze Cem'den önce varışı ile set çekti. Bu rekabet bilinen gelişmelerle 1495'e kadar devam etti. 10 Haziran 1512 tarihinde Çorlu’da vefat etmiştir.

    Kendisi de âlim ve şair olan II. Bayezid kendi devrini âlimler, şairler devri haline getirmiş, bir kısım isim ve işleri ile Künhü'l-Ahbar'da kaydedilmiş olan yüzlerce kabiliyeti şöhret haline getirmiştir, birçok yönden babası Fatih'i aratmamıştır.

    II. Bayezid, şiirlerinde mütevekkil ve şükredicidir, bazen de bir hak ve adalet arayıcısıdır.

    Adlî, Ahmed Paşa’yı üstad tanıyarak gazel söylemiş, Necatî'den aldığı ilham ve feyzi de ilk tesirle birleştirerek devrinde vasat kudret ve kabiliyette bir şair olmuştur.

  3. #13

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    H A Y A T I

    Ne önemi var yaşam öykümün? Hangi yaşam, tek sayfada anlatılır;
    ve insanlık tarihi içinde bir toz zerresinden daha büyüktür. İnsanın
    kaç penceresi var yüreğinde, içini ışıkla doldurmak, dışarıya ışıklar
    salmak için; sen ona bak. Hem her yerli, hem de hiç bir yerlisin; eğer
    şairsen, insanın vatanı insan bellemişsen...

    Yazıp çizmek, serüvencilik değilmi; yani keşfetmek. Bazan
    doğduğun bozkırın çileli çatlaklarında ararsın güzellikleri; bazan
    otuzunda görür görmez vurulduğun denizin çığlığında.. Gün olur,
    bozkırın en kıraç yerinde, bir derin kuyu olursun; gün olur, artık
    hiç bir geminin uğramadığı ıssız adadaki yosunlu deniz feneri...
    Bazan da sonsuz gökyüzünde gidecek yer bulamayan, göçmen bir kuş.
    Yalnızlığında, sevincinde, hasretinde tanımlanamaz. Ama güzellik,
    kendi içinde yoksa, oluşturamamışsan, aramakla bulunmaz; bilirsin...

    <<>>

    Küskünlüklerini,değerli taşlar,kutsal sayfalar ve dede
    yadigarı eşyalar gibi; boyunlarında muska, parmaklarında yüzük,
    yüreklerinde aşk gibi saklayanlara sözümüz yok... Kötü ve yanlış
    yanlarımız, dostlarımızın sınav sorularıdır... Biz insanları
    yanlışlarıyla sevmesini sizlerden öğrendik.. Çok bağışladınız beni,
    çok... Bir gün ölüp gittiğimde- ki hepimiz, bir gün bizi dünyaya
    mahkum eden hırslarımızı falan soyunup, bir yerlerde toprağa ve
    sonsuza karışacağız- ki bir gün ölüp gittiğimde, söylenmemiş
    aşklarımın pişmanlığı olacak en çok ah ettiğim...

    İngiliz serüvenci Davit Livingstine, Zambezi’de, Rauma Irmağı
    boylarından, Afrika içlerine, üç kez sefer düzenlemiş bir gezgindi.
    Gittiği yerlerde, köleliğe ve cehalete karşı mücadele veren bu
    adam, 1864 yılında öldüğünde, arkadaşlarının isteği üzerine, onu
    taparcasına seven yerliler, cesedini kayıklara yükleyerek,
    İngiltere’ye gitmesine hiç ses etmeyince, herkes çok şaşırmıştı.
    Ancak Londra’da anlaşıldı ki, o Afrika yerlileri, kendilerine
    ait bir şeyi söküp almışlardı: Livingstine’in yüreğini... Şimdi
    yıllar sonra yeniden aranızda bulunuşum, Livingstine’ ın milyonda
    biri kadar bile önemi olmayan bu insana sizin gerçekten hak
    ettiğinden çok fazla değer verdiğinizi ve yüreğimi çoktan almış
    olduğunuzu gösteriyor... Aklıma bir çizgi roman kahramanı geldi:
    Corlto Maltese; Çingene falcıya elini uzatıp, falına bakmasını
    istemişti. Falcı, şaşkınlık içinde kader çizgisinin olmadığını
    söyleyince, cebinde sakladığı babasının usturasıyla avucunun
    ortasına bir kader çizgisi kesip, artık bakabilirsin demişti.
    Kader çizgimizi avucumuzun ortasına usturayla açmadık, ancak
    nereli olduğum gibi bir soruya vereceğim yanıt, yerim sizlerin
    dostluğudur, nereliyseniz, nerede yaşıyorsanız, orayı seçtim...
    sizlerin arasını baba evim seçtim, nerede olursam olayım,
    buranın damgasını taşıyacağım.

    Herkesin, aşkların olmadığına inandığı, aşklarını çağın dayatılan
    değerlerine göre günlük yaşayan, bir dönem bu. Hatta hormonal bir
    olay olarak, insan kimyasıyla açıklıyorlar artık... Onlara sormak
    gerekir, onurun, namusun da bir kimyası var mı? İnsan kişiliğinden
    haberi olmayan bu söylemler, bize göre değil. Diyeceğim, aşkların
    böylesine yozlaştığı bir dönemde, dostlukların çatıları yıkılıyor
    arkadaşlıkların duvarlarını, zaman yelleri, selleri almış almış
    götürmüş. Ancak biz hala ayaktayız... Hiç çıkarsızca bir şeyler,
    bizi yeniden derleyip bir araya getirdi işte. Yakından bakınca
    iğrenç, uzaktan hoş görünen insanlar vardır. Uzaktan anlaşılmayan
    , yaklaştıkça güzelleşen insanlar vardır. Ne güzel, biz yakından da
    baktık birbirimize, uzaktan da... Her iki halde de güzeldik,
    mesafelerin önemi yok... Zaten ayrılmamıştık... Suçluluk duyduğum
    bir şey var: Söylenmemiş duygularım ,ki onlar aşk ve sevda
    üzerinedir Kendimi ihbar ediyorum...( Adnan Durmaz 02-06-2001
    İzmir)

    Not : Bu yazı şairin internetteki bir yazısından ve Fsıltılarla da
    Olsa Söyle adlı şiir kitabının arka kapağından aynen alınmıştır.

  4. #14

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Adnan ÖZER

    1957 yılında Tekirdağ'ın Gazioğlu köyünde doğdu. İlkokulu Silivri'nin Küçüksinekli köyünde, ortaokul ve liseyi Batman'da bitirdi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. 1976'dan beri İstanbul'da yaşıyor ve yayıncılıkla uğraşıyor. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin şiir yarışmasında birincilik ödülü kazandı. Şiirleri Gösteri, Milliyet Sanat, Sanat Emeği,Türk Dili, Varlık, Yazko Edebiyat gibi dergilerde yayınlandı. Üç Çiçek seçkisi, Yeni Türkü, Yeryüzü Konukları, Düşler, E dergisi gibi yayınların mutfağında yer aldı. Şimdilerde Kaçak Yayın adlı yayının mutfağında. Neruda, Lorca, Octavia Paz gibi İspanyol diliyle yazan şairlerden çeviriler yaptı. Halk söylenceleri, masallar, türküler ve tekerlemelerden yararlanarak anlatı ağırlıklı
    grotesk şiirler yazıyor.

  5. #15

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    (1953-2002) 27 Mart 1953’te Elazığ’ın Dilek köyünde dünyaya gelen Adnan Yücel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1975 yılında mezun oldu. Yücel daha sonra Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne girdi. 'Şiirimizde Garip Hareketi' üzerine master yapan Yücel, 1975 yılından itibaren Ankara liselerinde öğretmenlik yaptı. 1987 yılından bu yana Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Türk dili öğretim görevlisi olarak görev yapıyordu. 'Ter Şiirleri' başlıklı ilk şiirleri 'Yeni Adımlar' dergisinin 24.12.1974 tarihli sayısında çıkmıştır. Aynı yıldan itibaren ürünlerini Yapıt, Yeni Olgu, Sanat Emeği, Türkiye Yazıları, Petek, Yazko Edebiyat, Somut, Anadolu Ekini, Dönemeç, Söylem, Artı Oluşum gibi dergilerle Yeni Halkçı, Demokrat ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımladı. 1996 yılında Rotterdam’da düzenlenen şiir festivaline Türkiye’yi temsilen katıldı. On şiiri Hollandaca’ya çevrildi. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN, Edebiyatçılar Derneği, Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyesidir.

    Yapıtları:

    ŞiiRLERİ

    Kavgalara Sözlenen Sevda. 1979 Yurt Yayınları, Ankara, Soframda Kaval Sesi. 1982 Yurt Yayınları, Ankara, Bir Özlem Bir Türkü. 1984 Yurt Yayınları, Ankara, Acıya Kurşun İşlemez. 1985 Yurt Yayınları, Ankara, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek. 1986 Yurt Yayınları, Ankara, Rüzgârla Bir. 1989 Yurt Yayınları, Ankara, Ateşin ve Güneşin Çocukları. 1991 Yurt Yayınları, Ankara, Çukurova Çeşitlemeleri. 1993 Yurt Yayınları, Ankara, Sular Tanıktır Aşkımıza. 1998 Yurt Yayınları, Ankara.

    ARAŞTIRMA:

    Karacaoğlan, Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ve Şiirleri. 1993 Altın Kitaplar, İstanbul

  6. #16

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Mahmud Paşa'nın ailesi ile doğum yeri ve yılı hakkında çağdaşı Türk tarihçilerinin eserlerinde bilgi yoktur. Sonraki yüzyıllara ait tezkirelerden Künhü'l-Ahbâr ile Hadîkatü'l-Mülûk ve'l-Vüzerâ adlı eserlerde Hırvat asıllı olduğu belirtilmektedir. Beyânî Tezkiresi, Künhü'l-Ahbâr, Meşâirü'ş-Şuarâ ile Tezkiretü'ş-Şuarâ da Alacahisarlı olduğu kanısındaysa da Mahmud Paşa'nın biyografisini yazan Ş. Tekindağ, bu kayıtların doğruluğunu şüpheyle karşılamakta ve Babinger'in verdiği bilgilere dayanarak babasının Sırp despotu Angelos ailesinin Teselya kolundan gelmiş olması ihtimalini kuvvetli görmektedir.

    Yerli kaynaklardan yalnızca Heşt Bihişt adlı eserde babasının adının Abdullah olduğu yazılan şâirimizin soyuyla ve sonraki hayatıyla ilgili bir başka husus, bazı tezkirelerde ve menakıpnâmelerde Mahmud Paşa ile Kassabzâde Mahmud Bey'in karıştırılmasıdır. Bu konuda Halil İnalcık, Sadrazam Mahmud Paşa ile Bursa subaşısı Kassabzâde Cübbe Ali Bey'in oğlu Mahmud Bey'in farklı şahıslar olduğunu belirtmektedir. Âmil Çelebioğlu ise, Yazıcıoğlu Mehmed'in dostlarından bahsederken müellif hattı Muhammediye'deki
    Veziri var idi bir nür-ı Vehhâb
    Adı Mahmud Paşa 'di İbn-i kassâb (8864)
    beytinden hareketle 'Fatih Sultan Mehmed'in vezîr-i azamı Mahmud Paşa Kasaboğlu Mahmud'dan başkası değildir' demektedir.

    Tezkirelere göre savaş esiri olarak veya intisap yoluyla Mehmed Ağa'nın himayesine giren Mahmud Paşa'nın bundan sonraki hayatına ait bilgiler daha nettir.

    Mehmed Ağa'nın himayesiyle Edirne sarayında öğrenim gördükten sonra II. Mehmed'in tahta çıkışıyla birlikte ocak ağalığı rütbesi verilir (1451) ve İstanbul kuşatmasında görev alır. Fatih'le birlikte birçok savaşa katılan Mahmud Paşa, Belgrad seferindeki başarıları üzerine 1454'te vezir ve Rumeli beylerbeyi olur. 1458'de Sırbistan işini halletmesi için görevlendirilir ve bazı kaleleri alarak bölgedeki Osmanlı hakimiyetini güçlendirir. 1460'ta Fatih'le birlikte gittiği ikinci Mora seferinde Mistra (İsparta) kalesini, ikna yoluyla ele geçirir.

    1461 yılında yine Fatih'le birlikte Amasra, Sinop ve Trabzon seferine çıkar. Bu seferde Mahmud Paşa Amasra'yı 150 gemilik bir filoyla kuşatırken Fatih de karadan gelir ve şehir alınır. Sinop'un alınması harekâtını sevk ve idare edip Rumeli ordusu kumandanı sıfatıyla Trabzon'a gelir ve hem halkı hem de imparatoru ikna ederek şehri kan dökmeden alır. 1462'de katıldığı Eflak savaşında üstün basanlar gösterir. Aynı yıl Midilli adasını almakla görevlendirilir ve bunu da başarır.

    1463 yılında Fatih'in Sırbistan seferine katılır ve isyan eden Venediklileri hezimete uğratır. 1464 kışında Fatih'in Jajcza'yı kuşattığı sırada hücuma geçen Macarlara karşı görevlendirilir ve onları geri dönmeye mecbur bırakır. Ertesi yıl Fatih'le birlikte Arnavutluk harekâtına katılır.

    1468 yılında Fatih'le birlikte çıktığı Karaman seferinde Pir Ahmed'i yakalayamayışı ve görevlendirildiği tehcir işinde yanlı davranıp rüşvet aldığı iddiaları üzerine vezirlikten ve beylerbeyilikten azledilir.

    Bir süre sonra donanma komutanı olur (1469/70) ve kendisine Gelibolu sancağı verilip donanmanın ıslahıyla görevlendirilir. 1470'teki Eğriboz'un fethinde yine Fatih'le birliktedir. Bu zaferden sonra yeniden sadrazamlığa yükseltilen Mahmud Paşa ile Fatih'in arası, Uzun Hasan'a karşı hazırlanan ordunun komutanlığını kabul etmeyişi üzerine biraz açılır.

    11 Nisan 1473'te Fatih'le birlikte Sivas'a gelen Mahmud Paşa Şebinkarahisar'ın alınmasını önermiş; bu önerisi kabul görmediği gibi, Otlukbeli Savaşı'nda ikinci derecede bir göreve getirilmiştir. Bu arada bir dizi savaşta gösterdiği başarıya rağmen gözden düşürülen Paşa, ikinci kez azledilmiştir.

    Bir süre Hasköy'deki 'hâs'ında inzivaya çekilen Mahmud Paşa, daha sonra Fatih'in huzuruna çıkarsa da yüz bulamaz. Şehzade Mustafa'yı ölümüne sevindiği, bir rivayette ise bu işte parmağının olduğu bahanesiyle Yedikule'ye hapsedilir ve türbesindeki kitabeye göre 1473'te, kaynaklara göre ise 3 Temmuz (~3 Ağustos) 1474'te -Fatih'in itiraf ettiği hatasıyla- orada öldürülür. Türbesi, kendi yaptırdığı camiin haziresindedir.




    Kişiliği

    Çocukluğundan itibaren Enderun'da saray terbiyesi ve eğitimiyle yetişmiştir. Bütün tezkireler ile diğer kaynaklar, 'tertîb üzere' öğrenim gördüğünden bahsetmekte, feraset ve akıllılıkta Osmanlı Devletinin yetiştirdiği ender vezirlerden saymaktadır. İlmî yeteneği ve zekâsının kıvraklığı, Meşâirü'ş-Şuarâ’da 'problemler diğer insanların zihnine gelmeden onun kalbine doğarmış' sözleriyle ifade edilmektedir.

    Fatih'in Hurufîliğe duyduğu ilgiyi kesmek için Mahmud Paşa'nın Edirne müftüsü ve müderrisi Fahreddin Acemî'nin de yardımıyla Hurufîleri ortadan kaldırması, onun zekâ ve ferasetinin örneklerinden yalnızca bir tanesidir. Devlet yetkilileri, âlimler ve halk tarafından sevinç ve takdirle karşılanan bu hadise, onun 'devlet-i ebed-müddet' ülküsüne ne denli bağlı olduğunu ve bu uğurda nelerin yapılması gerektiğini göstermesi bakımından kayda değer.

    Mahmud Paşa'nın kişiliği, adıyla özdeşleşen şu dört niteliğiyle öne çıkmaktadır: Fatih Sultan Mehmed'le beraberliği, yaptırdığı eğitim ve sosyal hizmet tesisleri, hayırseverliği, ilmî ve edebî yönü.

    Mahmud Paşa, 1451'de ocak ağalığı görevine getirilişinden -Âlî'ye göre daha da öncesinden- ölümüne kadar Fatih Sultan Mehmed'in güvendiği, sevdiği ve saygı duyduğu bir şahıs olarak tarihteki yerini almıştır. Eğitim işlerinden sosyal hizmet çalışmalarına, ülkenin güvenlik işlerinden yapılan savaşlara ve 'divan' kararlarından edebî toplantılara kadar, Fatih'le birlikte Mahmud Paşa'nın mührü de görülmektedir. Bu yakınlığı Gelibolulu M. Âlî, 'Horasan padişahı (Hüseyn-i Baykara) ile Mîr Ali Şîr Nevâyî ve Fatih ile Mahmud Paşa arasındaki şanlı ve benzersiz beraberlik, devlet işlerinden öte, zamanına göre, yıldızların sürekli ve mutlu beraberliğine denktir' şeklinde ifade etmektedir.

    Bu şanlı beraberliğin, ara sıra, entrikalar yüzünden gölgelendiği de olmuştur. Saraydaki iktidar çekişmelerinden hemen herkesin payını aldığı, yerini sağlamlaştırmak veya rakip gördüğü kimseyi uzaklaştırmak isteyenlerin hileye ve asılsız suçlamaya başvurduğu sıkça görülmektedir. Şâirimizin de bir kez böylesi bir davranışı, hileye başvurduğu, kayıtlarda bulunmaktadır.

    Kaynaklara göre, Mahmud Paşa'nın öldürülmesine, kimi yazarlara göre ise şehit edilmesine, belgelendirilememiş bir suçlamayla karar verilmiştir. Mahmud Paşa Menâkıbnâmesi ndeki Fatih'in kararından vazgeçtiği, emrin zindana ulaşmasından biraz önce infazın gerçekleştiği, cenazeyi ziyarete gelen Fatih'in çok ağlayıp: 'Mahmud, sana ki bu işi etdüm, âhiret pâdişâhı eyledüm, tâ ki senün mertebelerine biz de varayıduk', dediler kaydı, efsaneleşmiş beraberliğin, tarihî kaynaklar yanı sıra halk nazarındaki tezahürünün belgesidir.

    İstanbul'un Fethinden hemen sonra başlatılan eğitim çalışmalarında görev alan Mahmud Paşa, Ali Kuşçu ile birlikte Tetimme ve Sahn-ı Seman medreseleri teşkilâtının kurucusudur. Kendi adına da İstanbul, Hasköy ve Sofya'da medrese yaptırmıştır. Âşık Çelebi, Harameyn-i Şerîfeyn (Mekke ve Medine)'de dört mezhep üzere eğitim veren medreseler yaptırdığını kaydetmektedir. Süheyl Ünver, Mahmud Paşa'nın 1464 yılında yaptırdığı cami, aş evi, sığınma evi, medrese ve hamam külliyesi içinde kurduğu kütüphaneye vakfettiği eseflerden iki yüz kadarını bulduğunu belirtmekte ve özel kütüphanesinin temellük kitabesi ile kitaplarındaki vakıf mührünün resimlerini vermektedir.

    Mahmud Paşa'nın şöhretini ebedîleştiren hizmetlerinden biri, günümüzde adını yaşatmakta olan vakıflarıdır. Yaptırdığı sosyal hizmet ve hayır tesislerinin masraflarını karşılamak üzere çarşılar ve köyler vakfeden Mahmud Paşa'nın hayratından bazıları şunlardır: İstanbul'da okul, cami, hamam, mahkeme, çeşme, han ve 265 dükkândan oluşan iki çarşı; Ankara'da bedesten (kapalı çarşı) mescit ve han; Bursa'da kervansaray ve mescit; Edirne'de cami ve hamam; Hasköy'de medrese ve hamam; Sofya'da medrese, mescit, sebil ve han.

    Tezkireler, Mahmud Paşa'nın yoksullara yardım ettiğinden ve cömertliğinin son derece fazla olduğundan uzun uzun bahseder. Bunların arasında, Mahmud Paşa'nın taşradan gelen medrese öğrencilerine aynî yardımdan başka beş yüzer akçe bağışladığı ve cuma akşamları verdiği yemeğin içine nohut büyüklüğünde altın ve gümüş daneleri koydurduğu rivayeti dikkat çekmektedir. Latifî Tezkiresi'nde, 'hayr-endîş' (iyilik düşünen) olması sebebiyle Fatih'in, halka ait işleri ona teslim ettiği belirtilmektedir.

    Mahmud Paşa'nın iyiliksever yönü, tarih kaynaklarında belgeleriyle sabittir. O, yalnızca kendi halkına değil, Müslüman olsun olmasın, savaştığı düşmanlarına bile insanî duygularla yaklaşma erdemini gösterebilen ender şahsiyetlerdendir. Onun, yukarıda değinildiği üzere, bazı kaleleri ve şehirleri ikna yoluyla, kan dökmeden teslim aldığı ve Karaman'dan İstanbul'a tehcir sırasında zor durumda olanlara dokunmadığı için iftiraya uğrayıp vezirlikten azledildiği bilinmektedir.

    Mahmud Paşa'nın belirgin vasıflarından olan engin insan sevgisini, biraz da, devlet adamlığı görevinin önüne geçen şâir gönlünde aramak gerekir.

    Bütün bunlar, halkın onu 'velî' olarak görmesine, onun hayat hikâyesinin efsaneleşip dilden dile ve kuşaktan kuşağa anlatılmasına, sonuçta, onun adına 'menâkıb-nâme' yazılmasına yol açmıştır.

    Fatih Sultan Mehmed'in çevresinde toplanan âlimler ve edipler arasında yer alan Mahmud Paşa, ilmî ve edebî şahsiyetleri himaye ve teşvik edip onlarla bir araya gelerek kendisi de ayrıca bir mahfil kurmuştur. Alâeddin Ali, Enverî, Halimî, Hayatî, Karamanlı Mehmed Paşa, Safi mahlâslı Kasım Paşa, Sarıca Kemâl, Şükrullah ve Tursun Bey gibi şahsiyetlerle bir mahfil oluşturan Mahmud Paşa; 'Adnî' mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirlerle Farsça inşâlar yazarken, çevresindekileri de eser ortaya koymaları için teşvik etmektedir. Bu ilmî ve edebî çevre tarafından Bahru'l-Garâyib, Behcetü't-Tevârih, Düstur-nâme-yi Enverî, Tarih-iEbü'l-Feth, Tuhfetü'l-Mahmûdiyye fî-Nasîbati'l-Vüzerâ... gibi pek çok eser ortaya konmuştur.

    Adnî'nin edebî yönü hakkında tezkirelerde bilinen ve kalıplaşmış övücü sözler bulunmakta, düz yazılarının şiirlerinden daha olgun ve ustaca olduğu ifade edilmektedir.

    Yaşadığı dönemin şiir diline göre oldukça sade yazan Adnî'nin başka şâirleri etkilediğinden söz etmek henüz erken. Ancak, onun şiirlerine nazire yazan şâirlerin çıkabileceğini de düşünmek gerekir. İşte bunlardan biri, çağının ve Türk edebiyatının güçlü şâiri Bakî'dir.

    Konuyla ilgili olarak ilginç tespitlerde bulunan Gibb'in görüşlerini dikkatlere sunuyoruz. Gibb, Necatî'ye gelinceye kadarki Osmanlı şiirinin belirgin özelliklerini basitlik derecesinde garip terkipler ile fîkirlerdeki sıradanlık ve örtülü bir yapmacıklığa rağmen saf ve dokunaklı bir tarz olarak değerlendirdikten sonra Adnî'nin şiirleri için şöyle demektedir: 'Fakat Adnî'nin şiirleri daha orijinaldir ve en azından Adlî'ninkinden daha çok bir şahsîliği vardır. Yer yer bir vukufun eseri olan parıltılar yanıp sönmekte, şahsîliğin, şâirin sanatkârlık endişesiyle bütün bütün kaybolmadığı görülebilmektedir.'



    Yücel, Bilal, “Mahmud Paşa Adnî Divanı”, Akçağ Basımaevi, Ankara.

  7. #17

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    1968 izmir doğumlu... 22 yıllık evli 21 yaşında bir kızı 15 yaşında bir oğlu var... izmir kız lisesi mezunu... gençliğinden beri bir şeyler yazıyor... Anlatım ve ifade etme yönü oldukça iyidir... eşi emekli.. mesleği muhasebe, özel sektörde görev alıyor...okul yıllarında edebiyat şiir ve kompozisyon dallarında çeşitli ödülleri ve faaliyetleri var...ailesi tiyatro kökenli olduğu için, genç kızlık döneminde benim de tiyatro sevdam olmuştur...yazmayı şiiri çok seviyor...işte bu kadar...

  8. #18

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Akhisar'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okurken, Kanada'ya gitti ve orada felsefe öğrenimi gördü, yurda döndü. Bir süre Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde Fransızca okutmanı olarak çalıştı. Bu arada doktorasını verdi.

    Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda felsefe profesörü.

    Şiirde yalınlıktan, açıklıktan, anlaşılırlıktan yanadır Afşar Timuçin. Anlamsız dizeler bulamazsınız onda. İmgeleri somuttur. Bütün esinini yaşamdan, yaşamın gerçeklerinden, kendini 'başka' kılan ayrıntılardan alır. Başka bir deyişle, yaşamdan şiir sağmaktadır. Kolay, basit gibi görünen, bir çırpıda söylenilmiş izlenimi veren, gerçekte yoğun bir çabanın ürünü olan bütünlüklü şiirlerdir.

    Şiir kitapları:
    Çöl (1968),
    Tahir ile Zühre (1968),
    Destanlar (1969),
    Böyle Söylemeli Bizim Türkümüz (1974),
    Savaşçı Türküleri (1980),
    Boş Beşik (1981),
    Ey Benim Güzel Sevdalım (1984),
    Bu Sevda Böyle Gider (1992)

  9. #19

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    1860 - 1921. Şarkışla’nın Kılıççı köyünde doğdu. Asıl adı Veliyüddin’dir. Ancak genellikle Veli olarak bilinir. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1875, ölüm tarihi ise 1916 olarak verilmektedir.

    Aslen Arapkir’den Şarkışla’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Agahi, aşıklık geleneğini ve şiiri, asıl adı Mahmut Derviş olan Zileli Vacit’ten öğrendi.

    Bazı kaynaklara göre okur yazar olmayan ve Alevi dergahlarında kendini yetiştiren Agahi’nin şiirleri Anadolu’nun çeşitli yerlerinde söylenmektedir. Şiirlerinde uzun bir süre Veli mahlasını kullandığından aynı adlı öteki şairlerle/aşıklarla karıştırılmaktadır. Agahi mahlasını ise ne zaman ve kimden aldığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

    Şarkışlalı Agahi genellikle dini içerikli taşlama konularına ağırlık vermesine karşın duygu ve sevgi şiirlerinden de birçok güzel örnek bıraktı.

    Dönemin Beyrut Valisi aracılığıyla Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından bir dönem Şarkışla Tahsildarlığı görevine getirilen Agahi, İstanbul’dan Rodos’a, Adana’dan Halep’e dek birçok yeri dolaştı.

    1911 yılında Pınarbaşı tahsildarlığına geçti. Ancak bir süre sonra ayrılarak köyüne döndü. Sonraki 5 yıl köyünde yaşadı. Yakalandığı kolera hastalığından öldü. Bazı araştırmacılara göre, mezarı Şarkışla’dadır.

    Ayrıca yine Şarkışla ve Rumeli yörelerinde yaşamış Agahi adlı başka aşıkların olduğu varsayılmasına karşın bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

  10. #20

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Asıl ismi abuzeri İbrahim'dir, 14. yüzyılın en büyük divan şairidir,

    Hayatının ilk yıllarını ve ilk öğretimini Anadoluda tamamladıktan sonra öğrenim için Mısır'a gitti. Öğrenimini bitirdiğinde, Kütahya'ya geldi. Önce Süleyman Şah'ın (Germiyan beyi), daha sonra ise Timur'un koruması altına girdi. Amasya'da 1414 yılında vefat etti.

    Ahmedî, dönemindeki şairleri büyük ölçüde etkilemiştir. Eserleri dini konular veya temalar içermez. Fars şiir formunu Türkçe'ye uygulamaya çalışmıştır, fakat Farsça mecazlar Türkçe'ye tam olarak aktarılamadığı için şiirlerinde düzenli ve güçlü mısra yapıları bulunmamaktadır.Genellikle yüksek zümreye (padişahlara) hitap etmiştir.

Sayfa 2/6 İlkİlk 123456 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •